TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEMİL DANIŞMAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6319)
|
|
Karar Tarihi: 16/7/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 16/10/2014-29147
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Cemil DANIŞMAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Münip ERMİŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, oğlunun güvenlik güçlerinin yaptığı
operasyonda gereksiz bir şekilde silah kullanılması sonucu öldüğünü, yaralı
olarak ele geçirildiği sırada polisler tarafından darp edildiğini, bu olayla
ilgili yürütülen adli soruşturmanın etkili olmadığını, bu nedenle kovuşturmaya
yer olmadığına karar verildiğini belirterek yaşam hakkının, işkence ve eziyet
yasağının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucunun vekili tarafından 14/8/2013
tarihinde Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 3/2/2014 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 3/4/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvuruculara 4/4/2014 tarihinde bildirilmiş ancak başvurucular Bakanlık
görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun oğlu Çağrı DANIŞMAN (Ç.D.) 33 yaşında bir
şizofren hastasıdır. Ç. D. son 5 yılını daha çok Burdur ili Bucak ilçesi Kestel
köyünde ailesinin kendisine verdiği ceviz bahçesi ile ilgilenerek geçirmiş ve o
bahçede bulunan bir kulübede yaşamıştır. Bununla birlikte, arada sırada
Antalya’da yaşayan ailesinin yanına gelmektedir.
9. 4/10/2012 tarihinde saat 19.57’de (telsiz kayıtları ve
polis tutanaklarına göre) 155 polis imdat hattına, Antalya Merkez Yıldız
Mahallesi 228. sokakta şüpheli bir şahıs olduğu ihbarı yapılır. Bu ihbarda,
"Şüpheli bir şahsın bir bir buçuk
saattir Dayıbaşı apartmanının giriş kapısında beklediği yanında ve yerde bir
çanta bulunduğu" söylenir ve kişinin eşkâli tarif edilir.
10. İhbarın hemen ardından saat 20.10 civarında motosikletli
bir polis ekibinin ihbarın olduğu yere intikal ettiği, ancak silahlı saldırıya
uğradığı telsiz kayıtlarına yansır.
11. Saat 20.30 sıralarında ise bu sefer Antalya Merkez Fatih
Mahallesi Kepez (Cezaevi) kavşağında ikinci bir saldırı duyurusu telsiz
anonslarına yansır. Şüpheli kişi veya kişilerin olay yerini terk ettiği
bildirilir.
12. Saat 21.57’de başlayan anonslarda ise "şahsı aldık" çağrısı telsiz
kayıtlarına girer. Yine telsiz kayıtlarına göre her hangi
bir "silahlı çatışmadan"
bahsedilmez. Sadece şahsın “yaralı olarak”
ele geçirildiğinden bahsedilir. Yaralı ele geçirildiği ifade edilen kişi
başvurucunun oğlu Ç. D.’dir.
13. Başvurucunun oğlu polislerle girdiği silahlı çatışma
sonucunda yaralanmış ve hastaneye kaldırıldığı sırada ambulansta yaşamını
yitirmiştir. Bu olayda ayrıca, üç polis memuru hayatını kaybetmiştir.
14. Olay sonrası Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık),
resen 2012/60237 dosya numaralı soruşturmayı başlatmıştır.
15. Soruşturma sırasında başvurucunun yazılı istemi üzerine,
maktul Ç. D.’yi yaralı şekilde Atatürk Devlet Hastanesine götüren ambulansa ait
GPS kayıtları soruşturma dosyasına girmiştir. Bu kayıtlara göre, ambulansın
20.10’dan itibaren olay yerinin yakınlarında olduğu anlaşılmaktadır. 20.50'den
itibaren tramvay durağında yani olay yerinin 50 metre yakınında park ettiği
görülmektedir. Ambulansın saat 22.01 sıralarında yaralı olarak ele geçtiği
ifade edilen Ç. D.’nin başına 22.07 sıralarında geldiği anlaşılmaktadır.
16. Başvurucunun iddiasına göre, söz
konusu kayıtlarda, ambulansın 22.08’de hareket ettiği, 22.30’de ise olay
yerinden tamamen ayrıldığı açıkça görülmektedir. Yaralıyı aldıktan sonra ise 9
ila 21 km/saat hızlar arasında Yeni Doğan Mahallesi/Kepez bölgesine geldiği,
daha sonra 8 ila 33 km/saat hızlarla 22.41’de Atatürk Devlet Hastanesine giriş
yaptığı görülmektedir. Yaralının
olay yerinden alınması ile ambulansın hareket etmesi arasında yaklaşık 28–30
dakika geçmiştir. Başvurucunun iddiasına göre, yolda ambulansın yavaş gitmesi
sonucu, normal araçla en fazla 4 dakikada alınabilecek mesafe yaklaşık 12
dakikada kat edilmiştir. Açıklanan nedenlerle yaralının başına gelinmesi ile
hastaneye götürülmesi arasında 40 dakikaya yakın bir süre geçmiştir.
17. Başvurucu, 4/12/2012 tarihli dilekçe ile oğlunu hastaneye
götüren ambulans şoförü ve diğer sağlık görevlilerinin kusurlu olduğu
gerekçesiyle, şüpheli olarak soruşturmaya dâhil edilmeleri talebinde bulunmuş
ve Adli Tıp Kurumu raporuna karşı beyanlarını sunmuştur.
18. Adli Tıp Kurumu Antalya Grup Başkanlığı Morg İhtisas
Dairesinin 14/12/2012 tarihli otopsi raporu Mahkemeye sunulmuştur.
19. Başvurucu, 19/10/2012 tarihli dilekçeyle, söz konusu
olayda polis memurlarının şüpheli konumunda bulunması sebebiyle, soruşturmanın
bizzat Savcılık tarafından yürütülmesi talebinde bulunmuştur.
20. Başvurucu, 20/12/2012 tarihli dilekçe ile otopsi
raporlarına göre oğlunun kafa ve çene bölgesinde kırıkların tespit edildiğini
ve bu kırıkların yakalama sonrası olay yerine gelen polis memurlarının oğlunu
tekmelemesi sonucu oluştuğunu belirterek, polis memurlarının eylemlerinin
işkence niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, oğlunun son olarak ele
geçirildiği yerde polisle silahlı çatışmaya girmediğini de ileri sürmüştür.
21. Savcılık tarafından yürütülen soruşturma sonucunda olay
hakkında 18/3/2013 tarih ve Soruşturma No.2012/60237, K.2013/9284 sayılı
kovuşturmaya yer olmadığına (KYO) dair karar verilirken, olayın gelişimine,
soruşturma sürecinde yapılan işlemler ve toplanılan deliller ile ulaşılan
sonuca ilişkin aşağıdaki ifadelerin yer aldığı görülmektedir. Başvurucu ile soruşturma
makamı arasında olayın gerçekleşme koşulları açısından ihtilaflı olan hususlara
ise ayrıca ve ayrıntılı olarak kararın “İnceleme”
bölümünde yer verilecektir. Anılan KYO kararının ilgili kısımları şöyledir:
“…
OLAYA İLİŞKİN TOPLANAN DELİLLER, ALINAN KRİMİNAL
EK(S)PERTİZ RAPORLARI, ADLÎ TIP RAPORLARI VE BUNLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Maktul polis memurları ve maktul Çağrı
DANIŞMAN'ın olaydan sonra Cumhuriyet Başsavcılığımız nezdinde hastanede uygun
ortamda ölü muayenelerinin tek tek yapıldığı, ölü muayenesi sırasında hepsinin
ateşli silah sonucu vücutlarındaki darbelerin belirlenmiş ve ardından klasik
otopsi işlemleri yapılmış olup, bu otopsi işlemi sırasında maktullerin ateşli
silah darbeleri sonucu ölmüş olduklarının belirlendiği, maktul M. Ç.'nin av tüfeğinden
çıkan darbe sonucu yaşamını yitirdiği, diğer maktullerin tabanca mermisi ile
öldürülmüş olduklarının belirlendiği, maktullerin klasik otopsileri sonrasında
Antalya Adli Tıp Grup Başkanlığınca hepsi için ayrı ayrı tanzim edilen
ayrıntılı otopsi raporlarında ölüm sebeplerinin maktul M. Ç. yönünden av tüfeği
ile ateş edilmek sureti ile, diğerleri yönünden suç tabancayla ateş edilmek
sureti ile meydana gelen iç organ harabiyeti ve iç kanama sonucu meydana
geldiğinin belirlendiği, maktul M. Ç.'nin vücudundan pek çok av tüfeği saçma
tanesinin tespit edildiği, bunun akciğer ve büyük damar harabiyeti ile birlikte
iç ve dış kanamaya sebebiyet verdiğinin tespit edildiği, maktul M. K.'nın
ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı büyük damar harabiyeti ile
birlikte iç ve dış kanama sonucu meydana geldiği, maktul A. B.’nin ölümünün
ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı büyük damar harabiyetleri ile
birlikte iç ve dış kanama sonucu meydana geldiği, maktul M. K.’nın cesedinden
iki adet mermi çekirdeği, maktul A. B.’nin cesedinden bir adet mermi
çekirdeğinin çıkarılarak muhafaza altına alındığı, maktul Ç. D.'nin ölümünün
ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı göğüs ve karına nafiz iç organ
hasarları iç ve dış kanama sonucu meydana geldiğinin belirlendiği, maktul Ç.
D.'nin cesedinden dört adet küçük kurşun parçalarının çıkarılıp muhafaza,
altına alındığı;
Gerek maktul Ç. D.'nin olayda kullandığı av
tüfeği ve polis memurları maktul M. Ç’den gasp ettiği … seri tabanca ile ikinci
olay yerinde maktul M. K.'dan gasp ettiği … seri nolu … marka tabancalar ile
olayda silah kullanan diğer polis memuru müşteki şüphelilerin tabancalarına el
konulmuş olup, bu tabancalar hem Polis Kriminalde hem de İstanbul Adli Tıp Kurumunda
gerekli incelemelere tabi tutulmuş olup, İstanbul Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas
Dairesi Balistik şubesinin 03/12/2012 tarihli ayrıntılı raporunda Ç. D.'nin
vücudundan çıkan dört adet kurşun parçalarının maktul polis memurları A. B. ve
M. K.'nın cesetlerinden çıkarılan mermi çekirdeklerinin yapılan mukayesesi
sonucu maktul A. B. ve maktul M. K.'nın cesetlerinden çıkan mermi
çekirdeklerinin … seri nolu … marka tabancadan atılmış olduklarının
belirlendiği, söz konusu tabancanın ilk olayda maktul şüpheli Ç. D. tarafından
av tüfeği ile öldürülen polis memuru maktul M. Ç.'den Ç. D. tarafından gasp
edilen silah olduğu ve bu silahtan atılan kurşunlarla ikinci olay yeri olan
cezaevi kavşağında Çağrı DANIŞMAN tarafından ateş edilmek suretiyle maktul
polis memurları M. K. ve A. B.'nin öldürüldüğünün belirlendiği, maktul Ç.
D.'nin cesedinden çıkarılan dört adet kurşun parçası nüvesinin parçalanmış, çok
küçük olması sebebiyle hangi tabancadan atıldıklarının tespitinin mümkün
olmadığı (İstanbul Adlı Tıp Kurumu Raporuna göre);
Antalya Kriminal Polis Laboratuarı
Müdürlüğünün altı sayfadan oluşan 06/10/2012 tarihli ekspertiz raporunda maktul
şüpheli Ç. D.'nin olay günü sevk ve idaresindeki 07 DE 044 plakalı araçta
kurşun izlerinin tespit edildiği, bunların bir kısmının şoför kapısında, bir
kısmının arka camda olduğunun fotoğraflı olarak tek tek gösterilmek suretiyle
irdelendiği, yapılan atışların uzak atış olduğunun belirlendiği, olay yeri
inceleme ekiplerince maktullerin olay sırasında üzerlerindeki giysilerinin tek.
tek alınıp Antalya Polis Kriminal Laboratuarına gönderilip ayrıntılı
incelemelerinin diğer tespit edilen bulgularla birlikte 05/10/2012 tarihli
ekspertiz raporuna göre maktul şüpheli Ç. D.'nin sol el iç, sol el dış, sağ el
iç, sağ el dış svap numunelerinde atış artıklarının bulunduğunun tespit
edildiği, maktul M. Ç.'nin sol el iç, sol el dış, sağ el iç ve sağ el dış svap
numunelerinde atış artıklarının bulunduğunun tespit edildiği, maktul M. K.'nın
sağ el iç, sol el dış svap numunelerinde atış artıklarının bulunduğunun tespit
edildiği, müşteki şüpheliler A. İ., Y. K. ve B. D.’nin ellerinde atış
artıklarının bulunduğunun tespit edildiği, diğer müşteki şüphelilerde atış
artıklarına rastlanmadığı;
Maktul şüpheli Ç. D.'nin giysileri üzerinde
yapılan ayrıntılı inceleme sonucunda vücuduna isabet eden silahlı atışların
uzak atış olarak belirlendiği, bu hususun maktul Çağrı D.’nin otopsisi
sırasında da cilt ve cilt altı bulgularına göre de vücudundaki tüm atışların
bitişik atış mesafesi dışında yapıldığının belirlendiği (14/12/2012 tarihti
otopsi raporu), maktul M. Ç.'de meydana gelen atışlardan bir tanesinin uzak
atış, birinin ise yakın atış olduğunun tespit edildiği, maktul M. K.'nın
giysileri üzerinde meydana gelen atışın uzak atış olduğunun belirlendiği;
06/10/2012 tarihli ekspertiz raporuna göre
müşteki şüpheliler M. Ö., İ. Ç., A. İ., Ö. Ş., Y. K., B. D., M. Z. H. ve M.
E.’ye ait tabancaların, olay yerinde elde edilen 28 adet boş kovan, bir adet
mermi çekirdeği, teşhis niteliği bulunan iki adet mermi çekirdeği gömlek
parçasının yapılan karşılaştırmasında bir adet kovanın polis memuru Ö. Ş.'ye
ait tabancadan atıldığının. 7 kovan ve 1 adet mermi çekirdeğinin polis memuru
A. İ.'ye ait tabancadan atıldığının, bir delil poşeti içerisinde çıkan üç adet
boş kovanın, başka bir delil poşeti içerisinde çıkan iki adet mermi çekirdeği
gömlek parçasının bir adedinin polis memuru İ. Ç.'ye ait tabancadan
atıldığının, iki adet boş kovanın polis memuru M. Ö.'ye ait tabancadan
atıldığının, bir adet boş kovanın baş komiser B. D.’ye ait tabancadan
atıldığının tek tek tespit edildiği;
Cezaevi kavşağı ve devamında tespit edilen
toplam 8 adet boş kovanın maktul şüpheli Ç. D.’nin gasp ettiği maktul polis
memuru M. Ç.' Ye ait … marka tabancadan atıldığı, tespit edilebilen 3 adet boş
kovanın ise yine maktul şüpheli Ç. D.'nin maktul polis memuru M. K.’dan gasp
ettiği … marka tabancadan atılmış olduğunun hem Polis Kriminal Lab. hem de
İstanbul Adli Tıp Kurumu Balistik İnceleme Şube Müdürlüğü raporuna göre
belirlenmiş olduğu.
07 DE 044 plakalı araçta yapılan inceleme
sonucu dikiz aynasında tespit edilen parmak izinin maktul şüpheli Ç. D.'nin sağ
el baş parmak iziyle aynı olduğunun tespit edildiği:
Böylece maktul şüpheli Ç. D.'nin ilk olayda
maktul M. Ç.'ye av tüfeği ile vurmak suretiyle öldürdüğü ve ondan gasp ettiği
tabancayla çevirme noktası olan cezaevi kavşağındaki ikinci olayda maktuller M.
