TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÜLŞİN ORAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6129)
|
|
Karar Tarihi: 16/9/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şermin BİRTANE
|
Başvurucu
|
:
|
Gülşin
ORAL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, öğretim görevlisi
olarak çalışılan fakültede mobbinge maruz kalınma
iddiasıyla yapılan suç duyurusu üzerine verilen men-i muhakeme kararı nedeniyle
Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal
edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 5/8/2013 tarihinde
İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön inceleme neticesinde başvurunun, Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına
9/1/2014 tarihinde karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu Dokuz Eylül
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümünde öğretim
görevlisidir.
6. Başvurucu, 2010-2011 öğretim
yılında gireceği derslerin hukuka aykırı olarak elinden alındığı iddiasıyla
İzmir 3. İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Anılan Mahkemenin 23/12/2010
tarihli ve E.2010/1601 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulmasına; 6/4/2011
tarihli ve E.2010/1601, K.2011/79 sayılı kararıyla başvurucudan alınan
derslerin öğretim üyesi S. K. Y.ye devredildiği, bu kişiye lisans ve yüksek
lisansta toplamda fazla ders görevi verildiği, bu kişinin daha önce yürüttüğü
derslerin ise üniversite dışından ek ders saat ücreti karşılığında A. Ö. isimli
kişiye verildiği, başvurucunun sicil raporlarının tümünün olumlu olduğu ayrıca
eğitim öğretim çalışmalarını gereği gibi yerine getirmediği ve başarısız olduğu
yolunda somut herhangi bir bilgi ve belgenin sunulamadığı, bu nedenle
başvurucuya ders görevi verilmemesine ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğu
gerekçesiyle yapılan işlemin iptaline karar verilmiştir. Anılan karar, Danıştay
8. Dairesinin 20/11/2014 tarihli ve E.2011/6065, K.2014/8944 sayılı kararıyla
onanmıştır. İdare tarafından karar düzeltme yoluna başvurulmuş, talep hakkında
henüz bir karar verilmemiştir.
7. Başvurucu anılan davada
verilen yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının idare tarafından
uygulanmadığını, kendisine ders görevi verilmediğini belirterek yargı
kararlarının uygulanmaması nedeniyle İzmir 3. İdare Mahkemesinde manevi
tazminat davası açmıştır. Mahkeme, yargı kararlarının yerine getirilmediğinin
sabit olduğu gerekçesiyle 10/4/2013 tarihli ve E.2011/1454, K.2013/465 sayılı
kararla davanın kabulüne, başvurucuya 11.000 TL manevi tazminat ödenmesine
hükmetmiştir. Davalı idarenin itiraz başvurusu üzerine, İzmir Bölge İdare
Mahkemesinin 1/10/2013 tarihli ve E.2013/5526, K.2013/4959 sayılı kararında
başvurucuya 2.000 TL tazminat ödenmesinin yeterli olacağı gerekçesiyle itirazın
kısmen reddi ile kararın 2.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine
ilişkin kısmının onanmasına, itirazın kısmen kabulü ile manevi tazminat
isteminin 9.000 TL’lik kısmına ilişkin davanın reddine hükmedilmiştir.
Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Mahkemenin 15/1/2014 tarihli kararıyla
reddedilmiştir.
8. Başvurucunun 2011 yılı
sicili orta olarak düzenlenmiş, bu işleme karşı açtığı dava sonucunda İzmir 3.
İdare Mahkemesinin 16/12/2013 tarihli ve E.2012/2116, K.2013/2076 sayılı
kararıyla sicilin orta olarak düzenlenmesi işlemi iptal edilmiştir. Yine
başvurucunun 2012 yılı sicili orta olarak düzenlenmiş; anılan işlem, İzmir 3.
İdare Mahkemesinin 16/5/2013 tarihli ve E.2012/2117, K.2013/692 sayılı
kararıyla iptal edilmiştir.
