TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
FATMA GÖKOT BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/5697)
Karar Tarihi: 21/4/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Ali Feyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Raportör
Cüneyt DURMAZ
Başvurucu
Fatma GÖKOT
Vekili
Av. Hüseyin GÖKOT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun eşinin 1992 yılında öldürülmesi olayı ile ilgili soruşturmanın etkili olarak yürütülmemesi ve davanın zaman aşımına uğraması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/7/2013 tarihinde Gaziantep 6. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 13/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 11/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 13/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 3/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ve Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun eşi Şıho Gökot (Ş.G.) Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesinde çiftçilik yapmaktadır. 7/1/1992 tarihinde Afşin ilçesine gitmek üzere evinden ayrılmış ancak kendisinden daha sonra haber alınamamıştır.
9. Ş.G.nin oğlu Hasan Gökot (H.G.) 21/1/1992 tarihinde babasının hayatından endişe ettiğini Pazarcık İlçe Jandarma Komutanlığına (Jandarma Komutanlığı) bildirmiştir. H.G. babasının üzerinde yüklü miktarda para bulunduğunu, kendi yaptığı araştırmalara göre son olarak Elbistan’a gitmek üzere olduğunu ifade etmiştir. Aynı tarihte gerekli araştırmanın yapılması için Elbistan İlçe Jandarma Komutanlığına yazı yazılmıştır.
10. 24/3/1992 tarihinde Elbistan ilçesi Kösekahya köyünde bir erkek cesedi bulunmuştur. Bir ceset bulunduğunun nöbetçi savcıya bildirilmesi üzerine aynı tarihte savcı olay yerine giderek kolluk görevlileri ile birlikte olay yeri inceleme ile ölü muayene ve otopsi işlemlerini yapmıştır. Otopsi tutanağında cesedin hayvanlar tarafından parçalanmış olduğu veiskelet hâline geldiği, kafanın muhtelif yerlerine alınan darbeler sonucu ölümün meydana geldiği belirtilmiştir. Yapılan teşhis işlemleri sonrası cesedin Ş.G.ye ait olduğu tespit edilmiştir.
11. Maktulün cesedi bulunduktan sonra 25/3/1992 tarihinde H.G.nin tekrar ifadesine başvurulmuştur. H.G. ifadesinde Elbistan’da yaşayan H.A.dan şüphelendiğini, maktulün ağabeyi ile arasında husumet bulunan bu şahsın babasını öldürmüş olabileceğini, bu konunun araştırılması gerektiğini söylemiştir.
12. Olay tarihi sonrasında kolluk görevlileri tarafından olaya ilişkin bilgileri olduğu değerlendirilen şahısların ifadeleri alınmıştır.
13. Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından 1992/231 hazırlık numaralı dosyada 3/5/1993 tarihinde daimî arama kararı verilmiştir. Olayın şüphelilerinin tespit edilememesi nedeniyle rutin olarak Cumhuriyet Başsavcılığı ile Jandarma Komutanlığı arasında üçer aylık yazışmalar başlamış, Jandarma Komutanlığı tarafından düzenlenen tutanaklarda olayın şüphelilerinin tespit edilemediği bildirilmiştir.
14. 18/3/1999 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından H.G.nin ifadesi tekrar alınmıştır. H.G. ifadesinde Ş.G.yi öldüren şahısların kim olduğunu bilmediğini beyan etmiştir.
15. 13/12/2004 tarihinde dosya tekrar ele alınarak bazı tanıkların ve ölenin yakınlarının ifadelerinin alınması için istinabe evrakları düzenlenmiştir. Bu şahısların ifadeleri alındıktan sonra tekrar olayın faillerinin tespiti için Jandarma Komutanlığı ile yazışmalar başlamıştır.
16. Maktulün oğlunun 1993 yılında verdiği ifadesinde şüphelendiğini belirttiği H.A.nın ifadesi 2005 yılında alınmıştır.
17. Bakanlığa göre 1992 ile 2010 yılları arasında ölenin yakınlarının yetkili makamlara herhangi bir başvurusu olmamıştır. Ölenin yakınları bu süre içinde tamamen hareketsiz kalmışlardır.
