logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Saliha Bekiroğlu ve diğerleri [2.B.], B. No: 2013/5691, 21/4/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİBÖLÜM

 

KARAR

 

SALİHA BEKİROĞLU VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/5691)

 

Karar Tarihi: 21/4/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Ali Feyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

Raportör

:

Yakup MACİT

Başvurucular

:

1. Saliha BEKİROĞLU

 

 

2. Behçet BEKİROĞLU

 

 

3. Muhsin BEKİROĞLU

 

 

4. Cevdet BEKİROĞLU

 

 

5. Metin BEKİROĞLU

 

 

6. Ercan BEKİROĞLU

 

 

7. Saliha PEKOL

 

 

8. Erdem BEKİROĞLU

 

 

9. Emine ÖZAYDINLI

 

 

10. Doğan BEKİROĞLU

 

 

11. Berna BEKİROĞLU

Vekilleri

:

Av. Ramazan DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Zarar Tespit Komisyonuna yapılanbaşvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, belli bir ırka mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle eşitlik ilkesinin, davanın karşı tarafının devlet olmasından dolayı reddedilmesi nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, karar sonucuna göre bir kısım zararın karşılanmaması sebebiyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/7/2013 tarihinde İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde tespit edilen eksikliklerin giderilmiş ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 17/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 6/1/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucuların murisi, Diyarbakır ili Lice ilçe merkezinde 22/10/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında yaşanan çatışmalar sırasında mal varlığının zarara uğradığını belirterek 5233 sayılı Kanun uyarınca 21/12/2004 tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.

8. 5 No.lu Komisyonunun 30/12/2008 tarihli ve E.2008/5-682 sayılı kararında, ev eşyasında oluşan zarara karşılık 4.000 TL, bahçe arazisi için 7.448 TL, sulu arazi için 3.696 TL ve yaş bağda oluşan zarara karşılık 3.948 TL olmak üzere toplam 19.092 TL ödenmesine karar verilmiştir.

9. Başvurucuların murisi, 27/3/2008 tarihinde vefat etmiş; 24/4/2009 tarihli uyuşmazlık tutanağının düzenlenmesiyle birlikte başvurucular, Komisyon kararının iptali ve tazminat talebiyle Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde dava açmışlardır.

10. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 30/4/2010 tarihli ve E.2009/1351, K.2010/1080 sayılı kararıyla Komisyon kararını iptal etmiş, başvurucuların maddi ve manevi tazminat taleplerini reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dava dosyasının ve Mahkememizin E.2009/280 sayılı dosyasına davalı idare tarafından sunulan belgelerin incelenmesinden, Diyarbakır İli Lice İlçe Merkezinde 22/10/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında yaşanan çatışmalar sırasında malvarlığının zarara uğradığını belirten davacılar murisinin 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanmak için davalı idareye başvuruda bulunduğu,bu başvuru üzerine davalı idare tarafından oluşturulan bilirkişi komisyonunun 15/3/2008 tarihinde Lice İlçe Merkezinde keşif yaptığı, bu keşif sonucunda düzenlenen tutanağın “Tespitler” ve “Açıklamalar” kısmında davacılar murisine ait bina,bağ,bahçe,meyve ağacı ve arazi zararının bulunduğunun ancak, telef olan hayvan zararı tespitinin yapılamadığının belirtildiği, Diyarbakır Valiliği 5 No’lu Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı’nın Lice İlçe Merkezi ile olarak yapılan başvurular için 12/9/2008 tarihinde yaptığı toplantıda aldığı karar ile “1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespiti olan dosyalarda tespitler doğrultusunda işlem yapılmasına, 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü ve 2001 yılı Mahkeme tespiti olan dosyalarda 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespitinin esas alınarak işlem yapılmasına,tespit tutanaklarında sadece ‘su basmanı görüldü’ ibaresi bulunan dosyaların 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespiti yoksa reddine,dosya içeriğinde keşif tutanaklarında belirtilen arazi miktarlarının kabulüne,arazilerin 1994-2000 yılları (2000 yılı dahil) olmak üzere kullanılmayan yılın 7 yıl üzerinden değerlendirilmesine, keşif tutanaklarında bağ ve bahçe tespiti olan dosyalarda ağaç tespitleri bağ ve bahçe içerisinde değerlendirildiği için reddine, 2001 yılından sonra köye dönüş olmasına rağmen tespitlerin 2008 yılında yapılmasından dolayı keşif tutanaklarında ağaç yaşları belirtilmediğinden sözkonusu ağaçların 2001 yılından sonra dikilmiş olabileceği göz önünde bulundurularak ağaç tespitlerinin reddine” karar verildiği, akabinde dava konusu işlemle, davacılar murisi adına, uğradığı tüm zarar kalemlerine karşılık olarak toplam 19.092,00 TL. ödenmesine hükmedildiği anlaşılmaktadır.

Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin 11. maddesi gereğince 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanmak için yapılan başvurular üzerine gerek görülmesi halinde ilgili komisyon tarafından keşif yapılabilecektir. Bu keşifte uyulması gereken usul ise yine aynı madde metninde açıklanmış ve komisyon başkanının, belirlemiş olduğu keşif yeri ile gün ve saatini komisyon üyeleri ve/veya bilirkişi ile başvuru sahibine veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildireceği;bu bildirim üzerine dilerse başvuru sahibinin kendisi,veli veya vasisi veya yetkili temsilcisi ve varsa şahitleri keşif mahallinde hazır bulunacağı, muhtar veya o yer mahallinden iki kişinin de keşifte hazır bulunmasının temin edileceği; başvuru sahibi veya yetkili temsilcisinin keşif esnasında hazır bulunmaması halinde ise bu durumun tutanakta belirtileceği ifade edilmiştir.

Olayda ise bu usule uyulmaksızın keşif yapıldığı, keşif yeri ile gün ve saatinin davacılar murisi veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirilmediği; başvuru sahibinin kendisi veya yetkili temsilcisi ve varsa şahitlerinin de keşif mahallinde hazır bulundurulmadığı, sadece mahalle muhtarı ile iki azanın varlığında keşif yapıldığı anlaşılmıştır.

Her ne kadar Mahkememizin 29/12/2009 tarihli ara kararına davalı idare tarafından verilen cevapta keşiflerin yapılmasının ilan yolu ile tebliğ edildiği belirtilmekte ise de; Yönetmelikte, açık bir biçimde “yazılı bildirimden” bahsedildiğinden ve bu yazılı bildirimin bireysel nitelikte olması gerektiği açık olduğundan, diğer deyişle ilan yoluyla bildirimde bulunulması gibi bir usul öngörülmediğinden, yapılan bu ilanın usulî eksikliği ortadan kaldırmayacağı sonucuna ulaşılmıştır. Kaldı ki, yapılan ilanın ne zaman ve ne şekilde yapıldığı belli olmadığı gibi davalı idare bu ilana ilişkin bir belgeyi de dosyaya sunamamıştır. Öte yandan,davacılar vekili de Lice İlçe Merkezinde yapılan keşiflerde birden çok alt komisyonun aynı anda değişik mahalle ve mezralarda tespit yaptığını ve avukat olarak kendilerinin keşifte bulunmalarının mümkün olmadığını belirtmiş; Mahkememizin benzer nitelikteki diğer dosyalarında mevcut keşif tutanakları üzerinde yapılan incelemeler sonucunda da keşiflere ilgililer veya vekillerinin katılmadığı anlaşılmıştır.

Bu yüzden, usule aykırı biçimde yapılan keşfe dayalı olarak tesis edilen dava konusu işlemin iptali gerekmektedir.

Mahkememizin bu kararı uyarınca, davacılar murisinin başvurusu hakkında, yukarıda anılan eksiklikler giderilerek bir keşif yapıldıktan sonra yeniden bir karar verilmelidir.

Ayrıca, başvuru hakkında, usulüne uygun keşif gerçekleştirilip yeniden değerlendirme yapılırken, davacılar murisinin sadece malik olduğu malvarlığı için değil (kaldı ki davacı taşınmazlarının bir kısmını malik sıfatıyla değil zilyet sıfatıyla kullandığını dosyaya sunduğu bazı dilekçelerde kabul etmektedir) aynı zamanda zilyet olduğu veya bir şekilde fiilen kullandığı malvarlığı için de 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanabileceği göz önünde bulundurulmalı ve zilyet olduğu veya bir şekilde fiilen kullandığı malvarlığı için de zarar tespiti araştırması yapılmalıdır (Zira Danıştay 10. Dairesi’nin 22/6/2009 tarih ve E.2009/5693, K.2009/6777 sayılı kararında da benzer bir husus vurgulanmaktadır). Gerekirse bu konuda,yapılacak keşif sırasında tanık ifadelerine başvurulmalı; ev eşyalarında oluşan zararın tespitinde de aynı yöntem izlenmelidir.

Yukarıda da belirtildiği üzere, Mahkememizin dava konusu işlemin iptal edilmesine yönelik bu kararı gereğince davalı idare, davacılar murisinin başvurusu hakkında yukarıda belirtilen eksiklikleri de göz önüne alarak inceleme yapıp yeniden bir karar vereceğinden, davacıların 100.000,00 TL. maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi yolundaki isteminin bu aşamada kabulüne olanak bulunmamaktadır.

Davacılara 20.000,00 TL. manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi yolundaki isteme gelince;

5233 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinde terör olayları veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetlerden dolayı geçmişte maddi zarara uğramış olanların bu zararlarının karşılanması için ilgili idareye başvuruda bulunmaları ve başvuru üzerine dava açmaları olanağı tanınmış, belirtilen dönemlerde meydana gelen manevi zararlarla ilgili olarak ise böyle bir olanak tanınmamıştır. Dolayısıyla, geçmişe yönelik manevi zararların tazmini isteminin 5233 sayılı Kanun kapsamında değil,genel hükümlere göre ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde öngörülen sürelerde yapılması gerekmekte idi. Bu yüzden, geçmişe yönelik olup 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinde belirtilen süreler geçirildikten sonra, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddi üzerine uyuşmazlık konusu edilen manevi tazminat isteminin, bu açıdan da kabulü mümkün bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle;dava konusu işlemin İPTALİNE, maddi ve manevi tazminat isteminin REDDİNE,

..."