K. ve A. B.'ye ateş etmek suretiyle her ikisini bu tabancayla öldürdüğünün net
olarak tereddütsüz belirlendiği, maktul şüpheli Ç. D.'nin söz konusu tabancayı
ilk öldürdüğü polis memurundan gasp ettiğinin alınan tüm tanık beyanlarıyla da
doğrulandığı, maktul Ç. D.'nin gasp ettiği … seri nolu tabancanın yine gasp
etmiş olduğu … seri nolu tabancanın maktul şüpheli Ç. D.'nin yaralı ele
geçirildiği noktada üzerinde tespit edildiği, her iki tabancada teşhise
elverişli parmak izinin bulunmadığı ancak … seri nolu tabancanın şarjör
kısmında elde edilen biyolojik bulgunun maktul şüpheli Ç. D.'nin kan örneği ile
tıpa tıp uyuştuğunun Ankara Kriminal Polis Laboratuvan raporuyla belirlenmiş
olduğu;
Maktul şüpheli Ç. D.'nin ele geçirilmesi için
yapılan operasyon sırasında müşteki şüpheli polis memurlarının silah
kullandığı, ancak maktul Ç. D.'nin cesedinden 4 adet kurşun parçası çıktığı,
bunların da İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığının vermiş olduğu rapora göre,
kıyaslama niteliğinin bulunmadığı, dolayısıyla hangisinin silahından
atıldığının tespitinin yapılamadığı, ancak giysileri üzerinde yapılan
incelemede Antalya Emniyet Müdürlüğü Polis Kriminal Laboratuarının raporuna
göre atışların uzak atış niteliğinde olduğu, bu hususun otopsi sırasında Adli
Tıp Uzman Heyetince de atışların bitişik alış mesafesinde olmadıklarının
belirlendiği, dolayısıyla maktul şüpheli Ç. D.’nin yakın mesafeden veya bitişik
mesafeden vurulduğuna dair herhangi bir somut delil bulunmadığı, aksine
güvenlik güçlerinin yasal çerçevede silah kullanma yetkilerini kullanarak ve
kendilerine yönelikle silahla ateş etmekte olan maktul şüpheli Ç. D.'nin olduğu
bölgeye doğru rastgele ateş ettikleri ve yaralı olarak ele geçirildikleri,
akabinde sevk edilen hastanede yaşamını yitirdiği, Ölü muayene tutanağı ve
ayrıntılı otopsi raporunda da belirtildiği üzere maktul şüpheli Ç. D.'nin
özellikle herhangi bir bölgesinin hedef alınmadığı, atışların rastgele
yapıldığı, maktul şüpheli Ç. D.'nin silah tutan sağ el ve koluna doğru da pek
çok ateş edilmiş olduğu ve bu koldaki mermi yaralanmaları dikkate alındığında
güvenlik güçlerinin öncelikle şüphelinin ateş eden eline ve koluna doğru ateş
etmiş olduklarının apaçık ortada olduğu, maktul şüpheli Ç. D.'nin vücuduna 6
mermi isabet ettiği, bunun 4 adedinin kol bacak omuz gibi hayati tehlike
oluşturmayacak ve öldürücü olmayan atışlar olduğu, göğüs ve karın bölgesine
isabet eden iki merminin öldürücü nitelikle olduğunun otopsi raporuyla
belirlendiği, dolayısıyla mevcut deliller çerçevesinde maktul şüpheli Ç. D.'nin
babası olan müşteki Cemil DANIŞMAN'ın iddiaları ve avukatı Münip ERMİŞ'in
dosyaya yansıyan pek çok müracaatının içeriğini ve şikâyetlerini doğrulayıcı
herhangi bir somut delil bulunmadığı, aksine güvenlik güçlerinin yasal
çerçevede hareket ettiklerinin tüm delil durumundan rahatlıkla anlaşıldığı;
Maktul Ç. D.’nin babası olan müşteki Cemil
DANIŞMAN'ın avukatı olan Antalya Barosu Avukatı Münip ERMİŞ'in vermiş olduğu
dilekçede Ç. D.’nin ele geçirildiği ve ilk çekilen fotoğraflarında sırtında
herhangi bir kan olmadığı, ancak daha soma çekilen fotoğraflarında sırtından
kanlar gözüktüğünü iddia ederek olayda Ç. D.'nin kasten öldürüldüğünü iddia
etmiş ise de söz konusu fotoğrafları çektiği anlaşılan tanık S. K.’nin alınan
ayrıntılı beyanında; sırtında kan gözükmediği iddia edilen ve daha sonraki
karelerde sırtında kan olduğu gözüken fotoğrafları kendisinin çektiğini,
sırtında kan olmadığı iddia edilen fotoğrafın maktul Ç. D’nin ayak bölgesinin
olduğu taraftan çekildiği, bu sırada güvenlik güçlerinin Ç. D.’nin elini
sırtına doğru kıvırdıkları ve üst sırt bölgesindeki kanlı kısmın bu nedenle o
karede gözükmediğini, o karenin çektiği ilk fotoğraf karesi olmadığını, ilk
çektiği fotoğraf karesinde Ç. D.’nin kafa bölgesinin baktığı taraftan çektiğini
ve buradaki karede üst sırt bölgesinin kanlar içinde olduğunu, ele geçirildiği
sırada da herhangi bir silahlı ateş etme olayını görmediğini ifade ettiği,
dolayısıyla ele geçirildikten sonra öldürme iddiasının da doğru olmadığının bu
şekilde anlaşıldığı, maktul şüpheli Ç. D.'nin özellikle cezaevi kavşağında iki
polis memurunu öldürdükten sonra kaçış güzergahı dikkate alındığında bu
güzergahta kan izlerinin tespit edildiği, bu kan izlerinin Ankara Kriminal
Polis Lab. Raporuna göre Ç. D.'ye ait olduğunun tespit edildiği, esasen Ç.
D.'nin yaralı ele geçirildiği noktaya varmadan yani cezaevi kavşağından
kaçarken kendisine ateş eden güvenlik güçlerince burada vurulmuş olduğu, Fatih
Mahallesi ara sokaklarına yaralı vaziyette kaçtığı, bu hususta da belli bir kan
kaybının söz konusu olduğu ancak yaralı olarak ele geçirildiği bölgede de
maktul şüpheli Ç. D.’ye polis memurlarınca pek çok kez olduğu bölgeye ateş
edilmiş olduğu, olay yerinden elde edilen boş kovanlardan da bu hususun tespit
edildiği;
Maktul şüpheli Ç. .’nin suçta kullandığı …
seri nolu … marka tabancanın maktul şüpheli Ç. D. ele geçirildiğinde şarjörünün
kanlı olduğu, boş olduğu ve tabancanın namlu kısmında iki mermi bulunduğu ve
mermilerin sıkışmış olduğu, muhtemelen bu noktada güvenlik güçlerine silah
doğrulturken silahın tutukluk yaptığı ve bu nedenle namluda mermi sıkıştığı ve
bu noktada bu silahla ateş edemediği, üzerinde ele geçirilen … seri nolu …
marka tabancanın ise cezaevi kavşağında gasp edildikten sonra kaçış
güzergahında şarjörünü düşürmüş olduğu, bu tabancanın da maktul Ç. D. ele
geçirildiğinde içerisinde şarjör bulunamadığı, bu silahla da bu noktada bu
sebeple ateş edemediğinin anlaşıldığı;
Dosyada, bulunan DVD ve CD 1er ile ambulansın
güzergahını gösteren GPS raporlarının bilirkişi A. G.’ye verilip kendisinden
ona ilişkin rapor alındığı, bilirkişinin 19/11/2012 tarihinde sunmuş olduğu
raporda, CD ve DVD'lerin incelendiği, bu görüntülerde olay yerini gösteren ve
olay sırasında çekilen fotoğrafların bulunduğu, bu fotoğrafların aynı zamanda
basılıp rapora eklendiği, kayıtların mobese kayıtları, olay yerinde çekilen
görüntüler, fotoğraflar, maktullerin ölü muayene sırasında çekilen görüntüleri
olduğu, maktul Ç. D.'yi hastaneye götüren ambulans ile ilgili de bilirkişinin
ek rapor verdiği, bu raporda ambulansın GPS kayıtlarının ve GPS harita
görüntüsünün tespit edilip rapora eklendiği, ancak ambulans görevlileri yönünde
yapılan şikayetin ambulans görevlilerinin görev niteliği, olayda varsa
kusurlarının değerlendirilmesinin memur suçlan soruşturma bürosunca
değerlendirilmesinin uygun olacağı, bu eylemlerin mevcut öldürme eylemlerinden
sonra meydana geldiği, dolayısıyla konularla ilgili evrakın teftik edilerek
Memur Suçlan Bürosuna gönderilmiştir.
…
SONUÇ
… 04/10/2012 günü saat 20.00 sıralarında
Yıldız Mahallesinde av tüfeği kılıfında av tüfeğine benzer bir şey taşıdığı ve
şüpheli hareketlerde bulunduğu iddiasıyla maktul Ç. D.'nin polise ihbar
edildiği, bir müddet sonra olay yerine motosikletli yunus intikal ettiği,
motosikleti müşteki F. D.'nin kullandığı, maktul M. Ç.'nin ise artçı olarak
motosiklette görevli olduğu ve tespit ettikleri Ç. D.'ye maktul M. Ç.'nin
yanaşarak seslendiği, bir aracın kenarında gizlenmiş vaziyette duran maktul Ç.
D.’nin kılıf içerisindeki av tüfeğinin önüne mermi sürerek maktul M. Ç.'ye
doğrultup kendisine ateş edip vurduğu, daha sonra bir el daha ateş ettiği,
diğer müşteki F.D.'nin ise olayın vermiş olduğu etkiyle motosikleti üzerine
düşürdüğü, ayağından yaralandığı ve bir müddet yerde kaldığı için kalkıp
arkadaşına yardım edemediği, maktul Ç. D.'nin maktul M. Ç.'nin görev silahını
da gasp ettiği ve müşteki F. D.'ye av tüfeği ile ateş edeceği sırada da tanık
olarak dinlenen İ. C.'nin Ç. D.'nin üzerine balkondan laptopunu atmak suretiyle
F. D.'ye ateş etmesini bu şekilde engellediği, olay yerinde de laptopun
parçalanmış olduğu bizzat keşif sırasında tarafımızdan görülüp durumun tutanağa
geçirildiği,
Maktul şüpheli Ç. D.'nin bu olaydan sonra
kendisine ait olduğu anlaşılan 07 DE 044 plakalı araçla olay yerinden kaçtığı,
güvenlik güçlerinin yapmış olduğu çalışmalar neticesinde bu araçla cezaevi
kavşağına doğru seyir halinde bulunduğu ve güvenlik güçlerince takibe alındığı,
maktul polis memurları M. K. ve A. B.’nin maktul şüpheli Ç. D.'nin aracını
arkadan takip ettikleri, cezaevi kavşağına geldiklerinde de maktuller M. K. ve
A. B.'nin Ç. D.'nin arabasına yanaşarak araçtan inmesini istedikleri, Ç. D.'nin
daha önce M. Ç.'den gasp ettiği tabancayla her ikisine ateş ederek polis
memurları M. K. ve A. B.'yi de cezaevi kavşağında vurmak suretiyle öldürdüğü,
kendisine burada uyarı atışında bulunan güvenlik güçlerinin "teslim
ol" çağrısına da uymayarak Fatih Mahallesinin karanlık sokaklarına girip
izini kaybettirmeye çalıştığı, en son ele geçirildiği noktada bir ağacı
kendisine siper edip silahını güvenlik güçlerine doğrulttuğu, ancak silahın
namlusunda mermi sıkıştığı için ateş edemediği, daha öncesinden de yaralanmış
olduğu, burada da güvenlik güçlerinin kendisinin olduğu yöne doğru ateş
ettikleri ve yaralı ele geçirdikleri, daha sonra kaldırıldığı hastanede
yaşamını yitirdiği, vücuduna isabet eden 6 mermiden iki tanesinin ölümcül
nitelikte olduğu, diğerlerinin ölümcül nitelikte olmadığının belirlendiği,
Yukarıda ayrıntılı bir şekilde güvenlik
güçlerinin silah kullanma olayının irdelendiği, bu irdeleme sonucunda güvenlik
güçlerinin silah kullanma yetkilerini gerek Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu,
gerek Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesinin 2. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
içtihatları gerekse Yargıtayımızın yerleşik içtihatları göz önüne alındığında
kanunun kendilerine tanıdığı yetki çerçevesinde kullanmış oldukları, yukarıda
TCK 24.-25. ve TCK 28. maddeleri konuya ışık tutması açısından irdelenmiş ise
de, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararımızın gerekçesinin esasen bu
olmadığı, bu maddelerde belirtilen meşru müdafaa, zorunluluk hali olayımızda
mevcut olmakla birlikte güvenlik güçlerinin hangi hallerde silah
kullanabileceği, silah kullanma sınırı, şartlar göz önüne alındığında kanuni
yetkileri dahilinde karşı saldırıyı defetmeye ve durdurmaya yönelik daha vahim
sonuçlar meydana çıkmasını önlemeye yönelik orantılı ve gereklilik ilkelerine
uygun silah kullanmış olmalarının esas gerekçe olduğu, bunun da Avrupa İnsan
Haklan Sözleşmesinin 2. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin konuya
benzer içtihatları ve Yargılayın konuya benzer içtihatları dikkate alındığında
olayımızda da güvenlik güçlerinin silah kullanma yetkilerinin bu kriterler
dikkat alındığında kanun hükmüne uygun olduğu KANAAT VE SONUCUNA VARILDIĞINDAN;
Maktul şüpheli Ç. D.'nin polis memuru olan
maktuller M. Ç., M. K. ve A. B.'ye yönelik silahlı saldırı sonucu insan öldürme
eyleminden, nitelikli yağma ve 6136 Sayılı Yasaya Muhalefet suçlarından dolayı
TCK 64. maddesi uyarınca maktul şüpheli Ç. D.’nin olayda yaşamını yitirmiş
olduğu anlaşıldığından;
Müşteki şüpheli polis memurları olup Ç. D.'nin
ele geçirilmesi amacıyla silah kullanan ve kendilerine yönelik Ç. D.'nin ateş
etmesi sebebiyle de kendilerine müşteki şüpheli sıfatı verilen S. Y., İ. Ç., Ö.
Ş., Y. K., A. İ., M. Ö, M. Z. H., M. E. ve B. D. hakkında yukarıda ayrıntılı
bir şekilde belirtildiği şekilde yasal çerçevede kanun hükümlerinin kendilerine
tanıdığı yetki ve sınır çerçevesinde silah kullanmış oldukları ve bu silah
kullanma eylemleri sebebiyle Ç. D. yaşamını yitirmiş ise de, eylemlerinin tüm
boyutlarıyla TCK hükmüne, Polis Vazife ve Salahiyetleri Yasası hükmüne, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi 2/2 hükmüne, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtayımızın
yerleşik içtihatlarına uygun olduğundan CMK 172 ve devam eden maddeleri uyarınca
KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA
…
Karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün
içerisinde Manavgat Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına itiraz yolu açık olmak
üzere karar verildi. 18/03/2013.…”
22. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Manavgat 1.
Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 5/6/2013 tarih ve 2013/1064 Değişik İş No’lu
kararıyla şu gerekçelerle reddedilmiştir:
“ … Maktul şüpheli Ç. D.'nin kendisine ait av tüfeği ile polis memuru M. Ç.'yi vurarak üzerinde bulunan
silahı alarak kaçması, takip sırasında kırmızı ışıkta aracın durduğu sırada
kendisine yaklaşarak araçtan inmesini söyleyen polis memurları M. K. ve A.