18. 9/6/2010 tarihinde ölenin oğlu ve başvurucu vekili olan H.G. tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına olayın faillerinin tespiti amacıyla ayrıntılı bir dilekçe verilmiştir. Başvurucu vekili vermiş olduğu dilekçesinde şüphelendiği şahısların isimlerini ve delilleri belirtmiş, soruşturmanın bu yönde ilerletilmesini talep etmiştir.
19. Başvurucu vekilinin talebi üzerine soruşturma bu yönde genişletilmiş, bir kısım tanığın ifadesinin alınması için talimatlar yazılmış; ayrıca şüpheli olduğu iddia edilen H.A., A.A. ve H.D.nin tebligata yarar açık adreslerinin tespiti için Jandarma Komutanlığına müzekkere yazılmıştır.
20. Ayrıca tüm bankalara müzekkere yazılarak şüphelilerin hesap hareketleri istenmiştir.
21. Elbistan 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 15/6/2010 tarihli ve 2010/361 Değişik İş sayılı kararı ile A.A., H.A. ve H.D. hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 135. maddesi gereği iletişimin dinlenmesine ve kayda alınmasına karar verilmiştir.
22. Elbistan 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 17/9/2010 tarihli ve 2010/564 Değişik İş sayılı kararı ile A.A., H.A. ve H.D. hakkında üç ay daha iletişimin dinlenmesine ve kayda alınmasına karar verilmiştir.
23. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tanık ifadeleri, müşteki ifadeleri alındıktan, iletişim tespiti ve kayda alma işlemi tamamlandıktan sonra 4/1/2011 tarihli ve 1992/231 Sr., E.2011/19 numaralı iddianame ile A.A., H.A. ve H.D. hakkında kasten öldürme suçundan kamu davası açılmıştır.
24. Anılan iddianamede olay tarihi öncesinde ölenin kardeşi ile şüpheliler arasında hayvan alım satımı nedeniyle borç ilişkisi olduğu, şüphelilerin farklı tarihlerde verdikleri ifadeler arasındaki çelişkiler, tanık beyanları ve iletişim tespit kayıtları dikkate alınarak şüpheliler hakkında kamu davası açılmasına karar verildiği ifade edilmiştir.
25. Elbistan Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 19/1/2011 tarihli ve 2011/1 sayılı kararı ile iddianamenin kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin E.2011/19 sayılı dosyası üzerinden 2/3/2011 tarihinde yapılan ilk celsede sanıklar A.A., H.A. ve H.D müştekiler H.G., Ş.G. tanıklar B.A., Ş.K., A.R.Y., B.E., Y.D. ve M.A.nın ifadeleri alınmıştır. Davada sanıklar suçlamaları kabul etmemişlerdir.
26. Mahkeme yargılama sonucunda 17/1/2012 tarihli, E.2011/19 K.2012/5 sayılı ilamı ile sanıkların üzerlerine atılı kasten öldürme suçunun sabit olmaması nedeniyle beraatlarına karar vermiştir.
27. Yargıtay 1. Ceza Dairesi temyiz üzerine yaptığı incelemede 17/12/2012 tarihli, E.2012/5137, K.2012/9537 sayılı kararıyla “(sanıkların) eylemine uyan yasa maddesindeki cezanın tür ve üst sınırına göre suç tarihi olan 24/3/1992 tarihinden itibaren işlemeye başlayan ve sanıklar lehine olan 765 sayılı TCK.nun 102/2 maddesinde öngörülen 15 yıllık zamanaşımı süresinin Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianamenin düzenlendiği 04/01/2011 tarihinden önce 24/03/2007 tarihi itibariyle dolduğu anlaşılmakla, sanıklar hakkında verilen beraat hükmünün (BOZULMASINA) ancak bozma nedeni yeniden yargılamayı gerektirmediğinden … kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle (DÜŞMESİNE)” karar verilmiştir.
28. Mahkeme 14/1/2013 tarihinde E.2011/19 sayılı dosyada yargılanan sanıklar hakkında verilen beraat kararının Yargıtayın anılan ilamı ile “zamanaşımından ortadan kaldırılarak kesinleşmiş” olduğundan bahisle maktulün gerçek faillerinin ya da failin araştırılması için Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.