9. Başvurucu, Dokuz Eylül
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Başkanı M. T.
hakkında yargı kararlarını yerine getirmeyerek görevini kötüye kullandığı
iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuş, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğünün
28/6/2011 tarihli işlemiyle itiraza ilişkin men-i muhakeme kararı verilmiştir.
Başvurucunun itirazı üzerine Danıştay Birinci Dairesinin 24/11/2011 tarihli ve
E.2011/1429, K.2011/1874 sayılı kararıyla men-i muhakeme kararının bozulmasına,
şüphelinin yargılanmasının gerekliliğine ve eylemine uyan 26/9/2004 tarihli ve
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi gereğince yargılanmasına karar
verilmiştir. İzmir 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 28/5/2012 tarihli ve E.2012/69,
K.2012/825 sayılı kararıyla sanık M. T.nin başvurucu lehine verilen yargı
kararlarını uygulamadığı, sanığın bu suretle görevi kötüye kullanma suçunu
işlediğinin sabit olduğu gerekçesiyle adli para cezasıyla cezalandırılmasına
karar verilmiştir. Bu karar, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 28/5/2014 tarihli
kararıyla onanmıştır.
10. Başvurucu, aynı şikâyetle
Fakülte Yönetim Kurulu Üyesi ve Bölüm Ana Sanat Dalı Başkanı S. K. Y. hakkında
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçeyle ilgilinin görev ve
yetkilerini kötüye kullanılması suretiyle lehine olan yargı kararlarının kasten
ve keyfî olarak etkisiz kılınmaya çalışıldığını belirterek suç duyurusunda
bulunmuştur.
11. İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığının 8/10/2012 tarihli ve 2012/1896 sayılı evrakı kapsamında
görevsizlik kararı verilerek dosya, soruşturmayı yürütmekle yetkili Dokuz Eylül
Üniversitesi Rektörlüğüne gönderilmiştir.
12. 4/11/1981 tarihli ve 2547
sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 53. maddesi uyarınca açılan ceza soruşturması
sonucunda Dokuz Eylül Üniversitesi Ceza Kurulunun 12/2/2013 tarihli ve 2013/03
sayılı kararı ile soruşturma konusu suçun
unsurlarının oluşmadığı anlaşıldığından son soruşturma açılmasına mahal
olmadığına, men-i muhakeme kararının incelenmek üzere Danıştay Birinci Dairesi
Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
13. Danıştay Birinci Dairesinin
16/5/2013 tarihli ve E.2013/499, K.2013/671 sayılı kararı ile dosyadaki bilgi ve belgelere göre mevcut delillerin
atılı suçlardan dolayı şüpheli hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek
nitelikte olmadığı anlaşıldığından Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğünce
oluşturulan Yetkili Kurulun 12/2/2013 tarihli men-i muhakeme kararının
onanmasına karar verilmiştir.
14. Bu karar 12/7/2013 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 5/8/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Cumhuriyet
savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe
oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması
hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar
gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir.
Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.”
17. 2547 sayılı Kanun’un “Genel esaslar” kenar başlıklı 53. maddesinin
(c) fıkrasının (1), (2), (3) ve (4) numaralı bentleri şöyledir:
“c. (Değişik: 14/4/1982 - 2653/3 md.)
Ceza soruşturması usulü:
Yükseköğretim
üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu
ve sözleşmeli öğretim elemanlarının ve bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlarının görevleri
dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen
suçlar hakkında aşağıdaki hükümler uygulanır:
(1) İlk
soruşturma:
Yükseköğretim
Kurulu Başkanı için, kendisinin katılmadığı, Milli Eğitim Bakanının başkanlığındaki
bir toplantıda, Yükseköğretim Kurulu üyelerinden teşkil edilecek en az üç
kişilik bir kurulca, diğerleri için, Yükseköğretim Kurulu Başkanınca veya diğer
disiplin amirlerince doğrudan veya görevlendirecekleri uygun sayıda
soruşturmacı tarafından yapılır.