B.’yi maktul M. Ç.'den almış olduğu silahı kullanmak suretiyle öldürmesi, polis
memuru M. K.'nın da silahını alarak kaçmaya devam etmesi, yapılan ikaz ve
uyarılara rağmen güvenlik güçlerine teslim olmaması, kovalamaca sonucu 3351 ile
3356 sokağın kesiştiği arazide güvenlik güçlerinin ateş etmesi sonucu yaralı
olarak ele geçirilmesi ve kaldırıldığı Atatürk Devlet Hastanesi'nde ateşli
silah yaralanmasına bağlı olarak hayatını kaybetmesi şeklinde gerçekleşen
olayla ilgili olarak yapılan soruşturma sonucu verilen kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararın gerekçesine göre, kararda usul ve yasaya aykırılık
bulunmadığı, dosya kapsamında maktul Ç. D.'nin yaralı olarak ele geçirildikten
sonra öldürüldüğüne dair kamu davası açmaya yeterli delil bulunmadığı kanaatine
varıldığından itirazın reddine. …”
23. Mahkemenin kararı 7/8/2013 tarihinde başvurucu vekiline
tebliğ edilmiş ve süresi içinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru
yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
24. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun “Zor
ve silah kullanma” kenar başlıklı 16. maddesi şöyledir:
“(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.) Polis,
görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla
ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin
mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde
kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları
gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere
karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı
veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı
su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve
atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye
devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.
Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar
yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında
direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı
zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve
gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir
saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237
sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin
hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.
Polis;
a) Meşru savunma hakkının kullanılması
kapsamında,
b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak
etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve
kıracak ölçüde,
c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla
getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde
şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,
silah kullanmaya yetkilidir.
Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında
silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında
bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı
amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla
ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak
amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.
Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak
amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla
saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye
karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş
edebilir.”
25. 2559 sayılı Kanun’un
“Adlî görev ve yetkiler” kenar
başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Polis, bu maddede yazılı görevlerinin
yanında, Ceza Muhakemesi Kanunu ve diğer mevzuatta yazılı soruşturma
işlemlerine ilişkin görevleri de yerine getirir.
Polis, bir suça ilişkin olarak kendisine
yapılan sözlü ihbar ve şikâyetleri ve görevi sırasında öğrendiği suça ilişkin
bilgileri yazılı hale getirir.
Edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet
üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan polis, olay yerinde kişilerin
ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve
suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için derhal gerekli
tedbirleri alır.
Bir suç işlendiği veya işlenmekte olduğu
bilgisini edinen polis, olay yerinin korunması, delillerin tespiti,
kaybolmaması ya da bozulmaması için acele tedbirleri aldıktan sonra el koyduğu
olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri derhal Cumhuriyet
savcısına bildirir ve Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda işin
aydınlatılması için gerekli soruşturma işlemlerini yapar.
Yapılacak araştırma sonunda edinilen bilginin
bir kabahate ilişkin olduğu hallerde, konu araştırılarak gerekli yasal işlem
yapılır veya yapılması sağlanır.
Olay yerinde görevine ait işlemlere başlayan
polis, bunların yapılmasına engel olan veya yetkisi içinde aldığı tedbirlere
aykırı davranan kişileri, işlemler sonuçlanıncaya kadar ve gerektiğinde zor
kullanarak bundan men eder.
Polis, suçun delillerini tespit etmek
amacıyla, Cumhuriyet savcısının emriyle olay yerinde gerekli inceleme ve teknik
araştırmaları yapar, delilleri tespit eder, muhafaza altına alır ve incelenmek
üzere ilgili yerlere gönderir.
Olay yeri dışında kalan ve o suça ilişkin
delil elde edilebileceği yönünde kuvvetli şüphe sebebi bulunan konut, işyeri ve
kamuya açık olmayan kapalı alanlarda yapılacak işlemler için Ceza Muhakemesi
Kanununun arama ve elkoymaya ilişkin hükümleri uygulanır.
Polis, olaydaki failin, gözaltına alınan
şüpheli ile aynı kişi olup olmadığının belirlenmesi bakımından zorunlu olması
halinde, Cumhuriyet savcısının talimatıyla teşhis yaptırabilir.
…”
26. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler”
başlıklı İkinci Bölüm’ün “Kanunun hükmü ve
amirin emri” kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:
“ (1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.
(2)
Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir
emri uygulayan sorumlu olmaz.
(3)
Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde
yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.
(4)
Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği
hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur.
27. Anılan Kanun’un “Meşru
savunma ve zorunluluk hali” başlıklı 25. maddesi şöyledir:
“(1)
Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen,
gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve
koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen
fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
(2)
Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden
olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir
tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin
ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile
işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” Cumhuriyet
savcısının görev ve yetkileri
28. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri”
başlıklı 161. maddesi şöyledir:
“(1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya
emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı
yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu
görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. Cumhuriyet savcısı, adlî görevi
gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem
yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz
konusu işlemi yapmasını ister.
(2) Adlî kolluk görevlileri, elkoydukları
olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri emrinde çalıştıkları
Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye
ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.
(3) Cumhuriyet savcısı, adlî kolluk
görevlilerine emirleri yazılı; acele hâllerde, sözlü olarak verir. (Ek cümle:
25/5/2005 - 5353/24 md.) Sözlü emir, en kısa sürede
yazılı olarak da bildirilir.
…”
29. Anılan Kanun’un “Adlî
kolluk ve görevi” başlıklı 164. maddesi şöyledir:
“(1) Adlî kolluk; 4.6.1937 tarihli ve 3201
sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 8, 9 ve 12 nci
maddeleri, 10.3.1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve
Yetkileri Kanununun 7 nci maddesi, 2.7.1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük
Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8
inci maddesi ve 9.7.1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı
Kanununun 4 üncü maddesinde belirtilen soruşturma işlemlerini yapan güvenlik
görevlilerini ifade eder.
(2) Soruşturma işlemleri, Cumhuriyet
savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adlî kolluğa yaptırılır.
Adlî kolluk görevlileri, Cumhuriyet savcısının adlî görevlere ilişkin
emirlerini yerine getirir.
(3) Adlî kolluk, adlî görevlerin haricindeki
hizmetlerde, üstlerinin emrindedir.”
30. Anılan Kanun’un “Kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar” başlıklı 172. Maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“ Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için
yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması
hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar
gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir.
Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
31. Mahkemenin 16/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 14/8/2013 tarih ve 2013/6319 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
32. Başvurucu, silah kullanılmasını gerektiren bir durum söz
konusu olmamasına rağmen güvenlik görevlilerince silah kullanılarak oğlunun
ölümüne sebebiyet verildiğini, soruşturmanın önemli bir kısmının şüpheli
konumunda olan kolluk tarafından yürütüldüğünü, işkence suçunun soruşturma
konusu yapılmadığını ve KYO kararında işkence iddialarının incelenmediğini,
ambulans şoförü ve diğer sağlık görevlileri hakkında sadece görevi kötüye
kullanmaktan idari soruşturma başlatıldığını fakat insan öldürmeye iştirakten
hiçbir soruşturma açılmadığını belirterek Anayasa’nın 17. ve 40. maddelerinde
güvence altına alınan yaşam hakkının, işkence ve eziyet yasağının ve etkili
başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Yaşam Hakkının İhlal Edildiği İddiası
33. Başvuru konusu olayda polisin gereksiz yere silah
kullanması suretiyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine dair
iddiaların 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. İşkence ve Eziyet Yasağının İhlal Edildiği İddiası
34. Başvuru konusu olayda başvurucunun oğlunun etkisiz olarak
ele geçirildiği yerde polis tarafından darp edildiği ve bu yöndeki iddiaların
soruşturulmadığından bahisle Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen işkence ve
eziyet yasağının ihlal edildiğine dair iddiaların da açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Yaşam Hakkının Esasının İhlal Edildiği İddiası
i. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlığın Görüşü
35. Başvurucu, başvuru konusu olayın son aşamasında, yani Ç.
D.’nin yaralı olarak ele geçirildiği anda kendisinde silah bulunmadığını, onda
olduğu iddia edilen silahlarda kendisinin parmak izinin bulunduğunun tespit
edilmediğini, silahların sonradan kendisinin yanına getirildiğini, bu nedenle
olayda polisin silah kullanma yetkisinin bulunmadığını ileri sürmüştür.
Başvurucu, ayrıca olay hakkında Savcılık tarafından verilen KYO kararında silah
kullanma yetkisinin meşru sınırlar içinde gerçekleştiği sonucuna ulaşılırken,
polisin hazırladığı “olay tutanağı”nda ve tanık ve şüpheli sıfatıyla sorgulanan
polislerin ifadelerinde, Ç.D.’nin kendilerine doğru birden fazla ateş ettiği,
kendilerinin de bu ateşe karşılık vermek zorunda kaldıklarının beyan edilmesine
rağmen, Savcılığın bu beyanları esas almadığını (alamadığını), çünkü son olayın
gerçekleştiği yerde Ç. D.’nin yanında bulunan iki silahta parmak izinin
bulunmadığını ve vurulduğu yerde bulunan 13 adet mermi kovanının tamamının
polis memurlarının silahlarına ait olduğunu, sonuç olarak ağır yaralı olmasına
ve herhangi bir direniş göstermemesine rağmen oğlunun polisler tarafından
sırtından vurularak öldürüldüğünü ileri sürmüştür.
36. Bakanlık görüşünde, polis tarafından kullanılan gücün
haklı ve gerekli olup olmadığının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
içtihatları doğrultusunda değerlendirilmesi gerektiği, AİHM’ye göre Devlet
görevlilerinin güç kullandığı durumlarda sadece güce başvuran görevlilerin
eylemlerini değil, aynı zamanda hukuki ve düzenleyici çerçeve, bu çerçevenin
hazırlanması ve denetlenmesine ilişkin hususlar da dâhil ilgili bütün
koşulların göz önünde tutulması gerektiğinin kabul edildiği, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2. maddesinin 2. paragrafının sadece kasıtlı adam
öldürmenin meydana geldiği durumları değil, kasıtsız bir şekilde ölümle
sonuçlanabilecek «güce başvuru yollarının»
oluşabileceği durumları da kapsadığı, bununla birlikte zor kullanmanın 2.
maddenin a., b. veya c. bentlerinde bahsedilen amaçlardan birinin
gerçekleştirilmesi için “mutlak zorunlu”
durumlarda kullanılması gerektiği, başvurulan gücün bahsedilen amaçlarla
kesinlikle orantılı olması gerektiğinin kabul edildiği, AİHM’nin Türkiye
hakkındaki açılan davalarla ilgili bazı kararlarında, olay hakkındaki
değerlendirmesini, olaydan kopuk bir bakış açısı ile olayın sıcağıyla karşılık
vermek zorunda kalmış memurların değerlendirmesinin yerine koyamayacağına
hükmettiği, başka türlü bir hükme varmanın Devletler ve görevini ifa etmekte
olan kolluk kuvvetleri üzerine gerçekçi olmayan bir yük getirmek, belki de
bunların ve diğer kişilerin hayatını tehlikeye atmak anlamına geleceğini kabul
ettiği belirtilmiştir.
37. Bakanlık görüşünde ayrıca AİHM’nin, polisin silah
kullanma yetkisini düzenleyen 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinin ceza mahkemelerince
yorumlanma biçimine bakarak, bu yasal çerçevenin temelde kusurlu olduğu ve
Sözleşmenin günümüz Avrupa’sının demokratik toplumlarında gerekli kıldığı yaşam
hakkını kanunla koruma düzeyinin altında kaldığı sonucuna vardığı ifade
edilmiştir.
38. Bakanlık görüşünde somut olayla ilgili şu
değerlendirmeler yapılmıştır: Başvuruya konu olayda, önceden planlanan ve
çerçevesi çizilen bir polis operasyonu bulunmadığı, yapılan bir ihbar sonucu
polisin olay yerine gitmesi ve beklenmedik bir şekilde polise ateş edilmesi ve
polis memurlarından birisinin vefat etmesi ve diğerinin yaralanması neticesinde
başlayan takip ve yakalamanın söz konusu olduğunun hatırda tutulması
gerekmektedir. Bu süreç, olay akşamı saat 20.10 ile saat 21.50 arasını kapsayan
yaklaşık iki saatlik bir zaman dilimini kapsamaktadır. Bu süreçte polis
telsizinde sürekli anonslar yapılarak, polis ekipleri sürekli bilgilendirilmiş
ve yönlendirilmiştir. Ayrıca, Ç. D.’nin polis memurlarına karşı ateşli silah
kullanmış olması ve çevresine ateş etmiş olması ve kaçarken silahlı oluşu
nazara alındığında, olayın sıcaklığı ve gerçek bir tehdit olgusunun varlığı
kabul edilmelidir. Ç. D.’nin yakalanması amacıyla yapılan müdahale öncesi
hazırlığın ve müdahalenin kontrolünün değerlendirmesinin bu koşullar dikkate
alınarak yapılması Anayasa Mahkemesinin takdirine bırakılmıştır.
39. Bakanlık görüşünde ayrıca, olay hakkında yürütülen
soruşturma kapsamında elde edilen bulgulardan Ç. D.’nin ölümünün uzak atış
sonucu gerçekleştiğinin tespit edildiği, vücuduna altı mermi isabet ettiği,
bunların dördünün kol, bacak ve omuz gibi bölgelere, diğer ikisinin ise
öldürücü bölge olan göğüs ve karın bölgesine geldiğinin Cumhuriyet Savcısı
tarafından tespit edildiği, dinlenen tanıklar, yakalamada görev alan tüm polis
memurları ve bilgisine başvurulan diğer kişiler, polisin ateş etmeden önce
defalarca uyardığını, Ç. D.’nin teslim olmasını istediğini, buna rağmen Ç.
D.’nin bu çağrılara ateş ederek karşılık verdiğini belirttikleri, soruşturma
dosyasında yer alan cep telefonu baz istasyonu bilgileri, kamera kaydı çözüm
tutanakları ve telsiz görüşmeleri tutanaklarının da tanık ve polis memurlarının
beyanları ile örtüştüğü, vefat eden polis memurlarına yapılan otopsiler ve
alınan kriminal ekspertiz raporlarından, bu polis memurlarının Ç. D.’ye ait
olan av tüfeği ile Ç. D. tarafından öldürülen polis memurlarının üzerinden
alınan tabancalar ile açılan ateş sonucu öldüğünün belirlendiği, ayrıca
öldürülen polis memurlarının silahları üzerinde bulunan kanın Ç. D.’ye ait
olduğunun tespit edildiği, Ç. D.’nin şizofreni hastası olduğu ve tedavi
gördüğünün yakalama esnasında polise bildirilmediği, bu koşullar altında polis
tarafından haksız ve gereksiz güç kullanılıp kullanılmadığının
değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
40. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık
görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
ii. Konuya
İlişkin İlkeler
41. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin
birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî
ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama
kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının
önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü
hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah
kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme
fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
42. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin
yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer
bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51).
43. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin
sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre,
devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm
olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları
kullanarak, yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için yeterli yasal ve idari
bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve
bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili
idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal
olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52).
44. Kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği
iddia edilen ölüm olaylarının da şüphesiz devletin sahip olduğu “hiçbir bireyin yaşamına son vermeme”
negatif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Bu yükümlülük hem
kasıtlı bir biçimde öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç
kullanımını içermektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McCann/Birleşik Krallık, B.No: 18984/91, BD, 27/9/1995, § 148). Yukarıda yer verilen
2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinde (§ 24) belirtildiği üzere, güç kullanımı,
bedenî kuvvet kullanılması, diğer maddî güç araçlarının kullanılması veya silah
kullanılması şeklinde gerçekleşebilecektir.
45. Anayasanın 17. maddesinin son fıkrasına göre, kamu
görevlilerince güç kullanılmasının bir anlamda en ağır düzeyini ifade eden
silah kullanılmasına “meşrû müdafaa”
ile “yakalama ve tutuklama kararlarının
yerine getirilmesi” gibi kuralda sayılan durumlarda cevaz
verilebilecektir. Ancak söz konusu durumlarda, öldürücü kuvvete başvurulmasının
yaşam hakkının ihlalini doğurmaması için, güç kullanmayı gerekli kılacak “zorunlu bir durum”un varlığı aranacaktır.
