TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
T. İMAR BANKASI MEMUR VE MÜSTAHDEMLERİ YARDIM
VE EMEKLİ SANDIĞI VAKFI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6108)
|
|
Karar Tarihi: 31/3/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 1/7/2016-29759
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Türkiye İmar
Bankası Memur ve Müstahdemleri
|
|
|
Yardım ve
Emekli Sandığı Vakfı
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet
ARSLANARGIN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Türkiye İmar Bankasının (Banka) Tasarruf Mevduatı ve
Sigorta Fonu'na (TMSF) devri neticesinde diğer tüm hesap sahiplerine ödeme
yapılırken Banka nezdindekihesaplarının 16/12/2003
tarihli ve 5021 sayılı Kanun hükmüne istinaden ödeme yapılmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle
mülkiyet ve adil yargılanma haklarıyla ayrımcılık yasağının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/8/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/7/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 15/06/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/8/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
25/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 7/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
7. 7/12/2015 tarihli yazı ile TMSF’den
başvurucunun iddialarıyla ilgili açıklama yapması istenmiş ve TMSF Başkanlığı
25/12/2015 tarihli yazıları ile açıklamalarını ibraz etmişlerdir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 1954 yılında kurulan ve 17/7/1964 tarihli ve 506
sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nun geçici 20. Maddesi kapsamında kabul
edilen bir yardımlaşma sandığıdır.
10. Başvurucuya ait İmar Bank Off Shore Ltd.'de (kıyı bankacılığı
yapan) nezdinde bulunan 3.409.711,00 EUR mevduat 26/6/2003 tarihli havale ile
Türkiye İmar Bankası T.A.Ş.'a (Banka) aktarılmıştır.
11. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun (BDDK) 3/7/2003
tarihli ve 1085 sayılı kararı ile Bankanın bankacılık yapma ve mevduat kabul
etme izni ortadan kaldırılmış, Bankanın yönetim ve denetimi TMSF'ye
devredilmiştir.
12. Bankanın el konulmadan önce BDDK'ya ibraz ettiği
bilançosunda görünen yükümlülükleri ve varlıkları ile gerçek durum arasında
ciddi farklılıklar olması, bir diğer ifade ile çift kayıt tutulması nedeniyle
ve mudilerin mevduatının ödenebilmesini temin amacıyla 5021 sayılı Kanun'la
düzenleme yapılarak mevduat sigortasının kapsamı genişletilmiştir.
13. Başvurucu, ilgili Banka nezdindeki hesaplarında bulunan
paraların ödenmesi için 7/10/2003 tarihinde noter aracılığı ile TMSF'ye ihtarname göndermiş, TMSF başvurucuya verdiği
cevabi yazıda 5021 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesi (a) bendi son fıkrasında
yer alan "Ancak, ..., Türkiyeİmar Bankası T.A.Ş.'nin personelinin
kurmuş olduğu munzam veya yardımlaşma sandık ve vakıflarına ait mevduat ile
muvazaalı olduğu Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından tespit edilen
hesaplar için Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonunca herhangi bir ödeme yapılmaz." hükmü uyarınca
başvurucuya herhangi bir ödemenin yapılmasının yasa gereği imkansız olduğunu
bildirmiştir.
14. Başvurucu talebinin idarece reddi üzerine İstanbul 5. İdare
Mahkemesinde iptal davası açarak 1954 yılında ve 506 sayılı Kanun kapsamında
sosyal güvenlik hizmeti sunmak amacı ile emekli fonu oluşturularak kurulan bir vakıfolarak T. İmar Bankası T.A.Ş.ye 2003 yılında el
konulana kadar faaliyetini sürdürdüğünü ancak el koymanın ardından banka
nezdindeki hesaplarında bulunan ve üyelerin katılım paylarından oluşan
mevduatların ödenmesi taleplerinin reddine dair idare işleminin haksız ve
hukuka aykırı olduğunu, uygulanan yasa hükmünün de Anayasa'ya aykırı olduğunu
belirtmiş, işlemin iptalini istemiştir.
15. İstanbul 5. İdare Mahkemesi, 20/7/2007 tarihli ve
E.2005/374, K.2007/1816 sayılı kararı ile Bankacılık Kanununda tasarruf
mevduatı tanımı kapsamında bulunmayan yardımlaşma sandıklarına ait paraların
tasarruf mevduatı kabul edilmeyerek ödenmemesinde yasal düzenlemeye aykırılık
görülmediği gerekçesiyle iptali istenen idare işleminin, 5021 sayılı Kanun'un
geçici 1. maddesi (a) bendi son fıkrasına uygun olduğunu belirterek davanın
reddine hükmetmiştir.
16. Temyiz üzerine dosya Danıştay Onüçüncü
Dairesine gönderilmiş; Daire ise dosyayı, Anayasaya aykırılık iddiasını ciddi
bularak Anayasa Mahkemesine göndermiştir.
17. Anayasa Mahkemesinin söz konusu Anayasaya aykırılık iddiası
hakkında öngörülen sürede karar vermemesi üzerine Danıştay Onüçüncü
Dairesi 18/6/2012 tarihli ve E.2007/13511, K.2012/1752 sayılı ilamı ile İlk
Derece Mahkemesi kararının onanmasına hükmetmiştir.
18. Anayasa Mahkemesi 18/10/2012 tarihli ve E.2011/3, K.2012/153
sayılı kararı ile iptali istenen hükmü Anayasaya uygun bularak iptali istemini
reddetmiştir.
19. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme istemi de aynı
Dairenin 4/6/2013 tarihli ve E.2012/3251, K.2013/1704 sayılı ilam ile
reddedilmiştir.
20. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya
24/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 5/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
22. 5021 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (a) fıkrası şöyledir:
"4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurulunun 03/07/2003 tarihli ve 1085 sayılı Kararı ile bankacılık işlemleri
yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası T.A.Ş.
tarafından kabul edilen ticari kuruluşlar mevduatı ile diğer kuruluşlar
mevduatının sigortaya tabi tasarruf mevduatı için uygulanan faiz hesaplama yöntemi
kullanılmak suretiyle belirlenecek 03/07/2003 tarihli tutarları Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair 4969 sayılı Kanunun
geçici 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca
mevduatların ödenmesinde izlenecek usul ve esaslara göre Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu aracılığıyla ödenir. Bu amaçla Hazine Müsteşarlığınca, Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonuna özel tertip Devlet iç borçlanma senedi ihraç edilir.
Ancak,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunca bankacılık işlemleri yapma ve
mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası T.A.Ş.'nin doğrudan ve dolaylı olarak banka sermayesinde payı olan
her türlü ortakları ile bunların ana, baba, eş ve çocukları ile bankanın
yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri, genel müdür ve
yardımcıları, imzaları bankayı ilzam eden memurları ile şube müdürleri veya
bunlar adına hareket eden kişiler veya bu fıkrada belirtilen kişilerin ayrı
ayrı veya birlikte doğrudan veya dolaylı olarak yönetim ve denetimine sahip
oldukları kuruluşlara ait ticari kuruluşlar ve diğer kuruluşlar mevduatı,
Türkiye İmar Bankası T.A.Ş.'nin personelinin kurmuş
olduğu munzam veya yardımlaşma sandık ve vakıflarına ait mevduat ile muvazaalı
olduğu Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından tespit edilen hesaplar için
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca herhangi bir ödeme yapılmaz."
23. 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun
1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, tasarruf sahiplerinin hak
ve menfaatlerini korumak, mali piyasalarda güven ve istikrarı ve ekonomik
kalkınmanın gereklerini de dikkate alarak kredi sisteminin etkin bir şekilde
çalışmasını sağlamak üzere bankaların kuruluş, yönetim, çalışma, devir,
birleşme, tasfiye ve denetlenmelerine ilişkin esasları düzenlemektir.”
24. 4389 sayılı mülga Kanun’un 10. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"a) Bankalar tasarruf
mevduatını diğer mevduat hesaplarından ayırmak ve mevduat hesaplarını, Merkez
Bankasınca tespit edilecek vade ve türlerine göre tasnif etmek zorundadırlar.
b)
Tasarruf mevduatı, gerçek kişiler tarafından bu nam altında açtırılan ve ticari
işlemlere konu olmayan mevduattır. Ancak vadesiz tasarruf mevduatı hesapları
üzerine münhasıran çek keşide edilmesi ticari işlem sayılmaz.
c) Bir
bankanın iflası halinde tasarruf mevduatı sahipleri, Fonun alacaklarından sonra
gelmek üzere tasarruf mevduatlarının sigortaya tabi olmayan kısmı için 2004
sayılı İcra ve İflas Kanununun 206 ncı
maddesindeki birinci sırası anlamında imtiyazlı alacaklıdırlar.
25. 4389 sayılı mülga Kanun’un 15. maddesinin (6) numaralı
fıkrasının a ve b bentleri şöyledir:
"(Değişik bent: 17/12/1999
- 4491/8 md.) Sigortaya tabi olacak tasarruf
mevduatının kapsamı, tutarı, sigorta priminin tarifesi ile tahsil zamanı, şekli
ve diğer hususlar Kurulca belirlenir.
Mevduat kabul eden bütün bankalar, kabul
ettikleri tasarruf mevduatını bu kapsam ve şartlar dahilinde sigorta ettirmek
zorundadır.
b) Bir
bankanın sermayesinin yüzde on ve daha fazlasına sahip ortakları ile yönetim
kurulu veya müdürler kurulu başkan ve üyelerine, genel müdür ve yardımcılarına,
kredi açmaya yetkili memurlarına, denetçilerine ve bunların ana, baba, eş ve
çocuklarına ait o bankadaki tasarruf mevduatı sigortaya tabi değildir."
26. 506 sayılı mülga Kanun'un geçici 20. maddesi şöyledir:
“Bankalar, sigorta ve reasürans şirketleri,
ticaret odaları, sanayi odaları, borsalar veya bunların teşkil ettikleri
birlikler personelinin malullük, yaşlılık ve ölümlerinde yardım yapmak üzere,
bu kanunun yayımı tarihine kadar tesis veya dernek olarak kurulmuş bulunan
sandıklar, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde:
a)
ilgili bulundukları banka, sigorta şirketi, reasürans şirketi, ticaret odası,
sanayi odası, borsa veya bunların birliklerinin bütün personelini kapsıyacak,
b) Bu
personelin, iş kazalariyle meslek hastalıkları,
hastalık, analık, malullük, yaşlılık ve ölüm, eşlerinin analık, eş ve
çocuklarının hastalık hallerinde, en az bu kanunda belirtilen yardımları sağlıyacak,
c)
Sandıkların statülerine tabi personelin bu madde şümulüne giren banka, sigorta
şirketi, reasürans şirketi, ticaret odası, sanayi odası, borsa veya bunların
birliklerinden birinden diğerine geçmesi halinde bu gibi personelin kendi
sandıklarındaki müktesep haklarının da diğer ilgili sandığa veya aralarında
kuracakları müşterek bir sandığa intikalini temin edecek,
Birer
tesis haline getirildiği ve bunu tevsik eden statülerini, bu kanunun yayımı
tarihinden en geç altı ay içinde Çalışma Bakanlığına verdikleri takdirde, bu
teşekküllerin ve sandıkların personeli işbu kanunun uygulanmasında sigortalı
sayılmazlar.
