TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BARIŞ ELİTAŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7777)
|
|
Karar Tarihi: 21/4/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Ali
Feyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucular
|
:
|
1. Necime
ELİTAŞ
|
|
|
2. Barış
ELİTAŞ
|
|
|
3. Leyla
ELİTAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Rehşan BATARAY SAMAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Zarar
Tespit Komisyonuna yapılanbaşvurunun reddedilmesi
nedeniyle açılan davada, Mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil
yargılanma hakkının, Danıştay onama ve karar düzeltme ilamlarında esasa etkili
itirazların cevaplanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın
uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, belli bir ırka
mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle de eşitlik
ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/10/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/9/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
26/9/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde ibraz etmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucuların murisi M.A. hakkında Diyarbakır Devlet
Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığının E.1992/110 Hazırlık sayılı
dosyasında, M.A.nın
23/12/1991 tarihinde Diyarbakır ili Kulp ilçesi Bağcılar köyünde güvenlik kuvvetleri
ile silahlı çatışmaya girdiği ve ölü olarak ele geçirildiği belirtilerek
takipsizlik kararı verilmiştir.
9. Başvurucular; murislerinin 23/12/1991 tarihinde Kulp
ilçesinde gözaltına alındığını, yaklaşık on beş gün sonra bir teröristin
çatışmada öldürüldüğü bildirilerek murisin eşine teşhis yaptırıldığını, murisin
kim tarafından öldürüldüğünü bilmediklerini belirterek 5233 sayılı Kanun
uyarınca 25/7/2005 tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna
(Komisyon) başvurmuşlardır.
10. 4 No.lu Komisyonun 4/8/2006 tarihli ve 2006/4-6292 sayılı
kararında başvurucuların tazminat talebi reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı
şöyledir:
"...
5233 sayılı Kanun kapsamında başvuranların
dosyasında bulunan belgelerin 4/10/2004 tarihli ve 2004/7955 sayılı Yönetmelik
hükümlerinde belirtilen şartlara uygun olması nedeniyle yapılan incelemede, M.A.nın PKK terör örgütü üyesi olduğu, güvenlik
kuvvetlerine pusu kurarak ateş açtığı ve akabinde güvenlik kuvvetleri ile
girdiği silahlı çatışmada öldüğü tespit edildiğinden, ölümünün kendi kusurundan
kaynaklandığı anlaşılmakla 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (f) bendi gereği
tazminat talebinin reddine, komisyonumuzca karar verilmiştir."
11. Başvurucular; murislerinin örgüt üyesi olduğu ve çatışma
sonucu öldürüldüğü iddialarının doğru olmadığını, Komisyonun hukuka uygun bir
şekilde araştırma yapmadığını, tarafsız olmadığını belirterek kararın iptali
için Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır.
12. Mahkeme 31/12/2007 tarihli ve E.2007/96, K.2007/2000 sayılı
kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dava dosyasında bulunan işlem dosyasının
incelenmesinden: Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Başsavcılığının Hazırlık No: 1992/110, Karar No: 1992/155 sayılı kararında aralarında
M.A.nın da bulunduğu iki sanık hakkında''sanıkların
23/12/1991 tarihinde Kulp İlçesi Bağcılar Köyü yakınlarında güvenlik kuvvetleri
ile girdikleri silahlı müsademe sonucu ölü olarak ele geçirildikleri
anlaşılmakla ölü sanıklar hakkında TCK'nun 96.maddesi
gereğince kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği" görülmektedir. Öte
yandan 23/12/1991 tarihli otopsi ve olay yeri tespit tutanağında 23/12/1991
günü Kulp İlçesinden görevli olarakLice istikametine
intikal halinde olan jandarma devriyesine yasa dışı terör örgütünce pusu
kurulduğu, çıkan çatışmada iki teröristin ölü olarak ele geçirildiği, üç
kişinin ise değişik istikametlerde kaçtığının Başsavcılığa ilçe jandarma bölük
komutanlığınca bildirilmesi üzerine, olay mahalline gidildiği, olay yerinin Kulp
Lice istikametinde Şekran Çayı karşısındaki bodur
çalılıkla kaplı ve öbek şeklindeki engebelitepeler olduğu,yapılan incelemede cesetlerin bulunduğu ve anayolun
hemen üst tarafında ufak bir tepe üzerinde muhtemelen bir pusu için örgüt
mensupları tarafından hazırlanmış 2 adet yaklaşık 5 metre aralıklı mevzinin olduğu, her iki cesedin başında birer adet kalaşnikof marka tüfeğin olduğu, cesetler üzerinde yapılan
ilk aramalarda bu tüfeklere ait olduğu anlaşılan ve cesetler üzerinden
çıkartılan toplam 9 adet şarjörle bunlara ait mermilere birlikte el konduğu,
cesetlerden birinin üzerinden çıkan nüfüs cüzdanına
göre, M. T. oğlu N.den olma 19... doğumluM.A.'ya
ait olduğu belirlemesi yapılmıştır.
Mevcut bilgi ve belgelerden davacılar
murisinin güvenlik kuvvetlerine kurduğu pusu sonrasında çıkan çatışmada ölü
olarak ele geçirildiği kanaati hasıl olduğundan 5233 sayılı Kanunun yukarıda
yazılan 2/2-e, f maddesi gereği davacıların murisinin ölümünden dolayı
uğranıldığı belirtilen zararların karşılanması isteminin reddine ilişkin
işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.
..."
13. Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 10/9/2012 tarihli ve E.2011/9300, K.2012/5150 sayılı ilamıyla hüküm,
davanın reddine ilişkin kısım yönünden onanmıştır.
14. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26/6/2013 tarihli ve
E.2013/7295, K.2013/5080 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
15. Ret kararı 23/9/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş,
başvurucular tarafından 22/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 5233 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir."
17. 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren
eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar
gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin
hükümleri kapsar.
Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:
...
e) Kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan
zararlar.
f) 3713 sayılı Kanunun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör
olaylarında yardım ve yataklık suçlarından mahkûm olanların bu fiillerinden
dolayı uğradığı zararlar.
..."
18. 5233 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesi şöyledir:
"Bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve
kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19.7.1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3
üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek
kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun
hükümleri uygulanır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
20. Başvurucular; murislerinin vefatı nedeniyle maddi ve manevi
zarara uğradıklarını, İdare Mahkemesinin Cumhuriyet Savcılığı tarafından
yürütülen soruşturmada verilen takipsizlik kararına dayanarak davayı
reddettiğini ancak murislerinin güvenlik kuvvetlerince gözaltına alınmasından
on beş gün sonra ölü bulunduğunu, çatışmada öldüğü iddiasının doğru olmadığını,
murislerinin terör örgütü üyesi olmadığını, dosyada delil olarak
değerlendirilen soruşturma dosyasında ölüm olayının etkili bir şekilde
araştırılmadığını, dönemin şartları nedeniyle murislerinin gözaltına
alınmasından sonra herhangi bir makama başvurmadıklarını, 1990'lı yıllarda Kürt
vatandaşlarının yoğun olarak yaşadığı bölgelerde faili meçhul ölümlerin
olduğunu, birçok olayda mağdur veya maktullerin çatışmada öldürülmüş
gösterildiklerini, 5233 sayılı Kanun'un çıkarılış amacı gözönünde
bulundurulduğunda tazminat talebinde bu hususların dikkate alınması
gerektiğini, kusursuz sorumluluğu gereğiidarenin
uğranılan zararı tazmin etmek zorunda olduğunu, tazminat taleplerine ilişkin
etkili ve ciddi bir yargılama yapılmadığı gibi DGM Cumhuriyet Başsavcılığıtarafından yürütülen eksik ve yetersiz
soruşturmanın da karara esas alındığını, yargılamanın makul sayılmayacak
şekilde uzun sürdüğünü, murislerinin Kürt kökenli olması nedeniyle keyfî olarak
gözaltına alındığını ve insanlık onuru ile bağdaşmayan muameleye maruz
kaldığını, temyiz ve karar düzeltme aşamalarında taleplerinin
cevaplandırılmadığını belirterek Anayasa'nın 10., 17., 19., 36. ve 40.
maddesinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin
tespiti ile maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların Anayasanın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası, 19. ve 40.maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiği
iddiasının Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
22. Başvurucular; murislerinin gözaltındayken öldüğünü, terör
örgütü üyesi olmadığını, ölüm olayında devletin sorumluluğu olduğunu, Savcılık
soruşturmasının olayın aydınlatılmasında etkili ve yeterli olmadığını
belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerse de bu iddiaların
özellikle Komisyon ve İdare Mahkemesinin ret kararlarına esas alınan DGM
Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma dosyasında, ölüm olayının ne şekilde
meydana geldiği hususunda yapılan tespitin yargılamada delil olarak kullanılamayacağı
olgusuna dayanılarak dile getirildiği, başka bir ifadeyle iddiaların tazminat
talebinin kanıtlanması amacıyla ileri sürüldüğü anlaşılmış ve bu açıdan yaşam
hakkı yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
23. Başvurucular, Kürt kökenli olmaları nedeniyle bu tarz
muamelelere maruz kaldıklarını belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
24. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarda, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi, belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
25. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığa
yönelik belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt
sunulmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de
bulunmamaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil
Olmadığına İlişkin İddia
27. Başvurucular, Mahkemenin olayın şüphelisi olan yetkililerce
düzenlenen tutanak dışındaki ispat araçlarını irdelemeden eksik inceleme ile
karar verdiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
28. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 24).
29. Bir anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca
derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talebini içeren
başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ile Kanun tarafından
Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır.
Bu kapsamda bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa'da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece vebariz
takdir hatası içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki
hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede derece
mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, §§ 25, 26).
30. Başvurucuların iddiasının özünün Derece Mahkemelerince
delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
bulunmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesince mevcut bilgi ve belgelerden
davacıların murisinin güvenlik kuvvetlerine kurduğu pusu sonrasında çıkan
çatışmada ölü olarak ele geçirildiği, 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ikinci
fıkrasının (e) ve (f)bendi gereği, davacıların murisinin ölümünden dolayı
uğranıldığı belirtilen zararların karşılanması isteminin reddine ilişkin
Komisyonun kararında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine dayanılarak
verilen ret kararında bariz takdir hatası yapıldığı yönünde bir bulguya
rastlanmamıştır.
31. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
32. Başvurucular, Danıştay onama ve karar düzeltme ilamlarının
ileri sürdükleri iddia ve dosyadaki maddi olguları karşılayacak nitelikte
olmadığını belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
33. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma
olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından hem
tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup kararın gerekçesi
hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz
hâle getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar
açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir
Gökatalay, B. No. 2013/1780, 20/3/2014, §
66).
34. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği
şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı
kararın niteliğine göre değişir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu
mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da her zaman bu
hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince
verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen
gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olupbu durumda üst dereceli mahkeme tarafından önceki
mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt
Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No:
2013/1213, 4/12/2013, § 26).
35. Somut başvuru açısından İlk Derece Mahkemesinin yargılama
sırasında başvuruculara iddialarını ispat etmeleri amacıyla dosyaya delil sunma
hakkı tanıdığı, Savcılık soruşturma dosyası ve dosya kapsamında yer alan
23/12/1991 tarihli otopsi ve olay yeri tespit tutanağını, iddia ve savunma
çerçevesinde değerlendirerek başvurucuların murisinin güvenlik kuvvetlerine
kurduğu pusu sonrasında çıkan çatışmada ölü olarak ele geçirildiği kanaatine
ulaştığı ve davanın reddine karar verdiği, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin ise Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapmak suretiyle
hükmü onadığı ve karar düzeltme talebini reddettiği anlaşılmıştır. Başvurucular
tarafından temyiz ve karar düzeltme aşamasındaileri
sürülen ve davanın sonucunu etkilediğini iddia ettikleri taleplerin İlk Derece
Mahkemesi önünde özü itibarıyla dile getirildiği, Mahkeme kararında bu
hususların değerlendirildiği, bu kapsamda temyiz ve karar düzeltme aşamasında
davayı esastan etkileyecek nitelikte ayrıca cevaplandırılması gereken herhangi
bir iddianın ileri sürülmediği anlaşılmış; bu suretle Danıştay ilamlarının
gerekçesiz olduğuna yönelik iddianın yerinde olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
36. Başvurucuların gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin
olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığına
İlişkin İddia
37. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
38. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuruda
dava sürecininuzun sürmesi nedeniyle makul sürede
yargılanma haklarınınihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
39. Bakanlık görüşünde iki dereceli yargılama sisteminde davanın
yaklaşık altı yıl sürdüğü, benzer nitelikteki başvurularda verilen kararlar ile
mevcut başvuru kapsamındaki yargılama dikkate alındığında önceki kararlardan
farklı bir neticeye ulaşılmasını gerektirecek bir neden bulunmadığı
belirtilmiştir.
40. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 58-66).Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede
gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan
kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya,
B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70). Ancak toplamda sekiz yılın altında
gerçekleşen başvuruların karara bağlanma suresinin her durumda makul olduğu
şeklinde bir değerlendirme yapılması mümkün değildir. Başvuru konusu olaydaki
gibi Komisyon aşamasında geçen sürelerden ziyade yargılama aşamasında geçen
sürelerin göreceli olarak uzun olduğu durumlarda ayrıca değerlendirme yapılması
gerekmektedir.
41. Somut olayda başvurucular tarafından 25/7/2005 tarihinde
Komisyona yapılan müracaatta Komisyonun 4/8/2006 tarihinde talebin reddine
karar verdiği, kararın iptali istemiyle 25/1/2007 tarihinde başlatılan
yargılama sürecinin ise başvurucuların karar düzeltme talebinin reddine dair
Danıştay Onbeşinci Dairesinin 26/6/2013 tarihli ilamı
ile tamamlandığı, idari ve yargısal sürecin 7 yıl 11 ay 1 gün sürdüğü,
başvurunun karara bağlanma süresi toplamda sekiz yılın altında gerçekleşmiş ise
de başvuruya konu uyuşmazlığın Komisyon kararının iptaline yönelik olmasına ve
davanın esastan çözümünün İlk Derece Mahkemesince 11 ay 6 gün içinde
tamamlanmış olmasına karşın temyiz ve karar düzeltme talepleri hakkında 5 yıl 5
ay 25 günde karar verilmiş olduğu, başvurucuların tutumunun yargılamanın
uzamasına özellikle bir etkisi olduğunun tespit edilmediği, bu bakımından
yaklaşık 6 yıl 4 ayda tamamlanan yargılamada makul olmayan bir gecikmeninbulunduğu, makul sürede yargılanma hakkı
kapsamında dikkate alınması gereken sürenin de idari ve yargısal sürecin
tamamlandığı yaklaşık 7 yıl 11 ay olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
43. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. ...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
44. Başvurucular 100.000 TL maddi, 75.000 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmişlerdir.
45. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
46. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvuruculara ayrı ayrı net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
47. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucuların uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucular bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
48. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucular Necime Elitaş, Barış Elitaş ve Leyla Elitaş'a net 4.000 TL manevi
tazminatın AYRI AYRI ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin
Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.