46. Anayasa Mahkemesinin kanunların Anayasa’ya
uygunluklarının denetimi kapsamında bu konuda daha önce verdiği kararlarında,
kişilere karşı silah kullanılmasına olanak sağlayan Anayasa’nın 17. maddesinin,
koşulları gerçekleştiğinde kolluk güçlerinin bedeni kuvvet ve maddi güç
kullanmasına öncelikle izin vereceğinin kuşkusuz olduğu, kamu düzenini
sağlamakla yükümlü olan polisin, suç niteliğinde olan eylemleri başka türlü
engelleme olanağı kalmadığında, son çare olarak zora başvurabilmesine yönelik
düzenlemelerin Anayasa’ya aykırılık oluşturmayacağı, diğer yandan, kolluk
güçlerinin kendilerine karşı kullanılacak güç ile orantılılığı aranmaksızın ve
kademeli olarak etkisiz kılma yöntemleri belirtilmeksizin “ateşli silah”
kullanmalarına imkan veren yasal düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olacakları
ifade edilmiştir (Anayasa Mahkemesinin 26/11/1985 tarih ve E.1985/8, K.1986/27
sayılı kararı, Anayasa Mahkemesinin 6/1/1999 tarih ve E.1996/68, K.1999/1
sayılı kararı).
47. Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
48. Bütün temel hak ve özgürlükler için geçerli sınırlama
koşullarını düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi
gereği kişilerin temel haklarından mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek
istenen kamu yararı ile temel hakkından mahrum bırakılan bireyin hakları
arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
37).
49. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”,
“gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. “Elverişlilik”,
öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, “gereklilik”, ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha
hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan
müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi
gerekliliğini ifade etmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
50. Anayasa’da yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle
yapılacak müdahalelere ilişkin yer alan yukarıdaki hükümler ve Anayasa
Mahkemesinin bu konuda daha önce vermiş olduğu kararlar birlikte
değerlendirildiğinde, kolluk güçlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara
ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı “zorunlu
durumlarda” ve (silah kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı
karşıya kalınan güce nispeten) “ölçülü”
bir biçimde silah kullanabilmelerine izin verdiği söylenebilecektir.
51. Anayasamızdaki düzenlemeye benzer şekilde, AİHS’nin 2.
maddesine göre bir ölüm, a) bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının
sağlanması; b) bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme
veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme; c) bir
ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması durumlarında, “mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı”
sonucunda meydana gelmişse, yaşam hakkının ihlalinin gerçekleştiğinden söz
edilemez.
iii. İlkelerin
Somut Olaya Uygulanması
52. Anayasa Mahkemesi açısından, somut olayın gelişimine
ilişkin başvurucunun iddiaları ile soruşturma kapsamında elde edilen bulgu ve
ulaşılan sonuçlar arasında bazı farklılıklar bulunmakla birlikte, olayın
değerlendirilmesine imkân sağlayacak düzeyde yeterli maddi ve kanıtlayıcı
unsurun bulunduğu görülmektedir.
53. Yaşam hakkı kapsamında devletin, öncelikle yaşamı
tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak için yeterli yasal ve idari
bir çerçeve oluşturması gerekmektedir (§ 43). Aynı yükümlülük doğrudan
bireylerin yaşamlarının sona ermesine yol açabilecek kolluk güçlerinin silah
kullanılması halleri için de geçerlidir. Bu yükümlülüğün yanı sıra, oluşturulan
bu çerçevenin gereği gibi uygulanmasının devlet tarafından sağlanması
gerekmektedir.
54. Başvuru konusu olayda polislerin silah kullanımının
dayanağını oluşturduğu anlaşılan 2559 sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen 16.
maddesi hükmünün, Anayasa’nın silah kullanımının koşullarına ilişkin ilkeleri
yönünden incelendiğinde, düzenlemenin, (Anayasa’nın 17. maddesine uygun bir
şekilde) hangi amaçlarla ve hangi ölçüde güç kullanılabileceğini ortaya
koyduğu, öncesinde ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya
zor kullanılacağı ihtarı yapılması koşuluyla, güç kullanımının ateşli silah kullanılmasına
varacak şekilde kademeli olarak arttırılabileceğini hüküm altına aldığı
görülmektedir. Silah kullanımına ilişkin oluşturulan söz konusu yasal
çerçevenin, Anayasa’nın 17. maddesinin aradığı güce başvurmaya cevaz verilen “zorunlu bir durum” koşulunu ve genel
olarak Anayasa’nın 13. maddesinin temel hakların sınırlanabilmesi için aranan “ölçülülük” koşulunu karşıladığı
görülmektedir. Bakanlık görüşünde yer verilen ve ilgili kuralın yaşam hakkı
açısından gerekli kanunla koruma düzeyinin altında kaldığı sonucuna ulaşılan
AİHM kararları, 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 2/6/2007 tarih ve 5681
sayılı Kanun tarafından değiştirilmeden önceki haline ilişkin olup, kuralın
yeni hali hakkında AİHM’nin bu yönde bir değerlendirmesinin bulunmadığı
görülmektedir.
55. Bu durumda, söz konusu yasal çerçevenin somut olayda ne
şekilde uygulandığının incelenmesi gerekmektedir.
56. Başvuru konusu olayın gelişimi incelendiğinde, polisin
silah kullanımının ilk andan itibaren genel olarak bir “zanlının yakalanmasına yönelik” olduğu
ancak yer yer Ç. D. ile polis arasında gerçekleşen karşılaşmalarda silah
kullanımının polisler açısından “meşru
müdafaa” niteliği arz edip etmediğinin tartışılması gerektiği
görülmektedir. Bu durumda, öncelikli olarak, başvuru konusu olay açısından
temel olarak silah kullanımının söz konusu iki hal için bir “zorunluluk” arz edip etmediğinin
incelenmesi gerekmektedir (§ 50).
57. Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin
bu konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin
eylemlerinin değil, söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın
bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı
için bkz. McCann/Birleşik Krallık,
B. No: 18984/91, BD, 27/9/1995,§ 150). Bunun yanı sıra
bu konuda yapılacak değerlendirmede bir bütün olarak somut olayın hangi
koşullarda gerçekleştiğinin ve nasıl bir seyir izlediğinin de göz önünde
bulundurulması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Andronicou ve Constantinou/Kıbrıs, B. No:
25052/94, 9/10/1997, § 182).
58. Bu noktada belirtmek gerekir ki, Anayasa Mahkemesinin
doğrudan ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine geçecek şekilde
gerçekleşen olaylardaki delillerin değerlendirmesini kendisinin yapması söz
konusu olamaz ve bu konuda asıl sorumlu ve yetkili olanlar ilk elden olayları
inceleyen yetkili adli ve idari mercilerdir. Bununla birlikte, Anayasa
Mahkemesi ilk derece yetkili mercilerin değerlendirmelerine tamamen bağlı
kalmak zorunda olmayıp, kesin ikna edici bulgulara dayanarak farklı bir
değerlendirmede bulunabilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. McKerr/Birleşik Krallık, B. No:28883/95,
4/4/2000 Klaas/Almanya,
22/9/1993, §§ 29-30).
59. Somut olayda operasyonun planlamasına ve kontrolüne
ilişkin değerlendirmeler yapılırken, Bakanlık görüşünde ifade edildiği üzere,
olayların yapılan bir ihbar sonucu polisin olay yerine gitmesi ve beklenmedik
bir şekilde polise ateş edilmesi ve polis memurlarından birisinin vefat etmesi
ve diğerinin yaralanması neticesinde başlayan takip ve yakalama süreci şeklinde
gerçekleştiğinin dikkate alınması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda
gerçekleşen polis müdahalesi, önceden planlama, istihbarat ve hazırlık
çalışmaları yapılmış bir operasyon olmayıp anlık bir olay sonucu başlayan ve
yaklaşık iki saat içerisinde başlayıp sona eren bir operasyondur. Bu nedenle
ancak bu süre zarfında gerçekleşen yönlendirme ve kontrol eylemlerine ilişkin
bir değerlendirme yapılabilecektir.
60. Ancak bu konuda başvuru konusu olayda yürütülen soruşturma
kapsamında elde edilmiş net bir bilgi bulunmadığı görülmektedir. Başvuru
dilekçesi ekinde sunulan telsiz kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla kaçan
kişinin yerini tespite ilişkin yönlendirmelerin bulunduğu, bunun yanı sıra
olaya müdahale eden polislere yönelik kayıtlarda bu konuda, “bölgede bulunan ekipler mutlak suretle kendi can
güvenliğini alsınlar” “şahsı
aldık”, “şahsı alan ekibimiz 3351
sokak üzerindesiniz, doğru mu, sakin olur musunuz”, “ambulans gelsin” “yaralı şahsın
şüpheli şahıs olduğu söylüyor, doğruysa sakin olsun” “yakın ekipleriniz kalabalığı dağıtmak için
ekipleriniz intikal edebilirler mi”, “bölgedeki resmi ekipler talimat beklemeksizin bize yakın çevre
güvenliğini alın” şeklinde bilgi ve talimat verme niteliğinde
anonslarının yapıldığı görülmektedir. Başvurucunun da doğrudan bu konuya
yönelik bir usulsüzlük iddiası da bulunmamaktadır. Başvurucu bu konuda sadece
temel olarak üçüncü ve son karşılaşmada oğlunun silahsız olduğunu ve ele
geçirildikten sonra vurulduğunu iddia etmektedir.
61. Anayasa Mahkemesi açısından bu konuda polis memurlarının
üstleri tarafından Ç.D.’yi yakalamak için nasıl yönlendirildiklerinin net bir
biçimde tespit edilmesi olanaksız olmakla birlikte, olayın gelişim şekli, kayda
geçen anonslar ve olaya müdahale eden polislerin ve diğer tanıkların Savcılık
soruşturmasında verdikleri beyanlar birlikte değerlendirildiğinde, polis
ekiplerinin can güvenliklerinden endişe duydukları, buna yönelik tedbirlere
dikkat edilmesi yönünde talimatlar verildiği, şahsın yaralı olarak ele
geçirildiği bilgisinin alınması öncesi ve sonrasında herhangi bir şekilde o ana
kadar kimliği tespit edilememiş Ç.D.’nin doğrudan can güvenliğini hiçe sayar
bir şekilde yönlendirmenin olduğundan söz edilemeyeceği anlaşılmaktadır.
Aksine, yakalama öncesi temel olarak polislerin kendi can güvenlikleri
açısından tedbirler alınması, yakalama sonrası ise olay yeri güvenliğinin
sağlanması ve sükûnetin teminine ilişkin yönlendirmelerin yapıldığı
görülmektedir. Bu durumda operasyonun planlanması ve uygulanmasının yaşam
hakkını ihlal ettiği söylenemez.
62. Polis müdahalesinin planlanması ve kontrolüne ilişkin bu
değerlendirmeler sonrasında doğrudan olaya müdahale eden polislerin
eylemlerinin incelenmesi gerekmektedir. Bakanlık görüşünde belirtildiği üzere,
somut olayda, soruşturma sonucunda başvurucunun oğlu Ç. D.’nin yakalama
esnasında polise teslim olmaması nedeniyle yaşanan silahlı çatışmada, polis
memurlarınca açılan ateş sonucu öldüğü Savcılık tarafından kabul edilmiştir. Bu
durumda, tartışmalı olmayan bu hususta polis tarafından kullanılan gücün
(soruşturma kapsamında olayın gelişimine ilişkin yapılan tespitler ve ulaşılan
sonuç ile başvurucunun iddiaları birlikte değerlendirilerek) Anayasa’nın 17.
maddesinin aradığı “kanunen cevaz verilen
zorunlu bir durumda” gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda bir karar
verilmesi gerekmektedir.
63. Bu konuda bir sonuca ulaşılırken, ölüm olayının
gerçekleşme şartlarının dikkatlice incelenmesi, yaşamını kaybeden kişinin daha
önceki eylemlerinin ve kendisinin yaratacağı tehlikenin niteliğinin
değerlendirilmesi gerekmektedir (Nachova ve
diğerleri/Bulgaristan, B. No:43577/98 ve 43579/98, BD, 06/07/2005, §
106).
64. Başvuru konusu olay hakkında yürütülen soruşturma
kapsamında Savcılık tarafından verilen KYO kararında (§ 21) olayın gerçekleşme
seyri konusunda yapılan tespitlere ilişkin başvurucunun temel iki farklı
iddiası bulunduğu görülmektedir. Dolayısıyla, başvurucunun ilk ihbar sonrasında
20.10 civarında motosikletli polis ekibinin Ç.D. ile
karşılaşmasında yaşanan olaylar ile saat 20.30 sıralarında Ç.D.’nin Fatih
Mahallesi Kepez (Cezaevi) kavşağı olarak isimlendirilen yerde araç içerisinde
durdurulması sonrasında gerçekleşen ikinci karşılaşmanın seyri hakkında
Savcılık kararında yapılan tespitlere yönelik farklı bir iddiasının bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
65. Başvurucu, ilk olarak, üçüncü, yani son karşılaşmada
Ç.D.’nin yanında herhangi bir silah bulunmadığını, karşılıklı bir silahlı
çatışma yaşanmadığını, Ç.D.’nin ele geçirildikten sonra vurularak
öldürüldüğünü, dolayısıyla bu olayda polisin silah kullanma yetkisi
bulunduğundan bahsedilemeyeceğini ileri sürmektedir. Başvurucu bu iddialara
dayanak olarak, Savcılığın verdiği KYO kararında Ç.D.’nin son olayda yanında
iki silah bulunduğu ve polis beyanlarında ve olay yeri tutanağında 2-3 kez Ç.D.
tarafından ateş edildiği ifade edilmesine rağmen, soruşturma makamının Ç. D.
silahları kullanmamış olsa bile kolluğun silah kullanma yetkisinin doğacağı
savına dayandığını, çünkü Ç.D.’nin ele geçirilmesi sırasında yanında bulunduğu
ileri sürülen iki silahta Ç.D.’nin parmak izlerinin bulunmadığı ve son olay
mahallinde bulunan mermi kovanlarının hiçbirinin Ç.D.’nin kullandığı silahlara
ait olmadığının yapılan incelemede ortaya çıktığını ifade etmektedir.
66. Başvurucunun bu iddiaları açısından Savcılık tarafından
verilen KYO kararında olayın seyrine ilişkin yer verilen açıklamalara
bakıldığında (§ 21), Ç.D.’nin; ilk karşılaşmada vurduğu polis memuru M. Ç.’nin
görev silahını alarak aracıyla kaçtığı, bu araçla Kepez (Cezaevi) Kavşağı
olarak isimlendirilen yerde arabasına yaklaşarak araçtan inmesini isteyen polis
memurları A.B. ve M.K’yı M. Ç.'den aldığı tabancayla vurduğu, polis memuru
M.K.’nın silahını da bu noktada aldığı, olaya müdahale için gelen ikinci polis
ekibinin kendisine burada uyarı atışında bulunduğu, “teslim ol” çağrısına da uymayarak karanlık sokaklara doğru
kaçtığı tespitleri yapılmaktadır.
67. Ayrıca, KYO kararında (§ 21), Ç.D. tarafından alınan
silahlara ilişkin şu açıklamalara yer verilmiştir:
“Cezaevi kavşağı ve devamında tespit edilen
toplam 8 adet boş kovanın maktul şüpheli Ç. D.nin gasp ettiği maktul polis
memuru M. Ç.’ye ait … seri nolu … marka tabancadan atıldığı, tespit edilebilen
3 adet boş kovanın ise yine maktul şüpheli Ç. D.nin maktul polis memuru M.