11. Başvurucuların temyizi üzerine karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/1/2012 tarihli ve E.2011/4303, K.2012/137 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Bakılan uyuşmazlıkta davacılar murisi tarafından mal varlığına ulaşılamaması nedeniyle uğranılan zararın değil terörle mücadele faaliyeti sırasında mal varlığında meydana gelen zararın tazmini istenilmektedir.

...

Dava konusu işlemin iptali yolundaki idare mahkemesi kararı sonucu itibarıyla yerindedir.

Öte yandan Dairemiz kararı üzerine davalı idare tarafından zarar miktarına yönelik yeniden hesaplama yapılarak karar verileceğinden idare mahkemesi kararının tazminata ilişkin kısmı bu aşamada incelenmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin, 30/4/2010 tarihli ve E.2009/1351, K.2010/1080 sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına,

..."

12. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 13/12/2012 tarihli ve E.2012/7082, K.2012/14086 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

13. Ret kararı 25/6/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular 23/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

14. Bu arada İdare Mahkemesinin kararı doğrultusunda Komisyon yeniden değerlendirme yapmış; 5/10/2011 tarihli ve E.2011/5-475 sayılı kararında, prefabrik ev için 5.390,27 TL, taş duvarlı ahır için 1.436,40 TL, yaş bağ için 13.469,57 TL, bahçe arazisi için 409,99 TL, ev eşyası için 5.412 TL olmak üzere toplam 26.118,23 TL ödenmesine karar vermiştir.

15. Başvurucuların tazminat miktarını kabul etmemesi üzerine 14/12/2011 tarihli uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiş, başvurucular Komisyon kararının iptali ve tazminat talebiyle Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde dava açmışlardır.

16. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi, 20/12/2012 tarihli ve E.2012/98, K.2012/1499 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dava dosyasının incelenmesinden, Diyarbakır İli Lice İlçe Merkezinde 22/10/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında yaşanan çatışmalar sırasında malvarlığının zarara uğradığını belirten davacılar murisinin 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanmak için davalı idareye başvuruda bulunduğu, bu başvuru üzerine davalı idare tarafından oluşturulan bilirkişi komisyonunun 15/3/2008 tarihinde Lice İlçe Merkezinde keşif yaptığı, bu keşif sonucunda düzenlenen tutanağın “Tespitler” ve “Açıklamalar” kısmında davacılar murisine ait bina, bağ, bahçe, meyve ağacı ve arazi zararının bulunduğunun ancak, telef olan hayvan zararı tespitinin yapılamadığının belirtildiği, Diyarbakır Valiliği 5 No’lu Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı’nın Lice İlçe Merkezi ile olarak yapılan başvurular için 12/9/2008 tarihinde yaptığı toplantıda aldığı karar ile “1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespiti olan dosyalarda tespitler doğrultusunda işlem yapılmasına, 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü ve 2001 yılı Mahkeme tespiti olan dosyalarda 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespitinin esas alınarak işlem yapılmasına, tespit tutanaklarında sadece ‘su basmanı görüldü’ ibaresi bulunan dosyaların 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespiti yoksa reddine, dosya içeriğinde keşif tutanaklarında belirtilen arazi miktarlarının kabulüne, arazilerin 1994-2000 yılları (2000 yılı dahil) olmak üzere kullanılmayan yılın 7 yıl üzerinden değerlendirilmesine, keşif tutanaklarında bağ ve bahçe tespiti olan dosyalarda ağaç tespitleri bağ ve bahçe içerisinde değerlendirildiği için reddine, 2001 yılından sonra köye dönüş olmasına rağmen tespitlerin 2008 yılında yapılmasından dolayı keşif tutanaklarında ağaç yaşları belirtilmediğinden sözkonusu ağaçların 2001 yılından sonra dikilmiş olabileceği göz önünde bulundurularak ağaç tespitlerinin reddine” karar verildiği, 30/12/2008 tarih ve 2008/5-682 sayılı Diyarbakır Valiliği 5 No’lu Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı işlemi ile davacılar murisi adına, uğradığı tüm zarar kalemlerine karşılık olarak toplam 19.092,00 TL. ödenmesine hükmedildiği, bu işlemin iptali istemiyle açılan davanın Mahkememizin 30/4/2010 tarihli, E.2009/1351, K.2010/1080 sayılı kararı ile usule aykırı keşif yapılması nedeniyle işlemin iptal edildiği, 12/10/2010 tarihinde yeniden keşif yapılarak Uyuşmazlık Tutanağının düzenlenmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Olayda, davalı idarece davacılara, ev eşyası için 5.412,00 TL, prefabrik ev için 5.390,27 TL, taş duvar ahır için 1.436,40 TL, yaş bağ için 13.469,57 TL, bahçe arazisi için 409,99 TL olmak üzere mal varlığına ulaşamama nedeniyle toplam 26.118,23 TL ödenmesine karar verildiği görülmektedir.