Şu
kadar ki, bu sandıkların statüleri ve statü değişiklikleri Çalışma Bakanlığınca
onaylanmak suretiyle tekemmül eder. Mali durumları da Çalışma, Maliye ve
Ticaret Bakanlıklarınca müşterek kontrol ve murakabe edilir. Mali durumlarının
kontrol ve murakabesi sonunda alınmasına bu Bakanlıklarca müştereken lüzum
gösterilecek tedbirleri, sandıklar ve ilgili bulundukları teşekküller yerine
getirmekle yükümlüdür.
Sözü
edilen sandıkların mevzuatına tabi olarak geçen hizmetler ile emekli sandıkları
kanunlarına veya malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak geçen
hizmetler yazılı istek halinde, 05/01/1961 tarihli 228 sayılı kanunun aylık
bağlanmasına ilişkin esasları dairesinde birleştirilerek tahsis yapılır.
(Ek
fıkra: 13/02/2011-6111 S.K 53. mad.) Birinci fıkranın (b) bendinin
uygulanmasında, yardımların sağlanması ve bağlanması yönünden alt sınırın
belirlenmesinde muadil miktar karşılaştırması esas alınır. Ancak, gelir ve
aylıkların artırılmasında 506 sayılı Kanuna göre bağlanan gelir ve aylıkların
artırımına ilişkin hükümler devir tarihine kadar uygulanmaz. 5510 sayılı
Kanunun geçici 20 nci
maddesinin onikinci fıkrasında yer alan sınırlama
dâhilinde sandıkların kuruluş senetlerinde yer alan hükümler ve sandıkların
uygulamaları saklıdır. Bu hüküm, yürürlüğe girdiği tarihten önceki artışlarda
ve görülmekte olan davalar hakkında da uygulanır."
27. 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair
esas ve usullerin belirlenmesidir."
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 31/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, el konulan Banka nezdinde bulunan hesaplarındaki
mevduatın kendisine ödenmediğini, bu hâl her ne kadar yasa hükmü gereği ortayaçıkmış olsa da, ilgili yasa maddesinde ve ona
dayanılarak yapılan işlemdekamu yararı bulunmadığını,
aynı zamanda Bankanın el koymadan önceki eylem ve işlemlerine katılmadığını,
bankanın yönetiminde yer almadığını, dolayısıyla mülkiyetine yönelik
müdahalenin ölçüsüz olduğunu, kendisi ile hukuki durumu açısından fark olmayan
diğer tüm gerçek ve tüzel kişilerin Banka nezdindeki mevduatlarının ödendiğini
ve ilgili yargılama sürecinin makul sürede sonuçlanmadığını belirterek adil
yargılanma ve mülkiyet hakları ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri
sürmüş; 3.409.711 EUR ve 15.768,55 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu diğer mevduatlar ödenirken 5021
sayılı Kanun gereği kendi mevduatının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı ve
ayrımcılık yasağı ilkesinin ihlali iddiasında bulunmakla beraber, ayrımcılığın
Anayasa'nın 10. maddesinde sayılan hangi temele dayalı olarak yapıldığını
açıklamamaktadır. Başvurucu özü itibariyle Bankada bulunan mevduatının
ödenmemesinden şikayet ettiğinden bu şikayetin
mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
Başvurucunun makul süre şikâyeti ise ayrı başlık altında incelenmiştir.
31. Bakanlık görüşünde bireysel başvuruda bulunabilmek için
mağdur statüsünün devamının gerektiği, başvurucunun somut başvuruya konu aynı
yargılama süreciyle ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM)
başvurduğu, AİHM'in 744/13 sayılı kararıyla başvuru
yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı verdiği, bunun
üzerine başvurucunun Tazminat Komisyonuna başvurduğu 3/4/2015 tarihli ve
2015/673 sayılı Komisyon kararıyla yargılama süresinin makul olmadığı
gerekçesiyle başvurucuya 5.300 TL tazminat ödenmesine karar verildiği yönünde
görüş bildirilmiştir.
32. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı önceki iddiasını
tekrarlayarak yargı sürecindeki gecikme nedeniyle adil yargılanma hakkının
ihlal ediliğini ileri sürmüştür.
33. Başvuruya dayanak dosya evrakı incelendiğinde Bakanlık
görüşünde ifade edilen tazminat komisyonuna konu olan başvurunun, başvurucunun
Ankara 11. İdare Mahkemesinde görülen 2005/1800 Esas sayılı davası ile ilgili
olduğu, somut başvuruya konu davanın ise İstanbul 5. İdare Mahkemesinde görülen
2005/374 Esas sayılı dava olduğu anlaşılmıştır.
