TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FATMA GÖKOT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5697)
|
|
Karar Tarihi: 21/4/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Ali Feyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Fatma GÖKOT
|
Vekili
|
:
|
Av. Hüseyin GÖKOT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun eşinin 1992 yılında öldürülmesi olayı
ile ilgili soruşturmanın etkili olarak yürütülmemesi ve davanın zaman aşımına
uğraması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/7/2013 tarihinde Gaziantep 6. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 13/11/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 11/8/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
13/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 3/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ve Bakanlık görüşünde ifade
edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle
şöyledir:
8. Başvurucunun eşi Şıho Gökot (Ş.G.) Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesinde çiftçilik
yapmaktadır. 7/1/1992 tarihinde Afşin ilçesine gitmek üzere evinden ayrılmış
ancak kendisinden daha sonra haber alınamamıştır.
9. Ş.G.nin oğlu Hasan Gökot (H.G.) 21/1/1992 tarihinde babasının hayatından
endişe ettiğini Pazarcık İlçe Jandarma Komutanlığına (Jandarma Komutanlığı)
bildirmiştir. H.G. babasının üzerinde yüklü miktarda para bulunduğunu, kendi
yaptığı araştırmalara göre son olarak Elbistan’a gitmek üzere olduğunu ifade
etmiştir. Aynı tarihte gerekli araştırmanın yapılması için Elbistan İlçe
Jandarma Komutanlığına yazı yazılmıştır.
10. 24/3/1992 tarihinde Elbistan ilçesi Kösekahya
köyünde bir erkek cesedi bulunmuştur. Bir ceset bulunduğunun nöbetçi savcıya
bildirilmesi üzerine aynı tarihte savcı olay yerine giderek kolluk görevlileri
ile birlikte olay yeri inceleme ile ölü muayene ve otopsi işlemlerini yapmıştır.
Otopsi tutanağında cesedin hayvanlar tarafından parçalanmış olduğu veiskelet hâline geldiği, kafanın muhtelif yerlerine alınan
darbeler sonucu ölümün meydana geldiği belirtilmiştir. Yapılan teşhis işlemleri
sonrası cesedin Ş.G.ye ait olduğu tespit edilmiştir.
11. Maktulün cesedi bulunduktan sonra 25/3/1992 tarihinde H.G.nin tekrar ifadesine başvurulmuştur. H.G. ifadesinde
Elbistan’da yaşayan H.A.dan şüphelendiğini, maktulün
ağabeyi ile arasında husumet bulunan bu şahsın babasını öldürmüş olabileceğini,
bu konunun araştırılması gerektiğini söylemiştir.
12. Olay tarihi sonrasında kolluk görevlileri tarafından olaya
ilişkin bilgileri olduğu değerlendirilen şahısların ifadeleri alınmıştır.
13. Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı)
tarafından 1992/231 hazırlık numaralı dosyada 3/5/1993 tarihinde daimî arama
kararı verilmiştir. Olayın şüphelilerinin tespit edilememesi nedeniyle rutin
olarak Cumhuriyet Başsavcılığı ile Jandarma Komutanlığı arasında üçer aylık
yazışmalar başlamış, Jandarma Komutanlığı tarafından düzenlenen tutanaklarda
olayın şüphelilerinin tespit edilemediği bildirilmiştir.
14. 18/3/1999 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından H.G.nin ifadesi tekrar alınmıştır. H.G. ifadesinde Ş.G.yi öldüren şahısların kim
olduğunu bilmediğini beyan etmiştir.
15. 13/12/2004 tarihinde dosya tekrar ele alınarak bazı
tanıkların ve ölenin yakınlarının ifadelerinin alınması için istinabe evrakları
düzenlenmiştir. Bu şahısların ifadeleri alındıktan sonra tekrar olayın
faillerinin tespiti için Jandarma Komutanlığı ile yazışmalar başlamıştır.
16. Maktulün oğlunun 1993 yılında verdiği ifadesinde
şüphelendiğini belirttiği H.A.nın
ifadesi 2005 yılında alınmıştır.
