TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜSEYİN TUNÇ KARLIK VE ZAHİDE ŞADAN KARLUK
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6587)
|
|
Karar Tarihi: 24/3/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 6/5/2016-29704
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
Raportör
|
:
|
Şebnem
NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucular
|
:
|
Hüseyin Tunç
KARLIK
|
|
:
|
Zahide Şadan KARLUK
|
Vekili
|
:
|
Av. Cemal
KAYAOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, konut yakınında bulunan baz istasyonunun sağlığı
olumsuz etkilediği iddiasıyla açılan davanın reddedilmesi nedeniyle maddi ve
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile aile yaşamına saygı
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/8/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 25.Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvcurunun
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 9/4/2015 tarihinde başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 1/6/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
18/6/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular,
Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir.
8. Başvurucular, İstanbul ili Kadıköy ilçesi Erenköy
Mahallesi'nde bulunan iki apartman dairesinde ikamet etmektedir.
9. Söz konusu dairelerin bulunduğu bina yakınına T. İletişim
A.Ş.ye ait baz istasyonunun ilgili idarenin izni ile kurulması üzerine
başvuruculardan Hüseyin Tunç Karlık; Türk Telekomünikasyon Kurumu Genel
Müdürlüğüne hitaben gönderdiği Kadıköy 4. Noterliğinin 2/8/2007 tarihli ve
16806 yevmiye sayılı ihtarnamesi ile baz istasyonunun, ikametgahına 5 metre
mesafede bulunan balkonunun karşısında olduğunu, bu nedenle sağlığından endişe
duyduğunu bildirmiş ve bahse konu baz istasyonunun kaldırılmasını talep
etmiştir.
10. Ulaştırma Bakanlığı Bilgi Teknolojileri Başkanlığının
14/8/2007 tarihli yazısı ile söz konusu istasyonun ilgili mevzuatta öngörülen
koşullara uygun olduğu ve kurulum ile çalışmasına yasal engel bulunmadığı
bildirilmiştir.
11. Başvurucu Hüseyin Tunç Karlık tarafından, eşinin kanser
hastalığına yakalandığının anlaşıldığını belirttiği 14/1/2010 tarihinden sonra,
Türk Telekomünikasyon Kurumu Genel Müdürlüğüne ve T. İletişim A. Ş. Genel
Müdürlüğüne hitaben gönderilen, Kadıköy 9. Noterliğinin 16/2/2010 tarihli ve
5068 ve 5069 yevmiye sayılı ihtarnameleri ile, daha önce baz istasyonunun
kaldırılması yönünde talepte bulunduğu, eşinin bu süreçte kanser hastalığına
yakalandığı, tedavisinin bir kısmının evde sürdürüleceği, baz istasyonun
belirtilen yerde kalmasının tedaviyi menfi etkileyeceğinin tartışmasız olduğu,
ayrıca aynı apartmanda yaşayan bir başka kişinin de benzer bir rahatsızlıktan
hayatını yitirdiği bildirilmiş ve bahse konu baz istasyonunun kaldırılması
talep edilmiştir.
12. Başvurucular tarafından ilgili idare ve şirketçe söz konusu
ihbarnamelere bir cevap verilmediği belirtilmiştir.
13. Başvurucular 10/6/2011 tarihinde kayda alınan dava
dilekçeleriyle Kadıköy ilçesi Erenköy Mahallesi Çobanyıldızı Sokak ile Çelebi
Sokak'ın kesiştiği noktada evlerine 5 metre mesafede bulunan elektrik direği
üzerine davalıların ortak işlemleriyle baz istasyonu inşa edildiğini, baz
istasyonun zararlarıyla ilgili olarak davalı Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Kurumuna ihtarname çekilmesi üzerine istasyonun güvenlik sertifikalı ve limit değerlerin
altında radyasyon yaydığının bildirildiğini oysa başvurucu Hüseyin Tunç'un
eşinin sağlıklı biriyken kan kanseri rahatsızlığına yakalanıp 13/5/2011
tarihinde vefat ettiğini, başvurucu Zahide'nin de cilt kanseri hastalığına
yakalanıp tedavi gördüğünü, ayrıca kendileriyle aynı apartmanda oturan bir çok
kişinin benzer rahatsızlıklara maruz kaldıklarını, kanser rahatsızlıklarıyla
belirtilen baz istasyonu arasında uygun illiyet bağı olduğunu belirterek, baz
istasyonunun faaliyetinin durdurularak kaldırılmasını ve başvurucu Hüseyin Tunç
Karlık için 18.103,93 TL maddi tazminat ile 200.000,00 TL manevi tazminatın
başvurucu Zahide Şadan Karluk için ise 50.000,00 TL
manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen
tahsiline karar verilmesini talep etmişlerdir.
14. Davaya konu baz istasyonunun bulunduğu mahalde yapılan keşif
ve ölçümler neticesinde dört kişilik bilirkişi heyeti tarafından tanzim edilen
raporda; baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik dalgaların sürekli
yayıldığı ve yakın mesafelerde yaşayan insanları sürekli maruziyet
altında bıraktığı, GSM ve baz istasyonlarının kanser yapıcı etkisini gösteren
herhangi bir çalışma olmamasına karşın bu olasılığın tümüyle dışlanabilmesinin
de bilimsel yaklaşım açısından olası olmadığı, uluslararası kimi rapor ve
yayınlarda da risk kaynakları konusunda yeterince ve uygun biçimde
bilgilendirilmemenin oluşturacağı sağlık ile ilgili kaygılar taşımanın stres
etkeni olabileceği ve bireylerin yaşam kalitelerinin olumsuz yönde
etkilenebileceği gerçeğinin göz ardı edilmemesi gerektiğinin belirtildiği,
elektromanyetik radyasyon konusunda her ülkenin kendi standartlarına göre limit
değerler belirlediği; elektromanyetik alan oluşturan sabit telekomünikasyon
cihazlarının kuruluş yeri, montajı ve denetlenmesine ait hususların,
elektromanyetik alanda istem dışı ve sürekli maruz kalma durumunda, çevre ve
insan sağlığı üzerinde oluşabilecek olumsuz etkileri gidermek amacıyla kabul
edilen elektromanyetik alan şiddet sınır değerlerinin, ölçün yöntemleri veya
ölçüm yapmaya yetkili kuruluşların ve ölçüm sonuçları elektromanyetik alan
şiddeti sınır değerlerine uygun olmayan sabit telekomünikasyon cihazlarının
sınır değerlere uygun hâle getirilmesine ilişkin usul ve esaslar ile bunlara
uyulmaması hâlinde işletmelere uygulanacak müeyyidelerin, 16/5/2009 tarihli ve
27230 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Elektronik
Haberleşme Cihazlarına Güvenlik Sertifikası Düzenlenmesine İlişkin Yönetmelik
çerçevesinde düzenlendiği belirtilmiştir. Raporda, ilgili firmanın söz konusu
baz istasyonu için güvenlik sertifikası aldığı, baz istasyonu antenlerinin
apartmanın birinci katına 6.4 metre mesafede bulunduğu, keşif mahallinde iki
defa ölçüm yapıldığı, baz istasyonundaki antenlerin ışıma yönlerinin apartmanın
sadece birinci katını 30 derece ile etki altında bıraktığı, bu nedenle daha
yukarı katlarda bulunan dairelerin ikinci ölçüm gününde ölçülmediği, zira
başvurucu Zahide Karluk’un üçüncü kattaki dairesinde yapılan birinci ölçüm 0.62
V/m değerinde bulunmuş olup bu değerin normal ortam şartlarında beklenen bir
sonuç olarak yorumlandığı, ölçüm sonuçlarının kaydedilen maksimum değerler
olduğu ve ortalama ölçüm değerlerinin bunların daha altında olduğu, şimdiye
kadar yapılan araştırmalarda baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik
radyasyonların spesifik soğurma hızı değerlerinin, güvenlik mesafesi dışında
kalındığı takdirde yüksek olduğu ve bu nedenle insan sağlığını zararlı yönde
etkilediği ile ilgili bilimsel yayına rastlanılmadığı, baz istasyonlarının
insan sağlığına zararlı etkileri ile ilgili olarak Avrupa Birliği ülkelerinin
tespitlerini içeren ve şimdiye kadar bu alanda yapılan tüm araştırmaları
derleyen raporda, baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik radyasyonların
kesin kanser yapıcı etkilerini içeren bilimsel yayına rastlanmadığı ifade
edilmiştir. Raporda ayrıca, keşif sırasında başvurucular ve söz konusu
apartmanda bulunan diğer bazı şahıslar ile yapılan görüşmelerde, baz
istasyonunun yaşamlarına karşı bir tehdit oluşturduğu düşüncesi ve kaygısını
derinden taşıdıklarının sözel ve sözel olmayan ifadeleri ile anlaşıldığı,
özellikle kanser sebebi ile eşini kaybeden başvurucu Hüseyin Karlık ile yapılan
özel görüşmede hastalık, kayıp ve yaşam kaygısına bağlı olarak Travma Sonrası Stress Bozukluğu tespit edildiği, başvurucular tarafından
yaşadıkları olayların baz istasyonuna dayandırıldığı ve başvurucuların ölüm
korkusunu şiddetlendirdiği tespitlerine yer verilmiştir.
15. Söz konusu raporun sonuç bölümünde teknik yönden yapılan
değerlendirme kapsamında, yapılan inceleme ve ölçümler sonucunda baz
istasyonunun yaydığı elektromanyetik radyasyon seviyeleri açısından
yürürlükteki yasal düzenlemelerin öngördüğü şekilde tesis edildiğinin
belirlendiği ancak istasyonun normal güç değerlerinden daha düşük güçte
çalıştığının tespit edildiği, bu hâliyle ölçüm sonuçlarının tamamının sınır
değerlerin altında olduğu, psikolojik yönden yapılan değerlendirme kapsamında,
gerek bilimsel çalışmalar gerekse somut olguda elde edilen teknik ölçüm
sonuçları ve açıklanan tüm hususlar gözönüne
alındığında ölçüm yapılan bölgelerdeki elektromanyetik radyasyon seviyesinin
sağlık açısından bir risk oluşturmayacağının tespit edilmesine ve aynı zamanda
baz istasyonunun psiko-sosyal sağlık üzerinde
doğrudan bir etkisinden söz edilebilmesinin tüm yaşamsal değişkenler bazında
incelenmesinin olanaksızlığına rağmen başvurucuların baz istasyonunun
kaldırılması istemlerinin temelinde, psikolojik olarak kendilerinin ve
yakınlarının sağlığını ve hayatını,sosyal ve aile
zeminlerini kaybetme korkusunun yer aldığı, başvurucular ve yakınlarının sık
olarak baş ağrısı, uykusuzluk, bellek sorunları yaşadıkları, verilen bu
bilginin ise bireylerin yaşına bağlı ve/veya biyolojik kökenli olabileceği, bu
hususunun ise söz konusu raporda değerlendirilemeyeceği, ancak hastalanma
duygusuna, ölüme ve geleceğe yönelik duyulan korkunun yaşam deneyimleri ve
bilgilere dayalı psikolojik bir etkileşim sonucu olduğu, dolayısıyla hastalık
ve ölüm kaygısının kişinin psikolojisiyle açıklanabileceği, bu duygu ile
yapılan tüm psikolojik ve sosyal etkileşimlerinin de yaşam kalitesine etkisi
olduğunun düşünüldüğü belirtilmiş, sağlık yönünden yapılan değerlendirme
kapsamında ise ikinci ölçümde alınan elektrik alan şiddeti değerlerinin kan
kanseri de dahil herhangi bir kansere sebep olabileceği ile ilgili kesin bir
bilimsel kanıta rastlanmadığı belirtilmiştir.
16. Kadıköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/9/2012 tarihli ve
E.2011/306, K.2012/444 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesi şöyledir:
"...Davacı Zahide yönünden kendinin kanser hastası olması ve
gelinin de kanser hastalığından ölmesi sebebiyle manevi tazminat istenmişse de,
bilirkişi raporuna atfen bu kişinin oturduğu dairenin 3. kat 9 numara olup
direkteki antene uzaklığının da 6.8 metre bulunduğu, 1. ölçümde sınır değerin 6
olmasına karşın radyasyon değerinin 0,62 olarak ölçüldüğü, baz istasyonu
antenlerinin yayın yönlerinin apartmanın 1. katından daha yukarıdaki katları da
kapsamadığı, 1. kattan daha yukarıda bulunan katların 2. olarak verilen görev
sırasında da ayrıca ölçülmediği ve davacının aletten herhangi bir etkilenim olasılığının bulunmadığı sebebiyle davalıların
kurdukları aletlerin tanziminde bir kusur ve davacıdameydana
gelen sonuç ile de bir illiyetbağının kurulamadığı
kabul edilerek bu isteğin reddi gerektiği anlaşılmıştır.
Davacı Hüseyin Tunç Karlık'ın dairesinin aynı apartmanda 1. kat 5 nolu daire olduğu ve keşfen
yapılan 1. ölçümün salondan gerçekleştirildiği, antene uzaklık mesafesinin 6,4
metre olduğu, sınır değerinin % 7 olup, keşif günü ölçümlemenin 0,72 bulunduğu,
bu nedenle bilirkişilerin talebi üzerine davalıların itiraz ettiği serbest 2.
ölçümün yaptırıldığı, antene 2 metre mesafeden yapılan ölçümde ise 2,71
oranının elde edildiği, sınır değerin ise 26.4 olduğu, bu hali ile 2. ölçüm
sonucunda dahi bu davacı ve eşi Nalan' nın direkte
dikili T. şebekesinden etkilenim olasılığının düşük
bulunduğu, dolayısıyla davalı idarelerin kaldırımdaki direğe, davalıların ortak
iradesi ile kurulmuş bulunan baz istasyonunun kurulumunda bir kusur ve davacı
nezdinde oluşan zarar iddiası ile de bir illiyetinin
olamayacağı anlaşılmıştır.
Davacılar vekili psikolog bilirkişinin değerlendirmelerine dayanarak
kişilerde meydana gelen hastalık ve ölüm kaygısının teknolojik ürünlerle yakın
mesafede yaşanmak istenmemesinin doğal olduğu sonucundan hareketle illiyet
bağının kurulabileceğinde ısrar etmiş ise de, GSM şebekesinin bizatihi kanser
yapıcı olduğuna ilişkin herhangi bir bağın teknik ve bilimsel olarak ortaya
konmaması karşısında kişilerin tek yanlı duygu ve düşüncelerinin esas alınarak
hüküm kurulamayacağı anlaşılmış olup davanın tümden reddine..."
17. Anılan karar, başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay 14.
Hukuk Dairesinin 8/3/2013 tarihli ve E.2013/1244, K.2013/3462 sayılı ilamıyla
davalılardan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu yönünden, yargı yolu
bakımından Mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar
verilmesi gerektiği ancak hüküm sonucu bakımından usul ve kanuna uygun olduğu
belirtilerek hükmün gerekçesinin değiştirilerek onanmasına karar verilmiştir.
18. Karar düzeltme talebi, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin
1/7/2013 tarihli ve E.2013/6942, K.2013/100012 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
19. Ret kararı başvuruculara 22/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş
olup 21/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin birinci
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“ Bu
Kanunda geçen terimlerden;
Çevre: Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve
karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal,
ekonomik ve kültürel ortamı,
…
İfade eder.”
21. 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme
Kanunu'nun “Telsiz kurma ve kullanma izni,
telsiz ruhsatnamesi ve kullanıma ilişkin esaslar” başlıklı 37.
maddesi şöyledir:
“(1) Radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin
ilgili kanununda belirtilen hükümler saklı kalmak kaydıyla, Kurum düzenlemelerinde
belirtilen ve işletilmesi için frekans tahsisine ihtiyaç gösteren telsiz cihaz
veya sistemi kullanıcıları, telsiz kurma ile kullanma izni ve telsiz
ruhsatnamesi almak zorundadır. Bu kapsamdaki kullanıcılar telsiz cihaz veya
sistemlerini Kurum düzenlemeleri ve telsiz ruhsatnamesinde belirtilen esaslara
uygun olarak kurmak ve kullanmak mecburiyetindedirler.
(2) Telsiz kurma ve kullanma izni ve telsiz ruhsatnamesi verilmesi,
izin ve telsiz ruhsatnamesinin süresi, yenilenmesi, değişikliği ve iptali ile
ilgili usul ve esaslar ile bu çerçevede öngörülen telsiz cihaz veya
sistemlerinin kurulması, kullanılması, nakli, işletme tipinin değiştirilmesi,
devri ve hizmet dışı bırakılmasında kullanıcıların tabi olacağı hususlar Kurum
tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Yetkilendirmeye tabi bulunmayan
telsiz kurma ve kullanma izinleri en fazla beş yıl için verilir. Süresi
içerisinde yenilenmeyen telsiz kurma ve kullanma izni ve telsiz
ruhsatnamelerinde belirtilen cihaz ve sistemler için tahsis edilen frekanslar
iptal edilir. Kurum tarafından yetkilendirilmiş olmak suretiyle telsiz hizmeti
sunan işletmecilerin sistemlerine dahil telsiz cihazı kullanıcıları, telsiz
kullanma izni ve telsiz ruhsatnamesinden bu Kanunun 46 ncı maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde
muaftırlar.
(3) Kurum düzenlemelerinde belirlenen ve işletilmesi için frekans
tahsisine ihtiyaç duyulmayan özel amaçlar için tahsis edilmiş frekans
bantlarında ve çıkış gücünde çalışan Kurumca onaylı telsiz cihaz ve sistemleri,
herhangi bir telsiz kurma ve kullanma iznine ve telsiz ruhsatnamesine ihtiyaç
göstermeksizin kullanılabilir.
(4) Ulusal ve uluslararası kuruluşların belirlediği standart değerleri
dikkate almak suretiyle telsiz cihaz ve sistemlerinin kullanımında uyulacak elektromanyetik
alan şiddeti limit değerlerinin belirlenmesi, kontrol ve denetimleri münhasıran
Kurum tarafından yapılır veya yaptırılır. Bu işlemler ile ilgili usul ve
esaslar, Sağlık Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığının görüşleri de dikkate
alınmak suretiyle Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelik ile belirlenir.
Yönetmelik ile belirlenen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun bulunan
ilgili tesisler başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Kurum tarafından güvenlik
sertifikası düzenlenmesini müteakip kurulur ve faaliyete geçirilir.”
22. 16/5/2009 tarihli ve 27230 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Elektronik Haberleşme Cihazlarına Güvenlik Sertifikası
Düzenlenmesine İlişkin Yönetmelik’in “Amaç”
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“(1) Bu Yönetmeliğin amacı;
a) Elektromanyetik alan oluşturan sabit elektronik haberleşme
cihazlarının kuruluş yeri, montajı, denetlenmesi ve Güvenlik Sertifikası
düzenlenmesine ilişkin hususları,
b) Elektromanyetik alanda istem dışı ve sürekli maruz kalma durumunda;
çevre ve insan sağlığı üzerinde oluşabilecek muhtemel olumsuz etkileri
giderebilmek amacıyla uluslararası standartlara uygun olan elektromanyetik alan
şiddeti limit değerlerini,
c) Ölçüm yöntemlerini ve ölçüm yapacak kuruluşları,
ç)
Ölçüm sonuçlarına göre elektromanyetik alan şiddeti limit değerlerine uygun
olmayan sabit elektronik haberleşme cihazlarının limit değerlere uygun hale
getirilmesine ve bunlara uyulmaması halinde işleticiler/işletmecilere
uygulanacak Kanunda belirtilen müeyyidelere ilişkin usul ve esasları belirlemektir.”
23. Belirtilen Yönetmelik’in “Güvenlik
sertifikası” başlıklı 7. maddesi şöyledir:
“(1) İşletici/İşletmeci bu Yönetmelik hükümlerine göre sabit elektronik
haberleşme cihazı için Güvenlik Sertifikası (Ek-3) almakla yükümlüdür.
(2) Güvenlik Sertifikası alınmaksızın sabit elektronik haberleşme
cihazının kurulması halinde 23 üncü maddenin birinci
ve üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır.”
24. Belirtilen Yönetmelik’in “Montaj
esasları” başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Bu Yönetmelik kapsamındaki sabit elektronik haberleşme
cihazlarının meskun mahal içinde montajının
yapılmasında, asgarî olarak 6 ncı maddeye göre
hesaplanan güvenlik mesafesi dikkate alınacaktır. Ancak yönlü antenlerin arka
yüzeyi için güvenlik mesafesi hesabı yapılmaz.
(2) Güvenlik Sertifikası alınmadan, sabit elektronik haberleşme
cihazının kuruluş yeri ile ilgili olarak direk, kule, kulübe, konteynır, anten
ve dalga kılavuzu gibi altyapı montajına başlanamaz.
(3) Bina yüzeylerine kurulacak olan antenlerin, arka yüzlerine gelen
duvara, en az anten boyutlarında yansıtıcı levhalar monte edilecektir.
(4) Paratoner, Topraklama tesisatı ve Sivil Havacılık Kurallarına göre
gerekli ışıklandırmanın bu konuda yayımlanan standartlara ve ilgili
mevzuatlarındaki kurallara göre tesis edilmesi gereklidir.
(5) Cihazların montajını müteakip; Yönetmelikte belirtilen özellikteki
ölçüm cihazları ile test ve ölçümler yapılacak ve kurulan cihazın elektromanyetik
alan şiddet değerinin 16 ncı
maddede belirtilen limit değerlerini aşmaması sağlanacaktır.
(6) Bu maddede belirtilen montaj esaslarına uyulmadığının tespiti
halinde gerekli düzeltmelerin yapılması için tebliğ tarihinden başlamak üzere
10 iş günü süre verilir. Bu sürenin bitiminde yapılacak denetimde uygunsuzluğun
devam ettiğinin tespit edilmesi halinde montaj esaslarına uygun hale
getirilinceye kadar 23 üncü maddenin birinci fıkrası
hükümleri uygulanır. Aynı cihaz ve yer için ikinci kez ihlal edilmesi halinde 23 üncü maddenin ikinci fıkrası hükümleri uygulanır.
(7) Kamu Güvenliği, acil durum ve afet durumlarında kurulanlar hariç
olmak üzere; Güvenlik Sertifikası alan Mobil İstasyonlar, sistemin faaliyete geçmesini
müteakip aynı yerde en fazla 3 ay hizmet verebilir. İşletmeci tarafından aynı
yer için süre uzatımının talep edilmesi halinde 3 ay ilave süre verilebilir.”
25. Belirtilen Yönetmelik’in “Limitlerin
aşılması halinde uygulanacak işlem” başlıklı 19.maddesi şöyledir:
“(1) Kurum veya Kurumca yetkilendirilmiş kuruluşlarca yapılan
ölçümlerde; sabit elektronik haberleşme cihazının elektromanyetik alan
şiddetinin, 16 ncı maddede
yer alan;
(a) Tek bir cihaz için izin verilen limit değerin üzerinde olduğunun
tespit edilmesi halinde İşletici/İşletmeciye söz konusu limit değerleri
sağlaması için tebliğ tarihinden başlamak üzere 10 iş günü süre verilir. Bu
sürenin bitiminde yapılacak denetim ve ölçümlerde uygunsuzluğun devam ettiğinin
tespit edilmesi halinde ise 23 üncü maddenin birinci
ve ikinci fıkrası hükümleri uygulanır.
(b) Ortamın toplam limit değerini tek bir cihazın aşması halinde,
düzeltme için herhangi bir süre verilmeksizin limit aşımına neden olan sabit
elektronik haberleşme cihazı için 23 üncü maddenin
birinci ve ikinci fıkrası hükümleri uygulanır. Talep edilmesi halinde söz
konusu sabit elektronik haberleşme cihazı ile bağlantılı hizmetlerden
faydalananların mağdur edilmemesi için, İşletici/İşletmecinin aynı mahalde 16 ncı maddede belirtilen limit
değerleri aşmayan yeni bir cihaz kurmasına izin verilebilir.
(c) Tek bir cihaz için izin verilen limit değerlerine uygun olduğunun
tespit edilmesine rağmen ortamın limit değerinin aşılması halinde, Kurum
koordinasyonunda İşletici/İşletmeciler tarafından aynı mahalde kurulu tüm
cihazlar için ortam normal değerlere gelinceye kadar gerekli teknik düzenleme
yapılır. Aksi takdirde en son kurulan cihazdan başlamak üzere, 23 üncü madde birinci fıkrası hükümleri uygulanır.”
26. Belirtilen Yönetmelik’in “İdari
yaptırımlar” başlıklı 23.maddesi şöyledir:
“(1) 5 inci maddenin üçüncü fıkrası, 7 nci maddenin ikinci fıkrası, 8 inci maddenin ikinci
ve altıncı fıkrası, 9 uncu maddenin üçüncü fıkrası ve 19 uncu maddede
belirtilen hükümlerin ihlali halinde sabit elektronik haberleşme cihazının
faaliyeti uygun şartlar sağlanıncaya kadar Kanunun 9 uncu maddesi gereğince
Kurum tarafından veya Kurumca yapılan bildirim üzerine mülkî amirler eliyle
durdurulur.
(2) Bu Yönetmelikle belirlenen hükümlerin, gerekli uyarıların ve
kapatmaların yapılmasına rağmen aynı cihaz ve yer için ikinci kez ihlal
edilmesi halinde Kanunun 60 ıncı maddesi gereğince
ilgili cihaz için Kanunun ekli telsiz ücret tarifesinde belirtilen ruhsatname
ücretinin elli katı oranında idarî para cezası uygulanır. Aynı takvim yılı
içinde aynı cihaz ve yer için sonraki her ihlalde bir önceki ceza miktarının
iki katı idari para cezası uygulanır.
(3) Güvenlik Sertifikası alınmadan sabit elektronik haberleşme
cihazının montajına başlanılması veya izinsiz revizyon yapılması halinde,
Kanunun 60 ıncı maddesi gereğince ilgili
İşletmeci/İşleticiye ruhsatname ücretinin elli katı idari para cezası her bir
cihaz için ayrı ayrı uygulanır.
(4) Gerçeğe uygun olmayan bilgi ve belgelerin gönderilmesi halinde söz
konusu İşletmeci/İşletici hakkında, 5/9/2004 tarihli ve 25574 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu
tarafından Uygulanacak İdarî Para Cezaları ile Diğer Müeyyide ve Tedbirler
Hakkında Yönetmelik hükümleri uygulanır.”
27. 1992 yılında Rio de Janeiro'da yapılan Birleşmiş Milletler
Çevre ve Kalkınma Konferansı sonucunda kabul edilen Çevre ve Kalkınma Üzerine
Rio Bildirisi’nin 10 numaralı prensibi şöyledir:
“Çevre sorunlarını ele almanın en iyi şekli ve uygun olan çözüm konuyla
ilgili her aşamada ilgili bütün vatandaşların kararlara katılımını sağlamaktır.
Ulusal düzeyde, her kişi, tehlikeli faaliyet ve maddeler ile ilgili bilgiler
dahil olmak üzere, kamu makamlarının sahip olduğu çevre ile ilgili tüm
bilgilere ulaşabilmeli ve karar alma sürecine katılma olanağına sahip
olmalıdır. Devletler, bu bilgilere halkın ulaşmasını sağlamalı ve ayrıca halkın
alınacak kararlara katılımını ve duyarlılığını kolaylaştırmalı ve
özendirmelidir. Devletler ayrıca ilgililerin bu konuda yapabilecekleri idari ve
yargısal başvuru haklarının kolaylaştırılmasını sağlamalıdır.”
28. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin, çevre ve insan
haklarına ilişkin 27/6/2003 tarihli ve 1614 sayılı Tavsiye Kararının ilgili
kısmı şöyledir:
“Parlamenterler Meclisi, üye Devletlerin hükümetlerine şu hususları
tavsiye eder:
i) Hükümetler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2., 3. ve 8.
maddelerinde ve Sözleşme’nin eki Protokol’ün 1.maddesinde güvence altına
alındığı gibi, kişinin yaşam hakkı, sağlık hakkı, özel yaşamı ve aile yaşamı
ile vücut ve mal bütünlüğünü, özellikle çevrenin korunması gerekliliğini de gözönüne alarak, etkili biçimde koruyucu tedbirler
almalıdır.
ii) Hükümetler, tercihen anayasal düzeyde ve fakat en azından yasal
düzenlemeler sonucunda çevre hakkının Devlet açısından mutlak olarak korunması
gereken nesnel bir insan hakkı olduğunu kabul etmelidirler.
iii) Hükümetler, Aarhus Anlaşmasında kabul edildiği üzere, çevre
alanında bireylerin bilgi edinme ve alınan kararlara katılım hakları ile
kişisel nitelikteki yargısal başvuru haklarını güvence altına almayı kabul
etmelidirler.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 24/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
30. Başvurucular, aynı açı ile günün yirmi dört saatinde,
özellikle yoğun telefon konuşması sırasında artan özellikteki ısı ve ışınım
salınımları yapan baz istasyonunun evlerinin salonuna ve yatak odasına altı
metre mesafede kurulduğunu, başvurucu Hüseyin Tunç'un eşinin sağlıklı bir
bireyken baz istasyonun kurulmasından birkaç yıl sonra kan kanserine yakalanıp
vefat ettiğini, başvurucu Zahide'nin ise cilt kanserine yakalanıp tedavi gördüğünü,
aynı apartmanda ikamet eden farklı aile bireylerinde de benzer hastalıkların
görüldüğünü, emekli kişiler olmaları nedeniyle günün önemli bir bölümünü
konutlarında geçirdiklerini, konutların yatak odalarına ve salonlarına sadece 6
metre uzaklıkta yer alan baz istasyonu nedeni ile önce psikolojilerinin
akabinde beden sağlıklarının bozularak yaşamlarının alt üst olduğunu, yaşam
alanlarına girildiğini, ailedeki tüm bireylerin ortak konusunun baz istasyonu
ve zararlı etkileri olduğunu, bahse konu istasyonun kaldırılması ve maddi ve
manevi tazminat talebiyle açtıkları davanın ise reddedildiğini belirterek
Anayasa'nın 17. ve 56. maddesinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular tarafından Anayasa’nın 17. ve
56. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla
beraber ihlal iddialarının mahiyeti gereği, başvurunun Anayasa’nın 17. ve 20. maddelerikapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
32. Başvurunun incelenmesi neticesinde açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Başvurucular, konutlarının hemen yanına yerleştirilen baz
istasyonu nedeni ile kendilerinin ve aile bireylerinin sağlık ve yaşam
düzenlerinin bozulduğunu ve söz konusu istasyonun kaldırılması talebiyle açılan
davanın reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın 17. ve 56. maddelerinde güvence
altına alınan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
34. Bakanlığın görüş yazısında, Anayasa’nın sağlıklı bir çevrede
yaşama hakkına ilişkin hükümlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) 8. maddesi ile bu maddeye ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) içtihadı ışığında yorumlanması gerektiği, çevre sorunları üzerinde
etkisi olan devlet tasarruflarını konu alan başvurularda, AİHM tarafından
yapılan değerlendirmelerin iki yönü olduğu, kararların maddi içeriğinin
denetiminin yanı sıra kişilerin menfaatlerinin gözönünde
bulundurulup bulundurulmadığının tespiti açısından karar alma sürecinin de
değerlendirildiği, başvuruya konu yargılamada ise başvurucular tarafından ileri
sürülen iddialar ve söz konusu çevresel rahatsızlık arasındaki ilişkin tespiti
amacıyla iki defa keşif yapıldığı belirtilmiş ve sağlıklı bir çevrede yaşama
hakkı bağlamında AİHM içtihadına yansıyan dava örneklerine yer verilmiştir.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/11/2011
tarihli ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine
göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme'nin ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
36. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
37. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.”
38. Anayasa’nın “Sağlık
hizmetleri ve çevrenin korunması” kenar başlıklı 56. maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak
ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”
39. Anayasa’nın “Çalışma ve
sözleşme hürriyeti” kenar başlıklı 48. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
“Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin
gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde
çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.”
40. Sözleşme’nin “Özel ve
aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı
gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak
müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu
güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
41. Özel hayat alanına dâhil olan tüm hukuksal çıkarlar
Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınmakla birlikte söz konusu
hukuksal çıkarların Anayasa’nın farklı maddelerinin koruma alanına girdiği
görülmektedir. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve
geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin
kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına
karşılık gelmektedir. Bunun dışında özel hayat kavramına dâhil bir kısım
hukuksal değerlerin Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlendiği, özel yaşamın diğer
alt kategorileri olarak ele alınan haberleşmenin gizliliği ve konuta saygı
hakkının ise Anayasa’nın 21. ve 22. maddelerinde güvence altına alındığı
görülmektedir. Bu kapsamda Sözleşme’nin 8. maddesinde yer alan hakların, temel
olarak Anayasa’nın 17., 20., 21. ve 22. maddelerinde düzenlendiği
anlaşılmaktadır.
42. Özel yaşamın korunması kapsamında, kişiliğin serbestçe
geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhildir. Bu
bağlamda kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne ilişkin hukuksal çıkarı da özel
hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınmaktadır. Fiziksel ve ruhsal
bütünlük hakkı kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlardan biri de
sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıdır (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014).
43. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının Anayasal anlamda
normatif dayanağı 56. madde hükmünde yer verilen herkesin, sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu yönündeki düzenlemedir. Ancak söz
konusu hüküm, Anayasa’nın sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde yer
almaktadır. Anayasa’nın bireysel başvuru hakkının düzenlendiği 148. maddesinin
üçüncü fıkrasında “Herkes, Anayasada güvence
altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilir.” hükmüne yer verilmek suretiyle
Anayasa’da yer alan ikinci ve üçüncü kuşak hakların ihlal edildiği iddiasıyla
bireysel başvuruda bulunulamayacağı ifade edilmekle birlikte sağlıklı bir
çevrede yaşama hakkının; Anayasa’nın fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması
ile ilgili hukuksal çıkarları ihtiva eden 17. maddesi, özel ve aile hayatına
saygıyı güvence altına alan 20. maddesi ve konut dokunulmazlığını düzenleyen
21. maddesi ile bağlantılı olarak ve söz konusu hükümlerde yer alan hukuksal
çıkarlar üzerindeki etkisi dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
44. Özel hayat kavramı eksiksiz tanımı bulunmayan geniş bir
kavram olup bu hak kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece
belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli
olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak özel hayata etkili bir biçimde saygının
sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu
pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata
saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 26). Çevresel rahatsızlıklarla ilgili ihlal
iddiaları kapsamında da ağırlıklı olarak devletin pozitif yükümlülüklerinin
değerlendirilmesi gerekmektedir.
45. Çevre hakkı bağlamında özel yaşam, aile yaşamı ve konuta
saygı hakkı; sadece kamusal müdahalelere karşı korunmamakta, pozitif
yükümlülükler doktrini uyarınca bu koruma özel kişilerden kaynaklanan
müdahaleler kapsamında da gündeme gelmektedir.
46. Anayasa’da pozitif yükümlülüklere ve temel hakların yatay
ilişkilere uygulanmasına gönderme yapan çok sayıda düzenleme bulunmaktadır. Bu
kapsamda Anayasa’nın 176. maddesine göre metne dahil sayılan Başlangıç
Bölümünün 7. paragrafında, “Topluca Türk
vatandaşlarının (….) birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı (...)”
göstermesi hususundan bahsedilmekte Anayasa’nın Devletin temel amaç ve
görevlerini belirleyen5. maddesinde ise“(…),
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak”
ifadelerine yer verilmektedir. Bunun yanı sıra Anayasa’nın bağlayıcılığı ve
üstünlüğüne ilişkin 11. madde gereğince Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve
yargı organları ile idare makamlarının yanı sıra diğer kuruluş ve kişileri de
bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Anayasa’da tanımlanan hak ve özgürlükler tüm
bireyler bakımından güvence altındadır. Temel hak ve hürriyetlerin niteliği
başlıklı 12. madde gereğince “(...) temel
hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve
sorumluluklarını da ihtiva eder”. Anayasa’nın “hakkın kötüye kullanılmasına” ilişkin 14.
maddesinin ikinci fıkrası ise Anayasa hükümlerinden hiçbirinin devlete veya
kişilere, Anayasa'yla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya
Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir
faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamayacağını ifade ederek
hem bireylere hem de devlete hitap etmekte ve temel hakların etkin kullanımı
noktasında kamusal makamlara düşen pozitif yükümlülükler ile temel hakların
yatay ilişkilere uygulanmasının normatif dayanaklarından birini
oluşturmaktadır.
47. Belirtilen genel nitelikteki düzenlemelerin yanı sıra ve
özellikle çevresel meseleler bağlamında Anayasa’nın çevreyi geliştirme, çevre
sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ödevleri arasında
olduğunu belirten 56. maddesinin ikinci fıkrasının da kamusal makamların
çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin tespiti ve
değerlendirilmesi hususunda gözönünde bulundurulması
gerektiği açıktır. Anayasa’nın 56. maddesinin gerekçesinde de genel olarak
çevresel kirlenmeye yer verildiği, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında beden
ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın devletin görevi
olduğunun, çevreyi koruyucu mevzuat kadar devlet denetiminin ve çevreyi
koruyucu fiili tedbir ve faaliyetlerin de gerekli olduğunun belirtildiği, bu
kapsamda devletin hem kirlenmenin önlenmesi hem de tabii çevrenin korunması ve
geliştirilmesi için gereken tedbirleri alması gerektiğinin vurgulandığı ve bu
suretle çevresel meselelerde devletin pozitif yükümlülüklerine işaret edildiği
görülmektedir.
48. Çevresel kirliliğe dayalı şikâyetlerin genellikle özel
teşebbüslerin faaliyetleri çerçevesinde gündeme geldiği dikkate alındığında
Anayasa’nın 48. maddesinin ikinci fıkrasında yer verilen “Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin
gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde
çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” şeklindeki düzenlemenin de
kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin
normatif dayanaklarından birini teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Söz konusu hüküm
aynı zamanda ilgili faaliyete ilişkin kamusal menfaat ile bireyin maddi ve manevi
varlığının korunması ve geliştirilmesine ilişkin menfaat arasında gözetilmesi
gereken dengeye de vurgu yapmaktadır.
49. Gerek yaşam hakkıyla gerekse sağlık hakkıyla olan yakın
ilişkisi, bugünkü nesil kadar hatta daha çok gelecek nesilleri ilgilendirmesi
çevre hakkını günümüzde çok daha önemli hâle getirmektedir. Çevrenin
kirlendikten ve bozulduktan sonra eski hâline getirilmesinin çok güç ve
külfetli olması hatta kimi zaman mümkün olmaması nedeniyle kalkınma ve ekonomik
gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin, doğayı tahrip etmeden ve
çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesi; kirlenen çevrenin temizlenmesi veya
bozulan çevrenin onarılması yerine, kirliliği ve bozulmayı önleyici tedbirlere
ağırlık verilmesi gerekmektedir. (AYM, E.2013/89, K.2014/116, K.T.3/7/2014;
E.2006/99, K.2009/9, 15/1/2009). Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı;
getirilecek kuralın ekonomik, bürokratik ve fiili yükümlülüklere yol açacağı ve
üretim faaliyetlerinin etkileneceği gerekçeleriyle vazgeçilecek haklardan
değildir (AYM, E.2011/110, K.2012/79, 24/5/2012).
50. Çevre kavramının üzerinde uzlaşılmış bir tanımı bulunmamakla
birlikte genel olarak hava, su, toprak, flora ve fauna gibi doğal kaynakları ve
bunların karşılıklı etkileşimini kapsadığı ifade edilmekte, 2872 sayılı
Kanun’da ise çevre kavramının; canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini
sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik,
fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı ifade edecek şekilde ele alındığı
anlaşılmaktadır (bkz. § 20).
51. Söz konusu tanımlar kapsamında, çevrenin kendi başına bir
değer olarak korunduğu izlenimi ortaya çıkmakla birlikte çevre merkezli
yaklaşım olarak da adlandırılabilecek olan ve çevrenin kendi başına bir değer
olarak korunması gerekliliğine işaret eden ekolojik yaklaşımın yerini, insan
hakları ile çevrenin korunması arasında açık bir bağ olduğu düşüncesine
bıraktığı görülmektedir. Bu kapsamda çevreye insan merkezli bir anlayışla
yaklaşıldığı ve çevre ile nitelikli yaşam ve sağlık arasında bir bağ kurulduğu,
çevresel insan hakları bağlamında değerlendirilebilecek olan birçok
uluslararası metnin de çevrenin korunması ile insan sağlığı ve esenliği
arasında bir bağ kurulması ile oluştuğu anlaşılmaktadır (bkz. § 26). Avrupa
Konseyi düzleminde Parlamenterler Meclisinin, sağlıklı bir çevrede yaşama
hakkına ilişkin bir ek protokol hazırlanmasına yönelik Tavsiye Kararları da
çevresel insan hakları konusundaki dikkate değer metinler arasında yer
almaktadır (bkz. § 27).
52. Sözleşme’de de sağlıklı bir
çevrede yaşama hakkı şeklinde belirli bir hak normatif olarak öngörülmemiştir (Bor/Macaristan, B. No: 50474/08,
18/6/2013, § 24). Bununla birlikte çervesel
meseleler, Sözleşme’nin 2., 3., 6. ve 8. maddeleri ile Sözleşme’ye
Ek 1 No.lu Protokolün 1. maddesi çerçevesinde AİHM tarafından
değerlendirilmektedir (Brincat ve diğerleri/Malta, B. No: 60908/11,
24/7/2014, §§ 103-117).
53. Çevresel meselelerin sıklıkla çevresel kirlilik bağlamında
AİHM önüne taşındığı ve Mahkemece söz konusu çevresel rahatsızlığın devletin veya
özel kişilerin faaliyetleri sonucunda oluşması arasında bir ayırım
gözetilmeksizin Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınan
hukuksal çıkarlarla bağlantı kurulmak suretiyle incelendiği anlaşılmaktadır (Bor/Macaristan, § 25). Belirtilen değerlendirmeler
kapsamında Mahkemenin; iddiaya konu çevresel kirliliğin, özel yaşamın veya aile
yaşamının nitelik ve kalitesini veya konutu keyif alarak kullanma şeklindeki
hukuksal çıkarı olumsuz etkilediğini tespit ederek özel yaşam kavramının alt
kategorileri olan özel yaşam, aile yaşamı ve konuta saygı hakkı ile sağlıklı
bir çevrede yaşama hakkı arasında bir bağ kurduğu görülmektedir (Powell ve Rayner/Birleşik Krallık,
B. No: 9310/81, 21/2/1990; Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
36022/97, 2/7/2003; Lopez Ostra/İspanya, B. No: 16798/90, 9/12/1994).
54. Özel yaşama saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel yaşam” kavramı AİHM tarafından
oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan
özellikle kaçınılmaktadır. Bununla birlikte Sözleşme’nin denetim organlarının
içtihatlarında “bireyin kişiliğini
geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının, özel yaşama saygı
hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
55. Bunun yanı sıra konuta saygı hakkı, sadece fiziksel alanın
korunması olarak değerlendirilmemektedir. Aynı zamanda ikametten huzurlu
biçimde yararlanma hakkını da içerdiği ifade edilen bu hakka yönelen gürültü,
koku, emisyonlar gibi somut veya fiziksel olmayan ve söz konusu kullanım
biçimini etkileyen müdahaleler de konuta saygı hakkı bağlamında
değerlendirilmektedir. AİHM içtihadında ayrıca çevresel meselelerin, özel yaşam
kavramının alt kategorilerinden olan aile yaşamına saygı hakkı ile ilişkilendirildiği
dava örneklerine de sıklıkla rastlamak mümkündür (Powell ve Rayner/Birleşik Krallık, § 40;
Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 118).
56. AİHM, ciddi boyuttaki çevresel kirliliğin, bireylerin
esenliğini etkileyebileceğini ve yaşamları bakımından ağır bir tehlikeye maruz
bırakmaksızın da özel ve aile yaşamlarını etkileyecek şekilde konutlarından
yararlanmalarını engelleyebileceğini belirtmektedir (Lopez Ostra/İspanya, § 51; Taşkın ve diğerleri/Türkiye, B. No:
46117/99, 10/11/2004, § 113).
57. Bununla birlikte, çevresel meselelerin Sözleşme’nin 8.
maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi için belirli koşulların mevcudiyeti
aranmaktadır. Bu bağlamda söz konusu çevresel rahatsızlığın; başvurucunun özel
yaşama, aile yaşamına ya da konuta saygı hakkı üzerinde doğrudan bir etkide
bulunması ve söz konusu çevresel kirliliğin belirtilen değerler üzerindeki
etkisinin asgari bir şiddet derecesine ulaşması gerekmektedir. Bu kapsamda söz
konusu kirliliğin ciddi bir boyuta ulaşmış olması aranmaktadır. Belirtilen
bağlamda aranan asgari ağırlık eşiğinin, söz konusu hukuksal değerlerin ihlal
edilip edilmediğinin değil, bizatihi söz konusu alana ilişkin incelenebilir bir
sorun doğup doğmadığının tespiti amacıyla değerlendirildiği görülmektedir. Söz
konusu şiddet derecesinin değerlendirilmesi göreli olup her somut olayda
çevresel etkinin yoğunluğu, süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile çevrenin
genel bağlamı gibi kriterler çervevesinde ayrıca
değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmaktadır (Fadeyeva/Rusya, B. No: 55723/00, 9/6/2005, § 69). Yapılan
değerlendirmelerde, başvurucunun iddiaya konu çevresel kirlilik kaynağına
yakınlığı şüphesiz en önemli unsurdur. Bu kapsamda, her modern kent yaşamına
mündemiç çevresel tehlikeler ile kıyaslandığında önemsiz kalan çevresel
olumsuzluklar 8. madde çerçevesindeki güvenceleri harekete geçirmek için
yeterli görülmemektedir (Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, B. No:
43449/02, 25/11/2010, § 88).
58. Sözleşme’de temiz ve sessiz bir
çevrede yaşama hakkı şeklinde bir hak güvence altına alınmadığı için özel hayat
çerçevesinde korunan hukuksal çıkarlar üzerinde doğrudan ve ciddi bir etkisi
bulunmayan manzara hakkı veya güzel bir çevrede yaşama hakkı gibi çevresel
hakların, Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında değerlendirilmesi söz konusu değildir
(Krytatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003,
§§ 52, 53; Ali Rıza Aydın/Türkiye,
B. No: 40806/07, 15/5/2012, §§ 27-29 ). Zira 8.
maddenin aktif hâle gelmesini sağlayan etken; çevrenin genel olarak bozulması
değil, bireylerin özel veya aile yaşamı ile konutları için zararlı bir etkinin
söz konusu olmasıdır.
59. AİHM içtihadında sıklıkla devletin, bireylerin 8. maddenin
(1) numaralı fıkrasında yer alan haklarını güvence altına almak hususunda
gerekli ve uygun önlemler alma şeklindeki pozitif yükümlülüğünün söz konusu
olduğu davalar ile 8. maddenin (2) numaralı fıkrası bağlamında haklılığının
ortaya konulması gereken bir kamusal müdahale ile ilgili davalarda uygulanacak
prensiplerin, hemen hemen aynı olduğunun vurgulandığı görülmektedir. Her iki bağlamda
da dikkate alınması gereken hususun, bireyin ve kamunun yarışan menfaatleri
arasında adil bir dengenin tesisi olduğu ve her iki durumda da Sözleşme’ye uyumun sağlanabilmesi için alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesinde, devletin geniş bir takdir yetkisini haiz olduğu
ifade edilmektedir (Bor/Macaristan,
§ 24).
60. Özellikle Anayasa’da yer alan ve pozitif yükümlülükler ile
temel hakların yatay ilişkilere uygulanabilirliğinin normatif dayanaklarını
oluşturan düzenlemeler gözönünde bulundurulduğunda
tüm ilgililerin erişimlerine sunulan veriler kapsamında söz konusu çevresel
mesele ile ilgili karar alma sürecine katılımı ile belirtilen süreçte hukuksal
çıkarlarının yeterince gözetilmediğini düşünmeleri durumunda ilgili idari ve
yargısal yollara başvuru imkânı tanınması da kamusal makamların çevresel
meseleler bağlamındaki yükümlülüklerinin kapsamına dâhildir.
61. Çevresel meseleler bağlamında kamusal makamların haiz olduğu
geniş takdir yetkisi nedeniyle birçok uluslararası sözleşmede de çevre hakkı bağlamında
ayrı ve açık usule ilişkin yükümlülüklere yer verildiği görülmektedir.
Özellikle kalkınma ve çevrenin korunması arasındaki ilişkinin vurgulanması
açısından dikkat çeken Rio Bildirisi’nin (10) numaralı ilkesinde, çevresel
meselelerin ancak bütün ilgililerin uygun düzeydeki katılımları ile en iyi
şekilde ele alınabileceği ifade edilmiş ve bu hususun temini noktasında, kamu
makamlarının elinde bulunan çevreye ilişkin bilgilere uygun şekilde erişme,
karar alma süreçlerine katılma ve yargısal ve idari işlemlere etkili şekilde
erişim sağlanması hakkına yer verilmiştir (bkz. § 26). Bunun yanı sıra
Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu tarafından 25/6/1998 tarihinde
kabul edilen ve çevresel usule ilişkin hakların tanındığı ikinci ulusalüstü belge olan Aarhus Sözleşmesi’nin 4. ve 5.
maddelerinde kamu makamlarının elinde bulunan çevresel bilgilere erişim hakkı,
6., 7. ve 8. maddelerinde çevresel karar alma süreçlerine katılım hakkı, 9.
maddesinde ise çevresel meselelerde yargısal yollara başvuru hakkı açıkça
tanınmıştır.
62. AİHM’in de çevresel meselelere
ilişkin başvuruları iki ayrı açıdan incelediği, söz konusu müdahalelerin esas
bakımından 8. maddeye uygunluğunun yanı sıra karar alma sürecinin de ayrıca
değerlendirildiği, çevresel meselelerin usule ilişkin boyutu bağlamında
çevresel bilgi edinme hakkı, çevresel karar alma süreçlerine katılım hakkı ve
çevresel konularda yargısal yollara başvurma hakkı şeklindeki usuli güvencelere vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır (Taşkın ve diğerleri/Türkiye, § 115 vd.).
63. Çevresel meseleler bağlamında değerlendirilmesi gereken
temel husus, yukarıda bahsedilen temel prensipler ışığında kamusal makamların,
başvurucunun kamu yararı için söz konusu yüke katlanmasının haklılığını ortaya
koyabilecek argümanlara sahip olup olmadığıdır. Devletin bu alandaki
yükümlülüğünün genel olarak pozitif içerikte olması ve söz konusu alana ilişkin
takdir yetkisinin genişliği karşısında, değerlendirme sürecine usule ilişkin
yükümlülüklerin de eklenmiş olması, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı açısından
daha güvenceli bir zemin oluşmasını sağlamıştır.
64. Söz konusu usule ilişkin haklar kapsamında, çevresel riskler
konusunda ilgili idarelerin kamuyu bilgilendirme pozitif yükümlülüğü
bulunmaktadır. Özellikle çevresel bilgi edinme hakkı bağlamında yalnızca
kamusal makamların uhdesinde bulunan bilgilerin değil, ilgili faaliyeti yürüten
özel kişilerin elinde bulunan bilgilerin de erişime açılması gerektiği
vurgulanmalıdır. Çevresel kirliliğin daha çok özel kişiler eliyle yürütülen
faaliyetler bağlamında gündeme gelmesi bu hususu zorunlu kılmaktadır. Zira
kamusal makamların çevresel kirlilik meselelerindeki sorumluluğu, genellikle
temel hakların yatay uygulamasından kaynaklanmaktadır.
65. Erişmeleri sağlanan bilgiler doğrultusunda çevresel karar
alma süreçlerine katılımlarının temin edilmesi gereken bireylerin, söz konusu
süreçte hukuksal çıkarlarının yeterince gözetilmediğini düşünmeleri durumunda
yargısal yollara başvuru imkânının tanınması da önemli bir usuli
yükümlülüktür.
66. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde somut başvuru
açısından değerlendirilmesi gereken ilk husus; başvuruya konu çevresel etkinin,
Anayasa’nın 17.ve 20. maddeleri kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek
asgari ağırlıkta olup olmadığıdır. Söz konusu ağırlık, olayın tüm koşulları
dikkate alınarak değerlendirilmeli ve değerlendirmede; bahsedilen etkinin
yoğunluğu, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alınarak normal bir
kent yaşamına mündemiç ve katlanılması mümkün ve muhtemel görülen etki ve
rahatsızlıklara nispetle nasıl bir ağırlık arz ettiği göz önünde
bulundurulmalıdır.
67. AİHM içtihadında da inceleme konusu çevresel etkinin 8.
maddede yer alan güvenceleri etkin hâle getirebilmesi için aranan ağırlık
eşiğinin tespitinde, genel olarak başvurucudan söz konusu etki derecesini
ortaya koyan somut veriler sunmasının beklenildiği, bu kapsamda söz konusu etki
derecesini ortaya koyan kamusal ölçümler veya uzman raporları gibi veriler ile
ilgili alanın örneğin gürültüye doygun/açık bölge olarak tespit edildiğini
gösteren kamusal kararların yapılan değerlendirmelerde dikkate alındığı
anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Mahkemenin, başvuru evrakı ile ilgili idari
ve yargısal prosedüre ilişkin evrak kapsamında tespit ettiği veriler ve hayatın
olağan akışına göre söz konusu çevresel rahatsızlığın asgari ağırlık eşiğini
geçtiğinin kabul edilmesi gerektiği yönünde tespitlerde bulunduğu başvuru
örneklerinin de mevcut olduğu görülmektedir (Moreno Gomez/İspanya, B. No: 4143/02,
16/11/2004, §§ 59-60; Ruano Morcuende/İspanya,
B. No: 75287/01, 6/9/2005; Fagerskiöld/İsviçre, B. No: 37664/04, 26/2/2008; Oluic/Hırvatistan,
B. No: 61260/08, 20/5/2010, §§ 52-62; Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, §§ 93–95).
68. Bu kapsamda ilgili tesis, işletme veya sair faaliyet sonucu
ortaya çıkan çevresel etkiler ile başvurucunun özel ve aile yaşamı veya
konutunu kullanım hakkı arasında yeterince sıkı bir bağın varlığı yeterlidir.
69. Yargılama dosyasına sunulan bilirkişi raporunda, iddiaya
konu baz istasyonu antenlerinin apartmanın birinci katına 6.4 metre mesafede
bulunduğu ve baz istasyonundaki antenlerin ışıma yönlerinin apartmanın birinci
katını 30 derece ile etki altında bıraktığı belirtilmekte olup söz konusu
ölçümlere dayalı somut veriler kapsamında, iddiaya konu istasyonun başvurucuların
konutlarına olan mesafesi ve belirtilen cihazların oluşturduğu elektromanyetik
kirlenmenin başvurucuların özel yaşamı üzerindeki etkisi nazara alındığında,
ilgili çevresel rahatsızlığın başvurucuların Anayasa’nın 17. ve 20.
maddelerinde tanımlanan haklardan gerektiği şekilde istifade etmesini
engellediği sonucuna varılmakla, başvuruya konu çevresel rahatsızlığın
Anayasa’nın 17. ve 20.maddeleri bağlamında inceleme yapılmasını gerektirecek
ağırlıkta olduğu anlaşılmaktadır.
70. Çevresel meseleler bağlamında gündeme gelen müdahalelerin,
özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkını doğrudan ve ciddi şekilde
etkilediğinin tespiti sonrasında, üzerinde durulması gereken husus, kamu
makamlarının bu hakların etkili şekilde korunmasını güvence altına almak için
gerekli adımları atıp atmadığıdır. Bu bağlamda söz konusu çevresel etki
kapsamında karşı karşıya gelen menfaatler arasında adil bir dengenin tesis
edilip edilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir.
71. Çevresel karar alma süreçlerinin karmaşık yapısı nedeniyle
kamusal makamların geniş bir takdir yetkisi olduğu açıktır. Bu bağlamda, söz
konusu alanda bir baz istasyonu inşası ve işletilmesi hususunda kamusal
makamlarca verilen kararın yerindeliğinin denetlenmesi Anayasa Mahkemesinin
görevi değildir. Bununla birlikte süreçte, bireyin temel hakları ile söz konusu
kamusal menfaat arasında gerekli dengenin tesisine hizmet edecek güvencelerin
yer alıp almadığının tespiti önemli olup belirtilen yükümlülüğünün yerine
getirilip getirilmediğinin tespitinde, çevresel meseleler bağlamında söz konusu
olan usul güvencelerinin gözetilip gözetilmediği de önemlidir.
72. Başvurucular tarafından ilgili çevresel sürece ilişkin
bilgilere erişiminin engellendiği ve karar alma sürecine katılımının
sağlanmadığı yönünde bir iddia ileri sürülmemiştir. Bahse konu baz istasyonunun
kendileri ve ailelerinin sağlık ve yaşam kaliteleri üzerindeki zararlı
etkilerinin, mahkeme tarafından gerektiği şekilde değerlendirilmediği iddia
edilmektedir.
73. Özel veya aile yaşamını ve konuta saygı hakkını etkileyen
çevresel bir meselede, söz konusu usul güvencelerinin en önemli bileşenlerinden
biri, başvurucunun, kamusal makamların eylem veya ihmallerini bağımsız yargısal
bir makam önüne taşıma ve gerektiği şekilde inceletebilme imkânıdır.
74. Bu alanda kamusal makamların sahip olduğu geniş takdir
yetkisi nazara alındığında, çevresel meseleler bağlamında Anayasa Mahkemesinin
görevi, söz konusu çevresel rahatsızlığın nasıl sonlandırılacağı veya
etkilerinin nasıl azaltılacağının bizzat belirlenmesi değildir. Bununla
birlikte Mahkeme, yargısal makamlar başta olmak üzere, kamusal makamların
konuya gereken özenle yaklaşıp yaklaşmadıkları ve ilgili tüm menfaatleri
gözetip gözetmediklerini değerlendirmek durumundadır (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, § 96).
75. Çetrefil nitelikteki çevresel sorunların ele alınıp
çözümlenmesi aşamasında karar süreci, çevreye ve kişi haklarına zarar
verebilecek faaliyetlerin etkilerini önceden değerlendirecek ve önleyecek şekilde
tesis edilmelidir. Böylece bireysel ve kamusal menfaatler arasında adil bir
denge tesis edilerek karşıt görüşlerin dile getirilmesine olanak tanıyacak
gerekli etüt ve değerlendirmelerin gerçekleştirilmesi sağlanacaktır. Bu
bağlamda, söz konusu sürece ilişkin bilgilere erişim ve karar alma sürecine
aktif katılımın yanı sıra karardan etkilenebilecek olan bireylerin, karar alma
sürecinde görüş ve menfaatlerinin yeterince dikkate alınmadığını dile
getirebilmek için konuyla ilgili her türlü tasarrufa karşı yargısal başvuru
hakkına sahip olmaları ve iddialarının yargısal makamlarca özenli bir şekilde
değerlendirilmesi son derece önemlidir.
76. Çevresel meseleler bağlamında, elektromanyetik kirlilik ve
bunun sağlık üzerindeki etkilerine ilişkin iddiaların AİHM içtihadına da
yansıdığı, kararlarda sağlık üzerindeki olası etkileri bilimsel araştırmalarla
kesinlik kazanmayan radyoaktif kirlilikle ilgili çevresel meselelerde devletin
geniş bir takdir hakkı olduğu vurgulanarak özellikle bilimsel verilerle kesinlik
kazandırılmamış olan söz konusu değerlendirmeler bağlamında, Mahkemenin kendi
takdirini kamusal makamların değerlendirmeleri yerine ikame etmenin mümkün
olmadığının kabul edildiği görülmektedir (Gaida/Almanya, B. No: 32015/02, 3/7/2007; Luginbühl/İsviçre, B. No: 42756/02, 17/1/2006).