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin
iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının
İhlaline İlişkin İddia
35. Başvurucu el konulan Banka nezdinde bulunan hesaplarındaki
mevduatın 5021 sayılı Kanuna istinaden kendisine ödenmediğini, ilgili kanun
maddesinde ve ona dayanılarak yapılan işlemdekamu
yararı bulunmadığını, aynı zamanda Bankanın el koymadan önceki eylem ve
işlemlerine katılmadığını, bankanın yönetiminde yer almadığını, dolayısıyla
mülkiyetine yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğunu, kendisi ile hukuki durumu
açısından fark olmayan diğer tüm gerçek ve tüzel kişilerin Banka nezdindeki
mevduatlarının ödendiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
36. Bakanlık görüşünde devletin mülkiyet hakkını koruma şeklinde
pozitif yükümlülüklerinin de bulunduğu, ancak devletin ekonomi, vergi ya da
sosyal alanda yürütmek istediği politikalarda geniş bir takdir yetkisi
bulunduğu, mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı, kamu yararı amacıyla kanunla
sınırlandırılabileceği, sınırlandırmanın müdahale edilen hak ile meşru amaç
arasında adil bir denge gözetmesi gerektiği şeklinde genel açıklama
yapılmıştır.
37. Başvurucu vekili, Bakanlık görüşüne karşı başvurucunun 506
sayılı Kanun'un geçici 20. maddesine göre kurulmuş bir sosyal güvenlik kuruluşu
olduğunu, Bankanın hissedarı veya yöneticisi olmadığını, bu nedenle müdahalenin
kaynağı olan Kanun maddesinin meşrubir amacı
hedeflemediğini, ayrıca müdahalenin ölçüsüz olduğunu ileri sürmüştür.
i. Müdahalenin Varlığı ve Niteliği
38. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
39. Anrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne
(Sözleşme) Ek 1 No.lu Protokol'ün
"Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
40. Anayasa’nın 35. maddesi ve 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi
benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme de üç
kural ihtiva etmektedir. Sözleşme'nin ilk cümlesi herkese mülkünden barışçıl
yararlanma hakkı verirken Anayasa daha geniş manada mülkiyet hakkını
tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise kişilerin hangi koşullarda
mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere ait mülkiyetin hangi
koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına almaktadır. Her iki
düzenlemenin üçüncü cümleleri ise mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da
düzenlenmesine ilişkindir. (Necmiye Çiftçi
ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, §§ 46, 47).
41. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak
bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak
ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması
olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel
kişilerin birbirilerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete
atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru
konusu yapılan dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle
kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar
yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler
Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).
42. Somut başvuru konusu olayda BDDK’nın 3/7/2003 tarihli ve
1085 sayılı kararı ile Bankanın bankacılık yapma ve mevduat kabul etme izni
ortadan kaldırılmış, Bankanın yönetim ve denetimi TMSF'ye
devredilmiş, ardından Banka bünyesinde kayıtlı mevduatların ödenebilmesi amacıyla
16/12/2003 tarihli ve 5021 sayılı Kanunla düzenleme yapılarak ödenebilecek
mevduatın kapsamı genişletilmiş, ancak aynı düzenleme ile başvurucunun mevduatı
da dahil olmak üzere bazı mevduatların ödenmesi engellenmiştir.
43. Başvurucunun mevduatının ödenmesi talebi 5021 sayılı Kanun
gerekçe gösterilerek reddedilmiştir. Bahsedilen Kanun maddesi ile başvurucunun
mevduatı kamu hesaplarına aktarılmamıştır. Aksine Banka sahip ve yöneticileri
tarafından çift kayıt tutularak Banka dışına çıkarılan mevduatların Anayasa'nın
167. maddesi gereği devletin para ve kredi piyasalarında denetim ve düzenleme
şeklinde mevcut olan pozitif yükümlülükleri kapsamında 4389 sayılı mülga
Kanun’un 1. maddesinde hedeflenen bankacılık sektörünün güven ve istikrar ile
kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak ve tasarruf
sahiplerinin hak ve menfaatlerini korumak amacıyla kamu kaynakları kullanılarak
mudilere ödenebilmesi için düzenleme yapılmıştır. Bu durumda yapılan müdahaleyi
devletin mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi
kapsamında pozitif yükümlülükler yönünden incelemek gerekmektedir.
44. Bu aşamada başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik talebin
reddedilerek ödeme yapmama şeklinde gerçekleşen müdahalenin ihlal oluşturup
oluşturmadığının incelenmesi gerekmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal Olup Olmadığı
Kanunilik
45. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, onun ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır. Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla
sınırlama getirilebilir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak
bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir
(Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).
46. Anayasa’nın 35. ve 13. maddeleri birlikte okunduğunda
mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla
yapılması gerektiği hüküm altına alınmaktadır. AİHM; yasada öngörülen
koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış
yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik
şartını karşılayabildiğini kabul ederken (Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm
sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve Diğerleri, § 31).
47. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki
belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik
koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 56).
48. Başvuru konusu somut olayda başvurucunun mevduatının
ödenmesi talebi 5021 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinde yer alan açık hükme
istinaden reddedilmiştir. Bahsedilen açık düzenleme, Resmî Gazete'de
ve ilgili kurumların İnternet sitelerinde yayınlanmış olup, yayınlandıkları
tarihte ulaşılabilir ve anlaşılabilir niteliktedirler. Bu durumda müdahaleye
konu işlemin kanuni dayanağının anlaşılabilir ve muhtemel sonuçlarının
öngörülebilir olduğu, sonuç olarak müdahaleye konu işlemin kanuni dayanağının
bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
49. Bu aşamada müdahalenin kamu yararı meşru amacının bulunup
bulunmadığının incelemesine geçilecektir.
