TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞEHNAZ AYHAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6229)
|
|
Karar Tarihi: 15/4/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Şehnaz AYHAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, görev yaptığı
üniversite rektörünün hukuka aykırı eylem ve işlemleri nedeniyle kendisine mobbing uygulanması ve şahıs hakkında açtığı tazminat
davasının yanlış hukuki nitelendirme yapılmak suretiyle reddedilmesi nedeniyle,
Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı
maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 13/8/2013 tarihinde
Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölümün Birinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
belirtildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu tarafından
2/8/2010 tarihinde Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/237 sayılı dosyası
üzerinde, 11/8/2008 tarihinde Bitlis Eren Üniversitesi genel sekreterliğine
atamasının yapıldığı ve bir süre görev yaptığı, yeni seçilen rektör ve
yardımcılarından oluşan yönetimle de bir süre beraber çalıştığı, ancak daha
sonra görev yerinin değiştirilerek Bitlis Eren Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
sekreterliğinde görevlendirildiği, yargı kararı ile göreve dönmesine
hükmedilmesine rağmen kararın yönetim tarafından yerine getirilmeyerek,
akabinde, açtığı dava nedeniyle kendisini yıpratmak ve görevinden uzaklaştırmak
için dayanaksız disiplin soruşturmaları açıldığı ve yapılan bu işlem ve
eylemler nedeniyle ruh sağlığı bozulmak ve çalışma şevki kırılmak suretiyle
manevi zarara uğratıldığı belirtilerek, 10.000,00 TL manevi tazminatın
üniversite rektöründen tahsili talebiyle tazminat davası açılmıştır.
6. Bitlis Asliye Hukuk
Mahkemesinin 21/3/2013 tarih ve E.2010/237, K.2013/82 sayılı kararıyla,
Anayasa’nın 129. maddesinin beşinci fıkrası ve 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesi uyarınca, kamu görevlilerinin
yetkilerini kullanırken işlemiş oldukları kusurlu davranışlarından dolayı
açılacak tazminat davalarının, ilgili kamu görevlisine değil, kamu idaresi
aleyhine açılabileceği belirtilerek, başvurucunun davasının husumet yokluğu
nedeniyle reddine karar verilmiştir.
7. Karar temyiz edilmekle,
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 24/6/2013 tarih ve E.2013/10338, K.2013/12157
sayılı kararı ile onanmıştır.
8. Onama kararı 23/7/2013
tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu 13/8/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
9. 657 sayılı Kanun’un 13.
maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
10. Mahkemenin 15/4/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 13/8/2013 tarih ve 2013/6229
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
11. Başvurucu, 11/8/2008
tarihinde Bitlis Eren Üniversitesi genel sekreterliğine atamasının yapıldığını
ve bir süre görev yaptığını, yeni seçilen rektör ve yardımcılarından oluşan
yönetimle de bir süre beraber çalıştığını, ancak daha sonra şifahen kendisinden
görevinden istifa etmesinin talep edildiğini, bu teklifi kabul etmemesi üzerine
görev yerinin değiştirilerek Bitlis Eren Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
sekreterliğinde görevlendirildiğini, belirtilen idari işlem aleyhine açtığı
iptal davası neticesinde yargı kararı ile göreve dönmesine hükmedildiğini,
ancak üniversite yönetimince şeklen yargı kararının uygulanması yolunda karar
alınmasına rağmen hakkında bir çok kez disiplin soruşturması yapılarak ceza
verildiğini ve yeniden görev yerinin değiştirildiğini, devam eden süreçte
dördüncü defa yargı kararı ile görevine iadesine hükmedilmesine rağmen
yönetimce yeniden başka bir birime atamasının yapıldığını, yapılan tüm disiplin
ve görev değişikliği işlemlerinin hukuka aykırı olup kendisini yıldırmak ve
cezalandırmak amacıyla yapıldığını, yönetimce bazı yüksek okul personelinin
teşvik edilmesi suretiyle oluşturulan soyut ve gerçeğe aykırı gerekçelerle
hakkında keyfî disiplin işlemleri yapıldığını, sicil raporlarının dayanağı
olmadan olumsuz şekilde tanzim edildiğini, beş yıl içerisinde il içi ve il dışı
olmak üzere on beşe yakın farklı birimde görev yapmak zorunda kaldığını,
yıldırma ve yıpratma amacıyla ve muadil görevlerde bulunan kişilere nazaran çok
farklı şekilde, fiziksel koşulları uygun olmayan yerlerde görev yapmak zorunda