Öğretim
elemanlarından soruşturmacı tayin edilmesi halinde, bunların, hakkında soruşturma
yapılacak öğretim elemanının akademik unvanına veya daha üst akademik unvana
sahip olmaları şarttır.
(2) Son
soruşturmanın açılıp açılmamasına;
a) Yükseköğretim
Kurulu Başkan ve üyeleri ile Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyeleri
hakkında Danıştayın 2 nci Dairesi,
b) Üniversite
rektörleri, rektör yardımcıları ile üst kuruluş genel sekreterleri hakkında,
Yükseköğretim Kurulu üyelerinden teşkil edilecek üç kişilik kurul,
c) Üniversite,
fakülte, enstitü ve yüksekokul yönetim kurulu üyeleri, fakülte dekanları ve
dekan yardımcıları, enstitü ve yüksekokul müdürleri ve yardımcıları ile
üniversite genel sekreterleri hakkında, rektörün başkanlığında rektörce
görevlendirilen rektör yardımcılarından oluşacak üç kişilik kurul,
d) Öğretim
elemanları, fakülte, enstitü ve yüksekokul sekreterleri hakkında üniversite
yönetim kurulu üyeleri arasından oluşturulacak üç kişilik kurul,
e) 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununa tabi memurlar hakkında,
mahal itibariyle yetkili il idare kurulu,
Karar verir.
f) Yükseköğretim
Kurulu ile üniversite yönetim kurullarınca oluşturulacak kurullarda
görevlendirilecek asıl ve yedek üyeler bir yıl için seçilirler. Süresi sona
erenlerin tekrar seçilmeleri mümkündür.
(3) Son
soruşturmanın açılıp açılmamasına karar verecek kurullar üye tamsayısı ile toplanır.
Kurullara ilk soruşturmayı yapmış olan üyeler ile haklarında karar verilecek
üyeler katılamazlar. Noksanlar yedek üyelerle tamamlanır. Diğer hususlarda bu
Kanunun 61 inci maddesi hükümleri uygulanır.
(4) Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu
Başkan ve üyeleri hakkında Danıştayın 2 nci Dairesinde verilen lüzum-u
muhakeme kararına itiraz ile men-i muhakeme kararlarının kendiliğinden
incelenmesi Danıştayın İdari İşler Kuruluna aittir.
Diğer kurullarca verilen lüzum-u muhakeme kararına ilgililerce yapılacak itiraz
ile men-i muhakeme kararları kendiliğinden Danıştay 2 nci Dairesince incelenerek karara bağlanır. Lüzum-u
muhakemesi kesinleşen Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu
Başkan ve üyelerinin yargılanması Yargıtay ilgili ceza dairesine, temyiz
incelemesi Ceza Genel Kuruluna, diğer görevlilerin yargılanmaları suçun
işlendiği yer adliye mahkemelerine aittir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 16/9/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/8/2013 tarihli ve 2013/6129
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
19. Başvurucu, 2009-2010 öğretim
yılı başında maaş karşılığı yürüttüğü derslerin fakülte yönetimi tarafından
kendisinden alınarak hakkında suç duyurusunda bulunduğu S. K. Y. isimli öğretim
görevlisine ek ders karşılığı verildiğini, tarafına ders görevi verilmemesine
ilişkin işleme karşı açtığı davanın lehine sonuçlanmasına rağmen kararın ilgili
öğretim üyesinin de etkisiyle iki yıl boyunca uygulanmadığını, aynı zamanda
Fakülte Yönetim Kurulu Üyesi ve Ana Sanat Dalı Başkanı olan öğretim üyesinin,
yargı kararının uygulanmaması amacıyla şahsının görev süresinin uzatılmamasına
yönelik olumsuz görüşlerinin ve raporunun bulunduğunu, verebileceği derslerin
programdan kaldırılmasına bu kişinin neden olduğunu ve buna benzer birtakım mobbing uygulamalarına maruz kaldığını, belirtilen eylemler
nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine ilgili hakkında men-i muhakeme kararı
verildiğini ve bu kararın da onanarak kesinleştiğini, somut deliller
bulunmasına rağmen ilgilinin yargılanmasının engellendiğini, bu şekilde hakkını
aramaktan mahrum bırakıldığını beyan ederek Anayasa’nın 5., 10., 11., 12., 17.,
36. ve 125. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
20. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde başvurucu, her ne kadar Anayasa’nın 5., 10., 11., 12., 17., 36.
ve 125. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun
iddialarının özü, görev yerinde birtakım mobbing
uygulamalarına maruz kaldığı ve yaptığı suç duyurusu üzerine yürütülen
soruşturma sonucu verilen kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı
değildir. Bu sebeple başvurucunun bütün iddiaları Anayasa’nın 17. ve 36.
maddeleri çerçevesinde değerlendirilecektir.
1. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
21. Başvurucu, lehine verilen
yargı kararlarının öğretim üyesi S. K. Y. tarafından uygulanmadığı, kendisine
ders görevi verilmemesi için birçok hukuk dışı eylem ve işlem
gerçekleştirildiği iddiasıyla yaptığı şikâyet sonucunda yapılan soruşturmada,
lehine kesinleşen yargı kararlarının ve birçok somut delilin göz önünde
bulundurulmadığını, yetkili merciin soruşturma izni verip vermeme konusundaki
takdir yetkisinin mutlak olmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
22. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
23. 30/11/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
24. Anılan Anayasa ve Kanun
hükmüne göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına
da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
25. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
26. AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
27. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmalarını sunma
ve adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil
yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
28. Sözleşme’nin adil yargılanma
hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek
hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak arama
hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için
başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı
olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması
gerektiği anlaşılmaktadır (Adnan Oktar,
B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).
29. Bir ceza davasında üçüncü
kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar
gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler adil yargılanma hakkının
koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medeni
hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda
verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir
(Musa Erdem ve diğerleri, B. No. 2013/1845, 7/11/2013, § 37; benzer yöndeki AİHM kararı
için bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 12/2/2004, §
70).
30. Hukuk sistemimiz açısından
5271 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak
iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmış olup başvurucunun, ceza muhakemesi
sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca somut
olayda başvurucunun isteğinin üçüncü kişilerin cezalandırılmasına ilişkin
olduğu, soruşturma izni verilmemesine dair kararın etkilerinin de ceza
muhakemesi süreci ile sınırlı olduğu ve başvurucunun iddiaları göz önünde
bulundurulduğunda ceza davasında verilen kararın hukuk yargılaması açısından
bağlayıcı bir etkisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284,
15/4/2014, § 24).
31. Açıklanan nedenlerle
Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasa’da
güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında yer alan temel hak ve
özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığı anlaşılmakla başvurunun bu kısmının,
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
32. Başvurucu, görev yaptığı
fakültede Ana Sanat Dalı Başkanı S. K. Y. tarafından görevini sürdürmesini
engellemek amacıyla çeşitli mobbing uygulamalarına
maruz kaldığını belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan haklarının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
33. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle
bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
34. Sözleşme’nin “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi
şöyledir:
“Hiç kimseye işkence
veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz.”
35. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve
manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin
kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187,
19/12/2013, § 30).
36. Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında ise kimseye “işkence”, “eziyet” yapılamayacağı ve kimsenin
“insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı
düzenlenmiş olup hüküm, Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamında güvence altına alınmış
olan hukuksal çıkarları kapsamaktadır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler
arasında bir yoğunluk farkı bulunmakta olup kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğüne en ağır şekilde zarar veren muamelelerin “işkence”, bu seviyeye
varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”, küçük
düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
22).