K.’den gasp ettiği … seri nolu … marka tabancadan atılmış olduğunun hem Polis
Kriminal Lab. hem de İstanbul Adli Tıp Kurumu Balistik İnceleme Şube Müdürlüğü
raporuna göre belirlenmiş olduğu;…”
68. Savcılık soruşturmasında, Ç.D.’nin söz konusu iki silahı
ilk iki karşılaşmada vurulan polis memurlarından aldığı bilgisinin, sadece
polis tutanaklarına ve soruşturma kapsamından ifadeleri alınan polislerin beyanlarına
dayanmadığı, bu yöndeki bilginin bunların yanı sıra KYO kararında ifadelerine
yer verilen Ö.E., A.A., M.T., Z.K. ve R.S. isimli diğer görgü tanıklarının
beyanları ve silahlar üzerinde doku örnekleri üzerinde yapılan inceleme ile
teyit edildiği görülmektedir.
69. Diğer görgü tanıklarının beyanlarında, ikinci
karşılaşmada iki polis memurunu vurduktan sonra Ç.D.’nin elinde iki silahla
karın bölgesinden yaralı olarak kaçtığı, polislerin onu takip ettiği,
kendisinin de ateş ettiği (tanık M.T.’nin ifadesine göre), polislerce havaya ve
kendisine doğru ateş edildiği, karanlık bölgelere kaçtığı için takibin devam
ettirilemediği bilgilerinin yer aldığı görülmektedir.
70. Başvurucunun Ç.D.’nin son olarak ele geçirildiği yerde
silahsız olduğu iddialarıyla ilgili olarak (ve onları karşılayabilecek şekilde)
KYO kararının 18. sayfasında şu ifadelerin yer aldığı görülmektedir:
“Maktul şüpheli Ç.D.’nin suçta kullandığı …
seri nolu … marka tabancanın maktul şüpheli Ç.D. ele geçirildiğinde şarjörünün
kanlı olduğu, boş olduğu ve tabancanın namlu kısmında iki mermi bulunduğu ve
mermilerin sıkışmış olduğu, muhtemelen bu noktada güvenlik güçlerine silah
doğrulturken silahın tutukluk yaptığı ve bu nedenle mermide namlu sıkıştığı ve
bu noktada bu silahla ateş edemediği, üzerinde ele geçirilen … seri nolu …
marka tabancanın ise cezaevi kavşağında gasp edildikten sonra kaçış
güzergahında şarjörünü düşürmüş olduğu, bu tabancanın da maktul Ç.D. ele
geçirildiğinde içerisinde şarjör bulunmadığı, bu silahla da bu noktada bu sebeple
ateş edemediğinin anlaşıldığı…”
71. Savcılığın KYO kararında (§ 21), söz konusu silahlarda
Ç.D.’ye ait parmak izinin bulunmadığı bilgisine yer verilirken, Ç.D.’nin ilk
karşılaşmada aldığı tabancanın şarjör kısmında elde edilen biyolojik bulgunun
Ç.D.’nin kan örneği ile tıpatıp uyduğunun Ankara Kriminal Polis Laboratuarı
raporuyla tespit edildiği ifade edilmektedir.
72. Başvurucu KYO kararında olayın seyrine ilişkin yapılan
tespitlerden ikinci olarak, Ç.D.’nin kararda dayanıldığının aksine uzak atış
sonucu öldürülmediğini, son karşılaşmada polisler tarafından etkisiz hele
getirildikten sonra darp edildiğini ve sırtından vurularak öldürüldüğünü ileri
sürmektedir.
73. Başvurucu bu iddiasına ilk dayanak olarak Adli Tıp Kurumu
raporunda atış mesafesinin kesin olarak tespitinin (bu atışlar elbiseli bölgeye
isabet etmiş olduklarından ve Ç.D. ele geçirildiğinde üzerinde bulunan
elbiselerde polis tarafından yapılan incelemede kullanılan kimyasal maddeler
nedeniyle) yapılamadığını, ikinci dayanak olarak da, Ç.D. etkisiz hale
getirildiğinde çekilen ilk fotoğraflarda sırt bölgesinde kan bulunmazken daha
sonra çekilen fotoğraflarda sırtının kan içinde olduğunun görüldüğünü ve bunun
Ç.D.’nin yakalandıktan sonra sırtından vurularak öldürüldüğünün açık delili olduğunu
ileri sürmektedir.
74. Savcılığın KYO kararında başvurucunun bu yöndeki
iddialarına yönelik yer alan bilgilere bakıldığında, Antalya Kriminal Polis
Laboratuarının 6/10/2012 tarihli ekspertiz raporunda Ç.D.’nin elbiseleri
üzerinde yapılan ayrıntılı inceleme sonucunda vücuduna isabet eden atışların
uzak atış olarak belirlendiği, bu hususta Ç.D.’nin cesedine ilişkin otopsi
raporunda cilt ve cilt altı bulgularına göre tüm atışların bitişik atış
mesafesi dışında yapıldığının belirlendiğinin ifade edildiği görülmektedir.
Başvurucunun fotoğraflar üzerinden ileri sürdüğü iddiaların Savcılığın KYO
kararında (sayfa 17-18) da yer aldığı, fotoğrafları çeken gazeteci S.K.’nın
ayrıntılı beyanında sırtında kan olmadığı iddia edilen fotoğrafın Ç.D.’nin
ayaklarının olduğu taraftan çekildiği, bu sırada polislerin Ç.D.’nin elini
sırtına doğru kıvırdıkları ve üst sırt bölgesindeki kanlı kısmın bu nedenle o
karede gözükmediği, aslında ilk çekilen fotoğraf karesinin Ç.D.’nin kafa
bölgesi tarafından çekildiği ve bu karede üst sırt bölgesinin kanlar içinde
olduğu ve ele geçirme sırasında da herhangi bir silahlı ateş etme olayını
görmediğini ifade ettiği bilgilerine yer verildiği görülmektedir.
75. Nihai olarak, Savcılığın KYO kararında Ç.D.’nin ele
geçirilmesine ilişkin şu ifadelerin yer aldığı görülmektedir:
“Maktul şüpheli Ç. D.’nin özellikle cezaevi
kavşağında iki polis memurunu öldürdükten sonra kaçış güzergahı dikkate
alındığında bu güzergahta kan izlerinin tespit edildiği, bu kan izlerinin
Ankara Kriminal Polis Lab. Raporuna göre Ç.D.’ye ait olduklarının tespit
edildiği, esasen Ç.D.’nin yaralı olarak ele geçirildiği noktaya varmadan yani
cezaevi kavşağından kaçarken kendisine ateş eden güvenlik güçlerince burada
vurulmuş olduğu, Fatih mahallesi ara sokaklarına yaralı vaziyette kaçtığı, bu
hususta da belli bir kan kaybının söz konusu olduğu ancak yaralı olarak ele
geçirildiği bölgede de maktül şüpheli Ç.D.’ye polis memurlarınca pek çok kez
olduğu bölgeye ateş edilmiş olduğu, olay yerinden elde edilen boş kovanlardan
da bu hususun tespit edildiği…”
76. Savcılığın KYO kararında, başvurucunun her iki başlık
altında (§ 65, § 72) KYO kararından farklı olarak ileri sürdüğü hususların,
soruşturma kapsamında elde edilen polis tutanakları, keşif bilgileri, olay yeri
inceleme raporu, kriminal ekspertiz raporu, otopsi raporu, balistik inceleme
raporu, polis ve diğer görgü tanıklarının beyanları bir bütün olarak
değerlendirilerek, olayın gelişimine ilişkin makul ve ciddi nitelikte herhangi
bir kopukluk arz etmeyecek surette açıklanmış olduğu görülmektedir.
77. Olayın oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi
idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesi başvuru konusu
olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve güvenlik kuvvetlerince kullanılan gücün
Anayasa’nın 17. maddesinde öngörülen “zorunlu
bir durumda” gerçekleşip gerçekleşmediğini nesnel bir şekilde
değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekmektedir.
78. Soruşturma dosyasında olayın seyri konusunda yer alan
bilgiler, bu konuda başvurucunun ileri sürdüğü yukarıdaki hususlar da göz
önünde bulundurularak incelendiğinde, Ç.D.’nin Cezaevi Kavşağında iki polis
memurunu vurduktan sonra polis memurlarından birinin daha silahını aldığı, olay
yerine gelen ikinci polis ekibi ile çatışmaya girdiği, elinde iki silah ve
karın bölgesinden yaralı olarak karanlık sokaklara kaçtığı anlaşılmaktadır. Bu
nedenle, ilk iki karşılaşmada polislere yönelik eylemleri dikkate alındığında,
silahlı olarak akşam karanlığında kaçan Ç.D.’nin operasyona katılan polisler
açısından tehlike arz ettiğinin kabulü gerekmektedir (§ 63). Bu durumda olaya
müdahale için gelen polislerin doğal olarak, karşılarında bulunan silahlı bir
saldırganı ele geçirmek veya kendilerine zarar vermesine engel olmak adına,
silah kullanmak zorunda kalabileceklerini düşünerek olay mahalline
geldiklerinin kabul edilmesi gerekir.
79. Yakalanmak istenen bir kişinin güvenlik güçlerinin veya
üçüncü şahısların yaşam ve vücut bütünlüğüne yönelik bir tehdit oluşturduğu
biliniyor ve öncesinde bu yönde bir şiddet eylemi gerekleştirdiğinden
şüpheleniyorsa artık bu kişinin etkisiz hale getirilebilmesi için silah
kullanımının gerekli olmadığı ve silah kullanmak dışında başka yöntemlere
başvurabilecek durumda oldukları söylenemez (Benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Kakoulli/Türkiye, B. No: 38595/97,
22/11/2005, § 108, Nachova ve
diğerleri/Bulgaristan, B. No: 43577/98 ve 43579/98, BD, 06/07/2005,
§ 95). Dolayısıyla, somut olayın koşullarında, Ç.D.’nin yakalanabilmesi veya
polislere ve üçüncü kişilere zarar vermemesini sağlamak için polislerin
silahlarını kullanmalarının bir “zorunluluk”
arz ettiğinin kabul edilmesi gerekmektedir.
80. Bu durumda olayın üçüncü ve son aşamasında olayın seyri
içerisinde polislerin silah kullanımlarının “zorunlu
bir durumdan” kaynaklanan “ölçülü”
bir silah kullanımı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
81. Bu konuda bir inceleme yapabilmek adına somut olayın
seyrine ilişkin soruşturma dosyası kapsamında nesnel olarak ortaya konulmuş
bilgilere bakıldığında, olaydaki ilk iki karşılaşmada Ç.D.’nin kendisine soru
sormak veya kendisini durdurmak maksadıyla yaklaşan polislere beklenmedik
şekilde silahlı saldırıda bulunduğu, bu iki saldırı sonrasında silahlı ve
yaralı bir halde kaçmaya çalıştığı, ikinci çatışma sonrası da dâhil olmak üzere
güvenlik güçlerinin sözlü uyarı ve havaya ateşle uyarılarına Ç.D.’nin uymadığı,
kaçmaya çalışması üzerine arkasından ateş açıldığı, aracıyla kaçmaya çalışırken
durdurulması sonrasında yaşanan ikinci saldırı sonrası karşılıklı silah
atışının bir süre daha devam ettiği, daha sonra Ç.D.’nin yaya olarak akşam
karanlığında şehir merkezinde ara sokaklara girerek kaçmaya çalıştığı, bu
sırada hala silahlı ve karın bölgesi dâhil vücudunun çeşitli bölgelerinden
yaralı olduğu, son olarak ele geçirildiği yerde elinde iki silah olduğu halde
bir ağacın arkasına saklandığı anlaşılmaktadır. Olayın bu şekilde seyrettiğinin
soruşturma dosyası kapsamında alınan polis ifadeleri ve olay yeri inceleme,
balistik inceleme ve otopsi incelemesi gibi yapılan teknik incelemelerin yanı
sıra diğer sivil görgü tanıklarının beyanları ile teyit edildiği görülmektedir.
Başvurucunun olayın gelişimi noktasında ileri sürdüğü aksi yöndeki iddialar,
Savcılık tarafından verilen KYO kararında da irdelenmiş ve söz konusu karardaki
ifadesiyle “şikâyetlerini doğrulayıcı
herhangi somut bir delil bulunmadığı” sonucuna ulaşılmıştır.
82. Soruşturma dosyasında yer alan bu tespitler karşısında,
ilk iki saldırının Ç.D. tarafından gerçekleştirilmesi, sözlü olarak ve silah
atışları ile uyarılmasına rağmen zanlının kaçmaya çalışması, gece karanlığından
yararlanarak silahlı olarak gözden kaybolması ve kovalamacanın devam etmesi
dikkate alındığında olayın bu son aşamasında Ç.D.’nin polisler ve üçüncü
şahıslar için hala ciddi bir tehlike arz ettiğinin kabulü gerekmektedir.
83. Önceki iki paragrafta yapılan tespitler nazara
alındığında olayın üçüncü aşamasının önceki iki aşamadan bağımsız olarak
değerlendirilmesinin mümkün olmadığı görülmektedir.
84. Ç.D.’nin elindeki iki silahın kaçış sırasında belirli bir
noktada (birinin şarjörünün düşmesi diğerinin tutukluk yapması nedeniyle)
etkisiz hale geldiği olay sonrasında yapılan incelemede anlaşılmıştır. Olay
sırasında kendisini takip eden polislerin Ç.D.’nin son olarak ele geçirildiği
yerde veya daha önceki bir aşamada silahlarının etkisiz hale geldiğini
bilmeleri mümkün değildir. Aksine, onu kovalayan polisler yanında silah olduğu
ve önceki karşılaşmalarda olduğu gibi Ç.D.’nin kendilerine ateş edilebileceği
düşüncesine sahiptiler. Bu nedenle, başvurucunun ileri sürdüğü gibi, Ç.D.’nin
ele geçirildiği noktada sadece operasyona katılan polislerin silahlarından
çıkan mermi kovanlarının bulunması tek başına Ç.D.’nin etkisiz hale geldiği
anlaşıldıktan sonra polislerin silah kullanmaya devam ettikleri ve bu nedenle
kullanılan gücün ölçülü olmadığı değerlendirmesi yapılmasını mümkün
kılmamaktadır.
85. Olay sonrası yapılan soruşturma kapsamında yapılan otopsi
incelemesinde, Ç.D.’nin vücuduna 6 merminin isabet ettiği, bunlardan ikisinin
karın ve göğüs bölgesine diğer dördünün kol bacak gibi hayati tehlike
oluşturmayacak bölgelere isabet ettiği anlaşılmış, Ç.D.’nin ölümünün “göğüs ve karın boşluğuna nafiz ateşli silah mermi
çekirdeği yaralanmalarına bağlı … iç organ harabiyetleriyle iç dış kanama
sonucu meydana geldiği” belirtilmiştir. Kovalamacanın hangi
aşamasında aldığı kurşun yarasının Ç.D.’nin ölümüne yol açtığını tespit etmek
mümkün görünmemektedir. Çünkü İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığının soruşturma
kapsamında vermiş olduğu rapora göre, Ç.D.’nin cesedinden çıkan 4 adet kurşun
parçasının kıyaslama niteliğinin bulunmadığı dolayısıyla hangi polisin
silahından çıkan mermi ile vurulduğunun tespit edilemediği belirtilmiştir. Bu
konuda soruşturma dosyasında somut olarak Ç.D.’nin ikinci saldırı sonrası
silahlı ve karın bölgesinden yaralı olarak kaçtığını ifade eden tanık beyanları
ve kaçış güzergâhı üzerinde tespit edilen kan izleri bulunduğu bilgisi yer
almaktadır. Polis Kriminal Laboratuarının raporuna göre atışların “uzak atış” niteliğinde olduğu tespiti
yapılmış olmakla birlikte bu tespit Adli Tıp Kurumunun raporu ile kesin olarak
teyit edilememiştir. Ancak Adli Tıp Kurumunun raporunda aksine bir tespit de
yapılmamış olup olay sürecinde en son ele geçirilme anı dışında polislerin
Ç.D.’nin yanına yaklaşamadıkları anlaşılmaktadır. Ç.D.’nin son olarak görüldüğü
yerde, uzak mesafeden polislerce yapılan atışlar sonucu Ç.D.’nin yere
kapaklandığı, ancak o anda zanlının etkisiz hale geldiğinin anlaşılarak
kendisinin yanına yaklaşılabildiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun bu iddialarına
soruşturma sürecinde muhatap olan Savcılık, bu noktadan sonra (yani Ç.D.
etkisiz hale getirildikten sonra) Ç.D.’ye yönelik silah kullanıldığına dair
soruşturma kapsamında destekleyici hiçbir somut bulguya ulaşılamadığına karar
vermiştir.