17. Bakanlığa göre 1992 ile 2010 yılları arasında ölenin
yakınlarının yetkili makamlara herhangi bir başvurusu olmamıştır. Ölenin
yakınları bu süre içinde tamamen hareketsiz kalmışlardır.
18. 9/6/2010 tarihinde ölenin oğlu ve başvurucu vekili olan H.G.
tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına olayın faillerinin tespiti amacıyla
ayrıntılı bir dilekçe verilmiştir. Başvurucu vekili vermiş olduğu dilekçesinde
şüphelendiği şahısların isimlerini ve delilleri belirtmiş, soruşturmanın bu
yönde ilerletilmesini talep etmiştir.
19. Başvurucu vekilinin talebi üzerine soruşturma bu yönde
genişletilmiş, bir kısım tanığın ifadesinin alınması için talimatlar yazılmış;
ayrıca şüpheli olduğu iddia edilen H.A., A.A. ve H.D.nin
tebligata yarar açık adreslerinin tespiti için Jandarma Komutanlığına müzekkere
yazılmıştır.
20. Ayrıca tüm bankalara müzekkere yazılarak şüphelilerin hesap
hareketleri istenmiştir.
21. Elbistan 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 15/6/2010 tarihli ve
2010/361 Değişik İş sayılı kararı ile A.A., H.A. ve H.D. hakkında 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 135. maddesi gereği
iletişimin dinlenmesine ve kayda alınmasına karar verilmiştir.
22. Elbistan 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 17/9/2010 tarihli ve
2010/564 Değişik İş sayılı kararı ile A.A., H.A. ve H.D. hakkında üç ay daha
iletişimin dinlenmesine ve kayda alınmasına karar verilmiştir.
23. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tanık ifadeleri, müşteki
ifadeleri alındıktan, iletişim tespiti ve kayda alma işlemi tamamlandıktan
sonra 4/1/2011 tarihli ve 1992/231 Sr., E.2011/19
numaralı iddianame ile A.A., H.A. ve H.D. hakkında kasten öldürme suçundan kamu
davası açılmıştır.
24. Anılan iddianamede olay tarihi öncesinde ölenin kardeşi ile
şüpheliler arasında hayvan alım satımı nedeniyle borç ilişkisi olduğu,
şüphelilerin farklı tarihlerde verdikleri ifadeler arasındaki çelişkiler, tanık
beyanları ve iletişim tespit kayıtları dikkate alınarak şüpheliler hakkında
kamu davası açılmasına karar verildiği ifade edilmiştir.
25. Elbistan Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 19/1/2011 tarihli
ve 2011/1 sayılı kararı ile iddianamenin kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin
E.2011/19 sayılı dosyası üzerinden 2/3/2011 tarihinde yapılan ilk celsede
sanıklar A.A., H.A. ve H.D müştekiler H.G., Ş.G.
tanıklar B.A., Ş.K., A.R.Y., B.E., Y.D. ve M.A.nın
ifadeleri alınmıştır. Davada sanıklar suçlamaları kabul etmemişlerdir.
26. Mahkeme yargılama sonucunda 17/1/2012 tarihli, E.2011/19
K.2012/5 sayılı ilamı ile sanıkların üzerlerine atılı kasten öldürme suçunun
sabit olmaması nedeniyle beraatlarına karar vermiştir.
27. Yargıtay 1. Ceza Dairesi temyiz üzerine yaptığı incelemede
17/12/2012 tarihli, E.2012/5137, K.2012/9537 sayılı kararıyla “(sanıkların) eylemine uyan yasa maddesindeki cezanın
tür ve üst sınırına göre suç tarihi olan 24/3/1992 tarihinden itibaren işlemeye
başlayan ve sanıklar lehine olan 765 sayılı TCK.nun
102/2 maddesinde öngörülen 15 yıllık zamanaşımı süresinin Elbistan Cumhuriyet
Başsavcılığınca iddianamenin düzenlendiği 04/01/2011 tarihinden önce 24/03/2007
tarihi itibariyle dolduğu anlaşılmakla, sanıklar hakkında verilen beraat hükmünün
(BOZULMASINA) ancak bozma nedeni yeniden yargılamayı gerektirmediğinden … kamu
davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle (DÜŞMESİNE)” karar
verilmiştir.
