TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
ORHAN YÜKSEL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/604)
|
|
Karar Tarihi: 10/12/2015
|
R.G. Tarih ve Sayı: 14/1/2016-29593
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Orhan YÜKSEL
|
Vekili
|
:
|
Av. Şakir
Erkan GÖKSU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, miras yoluyla intikal eden taşınmazlar üzerine
yapılan gecekonduların sahiplerince açılan olağanüstü zamanaşımı ile zilyetliğe
dayalı tapu iptal ve tescil davalarının kabulüne karar verilmesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 21/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 21/4/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde, kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin
bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Bakanlığın 19/9/2014 tarihli görüş yazısı 30/9/2014 tarihinde
başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular Bakanlığın cevabına karşı
beyanlarını 14/10/2014 tarihinde yasal süresi içinde ibraz etmişlerdir.
6. İkinci Bölümün 19/11/2015 tarihinde yaptığı toplantıda
başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması
gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile dava dosyasında yer aldığı
şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, babasının 13/12/1956 tarihinde vefatı ile bağ
vasfında olan taşınmazların tek mirasçısı olduğunu, 1970'li yıllardan sonra bu
taşınmazlar üzerine üçüncü kişiler tarafından gecekondu tabir edilen evler inşa
edildiğini, 1989 ve 1998 yıllarında yapılan imar çalışmaları neticesinde
taşınmazların arsa vasfına kavuştuğunu ve 20/6/2000 tarihinde adına tescil
edildiğini belirtmiştir.
9. Gecekondularda mukim üçüncü kişilerce, 27793 ada 2, 27804 ada
1 ve 2, 27820 ada 1 sayılı parsellerin 20/6/2000 tarihinde intikaline kadar 20
yıldan fazla süreyle koşullarına uygun olarak tasarruf edildiği, tapu
kayıtlarının değerini yitirdiği ileri sürülerek tapu iptali ve tescil talebiyle
14/9/2001 tarihinde başvurucu aleyhine Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesinde
(Mahkeme) dava açılmıştır.
10. Mahkeme, 20/3/2003 tarihli ve E.2001/517, K.2003/164 sayılı
kararı ile kazandırıcı zamanaşımı süresinin imar düzenlemesine kadar
gerçekleşmediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
11. Temyiz üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 1/10/2003 tarihli
ve E.2003/4114, K.2003/6018 sayılı ilamı ile hükmün davacılar lehine
bozulmasına karar vermiştir.
12. Başvurucu aleyhine, 1066 ada 21 parsel sayılı taşınmazın
tapu iptali ve tescili talebiyle Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan
2001/811 esas sayılı dava dosyasının asıl dosya ile birleştirilmesine karar
verilmiş; başvurucu birleşen davada tüm davacılar aleyhine menimüdahale
davası açmıştır.
13. Mahkeme, 11/9/2008 tarihli ve E.2003/856, K.2008/291 sayılı
kararında "1966 ada 22 parsel iken
değişik tarihteki imar uygulaması sonucu 27804 ada 1,2 parseller olarak intikal
gören taşınmazlarda davacı N.Y., D. K., A. K., H. Ü., G K.’un
1974 yıllarından başlayan zilyetliklerinin kesintiye uğramaksızın nizasız
herhangi bir mahkeme olmaksızın intikal tarihi olan 20.06.2000 tarihine kadar
devam ettiği, halen bu yerlerin kullanımlarında olduğu, Medeni Kanun’un 713/2
maddesinde belirlenen 20 yıllık sürenin dolmuş olduğu, bir kısım yerlerin yolda
kaldığı bilirkişi ve krokide yer alan kısımların Çankaya Belediye Başkanlığı
imar ve şehircilik müdürlüğü yazılarına göre ifrazlarının mümkün olmadığı hisse
tescilini de davacıların kabul ettiği, zilyetliğe dayalı kullanım sebebi ile men'i müdahale şartları oluşmadığı"
gerekçesiyle davacılar lehine davanın kısmen kabulüne, birleşen dava yönünden
diğer davacılar lehine davanın kısmen kabulüne ve başvurucunun davacıların menimüdahalesi talepli karşı davasının reddine karar
vermiştir.
14. Temyiz istemi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 14/4/2009
tarihli ve E.2009/553, K.2009/1857 sayılı ilamı ile "tapu maliki Hilmi Yüksel’in 13.12.1956 ölüm tarihinden ikinci
imar uygulamasının yapıldığı 23.3.1998 ve intikal tarihi olan 20.6.2000
tarihine kadar davacılar lehine kazanma koşullarının oluşmasına, Çankaya 5.