29. Mahkemenin suç duyurusu üzerine Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı 2013/178 Soruşturma sayılı dosya üzerinden tekrar soruşturma başlatmıştır.
30. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/3/2013 tarihinde, anılan Yargıtay ilamına atıf yaparak zamanaşımı süresinin 24/3/2007 tarihinde dolmuş olması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına on beş gün içinde Malatya Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının kararı 21/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu itiraz yoluna başvurduğuna dair bir bilgi sunmamıştır. UYAP üzerinden Cumhuriyet Başsavcılığının anılan dosyasında yapılan incelemede de itiraz yoluna başvurulduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır.
31. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığının kararının tebliğ edildiği tarih itibarıyla Yargıtayın kararından haberdar olduğunu belirterek 19/7/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili Hukuk
32. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:
1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,
2 - Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,
… geçmesiyle ortadan kalkar.
Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbed yahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru zamanı yoktur.”
33. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi” kenar başlıklı 67. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“(2) Bir suçla ilgili olarak;
a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,
b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
Halinde, dava zamanaşımı kesilir.
(3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.
(4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.”
34. 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.”
35. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesinin 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 71. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir.”
36. 5271 sayılı Kanun’un “İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması” kenar başlıklı 270. maddesi şöyledir:
“(1) İtirazı inceleyen merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.
(2) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir.”
37. 5271 sayılı Kanun’un “Karar” kenar başlıklı 271. maddesi şöyledir:
“(1) Kanunda yazılı haller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.
(2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir.
(3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir.
(4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu 1992 yılında öldürülen eşi ile ilgili soruşturmada yeterli bilgi olmasına rağmen uzun süre hiçbir işlem yapılmadığını, suç tarihinde belirttiği isimlerin on üç yıl sonra 2005 yılında ifadelerinin alındığını, on dokuz yıl sonra 2011 yılında haklarında dava açıldığını belirterek etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin giderilmesi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
40. Bakanlık görüşünde başvurunun kabul edilebilirliği ile ilgili olarak somut olayda Yargıtayın 17/12/2012 tarihli kararı ile zamanaşımının dolmuş olması nedeniyle düşme kararı verildiği, düşme kararı sonrası asıl faillerin tespiti için devam eden soruşturmadaki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ise 7/3/2013 tarihinde verildiği,bireysel başvuru yoluna kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın tebliğ edilmesi üzerine başvurulduğu, başvurucunun Yargıtayın düşme ilamından kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın tebliği edilmesi üzerine haberdar olduğunu iddia ettiği, Yargıtayın vermiş olduğu düşme kararlarının tebliğ edilmediği ve başvurucu vekilinin dosyayı takip etme zorunluluğu dikkate alındığında otuz günlük başvuru süresinin başlangıcı olarak Yargıtayın vermiş olduğu karar tarihinin mi yoksa kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın tebliğ tarihinin mi esas alınacağı değerlendirilmesinde takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.
41. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında Yargıtayın 17/12/2012 tarihli düşme kararının kendilerine tebliğ edilmediğini, karardan ancak yerel Savcılığın ilgili Yargıtay kararına dayanarak vermiş olduğu kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendilerine tebliğ edildiği tarih itibarıyla haberdar olmaları nedeniyle otuz günlük başvuru süresinin ihlal edilmediğini ileri sürmüştür.
42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler…"
43. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) "Başvuru süresi ve mazeret" kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
44. Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de otuz günlük süre kuralıdır. Sürenin başvurunun her aşamasında dikkate alınması gerekir (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013, § 32).
45. Bireysel başvurunun süre koşuluna bağlanmasıyla başvuruculara bireysel başvuruda bulunmak için imkân tanımanın yanında hukuki belirlilik de sağlanmaktadır. Dolayısıyla dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırı değildir (Remzi Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).
46. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Anılan düzenlemelerde başvuru yolu öngörülen durumlarda bireysel başvuru süresinin başlangıcına ilişkin olarak başvuru yollarının tüketildiği tarihten söz edilmekte ise de haberdar olunmayan bir hususta başvuru yapılamayacağı dikkate alınarak bu ibarenin nihai kararın gerekçesinin öğrenildiği tarih olarak anlaşılması gerekir. Bu öğrenme somut olayın özelliklerine göre farklı şekillerde gerçekleşebilir (A.C. ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1827, 25/2/2016, § 25).