86. Bu bölümde yer verilen tespitler bir araya getirildiğinde
şu sonuçlara ulaşılmaktadır: 1. Somut olayın koşullarında daha önce sözle ve
silah atışıyla yapılan uyarılara uymaması nedeniyle polislerin silah kullanmak
dışında Ç.D.’yi yakalamak için başka araçlarının bulunduğunu kabul etmek mümkün
değildir. 2. Olay şehir merkezinde, yer yer kalabalık olan bölgelerde ve akşam
karanlığında gerçekleşmiştir. Olayda iki ayrı durumda üç polis memurunu öldüren
ve silahlı olarak kaçan Ç.D. hala tehlike oluşturmaktadır. 3. Yapılan atışlar
uzak mesafeli ve kaçan zanlıyı durdurmaya yönelik atışlar olup, zanlının
etkisiz hale getirilmesinden sonra onu öldürmeye yönelik doğrudan öldürücü
bölgelere hedef alan atışlar yapıldığını gösteren herhangi bir bulguya
rastlanılmamıştır.
87. Sonuç olarak, bu şartlar altında gerçekleşen polislerin
silah kullanımının, yakalama ve meşru müdafaa halinde kanunun cevaz verdiği “zorunlu bir durum”dan kaynaklandığı ve
kullanılan silah gücünün “ölçüsüz”
olmadığının kabulü gerekmektedir.
88. Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olaydaki gibi
süregelen silahlı çatışmalarda olayın sıcaklığı içerisinde tepki veren güvenlik
güçlerinin yerine geçerek silah kullanımının zorunluluğu ve ölçülülüğü
konusunda olaydan kopuk olarak tek başına kendi değerlendirmelerini esas alması
mümkün olamaz. Aksi yöndeki bir kabul, kamu gücünü kullanan güvenlik güçlerinin
veya üçüncü şahısların belki de hayatlarına mal olabilecek bir yük altına
girmelerine yol açabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Andronicou ve Constantinou/Kıbrıs, B. No:
25052/94, 9/10/1997, § 192, Usta ve
Diğerleri/Türkiye, B. No:57094/00, 21/2/2008, § 59).
89. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun oğlu Ç.D.’ye yönelik
silah kullanımı sonucu gerçekleşen ölümün yaşam hakkının esasının ihlalini
doğurmadığına karar verilmesi gerekir.
b. Yaşam Hakkı
Kapsamında Yürütülen Soruşturmanın Yetersiz Olduğu İddiası
i. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlığın Görüşü
90. Başvurucu, bu kapsamda, 4/10/2012 tarihinde gerçekleşen
olaydan bir gün sonra Savcının keşif amacıyla olay yerine geldiğini, ancak olay
yerinde kan izleri dışında herhangi bir delilin mevcut olmadığının tutanakla
tespit edildiğini, o gün birkaç vatandaşın tanık olarak dinlenilmesi dışında
başka bir işlem gerçekleştirilmediğini, şikayetçi sıfatıyla Savcılığa
başvurdukları 19/10/2012 tarihine kadar soruşturmaya ilişkin tüm evrak ve
delillerin kollukta kaldığını, bu arada balistik inceleme dâhil tüm
incelemelerin Antalya Emniyet Müdürlüğü tarafından gerçekleştirildiğini, şüpheli
pozisyonunda kamu görevlilerinin olduğu olaylarda soruşturmanın başından sonuna
kadar bağımsız soruşturma makamları tarafından yürütülmesinin şart olduğunu,
somut olayda bu durumun somut sakıncalarından birinin (Polis Kriminal
Laboratuarında Ç.D.’nin elbiseleri üzerinde yapılan ilk incelemede kullanılan
kimyasal maddeler nedeniyle) Adli Tıp Kurumunca atış mesafesinin tayinine
ilişkin ikinci bir inceleme yapılamaması olayında görüldüğünü, Savcılığın
Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde yürütülen idari soruşturma dosyasını
getirtmediği gibi sonucunu da sormadığını, bilirkişi incelemelerinin ilk
aşamada Emniyet birimleri tarafından yapıldığını, bu durumun delillerin yok
edilebilmesine yol açabileceğini, bu nedenle incelemelerin bağımsız
bilirkişiler tarafından yapılması gerektiğini, dosyada yeterli delil olmasına
rağmen dava açılmadığını ve yaralının ambulansla hastaneye götürülmesinin
olağandan çok uzun sürede gerçekleştiği iddialarına rağmen suçun görevi kötüye
kullanma olarak vasıflandırıldığını ve idari soruşturma için gönderildiğini
belirterek yaşam hakkının usul yönünden ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
91. Bakanlığın konu hakkındaki görüşünde, öncelikli olarak,
AİHM içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza
soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi,
soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış
olabilecek kişilerden bağımsız olmaları, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının
korunması için soruşturmanın yeterli ölçüde kendilerine açık olması, makul bir
hızlılık içinde yürütülmesi, sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse
cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte olmaları gerektiği ifade
edilmiştir.
92. Bakanlık görüşünde, yine AİHM kararlarına dayanılarak,
somut olayda varılan sonuçla ilgili değil bu sonucu doğuran araçlarla ilgili
bir yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut olaya ilişkin delillerin
toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri almaları
gerektiği, soruşturmada sorumlu kişi ya da kişilerin tespit edilmesini
engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin onun etkinliğine zarar
verebileceği, yetkili mercilerin, olaylara ilişkin delillerin özellikle de
görgü tanıklarının ifadelerinin, güvenlik güçlerinin elde ettiği bilimsel ve teknik
verilerin, gerektiğinde maktulün vücudundaki zedelenmeleri tam ve belirgin bir
şekilde gösterecek bir otopsi sonucunun ve hastanede yapılan gözlemlerin nesnel
bir değerlendirmesinin toplanabilmesi için makul olarak kendilerine açık olan
tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir.
93. Bakanlık görüşünde mevcut başvuru ile ilgili olarak,
başvurucunun oğlu Ç.D. ve 3 polis memurunun ölümüne ilişkin soruşturmanın
bağımsız ve tarafsız Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapıldığı, tüm
soruşturma işlemlerinin bizzat Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılmamakla
birlikte, Cumhuriyet Savcısının gözetim ve denetiminde kendisi tarafından
verilen talimatlar uyarınca yapıldığı, şüpheli konumunda olan polis memurları
tarafından yapılan soruşturma işlemi bulunmadığı, olay yeri incelemesi ve
delillerin toplanması işlemlerinin de Cumhuriyet Savcısı nezaretinde yapıldığı
belirtilmiş, görüşün devamında soruşturma kapsamında yapılan işlemler tek tek
sıralanmıştır.
94. Bu kapsamda Bakanlık görüşünde, olaydan hemen sonra resen
adli soruşturmaya başlandığı, bizzat savcı tarafından ölü muayene ve otopsi
işlemlerinin yapıldığı, olayın gerçekleştiği gün olay yeri incelemesi
yapıldığı, olay yeri krokisi çizildiği, görüntülü kayıt yapıldığı ve daha sonra
rapor haline getirildiği, olay sonrası yakalamada görev alan tüm polis
memurlarının silahlarına el konulduğu ve silahların ve olay yerinde elde edilen
mermilerin balistik incelemesinin yapıldığı, olayı gören ve yakalamaya katılan
herkesin dinlendiği, şüpheli konumunda olan polis memurlarının Cumhuriyet
Savcısı tarafından sorgulandığı, tanıkların beyanlarının da Cumhuriyet Savcısı
tarafından alındığı, tanıklara teşhis işlemi yaptırıldığı, olayın geçtiği
yerleri gören tüm kamera kayıtlarına el konulduğu ve sonrasında bilirkişi incelemesi
yapıldığı, olay yerinden elde edilen biyolojik bulguların incelendiği ve
biyometrik incelemeler yapıldığı, Ç.D.’nin telefon kayıtlarının, ambulansın GPS
verilerinin ve telsiz kayıtlarının incelendiği ve bilirkişi raporu alındığı,
Ç.D.’nin kullandığı araç üzerinde kriminal incelemeler yapıldığı, soruşturmanın
başvurucuya açık olarak yürütüldüğü, başvurucunun gerek bizzat ve gerekse de
vekili aracılığıyla dosyaya çok sayıda dilekçe verdiği, delil sunduğu ve tanık
bildirdiği, Cumhuriyet Savcısı’nın başvurucunun iddiaları doğrultusunda tanık
dinlediği, soruşturmaya olay tarihi olan 4/10/2012 tarihinde başlandığı,
18/3/2013 tarihinde KYO dair karar verildiği ve 16/4/2013 tarihli Manavgat Ağır
Ceza Mahkemesi’nin Savcılığın kararına itirazın reddine ilişkin kararı ile
soruşturmanın sona erdiği ve toplamda 6 ay 14 gün sürdüğü, KYO kararında,
toplanan delillere, müşteki ve tanık beyanlarına yer verildiği, Ç.D.’nin hangi
şartlar altında öldüğünün ortaya konulduğu, delillerin değerlendirildiği, yasal
mevzuat ve içtihatlara yer verdikten sonra Savcılığın kendi değerlendirmesini
yaptığı, Manavgat Ağır Ceza Mahkemesinin ise, KYO kararına atıfta bulunmak
suretiyle itirazı reddettiği, bireylerin cezai sorumluluklarının kapsamının
belirlenmesine yönelik hukuki sorunların incelenmesinin kural olarak Anayasa
Mahkemesinin yetkisi kapsamında olmadığı, suçluların tespiti ve
cezalandırılmasının derece mahkemelerin görev ve yetkisinde olduğu
belirtilmiştir.
ii. Konuya
İlişkin İlkeler
95. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı
kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin
usulî boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve
sorumlu kişilerin belirlenmesine imkan tanıyan
bağımsız bir soruşturmanın da yürütülmesini gerektirmektedir (2013/841,
23/1/2014, § 94). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi
halinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının
tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, soruşturma yükümlülüğü,
devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini
oluşturmaktadır (B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).
96. Bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı
olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder bir biçimde yaşamına son
verildiğine veya herhangi bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir
bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar
başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi
bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir (B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30).
Bu çerçevede, kamu otoritelerinin silah kullanımı sonucu ortaya çıkan ölüm
olaylarına ilişkin soruşturmaların, yasa dışı silah kullanımının önlenmesini
güvence altına alacak nitelikte kapsamlı, dikkatli ve tarafsız şekilde
gerçekleştirilmesi gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, B.No: 18984/91, BD, 27/9/1995, §§ 161-163). Bu tür olaylara
ilişkin soruşturmalarda aranılan bağımsızlık, sadece hiyerarşik ve kurumsal
bağımsızlığı ifade etmemekte olup soruşturmanın fiilen de (uygulamada da) bağımsız
olarak yürütülmesini gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4
/5/2001, §106).
97. Yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza
soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir
şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve
sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır.
Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür.
Anayasa'nın 17. maddesi hükümleri başvuruculara üçüncü tarafları belirli bir
suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaların
mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma yükümlülüğü verdiği
anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
98. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına
soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını
aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin
toplanması gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu
kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili
soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
57).
99. Bununla birlikte, soruşturma sonucunda alınan kararın
soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir
analizine dayalı olması ve bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına
yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü
bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de
gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, B. No:43577/98 ve
43579/98, BD, 06/07/2005, § 113).
100. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan
hususlardan biri de, teoride olduğu gibi pratikte de
hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu
denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının
meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları
sağlanmalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 58).
iii. İlkelerin
Somut Olaya Uygulanması
101. Başvuru konusu olaydaki gibi kamu gücünü kullanan
otoritelerin silah kullanması sonucu meydana gelen ölüm olaylarında yaşam hakkı
çerçevesinde yürütülmesi gereken bir soruşturmanın etkili olması için aranılan
özellikler (§ 95-100) açısından somut olayda Savcılık tarafından yürütülen
soruşturmanın incelenmesine geçildiğinde, başvurucunun bu konudaki en temel
şikâyetinin soruşturmanın bağımsız olarak yürütülmediğine yönelik olduğu
görülmektedir. Başvurucu bu kapsamda, soruşturmanın olaya karışmış, şüpheli
konumunda olan polisler tarafından yürütüldüğünü, elde edilen bulguların
polislerde kaldığını, balistik inceleme dâhil tüm teknik incelemelerin emniyet
birimleri tarafından yürütüldüğünü, (aslında yeterli delil bulunmasına rağmen) bu
tür eksiklikler nedeniyle polislerin Ç.D.’nin ölümünden sorumluluklarına
ilişkin ceza davası açılmadığını ileri sürmüştür.
102. Başvurucunun bu husustaki iddiaları yönünden soruşturma
kapsamında yürütülen işlemlere bakıldığında, Savcılığın KYO kararında, olayın
hemen ardından Savcılık tarafından olaya el konulduğu, Savcılığın talimatı ve
bilgisi dâhilinde Antalya Cinayet Büro ve Antalya Olay Yeri İnceleme Şube
Müdürlüğü ekipleriyle delil toplama işlemlerinin yürütüldüğü, cesetler
üzerinden elde edilen mermi çekirdeklerinin ve diğer delillerin Savcılıkta
muhafaza altına alındığı, olay yeri kamera görüntüleri ve MOBESE kayıtlarının
Savcılık talimatıyla muhafaza altına alındığı ve tek tek incelendiği, olayın
hemen sonrasında Cumhuriyet Savcısı nezaretinde olayda hayatını kaybedenlerin
tamamının ölü muayene işlemlerinin yapıldığı, ardından aynı şekilde klasik
otopsi işleminin yapıldığı, bu işlemler sonucunda olayda hayatını kaybedenlerin
kesin ölüm nedenlerinin tespit edildiği, olayın meydana geldiği üç ayrı yerde
Savcılık tarafından keşif işleminin yapıldığı, mevcut delillerin toplandığı,
olay yerindeki görgü tanıklarının ifadelerinin bizzat Cumhuriyet Savcısı
tarafından alındığı, operasyona katılıp silah kullanan bütün polis memurlarının
ifadelerinin yine bizzat Cumhuriyet Savcısı tarafından alındığı, olayda hem
polisler hem de Ç.D. tarafından kullanılan bütün silahların hem Polis Kriminal
Dairesinde hem de İstanbul Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Balistik Şube
Müdürlüğünde incelendiği ve bu incelemeler sonucunda olayda ölen polislerin
ölümüne hangi silahtan çıkan kurşunların neden olduğunun tespit edilebildiği,
bununla birlikte Adli Tıp Kurumunun raporuna göre Ç.D.’nin vücudundan çıkan 4
adet kurşun parçasının çok küçük olmaları nedeniyle hangi tabancadan çıktığının
tespitinin mümkün olmadığı, olayın geçtiği yerlerde bulunan mermi kovanı ve
benzeri nitelikteki bulguların yine hem Antalya Kriminal Polis Laboratuarında
hem de İstanbul Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Balistik Şube
Müdürlüğünde incelendiği, incelemeler sonucunda hangi kovanların hangi silahtan
çıktıklarının tek tek tespit edildiği, Ç.D.’nin ilk olayda vurduğu polisten
gasp ettiği silahta Ç.D.’ye ait parmak izinin teşhis edilemediği ancak silahın
şarjör kısmından alınan kan örneğinin Ç.D.’nin kan örneği ile tıpatıp
uyuştuğunun tespit edildiği bilgilerinin yer aldığı görülmektedir.
