TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİBÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SALİHA BEKİROĞLU VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5691)
|
|
Karar Tarihi: 21/4/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Ali
Feyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucular
|
:
|
1. Saliha
BEKİROĞLU
|
|
|
2. Behçet
BEKİROĞLU
|
|
|
3. Muhsin
BEKİROĞLU
|
|
|
4. Cevdet
BEKİROĞLU
|
|
|
5. Metin
BEKİROĞLU
|
|
|
6. Ercan
BEKİROĞLU
|
|
|
7. Saliha
PEKOL
|
|
|
8. Erdem
BEKİROĞLU
|
|
|
9. Emine ÖZAYDINLI
|
|
|
10. Doğan
BEKİROĞLU
|
|
|
11. Berna
BEKİROĞLU
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Ramazan
DEMİR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Zarar
Tespit Komisyonuna yapılanbaşvurunun reddedilmesi
nedeniyle açılan davada mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek
kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, belli
bir ırka mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle
eşitlik ilkesinin, davanın karşı tarafının devlet olmasından dolayı
reddedilmesi nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, yargılamanın
uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, karar sonucuna göre
bir kısım zararın karşılanmaması sebebiyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/7/2013 tarihinde İstanbul 2. Asliye Ticaret
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde tespit edilen eksikliklerin giderilmiş ve
başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 17/6/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 6/1/2015 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucuların murisi, Diyarbakır ili Lice ilçe merkezinde
22/10/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında yaşanan
çatışmalar sırasında mal varlığının zarara uğradığını belirterek 5233 sayılı
Kanun uyarınca 21/12/2004 tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
8. 5 No.lu Komisyonunun 30/12/2008 tarihli ve E.2008/5-682
sayılı kararında, ev eşyasında oluşan zarara karşılık 4.000 TL, bahçe arazisi
için 7.448 TL, sulu arazi için 3.696 TL ve yaş bağda oluşan zarara karşılık
3.948 TL olmak üzere toplam 19.092 TL ödenmesine karar verilmiştir.
9. Başvurucuların murisi, 27/3/2008 tarihinde vefat etmiş;
24/4/2009 tarihli uyuşmazlık tutanağının düzenlenmesiyle birlikte başvurucular,
Komisyon kararının iptali ve tazminat talebiyle Diyarbakır 2. İdare
Mahkemesinde dava açmışlardır.
10. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 30/4/2010 tarihli ve
E.2009/1351, K.2010/1080 sayılı kararıyla Komisyon kararını iptal etmiş,
başvurucuların maddi ve manevi tazminat taleplerini reddetmiştir. Kararın
ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dava dosyasının ve Mahkememizin E.2009/280
sayılı dosyasına davalı idare tarafından sunulan belgelerin incelenmesinden,
Diyarbakır İli Lice İlçe Merkezinde 22/10/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri
ile teröristler arasında yaşanan çatışmalar sırasında malvarlığının zarara
uğradığını belirten davacılar murisinin 5233 sayılı Kanun hükümlerinden
yararlanmak için davalı idareye başvuruda bulunduğu,bu
başvuru üzerine davalı idare tarafından oluşturulan bilirkişi komisyonunun
15/3/2008 tarihinde Lice İlçe Merkezinde keşif yaptığı, bu keşif sonucunda
düzenlenen tutanağın “Tespitler” ve “Açıklamalar” kısmında davacılar murisine
ait bina,bağ,bahçe,meyve ağacı ve arazi zararının
bulunduğunun ancak, telef olan hayvan zararı tespitinin yapılamadığının
belirtildiği, Diyarbakır Valiliği 5 No’lu Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı’nın Lice İlçe
Merkezi ile olarak yapılan başvurular için 12/9/2008 tarihinde yaptığı
toplantıda aldığı karar ile “1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespiti olan dosyalarda
tespitler doğrultusunda işlem yapılmasına, 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü ve
2001 yılı Mahkeme tespiti olan dosyalarda 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü
tespitinin esas alınarak işlem yapılmasına,tespit
tutanaklarında sadece ‘su basmanı görüldü’ ibaresi bulunan dosyaların 1993 yılı
Bayındırlık Müdürlüğü tespiti yoksa reddine,dosya
içeriğinde keşif tutanaklarında belirtilen arazi miktarlarının kabulüne,arazilerin 1994-2000 yılları (2000 yılı dahil)
olmak üzere kullanılmayan yılın 7 yıl üzerinden değerlendirilmesine, keşif
tutanaklarında bağ ve bahçe tespiti olan dosyalarda ağaç tespitleri bağ ve
bahçe içerisinde değerlendirildiği için reddine, 2001 yılından sonra köye dönüş
olmasına rağmen tespitlerin 2008 yılında yapılmasından dolayı keşif tutanaklarında
ağaç yaşları belirtilmediğinden sözkonusu ağaçların
2001 yılından sonra dikilmiş olabileceği göz önünde bulundurularak ağaç
tespitlerinin reddine” karar verildiği, akabinde dava konusu işlemle, davacılar
murisi adına, uğradığı tüm zarar kalemlerine karşılık olarak toplam 19.092,00
TL. ödenmesine hükmedildiği anlaşılmaktadır.
