TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MURAT İSLAMOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/614)
|
|
Karar Tarihi: 25/6/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Murat İSLAMOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Payan Duygu DEMİR ÖZCAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, uzun süredir kullandığı ve zilyetliğinde
bulunan taşınmazın zamanaşımına dayalı olarak adına tescili talebiyle Asliye
Hukuk Mahkemesine açtığı davanın, mahkemece taşınmazın orman kadastrosunun
kesinleştiği tarihten önce orman sayılan yerlerden olduğu, zilyetlikle mülk
edinme süresinin dolmadığı ve orman dışında bırakılan taşınmazın yeniden orman
sınırları içine alınabileceği gerekçesiyle reddedildiğini belirterek mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucunun vekili tarafından 7/1/2013
tarihinde doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 7/3/2013 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 20/5/2013 tarihinde yapılan toplantıda
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 21/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 22/7/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
5. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 23/7/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, görüşünü
13/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Antalya ili Alanya ilçesi Payallar
kasabası Topataş mevkiinde bulunan bir dönüm
genişliğindeki taşınmazın zilyedidir. 1953 yılında başvurucunun babası
tarafından satın alınan taşınmazı önce başvurucunun babası sonra başvurucu
kullanmış, taşınmaz imar ve ihya edilerek iki katlı bina yapılmıştır. Babasının
satın aldığı dönemde taşınmazın tapu kaydı bulunmaktadır.
8. 2/4/1982 tarihinde kesinleşen arazi kadastro
çalışmalarında 409 numaralı parsel içerisinde bırakılan taşınmaz, başvurucunun
sahip olduğu parselin ayrılıp müstakil parsel yapılması talebi üzerine tapulama
dışı kalmıştır.
9. Söz konusu taşınmazın orman kadastrosu, başvurucuya göre,
20/4/1984 yılında başlamış ve başvurucu itiraz etmediği için 6 ay sonra
20/10/1984 yılında kesinleşmiştir. Başvurucu, bilirkişi heyet raporunda yer
alan kadastro çalışmalarının başlama (23/7/1987) ve kesinleşme (26/11/1988)
tarihlerinin hatalı olduğunu belirtmektedir.
10. Başvurucu 8/3/2005 tarihinde söz konusu taşınmazın 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713. maddesine istinaden adına tescili talebiyle
Alanya Asliye Hukuk Mahkemesine dava açmıştır.
11. Alanya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 7/2/2008 tarih ve
E.2005/349, K.2008/22 sayılı kararı ile mahallinde keşif, tanık beyanı, ilgili
kamu kurumlarının verdikleri bilgiler ve bilirkişi raporlarına dayanılarak “taşınmazın imar ve ihyasının tamamlandığının, devletin
hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olmayıp, özel mülkiyete konu
yerlerden olduğu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713. maddesinde
öngörülen tüm koşulların gerçekleştiği anlaşıldığından” dava konusu
yerin başvurucu adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
12. Davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilen kararı
inceleyen Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, 18/12/2008 tarih ve E.2008/4577,
K.2008/6228 sayılı kararında 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesinde yer alan
koşulların oluşmadığı yönündeki temyiz talebinin reddine ancak dava konusu
yerin güney sınırında bulunan ve hükmen orman niteliği ile Hazine adına tescil
edilen 408 numaralı parsel nedeniyle dava konusu taşınmazın ormanla ilişkisinin
araştırılıp belirlenmesi gerekçesiyle davalı vekilinin temyiz taleplerinin bu
bakımdan kabulüne ve hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bakanlığın görüş
yazısında (§ 5), Yargıtay bozma kararında bahsedilen 408 parsel sayılı
taşınmazın Alanya Kadastro Mahkemesinin E.1984/38, K.1993/53 sayılı kararıyla
şahıslar adına yapılan tespitin iptali ile orman olarak tespitine karar
verildiği bilgisine yer verilmiştir. Başvurucunun Bakanlık görüşüne karşı
beyanında, verilen bu bilgiye bir itirazı bulunmamaktadır.