28. Mahkeme 14/1/2013 tarihinde E.2011/19 sayılı dosyada
yargılanan sanıklar hakkında verilen beraat kararının Yargıtayın
anılan ilamı ile “zamanaşımından ortadan
kaldırılarak kesinleşmiş” olduğundan bahisle maktulün gerçek
faillerinin ya da failin araştırılması için Cumhuriyet Başsavcılığına suç
duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.
29. Mahkemenin suç duyurusu üzerine Elbistan Cumhuriyet
Başsavcılığı 2013/178 Soruşturma sayılı dosya üzerinden tekrar soruşturma
başlatmıştır.
30. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/3/2013 tarihinde, anılan Yargıtay
ilamına atıf yaparak zamanaşımı süresinin 24/3/2007 tarihinde dolmuş olması
nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına on beş gün içinde Malatya Ağır Ceza
Mahkemesi Başkanlığına itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir. Cumhuriyet
Başsavcılığının kararı 21/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu itiraz yoluna başvurduğuna dair bir bilgi sunmamıştır. UYAP üzerinden
Cumhuriyet Başsavcılığının anılan dosyasında yapılan incelemede de itiraz
yoluna başvurulduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır.
31. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığının kararının tebliğ
edildiği tarih itibarıyla Yargıtayın kararından
haberdar olduğunu belirterek 19/7/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili Hukuk
32. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:
1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed
ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,
2 - Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını
müstelzim cürümlerde on beş sene,
… geçmesiyle ortadan kalkar.
Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında
yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbed
yahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim
cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru
zamanı yoktur.”
33. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi”
kenar başlıklı 67. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“(2) Bir suçla ilgili olarak;
a)
Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya
sorguya çekilmesi,
b)
Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d)
Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
Halinde, dava zamanaşımı kesilir.
(3)
Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava
zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi
son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.
(4)
Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda
belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.”
34. 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için
yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının
bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan
zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye
bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.”
35. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet
savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesinin 18/6/2014
tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 71. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ
edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet
savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır
ceza mahkemesine itiraz edebilir.”
36. 5271 sayılı Kanun’un “İtirazın
Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma
yapılması” kenar başlıklı 270. maddesi şöyledir:
“(1) İtirazı inceleyen merci, yazı ile cevap
verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir.
Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların
yapılmasını da emredebilir.
(2) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet
savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir.”
37. 5271 sayılı Kanun’un “Karar”
kenar başlıklı 271. maddesi şöyledir:
“(1) Kanunda yazılı haller saklı kalmak üzere,
itiraz hakkında duruşma yapmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde
Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.
(2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı
zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir.
(3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir.
(4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları
kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı
itiraz yoluna gidilebilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu 1992 yılında öldürülen eşi ile ilgili soruşturmada
yeterli bilgi olmasına rağmen uzun süre hiçbir işlem yapılmadığını, suç
tarihinde belirttiği isimlerin on üç yıl sonra 2005 yılında ifadelerinin
alındığını, on dokuz yıl sonra 2011 yılında haklarında dava açıldığını
belirterek etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; ihlalin giderilmesi ve manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
40. Bakanlık görüşünde başvurunun kabul edilebilirliği ile
ilgili olarak somut olayda Yargıtayın 17/12/2012
tarihli kararı ile zamanaşımının dolmuş olması nedeniyle düşme kararı
verildiği, düşme kararı sonrası asıl faillerin tespiti için devam eden
soruşturmadaki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ise 7/3/2013 tarihinde verildiği,bireysel başvuru yoluna kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararın tebliğ edilmesi üzerine başvurulduğu, başvurucunun Yargıtayın düşme ilamından kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararın tebliği edilmesi üzerine haberdar olduğunu iddia ettiği, Yargıtayın vermiş olduğu düşme kararlarının tebliğ
edilmediği ve başvurucu vekilinin dosyayı takip etme zorunluluğu dikkate
alındığında otuz günlük başvuru süresinin başlangıcı olarak Yargıtayın
vermiş olduğu karar tarihinin mi yoksa kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın
tebliğ tarihinin mi esas alınacağı değerlendirilmesinde takdirin Anayasa
Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.
41. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında Yargıtayın 17/12/2012 tarihli düşme kararının kendilerine
tebliğ edilmediğini, karardan ancak yerel Savcılığın ilgili Yargıtay kararına
dayanarak vermiş olduğu kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendilerine
tebliğ edildiği tarih itibarıyla haberdar olmaları nedeniyle otuz günlük
başvuru süresinin ihlal edilmediğini ileri sürmüştür.
42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi
içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle
birlikte başvurabilirler…"
43. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
(İçtüzük) "Başvuru süresi ve mazeret"
kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
44. Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de otuz günlük süre
kuralıdır. Sürenin başvurunun her aşamasında dikkate alınması gerekir (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013,
§ 32).
45. Bireysel başvurunun süre koşuluna bağlanmasıyla
başvuruculara bireysel başvuruda bulunmak için imkân tanımanın yanında hukuki
belirlilik de sağlanmaktadır. Dolayısıyla dava açma ya da kanun yollarına
başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız
kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve
mahkemeye erişim hakkına aykırı değildir (Remzi
Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).
46. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin
(1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru
yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
yapılması gerekmektedir. Anılan düzenlemelerde başvuru yolu öngörülen
durumlarda bireysel başvuru süresinin başlangıcına ilişkin olarak başvuru yollarının tüketildiği tarihten
söz edilmekte ise de haberdar olunmayan bir hususta başvuru yapılamayacağı
dikkate alınarak bu ibarenin nihai kararın
gerekçesinin öğrenildiği tarih olarak anlaşılması gerekir. Bu
öğrenme somut olayın özelliklerine göre farklı şekillerde gerçekleşebilir (A.C. ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1827,
25/2/2016, § 25).
47. Bireysel başvuru süresi bakımından nihai kararın
gerekçesinin tebliği öğrenme şekillerinden biridir (Mehmet Ali Kurtuldu, B. No: 2013/5504, 28/5/2014, § 27).
Ancak öğrenme gerekçeli kararın tebliği ile sınırlı olarak gerçekleşmez, başka
şekillerde de öğrenme söz konusu olabilir. Bu kapsamda nihai kararın
gerekçesinin dosyadan suret alınması gibi hâllerde öğrenilmesi de mümkündür.
Başvurucuların nihai kararın gerekçesiniöğrendiklerini
beyan ettikleri tarih de bireysel başvuru süresinin başlangıcı olarak ele alınabilir
(İlyas Türedi, B. No: 2013/1267,
13/6/2013, §§ 21, 22).
48. Diğer yandan nihai kararın gerekçesi öğrenilmemiş olmakla
birlikte sonucunun öğrenildiği durumlar da söz konusu olabilir. Böyle bir
durumda sonucu öğrenilen nihai kararın gerekçesine derece mahkemesinden kesin
olarak erişilebilmesi mümkün ise bireysel başvuru süresinin sonucun öğrenildiği
tarihten itibaren başlatılması gerekir. Bu kapsamda bir ceza mahkûmiyetine
ilişkin nihai kararın sonucunun infaz aşamasında "yakalama", "müddetname veya çağrı kâğıdının ya da ödeme emrinin
tebliği" suretiyle öğrenildiği durumlarda başvurucular, nihai kararın
sonucundan haberdar olmakta ve nihai karar gerekçesini kesin olarak öğrenme
olanağına sahip bulunmaktadırlar (Aydın
Selçuk, B. No: 2014/3194, 20/11/2014, § 24; Özgür Çapkın, B. No: 2014/2546,
30/12/2014, § 24; Halil Aslan, B.
No: 2014/3038, 10/12/2014, § 38).
49. Nihai kararın gerekçesinin bir şekilde öğrenilemediği veya
nihai kararın sonucunun öğrenilip gerekçesinin kesin olarak öğrenilme imkânının
elde edilemediği hâllerde başvuru süresinin hangi tarihten itibaren
başlayacağının da belirlenmesi gerekir. Aksi hâlde sınırsız bir başvuru süresi
söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda bireysel başvuru süresinin başlangıç
tarihinin tespitinde başvurucuların özen yükümlükleri ile mahkemeye erişim
haklarının aşırı sınırlanmaması hususları birlikte dikkate alınmalıdır (A.C. ve diğerleri, § 28).