47. Bireysel başvuru süresi bakımından nihai kararın gerekçesinin tebliği öğrenme şekillerinden biridir (Mehmet Ali Kurtuldu, B. No: 2013/5504, 28/5/2014, § 27). Ancak öğrenme gerekçeli kararın tebliği ile sınırlı olarak gerçekleşmez, başka şekillerde de öğrenme söz konusu olabilir. Bu kapsamda nihai kararın gerekçesinin dosyadan suret alınması gibi hâllerde öğrenilmesi de mümkündür. Başvurucuların nihai kararın gerekçesiniöğrendiklerini beyan ettikleri tarih de bireysel başvuru süresinin başlangıcı olarak ele alınabilir (İlyas Türedi, B. No: 2013/1267, 13/6/2013, §§ 21, 22).
48. Diğer yandan nihai kararın gerekçesi öğrenilmemiş olmakla birlikte sonucunun öğrenildiği durumlar da söz konusu olabilir. Böyle bir durumda sonucu öğrenilen nihai kararın gerekçesine derece mahkemesinden kesin olarak erişilebilmesi mümkün ise bireysel başvuru süresinin sonucun öğrenildiği tarihten itibaren başlatılması gerekir. Bu kapsamda bir ceza mahkûmiyetine ilişkin nihai kararın sonucunun infaz aşamasında "yakalama", "müddetname veya çağrı kâğıdının ya da ödeme emrinin tebliği" suretiyle öğrenildiği durumlarda başvurucular, nihai kararın sonucundan haberdar olmakta ve nihai karar gerekçesini kesin olarak öğrenme olanağına sahip bulunmaktadırlar (Aydın Selçuk, B. No: 2014/3194, 20/11/2014, § 24; Özgür Çapkın, B. No: 2014/2546, 30/12/2014, § 24; Halil Aslan, B. No: 2014/3038, 10/12/2014, § 38).
49. Nihai kararın gerekçesinin bir şekilde öğrenilemediği veya nihai kararın sonucunun öğrenilip gerekçesinin kesin olarak öğrenilme imkânının elde edilemediği hâllerde başvuru süresinin hangi tarihten itibaren başlayacağının da belirlenmesi gerekir. Aksi hâlde sınırsız bir başvuru süresi söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda bireysel başvuru süresinin başlangıç tarihinin tespitinde başvurucuların özen yükümlükleri ile mahkemeye erişim haklarının aşırı sınırlanmaması hususları birlikte dikkate alınmalıdır (A.C. ve diğerleri, § 28).
50. Başvurucuların bireysel başvuruda bulunmak için dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülük kapsamında ilk derece mahkemesine ulaşan nihai kararın gerekçesini öğrenme konusunda gerekli özeni gösterme sorumluluğu başvuruculara aittir. Diğer bir ifadeyle başvurucular veya vekillerinin ilk derece mahkemesine ulaşan kararın bir örneğini almak için özenli davrandıklarını kanıtlamaları gerekir (A.C. ve diğerleri, § 29; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ölmez/Türkiye (k.k.), B. No: 39464/98, 1/2/2005; Refik Alpaya ve İbrahim Dağılma/Türkiye (k.k.), B. No: 34384/08, 12/3/2013, § 16).
51. Mevzuatta Yargıtay ceza dairelerinin kararlarının taraflara tebliğine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ceza yargılamasında nihai kararın tebliğ edilmediği durumlarda kararın derece mahkemesine ulaşmasından ve böylece gerekçesinin erişilebilir olmasından sonra özen yükümlülüğü kapsamında makul bir süre içinde bireysel başvuru yapmak isteyen ilgililerden karara erişmeleri ve karar gerekçesini öğrenmeleri beklenir. Bu kapsamda erişilebilir olan nihai kararın en geç üç ay içinde ilgilileri tarafından bilindiği ve gerekçesinin öğrenildiği kabul edilmelidir. Aksi tespit edilmediği sürece bireysel başvuru için Kanun'da öngörülen otuz günlük başvuru süresi başlayacaktır (A.C. ve diğerleri, § 30).