Meşru Amaç
50. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya bireysel
çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün
kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirme hedefine yönelmek
durumundadır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde, açıkça
temelden yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının kamu
yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz. Müdahalenin
kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, §§ 34, 35,
36).
51. Kamu yararı doğası gereği geniş bir kavramdır. Neyin
toplumun genel çıkarına olduğu konusunda da çok farklı görüşlerin ortaya
çıkması kaçınılmazdır. Neyin kamu yararına olduğu, yasama ve yürütme
organlarının siyasi, ekonomik ve sosyal tercihlerine göre farklılaşabileceği
gibi değişen ekonomik, sosyal ve siyasi koşullar kamu yararı amacı ile yapılan
bir iş ya da hizmetin nitelik veya niceliğinin değiştirilmesini gerekli
kılabilir (Habibe Kalender ve diğerleri,
B. No: 2013/3845, 1/12/2015, § 33). Bunun yanında düzenleme yetkisinin
kullanıldığı durumlarda mülkiyetin devlete geçtiği durumlara göre devletin daha
geniş takdir yetkisi bulunmaktadır.
52. 5021 sayılı Kanun, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat
kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketi nezdindeki
ticari kuruluşlar ve diğer kuruluşlar mevduatı hesaplarında bulunan tutarların
hak sahiplerine ödenmesinin esas ve usullerini düzenlemektedir.
53. Kanun'un geçici 1. maddesinin (a) bendinin ikinci
fıkrasında, Türkiye İmar Bankası T.A.Ş.nin doğrudan
ve dolaylı olarak banka sermayesinde payı olan her türlü ortakları ile bunların
ana, baba, eş ve çocukları ile bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan
ve üyeleri, genel müdür ve yardımcıları, imzaları bankayı ilzam eden memurları
ile şube müdürleri veya bunlar adına hareket eden kişiler veya bu fıkrada
belirtilen kişilerin ayrı ayrı veya birlikte doğrudan veya dolaylı olarak
yönetim ve denetimine sahip oldukları kuruluşlara ait ticari kuruluşlar ve
diğer kuruluşlar mevduatı, Türkiye İmar Bankası T.A.Ş.nin
personelinin kurmuş olduğu munzam veya yardımlaşma sandık ve vakıflarına ait
mevduat ile muvazaalı olduğu TMSF tarafından tespit edilen hesaplar için TMSF
tarafından herhangi bir ödeme yapılmayacağı hükme bağlanmıştır. Kanun koyucu,
burada sözü edilen ve Türkiye İmar Bankası T.A.Ş.nin
işleyişinde, yönetilmesinde ve tasarruflarında fonksiyonu, yetkisi veya katkısı
bulunan kişilerin işlemleri için özel bir düzenleme yapmış ve bu kişileri kötü
niyetli, yapılan işlemleri de bir nevi muvazaalı işlem gibi kabul etmiştir (AYM
18/10/2012 tarihli ve E.2011/3, K.2012/153).
54. Yukarıda belirtilen şekilde özel düzenleme öngörülmesinin
nedeninin, finans sektöründen kaynaklı üst üste yaşanan ekonomik krizler
sonrası kamuoyunda 'banka hortumlamak'
şeklinde kavramlaştırılmış olan ve krizlerin tetikleyicisi olan fiillere karşı
kamuoyunun duyarlılığına cevap vermek olduğu, bu düzenleme ile amaçlananın
'banka yöneticileri'nin eylem ve işlemlerinin
toplumsal etkileri ve kamu düzeni üzerindeki sonuçları gözetilerek özel bir
hükümle daha ağır bir yaptırıma tabi tutulmalarının sağlanması olduğu
anlaşılmaktadır (AYM, K.18/10/2012 ve E.2011/3, K.2012/153).
55. Başvurucu Sandık Vakfı, üyelerinin tamamı banka
çalışanlarından oluşan ve sermayesinin % 50'si Banka
tarafından karşılanan, sosyal güvenlik kuruluşu niteliğinde bir sandıktır.
Dolayısıyla, başvurucu Vakıf ile Banka arasında organik bir bağ kurulmuş olup
Bankaya el konulma sürecinde Vakıf yöneticilerinin bir kısmının aynı zamanda
Bankanın da yöneticileri arasında olduğu görülmektedir (AYM K.18/10/2012 ve
E.2011/3, K.2012/153).
56. Haklı bir nedene dayanmaksızın, devlet güvencesinden
yararlanılmasını önlemek ve Bankaya hakim sermaye
sahiplerinin ya da yöneticilerinin kendi kusurlarından kaynaklanan hak
taleplerini kapsam dışı bırakmak amacıyla böyle bir madde düzenlendiği
anlaşılmaktadır. Kamu yararı, bankalara duyulan güveni artırmak suretiyle
tasarrufları korumak, mali piyasalarda güven ve istikrarı sağlamak ve somut
olayda da kusuru olmaksızın oluşan mağduriyetleri gidermek amacıyla getirilen
mevduat sigortası sisteminin, bankanın kötü yönetilmesinde ve mağduriyetlerin
oluşmasında katkısı olanlarca kullanılmasının önlenmesi Devletin, Anayasa'nın
5. maddesinde belirtilen temel amaç ve görevlerine de uygundur(AYM,
K.18/10/2012 ve E.2011/3, K.2012/153).
57. TMSF Başkanlığının 25/12/2015 tarihli yazılı açıklamasında
başvurucu vakfa ait mevduatın 3/7/2003 tarihli Bankaya el konulma kararından
bir hafta önce 26/6/2003 tarihli havale ile Bankaya aktarıldığı, toplam sekiz
vakıf yöneticisinin aynı zamanda Bankanın da yöneticileri olduğu, bu kişilerin
sanık konumunda olduğu açılmış çok sayıda dava bulunduğu, bu davaların
bazılarının beraatle neticelendiği, bazılarının
derdest olduğu, bahsedilen yöneticilerden T.P hakkında açılan üç davada T.P.'nin ihtilasen ve teselsülen zimmet, sermaye piyasası kanununa muhalefet,
banka belge ve kayıtlarını denetime ibraz etmemek, denetimi engellemek, bilgi
işlem sistemine zarar vermek suçları sabit görülerek çeşitli cezalara
çarptırıldığı, S.K. hakkında açılan davaların ise vefat etmesi nedeniyle
düşürülmesine karar verildiği, yine bu yöneticilerden ikisi hakkında açılan
mali sorumluluk davalarında davanın kabulüne karar verildiği ancak davaların
temyiz incelemesinde bulunduğu şeklinde beyanda bulunulmuştur.
58. Daha önce tasarruf mevduatı sigortası kapsamında olmadığı
halde Bankanın bankacılık lisansı iptal edilerek yönetimi ve denetimi TMSF'ye devredildikten sonra sigorta kapsamındaki mevduat
türünü ve sigorta miktarını genişleten 5021 sayılı Kanunda Banka yöneticileri
ve hissedarları ile bunların yakınlarına ve Bankanın çalışanlarınca kurulan
sandıklara ait mevduatı, bu kişilerin Bankanın yönetim ve denetiminde yer almaları,
dolayısıyla Bankanın kötü yönetiminde ve kötüye kullanımında sorumluluk sahibi
olmaları, kimse kendi kusuruna dayanarak bir hak iddiasında bulunamayacağı,
başvurucu sandığın kaynaklarının %50'den fazlasının Banka kaynaklarından elde
edilmesi ve kamu kaynaklarının daha fazla kullanılmasını önleme gerekçesiyle
sigorta kapsamına almayan düzenlemenin kamu yararına olmadığı söylenemez.
Ölçülük
59. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
60. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları
ancak kanunun öngördüğü usullerle ve kamu yararı gereği sınırlandırılabilir.
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet
haklarının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile
bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.
61. Anayasa ve Sözleşme devlete mülkiyetin kullanımı veya
mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi
vermektedir. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme yetkisinin kullanımında da kural olarak yasallık, meşruluk ve
ölçülülük ilkelerinin gereklerinin karşılanması aranmaktadır. Bunun yanında
ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme
yükümlülüğü, somut olayın koşullarına bağlı olarak düzenleme/kontrol yetkisinin
kullanıldığı durumlarda gerekmeyebilmektedir (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, §§ 83, 84, 91).
62. Anayasa’nın 167. maddesinin ilk fıkrasında: “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet
piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici
tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve
kartelleşmeyi önler.” denilmektedir. 4389 sayılı mülga Kanun’un 1.
maddesinde amaç “Bu Kanunun amacı, tasarruf
sahiplerinin hak ve menfaatlerini korumak, mali piyasalarda güven ve istikrarı
ve ekonomik kalkınmanın gereklerini de dikkate alarak kredi sisteminin etkin
bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere bankaların kuruluş, yönetim, çalışma,
devir, birleşme, tasfiye ve denetlenmelerine ilişkin esasları düzenlemektir.”
şeklinde ifade edilmiştir.
63. Bahsedilen Kanunlar ile birçok kanun bu amacı
gerçekleştirmek için kamu kurumları (BDDK, TMSF ve SPK gibi) ihdas ederek bu
kurumlara finans piyasalarının güven ve istikrarını sağlamak ve tasarruf
sahiplerinin haklarını koruma görevini bu kurumlar vasıtasıyla devlete yüklemiş
ve bu amaçla mevduat sigortası gibi sistemler kabul etmiştir.
64. Mevduat sigortası; küçük miktarlı hesap sahibi mudilerin
bankaları ve riskleri takip etme imkân ve bilgilerinin olmaması nedeniyle kayıp
riskini tasarruf sahibi olan banka mudilerinin üzerinden alarak, bu amaçla
kurulmuş kamu veya özel kurumlara devreden ve bu surette küçük mudilerin
korunması ve bankalara olan güvenin sürdürülmesi ve bankaların faaliyetlerinin
devam etmesinin sağlanması amacı olan bir kamu hizmeti olarak tanımlanmaktadır.
Mevduat sigortası bir yandan küçük mudilerin kendi imkanları ile öngörmeleri
mümkün olmayan riskleri alarak onları korurken, diğer yandan banka kaçışları
sonucu oluşabilecek krizlere karşı bankacılık sistemini, dolayısıyla ekonomide
istikrarı korumayı hedeflemektedir (Bkz., Selami ER, Devletin Bankacılık
Sektöründe Düzenleyici ve Denetleyici Rolü ve Türkiye Uygulaması, İTO
Yayınları, İstanbul, 2004, 2. Baskı, s.164, 165).
65. 4389 sayılı mülga Kanun’un 15. maddesinin (6) numaralı
fıkrasının a ve b bentlerine göre sigortaya tabi mevduatın kapsam ve tutarı
17/12/1999 tarihli ve 4491 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce BDDK'nın
önerisi üzerine Bakanlar Kurulu Kararıyla (BKK) belirlenmekteydi.1/6/2000
tarihli ve 2000/682 sayılı BKK ile mevduat kabulüne izin verilen ve Türkiye'de
faaliyet gösteren bankalarda gerçek kişiler tarafından açılmış tasarruf
mevduatı niteliğindeki hesaplarda anapara ve faiz tutarının toplamının 100.000
TL'sine kadarı mevduat sigortası kapsamına alınmıştır. Mali piyaslarda
yaşanan dalgalanmalar nedeniyle yapılan 6/12/2000 tarihli Hükümet duyurusundan
sonra BDDK'nın 15/1/2001 tarihli ve 151 sayılı kararıyla tasarruf mevduatına
tam garanti uygulaması getirilmiştir. Bu uygulama 5/7/2004tarihine kadar
sürdürülmüştür.
66. BDDK'nın 3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı kararı ile Bankanın
bankacılık yapma ve mevduat kabul etme izni ortadan kaldırılarak Bankanın
yönetim ve denetimi TMSF'ye devredildikten sonra
Bankanın el konulmadan önce BDDK'ya ibraz ettiği bilançosunda görünen
yükümlülükleri ve varlıkları ile gerçek durum arasında ciddi farklılıklar
olması, bir diğer ifade ile çift kayıt tutulması nedeniyle ve mudilerin
mevduatının ödenebilmesini temin etmek amacıyla 16/12/2003 tarihli ve 5021
sayılı Kanun'un geçici 1. maddesiyle düzenleme yapılarak mevduat sigortasının
kapsamı İmar Bankasındaki mevduatlar yönünden geçici tam garantiye ilave olarak
tasarruf mevduatı dışındaki mevduatı da kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
67. 5021 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesiyle aynı zamanda TMSF
tarafından Banka mudilerine yapılacak ödemelerin gerçekleştirilebilmesi amacıyla
Hazine Müsteşarlığınca TMSF’ye özel tertip Devlet iç
borçlanma senetleri ihraç yetkisi verilmiştir. TMSF verilerine göre bu kapsamda
tüm mudilere toplam 8,5 milyar YTL ödeme yapılmıştır.
68. Bu düzenleme bir anlamda Anayasa'nın 167. maddesinden kaynaklanan
Bankanın denetim fonksiyonun yeterli şekilde yerine getirilmemesinden
kaynaklanan mudi zararlarında sorumluluğun devlet tarafından pozitif
yükümlülükler kapsamında üstlenilmesi anlamına gelmektedir.
69. Bununla birlikte 5021 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinde
Banka yöneticileri ve hissedarları ile bunların yakınlarına ve Bankanın
çalışanlarınca kurulan sandık ve vakıflara ait mevduatların ise ödenmeyeceği
hüküm altına alınmıştır. Somut başvuruya konu olayda Başvurucu sandık vakfa ait
İmar Bank Off Shore Ltd.'den 26/6/2003 tarihli havale ile Bankaya el konulmadan
bir hafta önce Bankaya aktardığı 3.409.711,00 EUR mevduatın kendisine ödenmesi
talebi bahsedilen düzenlemeye istinaden reddedilmiş,aynı
taleple açtığı dava da İstanbul 5. İdare Mahkemesinin, 20/7/2007 tarihli
kararıyla ve 5021 sayılı Kanun'un açık hükmü gerekçe gösterilerek
reddedilmiştir. Davanın temyiz sürecinde ilgili hükmün itiraz yoluyla Anayasaya
aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru da Mahkemenin
18/10/2012 tarihli ve E.2011/3, K.2012/153 sayılı kararı ile reddedilerek
bahsedilen hüküm Anayasaya uygun bulunmuştur.
70. TMSF verilerine göre 5021 sayılı Kanun hükümlerine göre
ödenmeyen mevduat toplamı 1.478 hesapta 57 milyon YTL civarındadır. Başvurucu
sandık vakfı ödenmeyen mevduatı kaynaklı alacaklarını Bankanın iflas massına 3.
sıraya kaydettirmiştir.
71. Mali piyasalarda faaliyet gösteren kurumların düzenlenmesi
ve denetlenmesi devletin görevleri arasında yer aldığı açık olmakla birlikte,
özel kişiler arasında bir sözleşme kaynaklı zararın, Bankanın kötü niyetli
yönetiminden kaynaklandığı, devletin sorumluluğunun pozitif yükümlülükler
kapsamında bulunduğu, özel kişiler arasında yapılan sözleşmede tarafların
sözleşmenin yerine getirilmemesi nedeniyle oluşabilecek zarar riskinin taraflar
üzerinde olduğu, bankanın yönetim hissedarı ve yöneticileri ile kaynağının
büyük kısmı Banka tarafından sağlanan ve yöneticileri aynı zamanda Bankanın da
yöneticisi olan banka personelinin kurduğu sandık ve vakıfların mevduatlarının,
başvurucu sandık vakfının kaynakları ve yöneticilerinin sorumluluğu da
gözetilerek sigorta kapsamının genişletilmesini düzenleyen maddeden
yararlandırılmamaları şeklinde bir dengeleme yapılması mülkiyet hakkının ihlali
anlamına gelmeyecektir.