bırakıldığını, belirtilen eylem ve işlemlerin özellikle üniversite rektörünün
kendisine duyduğu şahsî husumet nedeniyle yapıldığını ve tüm bu hususların
baskı, yıldırma ve caydırma yöntemi olan ve mobbing
diye tarif edilen davranış biçimini oluşturduğunu, manevi zararının giderilmesi
hususunda açtığı davada üniversite rektörünün kastî davranışları nedeniyle
tazminat talep etmiş olmasına rağmen, Mahkemece yanlış hukuki nitelendirme
yapılmak suretiyle davasının reddedildiğini beyan ederek, Anayasa’nın 17. ve
36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
12. Başvurucu, görev yaptığı
kurumda maruz kaldığı mobbing uygulaması nedeniyle
açtığı manevi tazminat davasında, üniversite rektörünün kastî davranışları
nedeniyle tazminat talep etmiş olmasına rağmen, davasının Mahkemece yapılan
yanlış hukuki nitelendirme sonucunda reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
13. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı
fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir.
14. Bir anayasal hakkın ihlali
iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden
incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve
Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin
olduğu açıktır. Bu kapsamda, bireysel başvuruya konu davadaki olayların
kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama
sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir
uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil
olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz.
Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve bariz takdir
hatası içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar
bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece
mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir takdir hatası bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No. 2012/1027,
12/2/2013, §§ 25–26).
15. Başvurucu tarafından, yanlış
hukuki değerlendirme yapılarak tazminat talebinin husumet yokluğundan
reddedildiği belirtilmekte olup, başvurucunun belirtilen iddiasının özünün
derece mahkemelerince maddi olayların nitelendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
16. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun belirtilen iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara
ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası da
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası Yönünden
17. Başvurucu, görev yaptığı
üniversite yönetimi ve özellikle rektörünün hukuka aykırı eylem ve işlemleri
nedeniyle kendisine mobbing uygulanması ve açtığı
tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 17. maddesinde
tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
18. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
19. Sözleşme’nin “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi
şöyledir:
“Hiç kimseye işkence
veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz.”
20. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve
aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın
kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla
öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin
ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir
tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
21. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen maddi ve
manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlük hakkı ile, bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin
kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (B. No. 2013/2187, 19/12/2013, §
30).
22. Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında ise kimseye “işkence”,
“eziyet” yapılamayacağı ve
kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan”
muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiş olup, hüküm Sözleşme’nin 3.
maddesi kapsamında güvence altına alınmış olan hukuksal çıkarları kapsamaktadır.
Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında bir yoğunluk farkı bulunmakta
olup, kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en ağır şekilde zarar
veren muamelelerin “işkence”, bu
seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”, küçük düşürücü ve alçaltıcı
nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi
mümkündür (B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 22).
23. Ancak, bir eylemin
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari
bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp
aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir
değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda, muamelenin süresi, fiziksel ve
manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler
önem taşımaktadır (B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 23). Somut olaydaki veriler
ışığında, belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise,
diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
24. AİHM içtihadında da, başvuru konusu iddiaların Sözleşme’nin 3. maddesinin
güvence kapsamında yer alması için minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul
edilmekte ve acımasız, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın
ağır ve kasıt içeren şekli olarak kabul edilen işkencenin, şiddetli acı veya
eziyet uygulanması, acının kasıtlı olarak uygulanması ve bilgi almak,
cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir muameleyi içermesi gerektiği
benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce uygulanan ve gerçek yaralar ve
en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren muameleler ise insanlık dışı muamele
olarak değerlendirilmektedir. Küçük düşürücü muamelenin ise, mağdurlarda korku
ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikte olan
muameleleri ifade ettiği kabul etmekte ancak, söz konusu muamelenin amacının
ilgili kişiyi küçük düşürmek veya alçaltmak olup olmadığı ve sonuçları
itibarıyla mağdurun kişiliğini Sözleşme’nin 3. maddesi ile uyuşmayan bir
olumsuzlukta etkileyip etkilemediği üzerinde durulmaktadır ( Bkz. Costello-Roberts/Birleşik
Krallık, B. No. 13134/87, 25/3/1993, § 30; Labita/İtalya, [BD], B. No. 26772/95, 06/04/2000, § 120, Hurtado/İsviçre, B. No. 17549/90, 28/1/ 1994, § 67).
25. Yukarıda yer verilen
tespitlerden de anlaşılacağı üzere, doğası gereği cezaların veya menfi hareket
ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal
değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol
açması ve bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını
çağrıştırması mümkün olmakla birlikte, belirtilen eylemlerin Sözleşme’nin 3.
maddesi anlamında işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu
kavramların Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen muadilleri olan işkence,
eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak
nitelendirilebilmesi için, mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra
muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel
ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir.
26. Belirtilen tespitler
ışığında somut olay incelendiğinde, başvurucu tarafından esasen, kendisini
yıpratmak ve görevinden uzaklaştırmak için dayanaksız disiplin soruşturmaları
açıldığı, görev yerinin değiştirildiği, sicil raporlarının olumsuz şekilde
tanzim edildiği, yapılan bu işlem ve eylemler nedeniyle ruh sağlığı bozulmak ve
çalışma şevki kırılmak suretiyle manevi zarara uğratıldığı ve bu kapsamda
Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla başvuruda bulunulduğu
anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından iddia edilen eylemlerin fiziksel ve
manevi etkileri, süresi ve yoğunluk derecesi gibi unsurların değerlendirilmesi
neticesinde; sicil notunun olumsuz olarak tanzimi, göreve iadesine dair yargı
kararlarının yerine getirilmemesi ve görev değişikliği neticesinde fiziki
koşulları muadil görev yerlerine göre iyi olmayan ortamlarda çalışmak durumunda
kalması şeklindeki eylemlerin kişilik haklarını ihlal ederek, başvurucu
üzerinde fiziki ve ruhsal etkilerinin olması mümkün olmakla birlikte, özellikle
kamu görevlisi olan başvurucu hakkında disiplin soruşturması yürütülerek görev
yerinin değiştirilmesinin, muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle
meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından, başvurucunun yaşı ve
mesleki statüsü de nazara alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası
kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari eşiği aştığı söylenemez.
27. Bu nedenle başvurucunun
şikâyetinin, maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile bağlantılı olarak
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun
görülmüştür.
28. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
29. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”
30. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak
ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun
yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No. 2012/1027, 20, 12/2/2013,
§§ 19–20; B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 26).
31. Ancak belirtilen hükümlerde
yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri
açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek
nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması
gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî
olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala riayetin denetlenmesinde
münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca
hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda
bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir
biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden
başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine
getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi
gerekir (B. No. 2013/2355, 7/11/2013, § 28; Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye,
B. No. 22277/93, 27/7/2000, §§ 56–64).
32. Bireyin fiziksel ve zihinsel
bütünlüğü, Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen “maddi ve manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet,
bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğe keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle
yükümlüdür. Ancak Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına yönelik olarak
yapılan müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesindeki pozitif
yükümlülüğü, tüm müdahale türleri açısından mutlaka cezai soruşturma ve
kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Belirtilen haksız müdahalelere karşı
bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim fiziksel ve
zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki
koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz açısından, mobbing
teşkil eden ve psikolojik taciz, şiddet ve yıldırma türünden davranış grubu
olarak kabul edilen ve somut başvuruya konu eylemlere benzer eylemlerin içinde
ceza hukuku anlamında suç teşkil eden fiillerin yer alması durumunda, bu
alandaki yaptırımlara tabi tutulma olanağı bulunmakla beraber, özel hukuk
anlamında bu tür fillerin tazminat davasına konu edilebildiği görülmektedir.