52. Somut olayda Yargıtay 1. Ceza Dairesi, temyiz incelemesi sonucunda 17/12/2012 tarihli ilamıyla Elbistan Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/19 sayılı dosyasında sanıklar hakkında verilen beraat hükmünün dosyanın zamanaşımının 24/3/2007 tarihinde dolduğundan bahisle bozulmasına ancak bozma nedeni yeniden yargılamayı gerektirmediğinden kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar vermiştir.
53. Başvurucu; bireysel başvuru dilekçesinde başvuru konusu yaptığı nihai karar olduğunu belirttiği Yargıtayın anılan kararının kendisine tebliğ edilmediğini, bu kararı öğrenme tarihinin bu karara dayalı olarak Cumhuriyet Başsavcılığının verdiği kovuşturmaya yer olmadığı (KYO) kararının tebliğ edildiği 21/6/2013 olduğunu ifade etmiştir.
54. Başvuru konusu yapılan Yargıtayın anılan kararının İlk Derece Mahkemesine ne zaman ulaştığına dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte UYAP üzerinden E.2011/19 sayılı Mahkeme dosyasının incelenmesinden Yargıtay karar evrakının İlk Derece Mahkemesindeki kayıt tarihinin 14/1/2013 olduğu anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesinin yine 14/1/2013 tarihli suç duyurusunda anılan Yargıtay kararının gerekçesine açıkça yer vererek suç duyurusunda bulunmuş olduğu da dikkate alındığında Yargıtay ilamının en geç 14/1/2013 tarihinde Mahkemeye ulaştığının kabul edilmesi gerekmektedir.
55. Başvurucu açısından 14/1/2013 tarihi itibarıyla İlk Derece Mahkemesinin dosyasına girmiş olan nihai kararın başvurucunun özen yükümlülüğü kapsamında bu tarihten itibaren en geç üç ay içinde karara erişilmesi ve karar gerekçesinin öğrenilmesinin gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerekmektedir. Başvuru tarihinin 19/7/2013 olduğu dikkate alındığında başvurunun süresi içinde yapılmış olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir.
56. Açıklanan nedenlerle başvurunun süre aşımı nedeniyle reddi gerekir.
Osman Ali Feyyaz PAKSÜT ve Alparslan ALTAN bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 21/4/2016 tarihinde Osman Ali Feyyaz PAKSÜT ve Alparslan ALTAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Eşi 1992 yılında öldürülen ve faili bulunamayan başvurucunun en geç 14/1/2013 tarihinde mahkemeye ulaştığı kabul edilen nihai kararı “başvurucunun özen yükümlülüğü” kapsamında en geç üç ay içinde öğrenmiş olması gerekirken 21/6/2013 tarihinde öğrendiğinden bahisle 19/7/2013 tarihinde yaptığı başvurunun süre yönünden reddine karar verilmiştir.
2. Öncelikle bahse konu “özen yükümlülüğü” denilen içtihadın hangi gerekçelerle kabul edildiği, hangi durumlarda makul, adil ve ölçülü, hangi hallerde de mantıksız, gayrı adil ve hakkaniyete aykırı olduğu hususunda somut olay temelinde bir değerlendirme yapılması gerekir.
3. Bireysel başvuru için sınırsız bir süre öngörülemeyeceği tabii olduğu kadar hukuk güvenliğinin de gereğidir. Öte yandan bu sürenin hak arama hürriyetini ölçüsüzce kısıtlayacak kadar kısa olmaması gerekir. Mevzuatta bu konuda bir hüküm bulunmaması nedeniyle bu boşluğun içtihat yoluyla doldurulması zarureti hasıl olmuş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına da uygun olarak, başvurucular veya vekillerinin ilk derece mahkemelerinin kesinleşen kararını öğrenmeleri için, erişilebilir olan nihai kararı en geç üç ay içinde öğrendikleri (öğrenebilecekleri) varsayımından hareketle Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunca bu konuda üç aylık süre kabul edilmiştir (Atik Coşkun ve diğerleri, 2013/1827).