13. Yargıtayın bozma kararı doğrultusunda davayı
yeniden ele alan Alanya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, 8/9/2009 tarih ve
E.2009/161, K.2009/459 sayılı kararı ile mahallinde keşif, tanık beyanı, ilgili
kamu kurumlarının verdikleri bilgiler ve bilirkişi raporlarına dayanılarak “dava konusu taşınmazın orman olmadığı, imar ve
ihyasının tamamlandığını, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden
olmayıp özel mülkiyete konu yerlerden olduğu, davacı yararına 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu’nun 713. maddesinde öngörülen tüm koşulların gerçekleştiği anlaşıldığından”
dava konusu yerin başvurucu adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
14. Davalı Hazine vekili tarafından yeniden temyiz edilen
kararı inceleyen Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 13/7/2010 tarih ve E.2010/6611,
K.2010/10028 sayılı kararında, 10/10/1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı
Kadastro Kanunu öncesinde geçerli bulunan 15/12/1934 tarih ve 2613 sayılı
Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu ile 28/6/1966 tarih ve 766 sayılı Tapulama
Kanunu’nun hükümlerine göre, kadastro yapılacağı ilan edilen ve önceden
sınırları belirlenen çalışma alanları içerisindeki ormanların tespit dışı
bırakıldığını, arazi kadastrosu ekiplerinin ormanların kadastrosunu
yapmadığını, ancak daha önce orman kadastrosu yapılıp kesinleşen ve tapuya
tescil edilen ormanlara ait kayıtların o birliğin çalışma alanının tapu
kütüğüne aktarıldığını, orman kadastrosu yapılmamış ise orman idaresinin orman
sınırlarını belirlemesinden sonra bu sınırlar dışında arazi kadastro
çalışmalarının yürütüldüğünü belirterek ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
24/10/2001 tarih ve E.2001/8-964-751 ve 13/2/2002 tarih ve E.2002/8-183-187
sayılı kararlarını esas alarak “(1981-1982
yılları arasında arazi)
kadastro komisyonlarınca orman sayılarak tesbit harici bırakılan yerler … orman kadastrosunun kesinleştiği
güne (26/11/1988) kadar orman sayılacağından, sürdürülen zilyetliğe
verilemeyeceği” gerekçesiyle kararı bozmuştur.
15. Davayı yeniden ele alan Alanya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi,
10/3/2011 tarih ve E.2011/26, K.2011/152 sayılı kararında Yargıtayın
bozma kararı doğrultusunda “her ne kadar
yargılama sırasında orman vasfında olmadığı anlaşılmış ise de orman
kadastrosunun kesinleştiği tarihten önce orman sayılan yerlerden olduğu
anlaşıldığı” gerekçesiyle başvurucunun davasının reddine karar
vermiştir.
16. Yerel mahkemenin kararı bu kez başvurucu tarafından
temyiz edilmiş ancak başvurucunun bu talebi Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin
26/6/2012 tarih ve E.2012/467, K.2012/9857 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
17. Başvurucu karar düzeltme talebinde de bulunmuş ancak bu
talep de aynı Dairenin 17/12/2012 tarih ve E.2012/12272, K.2012/14483 sayılı
kararı ile reddedilmiştir.
18. Başvurucu, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin karar düzeltme
talebinin reddine ilişkin kararının 25/12/2012 tarihinde tebliğinden itibaren
süresi içinde 7/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 704 ve 705. maddeleri
şöyledir:
“A. Taşınmaz mülkiyetinin konusu
Madde 704- Taşınmaz mülkiyetinin konusu
şunlardır:
1. Arazi,
2. Tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen
bağımsız ve sürekli haklar,
3. Kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız
bölümler.
B. Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması
I. Tescil
Madde 705- Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması,
tescille olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal,
kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden
önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi,
mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.”
20. 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir.
“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı
davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde
bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki
mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 25/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 7/1/2013 tarih ve 2013/614 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, öncesi tapulu olan taşınmazın tapusunun
hukuken tanınmadığını, taşınmazın orman vasfını taşımadığının dava sürecinde
elde edilen delillerle ortaya konulduğunu, babasının ve kendisinin 20 yıldan
çok daha uzun bir süre taşınmazı ellerinde bulundurdukları halde taşınmazın
kendi adına tapu kayıtlarına tescil edilmediğini belirterek Anayasa’nın 35.
maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
23. Başvurucu, yukarıda (§ 22) yer verilen gerekçelerle
Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
24. Bakanlık görüşünde, başvurunun kabul edilebilirliğine
ilişkin, Anayasa’nın mülkiyet hakkına ilişkin hükümlerinin AİHS’nin Ek 1 No.lu
Protokolün 1. maddesinin birinci fıkrası ile bu maddeye ilişkin AİHM
içtihatları ışığında yorumlanması ve uygulanması halinde, bireysel başvuruya
konu davanın taşınmazın vasfı ile zilyetlikle kazanım koşularının oluşup
oluşmadığı ile ilgili olduğu, Anayasa Mahkemesine sunulan tapu kaydının
mülkiyet karinesi olarak ileri sürülmediği, dava konusu taşınmazın orman
sayılan alanda olması nedeniyle zilyetlikle kazanılamayacağının yargılama
neticesinde tespit edildiği, bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkından değil
mülkiyet beklentisinden söz edilebileceği, AİHS hükümlerinin mülklerin kazanım
hakkını güvence altına almadığı, hiçbir yerel mahkemece başvurucuya mülkiyet
hakkı tanınmadığı, bu nedenle başvurucunun meşru bir beklentisinin de
bulunmadığı ileri sürülmüştür.
25. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında,
babasının taşınmazı satın aldığı döneme ait tapu kaydını başvuru ekinde
sunmasına rağmen, “mülkiyet karinesine dayanmadığı”nın
iddia edilemeyeceğini, başvuru ekinde sunulan dava dosyasında görülebileceği
gibi, başvuru konusu taşınmazın orman sınırları içinde kalmadığının dosya
içerisinde yer alan raporlarda açıkça belirtildiği, Alanya 3. Asliye Hukuk
Mahkemesinin iki kere taşınmazın kendi adına tescili yönünde karar verdiğini,
mülk kavramının Bakanlığın belirttiği ölçüde dar yorumlanamayacağını, örnek
olarak verilen AİHM kararlarının başvuru konusu olayla tam olarak örtüşmediğini
ifade etmiştir.
26. Anayasa’nın “Mülkiyet
hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
27. Anayasa’nın 148. maddesi şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.
Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
28. Anayasa’nın 169. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz.
Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar
zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu
olamaz.”
29. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve
(2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
(2) İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
30. Anayasa’nın 35. maddesinde herkesin, mülkiyet hakkına
sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı
olamayacağı hükme bağlanmıştır. Belirtilen hükümler uyarınca, bir anayasal hak
ihlali iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dâhilinde
olabilmesi için, başvurucu tarafından dayanılan hakkın Anayasa’da güvence
altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında yer alması, ayrıca
başvurucunun ihlal iddiasına temel alınan hakkın kapsamına giren korunmaya
değer bir menfaatinin bulunması gerekir (B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 23).
31. Anayasa’nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı,
kapsam itibariyle 4721 sayılı Kanun’da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı
olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa’nın 35. maddesindeki güvence
kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki
hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını
kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35.
maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup
olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (B. No:
2013/539, 16/5/2013, § 30-31).
32. Anayasa’nın 35. maddesi ile düzenlenen mülkiyet hakkı,
kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara
uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden
yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır (B. No: 2013/1012, 16/4/2013, §
17). Başvurucular, bu haktan yararlanmak adına ancak kendi mülkleriyle ilgili
ihlal iddiasında bulunabilirler. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında sadece
sahip olunan bir mülke ve varlıklara koruma sağlanmaktadır. Bir kişinin
hâlihazırda sahip olmadığı bir varlığın mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu
konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun, mevcut mülke sağlanan bu
korumadan yararlanamayacaktır. Bu nedenle, daha önce ortadan kalkmış olan
mülkiyet hakkının tekrar elde edilebileceği ümidi “mülkiyet” olarak görülemez (benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Kopecky / Slovakya, B. No. 44912/98, 28/9/2004, §
35).
