TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BAYRAM AĞAYA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5816)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Tuğba YILDIZ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Bayram
AĞAYA
|
|
|
2. Mehmet
Can AĞAYA
|
|
|
3. Türkan
AĞAYA
|
|
|
4. Sabriye
BULGAN
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Saim
BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından hısımlarının
öldürülmüş olması dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör
ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında
yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve
mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama
işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğininin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/10/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 28/1/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 10/2/2015 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular;29/6/1993 tarihinde hısımları olan M.A.nın terör eylemleri nedeniyle
öldüğünü, 15/9/1994 tarihinde ise S.A.nın gazi
olduğunu, bu nedenle babaları olan muris A.A.nın bu özel
durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda
kaldığını iddia etmişlerdir.
8. Başvurucuların murisi olan A.A. 6/9/2007 tarihinde 5233
sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman
Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
9. Başvurucular murisi A.A. 30/7/2009 tarihinde vefat etmiştir.
10. Komisyon 24/9/2010 tarihli ve 2010/1-248 sayılı kararında;
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda
bilirkişi raporlarının incelenmesi neticesinde Sason ilçesi Dağçatı
köyü boşalmadığından, korucu aileleri dışında köyde ikamet eden başkaca
ailelerin de olduğundan, nüfus sayım sonuçlarına göre köyde yoğun bir nüfus
olduğundan, başvuru sahibine yönelik doğrudan bir tehdit ve saldırı
bulunmadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir.
11. Başvurucular tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine
Batman İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
12. Batman İdare Mahkemesinin 15/2/2012 tarihli ve E.2011/3267,
K.2012/933 sayılı kararı ile "...1987-2000
yılları arasında Dağçatı Köyü’nde GKK ve GÖKK
görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde
köyde 48 hanenin ikamet ettiği,köy nüfusunun 1990
yılında 581, 1997 yılında 563, 2000 yılında 719 kişi olduğu,...1990-2000
yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, ancak evrakların imha
edilmek üzere SEKA'ya gönderildiği, 2000 yılı sonrasında da seçimlerin düzenli
olarak yapıldığı,...Dağçatı Köyü İlköğretim Okulu'nun
güvenlik sebebiyle eğitim ve öğretime kapalı olmadığı,...Dağçatı
Köyü Suarkı Mezrası halkının bir kısmının güvenlik
kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan
köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik
kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da
saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece
karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı..." gerekçesine
dayanılarak davanın reddine karar verilmiştir.
13. Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/4793, K.2013/692 sayılı ilamı ile
kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek hükmün onanmasına karar verilmiştir.
14. Başvurucular 1/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
16. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine
göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü
derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört
katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci
derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci
derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara
intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri
uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 10/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
18. Başvurucular; 5233 sayılı Kanun kapsamında murisleri
tarafından yapılan talebin ve akabinde açtıkları davanın reddedildiğini, köy
halkına “Köy korucusu ol ya da
köyü terk et.” şeklinde idare tarafından yapılan baskı ve zorlamanın Mahkemece
dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik
nedeniyle köylerinin boşaltılmış olduğunu belirten belgeler ile terör örgütü
mensuplarınca hısımları M.A.nın ölümü ve S.A.nın yaralanmasına dair özel durumları gözönünde bulundurulmadan köyün tamamen boşalmamış olduğu
soyut gerekçesine ve şahıslarına yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının
bulunmamasına dayanılarak sundukları belgeler değerlendirilmeksizin idare
tarafından sunulan belgelerin dikkate alındığını ve bu belgeler tebliğ
edilmemek suretiyle kendilerine savunma yapma imkânı tanınmadan verilen kararın
adil olmadığını belirtmişlerdir.
19. Başvurucular; ayrıca kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini, sundukları belgeler dikkate alınmadan idarece sunulan belgelere
dayalı olarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde
çelişkili ve gerçeği yansıtmayan belgelere dayanılarak karar verildiğini, aynı
yerleşim yerinden önceki bir tarihte başvuruda bulunanlar hakkında Komisyonun
tazminat ödenmesi yönünde karar verdiği hâlde yargı mercilerince bu kararlar
konusunda araştırma ve inceleme yapılmayarak davalarının reddine karar verildiğini,
bu nedenle makul ve objektif bir sebep bulunmamasına rağmen şahıslarına
tazminat ödenmemesi yönünde karar alınarak ayrımcılığa maruz kaldıklarını,
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
mülkiyet haklarından yoksun kaldıklarını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı
hatalı değerlendirme nedeniyle zararlarının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı
Kanun’da yer almayan bir nedene dayanılarak Komisyon ve yargı makamlarınca
taleplerinin reddedildiğini, ayrıca yaptıkları başvuru hakkında yürütülen
işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın2., 7.,
10., 35., 36., 87., 125. ve 141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini iddia etmişler ve maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
20. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucuların,
5233 sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtıkları davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettikleri
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, Mahkemece verilen ret
kararları neticesinde idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü
yerine getirmemesi sonucu maruz kaldıkları mülkiyet hakkından yoksun kalma
durumu karşısında bir giderim sağlanması imkânının kendilerine tanınmadığını
belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet haklarının ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir. Anılan ihlal iddiaları, hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının ihlali iddiasının incelenmesi sonucu verilen karara bağlı
olarak değerlendirileceğinden bu ihlal iddiası yönünden ayrıca inceleme
yapılmamıştır. Başvurucuların diğer ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında
incelenmiştir:
1. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
21. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları giderim
taleplerinin mukim oldukları köyün tamamen boşaltılmamış olduğu gerekçesiyle
reddedildiğini ancak önceki bir tarihte aynı yerleşim yerinden başvuruda
bulunanlar hakkında Komisyonun tazminat ödenmesi yönünde karar verdiğini ve
yargı mercilerince bu kararlar konusunda araştırma ve inceleme yapılmayarak
davalarının reddine hükmedildiğini, bu nedenle makul ve objektif bir sebep
bulunmamasına rağmen tazminat ödenmemesi yönünde kararlar alındığını belirterek
Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
22. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
23. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
24. Açıklanan nedenlerle başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
25. Başvurucular, idare tarafından sunulan ve kendilerine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemelerin tarafsız olmadığını iddia
etmişlerdir.
26. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
27. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
28. Açıklanan nedenlerle başvurucuların tarafsız mahkemede
yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucular; sundukları bilgi, belge, deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendilerine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davalarının reddine karar
verildiğini belirtmiş, bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin
ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
30. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir.
Başvurucuların, temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler
ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme
imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan
dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan
belgeler değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik
ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin, §§ 70-72).
31. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucuların usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucular açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucuların çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucular, Mahkeme kararlarında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmişlerdir.
34. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin derece mahkemeleri
kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
35. Somut başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucuların
taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında
Derece Mahkemesince yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup
olmadığının çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler
kapsamında değerlendirildiği, başvurucular tarafından ileri sürülen ve hüküm
sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. §
12), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun
bulunmak suretiyle karar ve gerekçesinin kanun yolu mahkemesinin denetiminden
geçerek (bkz. § 13) kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucuların,
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hususu dışında gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğine
yönelik iddiaları hakkında farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
bulunmamaktadır.
36. Açıklanan nedenlerle başvurucuların gerekçeli karar
haklarının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
d. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdükleri
giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
38. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında; Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde
Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
39. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
40. Somut başvuru bakımından başvurucuların murisi A.A.nın Komisyona başvuru tarihi olan 6/9/2007 tarihi ile
nihai karar tarihi olan başvurucuların temyiz talepleriüzerine
verilen 31/1/2013 tarihli Danıştay Onbeşinci
Dairesinin hükmün onanması kararı arasında geçen 5 yıl 4 aylık sürede,
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit edilemediğinden,
başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de
bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların makul sürede yargılanma
haklarına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucular; 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan
başvurunun 29/6/1993 tarihindeterör eylemleri
nedeniyle hısımları olan M.A.nın
ölmesi, 15/9/1994 tarihinde ise S.A.nın yaralanmasına
dair özel durumları dikkate alınmaksızın Mahkemece mukim oldukları köyün
tamamen boşaltılmamış olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle
reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
43. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas
yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
44. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik
ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında
bulundukları yerleri kendi istekleriyleterk edenlerin
bu sebeple uğradıkları zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
45. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması
veya anılan yerleşim yerlerinde sadece geçici köy korucularının kalması”
şeklinde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını zorunlu görerek, güvenlik kaygısına
dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması halinde o yerleşim
yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik
şartlarının idarece oluşturulduğundan hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında
maddi zararların idarece ödenmesine yasal olanak bulunmadığı ilkesini
benimsemişlerdir (Mesude Yaşar, §§
89, 90; Cahit Tekin, §§ 84, 85).
46. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda, anayasal bir temel hak
veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin,
§ 88).
47. Başvurucuların ve murislerinin, hısımlarının terör nedeniyle
ölmesinden ve yaralanmasından kaynaklanan güvenlik kaygısıyla köylerini terk
ettiği ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve murislerinin vefat etmesi
üzerine başvurucuların belirtilen vakıaya ilişkin tutanaklar ile soruşturma
evrakını Derece Mahkemelerine ibraz ederek terör olaylarından kaynaklanan
güvenlik kaygısı nedeni ile yerleşim yerinin terk edildiği noktasındaki özel
durumlarının dikkate alınmasını talep ettikleri anlaşılmaktadır.
48. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan hükümler gözetildiğinde bireysel başvuruda bulunacakların,
başvuruya konu ettiği kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya
kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur
arasında şahsi ve özel bir bağın bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No: 2012/95,
25/12/2012, § 21)
49. Aile bireylerinden birisi insan hakları ihlalinden dolayı
mağdur olduğunda başvurucunun maruz kaldığı sıkıntı, insan hakkı ihlalinin
mağduru olan kişinin akrabasında kaçınılmaz olarak meydana geldiği kabul edilen
duygusal çöküntüden daha farklı bir boyut ve karakter arz eden özel nedenlerin
varlığını gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çakıcı/Türkiye, B. No: 23657/94, 8/7/1999,
§ 98; İpek/Türkiye, B. No:
25760/94, 17/2/2004, § 181).
50. Başvurucunun, yakınının mağduriyeti nedeniyle etkilenmiş ve
kendi hayat akışına yön vermiş olduğunun kabul edilebilmesi için -yaşanan olay
sonucunda duyulan üzüntünün ötesinde- yakınının başına gelen hadise sebebiyle
başvurucuda oluşan algı, bu algının meydana gelmesinde temel teşkil eden özel
bağ ve algının yoğunluğu hakkında açıklamada ve kanıtlamada bulunulması
gerekmektedir (Sahibe Çelik ve Necla Çelik,
B. No: 2013/4899, 20/1/2015, § 48).
51. Anayasa Mahkemesinin 10/6/2015 ve 17/9/2015 tarihli yazıları
ile başvuruculardan, mağdur oldukları beyan edilen, hısım oldukları iddia
edilen M.A. ve S.A. ile başvurucuların murisi A.A. arasında şahsi ve özel bağ
bulunduğuna dair başvuru formunda ileri sürülen iddialarını ispat etmeye
yönelik elverişli delilleri Mahkemeye sunmaları istenmiştir.
52. Başvurucular 8/7/2015 ve 19/10/2015 tarihli dilekçeleri ile M.A.nın; murislerinin yeğeni,
kendilerinin ise amcalarının oğlu olduğunu belirtmişler, S.A.nın
ise yakın kan hısmı olduğunu beyan etmenin dışında
başkaca bir husus belirtmemişlerdir.
53. Bu çerçevede başvurucuların murisleri olan A.A.nın yeğeni M.A.'nın
öldürülmesi ve hısmı S.A.nın
yaralanması iddiaları hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından başvuruculara
yazılan müzekkereye cevap olarak başvurucuların murislerinin bu kişiler ile
aralarındaki akrabalık ilişkisine değinmekle yetindikleri, aralarındaki
ilişkide şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge
sunmadıkları gibi herhangi bir beyanda da bulunmadıkları, akrabalarının başına
geldiği iddia edilen olay neticesinde başvurucularda oluşan algı, bu algının
oluşmasında temel teşkil eden özel nedenler ve algının yoğunluğu konusunda
başvurucuların yeterli açıklıkta beyanlarının bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu
tespit karşısında başvurucuların murisi A.A.nın
talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesinin, terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
yerleşim yerini terk edip etmediği noktasında nesnel ölçütten farklı bir karine
veya ölçüt arayışına girilmesini gerektirecek boyuta ulaşmadığı
anlaşılmaktadır.
54. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
55. Başvurucular, ayrıca idarenin can ve mal güvenliğini sağlama
yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle mülkiyet haklarını ihlal ettiğini
iddia etmektedir.
56. Başvuru formalarının incelenmesi neticesinde başvurucuların
Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürdükleri bölümde, 5233
sayılı Kanun kapsamında tanzim edilen belgelerde murislerinin maddi zararının
mevcut olduğunun belirtildiği ve tazminat başvurusunun reddedilmesine ilişkin
davada idari yargı makamlarının söz konusu düzenlemeleri dar ve aleyhe
yorumlaması nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğinin ileri
sürüldüğü tespit edilmiştir.
57. Başvurucular tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine
ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde başvurucuların
delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadıklarına ve yargılamaya etkin
olarak katılma imkânlarının ellerinden alındığına dair bir bulgu da
saptanmadığı anlaşılan somut yargılama faaliyetinin adil yargılanma hakkının
gereklerine uygun şekilde yerine getirildiği tespit edilmiş olduğundan mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir (Ülkü Özgür, B. No:
2013/2263, 26/6/2014, § 43).
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
10/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.