TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA CAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/5874)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan
ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin
YILDIRIM
|
|
|
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gizem
Ceren DEMİR KOŞAR
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa
CAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hizmet
sürelerinin tespiti istemiyle 9/2/2010 tarihinde açtığı davanın hatalı
değerlendirme ve eksik inceleme sonucunda reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede
tamamlanmaması nedenleriyle, adil yargılanma ve sosyal güvenlik hakları ile hak
arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma ve
tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 31/7/2013 tarihinde
İnegöl 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede dosyanın Komisyona
sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 31/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle
şöyledir:
5. Başvurucu, hizmet
sürelerinin Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) eksik bildirildiğini ileri sürerek,
1/1/1986–30/9/1987 tarihleri arasında davalı işverene ait işyerinde
çalıştığının tespit edilmesi istemiyle, 9/2/2010 tarihinde İnegöl 1. Asliye
Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) SGK ve işveren M.Y. aleyhine dava
açmıştır.
6. Mahkeme, dinlenilen tanık
ifadeleri ve toplanan delilleri değerlendirerek 4/7/2011 tarih ve E.2010/66,
K.2011/433 sayılı kararı ile davanın kabulüne hükmetmiştir.
7. Tarafların temyiz istemi
üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 8/10/2012 tarih ve E.2011/16741,
K.2012/17927 sayılı ilâmı ile söz konusu karar, “davacının [başvurucu] uyuşmazlığa konu dönemde yaklaşık 12 yaşında
olması, 30/9/1987-30/9/1990 tarihleri arasında aynı işyerinde çırak olarak
çalıştığına dair sözleşme, Halk Eğitim Merkez Müdürlüğünün yazıları ve tanık
beyanları karşısında; uyuşmazlığa konu olan tarihlerdeki çalışmanın tüm sigorta
kollarına tabi bir çalışma olduğunu kabul etmenin mümkün olmadığı” gerekçesiyle
bozulmuştur.
8. Mahkeme bozma ilâmına
uyarak; 7/3/2013 tarih ve E.2012/775, K.2013/141 sayılı kararı ile yapılan
yargılama, taraf beyanları, tanık anlatımları, dosyaya celp edilen SGK
kayıtları, şahsi işyeri dosyası ve alınan bilirkişi raporunu hep birlikte
değerlendirmiş, 17/07/1964 tarih
ve 506 sayılı [mülga] Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 3. maddesinin (II) numaralı
fıkrasının (B) bendi uyarınca özel kanunda tarifi ve nitelikleri belirtilen
çıraklar hakkında çıraklık devresi sayılan süre içinde analık, malullük,
yaşlılık ve ölüm sigortaları uygulanmadığı, uyuşmazlık konusu dönemde
yürürlükte bulunan 20/6/1977 tarih ve 2089 sayılı [mülga] Çırak Kalfa ve
Ustalık Kanunu’nun 4. maddesinde, bu kanuna tabi bir sanatı o sanat için
düzenlenen tarih ve pratik öğrenim programına göre o işyerinde öğrenmek
amacıyla bir çıraklık sözleşmesi ile bir işyeri sahibinin hizmetine giren
kimseye çırak deneceğinin düzenlendiğini belirtilerek, “dosyadaki kayıt ve belgelere göre; … davacının
30/9/1987-30/9/1990 tarihleri arası dönemde kaynakçılık meslek dalında çırak
öğrenci statüsünde eğitim gördüğü; davacı ile davalı işveren arasında 24/9/1986
tarihli çıraklık sözleşmesi imzalandığının anlaşıldığı, dinlenen tanıkların,
davacının, talebe konu dönemde çırak olarak çalıştığını beyan ettikleri,
uyuşmazlığa konu olan 1/1/1986-30/9/1987 tarihleri arası dönemdeki çalışmanın
tüm sigorta kollarına tabi bir çalışma olmadığı” gerekçesiyle
davanın reddine karar vermiştir.
9. Başvurucu tarafından temyiz
edilen karar, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 6/6/2013 tarih ve E.2013/10598,
K.2013/12631 sayılı ilâmıyla onanmıştır.
10. Onama kararı başvurucuya
31/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu aynı tarihte bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
11. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi ve 447. maddesinin (1)
numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1.
maddesinin birinci fıkrası, 7. maddesinin birinci fıkrası ve 15. maddesi (Bkz. B.No: 2013/6792, 18/6/2014, §§
16–20).
12. 506 sayılı mülga Kanun’un “Sigortalı sayılmayanlar” başlıklı 3.
maddesinin (II) numaralı fıkrasının (B) bendi şöyledir:
“Özel kanunda tarifi ve nitelikleri belirtilen
çıraklar hakkında, çıraklık devresi sayılan süre içinde analık, malullük,
yaşlılık ve ölüm sigortaları ile bu kanunun 35 inci maddesi hükümleri
uygulanmaz.”
13. 2089 sayılı mülga Kanun’un
4. maddesi şöyledir:
“Bu Kanuna tabi bir sanatı, o sanat için
düzenlenen teorik ve pratik öğrenim programına göre o işyerinde öğrenmek amacı
ile bir çıraklık sözleşmesi ile bir işyeri sahibinin hizmetine giren kimseye
çırak denir. Ancak, aynı maksatla veli veya vasisinin yanında çalışanlardan çıraklık
sözleşmesi aranmaz.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
14. Mahkemenin 10/3/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 31/7/2013 tarih ve 2013/5874
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
15. Başvurucu, hizmet tespiti istemiyle 9/2/2010 tarihinde açtığı davada,
tanıkların yaptıkları çırak nitelemelerinin gündelik dilde kullanılan anlamda
olmasına karşın Mahkemenin bu ifadeleri yanlış değerlendirdiğini, bunun üzerine
tanıkların tekrar dinlenmesini talep ettiğini ancak bu talebinin
karşılanmadığını, tanıklara soru sormasına izin verilmediğini belirterek, adil
yargılanma ve sosyal güvenlik hakları ile hak arama özgürlüğünün, yargılamanın
makul sürede tamamlanmaması nedeniyle ise adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
16. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde başvurucunun; açtığı hizmet tespiti davasında delillerin hatalı
değerlendirilmesi sonucunda davanın reddedilmesi nedeniyle, sosyal güvenlik
hakkı, adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri
sürdüğü anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına
ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar.
Başvurucunun anılan iddiaları yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına
yönelik olup, bu iddialar adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında
değerlendirilmiştir. Başvurucunun, tanıklarının yeterince dinlenmemesi ve
tanıklara soru sormasına izin verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının
ihlali iddiaları ile makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlali iddiası ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın
Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
17. Başvurucu, başvuruya konu davada, tanıkların yaptıkları çırak
nitelemelerinin gündelik dilde kullanılan anlamda olmasına karşın Mahkemenin bu
ifadeleri yanlış değerlendirdiğini ileri sürmüştür.
18. Anayasa'nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz."
19. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir."
20. 6216 sayılı Kanun'un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
21. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
22. Başvurucunun çalışma
sürelerinin SGK’ya eksik bildirildiği iddiasıyla
açtığı hizmet tespiti davasında yapılan yargılama sonucunda Mahkeme,
uyuşmazlığa konu dönemde başvurucunun çırak olarak çalıştığı ve bu dönemde
yapılan çalışmanın tüm sigorta kollarına tabi bir çalışma olmadığı gerekçesiyle
davanın reddine karar vermiştir (§§ 7, 8). Başvurucu, Mahkemenin tanık
ifadelerini yanlış değerlendirmesi nedeniyle davanın reddine hükmedildiğini
ileri sürmektedir.
23. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmış olup, Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya
açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
24. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Tanık Dinletme Hakkının İhlal Edildiği İddiası
25. Başvurucu, yargılama
sürecinde tanıkların yeterince dinlenmediği ve tanıklara soru sormasına izin
verilmediğini ileri sürmüştür.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
27. 6216 sayılı Kanun'un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
28. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu
yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.
29. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
30. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 19).
31. Bireysel
başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddialar Anayasa
Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan
yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (B. No:
2012/946, 26/3/2013, § 20).
32. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama
dosyası içeriğinden, somut olayda başvurucunun, tanıkların yeterince
dinlenilmediği ve tanıklara soru sormasına izin verilmediği yönündeki iddialarını
temyiz incelemesi aşamasında ileri sürmediği tespit edilmiştir. Başvurucunun,
delillerin toplanması ve değerlendirilmesi aşamasında eksik yapıldığını iddia
ettiği hususları öncelikle olağan kanun yollarını tüketerek temyiz merci önünde
ileri sürmesi gerekirken bu yola başvurmadan bireysel başvuruda bulunduğu
anlaşılmaktadır.
33. Açıklanan nedenlerle, hukuk sisteminde düzenlenen başvuru
yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
34. Başvurucu, 9/2/2010
tarihinde açtığı hizmet tespiti davasının makul sürede tamamlanmadığını
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
36. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
37. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
38. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, hizmet tespiti istemli bir davanın söz konusu olduğu görülmekle, 5521
sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen
somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir
yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
39. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 9/2/2010
tarihidir.
40. Sürenin bitiş tarihi ise,
yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut olayda
yargılamanın sona erdiği tarihin, İnegöl 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararının
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi tarafından onandığı 6/6/2013 tarihi olduğu
anlaşılmaktadır.
41. Makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri
çerçevesinde, bireylerin ekonomik geleceği ile çalışma barışı açısından arz
ettiği önem nazara alındığında, iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi
hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekmektedir. Bu
nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş
davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında, sözlü
yargılama usulüne tabi özel bir iş yargılaması sistemi ihdas ederek iş
davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce, mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz
bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, §
59).
42. 6100 sayılı Kanun’un 447.
maddesiyle, daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri
yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da
uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit yargılama usulü
yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir
incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek
dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772,
7/11/2013, §§ 64-65).
43. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde
görüldüğü anlaşılmakla, 5521 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama
faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren
6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 5521
sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30.
maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya
koyduğu anlaşılmaktadır (§ 11).
44. Anayasa Mahkemesinin, derece
mahkemelerinin yargılama sürelerine riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl
yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetleme görevi bulunmamakta olup Mahkeme,
davaların “makul süre” içerisinde
tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü
ele alarak, bu sürenin Anayasa’nın 36. maddesine uygun olup olmadığıyla sınırlı
bir inceleme yapmaktadır.
45. Başvuruya konu dava süreci
incelendiğinde, ilk karar tarihine kadar geçen yaklaşık bir yıl beş aylık süre
zarfında yapılan dokuz duruşma süresince, tanıkların dinlendiği, bilirkişi
raporu alındığı ve delillerin toplandığı anlaşılmaktadır. Bozma kararı üzerine
Mahkemenin, yaklaşık beş aylık sürenin sonunda hüküm verdiği ve söz konusu
kararın Yargıtay tarafından üç ay içinde onanarak kesinleştiği görülmektedir.
Böylece davanın, iki dereceli bir yargılama sisteminde toplam üç yıl üç ay
yirmi yedi gün sonunda karara bağlandığı anlaşılmaktadır.
46. Yargılama süresinin bütünü
dikkate alındığında İlk Derece Mahkemeleri ve Yargıtaydaki
yargılama sürecinde başvurucunun haklarını ihlal edecek şekilde gecikme olmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
47. Açıklanan nedenlerle,
başvuruya konu yargılamanın makul süreyi aşmadığı ve başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. Tanık
dinletme hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemesi”,
3. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerine bırakılmasına,
10/3/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.