Davacının malvarlığı zararının bulunup bulunmadığına ilişkin yapılan tespit sonucu hazırlanan ve davacı vekilince de imzalanan keşif tutanağı doğrultusunda davacının mal varlığına ulaşamaması nedeniyle mahrum kaldığı zarar kalemlerinin hesaplandığı, yapılan hesaplamalarda hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Dava konusu işlem hukuka uygun olduğundan, davacıların tazmini gereken zararı da bulunmamaktadır.

Davacıların, 20.000,00-TL manevi tazminat istemine gelince; 5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle meydana gelen zararlardan sadece “maddi” nitelikte olanların sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlediğinden, davacıların anılan Yasa kapsamında, esasen koşulları da bulunmayan manevi tazminat taleplerinin karşılanmasınaolanak bulunmadığından, davacıların manevi tazminat talebinin de reddi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davanın reddine,

..."

17. Başvurucuların temyizi üzerine karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 19/11/2014 tarihli ve E.2013/9740, K.2014/8508 sayılı ilamıyla onanmıştır.

B. İlgili Hukuk

18. 5233 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir."

19. 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar."

20. 5233 sayılı 7. maddesi şöyledir:

"Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:

a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.

b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.

c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

22. Başvurucular 1993 ve 1994 yıllarında Diyarbakır ili Lice ilçesinde büyük çaplı olayların meydana geldiğini, olaylar sırasında murislerine ait ev, ahır ve eklentilerinin yakılıp yıkıldığını, ilçeyi terk etmek zorunda kaldıklarını, murislerinin Komisyona yaptığı başvuruda Komisyonun çok düşük bir meblağ üzerinden tazminata karar verdiğini, uyuşmazlık tutanağı düzenlendiğini, Komisyon kararının iptali için açtıkları davadakararın iptaline karar veren Mahkemenin tazminat miktarını belirlemeden dosyayı tekrar Komisyona gönderdiğini, tazminat miktarının gerçek zararı karşılamaktan çok uzak olduğunu, Mahkemelerin de uyuşmazlığın çözümünde etkisiz ve yetersiz kaldığını, devletin köy boşaltma politikası nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 1. maddesinden doğan yükümlülüklerini ihlal ettiğini, 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği döneme kadar hak ihlalleri için etkili bir yol öngörülmediğini, yapılan uygulamalar nedeniyle işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını belirtmişlerdir.

23. Başvurucular ayrıca Komisyonlarca tazminat miktarlarının sınırlı tutulduğunu, başvuranlara ağır ispat yükümlülüğü getirildiğini, davalarda harçtan muaf tutulmama veya adli yardım kararı verilse bile harç ve diğer yargılama giderlerini ödemek zorunda kalmalarına ilişkin eleştirilerin dikkate alınmadığını, taleplerine rağmen keşif kararı verilmediğini, idare tarafından yapılan keşfin de kendilerine bildirilmediğini, tazminat miktarı hesaplanırken hayvancılık, ağaç, göçe bağlı kira gideri, zarar gören eşyaların dikkate alınmadığını, düşük birim fiyatı üzerinden değerlendirme yapıldığını, yıpranma payı, müteahhitlik indirimi, kuraklık gibi tazminat hukukunun ilkelerine aykırı indirim yapıldığını, yöre halkının tarım hayvancılık yaparak, mera ve orman arazilerinden istifade ederek yaşadıklarını, göç nedeniyle bu imkânlardan yoksun kaldıklarını, bu yönüyle de gelir kaybına uğradıklarını, gerçek zararlarının karşılanmadığını, zarar tespitinin bağımsız, tarafsız ve uzman bilirkişiler tarafından yapılmadığını, bu açıdan eksikinceleme ile karar verildiğini, yargı yolunun zararı tazmin hususunda etkisiz ve yetersiz kaldığını, Komisyonlar ve Mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olmadığını, göçe zorlanmaları nedeniyle özel yaşam ve yerleşim özgürlüklerinin ihlal edildiğini, zorunlu göçün Kürt halkına yönelik idarenin resmî bir politikası olarak yürütüldüğünü ve Kürtlerin göç ettirildikleri yerlerde çözümsüz, ağır yaşam sorunları ile baş başa bırakıldıklarını, Kürt olmalarından dolayı ayrımcılığa maruz kaldıklarını, ayrıca yaptıkları başvurular hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 10., 17., 20., 21., 23., 35., 36. ve 40.maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişler, maddi ve maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında aşağıdaki başlıklar altında incelenmesi uygun görülmüştür:

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Başvurucuların, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 30/4/2010 tarihli kararına karşı Danıştay Onbeşinci Dairesinin verdiği 18/1/2012 tarihli onama ve 13/12/2012 tarihli karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararlarının ardından bireysel başvuruda bulundukları ancak bu arada İdare Mahkemesinin Komisyon kararını iptal etmesi nedeniyle tazminat hususunda karar verilmek üzere dosyanın yeniden Diyarbakır Valiliğine gönderildiği, Komisyonun 5/11/2011 tarihli kararı ile tazminat miktarının tespit edildiği, başvurucuların bu karara karşı Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin E.2012/98 sayılı dosyasında dava açtığı, Mahkemenin 20/12/2012 tarihinde davanın reddine karar verdiği, kararın başvurucular tarafından temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 19/11/2014 tarihli kararı ile hükmün onandığı ve tüm sürecin bu tarihte sona erdiği anlaşılmıştır.

26. Başvurucular, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/12/2012 tarihli kararının 25/6/2013 tarihinde tebliği ile süresinde Anayasa Mahkemesine başvurmuşlar ise de başvuru formunda şikâyet ettikleri hususların İdare Mahkemesinin 30/4/2010 tarihli kararının ardından devam eden idari ve yargısal süreci de kapsadığı, bireysel başvuru ile ilgili karar verilmeden, 19/11/2014 tarihinde sürecin tamamlandığı ve bu tarihten sonra İdare Mahkemesinin 20/12/2012 tarihli kararına karşı bireysel başvuruda da bulunulmadığı anlaşılmış, bu açıdan ihlal iddialarının bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği ve 30/4/2010 tarihli İdare Mahkemesi kararına karşı yapılan başvuru açısından başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğunun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

a. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

27. Başvurucular, Kürt kökenli olmaları nedeniyle bu tarz muamelelere maruz kaldıklarını belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

28. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi, belirtilen iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış oldukları dikkate alınarak, başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).

29. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığa yönelik, belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.

30. Açıklanan nedenlerle başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

31. Başvurucular, Komisyon, Derece Mahkemesi ve Danıştayın tarafsız olmadığını iddia etmiştir.

32. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).

33. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.

34. Açıklanan nedenlerle başvurucuların tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia

35. Başvurucular davada Komisyon kararının iptaline karar veren Mahkemenin tazminat miktarını belirlemeden dosyayı tekrar Komisyona gönderdiğini, Komisyonca tazminat miktarlarının sınırlı tutulduğunu, birim fiyatlar ile mülkiyete erişimin engellenmesine ilişkin sürenin eksik hesaplandığını, yıpranma payı, müteahhitlik indirimi, kuraklık gibi tazminat hukukunun ilkelerine aykırı indirim yapıldığını, göç nedeniyle ilçedeki imkanlardan yoksun kalınması nedeniyle uğranılan gelir kaybının dikkate alınmadığını, manevi tazminat taleplerinin tamamen reddedildiğini, başvuranlara ağır ispat yükümlülüğü getirildiğini, taleplerine rağmen keşif kararı verilmediğini, idare tarafından yapılan keşfin de kendilerine bildirilmediğini, zarar tespitinin bağımsız, tarafsız ve uzman bilirkişiler tarafından yapılmadığını, bu açıdan delillerin eksik ve hatalı değerlendirilerek kanuna ve usule aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

36. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).

37. Bir anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talebini içeren başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ile Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır. Bu kapsamda bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece vebariz takdir hatası içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, §§ 25, 26).

38. Başvurucuların iddiasının özünün Derece Mahkemelerince delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet bulunmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucuların murisinin 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuruda, 19.092 TL tazminat miktarı belirleyenKomisyon kararına karşı Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin E.2009/1351 sayılı dosyasında açılan iptal davasında Mahkemenin; davacının yokluğunda keşif yapılmasının usulsüz olduğunu, davacılar murisinin sadece malik olduğu mal varlığının yanında zilyet olduğu veya bir şekilde fiilen kullandığı mal varlığı için de 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanabileceğinin gözönünde bulundurulması ve zilyet olduğu veya fiilen kullandığı mal varlığı için de zarar tespiti araştırması yapılması gerektiğini, bu konuda yapılacak keşif sırasında tanık ifadelerine başvurulması ve ev eşyalarında oluşan zararın tespitinde de aynı yöntemin izlenmesi gerektiğini, davacılar murisinin başvurusu hakkında belirtilen eksikliklerdikkate alınarak inceleme yapıp yeniden karar vereceğinden davacıların maddi tazminatisteminin bu aşamada kabulüne olanak bulunmadığını, 5233 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinde manevi zararlarla ilgili olarak her hangi bir imkân tanınmadığını dolayısıyla geçmişe yönelik manevi zararların tazmini isteminin genel hükümlere göre 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde öngörülen sürelerde yapılması gerektiğini ancak geçmişe yönelik belirtilen süreler geçirildikten sonra 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddi üzerine uyuşmazlık konusu edilen manevi tazminat isteminin bu açıdan da kabulünün mümkün bulunmadığını belirterek Komisyon kararını iptal ettiği anlaşılmıştır. İptal kararı doğrultusunda değerlendirme yapan Komisyonun 26.118,23 TL olarak tespit ettiği tazminat ile ilgili Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin E.2012/98 sayılı dosyasında açılan davada Mahkemenin, davacının mal varlığı zararının bulunup bulunmadığına ilişkin yapılan tespit sonucu hazırlanan ve davacı vekilince de imzalanan keşif tutanağı doğrultusunda davacının mal varlığına ulaşamaması nedeniyle mahrum kaldığı zarar kalemlerinin hesaplandığını, yapılan hesaplamalar ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı, bu açıdandavacıların tazmini gereken bir zararlarının da bulunmadığını, 5233 sayılı Kanun'un terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle meydana gelen zararlardan sadece “maddi” nitelikte olanların sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlediğini, davacıların anılan Kanun kapsamında esasen koşulları da bulunmayan manevi tazminat taleplerinin karşılanmasınaolanak bulunmadığını belirterek davanın reddine karar verdiği; Danıştayın ise karar gerekçesine katılarak hükmü onadığı anlaşılmıştır. Mahkemenin anılan gerekçeyle verdiği ret kararında bariz birtakdir hatası olduğu yönünde bir bulguyarastlanmamıştır.

39. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Zararın Etkin Giderilmemesi Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

40. Başvurucular tazminat miktarı hesaplanırken hayvancılık, ağaç, göçe bağlı kira gideri, zarar gören eşyaların dikkate alınmadığını; düşük birim fiyatı ile değerlendirme yapıldığını, gerçek zararlarının karşılanmadığını bu yönüyle belirlenen tazminatın yapılan müdahale karşısında etkili ve yeterli olmadığını belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

41. Başvurucuların tazminat miktarı belirlenirken bir kısım alacak kaleminin değerlendirilmediğine ilişkin iddiaları, terör olayları nedeniyle devlet tarafından mal varlığı kapsamında kalan değerlere yönelik doğrudan veya dolaylı yapılan müdahalelere karşıtazminat gideriminin yeterli ve etkili olmadığı hususuna ilişkin olması nedeniyle mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

42. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

43. Başvurucuların ihlal iddiasına konu olan mülkiyet hakkı, Anayasa’nın 35. ve Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinde düzenlenmiştir.

44. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).

45. Mülkiyet hakkı kişinin şahsında mündemiç olmayıp Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında hukuki korumadan istifade edilebilmesi açısından öncelikle mülkiyet hakkının var olması aranır. Anayasa’nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi mülk edinme talebini değil, kişinin var olan mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu durum hakkın kazanılmış olması veya mevcut olması şeklinde de ifade edilebilir (Zekiye Şanlı, B. No: 2012/931, 26/6/2014, § 33).

46. Anayasa’nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına mevcut bir mülk girebileceği gibi alacak hakları (AYM, E.2000/42, K.2001/361, 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, 24/9/2008) veya kesin bir şekilde tanımlanmış talep hakları da girebilir. Bu kapsamda bir alacak hakkı ya da talep; mahkeme hükmü, hakem kararı veya idari karar yoluyla yeterli derecede icra edilebilir kılınması hâlinde bir “mülk” teşkil edebilir ve mülkiyet hakkı kapsamında korunabilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Krstıć/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 76). Ancak hakkın tam olarak kazanılmamış olduğu bazı hâllerde özellikle ekonomik hayatın gerekleri ve hukuki güvenlik anlayışı, hakkın ileride mevcut olacağına dair hukuki umudu ifade eden bir kısım meşru beklenti hâllerinin de mülkiyet hakkının güvence kapsamına dâhil edilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Ancak bu hâllerde hakkın kazanılacağı yönünde salt bir umudun ötesinde kişinin, hakkın mevcudiyeti yönünde meşru bir beklentisi olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Maltzan ve diğerleri/Almanya (k.k.), B. No: 71916/01, 71917/01; 10260/02, 2/3/2005, § 74).

47. Bu şekildeki bir beklentiye cevap verebilecek ve talep hâlindeki bir mal varlığı yararının Anayasa’nın 35. maddesi anlamında kıymet oluşturmasını sağlayabilecek unsurlardan biri, bu talebi destekleyen yerleşik içtihat gibi bir hukuksal temelin bulunmasıdır. Ancak sırf bir yargı yerine başvurularak dile getirilen talepler yeterli temel sağlamaktan uzaktır. Önemli olan, bahsedilen hukuki dayanağın Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında sağlanan güvenceyi aktif hale getirebilecek yeterlilikte olmasıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 52; Draon/Fransa [BD], B. No: 1513/03, 6/10/2005, § 68; Maurice/Fransa [BD], B. No: 11810/03, 6/10/2005, § 66; Özden/Türkiye, B. No: 11841/02, 3/5/2007, § 27).

48. Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca başvurucular tarafından hakkın mevcudiyeti veya bu yönde meşru bir beklentinin bulunduğu ortaya konulmalıdır.

49. Başvurunun konusu, terör nedeniyle zarar görenlerin 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi gereğince tazminat ödenmesinde hayvancılık, ağaç, göçe bağlı kira gideri, zarar gören eşyaların dikkate alınmaması nedeniyle oluşan tazminat farkının ödenmesine ilişkindir.

50. Mülkiyet hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 35. maddesinin, belirli bir alacağa ilişkin olarak bireylere talep hakkı sağlamadığı açıktır. Ancak bu yöndeki bir talebin kanuni düzenleme ve içtihatlarda yeterli dayanağa sahip olması hâlinde Anayasa’nın 35. maddesi anlamında mülk oluşturduğu kabul edilebilir. Bir başka ifadeyle mülk edinme yönündeki bir beklenti ancak hukuken belli bir dayanağa sahip olduğu takdirde belli koşullar altında mülk olarak nitelendirilebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Arras ve diğerleri/İtalya, B. No: 17972/07, 14/2/2012, § 76; Klein/Avusturya, B. No: 57028/00, 3/3/2011, §§ 41-47). Aynı doğrultuda hukuk sistemi 5233 sayılı Kanun kapsamında bireylerin terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğradıkları takdirde ayni ya da nakdi olarak zararlarının karşılanacağını düzenlemiştir (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, § 56).