72. Bu kapsamda daha önce karşılaşılmamış bir yolsuzluk tipi
olarak ibraz ettiği bilançosunda görünen yükümlülükleri ve varlıkları ile
gerçek durum arasında ciddi farklılıklar oluşan, bir diğer ifade ile çifte
kayıt tutan Bankanın içinin boşaltılması nedeniyle Banka sahip ve yönetiminin
sebep olduğu Bankaya el konmasını gerektirecek boyutta ciddi zararı ve Bankaya
mevduat olarak yatırdıkları tasarrufları hileli işlemlerle ellerinden alınmış
binlerce mudinin zararını gidererek bankacılık
sisteminin tekrar istikrar ve güvene kavuşturulması ve oluşan kamu zararında
sorumlulukları bulunanların mevduatlarını garanti kapsamına almayan 5021 sayılı
Kanunla getirilen düzenlemenin öngördüğü kamu yararı ile mudilerin mülkiyet
hakları arasında sağlanması gereken adil dengeyi bozduğu söylenemez.
73. Sonuç olarak 5021 sayılı Kanunla öngörülen garanti
sisteminin mudilerin mülkiyet haklarını korumada sorumluluğu büyük oranda
devlette kabul eden bir mekanizma olduğu, sorumluluklar arasında adil denge
sağladığı, ekonominin gerektirdiği kamu yararı ile kişilerin mülkiyet hakkının
korunması arasında adil dengeyi garanti altına aldığı, öngörülen çözüm yolunun,
başvurucu sandık vakfının zaten başvuru konusu yaptığı kaynağı bir Off Shore bankasından aktardığı,
dolayısıyla zaten oldukça riskli bir enstrümana yatırım yaptığı, Bankaya el
konulmasından bir hafta önce bu kaynağı Bankaya mevduat olarak aktardığı, 5021
sayılı Kanun yürürlüğe konulmadan önce Bankaya el konulma tarihinde başvurucu
vakıf sandığına ait mevduatın zaten sigorta kapsamında olmadığı, başvurucu
sandık vakfının kaynağının büyük kısmının Banka tarafından sağlandığı,
yöneticilerinin aynı zamanda Bankanın da yöneticisi olduğu ve üyelerinin
tamamının Banka personeli olduğu birlikte değerlendirildiğinde düzenleme ile ulaşılmak
istenen kamu yararı ve başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul bir dengenin
kurulduğu kanaatine varılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle başvurucunun mülkiyet hakkını ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlaline İlişkin İddia
75. Başvurucu, Bankada bulunan mevduatın kendisine ödenmesi
talebiyle 7/10/2003 tarihinde TMSF'ye noter
aracılığıyla ihtarname göndermiş, talebinin reddedilmesi nedeniyle açtığı iptal
davasında yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
76. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalar ile hukuk
sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil
olan, ancak sonucu itibarıyla medeni haklar ve yükümlülükler üzerinde
belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davaların makul sürede tamamlanmadığı
yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa
Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek, bir davadaki yargılama süresinin makul
olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli
olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi
hususların dikkate alınacağı belirtilmiştir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34–64; Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, §§ 54-60).
77. Medeni hak ve yükümlülükleri konu alan davalarda yargılama
faaliyetinin makul süre değerlendirmesi için başlangıcı, kural olarak
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı
tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri,
§ 50). Ancak idari yargıda dava açılabilmesi için öncelikle idari makamlara
başvurulmasının zorunlu olduğu durumlar ile idari davaya konu olabilecek bir
işlem veya eylemin yapılmasını sağlamak amacıyla idari makamlara yapılan
başvurular üzerine açılan davalar bakımından sürenin başlangıcı idareye başvuru
tarihi olup, somut başvuru açısından bu tarih 7/10/2003 tarihidir.
78. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Somut başvuru açısından bu
tarih, Danıştay Onüçüncü Dairesi tarafından karar
düzeltme isteminin reddedildiği 4/6/2013 tarihidir.
79. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
başvurucunun Bankada bulunan mevduatın kendisine ödenmesi talebiyle 7/10/2003
tarihinde idareye başvurduğu, istemin reddi üzerine İstanbul 5. İdare
Mahkemesinde açılan iptal davasında Mahkemenin 20/7/2007 tarihli kararıyla
talebin reddedildiği, temyiz üzerine Danıştay Onüçüncü
Dairesince öncelikle uygulancak hükmün Anayasaya
aykırılığı iddiasıyla itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulduğu, daha
sonra Anayasa Mahkemesi kararı beklenmeden 18/6/2012 tarihinde İlk Derece
Mahkemesi kararının onandığı, karar düzeltme talebinin aynı Dairenin 4/6/2013
tarihli kararıyla reddedildiği ve davanın kesinleştiği anlaşılmıştır.
80. Başvurunun değerlendirilmesi sonucunda, başvuruya konu
davanın, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler
dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzak olduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun
tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını
kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep
olduğu da söylenemez. Dolayısıyla somut başvuru açısından farklı karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu on yıla yaklaşan
yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
81. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
82. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
83. Başvurucu, mülkiyet ve makul sürede yargılanma haklarının
ihlal ediliğini iddia ederek maddi tazminat talebinde
bulunmuş ancak manevi tazminat talebinde bulunmamıştır.
84. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
85. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş
olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında
illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından maddi tazminat taleplerinin reddine
karar verilmesi gerekir.
86. Başvurucu makul süreye bağlı olarak manevi tazminat
talebinde bulunmadığından taleple bağlılık ilkesi gereği yargılama faaliyetinin
uzunluğu sebebiyle yapılan ihlal tespitine bağlı olarak manevi tazminat
ödenmesi hususunda karar verilmesine yer bulunmamaktadır.
87. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun maddi tazminat talebinin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
31/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.