Bölge Tapu Sicil Müdürlüğünün 2.4.2002 tarihli karşılık yazısına ve dosya
arasında bulunan tapu kayıtlarına göre öncesi 1966 ada 22 kadastro parseli olan
dava konusu taşınmazın 20.1.1989 tarihli birinci imar uygulamasında 25693 ada
1,2,3,4,5,6,7,8,9 ile 25695 ada 1 ve 25687 ada 8 parsellerin oluşmasına,
23.3.1998 tarihli ikinci imar uygulamasında 27804 ada 1,2 ve 5 parsellerin
oluşmasına, dava konusu taşınmaz bölümlerinin ilk imar uygulamasında zemindeki
yerlerinin ve maliklerinin değişmemiş olmasına, bir bölümünün imar yolunda
bırakıldığı ikinci imar uygulamasına kadar TMK.’nun
713/2. maddesine göre davacılar lehine kazanma koşullarının oluşmasına, bir
kısım teknik bilirkişi raporlarındaki yüzölçümü hatasının düzenleme ortaklık
payının (DOP) hesaba katılmamış olmasından kaynaklandığı anlaşılıp sonradan
düzeltildiği" gerekçesiyle usul, yasa ve bozma gereklerine
uygun tapu iptal ve tescil davasının kabule ilişkin bölümü ile karşı
davacıların açtıkları el atmanın önlenmesi ve yıkım davasının esasının reddine
ilişkin hüküm bölümlerinin onanmasına karar vermiştir. Davacı N.Y. ile birleşen
dosyanın davacıları N.E., A.E., S. E., A.K. ile H. Ü.nün
tespit davalarına ilişkin ise dosya içeriğine, somut olayın koşullarına, imar
uygulamasına göre bu yerlerin tespitinin istenmesinde davacıların hukuki yararı
bulunduğu, taraf teşkili sağlandıktan sonra yasal hasım durumundaki Hazine ve
Belediyenin bildirmesi hâlinde deliller toplanıp, tartışılıp, değerlendirilerek
tespit koşullarının oluşması durumunda adı geçen davacıların tespit
isteklerinin kabulüne karar verilmesi gerekirken değişik gerekçelerle tespit
isteklerinin reddine karar verilmesi doğru görülmediğinden kararın buna ilişkin
bölümünün bozulmasına karar verilmiştir.
15. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 8/10/2009
tarihli ve E.2009/4032, K.2009/4630 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
16. Bozma sonrası yargılamaya devam eden Mahkeme, 27/5/2010
tarihli ve E.2009/380, K.2010/249 sayılı kararı ile Yargıtay ilamı
doğrultusunda davanın kabulüne karar vermiştir.
17. Başvuruya konu Mahkeme kararına dayanak olan 22/11/2001
tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 713. maddesinin ikinci fıkrasında
yer alan "ölmüş ya da"
kelimeleri Anayasa Mahkemesinin 17/3/2011 tarihli ve E.2009/58, K.2011/52
sayılı kararıyla Anayasa'nın 2. ve 35. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal
edilmiş ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir. Yürürlüğü durdurma
kararı 2/4/2011 tarihli ve 27893 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanmıştır.
18. İlk Derece Mahkemesinin K.2010/249 sayılı kararı, aynı
Dairenin 19/12/2011 tarihli ve E.2010/6729, K.2011/7299 sayılı ilamı ile
onanmıştır.
19. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26/11/2012 tarihli ve
E.2012/2445, K.2012/11143 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
20. Karar 24/12/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 21/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
22. 4721 sayılı Kanun’un “Olağanüstü
zamanaşımı” başlıklı (17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk
Medeni Kanunu’nun 639 maddesiyle benzer) 713. maddesi şöyledir:
“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı
davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde
bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki
mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
Aynı
koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce (…)
[“Bu fıkrada yer alan “…ölmüş ya da …” kelimeleri Anayasa Mahkemesi’nin
17/3/2011 tarihli ve E.:2009/58, K.: 2011/52 sayılı Kararıyla iptal
edilmiştir.”] hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan
taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi
de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının
tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. Tescil davası, Hazineye
ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin
mirasçılarına karşı açılır.
Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa
ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa
ilân olunur.
Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki
koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz
yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar
verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda
kazanılmış olur.
Davalılar ve itiraz edenler, aynı davada kendi
adlarına tescile karar verilmesini isteyebilirler. Kararda, tescili istenilen
taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara,
uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir. Özel kanun
hükümleri saklıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 10/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 21/1/2013 tarihli ve 2013/604 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu, murisinden intikal eden taşınmazlar üzerine
1970'li yıllarda gecekondu tabir edilen inşaatlar yapıldığını, bu inşaat
sahiplerince olağanüstü zamanaşımı ile zilyetliğe dayalı tapu iptal ve tescil
davaları açıldığını; Mahkemenin, miras hakkını göz önünde bulundurmayarak
aleyhine açılan tapu iptal ve tescil davasının kabulüne karar verdiğini
belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet ve miras haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin giderilmesi için duruşma, keşif ve
bilirkişi incelemesi yapılarak kendisine 1.600.000 TL maddi tazminatın
yargılama giderleriyle birlikte ödenmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
25. Başvuruya konu edilen bir kısım taşınmazlara ilişkin dava,
Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 14/4/2009 tarihli kararıyla Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruları kabul etmeye başladığı 23/9/2012 tarihinden önce
kesinleştiğinden inceleme konusu yapılmamıştır. Başvurucunun Yargıtay 8. Hukuk
Dairesinin 26/11/2012 tarihli kararıyla kesinleşen davaya konu ettiği
taşınmazlar yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası açıkça dayanaktan
yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden
herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle 26/11/2012 tarihli karar ile
kesinleşen konuyla sınırlı olarak başvuruya ilişkin kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
26. Başvurucu, murisinden kalan taşınmazın olağanüstü zamanaşımı
nedeniyle başkaları adına kaydedilmesine karar verildiğini, dayanılan Kanun
hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından mülkiyet hakkına aykırı olduğu
gerekçesiyle iptal edildiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmektedir.
27. Bakanlık, başvurucunun mülkünün elinden çıkmasına üçüncü
kişilerce açılan dava sonucunda karar verildiği, devletin bir müdahalesinin
bulunmadığı ancak devletin etkili iç hukuk yolları ihdas etmek gibi pozitif
yükümlülüklerinin bulunabileceği yönünde görüş bildirmiştir.
28. Başvurucu ise Bakanlığın görüşüne karşı; bilirkişi raporuyla
taşınmazlarının tamamının tarım arazisi olarak nitelendirildiğini, davanın
kısmen kabul edilebilmesi mümkün olduğu hâlde reddedildiğini, bu nedenle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini beyan etmiştir.
29. Anayasa’nın “Mülkiyet
Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
30. Anayasa'nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek (1) No.lu
Protokol’ün “Mülkiyetin korunması”
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
32. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye, başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır. Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla
sınırlama getirilebilir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak
bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir
(Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).
a. Müdahalenin Niteliği
33. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak
bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak
ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş ikincil bir koruma mekanizması
olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel
kişilerin birbirlerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete
atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru
konusu yapılan dava, sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle
kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar
yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler
Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).
34. Mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde
kullanılabilmesi, yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı olmayıp
özellikle başvurucuların kamu makamlarından meşru beklentilerinin olduğu
tedbirler ile mülkünden etkili bir biçimde yararlanabilmeleri arasında doğrudan
bir bağ bulunduğu durumlarda ayrıca pozitif koruma önlemlerinin de alınması
gerekmektedir (Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, §
134).
35. Bunun yanında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ulusal
makamların iç hukuk ve olaylara ilişkin yorumunun açık biçimde Sözleşme
değerleriyle uyumsuz ve keyfî olmaması gerektiğini, ulusal mahkemelerin de iç
hukuku yorumlarken AİHM’in yorumladığı şekliyle Sözleşme’ye en uygun yorumu tercih etmeleri gerektiğini
vurgulamaktadır (Pla ve Puncernau/Andora,
B. No: 69498/01, 13/7/2004, §46,059,062).
36. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan
Anayasa’nın 5. maddesi, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan
engelleri kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir.
Bahsedilen Anayasa hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin
gerçekleştirilmesine yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir.
Anayasa’nın pek çok maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve
gerçekleştirilmesi için devletin alacağı tedbirlerden bahsedilmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, § 38).
37. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan temel
haklara özel hukuk kişileri tarafından yapılan müdahaleler sonucu bireylerin
haklarının zarar gördüğü kimi durumlarda devlete atfedilebilecek sorumluluklar
bulunabilir. Devletin bu tür haksız müdahalelere karşı mülkiyet hakkının
korunması için etkili iç hukuk yolları ihdas ederek yapılan müdahalelere karşı
özellikle mahkemelere başvurmak suretiyle bireylerin koruma talep
edebilmelerini sağlaması ve yapılacak yargılamalarda özel kişilerin çatışan
hakları arasında tercih yaparken mahkemelerce Anayasa’ya uygun yorumla temel
hakların korunması gerekmektedir. Böylelikle devlet, etkili bir iç hukuk yolu
ihdas ederek adalet ve hakkaniyete uygun bir yargılama ortamı oluşturarak
üzerine düşen görevi yerine getirmiş olacaktır (Türkiye Emekliler Derneği, § 39).
38. Anayasa’nın 35. maddesi ve (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi
benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme de üç
kural ihtiva etmektedir. Sözleşme’nin ilk cümlesi herkese mülkünden barışçıl
yararlanma hakkı verirken Anayasa daha geniş manada mülkiyet hakkını
tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise kişilerin hangi koşullarda
mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere ait mülkiyetin hangi
koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına almaktadır (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No:
2013/1301, 30/12/2014, § 46).
39. Her iki düzenlemenin üçüncü cümleleri ise mülkiyetin
kullanımının kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Anayasa’nın 35.
maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken Sözleşme’ye Ek (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesinin ikinci
fıkrası devletlere mülkiyeti kamu yararına düzenleme yetkisi tanımakta ve
vergiler, diğer katkılar ile cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri
yasaları uygulama konusundaki haklarını saklı tutarak taraf devletlerin genel
yarara uygun olarak “mülkiyetin kullanımını kontrol” yetkisine sahip
olduklarını kabul etmektedir. Bununla beraber Anayasa’nın birçok maddesi ilgili
olduğu hususta devlete mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti
düzenleme yetkisi vermektedir (Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, § 47).
40. AİHM’e göre ikinci ve üçüncü
kurallar, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen birinci
kuralın özel görünüm şekilleridir ve bu nedenle genel nitelikli birinci kuralın
ışığı altında anlaşılmaları gerekmektedir (James
ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, §
37).
41. Somut olayda başvurucu, murisinden kalan taşınmaza ilişkin
olarak üçüncü kişilerce olağanüstü zamanaşımı nedeniyle açılan tescil davasında
Mahkemece, 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesinde yer alan zamanaşımı süreleriyle
ilgili genel hükmün uygulanması sonucu dava konusu taşınmaz parçalarında
mülkiyet hakkını kaybetmiştir. Bahsedilen hüküm, 4721 sayılı Kanun’un eşya
hukukunu düzenleyen dördüncü kitabının taşınmaz mülkiyetini düzenleyen ikinci
bölümünde yer almakta olup başka amaçların yanında taraflar arasında toprak
mülkiyeti ve kullanımı konusundaki zamanaşımı sürelerini düzenlemek amacıyla
getirilmiştir. Devletin bu düzenlemedeki amacı kişileri kamu yararı gereği
mülklerinden mahrum bırakmak olmayıp yirmi yıldan uzun süre fasılasız ve
nizasız kullanılan taşınmazın mülkiyet hakkının kime ait olduğunun düzenlenmesi
olduğundan somut başvurunun, devletin mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da
mülkiyeti düzenleme yetkisi kapsamında mülkiyet hakkının üçüncü kuralı
çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
i. Kanunilik
42. Başvurucu, 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesinde yer alan “ölmüş” kelimesinin 17/3/2011 tarihli
Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edildiğini, bu nedenle murisinden kalan
taşınmazının başkası adına tescilinin kanuni olmadığını iddia etmiştir.
43. Anayasa’nın 35. ve 13. maddeleri mülkiyet hakkına
getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması
gerektiğini hüküm altına almaktadır. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir
diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı
kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik
şartını karşılayabildiğini kabul ederken (Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm
sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 31).
44. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik
taşıması, bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp
sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, § 39).
45. “Belirlilik” ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil, daha
geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve
öngörülebilir olmak gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla
yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki
belirlilik sağlanabilir. Asıl olan, muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında
belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün
kılacak bir normun varlığıdır (AYM, E.2009/9, K.2011/103, 16/6/2011).
46. Anayasa'nın 153. maddesinin ikinci fıkrası gereği, Anayasa
Mahkemesince iptal edilen kanun hükmü, iptal kararının Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihte, Anayasa Mahkemesince daha
ileri bir tarih belirlenmiş ise belirlenen tarihte yürürlükten kalkacaktır.
Aynı maddenin dördüncü fıkrası gereği ise Anayasa Mahkemesi iptal kararları
geriye yürümeyecektir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesince iptal edilen bir kanun
hükmü, iptal kararının yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla yürürlükten kalkacak
ve iptal kararları geriye yürümeyeceği için de bu kanun hükmüne göre tesis
edilmiş işlemler geçerliliklerini sürdürecektir. Nitekim AİHM de hukuki
kesinlik ilkesi gereği anayasa mahkemelerinin iptal kararlarının geriye dönük
olarak haklar tesis etmeyeceğini belirtmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. H.R./Almanya, B. No:
17750/91, 30/6/1992; J.R./Almanya,
B. No: 22651/93, 18/10/1995; Mika/Avusturya,
B. No: 26560/95, 26/6/1996).
47. Somut başvuruya konu davada Mahkeme, Anayasa Mahkemesinin
17/3/2011 tarihli iptal kararından önce 11/9/2008 tarihli kararıyla 14/9/2001
tarihinde açılan davada dava sürecinde yürürlükte olan 4721 sayılı Kanun’un
713. ve mülga 743 sayılı Kanun’un 639. maddelerinde yer alan hükümlere
dayanarak başvurucunun murisinin 1956 yılında vefat ettiğini, davacıların 1974
yılından itibaren taşınmazı nizasız olarak 2000 yılına kadar kullandıklarını,
başvurucunun taşınmazı 2000 yılında adına kaydettirdiğini tespit ederek
davacılar lehine olağanüstü zamanaşımı nedeniyle tescil koşullarının oluştuğu
kanaatine ulaşmış ve taşınmazın davacılar lehine tesciline hükmetmiştir.
Yargıtay tarafından yapılan son temyiz yargılamasında ise Daire, bahsedilen
koşulların dava tarihi itibarıyla oluştuğunu gözeterek Anayasa Mahkemesi iptal
kararını dava konusu olaya uygulamamıştır.
48. Somut davada uygulanan 4721 sayılı Kanun’un 713. ve mülga
743 sayılı Kanun’un 639. maddelerinde yer alan hükümler erişilebilir,
bilinebilir ve muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür
sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak nitelikte olup Anayasa
Mahkemesinin 17/3/2011 tarihli iptal kararına kadar hüküm ifade ettikleri
açıktır. Anayasa Mahkemesi iptal kararı ise geçmişe dönük olarak başvurucu
lehine bir hak doğurmamaktadır.
49. Bu durumda mevcut düzenlemelerin, başvurucuların mevcut
koşullarda makul kabul edilebilecek bir ölçüde davranışlarının sonuçlarını dava
tarihi itibarıyla öngörmelerini sağlamaya yetecek hukuki belirlilik taşıdığının
ve müdahalenin hukuki dayanağının yeterli açıklıkta bulunduğunun kabulü
gerekir.
ii. Meşru Amaç
50. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya bireysel
çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün
kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirme hedefine yönelmek
durumundadır. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme
organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu
belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda bir
uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması
yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları
açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde, açıkça dayanaktan
yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının kamu yararı
tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, §§ 34, 35,
36).
51. Devlet, düzenlemelerle bireylerin taşınmaz mülkiyetlerini
sürdürmeleri için olumlu eylemlerde bulunmalarını zorunlu tutabilir. Birçok
ülkede bulunan olağanüstü zamanaşımı ile taşınmazın mülkiyetini veya mülkiyet
haklarının bir kısmını kazandırıcı düzenlemeler, taşınmaz üzerinde mülkiyet
haklarının kullanımında hukuki belirliliği sağlamaya yönelik olup bu tür
düzenlemeler açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemez sonuçlar
doğurmadığı sürece devletin takdir yetkisi içinde kabul edilmelidir (Benzer
yönde AİHM kararları için bkz. Denev/İsveç,
B. No: 12570/86, 18/1/1989; J.A. Pye (Oxford) Ltd. ve J.A. Pye
(Oxford) Land Ltd./Birleşik Krallık, B. No: 44302/02, 30/7/2007, §§
74, 83).
52. 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesiyle, ölmüş kişiye ait
taşınmazın 20 yıldan uzun bir süre davasız ve aralıksız kullanılması hâlinde
zilyet lehine tescil hakkı verilmektedir. Kanun koyucu, taşınmaz mülkiyeti ve
taşınmazın kullanım hakkına ilişkin olarak toprak mülkiyetinin atıl kalmaması, kullanılarak ekonomiye katkı sağlanmasının
temin edilmesi amacıyla bu konudaki hukuki güvenliği ve belirliliği sağlamaya
dönük olarak ölmüş kişinin taşınmazını adına tescil ettirmeyen varisi ile
davasız ve aralıksız 20 yıl zilyetliği bulunan kişi arasında yarışan haklar
yönünden ikincisi lehine bir düzenleme yapmıştır.
53. 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesiyle hedeflenen 20 yıllık
olağanüstü zamanaşımı süresi öngören düzenleme, her ne kadar daha sonra Anayasa
Mahkemesi tarafından kısmen iptal edilmiş ise de başvuru konusu dava, tarihi
itibarıyla meşru bir amaca yönelik olup söz konusu davada ilgili hükmün
uygulanmasıyla Anayasa Mahkemesinin 17/3/2011 tarihli iptal kararından önce
gerçekleşen müdahalenin kamu yararı amacı taşımadığı söylenemez.
iii. Ölçülülük
54. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları
ancak kanunun öngördüğü usullerle ve kamu yararı gereği sınırlandırılabilir.
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet
haklarının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile
bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.
55. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”, öngörülen
müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını;
“gereklilik”, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, 19/12/2013, §
38).
56. AİHM; bireylerin, değeriyle orantılı makul bir bedel
ödenmeden mülklerinden mahrum edilmeleri hâlinde yapılan müdahalenin ölçülü
olmadığına hükmetmektedir. Bununla beraber Sözleşme ile korunan mülkiyet hakkı
her durumda tam bedelin ödenmesini güvence altına almamaktadır. Ekonomik reform
ya da sosyal adaleti gerçekleştirmek gibi geniş çaplı tedbirleri uygulamaya
yönelik istisnai durumlarda meşru kamu yararı amacıyla yoksun bırakılan
mülkiyetin piyasa değerinin altında ödeme yapılmasını ölçülülük ilkesine aykırı
bulmayabilmektedir (Sporrong ve Lönnroth/İsveç,
B. No: 7151/75, 72/52/75, 23/9/1982, § 69; James
ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 54; Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96, 25/3/1999, §
48; Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
9006/80…, 8/7/1986 §§ 120,121).
57. Anayasa ve Sözleşme’de yer alan ve
yukarıda yer verilen üçüncü kurallar devlete, mülkiyetin kullanımı veya
mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi
vermektedir. Mülkiyetten yoksun bırakmaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük
ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010,
§§ 83, 84). Buna göre mülkiyet hakkının düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı
amacıyla ve kanunla kullanılmalıdır. Bunun yanında ölçülülük ilkesi gereği
mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme yükümlülüğü, davanın
koşullarına bağlı olarak düzenleme yetkisinin kullanıldığı durumlarda
gerekmeyebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Depalle/Fransa, § 91).
58. Somut başvuruya konu davada taşınmazın mülkiyeti devlete
intikal etmemiş, özel kişiler arasında olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı hükmü
gereği el değiştirmiştir. Mülkiyetin devlete geçmediği kimi durumlarda da
bireylerin oluşan zararlarında devlete atfedilebilecek sorumluluklar
bulunabilir ve bu nedenle tazminat ödeme yükümlülüğü doğabilir. Bu konudaki
tespitin her davanın özel koşulları çerçevesinde değerlendirilmesi
gerekmektedir.
59. Mülkiyetin kullanımını düzenleyen kanun ve uygulamaların da
elde edilmek istenen kamu yararıyla bireysel menfaatler arasında adil bir denge
kurması yani ölçülü olması gerekmekle birlikte mülkiyetten yoksun bırakan
uygulamalar gibi bireyin kişisel menfaati ile toplumun genel menfaati arasında
dengeyi sağlamak için her zaman tazminat ödenmesi gerekmez (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 65).
60. Somut başvuruya konu davada başvurucunun murisi 1956 yılında
vefat etmiş ancak başvurucu mirası devralmamış, dava konusu taşınmazı 1974
yılından itibaren burada gecekondu tabir edilen konutlar inşa eden kişiler
aralıksız ve davasız olarak kullanmışlardır. Başvurucu 2000 yılında taşınmazı
adına tescil ettirmiştir. Davacı kişilerin zilyetliğinin aralıksız ve davasız
olarak 1974 yılından 2000 yılına kadar sürdüğü konusunda bir uyuşmazlık
bulunmamaktadır.
61. 4721 sayılı Kanun’un çeşitli hükümlerinde taşınmaz malikinin
taşınmazına yapılan haksız müdahaleleri önleyici ve haksız kullanımı tazmin
edecek mekanizmalar düzenlenmiştir. Kanun’un 683. maddesinde malikin, malını
haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi
her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebileceği belirtilmiştir.
Somut davada başvurucuya murisinden 1956 yılında kalan taşınmaz, 1974 yılından
2000 yılında kadar başkaları tarafından kullanıldığı hâlde başvurucu, bu
kişilerden kullanım bedeli talep edecek bir istihkak davası veya üçüncü
kişilerce el atmanın önlenmesi amacıyla bir dava açmamıştır. Başvurucu 20
yıllık hak düşürücü süre içinde herhangi bir dava açarak zamanaşımı süresini
kesme olanağına sahip olup bahsedilen süre, başvurucunun taşınmazın mülkiyetini
kaybetmemesi için taşınmazı kullanan üçüncü kişiler aleyhine dava açması ve bir
uyuşmazlık yaratması için yeterli bir süredir.
62. Aynı şekilde başvurucu, dava açmasa bile taşınmazları tapuda
mirasa dayanarak adına tescil ettirmek suretiyle de olağanüstü zamanaşımı ile
kazanmayı engelleyebilecek imkâna sahip olup bu haktan yaklaşık 46 yıl boyunca
yararlanmamıştır.
63. Taşınmazın mülkiyetinin devletin kusuru olmaksızın
olağanüstü zamanaşımı nedeniyle üçüncü kişilere geçtiği durumlarda devletin
tazminat sorumluluğunu kabul etmek taşınmazların kullanımı ve diğer mülkiyet
haklarında belirliliği sağlamaya yönelik zamanaşımı sürelerinin amacına aykırı
olacaktır. Bireylerin diğer özel kişilerin eylemlerine karşı haklarını korumak
için etkili hukuk yollarının bulunduğu bu durumlarda hak düşürücü sürelere
uymamalarından kaynaklanan kayıpları için devletin tazminat sorumluluğu
bulunduğu kabul edilemez.
64. Nitekim AİHM, benzer nitelikte bir başvuruda 12 yıllık
zamanaşımı süresi ile mülkiyet haklarının zilyet tarafından elde edilmesi
nedeniyle taşınmazı elinden çıkan başvurucunun şikâyetini, Birleşik Krallık’ta uzunca bir süredir yerleşik olan sistemin mevcudiyetine
işaret ederek bu tür düzenlemelerin, mevzuatı kabul edilemez duruma getirecek
kadar alışılmışın dışında sonuçlar doğurmadığı sürece devletin takdir alanı
içinde kaldığını kabul edip başvuranın 12 yıl boyunca dava açma imkânı
bulunduğunu gözeterek yerinde bulmamış ve mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine
karar vermiştir (J.A. Pye
(Oxford) Ltd. ve J.A. Pye (Oxford) Land Ltd./Birleşik
Krallık, §§ 83, 84, 85).
65. Bu durumda toprak mülkiyetinin; atıl kalmaması, kullanılarak
ekonomiye katkı vermesinin temin edilmesi amacıyla hukuki belirliliği sağlamaya
yönelik 20 yıllık olağanüstü zamanaşımı süresinin meşru amacı ile başvurucunun
mevcut hukuk sisteminde sahibi olduğu mirası devralma hakkını 46 yıl boyunca,
gecekondu sahipleri aleyhine dava açma hakkını ise 26 yıl boyunca kullanmayarak
dava konusu taşınmazın mülkiyetini kaybetmesi karşılaştırıldığında mülkiyet
hakkının gerektirdiği adil dengenin bozulmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
66. Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe
katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh
KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
OYBİRLİĞİYLE
10/12/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
Başvurucu hakkında ilk derece Mahkemesince verilen davanın reddi
kararında ve bunu onayan (akabinde de karar düzeltme işlemini reddeden)
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi kararında “norm” olarak 4721 sayılı Medeni Kanunu’nun
713. maddesinde yer alan “…ölmüş ya da” ibareleri
gerekçelere esas alınmışsa da; dava Yargıtay’da temyiz incelemesinde iken
Anayasa Mahkemesi’nin 17.3.2011 tarih ve E.2009/58, K.2011/52 sayılı kararı ile
iptal edilmiş ve bu iptal kararı yine henüz temyiz istemi hakkında bir karar
verilmeden 23.7.2011 tarih ve 28003 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanmış; Yargıtay 8. Hukuk Dairesi ise yayımlanan bu iptal kararı
sonrasında 19.12.2011 tarihinde “ONAMA”
ve 26.11.2012 tarihinde ise “Karar Düzeltme İsteminin Reddi” kararı vermiştir.
Anayasa’nın 153.
maddesinin son fıkrasında “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi
Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve
yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin 17.3.2011 tarihli iptal kararının her ne
kadar bir itiraz mahkemesince yapılmış başvuru üzerine somut norm denetimi
sonucu verilmiş bir karar olsa da gerek yukarda işaret edilen Anayasa hükmü,
gerek “hukuk devleti” ilkesi (Anayasa Madde 2) uyarınca, kesin hüküm halini
almamış tüm hukuki uyuşmazlıklara (davalara) derhal uygulanması gerekmektedir.