4. Başvurucular yönünden bir özen yükümlülüğünden söz edildiğinde, bu yükümlülüğün başvurucular üzerinde tahammül edilmesi güç ve ölçüsüz bir maddi veya manevi külfet yaratıp yaratmadığına dikkat edilmelidir. Bir yakınını yirmi-otuz yıl önce kaybetmiş olan bir başvurucunun bütün bu süre boyunca nihai kararın akıbetini en çok üç aylık fasılalarla mahkeme kalemlerinden takip etmekle sorumlu tutulması, özen yükümlülüğü olarak adlandırılamayacağı gibi, bizzat başvurucuların kişilik haklarını ihlal eden ağır bir uygulama haline de dönüşebilecektir.
5. Bir yakınını yıllar önce kaybeden başvurucunun, olayın sorumlularının adalet önüne çıkarılmasını sağlamak, yitirdikleri yakınlarının yaşam hakkı ihlalini tespit etmek gayreti içinde uzun yıllar boyu sürekli olarak bu acı ve elemle birlikte yaşamaya mecbur tutulması Anayasanın 17. maddesiyle korunan kişinin manevi varlığını ihlal edebilir ve manevi eziyet niteliğini kazandığı ölçüde, AİHS’nin 3. maddesinde yer alan işkence yasağı kapsamında değerlendirilebilir (AİHM’nin Varnava kararları). Kişinin on yıllar önce vuku bulan yaşam hakkı ihlalini ortaya koyabilmek için üç ayı geçmeyen sürelerle mahkemelerden işin akıbetini sürekli olarak araştırmaya mecbur tutulması hakkaniyetle bağdaşmaz. Kendisi sanık durumunda olan bir kişinin hakkında mahkumiyet kararı çıkıp çıkmadığını araştırmak hususundaki özen yükümlülüğü ile yirmi yıldan fazla bir zaman önce bir yakınını kaybeden kişinin failin bulunup bulunmadığını takip etmek konusunda yükümlü tutulacağı özen aynı değildir.
6. Bu nedenle başvuruculardan somut olayda göstermeleri gereken özen yükümlülüğü yönünden üç aylık süre ölçülü değildir.
7. Öte yandan, başvurucunun süreyi geçirmesine neden olan durum bir yargı kararından kaynaklanmıştır. Elbistan Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada verilen beraat kararı her ne kadar Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından sanıklar hakkında zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş ancak, bozma kararı yeniden yargılamayı gerektirmediğinden düşme kararı verilmiş ise de Elbistan Ağır Ceza Mahkemesi, bu kere gerçek fail veya faillerin araştırılması için Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığına tekrar suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.
8. Mahkemenin suç duyurusu üzerine yeniden başlatılan soruşturmanın, başka şüpheliler bulunması halinde de yine zamanaşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlanması pek muhtemel göründüğünden, Elbistan Ağır Ceza Mahkemesinin bu son suç duyurusunun bir formaliteden ibaret olduğu ve sonuç olarak etkili bir soruşturmadan söz edilemeyeceği söylenebilir.
9. Ancak bu yolun etkili veya etkisiz olup olmadığını değerlendirmek başvuruculara terettüp eden bir vazife ve sorumluluk değildir. Dosyanın kesin olarak kapatılması için böyle bir işlemin de tamamlanması, mahkemenin takdirindedir. Nitekim başvurucu da bu hukuki işlemin sonuçlanmasını beklemiş ve Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararının kendisine 21/6/2013 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
10. Başvurucunun, kaybettiği yakınının faillerinin bulunması ve cezalandırılması için bunca yıl bekledikten sonra Ağır Ceza Mahkemesince yapılan, velev ki etkili olamayacak, bu son işlemin de sonucunu beklemiş ve ondan sonra bireysel başvuru yapmış olmaktan dolayı “özen yükümlülüğü” ne uygun davranmadığı tarzında bir hükme varılması, ölçüsüz ve hakkaniyete aykırı olduğundan Bölüm çoğunluğuna katılmamaktayım.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
2. Çoğunluk görüşüyle, Yargıtay ilamının 14.1.2013 tarihinde mahkemesine ulaştığı kabul edilerek başvurucunun özen yükümlülüğü kapsamında bu tarihten itibaren en geç üç ay içinde karara erişmesi gerektiği ve bu tarih itibariyle karar gerekçesini öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiğinden bahisle başvurunun süresinde olmadığı ve bu nedenle süre aşımından dolayı başvurunun reddine karar verilmiştir.
3. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).
4. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94). Bu yükümlülük sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir. Devletin -doğal olmayan her ölüm olayında kendisi, öldürmeme ya da yaşamı koruma yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapmamış olması, soruşturma yükümlülüğünün ihlalini doğurabilir. Zira bu tür olaylarda etkili bir soruşturma yürütülmesi, yaşam hakkını korumak için ihdas edilen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanmasının güvencesini oluşturmaktadır (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §§ 25, 26).
5. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa'nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği; tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56, benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kolevi/Bulgaristan, B. No: 1108/02, 5/11/2009, § 192).
6. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57). Bu kapsamda yetkililerce tanıklarının ifadelerinin alınması, bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması gibi söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde edilmesi için soruşturma konusu olayın gerektirdiği mümkün olan tüm tedbirlerin alınması; ölümün gerçekleşme sebebinin objektif analizinin yapılması, soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması ve soruşturma sonucunda verilen kararın, yaşam hakkına yönelik bir müdahale varsa bu müdahalenin, Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73).
7. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).
8. Yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızda gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı özel durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96; Filiz Aka, § 29).
9. Başvuru konusu olayda soruşturma 21.1.1992 tarihinde yapılan başvuru üzerine başlatılmış, ceset üzerinde otopsi işlemleri gerçekleştirilmiş ve olayla ilgisi olabilecek birtakım kimselerin tanık sıfatıyla beyanları alınmıştır. Başvurucunun oğlu tarafından 25.3.1992 tarihinde verilen beyanda babasının ölümü ile ilgili olarak Elbistan’da yaşayan H.A.’dan şüphelendiğini ifade etmiştir. Bu iddiaya karşın adı geçen şahsın beyanı bu tarihten 13 yıl sonra 2005 yılında alınmıştır. Başvurucunun bu tarihten sonraki müracaatları üzerine ancak 4.1.2011 tarihinde A.A., H.A. ve H.D. isimli şahıslar hakkında kasten öldürme suçundan kamu davası açılabilmiş, yargılama sonucunda İlk Derece Mahkemesinin 17.1.2012 tarihli kararıyla kasten öldürme suçunun sabit olmaması nedeniyle sanıkların beraatlerine karar verildikten sonra dosya kendisine gönderilen Yargıtay, sanıklara isnad edilen suça göre suç tarihinden itibaren işlemeye başlayan dava zamanaşımı süresinin zaten iddianamenin düzenlendiği 4.1.2011 tarihinden önce 24.3.2007 tarihi itibariyle dolmuş olduğundan bahisle kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar vermiştir.
10. Mahkeme 14/1/2013 tarihinde E.2011/19 sayılı dosyada yargılanan sanıklar hakkında verilen beraat kararının Yargıtayın anılan ilamı ile “zamanaşımından ortadan kaldırılarak kesinleşmiş” olduğundan bahisle maktulün gerçek faillerinin ya da failin araştırılması için Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.
11. Mahkemenin suç duyurusu üzerine Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı 2013/178 Soruşturma sayılı dosya üzerinden tekrar soruşturma başlatmış, ancak 7/3/2013 tarihinde, anılan Yargıtay ilamına atıf yaparak zamanaşımı süresinin 24/3/2007 tarihinde dolmuş olması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının kararı 21/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığının kararının tebliğ edildiği tarih itibarıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda atıf yapılan Yargıtay kararından 21/6/2013 tarihinde yapılan tebligat ile haberdar olduğunu belirterek bu karar aleyhine 19/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
13. Belirtilen durum karşısında kendisine yapılan tebligat esas alındığında, süresinde yapıldığı açık olan ve yaşam hakkını ilgilendiren başvuruda başvurucuya üç ay içerisinde karara erişmesi ve karar gerekçesini öğrenmesi şeklinde kanunlarda olmayan bir özen yükümlülüğünün yüklenmesi başvuru hakkını aşırı biçimde kısıtlayan dar bir yorum niteliğindedir.
14. Bu nedenle başvurunun süresi içerisinde yapıldığı ve kabul edilebilir bulunması gerektiği düşüncesinde olduğumdan çoğunluğun başvurunun süre aşımı nedeniyle reddine yönelik kararına katılmadım.