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin 11. maddesi gereğince 5233 sayılı Kanun
hükümlerinden yararlanmak için yapılan başvurular üzerine gerek görülmesi
halinde ilgili komisyon tarafından keşif yapılabilecektir. Bu keşifte uyulması
gereken usul ise yine aynı madde metninde açıklanmış ve komisyon başkanının,
belirlemiş olduğu keşif yeri ile gün ve saatini komisyon üyeleri ve/veya
bilirkişi ile başvuru sahibine veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildireceği;bu bildirim üzerine dilerse başvuru sahibinin kendisi,veli veya vasisi veya yetkili temsilcisi ve varsa
şahitleri keşif mahallinde hazır bulunacağı, muhtar veya o yer mahallinden iki
kişinin de keşifte hazır bulunmasının temin edileceği; başvuru sahibi veya
yetkili temsilcisinin keşif esnasında hazır bulunmaması halinde ise bu durumun
tutanakta belirtileceği ifade edilmiştir.
Olayda ise bu usule uyulmaksızın keşif
yapıldığı, keşif yeri ile gün ve saatinin davacılar murisi veya yetkili
temsilcisine yazılı olarak bildirilmediği; başvuru sahibinin kendisi veya
yetkili temsilcisi ve varsa şahitlerinin de keşif mahallinde hazır
bulundurulmadığı, sadece mahalle muhtarı ile iki azanın varlığında keşif
yapıldığı anlaşılmıştır.
Her ne kadar Mahkememizin 29/12/2009 tarihli
ara kararına davalı idare tarafından verilen cevapta keşiflerin yapılmasının
ilan yolu ile tebliğ edildiği belirtilmekte ise de;
Yönetmelikte, açık bir biçimde “yazılı bildirimden” bahsedildiğinden ve bu
yazılı bildirimin bireysel nitelikte olması gerektiği açık olduğundan, diğer
deyişle ilan yoluyla bildirimde bulunulması gibi bir usul öngörülmediğinden,
yapılan bu ilanın usulî eksikliği ortadan
kaldırmayacağı sonucuna ulaşılmıştır. Kaldı ki, yapılan ilanın ne zaman ve ne
şekilde yapıldığı belli olmadığı gibi davalı idare bu ilana ilişkin bir belgeyi
de dosyaya sunamamıştır. Öte yandan,davacılar
vekili de Lice İlçe Merkezinde yapılan keşiflerde birden çok alt komisyonun
aynı anda değişik mahalle ve mezralarda tespit yaptığını ve avukat olarak
kendilerinin keşifte bulunmalarının mümkün olmadığını belirtmiş; Mahkememizin
benzer nitelikteki diğer dosyalarında mevcut keşif tutanakları üzerinde yapılan
incelemeler sonucunda da keşiflere ilgililer veya vekillerinin katılmadığı
anlaşılmıştır.
Bu yüzden, usule aykırı biçimde yapılan keşfe
dayalı olarak tesis edilen dava konusu işlemin iptali gerekmektedir.
Mahkememizin bu kararı uyarınca, davacılar
murisinin başvurusu hakkında, yukarıda anılan eksiklikler giderilerek bir keşif
yapıldıktan sonra yeniden bir karar verilmelidir.
Ayrıca, başvuru hakkında, usulüne uygun keşif
gerçekleştirilip yeniden değerlendirme yapılırken, davacılar murisinin sadece
malik olduğu malvarlığı için değil (kaldı ki davacı taşınmazlarının bir kısmını
malik sıfatıyla değil zilyet sıfatıyla kullandığını dosyaya sunduğu bazı
dilekçelerde kabul etmektedir) aynı zamanda zilyet olduğu veya bir şekilde
fiilen kullandığı malvarlığı için de 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanabileceği
göz önünde bulundurulmalı ve zilyet olduğu veya bir şekilde fiilen kullandığı
malvarlığı için de zarar tespiti araştırması yapılmalıdır (Zira Danıştay 10.
Dairesi’nin 22/6/2009 tarih ve E.2009/5693, K.2009/6777 sayılı kararında da
benzer bir husus vurgulanmaktadır). Gerekirse bu konuda,yapılacak keşif sırasında tanık ifadelerine
başvurulmalı; ev eşyalarında oluşan zararın tespitinde de aynı yöntem
izlenmelidir.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Mahkememizin
dava konusu işlemin iptal edilmesine yönelik bu kararı gereğince davalı idare,
davacılar murisinin başvurusu hakkında yukarıda belirtilen eksiklikleri de göz
önüne alarak inceleme yapıp yeniden bir karar vereceğinden, davacıların
100.000,00 TL. maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar
verilmesi yolundaki isteminin bu aşamada kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Davacılara 20.000,00 TL. manevi tazminatın
yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi yolundaki isteme gelince;
5233 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinde terör
olayları veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetlerden dolayı
geçmişte maddi zarara uğramış olanların bu zararlarının karşılanması için
ilgili idareye başvuruda bulunmaları ve başvuru üzerine dava açmaları olanağı
tanınmış, belirtilen dönemlerde meydana gelen manevi zararlarla ilgili olarak
ise böyle bir olanak tanınmamıştır. Dolayısıyla, geçmişe yönelik manevi
zararların tazmini isteminin 5233 sayılı Kanun kapsamında değil,genel hükümlere göre ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde öngörülen sürelerde yapılması
gerekmekte idi. Bu yüzden, geçmişe yönelik olup 2577 sayılı Kanunun 13.
maddesinde belirtilen süreler geçirildikten sonra, 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan başvurunun reddi üzerine uyuşmazlık konusu edilen manevi tazminat
isteminin, bu açıdan da kabulü mümkün bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle;dava konusu işlemin İPTALİNE, maddi ve
manevi tazminat isteminin REDDİNE,
..."
11. Başvurucuların temyizi üzerine karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/1/2012 tarihli ve E.2011/4303,
K.2012/137 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Bakılan uyuşmazlıkta davacılar murisi
tarafından mal varlığına ulaşılamaması nedeniyle uğranılan zararın değil
terörle mücadele faaliyeti sırasında mal varlığında meydana gelen zararın
tazmini istenilmektedir.
...
Dava konusu işlemin iptali yolundaki idare
mahkemesi kararı sonucu itibarıyla yerindedir.
Öte yandan Dairemiz kararı üzerine davalı
idare tarafından zarar miktarına yönelik yeniden hesaplama yapılarak karar verileceğinden
idare mahkemesi kararının tazminata ilişkin kısmı bu aşamada incelenmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Diyarbakır 2. İdare
Mahkemesinin, 30/4/2010 tarihli ve E.2009/1351, K.2010/1080 sayılı kararının
yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına,
..."
12. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 13/12/2012 tarihli ve
E.2012/7082, K.2012/14086 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
13. Ret kararı 25/6/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş,
başvurucular 23/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
14. Bu arada İdare Mahkemesinin kararı doğrultusunda Komisyon
yeniden değerlendirme yapmış; 5/10/2011 tarihli ve E.2011/5-475 sayılı
kararında, prefabrik ev için 5.390,27 TL, taş duvarlı ahır için 1.436,40 TL,
yaş bağ için 13.469,57 TL, bahçe arazisi için 409,99 TL, ev eşyası için 5.412
TL olmak üzere toplam 26.118,23 TL ödenmesine karar vermiştir.
15. Başvurucuların tazminat miktarını kabul etmemesi üzerine
14/12/2011 tarihli uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiş, başvurucular Komisyon
kararının iptali ve tazminat talebiyle Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde dava
açmışlardır.
16. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi, 20/12/2012 tarihli ve
E.2012/98, K.2012/1499 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın ilgili
kısmı şöyledir:
"...
Dava dosyasının incelenmesinden, Diyarbakır
İli Lice İlçe Merkezinde 22/10/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri ile
teröristler arasında yaşanan çatışmalar sırasında malvarlığının zarara
uğradığını belirten davacılar murisinin 5233 sayılı Kanun hükümlerinden
yararlanmak için davalı idareye başvuruda bulunduğu, bu başvuru üzerine davalı
idare tarafından oluşturulan bilirkişi komisyonunun 15/3/2008 tarihinde Lice
İlçe Merkezinde keşif yaptığı, bu keşif sonucunda düzenlenen tutanağın
“Tespitler” ve “Açıklamalar” kısmında davacılar murisine ait bina, bağ, bahçe,
meyve ağacı ve arazi zararının bulunduğunun ancak, telef olan hayvan zararı
tespitinin yapılamadığının belirtildiği, Diyarbakır Valiliği 5 No’lu Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit
Komisyonu Başkanlığı’nın Lice İlçe Merkezi ile olarak yapılan başvurular için
12/9/2008 tarihinde yaptığı toplantıda aldığı karar ile “1993 yılı Bayındırlık
Müdürlüğü tespiti olan dosyalarda tespitler doğrultusunda işlem yapılmasına,
1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü ve 2001 yılı Mahkeme tespiti olan dosyalarda
1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespitinin esas alınarak işlem yapılmasına,
tespit tutanaklarında sadece ‘su basmanı görüldü’ ibaresi bulunan dosyaların
1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespiti yoksa reddine, dosya içeriğinde keşif
tutanaklarında belirtilen arazi miktarlarının kabulüne, arazilerin 1994-2000
yılları (2000 yılı dahil) olmak üzere kullanılmayan yılın 7 yıl üzerinden
değerlendirilmesine, keşif tutanaklarında bağ ve bahçe tespiti olan dosyalarda
ağaç tespitleri bağ ve bahçe içerisinde değerlendirildiği için reddine, 2001
yılından sonra köye dönüş olmasına rağmen tespitlerin 2008 yılında
yapılmasından dolayı keşif tutanaklarında ağaç yaşları belirtilmediğinden sözkonusu ağaçların 2001 yılından sonra dikilmiş
olabileceği göz önünde bulundurularak ağaç tespitlerinin reddine” karar
verildiği, 30/12/2008 tarih ve 2008/5-682 sayılı Diyarbakır Valiliği 5 No’lu Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit
Komisyonu Başkanlığı işlemi ile davacılar murisi adına, uğradığı tüm zarar
kalemlerine karşılık olarak toplam 19.092,00 TL. ödenmesine hükmedildiği, bu
işlemin iptali istemiyle açılan davanın Mahkememizin 30/4/2010 tarihli,
E.2009/1351, K.2010/1080 sayılı kararı ile usule aykırı keşif yapılması
nedeniyle işlemin iptal edildiği, 12/10/2010 tarihinde yeniden keşif yapılarak
Uyuşmazlık Tutanağının düzenlenmesi üzerine bakılan davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Olayda, davalı idarece davacılara, ev eşyası
için 5.412,00 TL, prefabrik ev için 5.390,27 TL, taş duvar ahır için 1.436,40
TL, yaş bağ için 13.469,57 TL, bahçe arazisi için 409,99 TL olmak üzere mal
varlığına ulaşamama nedeniyle toplam 26.118,23 TL ödenmesine karar verildiği
görülmektedir.
Davacının malvarlığı zararının bulunup
bulunmadığına ilişkin yapılan tespit sonucu hazırlanan ve davacı vekilince de
imzalanan keşif tutanağı doğrultusunda davacının mal varlığına ulaşamaması
nedeniyle mahrum kaldığı zarar kalemlerinin hesaplandığı, yapılan
hesaplamalarda hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından dava konusu işlemde
hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Dava konusu işlem hukuka uygun olduğundan,
davacıların tazmini gereken zararı da bulunmamaktadır.
Davacıların, 20.000,00-TL manevi tazminat
istemine gelince; 5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle meydana gelen zararlardan sadece
“maddi” nitelikte olanların sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri
belirlediğinden, davacıların anılan Yasa kapsamında, esasen koşulları da
bulunmayan manevi tazminat taleplerinin karşılanmasınaolanak
bulunmadığından, davacıların manevi tazminat talebinin de reddi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine,
..."
17. Başvurucuların temyizi üzerine karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 19/11/2014 tarihli ve E.2013/9740,
K.2014/8508 sayılı ilamıyla onanmıştır.
B. İlgili Hukuk
18. 5233 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir."
19. 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren
eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar
gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin
hükümleri kapsar."
20. 5233 sayılı 7. maddesi şöyledir:
"Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek
zararlar şunlardır:
a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer
taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.
b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.
c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan
maddî zararlar."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
22. Başvurucular 1993 ve 1994 yıllarında Diyarbakır ili Lice
ilçesinde büyük çaplı olayların meydana geldiğini, olaylar sırasında
murislerine ait ev, ahır ve eklentilerinin yakılıp yıkıldığını, ilçeyi terk
etmek zorunda kaldıklarını, murislerinin Komisyona yaptığı başvuruda Komisyonun
çok düşük bir meblağ üzerinden tazminata karar verdiğini, uyuşmazlık tutanağı
düzenlendiğini, Komisyon kararının iptali için açtıkları davadakararın
iptaline karar veren Mahkemenin tazminat miktarını belirlemeden dosyayı tekrar
Komisyona gönderdiğini, tazminat miktarının gerçek zararı karşılamaktan çok
uzak olduğunu, Mahkemelerin de uyuşmazlığın çözümünde etkisiz ve yetersiz
kaldığını, devletin köy boşaltma politikası nedeniyle Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 1. maddesinden doğan yükümlülüklerini ihlal ettiğini,
5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği döneme kadar hak ihlalleri için etkili
bir yol öngörülmediğini, yapılan uygulamalar nedeniyle işkence ve kötü
muameleye maruz kaldıklarını belirtmişlerdir.
23. Başvurucular ayrıca Komisyonlarca tazminat miktarlarının
sınırlı tutulduğunu, başvuranlara ağır ispat yükümlülüğü getirildiğini,
davalarda harçtan muaf tutulmama veya adli yardım kararı verilse bile harç ve
diğer yargılama giderlerini ödemek zorunda kalmalarına ilişkin eleştirilerin
dikkate alınmadığını, taleplerine rağmen keşif kararı verilmediğini, idare
tarafından yapılan keşfin de kendilerine bildirilmediğini, tazminat miktarı
hesaplanırken hayvancılık, ağaç, göçe bağlı kira gideri, zarar gören eşyaların
dikkate alınmadığını, düşük birim fiyatı üzerinden değerlendirme yapıldığını,
yıpranma payı, müteahhitlik indirimi, kuraklık gibi tazminat hukukunun
ilkelerine aykırı indirim yapıldığını, yöre halkının tarım hayvancılık yaparak,
mera ve orman arazilerinden istifade ederek yaşadıklarını, göç nedeniyle bu
imkânlardan yoksun kaldıklarını, bu yönüyle de gelir kaybına uğradıklarını,
gerçek zararlarının karşılanmadığını, zarar tespitinin bağımsız, tarafsız ve
uzman bilirkişiler tarafından yapılmadığını, bu açıdan eksikinceleme
ile karar verildiğini, yargı yolunun zararı tazmin hususunda etkisiz ve
yetersiz kaldığını, Komisyonlar ve Mahkemelerin bağımsız ve tarafsız
olmadığını, göçe zorlanmaları nedeniyle özel yaşam ve yerleşim özgürlüklerinin
ihlal edildiğini, zorunlu göçün Kürt halkına yönelik idarenin resmî bir
politikası olarak yürütüldüğünü ve Kürtlerin göç ettirildikleri yerlerde
çözümsüz, ağır yaşam sorunları ile baş başa bırakıldıklarını, Kürt olmalarından
dolayı ayrımcılığa maruz kaldıklarını, ayrıca yaptıkları başvurular hakkında
yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın
10., 17., 20., 21., 23., 35., 36. ve 40.maddelerinde güvence altına alınan
haklarının ihlal edildiğini iddia etmişler, maddi ve maddi tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 36.
maddesi kapsamında aşağıdaki başlıklar altında incelenmesi uygun görülmüştür:
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
25. Başvurucuların, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 30/4/2010
tarihli kararına karşı Danıştay Onbeşinci Dairesinin
verdiği 18/1/2012 tarihli onama ve 13/12/2012 tarihli karar düzeltme talebinin
reddine ilişkin kararlarının ardından bireysel başvuruda bulundukları ancak bu
arada İdare Mahkemesinin Komisyon kararını iptal etmesi nedeniyle tazminat
hususunda karar verilmek üzere dosyanın yeniden Diyarbakır Valiliğine
gönderildiği, Komisyonun 5/11/2011 tarihli kararı ile tazminat miktarının
tespit edildiği, başvurucuların bu karara karşı Diyarbakır 2. İdare
Mahkemesinin E.2012/98 sayılı dosyasında dava açtığı, Mahkemenin 20/12/2012
tarihinde davanın reddine karar verdiği, kararın başvurucular tarafından
temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin
19/11/2014 tarihli kararı ile hükmün onandığı ve tüm sürecin bu tarihte sona
erdiği anlaşılmıştır.
26. Başvurucular, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 13/12/2012 tarihli kararının 25/6/2013 tarihinde tebliği ile
süresinde Anayasa Mahkemesine başvurmuşlar ise de başvuru formunda şikâyet
ettikleri hususların İdare Mahkemesinin 30/4/2010 tarihli kararının ardından
devam eden idari ve yargısal süreci de kapsadığı, bireysel başvuru ile ilgili
karar verilmeden, 19/11/2014 tarihinde sürecin tamamlandığı ve bu tarihten
sonra İdare Mahkemesinin 20/12/2012 tarihli kararına karşı bireysel başvuruda
da bulunulmadığı anlaşılmış, bu açıdan ihlal iddialarının bir bütün olarak
değerlendirilmesi gerektiği ve 30/4/2010 tarihli İdare Mahkemesi kararına karşı
yapılan başvuru açısından başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğunun
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
a. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
27. Başvurucular, Kürt kökenli olmaları nedeniyle bu tarz
muamelelere maruz kaldıklarını belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
28. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarda, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi, belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak, başvurucuların anılan iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014,
§§ 43-48; Cahit Tekin, B. No:
2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
29. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığa
yönelik, belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt
sunulmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de
bulunmamaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddialar
31. Başvurucular, Komisyon, Derece Mahkemesi ve Danıştayın tarafsız olmadığını iddia etmiştir.
32. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar,
§§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
33. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
34. Açıklanan nedenlerle başvurucuların tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil
Olmadığına İlişkin İddia
35. Başvurucular davada Komisyon kararının iptaline karar veren
Mahkemenin tazminat miktarını belirlemeden dosyayı tekrar Komisyona
gönderdiğini, Komisyonca tazminat miktarlarının sınırlı tutulduğunu, birim
fiyatlar ile mülkiyete erişimin engellenmesine ilişkin sürenin eksik
hesaplandığını, yıpranma payı, müteahhitlik indirimi, kuraklık gibi tazminat
hukukunun ilkelerine aykırı indirim yapıldığını, göç nedeniyle ilçedeki
imkanlardan yoksun kalınması nedeniyle uğranılan gelir kaybının dikkate
alınmadığını, manevi tazminat taleplerinin tamamen reddedildiğini, başvuranlara
ağır ispat yükümlülüğü getirildiğini, taleplerine rağmen keşif kararı
verilmediğini, idare tarafından yapılan keşfin de kendilerine bildirilmediğini,
zarar tespitinin bağımsız, tarafsız ve uzman bilirkişiler tarafından
yapılmadığını, bu açıdan delillerin eksik ve hatalı değerlendirilerek kanuna ve
usule aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
36. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara ilişkin
incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi
tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz
ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
37. Bir anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca
derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talebini içeren
başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ile Kanun tarafından
Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır.
Bu kapsamda bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa'da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece vebariz
takdir hatası içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki
hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede derece
mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir takdir hatası bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, §§ 25, 26).
38. Başvurucuların iddiasının özünün Derece Mahkemelerince
delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
bulunmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır. Başvurucuların murisinin 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı
başvuruda, 19.092 TL tazminat miktarı belirleyenKomisyon
kararına karşı Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin E.2009/1351 sayılı dosyasında
açılan iptal davasında Mahkemenin; davacının yokluğunda keşif yapılmasının
usulsüz olduğunu, davacılar murisinin sadece malik olduğu mal varlığının
yanında zilyet olduğu veya bir şekilde fiilen kullandığı mal varlığı için de
5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanabileceğinin gözönünde
bulundurulması ve zilyet olduğu veya fiilen kullandığı mal varlığı için de
zarar tespiti araştırması yapılması gerektiğini, bu konuda yapılacak keşif
sırasında tanık ifadelerine başvurulması ve ev eşyalarında oluşan zararın
tespitinde de aynı yöntemin izlenmesi gerektiğini, davacılar murisinin
başvurusu hakkında belirtilen eksikliklerdikkate
alınarak inceleme yapıp yeniden karar vereceğinden davacıların maddi tazminatisteminin bu aşamada kabulüne olanak bulunmadığını,
5233 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinde manevi zararlarla ilgili olarak her
hangi bir imkân tanınmadığını dolayısıyla geçmişe yönelik manevi zararların
tazmini isteminin genel hükümlere göre 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde öngörülen sürelerde yapılması
gerektiğini ancak geçmişe yönelik belirtilen süreler geçirildikten sonra 5233
sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddi üzerine uyuşmazlık konusu
edilen manevi tazminat isteminin bu açıdan da kabulünün mümkün bulunmadığını
belirterek Komisyon kararını iptal ettiği anlaşılmıştır. İptal kararı
doğrultusunda değerlendirme yapan Komisyonun 26.118,23 TL olarak tespit ettiği
tazminat ile ilgili Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin E.2012/98 sayılı
dosyasında açılan davada Mahkemenin, davacının mal varlığı zararının bulunup
bulunmadığına ilişkin yapılan tespit sonucu hazırlanan ve davacı vekilince de
imzalanan keşif tutanağı doğrultusunda davacının mal varlığına ulaşamaması
nedeniyle mahrum kaldığı zarar kalemlerinin hesaplandığını, yapılan
hesaplamalar ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı, bu açıdandavacıların tazmini gereken bir zararlarının da
bulunmadığını, 5233 sayılı Kanun'un terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle meydana gelen zararlardan sadece
“maddi” nitelikte olanların sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri
belirlediğini, davacıların anılan Kanun kapsamında esasen koşulları da
bulunmayan manevi tazminat taleplerinin karşılanmasınaolanak
bulunmadığını belirterek davanın reddine karar verdiği; Danıştayın
ise karar gerekçesine katılarak hükmü onadığı anlaşılmıştır. Mahkemenin anılan
gerekçeyle verdiği ret kararında bariz birtakdir
hatası olduğu yönünde bir bulguyarastlanmamıştır.
39. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Zararın Etkin Giderilmemesi Nedeniyle
Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucular tazminat miktarı hesaplanırken hayvancılık,
ağaç, göçe bağlı kira gideri, zarar gören eşyaların dikkate alınmadığını; düşük
birim fiyatı ile değerlendirme yapıldığını, gerçek zararlarının
karşılanmadığını bu yönüyle belirlenen tazminatın yapılan müdahale karşısında
etkili ve yeterli olmadığını belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini
iddia etmişlerdir.
41. Başvurucuların tazminat miktarı belirlenirken bir kısım
alacak kaleminin değerlendirilmediğine ilişkin iddiaları, terör olayları
nedeniyle devlet tarafından mal varlığı kapsamında kalan değerlere yönelik
doğrudan veya dolaylı yapılan müdahalelere karşıtazminat
gideriminin yeterli ve etkili olmadığı hususuna
ilişkin olması nedeniyle mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
42. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un
45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine
yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü
tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
43. Başvurucuların ihlal iddiasına konu olan mülkiyet hakkı,
Anayasa’nın 35. ve Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün
1. maddesinde düzenlenmiştir.
44. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca
korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı
noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, §
26).
45. Mülkiyet hakkı kişinin şahsında mündemiç olmayıp Anayasa’nın
35. maddesi kapsamında hukuki korumadan istifade edilebilmesi açısından
öncelikle mülkiyet hakkının var olması aranır. Anayasa’nın 35. maddesi ile 1
No.lu Protokol’ün 1. maddesi mülk edinme talebini değil, kişinin var olan
mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu durum hakkın kazanılmış olması
veya mevcut olması şeklinde de ifade edilebilir (Zekiye Şanlı, B. No: 2012/931, 26/6/2014, § 33).
46. Anayasa’nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol’ün 1.
maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına mevcut bir mülk
girebileceği gibi alacak hakları (AYM, E.2000/42, K.2001/361, 10/12/2001; AYM,
E.2006/142, K.2008/148, 24/9/2008) veya kesin bir şekilde tanımlanmış talep
hakları da girebilir. Bu kapsamda bir alacak hakkı ya da talep; mahkeme hükmü,
hakem kararı veya idari karar yoluyla yeterli derecede icra edilebilir
kılınması hâlinde bir “mülk” teşkil edebilir ve mülkiyet hakkı kapsamında
korunabilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Krstıć/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, §
76). Ancak hakkın tam olarak kazanılmamış olduğu bazı hâllerde özellikle
ekonomik hayatın gerekleri ve hukuki güvenlik anlayışı, hakkın ileride mevcut
olacağına dair hukuki umudu ifade eden bir kısım meşru beklenti hâllerinin de
mülkiyet hakkının güvence kapsamına dâhil edilmesi gereğini ortaya koymaktadır.
Ancak bu hâllerde hakkın kazanılacağı yönünde salt bir umudun ötesinde kişinin,
hakkın mevcudiyeti yönünde meşru bir beklentisi olması gerekir (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Maltzan
ve diğerleri/Almanya (k.k.), B. No:
71916/01, 71917/01; 10260/02, 2/3/2005, § 74).
47. Bu şekildeki bir beklentiye cevap verebilecek ve talep
hâlindeki bir mal varlığı yararının Anayasa’nın 35. maddesi anlamında kıymet
oluşturmasını sağlayabilecek unsurlardan biri, bu talebi destekleyen yerleşik
içtihat gibi bir hukuksal temelin bulunmasıdır. Ancak sırf bir yargı yerine
başvurularak dile getirilen talepler yeterli temel sağlamaktan uzaktır. Önemli
olan, bahsedilen hukuki dayanağın Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında sağlanan
güvenceyi aktif hale getirebilecek yeterlilikte olmasıdır (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, §
52; Draon/Fransa [BD], B. No: 1513/03, 6/10/2005, §
68; Maurice/Fransa [BD], B. No:
11810/03, 6/10/2005, § 66; Özden/Türkiye,
B. No: 11841/02, 3/5/2007, § 27).
48. Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca başvurucular
tarafından hakkın mevcudiyeti veya bu yönde meşru bir beklentinin bulunduğu
ortaya konulmalıdır.
49. Başvurunun konusu, terör nedeniyle zarar görenlerin 5233
sayılı Kanun’un 2. maddesi gereğince tazminat ödenmesinde hayvancılık, ağaç,
göçe bağlı kira gideri, zarar gören eşyaların dikkate alınmaması nedeniyle
oluşan tazminat farkının ödenmesine ilişkindir.
50. Mülkiyet hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 35.
maddesinin, belirli bir alacağa ilişkin olarak bireylere talep hakkı
sağlamadığı açıktır. Ancak bu yöndeki bir talebin kanuni düzenleme ve
içtihatlarda yeterli dayanağa sahip olması hâlinde Anayasa’nın 35. maddesi
anlamında mülk oluşturduğu kabul edilebilir. Bir başka ifadeyle mülk edinme yönündeki
bir beklenti ancak hukuken belli bir dayanağa sahip olduğu takdirde belli
koşullar altında mülk olarak nitelendirilebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Arras ve
diğerleri/İtalya, B. No: 17972/07, 14/2/2012, § 76; Klein/Avusturya, B. No: 57028/00, 3/3/2011, §§
41-47). Aynı doğrultuda hukuk sistemi 5233 sayılı Kanun kapsamında bireylerin
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle maddî zarara uğradıkları takdirde ayni ya da nakdi olarak
zararlarının karşılanacağını düzenlemiştir (Abbas
Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, § 56).
51. Somut olayda başvurucuların 5233 sayılı Kanun kapsamında
maddi zararlarının doğduğu ve tazminata hak kazanabilecekleri hususu Komisyon
ve Mahkeme tarafından tespit edilmiştir. Dolayısıyla anılan mevzuatın aradığı
şartları taşıyan başvurucuların, Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren
mülkiyetle ilgili bir menfaatlerinin doğduğunun kabulü gerekmektedir.
52. Komisyon tarafından tazminatın belirlenmesinde genel yarar
ile bireyin temel hakları arasında “adil bir denge” gözetilmelidir. Adil
dengenin olup olmadığı uğranılan zararın değerine denk düşen makul bir
tazminatın varlığıyla belirlenir. Ancak mülkiyet hakkı her durumda bütünsel bir
tazminat hakkını güvence altına almamaktadır (Abbas
Emre, § 57).
53. Somut olayda başvurucuların murisinin Diyarbakır ili Lice
ilçe merkezinde 22/10/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler
arasında yaşanan çatışmalar sırasında mal varlığının zarara uğradığını
belirterek 5233 sayılı Kanun uyarınca 21/12/2004 tarihinde Komisyona
başvurduğu, 5 No.lu Komisyonun 30/12/2008 tarihli kararında ev eşyasında oluşan
zarara karşılık olarak 4.000 TL, bahçe arazisinde oluşan zarara karşılık olarak
7.448 TL, sulu arazide oluşan zarara karşılık olarak 3.696 TL ve yaş bağda
oluşan zarara karşılık olarak 3.948 TL olmak üzere toplam 19.092 TL ödenmesine
karar verildiği, 24/4/2009 tarihli uyuşmazlık tutanağının düzenlenmesiyle
birlikte başvurucular Komisyon kararının iptali ve tazminat talebiyle
Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde dava açtıkları, davacının yokluğunda keşif
yapılmasının usulsüz olduğu, davacılar murisinin sadece malik olduğu mal
varlığının yanında zilyet olduğu veya bir şekilde fiilen kullandığı mal varlığı
için de 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat talep edebileceğinin gözönünde bulundurulması, bu hususta zarar tespiti
araştırması yapılarak yapılacak keşif sırasında tanık ifadelerine başvurulması
gerektiği Mahkemece belirtilerek Komisyon kararı iptal edilmiştir.
54. İptal kararı üzerine Komisyonun 12/10/2010 tarihinde,
davacılar vekilinin huzurunda keşif yaparak tazminat kapsamında hesaplanmayan
birtakım alacak kalemlerini değerlendirdiği ve 5/10/2011 tarihli kararında,
prefabrik ev için 5.390,27 TL, taş duvarlı ahır için 1.436,40 TL, yaş bağ için
13.469,57 TL, bahçe arazisi için 409,99 TL, ev eşyası için 5.412 TL olmak üzere
toplam 26.118,23 TL tazminat miktarı tespit ettiği; bu kararın iptali istemiyle
açılan davada, İdare Mahkemesinin önceki iptal kararı doğrultusunda Komisyon
tarafından yapılan işlem ve belirlenen tazminat miktarının hukuka uygun olduğu
saptamasını yaparak davayıreddettiği anlaşılmıştır.
55. Başvurucular özellikle ağaç ve göç nedeniyle taşınma ve kira
giderlerinin zarar kapsamında değerlendirilmemesi nedeniyle gerçek zararlarının
karşılanmadığını iddia etmişlerdir.
56. Başvurucular murisinin Komisyona yaptığı 21/12/2004 tarihli
başvurusunda, dilekçe ekindeki Lice Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1993/122 Değişikİş sayılı dosyasındakitespit
talebi,keşif tutanağı ve bilirkişi raporu
çerçevesinde zararların karşılanması talebinde bulunduğu Komisyonun bu
çerçevede değerlendirme yaptığı, ev ve ahırda oluşan zararla ilgili tapu kaydı
olmaması nedeniyle talebin reddedildiği, Komisyonun bu kararına karşı açılan
davada, Mahkemenin komisyon kararının usul ve esas yönünden eksikliklerini
tespit ettiği, ayrıca keşif tutanaklarında bağ bahçe tespiti olan dosyalarda
ağaç tespitlerinin bağ bahçe içerisinde değerlendirildiği, 2001 yılından sonra
köye dönüş olmasına rağmen tespitlerin 2008 yılında yapılmasından dolayı keşif
tutanaklarında ağaç yaşları belirtilmediğinden ağaçların 2001 yılından sonra
dikilmiş olabileceği gözönünde bulundurularak ağaç
tespitleri talebinin reddine ilişkin Komisyon kararındaki tespite de yer
vererek değerlendirme yaptığı anlaşılmıştır.