51. Somut olayda başvurucuların 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararlarının doğduğu ve tazminata hak kazanabilecekleri hususu Komisyon ve Mahkeme tarafından tespit edilmiştir. Dolayısıyla anılan mevzuatın aradığı şartları taşıyan başvurucuların, Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren mülkiyetle ilgili bir menfaatlerinin doğduğunun kabulü gerekmektedir.

52. Komisyon tarafından tazminatın belirlenmesinde genel yarar ile bireyin temel hakları arasında “adil bir denge” gözetilmelidir. Adil dengenin olup olmadığı uğranılan zararın değerine denk düşen makul bir tazminatın varlığıyla belirlenir. Ancak mülkiyet hakkı her durumda bütünsel bir tazminat hakkını güvence altına almamaktadır (Abbas Emre, § 57).

53. Somut olayda başvurucuların murisinin Diyarbakır ili Lice ilçe merkezinde 22/10/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında yaşanan çatışmalar sırasında mal varlığının zarara uğradığını belirterek 5233 sayılı Kanun uyarınca 21/12/2004 tarihinde Komisyona başvurduğu, 5 No.lu Komisyonun 30/12/2008 tarihli kararında ev eşyasında oluşan zarara karşılık olarak 4.000 TL, bahçe arazisinde oluşan zarara karşılık olarak 7.448 TL, sulu arazide oluşan zarara karşılık olarak 3.696 TL ve yaş bağda oluşan zarara karşılık olarak 3.948 TL olmak üzere toplam 19.092 TL ödenmesine karar verildiği, 24/4/2009 tarihli uyuşmazlık tutanağının düzenlenmesiyle birlikte başvurucular Komisyon kararının iptali ve tazminat talebiyle Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde dava açtıkları, davacının yokluğunda keşif yapılmasının usulsüz olduğu, davacılar murisinin sadece malik olduğu mal varlığının yanında zilyet olduğu veya bir şekilde fiilen kullandığı mal varlığı için de 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat talep edebileceğinin gözönünde bulundurulması, bu hususta zarar tespiti araştırması yapılarak yapılacak keşif sırasında tanık ifadelerine başvurulması gerektiği Mahkemece belirtilerek Komisyon kararı iptal edilmiştir.

54. İptal kararı üzerine Komisyonun 12/10/2010 tarihinde, davacılar vekilinin huzurunda keşif yaparak tazminat kapsamında hesaplanmayan birtakım alacak kalemlerini değerlendirdiği ve 5/10/2011 tarihli kararında, prefabrik ev için 5.390,27 TL, taş duvarlı ahır için 1.436,40 TL, yaş bağ için 13.469,57 TL, bahçe arazisi için 409,99 TL, ev eşyası için 5.412 TL olmak üzere toplam 26.118,23 TL tazminat miktarı tespit ettiği; bu kararın iptali istemiyle açılan davada, İdare Mahkemesinin önceki iptal kararı doğrultusunda Komisyon tarafından yapılan işlem ve belirlenen tazminat miktarının hukuka uygun olduğu saptamasını yaparak davayıreddettiği anlaşılmıştır.

55. Başvurucular özellikle ağaç ve göç nedeniyle taşınma ve kira giderlerinin zarar kapsamında değerlendirilmemesi nedeniyle gerçek zararlarının karşılanmadığını iddia etmişlerdir.

56. Başvurucular murisinin Komisyona yaptığı 21/12/2004 tarihli başvurusunda, dilekçe ekindeki Lice Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1993/122 Değişikİş sayılı dosyasındakitespit talebi,keşif tutanağı ve bilirkişi raporu çerçevesinde zararların karşılanması talebinde bulunduğu Komisyonun bu çerçevede değerlendirme yaptığı, ev ve ahırda oluşan zararla ilgili tapu kaydı olmaması nedeniyle talebin reddedildiği, Komisyonun bu kararına karşı açılan davada, Mahkemenin komisyon kararının usul ve esas yönünden eksikliklerini tespit ettiği, ayrıca keşif tutanaklarında bağ bahçe tespiti olan dosyalarda ağaç tespitlerinin bağ bahçe içerisinde değerlendirildiği, 2001 yılından sonra köye dönüş olmasına rağmen tespitlerin 2008 yılında yapılmasından dolayı keşif tutanaklarında ağaç yaşları belirtilmediğinden ağaçların 2001 yılından sonra dikilmiş olabileceği gözönünde bulundurularak ağaç tespitleri talebinin reddine ilişkin Komisyon kararındaki tespite de yer vererek değerlendirme yaptığı anlaşılmıştır.