33. Ancak, belli durumlarda, bir “malı” elde etmeye yönelik “meşru
bir beklenti”, Anayasa’nın 35. maddesinin güvencesinden
yararlanabilir. Mülkiyete konu olabilecek bir değeri elde etme konusundaki bir
beklentinin “meşru bir beklenti”
olarak kabul edilebilmesi için bu beklentinin temelsiz bir hak kazanma
beklentisi değil; somut nitelikte, örneğin, belirli bir kanun hükmüne ya da
istikrarlı bir içtihada dayanan bir yargı kararı gibi sağlam ve yeterli bir
hukuki temeli bulunan bir beklenti olması gerekmektedir. Diğer yandan, bir
hakkın varlığına ilişkin hukuk kuralının doğru yorumlanması ve uygulanması
konusunda bir uyuşmazlık var ve bu konudaki iddia yetkili bir mahkeme
tarafından reddedilmiş ise meşru bir beklentinin varlığından söz edilemez
(benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Özden/Türkiye
(No. 2), B. No: 31487/02, 3/5/2007, § 29, Kopecky / Slovakya, B. No. 44912/98, 28/9/2004, § 50 ve Remzi Balcı/Türkiye, B. No: 68545/01,
10/1/2008).
34. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 704. maddesinde
mülkiyet hakkının kapsamına arazi, tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen
bağımsız ve sürekli haklar ile kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız
bölümlerin girdiği, 705. maddesinde, taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasının kural
olarak tescille gerçekleşeceği; miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal,
kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet hakkının
tescilden önce kazanılacağı, ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri
yapabilmesinin, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlı olduğu
hükme bağlanmıştır.
35. Başvuru konusu olay bu hükümler yönünden
değerlendirildiğinde, başvurucu, 8/3/2005 tarihinde, herhangi bir tapu kaydına
dayanmaksızın, söz konusu taşınmazın nizasız fasılasız zilyetliğine bağlı
olarak adına tescili talebiyle Alanya Asliye Hukuk Mahkemesine dava açmıştır.
Başvurucunun dilekçesinde uyuşmazlık konusu taşınmazın 1982 yılında kesinleşen
arazi kadastrosunda tapulama dışı olduğu ifade edildiği gibi, bu durum
başvurucunun taşınmazı adına tescilini talep ettiği yargılama sürecinde
Kadastro İdaresince de teyit edilmiştir. Dolayısıyla, her ne kadar başvurucu
babasının taşınmazı satın aldığı döneme ait tapu kaydının taşınmazın tapulu
taşınmaz olduğunu ispat için kullanmakla birlikte başvuru konusu taşınmaza ait
geçerli bir tapu kaydının varlığından söz edilemez. Alanya Tapu Müdürlüğünden
alınan bilgilere göre başvurucunun kendisine ait olduğunu ileri sürdüğü
taşınmaza ve bu taşınmaza sınır diğer taşınmazlara ait herhangi bir tapu kaydı
bulunmamaktadır.
36. Diğer yandan, bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir
sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan
iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel
mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz
(B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 20). Bu nedenle, başvuru ekinde yer verilen ve
başvurucunun murislerinin ilgili taşınmazı satın aldıkları (ve uyuşmazlık
konusu taşınmazın bulunduğu bölgede son olarak yürütülen kadastro
çalışmalarından önceki) döneme ait olduğu ileri sürülen tapu kaydının Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan incelemede dikkate alınması mümkün değildir.
37. Başvurucunun, uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerinde tapu kaydına
bağlanmış geçerli bir mülkiyet hakkı bulunmadığına göre, Anayasa’nın 35.
maddesi kapsamında mülkiyet hakkının ihlalinin söz konusu olabilmesi için
başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmaza ilişkin meşru bir beklentisinin
bulunduğunun ortaya konulması gerekir. Başvurucu babasının ve kendisinin 20
yıldan çok daha uzun bir süre taşınmazı ellerinde bulundurduklarını, taşınmazın
kendi adına tapu kayıtlarına tescil edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
38. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713. maddesinin
birinci fıkrasında, “Tapu kütüğünde kayıtlı
olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik
sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya
bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini
isteyebilir.” denilerek, kişilerin olağanüstü kazandırıcı
zamanaşımıyla tapu kütüğüne kayıtlı olmayan bir gayrimenkul üzerinde mülkiyet
hakkına sahip olabilecekleri ve bu haklarını tapu kütüğüne
kaydettirebilecekleri hükme bağlanmıştır.
39. Yargıtayın bu konuya ilişkin bir Hukuk Genel
Kurulu kararında, tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlarda, 4721 sayılı Kanun’un
713. maddesinin koyduğu 20 senelik sürenin taşınmazın mülkiyetinin kazanılması
için geçerli olduğu, kanunun öngördüğü koşullara sahip olan kişinin tescil
talebinde bulunabilmesinin hakkın doğmuş olması koşuluna bağlı olduğu, kişinin
talebi üzerine mahkemece yapılacak işlemin (koşulların mevcut olduğunun tespiti
halinde) tescile karar vermekten ibaret olduğu, tescil kararının hukuki
niteliği konusunda kanunlarımızda açık hüküm bulunmadığı, Anayasa’nın 35.
maddesine göre mahkemelerce verilen tescil kararı ile yasal olarak korunmakta
olan eylemli durumu gösteren zilyetliğin mülkiyet hakkına dönüşmekte ve
anayasal olarak temel insan hakkı niteliği ile korunduğu, diğer yandan mülkiyet
hakkının ayni bir hak olduğu, tapu kütüğüne tescili gerektiği, taşınmaz
mallardaki mülkiyet hakkının 4721 sayılı Kanun’un 705. maddesinin hükmü gereği
kural olarak tescille doğduğu, bu durumda kazandırıcı zamanaşımı koşullarının
oluşması ile taşınmaz üzerindeki zilyetliğin kendiliğinden mülkiyet hakkına
dönüşmeyip zilyet yararına "tescili
talep hakkı" doğurduğu, bu nedenle hakimin tescil kararı ile
yeni bir hukuki durumun ortaya çıktığı ve bu kararın kesinleştiği tarihten
ileriye yönelik olarak sonuç doğurduğu ifade edilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 7/2/2007 tarih ve E.2007/8-76, K. 2007/58, sayılı kararı).
40. Başvuru konusu olayda, başvurucu her ne kadar uyuşmazlık
konusu taşınmazın orman sınırları içinde kalmadığının dava dosyası içerisinde
yer alan raporlarda açıkça belirtildiğini, Alanya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin
iki kere taşınmazın kendi adına tescili yönünde karar verdiğini ifade etse de
Alanya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin bu yöndeki kararları Yargıtay tarafından
arazi kadastrosunun yapıldığı dönemde yürürlükte bulunan 2613 sayılı Kadastro
ve Tapu Tahriri Kanunu ile 766 sayılı Tapulama Kanunu’nun hükümleri
değerlendirilerek ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararı dikkate alınarak “(1981-1982 yılları arasında arazi) kadastro
komisyonlarınca orman sayılarak tesbit harici
bırakılan yerler … orman kadastrosunun kesinleştiği güne (26/11/1988) kadar
orman sayılacağından, sürdürülen zilyetliğe verilemeyeceği”
gerekçesiyle bozulmuştur (§ 15). Yargıtay’ın bozma kararı doğrultusunda nihai
olarak Alanya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi “her
ne kadar yargılama sırasında orman vasfında olmadığı anlaşılmış ise de orman
kadastrosunun kesinleştiği tarihten önce orman sayılan yerlerden olduğu
anlaşıldığı” gerekçesiyle başvurucunun davasının reddine karar
vermiş ve bu karar Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir (§ 15-17).
41. Bu durumda, uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerinde mülkiyet
hakkı bulunmayan başvurucunun, belirli bir kanun hükmüne ya da istikrarlı bir
içtihada dayanan bir yargı kararı gibi sağlam ve yeterli bir hukuki temele
sahip meşru bir beklentisinden de söz edilemez. Çünkü başvurucunun bu
beklentisi (4721 sayılı Kanun’un 713. maddesi uyarınca sahip olduğu "tescili talep hakkı" (§ 39)) zilyetliğe
dayalı kazandırıcı zaman aşımı süresinin hesabına ilişkin Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun kararı dikkate alınarak bu konuda yetkili bir mahkeme (Alanya 3.
Asliye Hukuk Mahkemesi) tarafından reddedilmiştir (§ 33).
42. Açıklanan nedenlerle, mülkiyet hakkına konu olabilecek
bir malvarlığı değeri ve bu şekildeki bir değeri elde etme “meşru beklentisi” bulunmayan başvurucunun
şikâyetlerinin Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı
kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir ve 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince “konu
bakımından yetkisizlik” nedeni ile kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir. Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe
katılmamıştır.
43. Şikâyetleri mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilemeyecek
olan başvurucunun, bu durumda temelde derece mahkemesinin delilleri
değerlendirmesi ve ilgili hukuku yorumlama ve uygulama şeklinden şikâyetçi
olduğu tespiti yapılabilecektir.
44. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
45. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası
veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
46. Somut başvuru açısından, başvurucunun zilyetliğe dayalı
tescil talebine ilişkin davasının (dava konusu uyuşmazlık açısından ilgili
kuralda belirtilen 20 yıllık sürenin dolmadığı gerekçeli olarak açıklanarak)
reddine karar verildiği, ilk derece Mahkemesince verilen kararın başvurucunun
temyiz talebi üzerine, kanun yolu Mahkemelerinin denetiminden geçerek
kesinleştiği, ayrıca başvuru dosyası kapsamından başvurucunun delillerini ve
iddialarını sunma fırsatı bulamadığına, yargılamaya etkin olarak katılma
imkânının elinden alındığına ve yargılamadaki konumunun önemli bir zarar
gördüğüne dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
47. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddiasının kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu ve bariz bir takdir hatası
veya açık bir keyfilik içermediği anlaşıldığından diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin
şikâyetlerinin “konu bakımından yetkisizlik”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün
karşı oyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,
B. Başvurucunun kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurusunun “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, OY BİRLİĞİYLE,
25/6/2014
tarihinde karar verildi.
KARŞIOY YAZISI
1.
Başvurucunun zilyetliğe dayalı tescil talebine ilişkin davası, derece
mahkemelerince dava konusu uyuşmazlık açısından ilgili kuralda belirtilen 20
yıllık sürenin dolmadığı gerekçesiyle reddedilerek kesinleşmiştir.
2.
Gerekçe, 20 yıllık sürenin hesabında uyuşmazlık konusu taşınmazın her ne kadar
çok önceden beri başvurucunun zilyetliğinde bulunduğu anlaşılmakta ise de kadastro
komisyonlarınca orman sayılarak tespit harici bırakılan yerlerin, orman
kadastrosunun kesinleştiği 26.11.1988 gününe kadar orman sayılacağından,
sürdürülen zilyetliğe verilemeyeceği yönündedir.
3.
Buna göre, kadastro kesinleşinceye kadar, uyuşmazlığa konu olan yerlerin orman
olduğu varsayımıyla hareket edilmiş ve başvurucunun o yerin tescili konusunda
meşru beklenti içinde olamayacağı sonucuna varılmıştır.
4.
Anayasa’nın 35. maddesine göre mülkiyet, ancak kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabilir. Uyuşmazlık konusu yerin orman olabileceği ihtimali ve bu
sürede zilyetliğe bırakılamayacağı, bir kanun hükmüne ve kamu yararına
dayanmaktadır. Bu durumda zilyetliğe geçici ve ölçülü bir sınırlama getirilmiş
olduğunun kabulü gerekir. Ancak bu sınırlama bir varsayıma dayandığından,
varsayım gerçekleşmediğinde, yani zilyetlik konusu yerin orman olmadığı
anlaşıldığında sınırlamanın dayanağı da geçmişe dönük olarak ortadan kalkar.
Önceden beri zilyetlikte bulunan yerin orman olmadığını bilen ve kadastro
kesinleştiğinde orman olmadığının anlaşılacağından emin olan başvurucunun
beklentisini sürdürmesine engel teşkil edecek, somut bir durum mevcut değildir.
Kamu gücü, gerçekleşmeyen ve haklı olmadığı ortaya çıkan bir varsayıma
dayanarak zilyetliğe müdahale etmiştir.
5.
Malikin ve mülkiyet hakkı kapsamında korunan zilyedin hak ve meşru
beklentilerine getirilen sınırlamanın kamu yararı amacıyla başladığı ve sürdüğü
açıktır. Ancak kamu yararı olmadığı saptandığında malik ve/veya zilyedin eski
hale dönme beklentisi, geriye dönük olarak meşruiyet kazanır ve askıya alınmış
olan meşru beklenti avdet eder.
6.
Başvurucunun durumunda da geçmiş meşru beklenti yok sayılarak 1988 öncesi meşru
beklentisi olamayacağı yolunda yapılan değerlendirme, mülkiyet hakkına ve bu
hakkın meşru beklentisine getirilmiş, ölçüsüz bir sınırlamadır. Bu nedenle
başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermek gerekir.
|
|
|
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|