37. Ancak bir eylemin
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari
bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp
aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir
değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve
manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler
önem taşımaktadır (Tahir Canan,
B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 23). Her somut olaydaki veriler ışığında,
belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise diğer
haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
38. AİHM içtihadında da başvuru
konusu iddiaların Sözleşme'nin 3. maddesinin sağladığı güvence kapsamında yer
alması için minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul edilmekte ve acımasız,
insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın ağır ve kasıt içeren
şekli olarak kabul edilen işkencenin, şiddetli acı veya eziyetin kasıtlı olarak
uygulanması ve bilgi almak, cezalandırmak veya korkutmak vb. amaçlı bir
muameleyi içermesi gerektiği benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce
uygulanan ve gerçek yaralar ve en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren
muameleler ise insanlık dışı muamele olarak değerlendirilmektedir. Küçük
düşürücü muamelenin ise mağdurlarda korku ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük
düşürücü ve alçaltıcı nitelikte olan muameleleri ifade ettiği kabul edilmekte
ancak söz konusu muamelenin amacının ilgili kişiyi küçük düşürmek veya
alçaltmak olup olmadığı ve sonuçları itibarıyla mağdurun kişiliğini
Sözleşme'nin 3. maddesi ile uyuşmayan bir olumsuzlukta etkileyip etkilemediği
üzerinde durulmaktadır (Işıl Yaykır, § 34).
39. Yukarıda yer verilen
tespitlerden de anlaşılacağı üzere doğası gereği cezaların veya menfi hareket
ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal
değerlerini etkilemesi, kişide stres, üzüntü ve benzeri menfi tezahürlere yol
açması ve bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını
çağrıştırması mümkün olmakla birlikte belirtilen eylemlerin Sözleşme’nin 3.
maddesi anlamında işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu
kavramların, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yer verilen muadilleri
olan işkence, eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak
nitelendirilebilmesi için mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra
muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel
ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir (Işıl Yaykır, §
35).
40. Belirtilen tespitler
ışığında somut olay incelendiğinde başvurucu tarafından, maaş karşılığı
yürüttüğü derslerin Fakülte yönetimi tarafından kendisinden alınarak hakkında
daha sonradan suç duyurusunda bulunduğu öğretim görevlisine ek ders olarak
verildiği, ders görevi verilmemesine ilişkin işleme karşı açtığı davanın lehine
sonuçlanmasına rağmen kararın ilgili öğretim görevlisinin de etkisiyle iki yıl
boyunca uygulanmadığı, yargı kararının uygulanmaması amacıyla şahsının görev
süresinin uzatılmamasına yönelik olumsuz görüşleri ve raporu bulunan bu kişi
tarafından, kendisinin verebileceği derslerin programdan kaldırılmasının
sağlandığı ve benzeri birtakım mobbing uygulamalarına
maruz bırakıldığı, bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
iddiasıyla başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından iddia
edilen eylemlerin fiziksel ve manevi etkileri, süresi ve yoğunluk derecesi gibi
unsurların değerlendirilmesi neticesinde, belirtilen eylemlerin, kişilik
haklarını ihlal ederek başvurucu üzerinde fiziki ve ruhsal etkilerinin olması
mümkün olmakla birlikte, özellikle kamu görevlisi olan başvurucunun yetişkin
bir birey olması ve mesleki statüsü de nazara alındığında Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari
eşiği aştığı söylenemez.
41. Belirtilen nedenlerle
başvurucunun şikâyetinin, maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile
bağlantılı olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında
değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
42. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
43. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”
44. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak
ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun
yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, § 20, 12/2/2013, §§ 19,
20; Güher Ergun ve diğerleri, B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
45. Ancak belirtilen hükümlerde
yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri
açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek
nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması
gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak
uygulanabilir bir kural olup bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun
koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde
birtakım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama
şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele
alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının
tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin
başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284,
15/4/2014, § 42; benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. İlhan/Türkiye,
B. No: 22277/93, 27/7/2000, §§ 56-64).
46. Bireyin fiziksel ve zihinsel
bütünlüğü, Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen “maddi ve manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet,
bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğe keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını
önlemekle yükümlüdür. Ancak Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına
yönelik olarak yapılan müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma
çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, tüm müdahale türleri açısından mutlaka
cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Belirtilen haksız
müdahalelere karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür.