Yargı kararları nazara alındığında, belirtilen tazmin imkanının, kişinin kamu
görevlisi veya özel hukuka tabi bir hizmet sözleşmesi çerçevesinde görev
yapması nazara alınarak, hem idari yargı hem de adli
yargı alanında yer alan yargısal makamlarca sağlandığı anlaşılmaktadır
(Y.H.G.K. 25/9/2013 tarih ve E.2012/9-1925, K.2013/1407; Danıştay 8. Dairesi
16/4/2012 tarih ve E.2008/10606, K.2012/1736). Dolayısıyla bir bireyin, somut
başvuruda belirtilen fiillere benzer eylemler vasıtasıyla fiziksel ve zihinsel
bütünlüğüne müdahale edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla da bir giderim
sağlaması mümkündür (B. No. 2013/1123, 2/10/2013, § 35).
33. Hukuka veya sözleşmeye
aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi
yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç olarak
adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış
grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda
açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer
verilmemektedir. Ayrıca, ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun
istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten veya taksirle başkalarına verilen
zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza
hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında
objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk
alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı
kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun
yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma
imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki sorumluluk alanındaki tazmin
yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu
nazara alındığında, özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer
uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı
sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır.
34. Başvuruya konu olayda,
başvurucu tarafından Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/237 sayılı dosyası
üzerinde, kendisini yıpratmak ve görevinden uzaklaştırmak için dayanaksız
disiplin soruşturmaları açıldığı ve yapılan bu işlem ve eylemler nedeniyle ruh
sağlığı bozulmak ve çalışma şevki kırılmak suretiyle manevi zarara uğratıldığı
belirtilerek, 10.000,00 TL manevi tazminatın üniversite rektöründen tahsili
talebiyle tazminat davası açıldığı ve Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin
21/3/2013 tarih ve E.2010/237, K.2013/82 sayılı kararı ile, Anayasa’nın 129.
maddesinin beşinci fıkrası ve 657 sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca, kamu
görevlilerinin yetkilerini kullanırken işlemiş oldukları kusurlu
davranışlarından dolayı açılacak tazminat davalarının, ilgili kamu görevlisine
değil, kamu idaresi aleyhine açılabileceği belirtilerek, başvurucunun davasının
husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verildiği, Mahkemece, başvurucu
tarafından fiziksel ve zihinsel bütünlüğünü ihlal ettiği iddia edilen mobbing eylemlerine ilişkin uyuşmazlığın esastan
incelenmeyerek, husumetin yanlış yöneltildiği tespitine dayalı olarak talebin
usulden reddedildiği, ancak başvurucu tarafından somut başvuru açısından daha
etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma imkanı kapsamında, belirtilen
Mahkeme kararındaki tespitler de nazara alınmak suretiyle dava açma yoluna
gidilmediği anlaşılmaktadır.
35. Yukarıda yer verilen
tespitler çerçevesinde, fiziksel ve zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler ile
ilgili olarak, başvurucu tarafından husumet nedeniyle reddedilen dava
sonrasında görevli ve yetkili yargı yerine ihlal iddiasına ilişkin giderim
talebiyle başvuruda bulunulmamış olduğu nazara alındığında, Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunabilmek için etkili başvuru yollarının tüketilmesi
koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
36. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından, fiziksel ve zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler ile
ilgili olarak, görevli ve yetkili yargı mercileri nezdinde somut başvuru
açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma imkânı
kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından, başvurunun bu
kısmının “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun
olması”,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının
“başvuru yollarının tüketilmemesi”,
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
15/4/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.