logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk, B. No: 2013/6587, 24/3/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HÜSEYİN TUNÇ KARLIK VE ZAHİDE ŞADAN KARLUK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6587)

 

Karar Tarihi: 24/3/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 6/5/2016-29704

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

Raportör

:

Şebnem NEBİOĞLU ÖNER

Başvurucular

:

Hüseyin Tunç KARLIK

 

:

Zahide Şadan KARLUK

Vekili

:

Av. Cemal KAYAOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, konut yakınında bulunan baz istasyonunun sağlığı olumsuz etkilediği iddiasıyla açılan davanın reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile aile yaşamına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/8/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 25.Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvcurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 9/4/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 1/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 18/6/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir.

8. Başvurucular, İstanbul ili Kadıköy ilçesi Erenköy Mahallesi'nde bulunan iki apartman dairesinde ikamet etmektedir.

9. Söz konusu dairelerin bulunduğu bina yakınına T. İletişim A.Ş.ye ait baz istasyonunun ilgili idarenin izni ile kurulması üzerine başvuruculardan Hüseyin Tunç Karlık; Türk Telekomünikasyon Kurumu Genel Müdürlüğüne hitaben gönderdiği Kadıköy 4. Noterliğinin 2/8/2007 tarihli ve 16806 yevmiye sayılı ihtarnamesi ile baz istasyonunun, ikametgahına 5 metre mesafede bulunan balkonunun karşısında olduğunu, bu nedenle sağlığından endişe duyduğunu bildirmiş ve bahse konu baz istasyonunun kaldırılmasını talep etmiştir.

10. Ulaştırma Bakanlığı Bilgi Teknolojileri Başkanlığının 14/8/2007 tarihli yazısı ile söz konusu istasyonun ilgili mevzuatta öngörülen koşullara uygun olduğu ve kurulum ile çalışmasına yasal engel bulunmadığı bildirilmiştir.

11. Başvurucu Hüseyin Tunç Karlık tarafından, eşinin kanser hastalığına yakalandığının anlaşıldığını belirttiği 14/1/2010 tarihinden sonra, Türk Telekomünikasyon Kurumu Genel Müdürlüğüne ve T. İletişim A. Ş. Genel Müdürlüğüne hitaben gönderilen, Kadıköy 9. Noterliğinin 16/2/2010 tarihli ve 5068 ve 5069 yevmiye sayılı ihtarnameleri ile, daha önce baz istasyonunun kaldırılması yönünde talepte bulunduğu, eşinin bu süreçte kanser hastalığına yakalandığı, tedavisinin bir kısmının evde sürdürüleceği, baz istasyonun belirtilen yerde kalmasının tedaviyi menfi etkileyeceğinin tartışmasız olduğu, ayrıca aynı apartmanda yaşayan bir başka kişinin de benzer bir rahatsızlıktan hayatını yitirdiği bildirilmiş ve bahse konu baz istasyonunun kaldırılması talep edilmiştir.

12. Başvurucular tarafından ilgili idare ve şirketçe söz konusu ihbarnamelere bir cevap verilmediği belirtilmiştir.

13. Başvurucular 10/6/2011 tarihinde kayda alınan dava dilekçeleriyle Kadıköy ilçesi Erenköy Mahallesi Çobanyıldızı Sokak ile Çelebi Sokak'ın kesiştiği noktada evlerine 5 metre mesafede bulunan elektrik direği üzerine davalıların ortak işlemleriyle baz istasyonu inşa edildiğini, baz istasyonun zararlarıyla ilgili olarak davalı Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna ihtarname çekilmesi üzerine istasyonun güvenlik sertifikalı ve limit değerlerin altında radyasyon yaydığının bildirildiğini oysa başvurucu Hüseyin Tunç'un eşinin sağlıklı biriyken kan kanseri rahatsızlığına yakalanıp 13/5/2011 tarihinde vefat ettiğini, başvurucu Zahide'nin de cilt kanseri hastalığına yakalanıp tedavi gördüğünü, ayrıca kendileriyle aynı apartmanda oturan bir çok kişinin benzer rahatsızlıklara maruz kaldıklarını, kanser rahatsızlıklarıyla belirtilen baz istasyonu arasında uygun illiyet bağı olduğunu belirterek, baz istasyonunun faaliyetinin durdurularak kaldırılmasını ve başvurucu Hüseyin Tunç Karlık için 18.103,93 TL maddi tazminat ile 200.000,00 TL manevi tazminatın başvurucu Zahide Şadan Karluk için ise 50.000,00 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmişlerdir.

14. Davaya konu baz istasyonunun bulunduğu mahalde yapılan keşif ve ölçümler neticesinde dört kişilik bilirkişi heyeti tarafından tanzim edilen raporda; baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik dalgaların sürekli yayıldığı ve yakın mesafelerde yaşayan insanları sürekli maruziyet altında bıraktığı, GSM ve baz istasyonlarının kanser yapıcı etkisini gösteren herhangi bir çalışma olmamasına karşın bu olasılığın tümüyle dışlanabilmesinin de bilimsel yaklaşım açısından olası olmadığı, uluslararası kimi rapor ve yayınlarda da risk kaynakları konusunda yeterince ve uygun biçimde bilgilendirilmemenin oluşturacağı sağlık ile ilgili kaygılar taşımanın stres etkeni olabileceği ve bireylerin yaşam kalitelerinin olumsuz yönde etkilenebileceği gerçeğinin göz ardı edilmemesi gerektiğinin belirtildiği, elektromanyetik radyasyon konusunda her ülkenin kendi standartlarına göre limit değerler belirlediği; elektromanyetik alan oluşturan sabit telekomünikasyon cihazlarının kuruluş yeri, montajı ve denetlenmesine ait hususların, elektromanyetik alanda istem dışı ve sürekli maruz kalma durumunda, çevre ve insan sağlığı üzerinde oluşabilecek olumsuz etkileri gidermek amacıyla kabul edilen elektromanyetik alan şiddet sınır değerlerinin, ölçün yöntemleri veya ölçüm yapmaya yetkili kuruluşların ve ölçüm sonuçları elektromanyetik alan şiddeti sınır değerlerine uygun olmayan sabit telekomünikasyon cihazlarının sınır değerlere uygun hâle getirilmesine ilişkin usul ve esaslar ile bunlara uyulmaması hâlinde işletmelere uygulanacak müeyyidelerin, 16/5/2009 tarihli ve 27230 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Elektronik Haberleşme Cihazlarına Güvenlik Sertifikası Düzenlenmesine İlişkin Yönetmelik çerçevesinde düzenlendiği belirtilmiştir. Raporda, ilgili firmanın söz konusu baz istasyonu için güvenlik sertifikası aldığı, baz istasyonu antenlerinin apartmanın birinci katına 6.4 metre mesafede bulunduğu, keşif mahallinde iki defa ölçüm yapıldığı, baz istasyonundaki antenlerin ışıma yönlerinin apartmanın sadece birinci katını 30 derece ile etki altında bıraktığı, bu nedenle daha yukarı katlarda bulunan dairelerin ikinci ölçüm gününde ölçülmediği, zira başvurucu Zahide Karluk’un üçüncü kattaki dairesinde yapılan birinci ölçüm 0.62 V/m değerinde bulunmuş olup bu değerin normal ortam şartlarında beklenen bir sonuç olarak yorumlandığı, ölçüm sonuçlarının kaydedilen maksimum değerler olduğu ve ortalama ölçüm değerlerinin bunların daha altında olduğu, şimdiye kadar yapılan araştırmalarda baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik radyasyonların spesifik soğurma hızı değerlerinin, güvenlik mesafesi dışında kalındığı takdirde yüksek olduğu ve bu nedenle insan sağlığını zararlı yönde etkilediği ile ilgili bilimsel yayına rastlanılmadığı, baz istasyonlarının insan sağlığına zararlı etkileri ile ilgili olarak Avrupa Birliği ülkelerinin tespitlerini içeren ve şimdiye kadar bu alanda yapılan tüm araştırmaları derleyen raporda, baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik radyasyonların kesin kanser yapıcı etkilerini içeren bilimsel yayına rastlanmadığı ifade edilmiştir. Raporda ayrıca, keşif sırasında başvurucular ve söz konusu apartmanda bulunan diğer bazı şahıslar ile yapılan görüşmelerde, baz istasyonunun yaşamlarına karşı bir tehdit oluşturduğu düşüncesi ve kaygısını derinden taşıdıklarının sözel ve sözel olmayan ifadeleri ile anlaşıldığı, özellikle kanser sebebi ile eşini kaybeden başvurucu Hüseyin Karlık ile yapılan özel görüşmede hastalık, kayıp ve yaşam kaygısına bağlı olarak Travma Sonrası Stress Bozukluğu tespit edildiği, başvurucular tarafından yaşadıkları olayların baz istasyonuna dayandırıldığı ve başvurucuların ölüm korkusunu şiddetlendirdiği tespitlerine yer verilmiştir.

15. Söz konusu raporun sonuç bölümünde teknik yönden yapılan değerlendirme kapsamında, yapılan inceleme ve ölçümler sonucunda baz istasyonunun yaydığı elektromanyetik radyasyon seviyeleri açısından yürürlükteki yasal düzenlemelerin öngördüğü şekilde tesis edildiğinin belirlendiği ancak istasyonun normal güç değerlerinden daha düşük güçte çalıştığının tespit edildiği, bu hâliyle ölçüm sonuçlarının tamamının sınır değerlerin altında olduğu, psikolojik yönden yapılan değerlendirme kapsamında, gerek bilimsel çalışmalar gerekse somut olguda elde edilen teknik ölçüm sonuçları ve açıklanan tüm hususlar gözönüne alındığında ölçüm yapılan bölgelerdeki elektromanyetik radyasyon seviyesinin sağlık açısından bir risk oluşturmayacağının tespit edilmesine ve aynı zamanda baz istasyonunun psiko-sosyal sağlık üzerinde doğrudan bir etkisinden söz edilebilmesinin tüm yaşamsal değişkenler bazında incelenmesinin olanaksızlığına rağmen başvurucuların baz istasyonunun kaldırılması istemlerinin temelinde, psikolojik olarak kendilerinin ve yakınlarının sağlığını ve hayatını,sosyal ve aile zeminlerini kaybetme korkusunun yer aldığı, başvurucular ve yakınlarının sık olarak baş ağrısı, uykusuzluk, bellek sorunları yaşadıkları, verilen bu bilginin ise bireylerin yaşına bağlı ve/veya biyolojik kökenli olabileceği, bu hususunun ise söz konusu raporda değerlendirilemeyeceği, ancak hastalanma duygusuna, ölüme ve geleceğe yönelik duyulan korkunun yaşam deneyimleri ve bilgilere dayalı psikolojik bir etkileşim sonucu olduğu, dolayısıyla hastalık ve ölüm kaygısının kişinin psikolojisiyle açıklanabileceği, bu duygu ile yapılan tüm psikolojik ve sosyal etkileşimlerinin de yaşam kalitesine etkisi olduğunun düşünüldüğü belirtilmiş, sağlık yönünden yapılan değerlendirme kapsamında ise ikinci ölçümde alınan elektrik alan şiddeti değerlerinin kan kanseri de dahil herhangi bir kansere sebep olabileceği ile ilgili kesin bir bilimsel kanıta rastlanmadığı belirtilmiştir.

16. Kadıköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/9/2012 tarihli ve E.2011/306, K.2012/444 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

 "...Davacı Zahide yönünden kendinin kanser hastası olması ve gelinin de kanser hastalığından ölmesi sebebiyle manevi tazminat istenmişse de, bilirkişi raporuna atfen bu kişinin oturduğu dairenin 3. kat 9 numara olup direkteki antene uzaklığının da 6.8 metre bulunduğu, 1. ölçümde sınır değerin 6 olmasına karşın radyasyon değerinin 0,62 olarak ölçüldüğü, baz istasyonu antenlerinin yayın yönlerinin apartmanın 1. katından daha yukarıdaki katları da kapsamadığı, 1. kattan daha yukarıda bulunan katların 2. olarak verilen görev sırasında da ayrıca ölçülmediği ve davacının aletten herhangi bir etkilenim olasılığının bulunmadığı sebebiyle davalıların kurdukları aletlerin tanziminde bir kusur ve davacıdameydana gelen sonuç ile de bir illiyetbağının kurulamadığı kabul edilerek bu isteğin reddi gerektiği anlaşılmıştır.

 Davacı Hüseyin Tunç Karlık'ın dairesinin aynı apartmanda 1. kat 5 nolu daire olduğu ve keşfen yapılan 1. ölçümün salondan gerçekleştirildiği, antene uzaklık mesafesinin 6,4 metre olduğu, sınır değerinin % 7 olup, keşif günü ölçümlemenin 0,72 bulunduğu, bu nedenle bilirkişilerin talebi üzerine davalıların itiraz ettiği serbest 2. ölçümün yaptırıldığı, antene 2 metre mesafeden yapılan ölçümde ise 2,71 oranının elde edildiği, sınır değerin ise 26.4 olduğu, bu hali ile 2. ölçüm sonucunda dahi bu davacı ve eşi Nalan' nın direkte dikili T. şebekesinden etkilenim olasılığının düşük bulunduğu, dolayısıyla davalı idarelerin kaldırımdaki direğe, davalıların ortak iradesi ile kurulmuş bulunan baz istasyonunun kurulumunda bir kusur ve davacı nezdinde oluşan zarar iddiası ile de bir illiyetinin olamayacağı anlaşılmıştır.

 Davacılar vekili psikolog bilirkişinin değerlendirmelerine dayanarak kişilerde meydana gelen hastalık ve ölüm kaygısının teknolojik ürünlerle yakın mesafede yaşanmak istenmemesinin doğal olduğu sonucundan hareketle illiyet bağının kurulabileceğinde ısrar etmiş ise de, GSM şebekesinin bizatihi kanser yapıcı olduğuna ilişkin herhangi bir bağın teknik ve bilimsel olarak ortaya konmaması karşısında kişilerin tek yanlı duygu ve düşüncelerinin esas alınarak hüküm kurulamayacağı anlaşılmış olup davanın tümden reddine..."

17. Anılan karar, başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 8/3/2013 tarihli ve E.2013/1244, K.2013/3462 sayılı ilamıyla davalılardan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu yönünden, yargı yolu bakımından Mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerektiği ancak hüküm sonucu bakımından usul ve kanuna uygun olduğu belirtilerek hükmün gerekçesinin değiştirilerek onanmasına karar verilmiştir.

18. Karar düzeltme talebi, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 1/7/2013 tarihli ve E.2013/6942, K.2013/100012 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

19. Ret kararı başvuruculara 22/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup 21/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. İlgili Hukuk

20. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “ Bu Kanunda geçen terimlerden;

 Çevre: Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı,

 

 İfade eder.”

21. 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'nun “Telsiz kurma ve kullanma izni, telsiz ruhsatnamesi ve kullanıma ilişkin esaslar” başlıklı 37. maddesi şöyledir:

“(1) Radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin ilgili kanununda belirtilen hükümler saklı kalmak kaydıyla, Kurum düzenlemelerinde belirtilen ve işletilmesi için frekans tahsisine ihtiyaç gösteren telsiz cihaz veya sistemi kullanıcıları, telsiz kurma ile kullanma izni ve telsiz ruhsatnamesi almak zorundadır. Bu kapsamdaki kullanıcılar telsiz cihaz veya sistemlerini Kurum düzenlemeleri ve telsiz ruhsatnamesinde belirtilen esaslara uygun olarak kurmak ve kullanmak mecburiyetindedirler.

 (2) Telsiz kurma ve kullanma izni ve telsiz ruhsatnamesi verilmesi, izin ve telsiz ruhsatnamesinin süresi, yenilenmesi, değişikliği ve iptali ile ilgili usul ve esaslar ile bu çerçevede öngörülen telsiz cihaz veya sistemlerinin kurulması, kullanılması, nakli, işletme tipinin değiştirilmesi, devri ve hizmet dışı bırakılmasında kullanıcıların tabi olacağı hususlar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Yetkilendirmeye tabi bulunmayan telsiz kurma ve kullanma izinleri en fazla beş yıl için verilir. Süresi içerisinde yenilenmeyen telsiz kurma ve kullanma izni ve telsiz ruhsatnamelerinde belirtilen cihaz ve sistemler için tahsis edilen frekanslar iptal edilir. Kurum tarafından yetkilendirilmiş olmak suretiyle telsiz hizmeti sunan işletmecilerin sistemlerine dahil telsiz cihazı kullanıcıları, telsiz kullanma izni ve telsiz ruhsatnamesinden bu Kanunun 46 ncı maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde muaftırlar.

 (3) Kurum düzenlemelerinde belirlenen ve işletilmesi için frekans tahsisine ihtiyaç duyulmayan özel amaçlar için tahsis edilmiş frekans bantlarında ve çıkış gücünde çalışan Kurumca onaylı telsiz cihaz ve sistemleri, herhangi bir telsiz kurma ve kullanma iznine ve telsiz ruhsatnamesine ihtiyaç göstermeksizin kullanılabilir.

 (4) Ulusal ve uluslararası kuruluşların belirlediği standart değerleri dikkate almak suretiyle telsiz cihaz ve sistemlerinin kullanımında uyulacak elektromanyetik alan şiddeti limit değerlerinin belirlenmesi, kontrol ve denetimleri münhasıran Kurum tarafından yapılır veya yaptırılır. Bu işlemler ile ilgili usul ve esaslar, Sağlık Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığının görüşleri de dikkate alınmak suretiyle Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelik ile belirlenir. Yönetmelik ile belirlenen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun bulunan ilgili tesisler başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Kurum tarafından güvenlik sertifikası düzenlenmesini müteakip kurulur ve faaliyete geçirilir.”

22. 16/5/2009 tarihli ve 27230 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Elektronik Haberleşme Cihazlarına Güvenlik Sertifikası Düzenlenmesine İlişkin Yönetmelik’in “Amaç” başlıklı 1. maddesi şöyledir:

 “(1) Bu Yönetmeliğin amacı;

 a) Elektromanyetik alan oluşturan sabit elektronik haberleşme cihazlarının kuruluş yeri, montajı, denetlenmesi ve Güvenlik Sertifikası düzenlenmesine ilişkin hususları,

 b) Elektromanyetik alanda istem dışı ve sürekli maruz kalma durumunda; çevre ve insan sağlığı üzerinde oluşabilecek muhtemel olumsuz etkileri giderebilmek amacıyla uluslararası standartlara uygun olan elektromanyetik alan şiddeti limit değerlerini,

 c) Ölçüm yöntemlerini ve ölçüm yapacak kuruluşları,

 ç) Ölçüm sonuçlarına göre elektromanyetik alan şiddeti limit değerlerine uygun olmayan sabit elektronik haberleşme cihazlarının limit değerlere uygun hale getirilmesine ve bunlara uyulmaması halinde işleticiler/işletmecilere uygulanacak Kanunda belirtilen müeyyidelere ilişkin usul ve esasları belirlemektir.”

23. Belirtilen Yönetmelik’in “Güvenlik sertifikası” başlıklı 7. maddesi şöyledir:

 “(1) İşletici/İşletmeci bu Yönetmelik hükümlerine göre sabit elektronik haberleşme cihazı için Güvenlik Sertifikası (Ek-3) almakla yükümlüdür.

 (2) Güvenlik Sertifikası alınmaksızın sabit elektronik haberleşme cihazının kurulması halinde 23 üncü maddenin birinci ve üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır.”

24. Belirtilen Yönetmelik’in “Montaj esasları” başlıklı 8. maddesi şöyledir:

 “(1) Bu Yönetmelik kapsamındaki sabit elektronik haberleşme cihazlarının meskun mahal içinde montajının yapılmasında, asgarî olarak 6 ncı maddeye göre hesaplanan güvenlik mesafesi dikkate alınacaktır. Ancak yönlü antenlerin arka yüzeyi için güvenlik mesafesi hesabı yapılmaz.

 (2) Güvenlik Sertifikası alınmadan, sabit elektronik haberleşme cihazının kuruluş yeri ile ilgili olarak direk, kule, kulübe, konteynır, anten ve dalga kılavuzu gibi altyapı montajına başlanamaz.

 (3) Bina yüzeylerine kurulacak olan antenlerin, arka yüzlerine gelen duvara, en az anten boyutlarında yansıtıcı levhalar monte edilecektir.

 (4) Paratoner, Topraklama tesisatı ve Sivil Havacılık Kurallarına göre gerekli ışıklandırmanın bu konuda yayımlanan standartlara ve ilgili mevzuatlarındaki kurallara göre tesis edilmesi gereklidir.

 (5) Cihazların montajını müteakip; Yönetmelikte belirtilen özellikteki ölçüm cihazları ile test ve ölçümler yapılacak ve kurulan cihazın elektromanyetik alan şiddet değerinin 16 ncı maddede belirtilen limit değerlerini aşmaması sağlanacaktır.

 (6) Bu maddede belirtilen montaj esaslarına uyulmadığının tespiti halinde gerekli düzeltmelerin yapılması için tebliğ tarihinden başlamak üzere 10 iş günü süre verilir. Bu sürenin bitiminde yapılacak denetimde uygunsuzluğun devam ettiğinin tespit edilmesi halinde montaj esaslarına uygun hale getirilinceye kadar 23 üncü maddenin birinci fıkrası hükümleri uygulanır. Aynı cihaz ve yer için ikinci kez ihlal edilmesi halinde 23 üncü maddenin ikinci fıkrası hükümleri uygulanır.

 (7) Kamu Güvenliği, acil durum ve afet durumlarında kurulanlar hariç olmak üzere; Güvenlik Sertifikası alan Mobil İstasyonlar, sistemin faaliyete geçmesini müteakip aynı yerde en fazla 3 ay hizmet verebilir. İşletmeci tarafından aynı yer için süre uzatımının talep edilmesi halinde 3 ay ilave süre verilebilir.”

25. Belirtilen Yönetmelik’in “Limitlerin aşılması halinde uygulanacak işlem” başlıklı 19.maddesi şöyledir:

 “(1) Kurum veya Kurumca yetkilendirilmiş kuruluşlarca yapılan ölçümlerde; sabit elektronik haberleşme cihazının elektromanyetik alan şiddetinin, 16 ncı maddede yer alan;

 (a) Tek bir cihaz için izin verilen limit değerin üzerinde olduğunun tespit edilmesi halinde İşletici/İşletmeciye söz konusu limit değerleri sağlaması için tebliğ tarihinden başlamak üzere 10 iş günü süre verilir. Bu sürenin bitiminde yapılacak denetim ve ölçümlerde uygunsuzluğun devam ettiğinin tespit edilmesi halinde ise 23 üncü maddenin birinci ve ikinci fıkrası hükümleri uygulanır.

 (b) Ortamın toplam limit değerini tek bir cihazın aşması halinde, düzeltme için herhangi bir süre verilmeksizin limit aşımına neden olan sabit elektronik haberleşme cihazı için 23 üncü maddenin birinci ve ikinci fıkrası hükümleri uygulanır. Talep edilmesi halinde söz konusu sabit elektronik haberleşme cihazı ile bağlantılı hizmetlerden faydalananların mağdur edilmemesi için, İşletici/İşletmecinin aynı mahalde 16 ncı maddede belirtilen limit değerleri aşmayan yeni bir cihaz kurmasına izin verilebilir.

 (c) Tek bir cihaz için izin verilen limit değerlerine uygun olduğunun tespit edilmesine rağmen ortamın limit değerinin aşılması halinde, Kurum koordinasyonunda İşletici/İşletmeciler tarafından aynı mahalde kurulu tüm cihazlar için ortam normal değerlere gelinceye kadar gerekli teknik düzenleme yapılır. Aksi takdirde en son kurulan cihazdan başlamak üzere, 23 üncü madde birinci fıkrası hükümleri uygulanır.”

26. Belirtilen Yönetmelik’in “İdari yaptırımlar” başlıklı 23.maddesi şöyledir:

 “(1) 5 inci maddenin üçüncü fıkrası, 7 nci maddenin ikinci fıkrası, 8 inci maddenin ikinci ve altıncı fıkrası, 9 uncu maddenin üçüncü fıkrası ve 19 uncu maddede belirtilen hükümlerin ihlali halinde sabit elektronik haberleşme cihazının faaliyeti uygun şartlar sağlanıncaya kadar Kanunun 9 uncu maddesi gereğince Kurum tarafından veya Kurumca yapılan bildirim üzerine mülkî amirler eliyle durdurulur.

 (2) Bu Yönetmelikle belirlenen hükümlerin, gerekli uyarıların ve kapatmaların yapılmasına rağmen aynı cihaz ve yer için ikinci kez ihlal edilmesi halinde Kanunun 60 ıncı maddesi gereğince ilgili cihaz için Kanunun ekli telsiz ücret tarifesinde belirtilen ruhsatname ücretinin elli katı oranında idarî para cezası uygulanır. Aynı takvim yılı içinde aynı cihaz ve yer için sonraki her ihlalde bir önceki ceza miktarının iki katı idari para cezası uygulanır.

 (3) Güvenlik Sertifikası alınmadan sabit elektronik haberleşme cihazının montajına başlanılması veya izinsiz revizyon yapılması halinde, Kanunun 60 ıncı maddesi gereğince ilgili İşletmeci/İşleticiye ruhsatname ücretinin elli katı idari para cezası her bir cihaz için ayrı ayrı uygulanır.

 (4) Gerçeğe uygun olmayan bilgi ve belgelerin gönderilmesi halinde söz konusu İşletmeci/İşletici hakkında, 5/9/2004 tarihli ve 25574 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından Uygulanacak İdarî Para Cezaları ile Diğer Müeyyide ve Tedbirler Hakkında Yönetmelik hükümleri uygulanır.”

27. 1992 yılında Rio de Janeiro'da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı sonucunda kabul edilen Çevre ve Kalkınma Üzerine Rio Bildirisi’nin 10 numaralı prensibi şöyledir:

 “Çevre sorunlarını ele almanın en iyi şekli ve uygun olan çözüm konuyla ilgili her aşamada ilgili bütün vatandaşların kararlara katılımını sağlamaktır. Ulusal düzeyde, her kişi, tehlikeli faaliyet ve maddeler ile ilgili bilgiler dahil olmak üzere, kamu makamlarının sahip olduğu çevre ile ilgili tüm bilgilere ulaşabilmeli ve karar alma sürecine katılma olanağına sahip olmalıdır. Devletler, bu bilgilere halkın ulaşmasını sağlamalı ve ayrıca halkın alınacak kararlara katılımını ve duyarlılığını kolaylaştırmalı ve özendirmelidir. Devletler ayrıca ilgililerin bu konuda yapabilecekleri idari ve yargısal başvuru haklarının kolaylaştırılmasını sağlamalıdır.”

28. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin, çevre ve insan haklarına ilişkin 27/6/2003 tarihli ve 1614 sayılı Tavsiye Kararının ilgili kısmı şöyledir:

 “Parlamenterler Meclisi, üye Devletlerin hükümetlerine şu hususları tavsiye eder:

 i) Hükümetler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2., 3. ve 8. maddelerinde ve Sözleşme’nin eki Protokol’ün 1.maddesinde güvence altına alındığı gibi, kişinin yaşam hakkı, sağlık hakkı, özel yaşamı ve aile yaşamı ile vücut ve mal bütünlüğünü, özellikle çevrenin korunması gerekliliğini de gözönüne alarak, etkili biçimde koruyucu tedbirler almalıdır.

 ii) Hükümetler, tercihen anayasal düzeyde ve fakat en azından yasal düzenlemeler sonucunda çevre hakkının Devlet açısından mutlak olarak korunması gereken nesnel bir insan hakkı olduğunu kabul etmelidirler.

 iii) Hükümetler, Aarhus Anlaşmasında kabul edildiği üzere, çevre alanında bireylerin bilgi edinme ve alınan kararlara katılım hakları ile kişisel nitelikteki yargısal başvuru haklarını güvence altına almayı kabul etmelidirler.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

30. Başvurucular, aynı açı ile günün yirmi dört saatinde, özellikle yoğun telefon konuşması sırasında artan özellikteki ısı ve ışınım salınımları yapan baz istasyonunun evlerinin salonuna ve yatak odasına altı metre mesafede kurulduğunu, başvurucu Hüseyin Tunç'un eşinin sağlıklı bir bireyken baz istasyonun kurulmasından birkaç yıl sonra kan kanserine yakalanıp vefat ettiğini, başvurucu Zahide'nin ise cilt kanserine yakalanıp tedavi gördüğünü, aynı apartmanda ikamet eden farklı aile bireylerinde de benzer hastalıkların görüldüğünü, emekli kişiler olmaları nedeniyle günün önemli bir bölümünü konutlarında geçirdiklerini, konutların yatak odalarına ve salonlarına sadece 6 metre uzaklıkta yer alan baz istasyonu nedeni ile önce psikolojilerinin akabinde beden sağlıklarının bozularak yaşamlarının alt üst olduğunu, yaşam alanlarına girildiğini, ailedeki tüm bireylerin ortak konusunun baz istasyonu ve zararlı etkileri olduğunu, bahse konu istasyonun kaldırılması ve maddi ve manevi tazminat talebiyle açtıkları davanın ise reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 17. ve 56. maddesinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular tarafından Anayasa’nın 17. ve 56. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla beraber ihlal iddialarının mahiyeti gereği, başvurunun Anayasa’nın 17. ve 20. maddelerikapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Başvurunun incelenmesi neticesinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

33. Başvurucular, konutlarının hemen yanına yerleştirilen baz istasyonu nedeni ile kendilerinin ve aile bireylerinin sağlık ve yaşam düzenlerinin bozulduğunu ve söz konusu istasyonun kaldırılması talebiyle açılan davanın reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın 17. ve 56. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

34. Bakanlığın görüş yazısında, Anayasa’nın sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına ilişkin hükümlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesi ile bu maddeye ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlanması gerektiği, çevre sorunları üzerinde etkisi olan devlet tasarruflarını konu alan başvurularda, AİHM tarafından yapılan değerlendirmelerin iki yönü olduğu, kararların maddi içeriğinin denetiminin yanı sıra kişilerin menfaatlerinin gözönünde bulundurulup bulundurulmadığının tespiti açısından karar alma sürecinin de değerlendirildiği, başvuruya konu yargılamada ise başvurucular tarafından ileri sürülen iddialar ve söz konusu çevresel rahatsızlık arasındaki ilişkin tespiti amacıyla iki defa keşif yapıldığı belirtilmiş ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı bağlamında AİHM içtihadına yansıyan dava örneklerine yer verilmiştir.

35. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme'nin ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

36. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

37. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.”

38. Anayasa’nın “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” kenar başlıklı 56. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”

39. Anayasa’nın “Çalışma ve sözleşme hürriyeti” kenar başlıklı 48. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

“Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.”

40. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:

 “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

 (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”

41. Özel hayat alanına dâhil olan tüm hukuksal çıkarlar Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınmakla birlikte söz konusu hukuksal çıkarların Anayasa’nın farklı maddelerinin koruma alanına girdiği görülmektedir. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir. Bunun dışında özel hayat kavramına dâhil bir kısım hukuksal değerlerin Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlendiği, özel yaşamın diğer alt kategorileri olarak ele alınan haberleşmenin gizliliği ve konuta saygı hakkının ise Anayasa’nın 21. ve 22. maddelerinde güvence altına alındığı görülmektedir. Bu kapsamda Sözleşme’nin 8. maddesinde yer alan hakların, temel olarak Anayasa’nın 17., 20., 21. ve 22. maddelerinde düzenlendiği anlaşılmaktadır.

42. Özel yaşamın korunması kapsamında, kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhildir. Bu bağlamda kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne ilişkin hukuksal çıkarı da özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınmaktadır. Fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlardan biri de sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıdır (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014).

43. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının Anayasal anlamda normatif dayanağı 56. madde hükmünde yer verilen herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu yönündeki düzenlemedir. Ancak söz konusu hüküm, Anayasa’nın sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde yer almaktadır. Anayasa’nın bireysel başvuru hakkının düzenlendiği 148. maddesinin üçüncü fıkrasında “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.” hükmüne yer verilmek suretiyle Anayasa’da yer alan ikinci ve üçüncü kuşak hakların ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunulamayacağı ifade edilmekle birlikte sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının; Anayasa’nın fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması ile ilgili hukuksal çıkarları ihtiva eden 17. maddesi, özel ve aile hayatına saygıyı güvence altına alan 20. maddesi ve konut dokunulmazlığını düzenleyen 21. maddesi ile bağlantılı olarak ve söz konusu hükümlerde yer alan hukuksal çıkarlar üzerindeki etkisi dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

44. Özel hayat kavramı eksiksiz tanımı bulunmayan geniş bir kavram olup bu hak kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak özel hayata etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 26). Çevresel rahatsızlıklarla ilgili ihlal iddiaları kapsamında da ağırlıklı olarak devletin pozitif yükümlülüklerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

45. Çevre hakkı bağlamında özel yaşam, aile yaşamı ve konuta saygı hakkı; sadece kamusal müdahalelere karşı korunmamakta, pozitif yükümlülükler doktrini uyarınca bu koruma özel kişilerden kaynaklanan müdahaleler kapsamında da gündeme gelmektedir.

46. Anayasa’da pozitif yükümlülüklere ve temel hakların yatay ilişkilere uygulanmasına gönderme yapan çok sayıda düzenleme bulunmaktadır. Bu kapsamda Anayasa’nın 176. maddesine göre metne dahil sayılan Başlangıç Bölümünün 7. paragrafında, “Topluca Türk vatandaşlarının (….) birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı (...)” göstermesi hususundan bahsedilmekte Anayasa’nın Devletin temel amaç ve görevlerini belirleyen5. maddesinde ise“(…), kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” ifadelerine yer verilmektedir. Bunun yanı sıra Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğüne ilişkin 11. madde gereğince Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarının yanı sıra diğer kuruluş ve kişileri de bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Anayasa’da tanımlanan hak ve özgürlükler tüm bireyler bakımından güvence altındadır. Temel hak ve hürriyetlerin niteliği başlıklı 12. madde gereğince “(...) temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder”. Anayasa’nın “hakkın kötüye kullanılmasına” ilişkin 14. maddesinin ikinci fıkrası ise Anayasa hükümlerinden hiçbirinin devlete veya kişilere, Anayasa'yla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamayacağını ifade ederek hem bireylere hem de devlete hitap etmekte ve temel hakların etkin kullanımı noktasında kamusal makamlara düşen pozitif yükümlülükler ile temel hakların yatay ilişkilere uygulanmasının normatif dayanaklarından birini oluşturmaktadır.

47. Belirtilen genel nitelikteki düzenlemelerin yanı sıra ve özellikle çevresel meseleler bağlamında Anayasa’nın çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ödevleri arasında olduğunu belirten 56. maddesinin ikinci fıkrasının da kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin tespiti ve değerlendirilmesi hususunda gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır. Anayasa’nın 56. maddesinin gerekçesinde de genel olarak çevresel kirlenmeye yer verildiği, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında beden ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın devletin görevi olduğunun, çevreyi koruyucu mevzuat kadar devlet denetiminin ve çevreyi koruyucu fiili tedbir ve faaliyetlerin de gerekli olduğunun belirtildiği, bu kapsamda devletin hem kirlenmenin önlenmesi hem de tabii çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gereken tedbirleri alması gerektiğinin vurgulandığı ve bu suretle çevresel meselelerde devletin pozitif yükümlülüklerine işaret edildiği görülmektedir.

48. Çevresel kirliliğe dayalı şikâyetlerin genellikle özel teşebbüslerin faaliyetleri çerçevesinde gündeme geldiği dikkate alındığında Anayasa’nın 48. maddesinin ikinci fıkrasında yer verilen “Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” şeklindeki düzenlemenin de kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin normatif dayanaklarından birini teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Söz konusu hüküm aynı zamanda ilgili faaliyete ilişkin kamusal menfaat ile bireyin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesine ilişkin menfaat arasında gözetilmesi gereken dengeye de vurgu yapmaktadır.

49. Gerek yaşam hakkıyla gerekse sağlık hakkıyla olan yakın ilişkisi, bugünkü nesil kadar hatta daha çok gelecek nesilleri ilgilendirmesi çevre hakkını günümüzde çok daha önemli hâle getirmektedir. Çevrenin kirlendikten ve bozulduktan sonra eski hâline getirilmesinin çok güç ve külfetli olması hatta kimi zaman mümkün olmaması nedeniyle kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin, doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesi; kirlenen çevrenin temizlenmesi veya bozulan çevrenin onarılması yerine, kirliliği ve bozulmayı önleyici tedbirlere ağırlık verilmesi gerekmektedir. (AYM, E.2013/89, K.2014/116, K.T.3/7/2014; E.2006/99, K.2009/9, 15/1/2009). Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı; getirilecek kuralın ekonomik, bürokratik ve fiili yükümlülüklere yol açacağı ve üretim faaliyetlerinin etkileneceği gerekçeleriyle vazgeçilecek haklardan değildir (AYM, E.2011/110, K.2012/79, 24/5/2012).

50. Çevre kavramının üzerinde uzlaşılmış bir tanımı bulunmamakla birlikte genel olarak hava, su, toprak, flora ve fauna gibi doğal kaynakları ve bunların karşılıklı etkileşimini kapsadığı ifade edilmekte, 2872 sayılı Kanun’da ise çevre kavramının; canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı ifade edecek şekilde ele alındığı anlaşılmaktadır (bkz. § 20).

51. Söz konusu tanımlar kapsamında, çevrenin kendi başına bir değer olarak korunduğu izlenimi ortaya çıkmakla birlikte çevre merkezli yaklaşım olarak da adlandırılabilecek olan ve çevrenin kendi başına bir değer olarak korunması gerekliliğine işaret eden ekolojik yaklaşımın yerini, insan hakları ile çevrenin korunması arasında açık bir bağ olduğu düşüncesine bıraktığı görülmektedir. Bu kapsamda çevreye insan merkezli bir anlayışla yaklaşıldığı ve çevre ile nitelikli yaşam ve sağlık arasında bir bağ kurulduğu, çevresel insan hakları bağlamında değerlendirilebilecek olan birçok uluslararası metnin de çevrenin korunması ile insan sağlığı ve esenliği arasında bir bağ kurulması ile oluştuğu anlaşılmaktadır (bkz. § 26). Avrupa Konseyi düzleminde Parlamenterler Meclisinin, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına ilişkin bir ek protokol hazırlanmasına yönelik Tavsiye Kararları da çevresel insan hakları konusundaki dikkate değer metinler arasında yer almaktadır (bkz. § 27).

52. Sözleşme’de de sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı şeklinde belirli bir hak normatif olarak öngörülmemiştir (Bor/Macaristan, B. No: 50474/08, 18/6/2013, § 24). Bununla birlikte çervesel meseleler, Sözleşme’nin 2., 3., 6. ve 8. maddeleri ile Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokolün 1. maddesi çerçevesinde AİHM tarafından değerlendirilmektedir (Brincat ve diğerleri/Malta, B. No: 60908/11, 24/7/2014, §§ 103-117).

53. Çevresel meselelerin sıklıkla çevresel kirlilik bağlamında AİHM önüne taşındığı ve Mahkemece söz konusu çevresel rahatsızlığın devletin veya özel kişilerin faaliyetleri sonucunda oluşması arasında bir ayırım gözetilmeksizin Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlarla bağlantı kurulmak suretiyle incelendiği anlaşılmaktadır (Bor/Macaristan, § 25). Belirtilen değerlendirmeler kapsamında Mahkemenin; iddiaya konu çevresel kirliliğin, özel yaşamın veya aile yaşamının nitelik ve kalitesini veya konutu keyif alarak kullanma şeklindeki hukuksal çıkarı olumsuz etkilediğini tespit ederek özel yaşam kavramının alt kategorileri olan özel yaşam, aile yaşamı ve konuta saygı hakkı ile sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı arasında bir bağ kurduğu görülmektedir (Powell ve Rayner/Birleşik Krallık, B. No: 9310/81, 21/2/1990; Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 36022/97, 2/7/2003; Lopez Ostra/İspanya, B. No: 16798/90, 9/12/1994).

54. Özel yaşama saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel yaşam” kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır. Bununla birlikte Sözleşme’nin denetim organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının, özel yaşama saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).

55. Bunun yanı sıra konuta saygı hakkı, sadece fiziksel alanın korunması olarak değerlendirilmemektedir. Aynı zamanda ikametten huzurlu biçimde yararlanma hakkını da içerdiği ifade edilen bu hakka yönelen gürültü, koku, emisyonlar gibi somut veya fiziksel olmayan ve söz konusu kullanım biçimini etkileyen müdahaleler de konuta saygı hakkı bağlamında değerlendirilmektedir. AİHM içtihadında ayrıca çevresel meselelerin, özel yaşam kavramının alt kategorilerinden olan aile yaşamına saygı hakkı ile ilişkilendirildiği dava örneklerine de sıklıkla rastlamak mümkündür (Powell ve Rayner/Birleşik Krallık, § 40; Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 118).

56. AİHM, ciddi boyuttaki çevresel kirliliğin, bireylerin esenliğini etkileyebileceğini ve yaşamları bakımından ağır bir tehlikeye maruz bırakmaksızın da özel ve aile yaşamlarını etkileyecek şekilde konutlarından yararlanmalarını engelleyebileceğini belirtmektedir (Lopez Ostra/İspanya, § 51; Taşkın ve diğerleri/Türkiye, B. No: 46117/99, 10/11/2004, § 113).

57. Bununla birlikte, çevresel meselelerin Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi için belirli koşulların mevcudiyeti aranmaktadır. Bu bağlamda söz konusu çevresel rahatsızlığın; başvurucunun özel yaşama, aile yaşamına ya da konuta saygı hakkı üzerinde doğrudan bir etkide bulunması ve söz konusu çevresel kirliliğin belirtilen değerler üzerindeki etkisinin asgari bir şiddet derecesine ulaşması gerekmektedir. Bu kapsamda söz konusu kirliliğin ciddi bir boyuta ulaşmış olması aranmaktadır. Belirtilen bağlamda aranan asgari ağırlık eşiğinin, söz konusu hukuksal değerlerin ihlal edilip edilmediğinin değil, bizatihi söz konusu alana ilişkin incelenebilir bir sorun doğup doğmadığının tespiti amacıyla değerlendirildiği görülmektedir. Söz konusu şiddet derecesinin değerlendirilmesi göreli olup her somut olayda çevresel etkinin yoğunluğu, süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile çevrenin genel bağlamı gibi kriterler çervevesinde ayrıca değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmaktadır (Fadeyeva/Rusya, B. No: 55723/00, 9/6/2005, § 69). Yapılan değerlendirmelerde, başvurucunun iddiaya konu çevresel kirlilik kaynağına yakınlığı şüphesiz en önemli unsurdur. Bu kapsamda, her modern kent yaşamına mündemiç çevresel tehlikeler ile kıyaslandığında önemsiz kalan çevresel olumsuzluklar 8. madde çerçevesindeki güvenceleri harekete geçirmek için yeterli görülmemektedir (Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 43449/02, 25/11/2010, § 88).

58. Sözleşme’de temiz ve sessiz bir çevrede yaşama hakkı şeklinde bir hak güvence altına alınmadığı için özel hayat çerçevesinde korunan hukuksal çıkarlar üzerinde doğrudan ve ciddi bir etkisi bulunmayan manzara hakkı veya güzel bir çevrede yaşama hakkı gibi çevresel hakların, Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında değerlendirilmesi söz konusu değildir (Krytatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 52, 53; Ali Rıza Aydın/Türkiye, B. No: 40806/07, 15/5/2012, §§ 27-29 ). Zira 8. maddenin aktif hâle gelmesini sağlayan etken; çevrenin genel olarak bozulması değil, bireylerin özel veya aile yaşamı ile konutları için zararlı bir etkinin söz konusu olmasıdır.

59. AİHM içtihadında sıklıkla devletin, bireylerin 8. maddenin (1) numaralı fıkrasında yer alan haklarını güvence altına almak hususunda gerekli ve uygun önlemler alma şeklindeki pozitif yükümlülüğünün söz konusu olduğu davalar ile 8. maddenin (2) numaralı fıkrası bağlamında haklılığının ortaya konulması gereken bir kamusal müdahale ile ilgili davalarda uygulanacak prensiplerin, hemen hemen aynı olduğunun vurgulandığı görülmektedir. Her iki bağlamda da dikkate alınması gereken hususun, bireyin ve kamunun yarışan menfaatleri arasında adil bir dengenin tesisi olduğu ve her iki durumda da Sözleşme’ye uyumun sağlanabilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesinde, devletin geniş bir takdir yetkisini haiz olduğu ifade edilmektedir (Bor/Macaristan, § 24).

60. Özellikle Anayasa’da yer alan ve pozitif yükümlülükler ile temel hakların yatay ilişkilere uygulanabilirliğinin normatif dayanaklarını oluşturan düzenlemeler gözönünde bulundurulduğunda tüm ilgililerin erişimlerine sunulan veriler kapsamında söz konusu çevresel mesele ile ilgili karar alma sürecine katılımı ile belirtilen süreçte hukuksal çıkarlarının yeterince gözetilmediğini düşünmeleri durumunda ilgili idari ve yargısal yollara başvuru imkânı tanınması da kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki yükümlülüklerinin kapsamına dâhildir.

61. Çevresel meseleler bağlamında kamusal makamların haiz olduğu geniş takdir yetkisi nedeniyle birçok uluslararası sözleşmede de çevre hakkı bağlamında ayrı ve açık usule ilişkin yükümlülüklere yer verildiği görülmektedir. Özellikle kalkınma ve çevrenin korunması arasındaki ilişkinin vurgulanması açısından dikkat çeken Rio Bildirisi’nin (10) numaralı ilkesinde, çevresel meselelerin ancak bütün ilgililerin uygun düzeydeki katılımları ile en iyi şekilde ele alınabileceği ifade edilmiş ve bu hususun temini noktasında, kamu makamlarının elinde bulunan çevreye ilişkin bilgilere uygun şekilde erişme, karar alma süreçlerine katılma ve yargısal ve idari işlemlere etkili şekilde erişim sağlanması hakkına yer verilmiştir (bkz. § 26). Bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu tarafından 25/6/1998 tarihinde kabul edilen ve çevresel usule ilişkin hakların tanındığı ikinci ulusalüstü belge olan Aarhus Sözleşmesi’nin 4. ve 5. maddelerinde kamu makamlarının elinde bulunan çevresel bilgilere erişim hakkı, 6., 7. ve 8. maddelerinde çevresel karar alma süreçlerine katılım hakkı, 9. maddesinde ise çevresel meselelerde yargısal yollara başvuru hakkı açıkça tanınmıştır.

62. AİHM’in de çevresel meselelere ilişkin başvuruları iki ayrı açıdan incelediği, söz konusu müdahalelerin esas bakımından 8. maddeye uygunluğunun yanı sıra karar alma sürecinin de ayrıca değerlendirildiği, çevresel meselelerin usule ilişkin boyutu bağlamında çevresel bilgi edinme hakkı, çevresel karar alma süreçlerine katılım hakkı ve çevresel konularda yargısal yollara başvurma hakkı şeklindeki usuli güvencelere vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır (Taşkın ve diğerleri/Türkiye, § 115 vd.).

63. Çevresel meseleler bağlamında değerlendirilmesi gereken temel husus, yukarıda bahsedilen temel prensipler ışığında kamusal makamların, başvurucunun kamu yararı için söz konusu yüke katlanmasının haklılığını ortaya koyabilecek argümanlara sahip olup olmadığıdır. Devletin bu alandaki yükümlülüğünün genel olarak pozitif içerikte olması ve söz konusu alana ilişkin takdir yetkisinin genişliği karşısında, değerlendirme sürecine usule ilişkin yükümlülüklerin de eklenmiş olması, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı açısından daha güvenceli bir zemin oluşmasını sağlamıştır.

64. Söz konusu usule ilişkin haklar kapsamında, çevresel riskler konusunda ilgili idarelerin kamuyu bilgilendirme pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. Özellikle çevresel bilgi edinme hakkı bağlamında yalnızca kamusal makamların uhdesinde bulunan bilgilerin değil, ilgili faaliyeti yürüten özel kişilerin elinde bulunan bilgilerin de erişime açılması gerektiği vurgulanmalıdır. Çevresel kirliliğin daha çok özel kişiler eliyle yürütülen faaliyetler bağlamında gündeme gelmesi bu hususu zorunlu kılmaktadır. Zira kamusal makamların çevresel kirlilik meselelerindeki sorumluluğu, genellikle temel hakların yatay uygulamasından kaynaklanmaktadır.

65. Erişmeleri sağlanan bilgiler doğrultusunda çevresel karar alma süreçlerine katılımlarının temin edilmesi gereken bireylerin, söz konusu süreçte hukuksal çıkarlarının yeterince gözetilmediğini düşünmeleri durumunda yargısal yollara başvuru imkânının tanınması da önemli bir usuli yükümlülüktür.

66. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde somut başvuru açısından değerlendirilmesi gereken ilk husus; başvuruya konu çevresel etkinin, Anayasa’nın 17.ve 20. maddeleri kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek asgari ağırlıkta olup olmadığıdır. Söz konusu ağırlık, olayın tüm koşulları dikkate alınarak değerlendirilmeli ve değerlendirmede; bahsedilen etkinin yoğunluğu, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alınarak normal bir kent yaşamına mündemiç ve katlanılması mümkün ve muhtemel görülen etki ve rahatsızlıklara nispetle nasıl bir ağırlık arz ettiği göz önünde bulundurulmalıdır.

67. AİHM içtihadında da inceleme konusu çevresel etkinin 8. maddede yer alan güvenceleri etkin hâle getirebilmesi için aranan ağırlık eşiğinin tespitinde, genel olarak başvurucudan söz konusu etki derecesini ortaya koyan somut veriler sunmasının beklenildiği, bu kapsamda söz konusu etki derecesini ortaya koyan kamusal ölçümler veya uzman raporları gibi veriler ile ilgili alanın örneğin gürültüye doygun/açık bölge olarak tespit edildiğini gösteren kamusal kararların yapılan değerlendirmelerde dikkate alındığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Mahkemenin, başvuru evrakı ile ilgili idari ve yargısal prosedüre ilişkin evrak kapsamında tespit ettiği veriler ve hayatın olağan akışına göre söz konusu çevresel rahatsızlığın asgari ağırlık eşiğini geçtiğinin kabul edilmesi gerektiği yönünde tespitlerde bulunduğu başvuru örneklerinin de mevcut olduğu görülmektedir (Moreno Gomez/İspanya, B. No: 4143/02, 16/11/2004, §§ 59-60; Ruano Morcuende/İspanya, B. No: 75287/01, 6/9/2005; Fagerskiöld/İsviçre, B. No: 37664/04, 26/2/2008; Oluic/Hırvatistan, B. No: 61260/08, 20/5/2010, §§ 52-62; Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, §§ 93–95).

68. Bu kapsamda ilgili tesis, işletme veya sair faaliyet sonucu ortaya çıkan çevresel etkiler ile başvurucunun özel ve aile yaşamı veya konutunu kullanım hakkı arasında yeterince sıkı bir bağın varlığı yeterlidir.

69. Yargılama dosyasına sunulan bilirkişi raporunda, iddiaya konu baz istasyonu antenlerinin apartmanın birinci katına 6.4 metre mesafede bulunduğu ve baz istasyonundaki antenlerin ışıma yönlerinin apartmanın birinci katını 30 derece ile etki altında bıraktığı belirtilmekte olup söz konusu ölçümlere dayalı somut veriler kapsamında, iddiaya konu istasyonun başvurucuların konutlarına olan mesafesi ve belirtilen cihazların oluşturduğu elektromanyetik kirlenmenin başvurucuların özel yaşamı üzerindeki etkisi nazara alındığında, ilgili çevresel rahatsızlığın başvurucuların Anayasa’nın 17. ve 20. maddelerinde tanımlanan haklardan gerektiği şekilde istifade etmesini engellediği sonucuna varılmakla, başvuruya konu çevresel rahatsızlığın Anayasa’nın 17. ve 20.maddeleri bağlamında inceleme yapılmasını gerektirecek ağırlıkta olduğu anlaşılmaktadır.

70. Çevresel meseleler bağlamında gündeme gelen müdahalelerin, özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkını doğrudan ve ciddi şekilde etkilediğinin tespiti sonrasında, üzerinde durulması gereken husus, kamu makamlarının bu hakların etkili şekilde korunmasını güvence altına almak için gerekli adımları atıp atmadığıdır. Bu bağlamda söz konusu çevresel etki kapsamında karşı karşıya gelen menfaatler arasında adil bir dengenin tesis edilip edilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir.

71. Çevresel karar alma süreçlerinin karmaşık yapısı nedeniyle kamusal makamların geniş bir takdir yetkisi olduğu açıktır. Bu bağlamda, söz konusu alanda bir baz istasyonu inşası ve işletilmesi hususunda kamusal makamlarca verilen kararın yerindeliğinin denetlenmesi Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte süreçte, bireyin temel hakları ile söz konusu kamusal menfaat arasında gerekli dengenin tesisine hizmet edecek güvencelerin yer alıp almadığının tespiti önemli olup belirtilen yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediğinin tespitinde, çevresel meseleler bağlamında söz konusu olan usul güvencelerinin gözetilip gözetilmediği de önemlidir.

72. Başvurucular tarafından ilgili çevresel sürece ilişkin bilgilere erişiminin engellendiği ve karar alma sürecine katılımının sağlanmadığı yönünde bir iddia ileri sürülmemiştir. Bahse konu baz istasyonunun kendileri ve ailelerinin sağlık ve yaşam kaliteleri üzerindeki zararlı etkilerinin, mahkeme tarafından gerektiği şekilde değerlendirilmediği iddia edilmektedir.

73. Özel veya aile yaşamını ve konuta saygı hakkını etkileyen çevresel bir meselede, söz konusu usul güvencelerinin en önemli bileşenlerinden biri, başvurucunun, kamusal makamların eylem veya ihmallerini bağımsız yargısal bir makam önüne taşıma ve gerektiği şekilde inceletebilme imkânıdır.

74. Bu alanda kamusal makamların sahip olduğu geniş takdir yetkisi nazara alındığında, çevresel meseleler bağlamında Anayasa Mahkemesinin görevi, söz konusu çevresel rahatsızlığın nasıl sonlandırılacağı veya etkilerinin nasıl azaltılacağının bizzat belirlenmesi değildir. Bununla birlikte Mahkeme, yargısal makamlar başta olmak üzere, kamusal makamların konuya gereken özenle yaklaşıp yaklaşmadıkları ve ilgili tüm menfaatleri gözetip gözetmediklerini değerlendirmek durumundadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, § 96).

75. Çetrefil nitelikteki çevresel sorunların ele alınıp çözümlenmesi aşamasında karar süreci, çevreye ve kişi haklarına zarar verebilecek faaliyetlerin etkilerini önceden değerlendirecek ve önleyecek şekilde tesis edilmelidir. Böylece bireysel ve kamusal menfaatler arasında adil bir denge tesis edilerek karşıt görüşlerin dile getirilmesine olanak tanıyacak gerekli etüt ve değerlendirmelerin gerçekleştirilmesi sağlanacaktır. Bu bağlamda, söz konusu sürece ilişkin bilgilere erişim ve karar alma sürecine aktif katılımın yanı sıra karardan etkilenebilecek olan bireylerin, karar alma sürecinde görüş ve menfaatlerinin yeterince dikkate alınmadığını dile getirebilmek için konuyla ilgili her türlü tasarrufa karşı yargısal başvuru hakkına sahip olmaları ve iddialarının yargısal makamlarca özenli bir şekilde değerlendirilmesi son derece önemlidir.

76. Çevresel meseleler bağlamında, elektromanyetik kirlilik ve bunun sağlık üzerindeki etkilerine ilişkin iddiaların AİHM içtihadına da yansıdığı, kararlarda sağlık üzerindeki olası etkileri bilimsel araştırmalarla kesinlik kazanmayan radyoaktif kirlilikle ilgili çevresel meselelerde devletin geniş bir takdir hakkı olduğu vurgulanarak özellikle bilimsel verilerle kesinlik kazandırılmamış olan söz konusu değerlendirmeler bağlamında, Mahkemenin kendi takdirini kamusal makamların değerlendirmeleri yerine ikame etmenin mümkün olmadığının kabul edildiği görülmektedir (Gaida/Almanya, B. No: 32015/02, 3/7/2007; Luginbühl/İsviçre, B. No: 42756/02, 17/1/2006).

77. Çevresel rahatsızlıklarla ilgili başvurular açısından, söz konusu kirlilik ister kamusal makamların eylemlerinden ister özel hukuk kişilerinin iş ve eylemlerinden kaynaklansın, yapılacak değerlendirmelerde geçerli olan prensipler benzer olup kamusal makamların, bireyin menfaatleri ile söz konusu faaliyetin yürütülmesine ilişkin kamusal ve genellikle ekonomik yarar arasında adil bir denge tesis edip etmediğinin belirlenmesi gerekmektedir.

78. Başvuruya konu yargılama dosyasına sunulan bilirkişi raporunda, elektromanyetik radyasyon konusunda her ülkenin kendi standartlarına göre limit değerler belirlediği, elektromanyetik alan oluşturan sabit telekomünikasyon cihazlarının kuruluş yeri, montajı ve denetlenmesine ait hususların, elektromanyetik alanda istem dışı ve sürekli maruz kalma durumunda, çevre ve insan sağlığı üzerinde oluşabilecek olumsuz etkileri gidermek amacıyla kabul edilen elektromanyetik alan şiddet sınır değerlerinin, ölçüm yöntemleri veya ölçüm yapmaya yetkili kuruluşların ve ölçüm sonuçları elektromanyetik alan şiddeti sınır değerlerine uygun olmayan sabit telekomünikasyon cihazlarının sınır değerlere uygun hâle getirilmesine ilişkin usul ve esaslar ile bunlara uyulmaması hâlinde işletmelere uygulanacak müeyyidelerin 16/5/2009 tarihli ve 27230 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Elektronik Haberleşme Cihazlarına Güvenlik Sertifikası Düzenlenmesine İlişkin Yönetmelik çerçevesinde düzenlendiği, ilgili firmanın söz konusu baz istasyonu için güvenlik sertifikası aldığı, yapılan inceleme ve ölçümler sonucunda baz istasyonunun yaydığı elektromanyetik radyasyon seviyeleri açısından yürürlükteki yasal düzenlemelerin öngördüğü şekilde tesis edildiğinin belirlendiği ancak istasyonun normal güç değerlerinden daha düşük güçte çalıştığının tespit edildiği, bu hâliyle ölçüm sonuçlarının tamamının sınır değerlerin altında olduğu hususunda bilirkişi raporunda yer alan tespitler dikkate alındığında söz konusu istasyonun yasal çerçeveye uygun bir şekilde tesis edilerek işletildiği anlaşılmaktadır.

79. Söz konusu istasyonun kurulumu ve işletilmesi için verilen iznin özellikle haberleşme alanında mobil telefon teknolojisinin kullanılması açısından kamu yararına hizmet ettiği açıktır.

80. Kamusal makamların söz konusu çevresel mesele bağlamında, başvurucuların potansiyel olarak zararlı olan radyoaktif etkilerden korunmasına ilişkin menfaati ile yukarıda belirtilen kamusal menfaatler arasında adil bir denge gözetip gözetmediği noktasında özellikle dosyaya sunulan bilimsel raporlarda yer alan verilerin gözönünde bulundurulması zaruridir.

81. Başvurucular tarafından söz konusu elektromanyetik kirliliğin kendileri ve yakınlarında görülen kanser rahatsızlığı ile doğrudan ilgisi olduğu iddia edilmekle birlikte bu hususta kesin veriler içeren bir delil ibraz edilmediği, bu bağlantının muhtemel görüldüğü bilimsel araştırma ve değerlendirmelerden söz edildiği anlaşılmaktadır. Yargılama sırasında yapılan keşif sonucu tanzim edilen bilirkişi raporunda ise baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik dalgaların sürekli yayıldığı ve yakın mesafelerde yaşayan insanları sürekli maruziyet altında bıraktığı, GSM ve baz istasyonlarının kanser yapıcı etkisini gösteren herhangi bir çalışma olmamasına karşın bu olasılığın tümüyle dışlanabilmesinin de bilimsel yaklaşım açısından olası olmadığı, uluslararası kimi rapor ve yayınlarda da risk kaynakları konusunda yeterince ve uygun biçimde bilgilendirilmemenin oluşturacağı sağlık ile ilgili kaygılar taşımanın stres etkeni olabileceği ve bireylerin yaşam kalitelerinin olumsuz yönde etkilenebileceği gerçeğinin göz ardı edilmemesi gerektiği, şimdiye kadar yapılan araştırmalarda baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik radyasyonların spesifik soğurma hızı değerlerinin, güvenlik mesafesi dışında kalındığı takdirde yüksek olduğu ve bu nedenle insan sağlığını zararlı yönde etkilediği ile ilgili bilimsel yayına rastlanılmadığı, baz istasyonlarının insan sağlığına zararlı etkileri ile ilgili olarak Avrupa Birliği ülkelerinin tespitlerini içeren ve şimdiye kadar bu alanda yapılan tüm araştırmaları derleyen raporda, baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik radyasyonların kesin kanser yapıcı etkilerini içeren bilimsel yayına rastlanmadığı ancak psikolojik yönden yapılan değerlendirme kapsamında, gerek bilimsel çalışmalar gerekse somut olguda elde edilen teknik ölçüm sonuçları ve açıklanan tüm hususlar gözönüne alındığında, ölçüm yapılan bölgelerdeki elektromanyetik radyasyon seviyesinin sağlık açısından bir risk oluşturmayacağının tespit edilmesine ve aynı zamanda baz istasyonunun psiko-sosyal sağlık üzerinde doğrudan bir etkisinden söz edilebilmesinin tüm yaşamsal değişkenler bazında incelenmesinin olanaksızlığına rağmen başvurucuların baz istasyonunun kaldırılması istemlerinin temelinde, psikolojik olarak kendilerinin ve yakınlarının sağlığını ve hayatını,sosyal ve aile zeminlerini kaybetme korkusunun yer aldığı, başvurucular ve yakınlarının sık olarak baş ağrısı, uykusuzluk, bellek sorunları yaşadıkları, verilen bu bilginin ise bireylerin yaşına bağlı ve/veya biyolojik kökenli olabileceği, bu hususunun ise söz konusu raporda değerlendirilemeyeceği, ancak hastalanma duygusuna, ölüme ve geleceğe yönelik duyulan korkunun yaşam deneyimleri ve bilgilere dayalı psikolojik bir etkileşim sonucu olduğu, dolayısıyla hastalık ve ölüm kaygısının kişinin psikolojisiyle açıklanabileceği, bu duygu ile yapılan tüm psikolojik ve sosyal etkileşimlerinin de yaşam kalitesine etkisi olduğunun düşünüldüğü, bunun yanı sıra ölçümde alınan elektrik alan şiddeti değerlerinin kan kanseri de dâhil herhangi bir kansere sebep olabileceği ile ilgili kesin bir bilimsel kanıta rastlanmadığı yönünde tespitlere yer verildiği görülmektedir.

82. Söz konusu tespitler, baz istasyonlarından yayılan radyoaktif kirliliğin zararlı etkileri noktasında bilimsel bir tartışmanın sürdüğünü ortaya koymakla birlikte kanuni limitler dâhilinde olan salınımların zararlı etkilerine ilişkin kesin bir bilimsel verinin de mevcut olmadığına işaret etmektedir.

83. Özellikle çevresel sorunlara ilişkin karar alma süreçlerinin, bireysel ve kamusal menfaatler arasında adil bir denge tesisine imkan verecek şekilde, gerekli etüt ve ayrıntılıdeğerlendirmeleri içermesi zorunludur. Bununla birlikte bu kabul, ilgili kararların yalnızca söz konusu meselenin her yönü ile ilgili kesin ve ölçülebilir verilerin ortaya konulabildiği durumlarda alınabileceği şeklinde yorumlanamaz. Bu açıdan kamusal makamların, ilgili alandaki araştırmaları desteklemek ve elde edilen veriler ışığında mevzuat ve uygulamada gerekli revizyonları yapma yükümlülüğü bulunmaktadır (Gaida/Almanya, B. No: 32015/02, 3/7/2007).

84. Başvurucuların söz konusu baz istasyonunun zararlı etkilerine dair iddialarını yargısal makamlar önüne taşıma imkanı buldukları, çelişmeli bir yargılama prosedüründe iddia ve delillerini sunma, inceletme ve ilgili kamusal makam ve özel hukuk kişisinin iddia ve savunmalarına yanıt verme imkanını elde ettikleri, iddialarının reddine dair maddi ve hukuki değerlendirmelerin karar düzeltme aşaması da dahil iki dereceli bir yargılama prosedürü neticesinde ortaya konulduğu anlaşılmaktadır.

85. Derece mahkemelerince başvurucuların iddialarının yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporları kapsamında ayrıntılı olarak değerlendirildiği ve başvurucuların iddialarının yerinde görülmeme nedenlerinin kapsamlı bir gerekçe ile ifade edildiği anlaşılmaktadır. İlgili yargısal makamlarca radyoaktif kirliliğin insan sağlığı üzerindeki olası zararlı etkilerinin bilimsel bir kesinliğe ulaşmayan karmaşık bir konu olduğu, başvurucular tarafından psikolog bilirkişinin değerlendirmelerine dayanarak kişilerde meydana gelen hastalık ve ölüm kaygısının teknolojik ürünlerle yakın mesafede yaşanmak istenmemesinin doğal olduğu sonucundan hareketle illiyet bağının kurulabileceği iddia edilmekte ise de GSM şebekesinin bizatihi kanser yapıcı olduğuna ilişkin herhangi bir bağın teknik ve bilimsel olarak ortaya konulamaması karşısında kişilerin tek yanlı duygu ve düşüncelerinin esas alınarak hüküm kurulamayacağı ve bu açıdan başvurucuların zarar iddiası ile baz istasyonunun etkileri arasında bir illiyetin olamayacağı sonucuna ulaşıldığı anlaşılmaktadır.

86. Yukarıda yer verilen tespitler ve yapılan ölçümler neticesinde mevzuattaki limit değerlerin altında olduğu ortaya konulan radyoaktif etkinin, başvurucuların sağlığı üzerinde doğrudan zararlı bir etkisinin olduğunu ortaya koyan kesin bilimsel verilerin mevcut olmadığı dikkate alındığında, kamusal makamların başvurucuların ve kamunun somut başvuru özelinde karşı karşıya gelen menfaatleri arasında adil bir denge tesis etmeyerek takdir hakkının sınırlarını aştığı sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin kendi takdirini, bilimsel veriler ile bu teknik ve karmaşık alana ilişkin olarak kamusal makamların takdiri yerine ikame etmesi düşünülemez. Bunun yanı sıra başvurucuların söz konusu çevresel rahatsızlığa ilişkin iddialarını, ilgili usule ilişkin güvenceleri haiz olarak yargısal makamlara sunma ve inceletme imkânı bulduğu anlaşılmaktadır.

87. Yukarıda yer verilen tespitler ışığında kamusal makamların olaya gereken özenle yaklaşmadıkları ve olayda söz konusu olan kamusal ve bireysel menfaatleri gerektiği şekilde değerlendirmedikleri, başvurucuların özel ve aile yaşamına saygı hakkının korunması bağlamında kamusal makamların pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna varılması mümkün değildir.

88. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 17. ve 20. maddelerinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. ve 20. maddelerinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile aile hayatına saygı hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA

24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal Olmadığı)
Künye
(Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk, B. No: 2013/6587, 24/3/2016, § …)
   
Başvuru Adı HÜSEYİN TUNÇ KARLIK VE ZAHİDE ŞADAN KARLUK
Başvuru No 2013/6587
Başvuru Tarihi 21/8/2013
Karar Tarihi 24/3/2016
Resmi Gazete Tarihi 6/5/2016 - 29704

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, konut yakınında bulunan baz istasyonunun sağlığı olumsuz etkilediği iddiasıyla açılan davanın reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile aile yaşamına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı Fiziksel ve ruhsal bütünlük (şiddet, kazalar vs) İhlal Olmadığı
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı Çevre İhlal Olmadığı

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2872 Çevre Kanunu 2
5809 Elektronik Haberleşme Kanunu 37
Yönetmelik 16/5/2009 Elektronik Haberleşme Cihazlarına Güvenlik Sertifikası Düzenlenmesine İlişkin Yönetmelik 1
7
8
19
23
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi