TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
VELİ KÜÇÜK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6099)
|
|
Karar Tarihi: 16/7/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 22/10/2014-29153
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Serhat ALTINKÖK
|
Başvurucu
|
:
|
Veli KÜÇÜK
|
Vekili
|
:
|
Av. Zeynep KÜÇÜK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğunun yasal
dayanağının olmadığını ve makul olmayan bir süredir tutuklu olduğunu ileri
sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 2/8/2013 tarihinde
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca,
30/9/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 12/12/2013 tarihinde yapılan
toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte
yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular
18/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı,
görüşünü 17/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 17/2/2013 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde
Anayasa Mahkemesine sunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade
edildiği şekliyle olaylar söyledir:
8. Başvurucu, İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet
Savcılığınca yürütülen 2007/1536 sayılı soruşturma dosyası kapsamında 22/1/2008
tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/1/2008
tarih ve 2008/18 sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
9. Başvurucu hakkında 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 312. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları, 313. maddesinin
(1) ve (4) numaralı fıkraları, 314. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları,
82. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)-(g) bentleri, 38. maddesinin (1)
numaralı fıkrası, 174. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları, 170.
maddesinin (1) numaralı fıkrası, 151. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 53.
maddesi, 59. maddesinin (9) numaralı fıkrası, 63. maddesi, 327. maddesinin (1)
numaralı fıkrası, 326. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 135. maddesinin (2)
numaralı fıkrası, 43. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 315. maddesi, 288.
maddesi, 334. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 319. maddesinin (1) numaralı
fıkrası, 336. maddesi, 216. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 3713 sayılı Kanun’un
5. maddesi gereğince İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası
açılmıştır.
10. 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin
beşinci fıkrasına göre hakkında isnat edilen suçlar bakımından 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen azami tutukluluk süresinin iki kat uygulaması
gerektiği yönündeki hükmün Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarih ve E.2012/100,
K.2013/84 sayılı kararıyla iptal edilmesi üzerine başvurucu, tutukluluk haline
son verilmesi istemiyle 5/7/2013 tarihinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine
başvurmuştur.
11. Başvurucunun talebi, İstanbul 13.
Ağır Ceza Mahkemesinin 12/7/2013 tarih ve 2013/435 Değişik İş sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
12. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 12/7/2013 tarihli kararına itiraz etmiş, itirazı İstanbul 14. Ağır
Ceza Mahkemesi 19/7/2013 tarih ve 2013/493 Değişik İş sayılı kararıyla
reddetmiştir.
13. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin
5/8/2013 tarihli kararı ile başvurucunun isnat olunan suçlardan hapis ve adli
para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
14. UYAP üzerinden edinilen bilgiye
göre başvurucu, İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesince 11/3/2014 tarihinde tahliye
edilmiştir.
15. Başvurucu hakkındaki dava temyiz
aşamasında derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
16. Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü
fıkrası şöyledir:
“Kanun, kanun hükmünde kararname
veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal
kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi
Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.”
17. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkemece iptaline karar verilen
kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya
bunların belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede
yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Mahkeme gerekli gördüğü hâllerde,
Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe
gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabilir.”
18. 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin
beşinci fıkrası şöyledir:
“Türk Ceza
Kanununun
305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeleri
hariç olmak üzere, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci
Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama
süresi iki kat olarak uygulanır.”
19. 5237 sayılı Kanun’un 314.
maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suç işlemek amacıyla örgüt kurma
suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.”
20. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddenin
(5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Örgüt yöneticileri, örgütün
faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak
cezalandırılır.”
21. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi
şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
yer alan;
…
9. Suç
işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde
220),
10.
Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),
11.
Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311,
312, 313, 314, 315),
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 16/7/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/8/2013 tarih ve 2013/6099 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
23. Başvurucu, 3713 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin beşinci fıkrasına göre hakkında isnat edilen suçlar bakımından 5271
sayılı Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin iki kat uygulanması
gerektiği yönündeki hükmün Anayasa Mahkemesince 4/7/2013 tarihinde iptal
edilmesine rağmen bu kararın kendisi hakkında uygulanmadığını, iptal kararı
tarihi itibarıyla 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye
edilmediğini, iptal kararı sonrasında tutukluluk halinin yasal dayanağının
kalmadığını ve makul olmayan bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürerek
Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
24. Başvurucunun iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığı görüldüğünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Anayasa’nın 19. Maddesinin Üçüncü
Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
25. Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin
4/7/2013 tarihli iptal kararıyla birlikte tutukluluğunun kanuni dayanağının
kalmadığını ileri sürmüştür.
26. Adalet
Bakanlığı görüşünde, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına ağır cezalık suçlar için azami tutukluk süresinin iki yıl olduğunu,
bu sürenin zorunlu hallerde üç yıl daha uzatılabileceğini, uzatma süreleri
dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceğini, başvurucunun
5237 sayılı Kanun’un 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 174. maddesi ve 3713
sayılı Kanun’un 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasında tanımlanan suçları
işlediği iddiasıyla yargılanarak hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini,
Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli kararı ile 3713 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin beşinci fıkrasını iptal ettiğini, bahsi geçen kararın 2/8/2013
tarihli Resmi Gazetede yayınlandığını, gerekli yasal düzenlemenin yapılabilmesi
için Anayasa’nın 153. maddesi uyarınca iptal hükmünün yürürlüğe girmesinin bir
yıl ertelendiğini, başvurucunun İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013
tarihli mahkumiyet kararına kadar beş yıl altı ay on dört gündür tutuklu
olduğunu ve bu sürenin 10 yılı geçmediğini belirtmiştir.
27. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını
yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmamıştır.
28. Başvurucunun, kanuni tutukluluk
süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
29. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu
hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya
bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim
kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
30. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci
fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke
olarak ortaya konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No:
2012/1137, 2/7/2013, § 42).
31. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı
13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve
şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak
ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B.
No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).
32. Kişi hürriyeti ve güvenliğine
ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama
yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir.
Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden
alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi
özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi
uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan
hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı
gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni”
dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin
verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için,
uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.
33. Tutuklamaya ilişkin hükümler 5271
sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre
kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (B. No: 2012/1137,
2/7/2013, § 45).
34. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
35. Yargılandığı davada başvurucuya
isnat edilen fiiller, 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu’nun 10. maddesinin beşinci fıkrası kapsamında olup, aynı fıkrada, bu
fiiller bakımından 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
öngörülen tutuklama sürelerinin iki katı olarak uygulanacağı hükme
bağlanmıştır. Dolayısıyla, başvurucuya isnat olunan fiiller bakımından
uygulanacak toplam tutukluluk süresinin uzatma süreleri dâhil azami on yıl
olabileceği anlaşılmaktadır.
36. 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin
beşinci fıkrası, Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarih ve E.2012/100, K.2013/84
sayılı kararı ile,
“Ceza hukukunun, toplumun kültür ve
uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgili bulunması nedeniyle suç
ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem
tercihinde bulunulması devletin ceza siyaseti ile ilgilidir. Bu bağlamda hukuk
devletinde, ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler bakımından kanun koyucu
Anayasa'nın temel ilkelerine ve ceza hukukunun ana kurallarına bağlı kalmak
koşuluyla, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayıldıkları
takdirde hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla karşılanmaları
gerektiği, hangi hal ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da hafifletici öğe olarak
kabul edileceği gibi konularda takdir yetkisine sahip olduğu gibi ceza
yargılamasına ilişkin kurallar belirleme ve bu çerçevede mahkemelerin kuruluşu,
görev ve yetkileri, işleyişi, yargılama usulleri ve yapısı hakkında da Anayasa
kurallarına bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine
sahiptir.
Ceza
yargılamasına ilişkin kuralları ve bu kapsamda suç türlerine göre tutukluluk
sürelerini belirlemek kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında bulunmakla
birlikte, gerek ulusal mevzuatta ve uygulamada gerekse de Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, ilk derece mahkemelerince
sanığın suçlu bulunarak mahkûm edilmesinden sonraki sürecin tutukluluk olarak
değerlendirilmediği de nazara alındığında, dava konusu kuralda düzenlenen azami
tutukluluk süresinin demokratik bir hukuk devletinde kabul edilemeyecek kadar
uzun olduğu, bu yönüyle kuralda tutuklamanın adeta bir ceza olarak
uygulanabilmesine imkân tanınarak, tutuklama tedbiriyle ulaşılmak istenen
hukuki yarar ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı arasındaki makul dengenin
kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı aleyhine bozulmasına neden olunduğu…”
gerekçesiyle iptal etmiştir.