Nitekim fiziksel ve zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler için ülkemizde hem
cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz açısından, mobbing teşkil eden ve psikolojik taciz, şiddet ve yıldırma
türünden davranış grubu olarak kabul edilen ve somut başvuruya konu eylemlere
benzer eylemlerin içinde ceza hukuku anlamında suç teşkil eden fiillerin yer
alması durumunda bu alandaki yaptırımlara tabi tutulma olanağı bulunmakla
beraber, özel hukuk anlamında bu tür fillerin tazminat davasına konu
edilebildiği görülmektedir. Yargı kararları nazara alındığında belirtilen
tazmin imkânının -kişinin kamu görevlisi veya özel hukuka tabi bir hizmet
sözleşmesi çerçevesinde görev yapması nazara alınarak- hem idari yargı hem de
adli yargı alanında yer alan yargısal makamlarca sağlandığı anlaşılmaktadır
(Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/9/2013 tarihli ve E.2012/9-1925, K.2013/1407
sayılı; Danıştay Sekizinci Dairesinin 16/4/2012 tarihli ve E.2008/10606,
K.2012/1736 sayılı kararları). Dolayısıyla bir bireyin, somut başvuruda
belirtilen fiillere benzer eylemler vasıtasıyla fiziksel ve zihinsel
bütünlüğüne müdahale edildiği iddiasıyla hukuk davası yoluyla daha etkin bir
giderim sağlaması mümkündür (Işıl Yaykır, § 43).
47. Hukuka veya sözleşmeye
aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi
yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç olarak
adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış
grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda
açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer
verilmemektedir. Ayrıca, ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun
istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten veya taksirle başkalarına verilen
zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza
hukuku alanında objektif sorumluluğa istisnaen yer
verilirken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin
şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar
çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun
söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza
muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki
sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin
zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında, özellikle somut başvuruya
konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha
yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu
olduğu anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).
48. Başvuruya konu olayda,
başvurucu tarafından, görev yaptığı fakültenin aynı zamanda Yönetim Kurulu
Üyesi ve Bölüm Ana Sanat Dalı Başkanı olan kişinin, lehine sonuçlanan yargı
kararının uygulanmaması için şahsının görev süresinin uzatılmaması yönünde
olumsuz görüşlerinin ve raporunun bulunduğu, verebileceği derslerin programdan
kaldırılmasına neden olduğu ve görevinin sona erdirilmesine yönelik benzeri
birtakım işlem ve eylemler yoluyla kendisine mobbing
uyguladığı belirtilerek suç duyurusunda bulunulduğu, yürütülen soruşturma
sonucunda şüpheli hakkında men-i muhakeme kararı verildiği ancak başvurucu
tarafından somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk
davası açma yoluna gidilmediği anlaşılmaktadır.
49. Yukarıda yer verilen
tespitler çerçevesinde, fiziksel ve zihinsel bütünlüğe ait unsurlara karşı
yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak başvurucu tarafından
yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olduğu nazara alındığında, Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının
tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez (Işıl Yaykır, § 46).
50. Açıklanan nedenlerle
başvurucu tarafından, fiziksel ve zihinsel bütünlüğüne ait unsurlara karşı
yapıldığı iddia edilen müdahaleler ile ilgili olarak yalnızca ceza muhakemesi
yoluna başvurulduğu ve somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu
olan hukuk davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddiasının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın
17. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin
başvurucu üzerinde bırakılmasına
16/9/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.