103. Soruşturma kapsamında yürütülen işlemlere dâhil olan
polis memurlarının, Savcılığın KYO kararında belirtildiği üzere, Savcılığın
talimat ve bilgisi dahilinde işlem yürüttükleri, bu nedenle yukarıda yer
verilen mevzuat hükümleri (§§ 25, 28-29) uyarınca adli kolluk gücü olarak görev
aldıklarının kabul edilmesi gerekmektedir. Cumhuriyet Savcıları, adli kolluk
işlemleri kapsamında ceza soruşturmalarına katılan polislerin hiyerarşik
amiridir. Bu nedenle başvuru konusu olay açısından polislerin soruşturma
işlemlerinde görev almaları kural olarak kurumsal ve hiyerarşik açıdan
yürütülen soruşturmanın bağımsızlığına halel getirmeyecektir.
104. Bununla birlikte her somut olayda da bu bağımsızlığın
gerçekleşip gerçekleşmediğinin yürütülen soruşturmanın özel koşulları açısından
ayrıca değerlendirilmesi gerekir (§ 96). Bu açıdan başvuru konusu olay
incelendiğinde, soruşturma kapsamında yürütülen her işlemin Savcılığın talimatı
ve bilgisi dâhilinde yapıldığı, Savcılığın Emniyet birimlerince alınan tanık
beyanlarıyla yetinmediği, operasyona katılan polisleri ve diğer görgü
tanıklarını bizzat kendisinin de dinlediği, olay sonrası yürütülen olay yeri
inceleme, delil toplama, ölü muayenesi gibi işlemlere bizzat katıldığı,
balistik inceleme gibi diğer teknik incelemelerde sadece Emniyet birimlerinden
alınan raporlarla yetinmeyerek, Adli Tıp Kurumu ve bağımsız bilirkişiler gibi
kurumsal olarak tamamen bağımsız kişi ve kurumlardan aldığı raporları da
dikkate alarak delil değerlendirmesine gittiği, bu kapsamda başvurucunun da
başvuru dilekçesinde belirttiği gibi sadece polisin hazırladığı olay yeri
inceleme tutanağı ve polis ifadelerinde yer alan bilgilere göre olayın gelişimine
ilişkin bir tespitte bulunmadığı, diğer delilleri de dikkate alarak bir sonuca
ulaştığı görülmektedir. Nitekim Savcılığın olayın son aşamasında polislerin
Ç.D.’nin kendilerine 2–3 el ateş ettiği yöndeki beyanlarına ve aynı yöndeki
olay yeri tutanağına rağmen soruşturmada elde edilen diğer delilleri de dikkate
alarak Ç.D.’nin son olayda elindeki silahlarla ateş etmediği sonucuna vardığı
görülmektedir. Bu koşullar altında Savcılığın tamamen Emniyet birimleri
vasıtasıyla ulaştığı delillere ve bu delillere bağlı olarak olaya ilişkin
kurulabilecek senaryoya dayalı bir şekilde soruşturmada bir sonuca ulaştığından
söz etmek mümkün değildir. Açıklanan nedenlerle yürütülen soruşturmanın
uygulamada da bağımsızlığı ve tarafsızlığı noktasında herhangi bir eksikliğin bulunmadığına
kanaat getirilmiştir.
105. Soruşturmanın etkililiğini temin adına aranan, ölüm
olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin
toplanması (§ 98) ve elde edilen tüm delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız
bir analizine dayalı olarak bir sonuca ulaşılması (§ 99) ölçütleri açısından
somut olayda yürütülen soruşturma işlemleri incelendiğinde, daha önceki bölümde
(§ 102) ve Bakanlık görüşünde somut olayda yürütülen işlemlere ilişkin verilen
bilgilerin yer aldığı bölümde (§ 94) ayrıntılı olarak görülebileceği üzere,
olay hakkında soruşturma aşamasında kapsamlı bir araştırma yapıldığı, olayın ne
şekilde gerçekleştiğini ortaya koyabilecek tüm delillerin toplandığı, olayın
gelişiminin tarafsız ve nesnel bir şekilde anlaşılmasını sağlayacak şekilde
delillerin kendi içindeki tutarlığının teyit edildiği ve böylece net bir
şekilde olayın nasıl gerçekleştiğinin ortaya konulabildiği, bu şartlar altında
ortaya konulan kişilerin eylemlerinin kapsamlı ve tutarlı bir analizi sonucunda
soruşturmada bir karara varıldığı görülmektedir.
106. Bununla birlikte, Savcılığın KYO kararında soruşturma
sonucunda polislerin silah kullanımının yasal sınırlar içerisinde gerçekleşip
gerçekleşmediğine ilişkin ayrıntılı bir değerlendirme yapıldığı ve bu
değerlendirme yapılırken, konu hakkındaki yasal mevzuat, Yargıtay içtihatları
ve AİHM’nin aradığı “mutlak gereklilik”
ölçütünün olayda karşılanıp karşılanmadığının ayrıntılı olarak incelendiği
görülmektedir. Polislerin ve Ç.D.’nin eylemleri ve olayın tüm koşulları dikkate
alınarak yapılan bu değerlendirme, yaşam hakkının esası açısından yapılan
incelemenin yapıldığı bölümde belirtildiği üzere, Anayasa’nın aradığı zorunlu
bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik yapılması aranan
bir değerlendirmenin gereklerini de karşılar niteliktedir.
107. Olay hakkında yürütülen Savcılık soruşturmasının, bu
bölümde ayrıntılı olarak incelendiği üzere, oldukça kapsamlı ve derinlemesine
bir şekilde olayın gerçekleşme şeklini ve meydana gelen ölümde olası sorumlu
kişileri tespite imkân sağlayacak nitelikte olduğu görülmektedir. Ancak, temel
amacı devletin kontrolü altında meydana gelen ölüm olaylarının tam olarak nasıl
meydana geldiğinin belirlenmesini ve varsa sorumlu kişilerin tespit edilmesini
ve gerek görüldüğünde cezalandırılmasını sağlamak suretiyle yaşam hakkı
kapsamında kurulan yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanmasını
sağlamak olan etkili ve uygun resmi bir soruşturma yürütme yükümlülüğü, kamu
makamlarının kontrolü altında iken “şüpheli”
bir biçimde gerçekleşen ölüm olaylarında ön soruşturma aşamasının ötesine
geçmeli ve kovuşturma aşaması da dâhil bütün süreç 17. maddenin gereklerine
cevap verebilecek nitelikte olmalıdır. Böylelikle, derece mahkemeleri hiçbir
durumda mağdurların yaşam hakkına ve maddi ve manevi varlığına karşı yapılan
saldırıların cezasız bırakılmamasını teminat altına alabilecektir (B. No:
2013/841, 23/1/2014, § 77).
108. Başvuru konusu olay gibi, ölüm olayının öncesi tamamen
kamu makamlarının kontrolü altında gerçekleşmese bile olaya karışan ve doğrudan
eylemleri ile ölüme neden olan kişilerin güvenlik güçleri olduğu ve olay
sonrası kontrolün tamamen bu kişilerde olduğu durumlarda, olayın gelişimi ve
karşılıklı tarafların eylemlerinin derinlemesine ve çok boyutlu bir
değerlendirmesinin yapılabilmesi için resmi soruşturmanın, olaya karışan
kişilerin olası cezai sorumluluğunun bulunup bulunmadığını belirleyebilmek
adına, soruşturma aşamasını geçerek bir kovuşturma sürecini içermesi
gerektiğinin evleviyetle kabulü gerekmektedir.
109. Nitekim 5271 sayılı Kanun’un 172. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında (§ 30), yukarıda (§ 108) öngörülen kovuşturma aşamasını geçme
gerekliliğini karşılar nitelikte, bir Cumhuriyet Savcılığı tarafından KYO dair
kararın ancak yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma
olanağının bulunmaması hallerinde verilebileceği açık bir şekilde belirtilmiş
olup, bu tür bir olayda“meşru savunma ve
zorunluluk hali” ve “kanunun hükmü
ve amirin emri” gibi “ceza
sorumluluğunu kaldıran veya azaltan neden”in bulunup bulunmağı
konusunda iddia makamı konumunda olan Savcılığın bir yetkisinin bulunmadığı,
cezai sorumluluğun kalkıp kalkmadığı konusunda karar vermeye yetkili makamın
ceza mahkemeleri olduğu kabul edilmiştir.
110. Başvuru konusu olayda, Savcılık soruşturması aşaması
açısından oldukça ayrıntılı bir şekilde olayın gelişim şekli ve olası sorumlu
kişiler belirlenmiş olmakla birlikte, ilgili kişilerin cezai sorumluluklarının
tespiti konusunda Ceza Mahkemesinde inceleme ve değerlendirme yapılması
imkânını ortadan kaldıran KYO kararının verilmesinin, silah kullanan güvenlik
güçlerinin hesap verebilirliğini ve soruşturma hakkında kamunun denetimini
zayıflattığının kabul edilmesi gerekir. Her bir somut olayın koşullarına göre
farklılık arz edebilecek olmakla birlikte, başvuru konusu olaydaki gibi
doğrudan güvenlik güçlerinin silah kullanımı sonucu meydana gelen ve tartışmalı
olan olayın gerçekleşme koşullarının ve olası cezai sorumlulukların tereddüde
mahal vermeyecek şekilde ortaya konulması açısından ölüm olaylarına ilişkin
yürütülen resmi soruşturmaların kovuşturma aşamasından geçmesi olay hakkında
kamuoyu nezdinde oluşabilecek soru işaretlerinin tamamen ortadan kalkması
açısından büyük önem taşmaktadır. Aksi bir uygulama, bu tür olaylarda kamu
gücünü kullanan güvenlik güçlerinin olası cezai sorumluluklarının ortaya
çıkmasının engellenmek istendiği şüphesini doğurabilir. Yaşanan silahlı çatışma
sonrasında görevini icra eden üç polis memuru ve psikolojik sıkıntıları olduğu
ortaya çıkan Ç.D.’nin yaşamını yitirmesi, her iki tarafın yakınları açısından
çok acı bir olay olmakla birlikte, gerekli hukuk kurallarının her halükarda tereddütsüz uygulanacağının gösterilmesi hukuka
olan saygının korunması ve daha sonra benzer olayların yaşanmasına engel olmak
adına büyük önem arz etmektedir.
111. Bu çerçevede, olayda olası sorumlu kişilerin cezai
sorumluluklarının soruşturmanın kamu denetimine açıklığı ve ölen kişinin
yakınlarının sürece dâhil olabilmeleri yönünden (§ 100) somut olay
incelendiğinde, her ne kadar, Bakanlık görüşünde de ifade edildiği üzere,
Savcılığın KYO kararında; başvurucunun soruşturmaya yönelik verdiği
dilekçelerin gereğinin yerine getirildiği, bu kapsamda dinletmek istediği
tanıkların dinlendiği, polis memurlarının ifadesinin alınmasını talep ettiğinde
bu talebinin yerine getirildiği, talep üzerine adli emanette bulunan olaya
ilişkin görüntüler içeren CD’lerin ve ambulansın GPS kayıtlarının incelendiği
soruşturma dosyasında yer alan tüm bilgi belgelere ulaşımının kesintisiz
sağlandığı, başvurucunun istediği tanık ifadelerine yer verildiği, özellikle
Ç.D.’nin etkisiz bir halde iken vurularak öldürüldüğü iddialarının
değerlendirildiği ve fakat bu iddiaları doğrulayıcı herhangi somut bir delil
bulunmadığı sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiş ve başvurucu Savcılığın
soruşturma sonucunda verdiği karara karşı Manavgat Ağır Ceza Mahkemesine itiraz
edebilmiş olsa da, başvuru konusu olay gibi doğrudan güvenlik güçlerinin silah
kullanımı sonucunda meydana gelen ölüm olaylarında, ölenin yakınlarının sadece
Savcılık soruşturması aşamasında bilgi belge isteyebilme, tanık dinlenmesini
talep edebilme ve olayı sadece dosya üzerinden inceleyen bir mahkemeye itiraz
edebilmeleri bu kişilerin meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli
olduğu ölçüde katılabilmelerini güvence altına alamaz ve bu suretle teoride
olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliğin ve soruşturma üzerinde kamu
denetiminin yeterli düzeyde sağlanabildiğinden söz edilemez.
112. Başvurucunun bu bölümde ele alınabilecek şekilde son
olarak, oğlu ağır yaralı halde iken ambulansla hastaneye götürülmesinin
olağandan çok uzun sürdüğü bu nedenle ölümünden sağlık görevlilerinin de
sorumlu olduğu şeklindeki iddialarını soruşturma sürecinde Savcılığa sunmasına
rağmen suçun görevi kötüye kullanma olarak vasıflandırılmasının ve idari
soruşturma için gönderilmesinin etkin soruşturma yapma yükümlülüğünün ihlali
anlamına geldiği yönünde iddialarının olduğu görülmektedir.
113. Bakanlık görüşünde bu iddialar hakkında, Cumhuriyet
Savcısının, ambulansın geç geldiği iddiası yönünden şüphelilerin memur olması
ve iddianın görev suçuna girmesi nedeniyle bu iddia farklı bir soruşturma
usulüne tabi olduğu için soruşturmayı ayırdığı ve bu kişiler hakkında
soruşturma yapılması için soruşturma dosyasını Memur Suçları Bürosuna
gönderdiği, dolayısıyla bu iddiaların ayrı bir soruşturmanın konusunu
oluşturduğu, ayrıca, başvurucunun ambulansın geç geldiği ve ihmal olduğu
iddiaları nedeniyle idare aleyhine tam yargı davası açma hakkına da sahip
olduğu değerlendirmelerine yer verilmiştir.
114. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Anayasa Mahkemesi,
Ç.D.’nin ölümünün başvurucunun iddia ettiği gibi doğrudan ambulansın yaralıyı
göreceli olarak daha uzun bir sürede hastaneye ulaştırmasından mı yoksa
polislerle girdiği çatışmalarda aldığı kurşun yaralarından dolayı mı
gerçekleştiği konusunda bir değerlendirme yapabilecek konumda değildir. Olay
hakkında yürütülen soruşturmada, bu bölümde incelendiği üzere, olayın nasıl
gerçekleştiğinin ortaya konulduğu ve olası cezai sorumlulukların ayrıntılı
olarak değerlendirildiği kabul edilmiştir. Olayda yürütülen bu soruşturma
sonucunda ölümün hangi nedenlerden kaynaklandığı ayrıntılı olarak ortaya
konulmuştur.
115. Başvurucunun bu iddiaları açısından Savcılığın verdiği
KYO kararında (§ 21) yer alan açıklamalar incelendiğinde, ağır yaralı olduğu
belirtilen Ç.D.’yi hastaneye götüren ambulansla ilgili bilirkişiden ek rapor
alındığı, bu raporda ambulansın GPS kayıtlarının ve GPS harita görüntüsünün
tespit edilip rapora eklendiği, ambulans görevlileri hakkında yapılan şikâyetin
bu kişilerin görev niteliği, olayda varsa kusurlarının değerlendirmesinin memur
suçları soruşturma bürosunca değerlendirilmesinin uygun olacağı, bu eylemlerin
mevcut öldürme eylemlerinden sonra meydana geldiği, dolayısıyla konunun ayrıca
incelenmesi için Memur Suçları Bürosuna gönderildiği ifade edilmiştir.
116. Olaya karıştığı ileri sürülen kişilerin hangi suçlardan
soruşturmaya ve kovuşturmaya tabi tutulacaklarını belirleyecek olanlar, olayı
ilk elden inceleyen soruşturma ve yargılama makamlarıdır. Bireylerin cezai
sorumluluklarının kapsamının belirlenmesine yönelik hukuki sorunların
incelenmesi kural olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi kapsamında olmayıp,
suçluların tespiti ve cezalandırılması derece mahkemelerin görev ve
yetkisindedir (2013/1948, 23/1/2014, § 49).