57. Bunun yanında Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/1/2012 tarihli onama ilamında "bakılan uyuşmazlıkta davacılar murisi tarafından mal varlığına ulaşılamaması nedeniyle uğranılan zararın değil terörle mücadele faaliyeti sırasında mal varlığında meydana gelen zararın tazmininin istenildiğinin" belirtildiği yani başvurucuların tazminat talebine esasının, terörle mücadele sırasında mal varlığına doğrudan yapılan müdahale sonucu oluşan zararlardan oluştuğunu belirttiği anlaşılmaktadır.

58. Bu açıdan başvurucuların murisinin Komisyona yaptığı başvuruda, göçe bağlı kira ve taşınma giderlerini talep etmediği gibi dosyada mevcut birbirine benzer nitelikte adi yazılı şekilde düzenlenen ve imzalarının farklı olduğu anlaşılan (muris Ş.Ö.B.nun tespit tutanağındaki imzası ile belgelerdeki imzalarının farklı olduğu) belgelerin başvurucuların ileri sürdüğü hakkın varlığının tespiti açısından yeterlielverişliliğe sahip olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

59. Buna göre idari ve yargısal süreçte başvurucuların ileri sürdükleri iddialar doğrultusunda Komisyonca belirlenen tazminat miktarlarının mahkemeler tarafından değerlendirildiği, Komisyonun, İçişleri Bakanlığının genelgesi doğrultusunda belirlenen ve güncel olan birim maliyet oranları doğrultusunda zarar miktarını tespit ettiği, başvurucuların alacak kalemlerinin bir kısmının dikkate alınmadığı iddiasına yönelik yapılan değerlendirmeler (bkz. §§ 60-62) dikkate alındığında Komisyon tarafından belirlenen 26.118,23 TL tazminat miktarının başvuruculara yüklenen külfet ile orantılı olduğu, terörle mücadelede amaçlanan genel yarar ile başvurucuların temel hakları arasındaki dengenin sağlanması açısından belirlenen tazminatın makul ölçüde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

60. Yukarıda açıklanan nedenlerle tazminat gideriminin belirtilen sınırlama ve güvence ölçütlerine aykırı olmaması nedeniyle mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

e. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığına İlişkin İddia

61. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

62. Başvurucular 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları başvuruda idari başvuru ve dava sürecinin uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

63. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014 §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).

64. Somut olayda başvurucuların murisi tarafından 21/12/2004 tarihinde Komisyona yapılan müracaatta, Diyarbakır 5 No.lu Zarar Tespit Komisyonunun 30/12/2008 tarihinde zarar miktarını 19.092 TL olarak tespit ettiği,kararın iptali istemiyle 27/5/2009 tarihinde başlatılan yargılama sürecinde Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 30/4/2010 tarihli kararı ile Komisyon kararını iptal ettiği, karara karşı Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/1/2012 tarihinde hükmü onadığı ve 13/12/2012 tarihinde karar düzeltme talebini reddettiği, Komisyonun 5/10/2011 tarihli kararı ile zarar miktarını 26.118,23 TL olarak tespit ettiği, başvurucuların bu karara karşı Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde 20/1/2012 tarihinde iptal davası açtıkları, Mahkemenin 20/12/2012 tarihli kararı ile davayı reddettiği, kararın temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 19/11/2014 tarihinde hükmü onamasıyla idari ve yargısal sürecin tamamlandığı, bu bakımından makul sürede yargılanma hakkı kapsamında nazara alınması gereken toplam sürenin 9 yıl 11 ay olduğu anlaşılmaktadır.

65. Somut başvuruya bir bütün olarak bakıldığında başvurucular açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık on yıllık yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

66. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

67. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. ...

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

68. Başvurucular, 80.000 TL maddi ve 20.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.

69. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

70. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucular Saliha Bekiroğlu, Metin Bekiroğlu, Erdem Bekiroğlu, Doğan Bekiroğlu ve Berna Bekiroğlu'na müştereken net 6.000 TL, başvurucular Saliha Pekol, Emine Özaydınlı, Cevdet Bekiroğlu, Muhsin Bekiroğlu, Eren Bekiroğlu ve Behçet Bekiroğlu'na ayrı ayrı net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

71. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianınaçıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianınaçıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucular Saliha Bekiroğlu, Metin Bekiroğlu, Erdem Bekiroğlu, Doğan Bekiroğlu ve Berna Bekiroğlu'na MÜŞTEREKEN net 6.000 TL, başvurucular Saliha Pekol, Emine Özaydınlı, Cevdet Bekiroğlu, Muhsin Bekiroğlu, Eren Bekiroğlu ve Behçet Bekiroğlu'na AYRI AYRI net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Saliha Bekiroğlu ve diğerleri [2.B.], B. No: 2013/5691, 21/4/2016, § …)
   
Başvuru Adı SALİHA BEKİROĞLU VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2013/5691
Başvuru Tarihi 23/7/2013
Karar Tarihi 21/4/2016

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Zarar Tespit Komisyonuna yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, belli bir ırka mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle eşitlik ilkesinin, davanın karşı tarafının devlet olmasından dolayı reddedilmesi nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, karar sonucuna göre bir kısım zararın karşılanmaması sebebiyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) İhlal Manevi tazminat
Ayrımcılık yasağı Ayrımcılık Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kanun yolu şikâyeti (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5233 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 1
2
7
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi