TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
OKTAY CAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/6379)
Karar Tarihi: 14/10/2015
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Nahit GEZGİN
Başvurucu
Oktay CAN
Vekili
Av. Ferit AKINCI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, olay tarihinde askerde bulunan başvurucunun oğlunun intiharında kusuru bulunduğu ileri sürülen idare aleyhine açılan tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, aynı davada aleyhine yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 21/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 11/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 10/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular 10/11/2014 tarihinde bildirilmiş; Bakanlık, görüşünü 9/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya bildirilmiş olup başvurucu bu görüşe karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi, başvuruya konu dava ve soruşturma dosyaları ile Millî Savunma Bakanlığının 27/7/2015 tarihli cevap yazısının içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun oğlu olan 18/10/1989 doğumlu M.O.C., Tunceli Hozat 51’inci Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı emrinde piyade er rütbesiyle askerlik görevini yerine getirmekte iken 5/9/2009 tarihinde Tunceli ili Merkez Sarıtaş Jandarma Karakol Komutanlığı emrine geçici olarak görevlendirilmiştir.
9. M.O.C., bu görevlendirmeden önce 10/8/2009 tarihinde yedi gün süreyle dağıtım iznine gönderilmiş, 18/8/2009 tarihinde izinden döndüğünde önce Elazığ’da bulunan toplama merkezine, 20/8/2009 tarihinde ise Hozat’taki birliğine katılmıştır.
10. M.O.C., 4/10/2009 tarihinde akşam saatlerinde karakolda uzman çavuş olarak görev yapan U.R.Ç.nin yanına giderek kız arkadaşının trafik kazası geçirmesini sebep göstererek memleketine gitmek istediğini söylemiş ve kendisinden izin istemiştir.
11. U.R.Ç., kaza olayının gerçek olduğuna kanaat getirdiği takdirde kendisini izne gönderebileceğini söylemiş ve M.O.C. ile kız arkadaşının ikamet ettikleri Antalya’daki hastane ve polis birimleri ile M.O.C.nin aynı ilde ikamet eden arkadaşlarını telefonla arayarak bu hususta araştırma yapmıştır.
12. Akabinde kazanın meydana gelip gelmediğini kesin olarak öğrenememesi üzerine moralinin iyi olmadığını gördüğü M.O.C.yi o akşamki silahlı nöbetine göndermemiştir.
13. Ceza soruşturması aşamasında dinlenen tanıkların ifadelerine göre M.O.C., ertesi gün saat 15.30’da yeniden U.R.Ç. ile görüşmüş ve babasıyla telefonda konuştuğunu, kız arkadaşının sağlığında önemli bir problem olmadığını öğrendiğini, moralinin de iyi olması nedeniyle izne gitmekten vazgeçtiğini söylemiştir.
14. M.O.C., bu görüşmenin ardından diğer askerlerle birlikte rutin faaliyetlerine devam etmiş, aynı gün saat 18.00’de ise havan mevzisindeki nöbetine piyade tüfeğini alarak gitmiştir.
15. Yine ceza soruşturması aşamasında dinlenen tanık ifadelerine göre M.O.C.nin nöbet yerine gitmesinin ardından moralinin hâlâ iyi olmadığını gören er arkadaşlarının bir kısmı, kendisini teskin etmek için yanına gitmiş ve ona moral verdirmeye çalıştıktan sonra oradan ayrılmışlardır. M.O.C.nin nöbetinin başlamasından yaklaşık 40-45 dakika sonra nöbet tuttuğu mevziden bir el silah sesi duyulmuş; karakoldakiler önce dışarıdan taciz ateşi açıldığını düşünmüşler, sonrasında olay yerinde yaptıkları kontrollerde M.O.C.yi iki kaşının ortasından silahla vurulmuş şekilde ölü olarak bulmuşlardır.
1. Ceza Soruşturması Süreci
16. 8’inci Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından (Askerî Savcılık) olayın hemen sonrasında ve resen başlatılan soruşturma kapsamında ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılmış, olay yerinde bulunan deliller derhâl muhafaza altına alınmıştır.
17. Yapılan otopsi sonucunda cesedin iki kaş orta kısmında 7x6,5 cm. ebadında ateşli silah mermi giriş deliği, saçlı deri sınırından 4 cm. yukarıdan başlayan sol ense bölgesinde 13x6 cm. ebadında ateşli silah mermi çıkış deliği olduğu, atışın bitişik atış mesafesinden yapıldığı, ölümün; ateşli silah yaralanmasına bağlı kafa kemiklerinde kırık, beyin zarları arasında kanama, beyin kontüzyonu ve beyin kaybı sonucu gerçekleştiği belirlenmiştir.
18. Olay yerinin incelenmesinde ise piyade tüfeğinin dipçik kısmı cesedin bacaklarının arasında zemine dayalı, şarjörü ve tetik tertibatı sol dizi tarafında, emniyet mandalının tek atış konumunda ve cesedin sol elinin tüfeğin el kundağı üzerinde olduğu, bu tüfeğe takılı şarjörde 18 dolu fişek ve atım yatağında da 1 dolu fişeğin bulunduğu, ceset üzerindeki elbiselerde herhangi bir kavga, boğuşma ve benzeri mücadele emaresinin bulunmadığı, cesedin üzerindeki pantolonun sol üst cebinde mavi renkli tükenmez kalem ile “Seni Seviyorum S…, dayanamıyorum artık bu hasrete, M…, hakkınızı helal edin.” ibarelerinin yazılı olduğu bir not kâğıdı ile pantolonun sağ üst cebinde bir adet mavi renkli tükenmez kalem bulunduğu belirlenmiştir.
19. Karakola ait telefon kayıtlarının incelenmesinden ölenin, 4/10/2009 tarihinde saat 19.15’te kız arkadaşı S.K. ile görüştüğü ve bu görüşmenin S.K. tarafından da sonradan doğrulandığı anlaşılmıştır.
20. Ölene zimmetli olan ve olay yerinde bulunan piyade tüfeğinde, atışa mâni herhangi bir mekanik arızanın bulunmadığı tespit edilmiştir.
21. Ölenin el ve yüz svapları ile eğitim pantolonunda atış artıklarına rastlanmıştır.
22. Askerî Savcılık, yürüttüğü soruşturma sonucunda 16/4/2010 tarihli ve K.2010/29 sayılı karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:
“ … M.O.C.’nın kız arkadaşını ve ailesini özlediği için dağıtım izninden dönmesinden 47 gün sonra, 4/10/2009 tarihinde izne gitmek istediği, bu maksatla gerçeğe aykırı olacak şekilde kız arkadaşının trafik kazası geçirerek yaralandığını, kız arkadaşına ulaşamadığını, bu sebeple moralinin bozuk olduğunu, karakolda görev yapan havan bölgesinin sorumlusu Uzm. Çvş. U.R.Ç.’ye söylediği, adı geçenin gerek M.O.C.’nın kız arkadaşının sağlık durumunu öğrenmek gerekse bu beyanın doğruluğunu tespit etmek amacıyla yaptığı araştırma neticesinde kazanın gerçekleştiğine dair bir bilgiye ulaşamadığı, ertesi gün saat 15.30 sıralarında M.O.C’nın babası ile görüştüğünü, kız arkadaşının sağlık durumunun iyi olduğunu öğrendiğini ve izne gitmek istemediğini beyan ettiği, bilahare diğer arkadaşları ile birlikte normal faaliyetlerine devam ettiği, bu kapsamda spora çıktığı, aynı gün saat 18.00-19.00 arasında havan mevzisinde nöbeti olduğu için üzerine zimmetli herhangi bir arızası bulunmayan G3 piyade tüfeği ile nöbete çıktığı, arkadaşlarının ve Uzm. Çvş. U.R.Ç’nin kız arkadaşının kaza geçirdiğini düşünmeleri nedeniyle M.O.C.’ye moral vermeye ve yalnız bırakmamaya çalıştıkları, bu maksatla bazı arkadaşlarının hizmet binasının yanındaki nöbet yerine birkaç kez gidip kendisi ile görüştükleri, saat 18.40 sıralarında ise nöbet yerinden bir el silah sesi duyulduğu, önce taciz ateşinin açıldığının düşünüldüğü, sonrasında yapılan kontrollerde ise M.O.C.’nın nöbet yerinde alnından yaralanarak öldüğünün anlaşıldığı, ölenin, tek başına silahla nöbet tuttuğu sırada, silahını tam doldurup atıma hazır hale getirerek intihar etmek maksadıyla silahın dipçiğini bacaklarının arasına alıp, namlusunu iki kaşının arasına dayayarak tetiğe bastığı ve aldığı yara sonucu öldüğü, bu şekilde hareket etmesi için kendisini teşvik eden ya da yardım eden kimsenin olmadığı, ceza kanunlarında intihar etmenin ya da intihara teşebbüs etmenin suç olarak düzenlenmediği (anlaşılmıştır).”
23. Başvurucunun olayın intihar olmadığı gerekçesiyle yaptığı itiraz, Malatya 2’nci Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi tarafından oybirliğiyle ve kesin olarak reddedilmiştir.
24. Bu karardan sonra ve başvurucunun talepleri doğrultusunda Askerî Mahkemece, soruşturmada beyanı alınan tanık M.E.nin başvurucuya olayın intihar olmadığını söyleyip söylemediğinin araştırılması yönünde yeniden ifadesinin alınması için 14/6/2011 tarihinde soruşturmanın genişletilmesine karar verilmiştir. Tanığın Askerî Savcılık tarafından 28/6/2011 tarihinde alınan ifadesinde özetle “Başvurucu ve ölenin diğer yakınlarının, İzmir ilinde bulunan ikametlerine geldiklerini, ziyaretleri süresince devamlı surette olayı hatırlatarak olayı anlattırma çabasına girdiklerini, tüm amaçlarının olayın intihar olmadığını söyletmek olduğunu, evden ayrılıp gitmek istediğini ancak misafirlerine ayıp olacağı düşüncesiyle yapamadığını, sonrasında özellikle başvurucunun ısrarlı ve bunaltıcı hareketleri üzerine ve kızgınlıkla başvurucuya ‘Tamam dediğiniz gibi olsun, oğlunuzu bir komutan vurdu’ dediğini, herhangi bir komutanın ismini ise vermediğini, başvurucuya bu şekilde söylemesinin nedeninin tamamen bunalmış olması ve başvurucuyu rahatlatıp susturmak isteği olduğunu, gerçekte öleni bir komutanın vurması gibi bir durumun olmadığını, olayın intihar olduğunu düşündüren hiçbir şeye rastlamadığını” beyan ettiği görülmüştür.
25. Akabinde başvurucu, ölenin yüzünde iki adet mermi giriş deliği bulunduğunu iddia etmiş ve olaydan sonra kendi cep telefonu aracılığıyla elde ettiği iki görüntüyü dosyaya ibraz ederek soruşturmanın bu yönde genişletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
26. Bu yöndeki talebi de Askerî Mahkemece 4/8/2011 tarihinde kabul edilmiş, Askerî Savcılık tarafından soruşturma dosyasının tevdi edildiği bilirkişi heyeti raporunda özetle “Ölenin harici muayenesinde tespit edilen bulguların iki ayrı ateşli silah mermi giriş deliğine yönelik olmadığı, ölene bir adet ateşli silah mermisinin isabet ettiği, mevcut bulguların tek atış ile uyumlu olduğu, cep telefonu ile çekilmiş fotoğraflarda görülen iki kaş arasındaki mermi giriş deliğinin altında görülen, ölenin burun kısmıyla, sol gözü arasında bulunan, siyah delik şeklindeki kısmın farklı bir mermi giriş deliği olmasının tıbbi delillerinin bulunmadığı, kinetik enerjisi yüksek olan harp silahları ile oluşan yaraların giriş deliklerinin büyük ve parçalı olduğunun tıbben bilindiğinden, sorulan söz konusu yaranın giriş deliğinin uzantısı olduğu” belirtilmiştir.
27. Askerî Savcılık, soruşturmanın genişletilmesi kararı çerçevesinde yaptığı işlemler sonucunda dosyayı karar verilmek üzere Askerî Mahkemeye göndermiş; Mahkeme, soruşturmanın genişletilmesine karar verdiği inceleme neticesinde ve 12/10/2011 tarihinde, yukarıda yer verilen tanık anlatımı, bilirkişi heyeti raporu ile tüm soruşturma dosyası içeriğini gerekçe göstererek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı başvurucu tarafından yapılan itirazı yeniden oybirliğiyle ve kesin olarak reddetmiştir.
2. İdari Yargı Süreci
28. Başvurucu, ayrıca 24/9/2010 tarihli dilekçeyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini amacıyla Millî Savunma Bakanlığına başvurmuştur. Millî Savunma Bakanlığı dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek başvuruyu zımnen reddetmiştir.
29. Başvurucu, zımni ret üzerine 12/1/2011 tarihinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine toplam 100.000 TL talepli tazminat davası açmıştır.
30. AYİM İkinci Dairesi 16/1/2013 tarihli ve E.2011/783, K.2013/46 sayılı kararıyla başvurucu lehine 5.000 TL maddi ve 1.500 TL manevi olmak üzere toplam 6.500 TL tazminata, olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte hükmetmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun talep ettiği miktar üzerinden reddedilen kısım için davalı idare lehine 5.640 TL vekâlet ücretine hükmolunmuş olup kararın ilgili bölümleri şöyledir:
“…Askerî Savcılığın yapmış olduğu soruşturmada elde edilen delillere göre eylemin bir intihar vakası olduğu anlaşılmaktadır. Normal koşullarda mahkememizin yerleşmiş uygulamalarına göre intihar eylemi sonucunda meydana gelen ölüm olaylarında idarenin sorumluluğu, dolayısıyla da tazmin yükümlülüğü söz konusu olmamaktadır. İntihar eyleminin gerçekleşmesine bazı durumlarda idarenin ajanlarının kusurlu davranışları ile katkıda bulundukları, intihar kararının verilmesinde etkili oldukları (dayak, kötü muamele vs.) hallerde idarenin ölüm olayından sorumlu tutulduğu, hizmet kusurunun varlığı sebebiyle idare aleyhine tazminata hükmedilmesinin gerekliği de izahtan varestedir.
…olayda idarenin ajanlarının, müteveffanın kız arkadaşı veya ailevi nedenlerden kaynaklanan psikolojisinin bozuk olduğunu bildikleri, hatta tedbiren bir gün süre ile yakın takipte de tutup, kendisine görev vermedikleri, bu nedenle müteveffayı öncelikle hastaneye sevk ederek psikiyatrik muayeneden geçirmeleri ve söz konusu muayeneye kadar silahtan uzak tutmaları gerekirken, ertesi gün iyi olduğunu beyan etmesi üzerine silahlı olarak nöbet hizmetine göndermeleri ve devamında gerçekleşen ölüm olayında idarenin tamamen kusursuz olduğunun söylenemeyeceği değerlendirilmiştir. Zira müteveffanın söz konusu nöbet sırasında arkadaşına beyanlarından, endişe ve kaygılarının olay esnasında da fil hal devam ettiği ve psikolojisinin iyi durumda olmadığının anlaşıldığı, bu haliyle müteveffanın ölümü ile sonuçlanan olayda kısmen de olsa idarenin hizmet kusuru bulunduğu anlaşılmış ve bu suretle davacının zararının davalı idarece karşılanması gerektiği, ancak ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu gerçekleşmesi nedeniyle müteveffanın da müterafik kusurunun bulunduğundan, zarar miktarından Türk Borçlar Kanunu’nun 52’nci maddesi uyarınca uygun miktarda tenkis uygulanması sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.
Müteveffanın intiharından dolayı babaya yarar kabul edilebilecek herhangi bir yasal ödeme yapılamayacağından, Mahkememizce bu hususun araştırılması cihetine gidilmemiştir.
Maddi tazminat isteminde bulunan davacı baba ve annenin maddi zararlarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş, resen seçilen bilirkişi tarafından düzenlenerek Mahkememize ibraz edilen 20.12.2012 tarihli bilirkişi raporunda; davacı baba Oktay Can’ın 45.591,00 TL maddi tazminat hak edişinin mevcut olduğu bildirilmiştir.
Taraflara tebliğ edilen ve itiraz edilmeyen bilirkişi raporu, Mahkememizce kabul edilen kıstaslara, ilmi verilere ve yerleşmiş içtihatlara uygun bulunduğundan, bilirkişi raporu doğrultusunda uygulama yapılmıştır.
Davacı babaya, oğlunu kaybetmesi nedeniyle duyduğu ve ömür boyu duyacağı acı ve ıstırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla, olayın meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları, paranın alım gücü ve işletilecek yasal faizi ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak, olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte uygun miktarda manevi tazminat verilmesi (kabul edilmiştir).”
31. Başvurucunun 22/3/2013 tarihli dilekçe ile karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 3/7/2013 tarihli ve K.2013/804 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Gerekçede 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 66. maddesindeki karar düzeltme sebepleri sayıldıktan sonra dilekçede ileri sürülen sebeplerin yerinde görülmediği ve düzeltilmesi istenen kararın kanuna ve usule uygun olduğu belirtilmiştir.
32. Anılan nihai karar başvurucuya 22/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 21/8/2013 tarihli dilekçe ile yasal süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
33. Başvurucu Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmadan önce 20/7/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına müracaat ederek kesinleşen Mahkeme kararıyla aleyhine hükmedilen vekâlet ücretini ödeyemeyeceğini bildirmiştir.
34. Başvurucunun bu talebi üzerine Millî Savunma Bakanlığı tarafından “kamu vicdanını rahatsız edebileceği” gerekçesiyle söz konusu vekâlet ücretinin başvurucudan talep edilmesinden Bakan onayı ile vazgeçilmesine, 28/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmasından sonra karar verilmiş olup anılan karar, başvurucuya da yazı ile bildirilmiştir.
B. İlgili Hukuk
35. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
36. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
37. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiilden doğan borç ilişkilerinde tazminatın indirilmesini düzenleyen 52. maddesi şöyledir:
“Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir.
Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir.”
38. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
39. 1602 sayılı Kanun’un “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kararlarının sonuçları” başlıklı 63. maddesi şöyledir:
“Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hâsıl eder. Bu kararlar aleyhine, ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına başvurulabilir.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, altmış gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.
Mahkeme ilamlarının icaplarına göre eylem ve işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılabilir.
Tam yargı davaları hakkındaki kararlar, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.”
40. 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) “Adli uyuşmazlıkların sulh yoluyla halli, uzlaşma ve vazgeçme yetkileri” kenar başlıklı 11. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“(1) İdarelerin;
a) Kendi aralarında ortaya çıkan her türlü hukuki uyuşmazlığın sulh yoluyla hallinde, dava açılmasında, bunlardan yargı veya icra mercilerine intikal etmiş olanların takiplerinden veya davalarda verilen kararlara karşı kanun yollarına gidilmesinden vazgeçilmesinde, sözleşmelerin değiştirilmesinde veya sona erdirilmesinde,
b) Gerçek veya tüzel kişilerle aralarındaki sözleşmelerde belirtilen sebeplerle yapılan her türlü sözleşme değişikliklerinin yapılmasında, bu hususlarla ilgili olarak çıkabilecek uyuşmazlıkların sözleşme hükümleri çerçevesinde sulh yoluyla hallinde, hukuk birimlerinin uyuşmazlığın bu şekilde sonlandırılmasında maddi ve hukuki sebeplerle kamu menfaati bulunduğu yönündeki görüşü üzerine, buna dair onay ve anlaşmaları imzalamaya bakanlıklarda bakan, diğer idarelerde üst yönetici yetkilidir. Bakan ya da üst yönetici bu yetkisini sınırlarını açıkça belirlemek suretiyle alt kademelere devredebilir.
(2) Birinci fıkrada belirtilenler dışında, idarelerin, herhangi bir sözleşmeye dayanıp dayanmadığına, yargıya intikal edip etmediğine bakılmaksızın gerçek veya tüzel kişilerle aralarında çıkan her türlü hukuki uyuşmazlığın sulh yoluyla halline, her türlü dava açılmasından veya icra takibine başlanılmasından, bunlardan yargı veya icra mercilerine intikal etmiş olanların takiplerinden veya verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi dışındaki kanun yollarına gidilmesinden vazgeçmeye, davaları kabule, ceza uyuşmazlıklarında şikâyetten vazgeçmeye veya uzlaşmaya, davadan feragat etmeye, sözleşmede belirtilmeyen sebeplerle sözleşmelerin değiştirilmesinde veya sona erdirilmesinde maddi ve hukuki sebeplerle kamu menfaati görülmesi halinde, buna dair onay veya anlaşmaları imzalamaya, vazgeçilen veya tanınan ya da terkin edilen hak ve menfaatin değeri dikkate alınmak suretiyle;
a) Tutara ilişkin olmayanlar ile 1.000.000 Türk Lirasına kadar olanlarda (1.000.000 Türk Lirası dahil) hukuk biriminin görüşü alınarak, ilgili harcama yetkilisinin teklifi üzerine üst yönetici,
b) 1. 000.000 Türk Lirasından fazla olanlardan 10.000.000 Türk Lirasına kadar olanlarda (10.000.000 Türk Lirası dahil), hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonunun görüşü alınarak, üst yöneticinin teklifi üzerine ilgili bakan, Milli Savunma Bakanlığında Müsteşarın teklifi üzerine Bakan,
…
yetkilidir. Bakan ya da üst yönetici bu yetkisini sınırlarını açıkça belirlemek suretiyle alt kademelere, münhasıran taşra birimlerinin iş ve işlemleriyle ilgili olup illerde valilik, ilçelerde kaymakamlık onayına bağlanan iş ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda vali ve kaymakamlara devredebilir.
…”
41. 659 sayılı KHK’nın “Davalardaki temsilin niteliği ve vekâlet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dâhil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekâlet ücreti takdir edilir.”
42. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 364. maddesi şöyledir:
“Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.
Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır.
Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Mahkemenin 14/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 21/8/2013 tarihli ve 2013/6379 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
44. Başvurucu, oğlunun askerlik görevini yerine getirdiği sırada intihar etmesi sonucunda yaşamını yitirmesi nedeniyle idare aleyhine açtığı maddi ve manevi tazminat davasında hükmedilen meblağın yetersiz olmasının, Mahkemece hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmayarak toplam 6.500 TL maddi ve manevi tazminata hükmedilmesine karşılık davalı idare lehine 5.640 TL vekâlet ücretine hükmedilmesinin ve Mahkemenin kararında, tazminat miktarının düşük tutulması gerekçesinin açık ve net olarak ortaya konulmamasının Anayasa’nın 36. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan hak arama hürriyeti ile gerekçeli karar hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş; yeniden yargılama ile tazminat taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu nedenle başvurucunun şikâyetlerinin özünü teşkil eden oğlunun ölümü ile ilgili olarak idare aleyhine açtığı tazminat davasında hükmolunan tazminat miktarının yetersizliğine ve Mahkemenin bu konuda verdiği kararın gerekçeden yoksun olduğuna ilişkin iddiaları, Anayasa’nın 17. maddesiyle; söz konusu davada hükmolunan tazminata kıyasen aleyhine olarak çok yüksek miktarda vekâlet ücretine karar verildiği iddiası ise Anayasa’nın 36. maddesi ile ilişkili görülmüş olup değerlendirme bu maddeler kapsamında ve ayrı ayrı yapılmıştır.
1. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiaları Yönünden
46. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
47. Başvurucu, oğlunun intiharında kusurlu bulunan idare aleyhine açtığı tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
48. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde, tazminat davası sonucunda idarenin hizmet kusurunun tespit edildiği, AYİM tarafından maddi ve manevi tazminata hükmedildiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında ulusal yetkililerce ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) anlamında bundan böyle mağdur olduğunu ileri süremeyeceğinin kabul edildiği, somut başvuruda başvurucunun lehine hükmolunan tazminat miktarının kendisine ödenip ödenmediğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeyi sunmadığı, bu nedenle idarenin tazminat miktarını ilgiliye ödediğinin kabul edilmesi gerektiği, bu itibarla yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin kabul edilebilirliği incelenirken başvurucunun mağdur sıfatının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru, ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir. Başvuru konusu olayda başvurucu, ölen kişinin babasıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).
50. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda -Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından- kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir başvuru yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61-74; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 83; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Scordino/İtalya, B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 178 vd.; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/7/1982, §§ 64-70; Fatma Yüksel/Türkiye, B. No: 51902/08, 9/4/2013, §§ 45, 46).
51. AYİM somut başvurudaki olaya ilişkin değerlendirmesinde, bir askerin intihar eylemini idarenin öngörmesi ve gerekli tedbirleri alması gerektiği sonucuna mutlak surette ulaşılamayacak olduğunu belirtmekle birlikte müteveffanın kız arkadaşına duyduğu özlem veya ailevi nedenlerden dolayı psikolojisinin bozulduğu, olaydan bir gün önceki tavırlarıyla bu durumun çevresindekiler tarafından fark edilmesi nedeniyle silahlı nöbet yerine gönderilmediği, olay günü iyi durumda olduğunu bildirmesine rağmen diğer askerler ve komutanı tarafından da açıkça öyle olmadığı görülüp asker arkadaşlarınca nöbet yerine gidilerek teskin edilmeye çalışıldığı ve kısa bir süre sonra da intihar ettiği ve öncesinde müteveffanın bu eyleme girişilebileceği konusunda işaretlerin olması nedeniyle idareden bu konuda önleyici tedbirler almasının beklenebileceği tespitlerinde bulunmuş, olayda bu nedenle idarenin hizmet kusurunun kısmen de olsa bulunduğu sonucuna varmıştır (bkz. § 30).
52. AYİM’in bu tespiti ile yaşam hakkının devlete yüklediği yaşamı koruma yükümlülüğünün idari ve yasal mevzuat çerçevesinde uygun tedbirleri alma boyutunun ihlal edildiği ortaya konulmaktadır.
53. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Freimanis ve Lidums/Letonya, B. No: 73443/01 ve 74860/01, 9/2/2006, § 68). Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Fatma Yüksel/Türkiye, §§ 48, 49).
54. Başvuru konusu olayda, AYİM’in kararında açık bir şekilde, ihlal tespitinin yapılarak başvurucuya uğradığı maddi ve manevi zararın karşılığı olarak yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporundan yararlanılması suretiyle toplam 6.500 TL maddi ve manevi tazminata hükmedildiği görülmektedir.
55. AYİM tarafından olayın meydana geliş şekli, tarihi, ölenin askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları, paranın alım gücü, işletilecek yasal faiz ve ölenin müterafik kusuru dikkate alınarak maddi ve manevi tazminata karar verildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 30).
56. Davanın koşullarına göre, belirlenen tazminat miktarları ile başvurucunun uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in özellikle olayın meydana geliş şekli ve ölenin müterafik kusurunu dikkate alarak belirlediği tazminat miktarlarında bir takdir hatası tespit edilmemiştir.
57. Bu durumda Anayasa Mahkemesi açısından AYİM’in, idarenin yaşanan intihar eyleminden sorumlu olduğunu tespit etmesi ve davanın koşulları çerçevesinde tazminata hükmetmesi başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir. Ancak bu sonuca ulaşabilmek için ölüm olayında etkili bir ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediğinin de belirlenmesi gerekmektedir (bkz. § 50). İdari dava yoluyla mağduriyetin giderilmesi, devletin ceza soruşturmalarını etkili bir biçimde yapma yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır. Zira meydana gelen ölümde üçüncü kişilerin cezai sorumlulukları varsa devletin sözü edilen yükümlülüğünü yerine getirmesi; bireylerin devlete, adalete ve yargıya olan güvenlerinin zedelenmemesi ve hukukun üstünlüğüne uyumun sağlanması ile yasa dışı fiillere hoşgörü gösterilmesinin ya da katılımın engellenmesi açısından elzem olmaktadır.
58. Bakanlığın konu hakkındaki görüşünde, öncelikli olarak AİHM içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için yeterli ölçüde kendilerine açık olunması, soruşturmanın makul bir hızlılık içinde yürütülmesi, varsa sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte soruşturma yapmaları gerektiği ifade edilmiştir.
59. Bakanlık görüşünde mevcut başvuru ile ilgili olarak M.O.C.nin ölümü ile aynı anda soruşturmaya başlandığı ve sonrasında açılan tazminat davasında idarenin hizmet kusuru sorumluluğunu doğurabilecek hususların tespit edildiği ve bu nedenle de ölenin müterafik kusuru da dikkate alınarak idarenin sorumluluğuna hükmedildiği ifade edilmiştir.
60. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve varsa sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturmanın da yürütülmesini gerektirmektedir. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına, soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).
61. Bu konuya ilişkin benzer davalarda AİHM, başvurucuların yakınlarının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı ve bunun idari soruşturma ile tamamlandığı, mevcut veriler ışığında idari ve yargısal makamların olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı ve yürütülen soruşturmaların ölüm nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına vardığı durumlarda askerlerin ölümü konusunda yürütülen soruşturmanın ve/veya davaların derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksiklik bulunmadığına karar vermekte, bunların yetersiz veya çelişkili olduklarının iddia edilemeyeceğini belirtmektedir (Nuran Kızılkaya Karslı/Türkiye, B. No: 12988/05, 17/4/2012 § 63; Kazım Dalar/Türkiye, B. No: 35957/05, 21/2/2012, § 50).
62. Bu çerçevede başvuru konusu olayda yürütülen ceza soruşturmasındaki işlemlere (bkz. §§ 16-27) bakıldığında olayın gerçekleşmesinin hemen ardından soruşturmanın resen başlatıldığı, soruşturma kapsamında detaylı bir olay yeri incelemesi yapıldığı, ölü muayenesi ve klasik otopsi işlemlerinin uygulandığı, tanık ifadelerinin gecikmeden alındığı, silahın balistik incelemesinin yapıldığı ve tüm bu hususlar birlikte değerlendirilerek M.O.C.nin kendi sorunları nedeniyle geçirdiği psikolojik bunalım sonucunda intihar ettiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, bu karara karşı başvurucu tarafından Askerî Mahkemeye yapılan itirazın ise reddedildiği, akabinde başvurucunun talepleri kabul edilerek soruşturmanın genişletildiği fakat sonucu değiştirecek bir bilgi veya bulguya ulaşılamadığı görülmektedir.
63. Bütün bu hususlar dikkate alındığında olayın hemen sonrasında yürütülmeye başlanan ceza soruşturmasında, derinliği ile ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunduğu söylenemeyecektir. Dolayısıyla yürütülen ceza soruşturmasında yaşam hakkının usul boyutunun (soruşturmanın etkililiği) ihlaline neden olabilecek bir yön bulunmamaktadır.
64. Bu durumda başvuru konusu olayda -yaşam hakkına ilişkin şikâyetler açısından-kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmeden etkili bir idari dava yolu bulunmakta olup başvurucunun mağdur sıfatı da ortadan kalkmış bulunmaktadır.
65. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkı yönünden başvurucunun mağdur sıfatının kalktığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 36. Maddesinin İhlal Edildiği İddiaları Yönünden
66. Başvurucu, açtığı tazminat davasında lehine karar verilen tazminata yakın miktarda vekâlet ücretine hükmedildiğini belirterek adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
67. Bakanlık bu konudaki görüşünde, söz konusu şikâyete benzer başvuruları Anayasa Mahkemesinin karara bağladığı, bu tür şikâyetlerin incelenmesinde göz önüne alınacak ölçütleri belirlediğini, somut başvuru açısından da bu ölçütlerden ayrılarak farklı bir neticeye ulaşmayı gerektirecek herhangi bir nedenin bulunmadığı, Anayasa Mahkemesinin 23/1/2013 tarihli ve 2013/841 başvuru numaralı “Sadık Koçak ve diğerleri” kararında, askerde intihar nedeniyle AYİM’de açılan tazminat davasına ilişkin olarak başvurucunun dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıyla talebini yüksek tuttuğu, hak kazandığı tazminatın çok üzerinde bir tutarı vekâlet ücreti altında idareye geri ödemek zorunda bırakıldığı ve açılan davanın bu şekilde başvurucu açısından anlamsız hâle geldiği dikkate alınarak, yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı gerekçesiyle ihlal kararı verdiği, bu ihlal kararından sonra 30/4/2013 tarihinde yasal değişiklik yapılarak ıslah müessesinin düzenlenip yapısal nitelikteki bu sorunun çözüldüğü, somut olayda da tazminat davasının yasal değişiklikten önce açıldığı, bu nedenle başvurucunun tazminat talebini yüksek tuttuğu, yasal imkânının bulunmaması nedeniyle de davada ıslah yapamaması sonucu kabul ve ret oranına göre başvurucu aleyhine vekâlet ücretine hükmolunduğu belirtilmiştir.
68. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi ve şartları” kenar başlıklı 48. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“(5) Kabul edilebilirlik şartları ve incelemesinin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir.”
69. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün “Düşme kararı” başlıklı 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi şöyledir:
“(1) Bölümler ya da komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hallerde düşme kararı verilebilir:
ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.”
70. Başvuru konusu olayda başvurucu, AYİM’e açtığı davada uğradığı zararlar için 50.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi olmak üzere toplam 100.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. AYİM tarafından başvurucu lehine toplam 6.500 TL maddi ve manevi tazminata hükmedilirken reddedilen tazminat miktarı esas alınarak aleyhine 5.640 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir.
71. Tazminat davasına konu kararın kesinleşmesini takiben ise başvurucunun davalı idareye müracaatı üzerine idare tarafından anılan kararda hükmolunan söz konusu vekâlet ücretinin tahsilinden vazgeçildiği ve bu vazgeçmeye ilişkin kararın başvurucuya bildirildiği görülmektedir (bkz. § 34). Böylece başvurucunun iddiasına konu ettiği vekâlet ücretini idareye ödeme zorunluluğu ortadan kalkmış olup anılan vazgeçme işlemi ile başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden kalmamıştır.
72. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin düşmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarına ilişkin başvurusunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden kalmamış olması nedeniyle DÜŞMESİNE,
C. Yargılama giderinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
14/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.