57. Bunun yanında Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 18/1/2012 tarihli onama ilamında
"bakılan uyuşmazlıkta davacılar murisi tarafından mal varlığına
ulaşılamaması nedeniyle uğranılan zararın değil terörle mücadele faaliyeti sırasında
mal varlığında meydana gelen zararın tazmininin istenildiğinin"
belirtildiği yani başvurucuların tazminat talebine esasının, terörle mücadele
sırasında mal varlığına doğrudan yapılan müdahale sonucu oluşan zararlardan
oluştuğunu belirttiği anlaşılmaktadır.
58. Bu açıdan başvurucuların murisinin Komisyona yaptığı
başvuruda, göçe bağlı kira ve taşınma giderlerini talep etmediği gibi dosyada
mevcut birbirine benzer nitelikte adi yazılı şekilde düzenlenen ve imzalarının
farklı olduğu anlaşılan (muris Ş.Ö.B.nun tespit
tutanağındaki imzası ile belgelerdeki imzalarının farklı olduğu) belgelerin
başvurucuların ileri sürdüğü hakkın varlığının tespiti açısından yeterlielverişliliğe sahip olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
59. Buna göre
idari ve yargısal süreçte başvurucuların ileri sürdükleri iddialar
doğrultusunda Komisyonca belirlenen tazminat miktarlarının mahkemeler
tarafından değerlendirildiği, Komisyonun, İçişleri Bakanlığının genelgesi
doğrultusunda belirlenen ve güncel olan birim maliyet oranları doğrultusunda
zarar miktarını tespit ettiği, başvurucuların alacak kalemlerinin bir kısmının
dikkate alınmadığı iddiasına yönelik yapılan değerlendirmeler (bkz. §§ 60-62)
dikkate alındığında Komisyon tarafından belirlenen 26.118,23 TL tazminat
miktarının başvuruculara yüklenen külfet ile orantılı olduğu, terörle
mücadelede amaçlanan genel yarar ile başvurucuların temel hakları arasındaki
dengenin sağlanması açısından belirlenen tazminatın makul ölçüde olduğu
sonucuna ulaşılmıştır.
60. Yukarıda açıklanan nedenlerle tazminat gideriminin
belirtilen sınırlama ve güvence ölçütlerine aykırı olmaması nedeniyle mülkiyet
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığına
İlişkin İddia
61. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
62. Başvurucular 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları
başvuruda idari başvuru ve dava sürecinin uzun sürmesi nedeniyle makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
63. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarda, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile
davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde
Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014 §§
58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede
gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan
kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya,
B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
64. Somut olayda başvurucuların murisi tarafından 21/12/2004
tarihinde Komisyona yapılan müracaatta, Diyarbakır 5 No.lu Zarar Tespit
Komisyonunun 30/12/2008 tarihinde zarar miktarını 19.092 TL olarak tespit ettiği,kararın iptali istemiyle 27/5/2009 tarihinde
başlatılan yargılama sürecinde Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 30/4/2010
tarihli kararı ile Komisyon kararını iptal ettiği, karara karşı Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/1/2012 tarihinde hükmü onadığı ve
13/12/2012 tarihinde karar düzeltme talebini reddettiği, Komisyonun 5/10/2011
tarihli kararı ile zarar miktarını 26.118,23 TL olarak tespit ettiği,
başvurucuların bu karara karşı Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde 20/1/2012
tarihinde iptal davası açtıkları, Mahkemenin 20/12/2012 tarihli kararı ile
davayı reddettiği, kararın temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 19/11/2014 tarihinde hükmü onamasıyla idari ve yargısal sürecin
tamamlandığı, bu bakımından makul sürede yargılanma hakkı kapsamında nazara
alınması gereken toplam sürenin 9 yıl 11 ay olduğu anlaşılmaktadır.
65. Somut başvuruya bir bütün olarak bakıldığında başvurucular
açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu
yaklaşık on yıllık yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
66. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
67. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. ...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
68. Başvurucular, 80.000 TL maddi ve 20.000 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmişlerdir.
69. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
70. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvurucular Saliha Bekiroğlu, Metin Bekiroğlu, Erdem Bekiroğlu, Doğan
Bekiroğlu ve Berna Bekiroğlu'na müştereken net 6.000 TL, başvurucular Saliha Pekol, Emine Özaydınlı, Cevdet Bekiroğlu, Muhsin Bekiroğlu,
Eren Bekiroğlu ve Behçet Bekiroğlu'na ayrı ayrı net 6.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
71. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucuların uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin
başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianınaçıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianınaçıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucular Saliha Bekiroğlu, Metin Bekiroğlu, Erdem
Bekiroğlu, Doğan Bekiroğlu ve Berna Bekiroğlu'na MÜŞTEREKEN net 6.000 TL,
başvurucular Saliha Pekol, Emine Özaydınlı, Cevdet
Bekiroğlu, Muhsin Bekiroğlu, Eren Bekiroğlu ve Behçet Bekiroğlu'na AYRI AYRI
net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.