117. Bu nedenle, yaşanan ölümün hangi nedenlerle
gerçekleştiğini elde ettiği delillere dayanarak ayrıntılı olarak ortaya koyduğu
kabul edilen soruşturmada başvurucunun bu konuda ileri sürdüğü iddialarını
Savcılığın önceki olaydan bağımsız olarak başka bir suç kapsamında
değerlendirerek soruşturmayı ayırma kararı vermesi soruşturma makamının takdir
yetkisi içerisindendir. Ayrı bir soruşturma konusu yapılan bu iddialar hakkında
yürütülen idari ve varsa cezai soruşturmanın ne şekilde ilerlediğine ilişkin
başvuru dosyası kapsamında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Dolayısıyla
Anayasa Mahkemesi açısından bu konuda şu aşamada bir inceleme yapılması mümkün
değildir.
118. Soruşturmanın etkililiği konusunda bu bölümde yer verilen
değerlendirmeler bir bütün halinde ele alındığında, her ne kadar, somut olay
kapsamında Savcılık tarafından yürütülen soruşturmada yaşanan ölüm olayının tüm
yönlerinin ortaya konulmasını ve olası sorumlu kişilerin belirlenmesini
sağlayabilecek nitelikte oldukça ayrıntılı bir incelemenin yapıldığı görülmekle
birlikte, çok yönlü bu olayda olası cezai sorumluluğun kalkıp kalkmadığı
konusunda bir ceza mahkemesinin kapsamlı bir inceleme ve değerlendirme yapması
imkânını ortadan kaldıracak bir kararın verilmesi nedeniyle, etkili resmi bir
soruşturma yürütülmediği ve yaşam hakkının usulî boyutunun ihlaline yol
açıldığı kanaatine varılmıştır.
119. Açıklanan nedenlerle, yaşam hakkının gerektirdiği etkili
soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
c. İşkence ve Eziyet Yasağının İhlal Edildiği İddiası
120. Başvurucu, olay sonrasında yürütülen soruşturma
kapsamında hazırlanan otopsi raporunda Ç.D.’nin kafa ve çene bölgesinde
kırıklar ve vücudunun çeşitli yerlerinde iz ve yaralar tespit edilmesine ve bir
tanığın ele geçirildikten sonra birkaç kişinin Ç.D.’ye tekmeyle vurduğunu
gördüm şeklindeki beyanlarına rağmen bu yöndeki şikâyetlerinin soruşturma kapsamında
incelenmediğini, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
işkence ve eziyet yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
121. Bakanlık görüşünde, yaşam hakkının esasına ilişkin
şikâyetler dışında başvuruda ileri sürülen diğer haklara ilişkin şikâyetlerin
yaşam hakkının etkin soruşturma yapma yükümlülüğü altında değerlendirildiği, bu
nedenle ayrı bir başlık altında işkence yasağına ilişkin görüş sunulmamış
olduğu, sadece yaşam hakkına ilişkin yer verilen görüşler arasında başvurucunun
bu bölümde ileri sürdüğü iddialara karşılık gelebilecek bazı olgulara
değinildiği görülmektedir.
122. Bu bağlamda Bakanlık görüşünde, olay anında orada bulunan
ve gazeteci olan tanık S. K. ile polis memuru olan tanıkların, ağır yaralı
olarak yerde yatarken kimsenin tekme veya başka bir şekilde Ç. D.’ye
vurmadığını beyan ettiği, ayrıca polis olan müştekiler İ. Ç. ve A. İ.’nin
kaçmaya çalışırken Ç. D.’nin kaya parçalarından oluşan sert bir zemine
düştüğünü beyan ettiği, ölü muayene tutanağında da, kafanın yan taraflarında ve
yanak bölgesinde sıyrıklı ekimozlar olduğunun belirtildiği bilgilerine yer
verilmiştir.
123. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
124. Bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı
olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi
tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, olay
hakkında etkili resmi bir soruşturmanın yürütülmesi gerekmektedir (B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 25). Ancak, bu konuda bir soruşturmanın başlayabilmesi
için öncelikle işkence ve kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle
desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her
türlü makul şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt,
yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen
birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti halinde
bir soruşturma yükümlülüğünün bulunduğundan bahsedilebilir (B. No: 2013/394,
6/3/2014, § 28)
125. Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu bölümde, konu hakkında
ilk elden sorumlu soruşturma ve kovuşturma makamlarının başvurucunun bu
bölümdeki iddialarına ilişkin herhangi bir inceleme yapmamış olmaları
nedeniyle, işkence veya kötü muamele yasağının ihlali iddialarının esası
hakkında, bulunduğu konum ve yaptığı incelemenin niteliği itibariyle, Anayasa
Mahkemesinin bu aşamada bir değerlendirme yapması mümkün değildir.
126. Somut olay, konu hakkındaki ilkeler çerçevesinde
incelendiğinde, başvurucunun, iddialarını Ç.D. hakkında hazırlanan otopsi
raporunda yüz ve çene kısmında kırıkların tespit edilmesine ve tanık S. K’nın “birkaç kişinin tekmeyle vurduğunu gördüm”
şeklindeki beyanlarına dayandırdığı görülmektedir.
127. Başvurucunun iddiasına dayanak olarak gösterdiği ve
başvuru dilekçesi ekinde sunduğu Adli Tıp Kurumunun 14/12/2012 tarihli otopsi
raporunda konuyla ilgili şu ifadelerin yer aldığı görülmektedir:
“Alın sol yandan sol zyogamaya uzanan, alın
sağ yandan sağ zygomaya uzanan, sağ kulak kepçesi ön kısmında, oksiital üstte
ortada saçlı deride kısmen parsönenleşmiş ekimozlu
cildi sıyrık alanları, dudakların iç yüzünde ekimozlu yüzeysel
sıyrıklar, üst çene sol birinci dişin uç
kısmında kırık, üst çenede
orta hatta kesici dişler arasından üst damağa uzanan kırık hattı, burun kemiği
ve sağ zyogamada kırık krepitasyonu,
sağ kolda parçalı kırık deformitesi,
sağ uyluk ön yüz 1/3 alt-iç kısımda 1,5x1 cm lik, sağ el 3. parmak tırnak
kökünde 0,8 cm lik ekimozlu cildi sıyrık olduğu,
…”
128. Başvurucunun iddiasını dayandırdığı ve yine başvuru ekinde
sunduğu gazeteci tanık S. K.’nın Cumhuriyet Savcısı tarafından alınan yeminli
ifadesinde konuya ilişkin şu şekilde beyanlarının olduğu görülmektedir:
…Ateş eden polisler ellerini kaldırarak
birbirlerine ateş etmeyin diye bağırdılar. Ben de bu şahsın etkisiz hale
getirildiğini anladım ve şahsın olduğu yere ben de diğer polislerle birlikte
koştum. Ben ilk açıyı görür görmez fotoğrafını çektim. Maktul Çağrı Danışman
yüzükoyun yatıyordu ben sadece ayaklarını bacak kısmını görebiliyordum. Bir iki
fotoğraf çektikten sonra polislerden bazıları beni olay yerinden uzaklaştırmaya
çalıştı. … Ben kameraman arkadaşıma kayıttan çıkmamasını görüntü almaya devam
etmesini istedim. Ben uzaklaştırılmaya çalışıldığım sırada bazı memurlar şahsın
ellerini arkaya doğru kıvırıyorlardı. Şahsın konuştuğunu duymadım ancak “ah”
şeklinde (maktulden) ses (geldiğini) duydum. …
Ben maktulün olduğu yere ikinci kez gelişimde
birkaç kişinin tekmeyle vurduğunu gördüm ancak oradaki amirler engel oldu.
…Olay yeri çok kalabalıktı ve büyük bir arbede yaşanmaktaydı. … maktülü
tekmeleyen görevli sayısını veremem. Üç amirin özellikle olayın etkisinde kalan
diğer görevlileri sakinleştirmeye ve maktulden uzaklaştırmaya çalışıyorlardı.
Ancak maktule kaç tekme atıldığını ben bilemem, olay çok ani gelişti. …”
129. Soruşturma kapsamında elde edilen bulgulara yukarıdaki
gibi detaylı olarak yer verilmesinin sebebi, bazı kişilerin olası cezai
sorumluluklarına ilişkin bir değerlendirme yapılması veya bu konuda bir sonuca
ulaşmaya çalışmak olmayıp, başvurucunun konu hakkındaki iddialarının olaya
doğrudan şahit olan kişilerin beyanlarına dayandırdığı ve yapılan otopsi
incelemesinde, KYO kararında olayın gelişimi açısından yapılan tespitlerle
doğrudan telif edilemeyecek şekilde Ç.D.’nin vücudunda kırık ve yaralar tespit
edildiğinin ortaya konulduğu, bu nedenle başvurucunun iddialarının ciddi
olabileceği ve bu konuda Savcılığın etkili soruşturma yapma yükümlülüğü doğup
doğmadığını değerlendirmektir.
130. Bu bağlamda, Savcılığın KYO kararında sadece ölüm olayının
gerçekleşme şekline ve bu konuda ilgili kişilerin cezai sorumluluklarına
ilişkin değerlendirmelerin yer aldığı ancak başvurucunun işkence iddiaları
hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmadığı görülmektedir.
131. Başvurucunun iddiaları açısından Savcılığın KYO kararı
incelendiğinde, sadece, gazeteci tanık S.K.’nın (yukarıda (§ 123) ilgili
yerleri daha ayrıntılı verilen) “(Ç.D.’nin)
yerde yatar vaziyette iken resimlerini çektiğini, operasyona katılan polis
memurlarının maktulün başında biriktiğini, maktule tekme vurmak isteyenler
olduğunu ve amirlerin buna engel olarak polis memurlarını şahsın başından
uzaklaştırdığını” şeklinde (özetlenmiş) beyanları ile Bakanlık
görüşünde değinilen tanıklardan polis İ.Ç.’nin konu hakkındaki “Ç.D.’nin son
olarak vurulduğu yerde) yüzüstü ve sert şekilde mucur ve kaya parçalarından
oluşan zemine doğru düştüğünü… burada kısa süreli bir arbededen sonra
amirlerinin kendilerini yatıştırdığını…” şeklindeki ifadeleri ve
polis tanık A.İ.’nin “şüphelinin düşerken
bile silahını bırakmadığını ve kendilerine doğrultma gayretinde olduğunu,
yüzükoyun olarak ve sağ kol üzerine sert bir şekilde düştüğünü, her iki kolunun
karnının altında olduğunu, yerde mucur tabir edilen küçük taş parçalarının
bulunduğunu, şüpheliye yerdeyken herhangi bir kimsenin tekme attığını, …”
şeklindeki ifadelerinin KYO kararında yer aldığı görülmektedir. KYO kararında
özetlenen beyanlarda, Ç.D.’nin tekmelendiğine veya başka türlü darp edildiğine
dair herhangi bir bahis bulunmamaktadır.
132. Başvurucunun 20/12/2012 tarihinde soruşturmayı yürüten
Savcılığa sunmuş olduğu balistik inceleme ve otopsi raporlarına karşı
beyanlarını sunduğu dilekçede, bu bulgulara yer vererek şüphelilerin işkence
suçundan cezai sorumluluklarının doğacağını ileri sürdüğü görülmektedir.
Başvurucu, Savcılığın KYO kararına karşı itiraz dilekçesinde de diğer
itirazlarının yanı sıra işkence suçu ile ilgili olarak ya kovuşturmaya yer
olmadığına karar verilmesi ya da kamu davası açılması gerekirken bu konuda herhangi
bir şikâyet veya delil yokmuş gibi kararda bir bahis geçmediğini ileri
sürmüştür. Yapılan itiraz sonrasında Mahkemenin verdiği kararda (§ 22) da
konuya ilişkin bir değerlendirmenin yer almadığı görülmektedir.
133. Yaşam hakkına yönelik ihlal iddiaları için geçerli olduğu
gibi, bir kamu görevlisinin işkence ve kötü muamelesine maruz kalındığına
yönelik iddialar açısından da yürütülmesi gereken soruşturma, sorumluların
belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu mümkün
olmazsa, Anayasa’nın 17. maddesi, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz
hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan
yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri
mümkün olabilecektir. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına
soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da
kötü muamele teşkil edebilmektedir. Bu bağlamda konu hakkındaki soruşturmanın
derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve
süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 25). Başvuru konusu olaydaki gibi, bu tür eylemlere maruz kaldığı
ileri sürülen kişiler hayatını kaybetmiş ve bu eylemlerin o kişi kamu
görevlilerinin elinde iken işlendiği ileri sürülüyorsa, devletin resen harekete
geçerek böyle bir durumun vaki olup olmadığını açıklığa kavuşturacak nitelikte
kapsamlı ve titiz bir soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır.
134. Başvuru konusu olay açısından, yaşanan olayın hangi
aşamasında ne şekilde Ç.D.’nin vücudunda otopsi raporunda ifade edilen kırk ve
yaraların meydana geldiğini, iddia edildiği şekilde Ç.D.’nin gerçekten
polislerin bir muamelesine maruz kalıp kalmadığını, olası böyle bir muamelenin
ağırlık derecesini, herhangi bir cezai sorumluluk gerektirip gerektirmediğini
olayı ilk elden inceleyen soruşturma ve kovuşturma makamları inceleyecekler ve
bu konularda bir karara varacaklardır. Başvuru konusu olayda, Savcılığın ve
Mahkemenin verdikleri kararlarında, başvurucunun işkence ve kötü muameleye
ilişkin ciddi nitelikteki iddialarını ne reddettikleri,
ne makul görüp gereği gibi bir işlem yürüttükleri ne de bu yöndeki iddiaları
ölümün gerçekleşme koşulları içerisinde değerlendirdikleri görülmektedir.
135. Bu açıklamalar ışığında, başvurucunun işkence ve kötü
muameleye ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunmasına rağmen, somut olayda
bu konuda etkili resmi bir soruşturmanın yürütülmemesi nedeniyle Anayasa’nın
17. maddesinin üçüncü fıkrasının usulî yönünün ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
d. Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiği İddiası
136. Başvurucunun Anayasa’nın 40. ve AİHS’nin 13. maddeleri
uyarınca yaşam hakkı ve işkence ve eziyet yasağı kapsamında maruz kalındığını
ileri sürdüğü ihlaller bakımından etkili bir başvuru yolu bulunmadığı yönündeki
iddialarının önceki bölümlerde anılan iki hak kapsamında yapılan incelemelerde
değerlendirildiği için bu hak kapsamında yeniden inceleme yapılmasına yer
olmadığına karar verilmesi gerekir.
V. 6216 SAYILI
KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI
137.
6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
138.
Mevcut başvuruda etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam
hakkını ve işkence ve eziyet yasağını düzenleyen Anayasa’nın 17. maddesinin
ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için dosyanın ilgili Savcılığa gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
139.
Başvurucu, 100.000 TL destekten yoksun kalma tazminatı, 150.000 manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
140.
Başvuru hakkında yapılan inceleme sonucunda yaşam hakkının esasının ihlal
edilmediğine, bununla birlikte yaşam hakkının ve işkence ve eziyet yasağının
etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü açısından ihlal edildiğine
hükmedilmiştir. Başvurucu da, uğradığını iddia ettiği
maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge
sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucuların uğradıklarını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi
arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge
sunmayan başvurucunun maddi tazminat talepleri reddedilmelidir.
141.
Başvurucu tarafından manevi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla
beraber, ihlalin tespitinin yanı sıra kararın gereğinin yerine getirilmesi için
dosyanın ilgili Savcılığa gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal
iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu kanaatine varıldığından,
başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
142.
Başvurucu, yargılama ve avukatlık ücreti olarak 20.000 TL talep
etmişlerdir. Başvurucu tarafından yapılan harç ve vekalet ücretinden oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun yaşam hakkı ve
işkence yasağına ilişkin iddialar yönünden KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının esasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme
yükümlülüğü yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,
3. Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan işkence ve eziyet yasağının etkili soruşturma
yürütme yükümlülüğü yönünden İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun tazminata
ilişkin taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan
198,35 harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin gereği
için ilgili Savcılığa gönderilmesine,
16/7/2014 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.