37. İptal kararının yürürlüğe gireceği
gün sorununu da inceleyen Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 153. maddesi ile 6216
sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası hükümlerine göre, söz
konusu iptal kararının derhal uygulanmasını “kamu
düzenini ihlal edici nitelikte” görerek iptal hükmünün, kararın
Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl
sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir.
38. Somut olayda başvurucu Anayasa
Mahkemesinin anılan kararı üzerine tutukluluk haline son verilmesi istemiyle
5/7/2013 tarihinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur.
Başvurucunun talebi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/7/2013 tarih ve
2013/435 Değişik İş sayılı kararı ile “3713
sayılı Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Türk Ceza Kanununun
305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeleri
hariç olmak üzere, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci
Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama
süresi iki kat olarak uygulanır.” hükmünün Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013
tarihli ve E.2012/100, K.2013/84 sayılı kararıyla iptal edildiği, ancak
Anayasa’nın 153. maddesi uyarınca söz konusu iptal kararının Resmi Gazetede
yayınlanması veya Resmi Gazetede yayınlanarak iptal gerekçesinde belirlenen
sürenin dolmasıyla yürürlüğe gireceği, bu bakımdan 3713 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin beşinci fıkrasının halen yürürlükte olduğu, tutuklu sanığın
durumunun bu hükme göre değerlendirilmesi gerektiği, tutuklu sanık hakkında
tutmayı gerektirir somut delillerin mevcut olduğu, tutuklu sanığın üzerine
atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi içtihatlarında da tutuklama için makul şüphenin yeterli görüldüğü,
atılı suçu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesi bulunan sanık hakkında daha
hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı”
gerekçesiyle reddedilmiştir.
39. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 12/7/2013 tarihli kararına itiraz etmiş, itiraz İstanbul 14. Ağır
Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarih ve 2013/493 Değişik İş sayılı kararıyla “tutukluluk hallerinin devamına ilişkin kararların ve
gerekçelerinin ortaya konulduğu Mahkemenin 27/7/2012 tarihli oturumunda
sanıklar için belirtilen tutukluluk gerekçelerinin usul ve yasaya uygun olduğu
ve herhangi bir isabetsizlik görülmediği” gerekçesiyle reddedilmiştir.
40. Anayasa
Mahkemesinin birçok içtihadında, tutukluluk süresinin hesabında ilk derece
mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması
gerektiği, yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm
edilen bir kişinin hukuki durumunun “bir suç
isnadına bağlı olarak tutuklu” olma
kapsamından çıktığı ve tutma nedeninin ilk derece mahkemesince verilen hükme
bağlı olarak tutma haline dönüştüğü, bu bakımdan temyiz aşamasında geçen
sürelerin tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamayacağı
belirtilmiştir (B. No: 2013/338, 2/7/2013, § 41).
41. Somut olayda
başvurucu, 22/1/2008 tarihinde gözaltına
alınması ile ilk derece mahkemesinin 5/8/2013 tarihli kararı üzerine hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi arasında beş yıl altı ayı aşan
bir süre boyunca “bir suç isnadına bağlı
olarak” tutulmuştur. Her ne kadar 3713 sayılı Kanun’un
10. maddesinin beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi tarafından 4/7/2013 tarihinde
iptal edilmişse de, iptal kararının derhal
uygulanmasının kamu düzenini ihlal edeceği değerlendirilerek iptal hükmünün,
kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak
bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Başvurucunun Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu 2/8/2013 tarihi itibarıyla söz konusu iptal
hükmü yürürlüğe girmemiştir. Bu haliyle
başvurucunun tutuklu kaldığı süre 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin
beşinci fıkrasında öngörülen on yıllık azami
süreyi aşmamıştır.
42. Açıklanan nedenlerle, tutukluluğun
Kanun’da belirlenen azami süreyi aştığı yönündeki
şikâyetler ile ilgili olarak,
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “kanunilik şartı”nın
ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Anayasa’nın 19. Maddesinin Yedinci
Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
43.
Başvurucu, uzun
bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürmüştür.