İlk derece mahkemesi kararının verildiği tarihte yürürlükte olan kural (Medeni
Kanunun 713. maddesindeki “…ölmüş ya da …” ibaresi), bu hükmün temyizi
aşamasında Resmi Gazete’de 23.7.2011 tarihinde
yayımlanan iptal kararıyla hukuk dünyasında geçerliliğini kaybettiği gibi;
kuralla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’nce iptal tarihi (17.3.2011) itibariyle
YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI kararı da
verildiği dikkate alındığında, temyiz merciinin artık 23.7.2011 tarihi
itibariyle anılan önceki kuralı dikkate almadan temyiz incelemesini yapması icab ederdi. Esasen uygulamada gerek Danıştay gerek
Yargıtay’ın yerleşik uygulamasının bu doğrultu da olduğu görülmektedir. Oysa
davanın somutunda bu lazımeye riayet edilmeden temyiz inlemesi yapılmış ve önce
onama, akabinde de karar düzeltme isteminin reddi yolunda kararlar verilmiştir.
Bu suretle temyiz merciince tesis edilen kararlardaki vaki takdir zaafı,
sonuçta başvurucunun mülkiyet hakkının özünün ortadan kalkması sonucunu
doğurmuştur.
Açıklanan nedenlerle;
başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde belirtilen mülkiyet hakkının ihlâl
edildiği sonucuna vardığımızdan; çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
KARŞIOY YAZISI
1. Başvurucu, 1956 yılında vefat eden murisinden kalan
taşınmazları 20/6/2000 tarihinde kendi adına tapuya tescil ettirmiş, ancak aynı
taşınmazları 1974 yılından beri tasarruflarında bulunduran bazı kişiler
(gecekondu sahipleri) 14/9/2001 tarihinde Türk Medeni Kanunu’nun 713. maddesi
gereğince tapu iptali ve tescil talebiyle dava açmışlardır.
2. Taşınmazları tasarruflarında bulunduran kişilerin dava
açtıkları tarihte taşınmazların tapuda kayıtlı bir maliki bulunduğu ve bu
malikin (başvurucu) sağ olduğu açıktır. Bu nedenle TMK 713. maddesindeki
koşullara uygun olmayan talebin reddi gerekirken, olay 2000 yılından önceki
duruma göre değerlendirilerek, başvurucunun murisinin TMK 713. maddesinde
öngörülen yirmi yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu tarihte ölmüş olduğu
noktasından hareketle, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin kararı doğrultusunda
taşınmazların gecekondu sahipleri adına tesciline karar verilmiştir.
3. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, 713. maddenin ikinci
fıkrasındaki “ölmüş ya da”
ibaresini 17.3.2011 tarihli, Esas:2009/58, Karar:2011/52 sayılı kararıyla iptal
etmiş, bu karar Resmi Gazete’nin 23/7/2011 tarihli, 28003 sayılı nüshasında
yayımlanmıştır.
4. Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasına göre “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen
yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar”.
5. Taşınmazlarda inşa edilen gecekondularda mukim kişilerin
açtığı dava, henüz karar düzeltme safhasında iken Anayasa Mahkemesinin ilgili
kararı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Buna göre, henüz
kesin hükümle sonuçlanmamış olan davanın, Anayasa Mahkemesinin “ölmüş” kelimesini iptal eden kararı
doğrultusunda sonuçlandırılması gerekmektedir. Bu durumda, Anayasa Mahkemesi
kararlarının geriye yürümezliği ilkesi gereğince dava tarihinde uygulanabilir
olan “ölmüş” kelimesinin iptal
kararından sonra dahi geçerliliğini koruduğundan söz edilemez. Ancak
Yargıtay’ın onama kararı 19.12.2011,
karar düzeltme talebinin reddi kararı da 26.11.2012
tarihlidir.
6. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin “ölmüş”
kelimesinin Anayasa Mahkemesince iptali konusunda bir değerlendirmeyi ve
gerekçeyi de ihtiva etmeyen kararında bariz bir takdir hatası olduğu, bu
nedenle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği kanaatindeyim.
|
|
|
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞI OY
Başvurucu, miras yoluyla intikal eden taşınmazların işgali
suretiyle, üzerlerine yapılan gecekonduların sahiplerince açılan, olağanüstü
zamanaşımı ile zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescili davalarının kabulüne
karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikayet etmektedir.
Olayda uygulanacak Medeni
Kanun'un 713. maddesine göre, tapu kütüğüne kayıtlı olmayan veya malikinin kim
olduğunun tapu kütüğünden anlaşılamayan veya malikinin yirmi yıl önce ölmüş ya
da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan
taşınmazların olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı ile mülkiyetinin kazanılması
mümkündür.
Bu madde hükmüne göre, Tapu kütüğüne
kayıtlı bulunan ve malikinin kim olduğu bilinen taşınmazların mülkiyetinin,
olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı sonucu kazanılmasının mümkün olmadığı
açıktır.
TMK 713. maddesinin getiriliş
amaçlarından en önemlisi tapu kütüğünde kayıtlı olmayan veya malikinin kim
olduğu anlaşılamayan veya malikinin yirmi yıl önce ölmüş veya hakkında gaiplik
kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazların atıl kalmaması, kullanılarak ülke ekonomisine katkı
sağlamasını temindir. Ancak bu amaç temin edilirken mülkiyet hakkına müdahale
teşkil edecek uygulama ve yorumlardan kaçınılmalı, mülkiyet hakkının
korunmasına öncelik tanınmalıdır.