50. Başvurucuların bireysel başvuruda bulunmak için dava ve
başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülükleri vardır. Bu
yükümlülük kapsamında ilk derece mahkemesine ulaşan nihai kararın gerekçesini
öğrenme konusunda gerekli özeni gösterme sorumluluğu başvuruculara aittir.
Diğer bir ifadeyle başvurucular veya vekillerinin ilk derece mahkemesine ulaşan
kararın bir örneğini almak için özenli davrandıklarını kanıtlamaları gerekir (A.C. ve diğerleri, § 29; benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz. Ölmez/Türkiye
(k.k.), B. No: 39464/98, 1/2/2005; Refik Alpaya ve İbrahim
Dağılma/Türkiye (k.k.), B. No: 34384/08,
12/3/2013, § 16).
51. Mevzuatta Yargıtay ceza dairelerinin kararlarının taraflara
tebliğine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ceza yargılamasında nihai
kararın tebliğ edilmediği durumlarda kararın derece mahkemesine ulaşmasından ve
böylece gerekçesinin erişilebilir olmasından sonra özen yükümlülüğü kapsamında
makul bir süre içinde bireysel başvuru yapmak isteyen ilgililerden karara
erişmeleri ve karar gerekçesini öğrenmeleri beklenir. Bu kapsamda erişilebilir
olan nihai kararın en geç üç ay içinde ilgilileri tarafından bilindiği ve
gerekçesinin öğrenildiği kabul edilmelidir. Aksi tespit edilmediği sürece
bireysel başvuru için Kanun'da öngörülen otuz günlük başvuru süresi
başlayacaktır (A.C. ve diğerleri,
§ 30).
52. Somut olayda Yargıtay 1. Ceza Dairesi, temyiz incelemesi
sonucunda 17/12/2012 tarihli ilamıyla Elbistan Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/19
sayılı dosyasında sanıklar hakkında verilen beraat hükmünün dosyanın
zamanaşımının 24/3/2007 tarihinde dolduğundan bahisle bozulmasına ancak bozma
nedeni yeniden yargılamayı gerektirmediğinden kamu davasının gerçekleşen
zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar vermiştir.
53. Başvurucu; bireysel başvuru dilekçesinde başvuru konusu
yaptığı nihai karar olduğunu belirttiği Yargıtayın
anılan kararının kendisine tebliğ edilmediğini, bu kararı öğrenme tarihinin bu
karara dayalı olarak Cumhuriyet Başsavcılığının verdiği kovuşturmaya yer
olmadığı (KYO) kararının tebliğ edildiği 21/6/2013 olduğunu ifade etmiştir.
54. Başvuru konusu yapılan Yargıtayın
anılan kararının İlk Derece Mahkemesine ne zaman ulaştığına dair kesin bir
bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte UYAP üzerinden E.2011/19 sayılı Mahkeme
dosyasının incelenmesinden Yargıtay karar evrakının İlk Derece Mahkemesindeki
kayıt tarihinin 14/1/2013 olduğu anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesinin yine
14/1/2013 tarihli suç duyurusunda anılan Yargıtay kararının gerekçesine açıkça
yer vererek suç duyurusunda bulunmuş olduğu da dikkate alındığında Yargıtay
ilamının en geç 14/1/2013 tarihinde Mahkemeye ulaştığının kabul edilmesi
gerekmektedir.
55. Başvurucu açısından 14/1/2013 tarihi itibarıyla İlk Derece
Mahkemesinin dosyasına girmiş olan nihai kararın başvurucunun özen yükümlülüğü
kapsamında bu tarihten itibaren en geç üç ay içinde karara erişilmesi ve karar
gerekçesinin öğrenilmesinin gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerekmektedir.
Başvuru tarihinin 19/7/2013 olduğu dikkate alındığında başvurunun süresi içinde
yapılmış olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir.