44. Adalet Bakanlığı, tutukluluk süresinin
hesaplanmasında başlangıç noktasının başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına
alındığı tarih olduğunu, kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesi
kararıyla da olsa bir mahkeme kararıyla mahkûmiyetine karar verildiği tarihte
tutukluluğun sona ereceğini, bu tarihten itibaren tutmanın nedeninin “bir suç şüphesi üzerine tutma” olmaktan
çıkıp “mahkemelerce verilmiş hürriyeti
kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi”
haline dönüşeceğini, başvurucunun gözaltına alınması ile derece mahkemesince
karar verilmesi arasında yaklaşık beş yıl altı ay tutuklu kaldığını, suç
işlediği şüphesiyle bir kişinin hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi için
ilgilin atılı suçu işlediği yönünde makul şüphe ya da inandırıcı nedenlerin
bulunmasının gerekli olduğunu, bu koşulun kişinin tutukluluğunun devam
ettirildiği her aşamada varlığını sürdürmesi gerektiğini ve makul şüphenin
ortadan kalktığı anda ilgilinin serbest bırakılması gerektiğini belirtmiştir.
45. Adalet Bakanlığı ayrıca, belirli bir sürenin ötesine geçen
bir tutukluluk süresinin makul olup olmadığını değerlendirirken, somut olayın
kendine özgü koşullarının dikkate alınarak öncelikle makul şüphenin varlığını
sürdürüp sürdürmediğinin, derece mahkemelerinin kararlarında gösterilen
tutuklama nedenlerinin, yargılamayı yapan mahkemenin yargılamayı süratle sona
erdirmesi açısından gerekli dikkati gösterip göstermediğinin, ulusal yargı organlarının
adli kontrole başvurma konusunu tartışıp tartışmadığının, davanın
karmaşıklığının, suçlamaların niteliği ve yargılama süresince yargılamayı
uzatma ya da makul sürede sona erdirme açısından başvurucunun tutum ve
davranışlarının dikkate alınması gerektiğini, AİHM’in
özellikle organize suçlulukla mücadelede tutuklu yargılanan bazı başvurucuların
dört yıl üç güne kadar uzayan tutukluluk sürelerini makul kabul ettiğini,
Almanya’ya karşı yapılan ve yaklaşık beş yıl altı ay süren bir tutukluluk
süresine ilişkin başvuruda olayın istisnai koşullarını, karmaşıklığını ve
başvurucunun soruşturulmasına neden olan eylemlerin ağırlığını dikkate alarak,
söz konusu süreyi makul bulduğunu belirtmiştir.
46.
Adalet
Bakanlığı son olarak, başvurucunun, Ergenekon Terör Örgütünün yöneticisi
konumunda olduğu iddia edilerek örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen tüm
suçlardan 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesinin (3) numaralı fıkrasının
yollaması ile aynı Kanun’un 220. maddesinin (5) numaralı fıkrası gereğince
sorumlu olduğu iddiasıyla yargılandığını, başvurucunun yargılandığı davanın
kapsamlı ve karmaşık olduğunu, başvurucuyla beraber toplam 275 sanığın
yargılandığını, dava dosyası kapsamında 3500 ek klasör delil bulunduğunu, 22
davanın aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle birleştirildiğini, derece
mahkemesince haftanın dört günü duruşma yapıldığını, yetkili
mahkemenin tutuklamanın devamına karar verirken belirli bir süre suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak
kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK
100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması gerekçelerine
dayandığını, ancak 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin
Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın
Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un
yürürlüğe girmesinin ardından, yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesince 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun tahliye talebinin
yargılama dosyasının kapsamındaki diğer sanıklardan ayrı olarak
değerlendirildiğini belirtmiştir.
47.
Başvurucu,
Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde Anayasa
Mahkemesine sunmamıştır.
48. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan
kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma
sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma
ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine
getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
49. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın
makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest
bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
50. Tutukluluk süresinin makul olup
olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup
olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini
bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas,
tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak
masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının
mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
51. Bir davada tutukluluğun belli bir
süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu
amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece
mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin
kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/1137,
2/7/2013, § 62).
52. Tutuklama tedbirine kişilerin
suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar
tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra,
uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin
gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili”
ve “yeterli” görüldüğü
takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir.
Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı
gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde
dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul
olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §
63).
53. Dolayısıyla Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde
esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine
bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında
sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup
olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir
kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri
veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar
tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§
63-64).
54. Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli
makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir
şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde
yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinin, AİHS’e Taraf Devletlerin
güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili
olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde
uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç
ve Çakır/Türkiye, B. No: 66066/09, 9/7/2013, § 46).
55. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması
kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler
gösterilerek bir zanlı ya da
sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı
derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu
çerçevede değerlendirilmemelidir (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
56. İtiraz veya temyiz merciinin,
itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki
gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak
gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil
etmez (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
57.
Bakanlık görüşüne göre,
derece mahkemesi, başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verirken
belirli bir süre “suçun vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol
tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK100/3-a maddesinde sayılan
suçlardan olması” şeklindeki gerekçelere dayanmıştır.
58.
Somut
olayda, 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun
tutukluluk durumunu değerlendirerek;
“a- Sanık hakkında 26.1.2008 tarihli tutuklama sebeplerinin
henüz ortadan kalkmamış olması,
b- Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının henüz
tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar
tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını değiştirmeleri
konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde soruşturma ve
bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma şüphesinin devam ettiği,
c- Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt yöneticisi ve
örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısım sanıkların haklarında henüz
tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma aşamasında yurt
dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs iddiasıyla
soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında yargılanan ve
hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma şüphesinin bulunduğu,
d- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde tutuklu
yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her bir dava,
özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel olarak
belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı, nitelik ve
nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı, sanığa
atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında kabul
edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu,
bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk süresinin üst sınırının 10 yıl
olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının alt ve üst sınırları,
sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer yargılamalardaki uygulamalar da
göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu sürenin makul olduğu,
e- Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın başlangıcındaki
tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı dikkate alındığında,
mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz yargılamanın asıl olup,
tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok ayrıntılı,
somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi halinde ihsas-ı
rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç şüphesinin tespitinde
bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Dosyamızda mevcut çok sayıda yazı ve belgeyle ilgili
inceleme raporları, uzman incelemesi raporları, ihbar mektupları, genelkurmay
başkanlığınca gönderilen yazı ve belgeler, telefon kayıtları, sanık hakkında
daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz
kalacağı anlaşıldığından…”
tahliye talebinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
59.
Adalet Bakanlığı, bu
tarihten sonraki değerlendirmelerde derece mahkemesinin 27/7/2012 tarihli
kararına atıfla başvurucunun tutukluluk durumunun değerlendirildiğini
belirtilmiştir.
60. Makul sürenin hesaplanmasında
sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı
durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir.
Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak
kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar
verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No:
2012/237, 2/7/2013, §§ 66- 67). Somut olayda
başvurucunun tutukluluk süresi, 22/1/2008
tarihinde gözaltına alınması ile ilk derece mahkemesinin 5/8/2013 tarihli
kararı üzerine hapis cezası ile cezalandırılması arasında yaklaşık beş yıl altı
aydır.
61. Tutuklamanın devamına karar
verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin
durumunun da dikkate alınması bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye talebini
inceleyen mahkeme, ret gerekçesinde başvurucunun kaçacağına ya da delilleri
karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.
62. Mahkemenin, 6352 sayılı Kanun
kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine verdiği
27/7/2012 tarihli kararında yer alan, dava kapsamında yargılanan sanıklardan
birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine bazı sanıkların
delilleri karartma girişiminde bulunması şeklindeki gerekçeleri, diğer
sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak değerlendirilemez. Aksi
takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı olarak kişi hürriyetine
ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle, aynı davada yargılanan
bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı
davranışta bulunabileceğini varsaymak, tutukluluk gerekçelerinin
somutlaştırılmasını engellediği gibi, özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna
olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına
ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin “ilgili”
ve “yeterli” olduğu söylenemez
(B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 117).
63. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol
hükümlerinin 6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği
5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkanı
ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla
yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli
kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı görülmektedir. Bu durumda,
tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden
beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin
makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
64. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
tutukluluk süresinin uzun olduğu yönündeki şikâyeti ile ilgili olarak
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi
Yönünden
65. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Başvuruda, Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
67. Başvurucu, herhangi bir tazminat
talebinde bulunmamıştır.
68. Başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
69. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun,
1. “Kanun’da belirtilen azami tutukluluk süresinin aşıldığı”na ilişkin iddiası yönünden
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. “Tutukluluk süresinin makul olmadığı”na ilişkin iddiası yönünden
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE
D. Kararın bir örneğinin Mahkemesine gönderilmesine,
16/7/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.