Başvuru konusu yargılama
sürecinde, Anayasa ve Kanun tarafından korunan tapuda kayıtlı mülkiyet
hakkının, zilyetlik yoluyla mülkiyet kazanımına tercih edildiği ve tapuda
kayıtlı mülkiyet hakkının ihlal edilerek, işgalci durumundaki gecekonduculara
zilyetliğe dayalı hak verildiği kanısındayım.
Olayda zilyetlik
mülkiyete nasıl tercih edilmiştir? Sorusunun cevabına gelince; TMK 713/2
fıkrasına göre hak sahibi olabilmek için öncelikle “maliki tapu kütüğünden
anlaşılamayan veya yirmi yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş
bir kimse....” olması gerekmektedir. Başvuruya konu
olayda ihtilaf konusu taşınmazlar başvurucunun babası Hilmi YÜKSEL adına
kayıtlıdır. Yani malikin tapu kütüğünden anlaşılamaması gibi bir durum söz
konusu değildir. Malik tapu kütüğüne göre Hilmi YÜKSEL, O'nun ölümü üzerine de
(TMK705/2 hükmüne göre) başvurucu Orhan YÜKSEL'dir.
Taşınmazlar üzerine gecekondu yapan “işgalciler”, tapu kütüğünde bir araştırma
yapmış olsalardı, dava konusu taşınmazların malik hanesinin boş olmadığını,
tapuda malik hanesinde Hilmi YÜKSEL'in adının
bulunduğunu, Hilmi YÜKSEL'in ölümü üzerine de TMK
705/2 uyarınca taşınmazların başvurucu Orhan YÜKSEL'e
intikal etmiş olduğunu anlayacaklardı.
TMK 705. maddesi, “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması” başlığını
taşımaktadır. 705. maddesinin birinci fıkrasında taşınmaz mülkiyetinin tescil
ile kazanılacağı, (bu başvuru açısından önemli olduğunu düşündüğümüz) ikinci
fıkrasında ise, “MİRAS, mahkeme
kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri
ile kanunda öngörülen diğer hallerde MÜLKİYET TESCİLDEN ÖNCE KAZANILIR. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf
işlemleri yapabilmesi mülkiyetin tapu siciline tescil edilmiş olmasına bağlıdır.”
denilmektedir. 705 son hükmüne göre malik Orhan'ın, satış, kira, ipotek vb. tasarrufi işlemleri yapabilmesi için mülkiyetin tapu
kütüğüne tescil edilmiş olması aranmaktadır. Yani
başvurucu Orhan'ın mülkiyeti kazanması için tescil şart değildir. Çünkü kendisi
babasının ölümüyle malik olmuştur. Gecekonducular tapuda araştırma
yapmış olsalardı işgal ettikleri taşınmazların maliki bulunduğunu bu kişinin de
Orhan YÜKSEL olduğunu bilebilecek durumdaydılar.
Taşınmazların
gecekonducular adına tesciline karar veren Asliye Hukuk Mahkemesi ihtilaf
konusunda karar verirken, “maliki yirmi yıl önce ölmüş” ibaresini lafzi yorumla
değerlendirmiş, TMK 705/2 fıkrasını dikkate almadan karar vermiş, Yargıtay da
bu yoruma katılmıştır. TMK 705/2 hükmüne göre muris Hilmi'nin ölmesi üzerine taşınmazların MALİKİ mirasçı (başvurucu)
Orhan olmuştur. Yani tapuya kaydedilmemiş
olmakla beraber MALİK SAĞDIR. Yirmi yıl önce ölmüş bir malik yoktur. İhtilafa
uygulanan TMK 713/2 hükmünün lafzi olarak ve 705/2 dikkate alınmadan
yorumlanıp, uygulanmış olması başvurucunun mülkiyet hakkının ihlaline neden
olmuştur. Örneğin dava konusu taşınmazların tapu kütüğünün malik hanesinde,
baba adı, sülale ismi ya da soyadı olmadan sadece “Hilmi” yazılı olsaydı, “Hilmi”nin kendisinin ve mirasçısının kim olduğunun
anlaşılamaması durumunda yirmi yıllık kazandırıcı zamanaşımı da geçmişse TMK
713/2 uyarınca zilyetlerin adına tescili doğru olurdu.
713/2
deki “ölmüş” ibaresi olayımızda olduğu gibi yanlış yorumlara ve hak kaybına
neden olduğundan mahkememiz tarafından iptal edilmiştir. Ancak iptal kararları
geriye yürümediğinden başvurucunun bu karardan yararlanması mümkün olamamıştır.
Kanaatimce 713/2 deki “ölmüş” ibaresi iptal edilmeseydi dahi yukarıda arz
edilen nedenlerle, başvurucu Orhan babası Hilmi'nin vefatı üzerine tek
mirasçı olduğu için TMK 705/2 hükmüne göre mirasın intikaliyle başvuruya konu
taşınmazların mülkiyetini kazanmıştır. Maliki
bulunan bir taşınmazın da zilyetlik yoluyla iktisabı mümkün değildir. Somut
olayda tapu kütüğünde kayıtlı olmamakla beraber malikin araştırma ile kim (başvurucu
Orhan Yüksel) olduğu anlaşılabilir durumda olduğundan, Asliye Hukuk Mahkemesi
ve ardından Yargıtay kararı, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlaline neden
olmuştur. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesi
gerekirdi.
Sunulmaya çalışılan nedenlerle, “mülkiyet
hakkının ihlal edilmediği” yolundaki çoğunluk görüşüne katılmadım.