56. Açıklanan nedenlerle başvurunun süre aşımı nedeniyle reddi gerekir.
Osman Ali Feyyaz PAKSÜT ve Alparslan ALTAN bu görüşe
katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun süre aşımı
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
21/4/2016 tarihinde Osman Ali Feyyaz PAKSÜT ve Alparslan ALTAN'ın
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Eşi 1992 yılında öldürülen ve faili bulunamayan başvurucunun
en geç 14/1/2013 tarihinde mahkemeye ulaştığı kabul edilen nihai kararı “başvurucunun özen yükümlülüğü” kapsamında
en geç üç ay içinde öğrenmiş olması gerekirken 21/6/2013 tarihinde
öğrendiğinden bahisle 19/7/2013 tarihinde yaptığı başvurunun süre yönünden
reddine karar verilmiştir.
2. Öncelikle bahse konu “özen
yükümlülüğü” denilen içtihadın hangi gerekçelerle kabul edildiği,
hangi durumlarda makul, adil ve ölçülü, hangi hallerde de mantıksız, gayrı adil
ve hakkaniyete aykırı olduğu hususunda somut olay temelinde bir değerlendirme
yapılması gerekir.
3. Bireysel başvuru için sınırsız bir süre öngörülemeyeceği
tabii olduğu kadar hukuk güvenliğinin de gereğidir. Öte yandan bu sürenin hak
arama hürriyetini ölçüsüzce kısıtlayacak kadar kısa olmaması gerekir. Mevzuatta
bu konuda bir hüküm bulunmaması nedeniyle bu boşluğun içtihat yoluyla
doldurulması zarureti hasıl olmuş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına
da uygun olarak, başvurucular veya vekillerinin ilk derece mahkemelerinin
kesinleşen kararını öğrenmeleri için, erişilebilir olan nihai kararı en geç üç
ay içinde öğrendikleri (öğrenebilecekleri) varsayımından hareketle Anayasa
Mahkemesi Genel Kurulunca bu konuda üç aylık süre kabul edilmiştir (Atik Coşkun ve diğerleri, 2013/1827).
4. Başvurucular yönünden bir özen yükümlülüğünden söz
edildiğinde, bu yükümlülüğün başvurucular üzerinde tahammül edilmesi güç ve
ölçüsüz bir maddi veya manevi külfet yaratıp yaratmadığına dikkat edilmelidir.
Bir yakınını yirmi-otuz yıl önce kaybetmiş olan bir başvurucunun bütün bu süre
boyunca nihai kararın akıbetini en çok üç aylık fasılalarla mahkeme
kalemlerinden takip etmekle sorumlu tutulması, özen yükümlülüğü olarak
adlandırılamayacağı gibi, bizzat başvurucuların kişilik haklarını ihlal eden
ağır bir uygulama haline de dönüşebilecektir.
5. Bir yakınını yıllar önce kaybeden başvurucunun, olayın
sorumlularının adalet önüne çıkarılmasını sağlamak, yitirdikleri yakınlarının
yaşam hakkı ihlalini tespit etmek gayreti içinde uzun yıllar boyu sürekli
olarak bu acı ve elemle birlikte yaşamaya mecbur tutulması Anayasanın 17. maddesiyle
korunan kişinin manevi varlığını ihlal edebilir ve manevi eziyet niteliğini
kazandığı ölçüde, AİHS’nin 3. maddesinde yer alan işkence yasağı kapsamında
değerlendirilebilir (AİHM’nin Varnava kararları). Kişinin on yıllar önce vuku
bulan yaşam hakkı ihlalini ortaya koyabilmek için üç ayı geçmeyen sürelerle
mahkemelerden işin akıbetini sürekli olarak araştırmaya mecbur tutulması
hakkaniyetle bağdaşmaz. Kendisi sanık durumunda olan bir kişinin hakkında mahkumiyet kararı çıkıp çıkmadığını araştırmak hususundaki
özen yükümlülüğü ile yirmi yıldan fazla bir zaman önce bir yakınını kaybeden
kişinin failin bulunup bulunmadığını takip etmek konusunda yükümlü tutulacağı
özen aynı değildir.
6. Bu nedenle başvuruculardan somut olayda göstermeleri gereken
özen yükümlülüğü yönünden üç aylık süre ölçülü değildir.
7. Öte yandan, başvurucunun süreyi geçirmesine neden olan durum
bir yargı kararından kaynaklanmıştır. Elbistan Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan
yargılamada verilen beraat kararı her ne kadar Yargıtay 1. Ceza Dairesi
tarafından sanıklar hakkında zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi
gerektiği gerekçesiyle bozulmuş ancak, bozma kararı yeniden yargılamayı
gerektirmediğinden düşme kararı verilmiş ise de Elbistan Ağır Ceza Mahkemesi,
bu kere gerçek fail veya faillerin araştırılması için Elbistan Cumhuriyet
Başsavcılığına tekrar suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.
8. Mahkemenin suç duyurusu üzerine yeniden başlatılan
soruşturmanın, başka şüpheliler bulunması halinde de yine zamanaşımı nedeniyle
kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlanması pek muhtemel göründüğünden,
Elbistan Ağır Ceza Mahkemesinin bu son suç duyurusunun bir formaliteden ibaret
olduğu ve sonuç olarak etkili bir soruşturmadan söz edilemeyeceği söylenebilir.
9. Ancak bu yolun etkili veya etkisiz olup olmadığını
değerlendirmek başvuruculara terettüp eden bir vazife ve sorumluluk değildir.
Dosyanın kesin olarak kapatılması için böyle bir işlemin de tamamlanması,
mahkemenin takdirindedir. Nitekim başvurucu da bu hukuki işlemin sonuçlanmasını
beklemiş ve Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararının kendisine 21/6/2013 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, süresi içinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
10. Başvurucunun, kaybettiği yakınının faillerinin bulunması ve cezalandırılması
için bunca yıl bekledikten sonra Ağır Ceza Mahkemesince yapılan, velev ki
etkili olamayacak, bu son işlemin de sonucunu beklemiş ve ondan sonra bireysel
başvuru yapmış olmaktan dolayı “özen
yükümlülüğü” ne uygun davranmadığı tarzında bir hükme varılması,
ölçüsüz ve hakkaniyete aykırı olduğundan Bölüm çoğunluğuna katılmamaktayım.
|
|
|
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuru, başvurucunun eşinin 1992 yılında öldürülmesi olayı
ile ilgili soruşturmanın etkili olarak yürütülmemesi ve davanın zaman aşımına
uğraması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Çoğunluk görüşüyle, Yargıtay ilamının 14.1.2013 tarihinde
mahkemesine ulaştığı kabul edilerek başvurucunun özen yükümlülüğü kapsamında bu
tarihten itibaren en geç üç ay içinde karara erişmesi gerektiği ve bu tarih
itibariyle karar gerekçesini öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiğinden bahisle
başvurunun süresinde olmadığı ve bu nedenle süre aşımından dolayı başvurunun
reddine karar verilmiştir.
3. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, dokunulmaz
ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte
değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).
4. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında
devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin
boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin
belirlenmesine imkân tanıyan etkili bir soruşturma yürütülmesini
gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).
Bu yükümlülük sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana
gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir. Devletin -doğal olmayan her
ölüm olayında kendisi, öldürmeme ya da yaşamı koruma yükümlülüklerini ihlal
etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya
çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapmamış olması, soruşturma
yükümlülüğünün ihlalini doğurabilir. Zira bu tür olaylarda etkili bir
soruşturma yürütülmesi, yaşam hakkını korumak için ihdas edilen yasal ve idari
çerçevenin etkili bir şekilde uygulanmasının güvencesini oluşturmaktadır (Filiz
Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §§ 25, 26).
5. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı yaşam hakkını koruyan
mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm
olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil
uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen
değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa'nın 17. maddesinin, başvuruculara
üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı
verdiği; tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla
sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 56, benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kolevi/Bulgaristan,
B. No: 1108/02, 5/11/2009, § 192).
6. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına
soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını
aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin
toplanması gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu
kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili
soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 57). Bu kapsamda yetkililerce tanıklarının ifadelerinin alınması,
bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor
hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması gibi söz konusu olaylarla
ilgili kanıtların elde edilmesi için soruşturma konusu olayın gerektirdiği
mümkün olan tüm tedbirlerin alınması; ölümün gerçekleşme sebebinin objektif
analizinin yapılması, soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde
edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması
ve soruşturma sonucunda verilen kararın, yaşam hakkına yönelik bir müdahale
varsa bu müdahalenin, Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan
ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de
gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461,
15/12/2015, § 73).
7. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki
inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir.
Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik
gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın
etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma
işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir
(Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).
8. Yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızda gerçekleştirilme
ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı özel
durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya
da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan
kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan olayların daha
sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan
bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da
kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir
öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96; Filiz Aka, §
29).
9. Başvuru konusu olayda soruşturma 21.1.1992 tarihinde yapılan
başvuru üzerine başlatılmış, ceset üzerinde otopsi işlemleri gerçekleştirilmiş
ve olayla ilgisi olabilecek birtakım kimselerin tanık sıfatıyla beyanları
alınmıştır. Başvurucunun oğlu tarafından 25.3.1992 tarihinde verilen beyanda
babasının ölümü ile ilgili olarak Elbistan’da yaşayan H.A.’dan
şüphelendiğini ifade etmiştir. Bu iddiaya karşın adı geçen şahsın beyanı bu
tarihten 13 yıl sonra 2005 yılında alınmıştır. Başvurucunun bu tarihten sonraki
müracaatları üzerine ancak 4.1.2011 tarihinde A.A., H.A. ve H.D. isimli
şahıslar hakkında kasten öldürme suçundan kamu davası açılabilmiş, yargılama
sonucunda İlk Derece Mahkemesinin 17.1.2012 tarihli kararıyla kasten öldürme
suçunun sabit olmaması nedeniyle sanıkların beraatlerine
karar verildikten sonra dosya kendisine gönderilen Yargıtay, sanıklara isnad edilen suça göre suç tarihinden itibaren işlemeye
başlayan dava zamanaşımı süresinin zaten iddianamenin düzenlendiği 4.1.2011
tarihinden önce 24.3.2007 tarihi itibariyle dolmuş olduğundan bahisle kamu
davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar vermiştir.
10. Mahkeme 14/1/2013 tarihinde E.2011/19 sayılı dosyada
yargılanan sanıklar hakkında verilen beraat kararının Yargıtayın
anılan ilamı ile “zamanaşımından ortadan kaldırılarak kesinleşmiş” olduğundan
bahisle maktulün gerçek faillerinin ya da failin araştırılması için Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.
11. Mahkemenin suç duyurusu üzerine Elbistan Cumhuriyet
Başsavcılığı 2013/178 Soruşturma sayılı dosya üzerinden tekrar soruşturma
başlatmış, ancak 7/3/2013 tarihinde, anılan Yargıtay ilamına atıf yaparak
zamanaşımı süresinin 24/3/2007 tarihinde dolmuş olması nedeniyle kovuşturmaya
yer olmadığına itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir. Cumhuriyet
Başsavcılığının kararı 21/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığının kararının tebliğ
edildiği tarih itibarıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda atıf yapılan
Yargıtay kararından 21/6/2013 tarihinde yapılan tebligat ile haberdar olduğunu
belirterek bu karar aleyhine 19/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
13. Belirtilen durum karşısında kendisine yapılan tebligat esas
alındığında, süresinde yapıldığı açık olan ve yaşam hakkını ilgilendiren
başvuruda başvurucuya üç ay içerisinde karara erişmesi ve karar gerekçesini
öğrenmesi şeklinde kanunlarda olmayan bir özen yükümlülüğünün yüklenmesi
başvuru hakkını aşırı biçimde kısıtlayan dar bir yorum niteliğindedir.
14. Bu nedenle başvurunun süresi içerisinde yapıldığı ve kabul
edilebilir bulunması gerektiği düşüncesinde olduğumdan çoğunluğun başvurunun
süre aşımı nedeniyle reddine yönelik kararına katılmadım.