77. Çevresel rahatsızlıklarla ilgili başvurular açısından, söz
konusu kirlilik ister kamusal makamların eylemlerinden ister özel hukuk
kişilerinin iş ve eylemlerinden kaynaklansın, yapılacak değerlendirmelerde
geçerli olan prensipler benzer olup kamusal makamların, bireyin menfaatleri ile
söz konusu faaliyetin yürütülmesine ilişkin kamusal ve genellikle ekonomik
yarar arasında adil bir denge tesis edip etmediğinin belirlenmesi
gerekmektedir.
78. Başvuruya konu yargılama dosyasına sunulan bilirkişi
raporunda, elektromanyetik radyasyon konusunda her ülkenin kendi standartlarına
göre limit değerler belirlediği, elektromanyetik alan oluşturan sabit
telekomünikasyon cihazlarının kuruluş yeri, montajı ve denetlenmesine ait
hususların, elektromanyetik alanda istem dışı ve sürekli maruz kalma durumunda,
çevre ve insan sağlığı üzerinde oluşabilecek olumsuz etkileri gidermek amacıyla
kabul edilen elektromanyetik alan şiddet sınır değerlerinin, ölçüm yöntemleri
veya ölçüm yapmaya yetkili kuruluşların ve ölçüm sonuçları elektromanyetik alan
şiddeti sınır değerlerine uygun olmayan sabit telekomünikasyon cihazlarının
sınır değerlere uygun hâle getirilmesine ilişkin usul ve esaslar ile bunlara
uyulmaması hâlinde işletmelere uygulanacak müeyyidelerin 16/5/2009 tarihli ve
27230 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Elektronik
Haberleşme Cihazlarına Güvenlik Sertifikası Düzenlenmesine İlişkin Yönetmelik
çerçevesinde düzenlendiği, ilgili firmanın söz konusu baz istasyonu için
güvenlik sertifikası aldığı, yapılan inceleme ve ölçümler sonucunda baz
istasyonunun yaydığı elektromanyetik radyasyon seviyeleri açısından
yürürlükteki yasal düzenlemelerin öngördüğü şekilde tesis edildiğinin
belirlendiği ancak istasyonun normal güç değerlerinden daha düşük güçte
çalıştığının tespit edildiği, bu hâliyle ölçüm sonuçlarının tamamının sınır
değerlerin altında olduğu hususunda bilirkişi raporunda yer alan tespitler
dikkate alındığında söz konusu istasyonun yasal çerçeveye uygun bir şekilde
tesis edilerek işletildiği anlaşılmaktadır.
79. Söz konusu istasyonun kurulumu ve işletilmesi için verilen
iznin özellikle haberleşme alanında mobil telefon teknolojisinin kullanılması
açısından kamu yararına hizmet ettiği açıktır.
80. Kamusal makamların söz konusu çevresel mesele bağlamında,
başvurucuların potansiyel olarak zararlı olan radyoaktif etkilerden korunmasına
ilişkin menfaati ile yukarıda belirtilen kamusal menfaatler arasında adil bir
denge gözetip gözetmediği noktasında özellikle dosyaya sunulan bilimsel
raporlarda yer alan verilerin gözönünde
bulundurulması zaruridir.
81. Başvurucular tarafından söz konusu elektromanyetik
kirliliğin kendileri ve yakınlarında görülen kanser rahatsızlığı ile doğrudan
ilgisi olduğu iddia edilmekle birlikte bu hususta kesin veriler içeren bir
delil ibraz edilmediği, bu bağlantının muhtemel görüldüğü bilimsel araştırma ve
değerlendirmelerden söz edildiği anlaşılmaktadır. Yargılama sırasında yapılan
keşif sonucu tanzim edilen bilirkişi raporunda ise baz istasyonlarından yayılan
elektromanyetik dalgaların sürekli yayıldığı ve yakın mesafelerde yaşayan
insanları sürekli maruziyet altında bıraktığı, GSM ve
baz istasyonlarının kanser yapıcı etkisini gösteren herhangi bir çalışma
olmamasına karşın bu olasılığın tümüyle dışlanabilmesinin de bilimsel yaklaşım
açısından olası olmadığı, uluslararası kimi rapor ve yayınlarda da risk
kaynakları konusunda yeterince ve uygun biçimde bilgilendirilmemenin
oluşturacağı sağlık ile ilgili kaygılar taşımanın stres etkeni olabileceği ve
bireylerin yaşam kalitelerinin olumsuz yönde etkilenebileceği gerçeğinin göz
ardı edilmemesi gerektiği, şimdiye kadar yapılan araştırmalarda baz
istasyonlarından yayılan elektromanyetik radyasyonların spesifik soğurma hızı
değerlerinin, güvenlik mesafesi dışında kalındığı takdirde yüksek olduğu ve bu
nedenle insan sağlığını zararlı yönde etkilediği ile ilgili bilimsel yayına
rastlanılmadığı, baz istasyonlarının insan sağlığına zararlı etkileri ile
ilgili olarak Avrupa Birliği ülkelerinin tespitlerini içeren ve şimdiye kadar
bu alanda yapılan tüm araştırmaları derleyen raporda, baz istasyonlarından
yayılan elektromanyetik radyasyonların kesin kanser yapıcı etkilerini içeren
bilimsel yayına rastlanmadığı ancak psikolojik yönden yapılan değerlendirme
kapsamında, gerek bilimsel çalışmalar gerekse somut olguda elde edilen teknik
ölçüm sonuçları ve açıklanan tüm hususlar gözönüne
alındığında, ölçüm yapılan bölgelerdeki elektromanyetik radyasyon seviyesinin
sağlık açısından bir risk oluşturmayacağının tespit edilmesine ve aynı zamanda
baz istasyonunun psiko-sosyal sağlık üzerinde
doğrudan bir etkisinden söz edilebilmesinin tüm yaşamsal değişkenler bazında
incelenmesinin olanaksızlığına rağmen başvurucuların baz istasyonunun
kaldırılması istemlerinin temelinde, psikolojik olarak kendilerinin ve
yakınlarının sağlığını ve hayatını,sosyal ve aile
zeminlerini kaybetme korkusunun yer aldığı, başvurucular ve yakınlarının sık
olarak baş ağrısı, uykusuzluk, bellek sorunları yaşadıkları, verilen bu
bilginin ise bireylerin yaşına bağlı ve/veya biyolojik kökenli olabileceği, bu
hususunun ise söz konusu raporda değerlendirilemeyeceği, ancak hastalanma
duygusuna, ölüme ve geleceğe yönelik duyulan korkunun yaşam deneyimleri ve
bilgilere dayalı psikolojik bir etkileşim sonucu olduğu, dolayısıyla hastalık
ve ölüm kaygısının kişinin psikolojisiyle açıklanabileceği, bu duygu ile
yapılan tüm psikolojik ve sosyal etkileşimlerinin de yaşam kalitesine etkisi
olduğunun düşünüldüğü, bunun yanı sıra ölçümde alınan elektrik alan şiddeti
değerlerinin kan kanseri de dâhil herhangi bir kansere sebep olabileceği ile
ilgili kesin bir bilimsel kanıta rastlanmadığı yönünde tespitlere yer verildiği
görülmektedir.
82. Söz konusu tespitler, baz istasyonlarından yayılan
radyoaktif kirliliğin zararlı etkileri noktasında bilimsel bir tartışmanın
sürdüğünü ortaya koymakla birlikte kanuni limitler dâhilinde olan salınımların
zararlı etkilerine ilişkin kesin bir bilimsel verinin de mevcut olmadığına
işaret etmektedir.
83. Özellikle çevresel sorunlara ilişkin karar alma
süreçlerinin, bireysel ve kamusal menfaatler arasında adil bir denge tesisine imkan verecek şekilde, gerekli etüt ve ayrıntılıdeğerlendirmeleri
içermesi zorunludur. Bununla birlikte bu kabul, ilgili kararların yalnızca söz
konusu meselenin her yönü ile ilgili kesin ve ölçülebilir verilerin ortaya
konulabildiği durumlarda alınabileceği şeklinde yorumlanamaz. Bu açıdan kamusal
makamların, ilgili alandaki araştırmaları desteklemek ve elde edilen veriler
ışığında mevzuat ve uygulamada gerekli revizyonları yapma yükümlülüğü bulunmaktadır
(Gaida/Almanya, B. No: 32015/02, 3/7/2007).
84. Başvurucuların söz konusu baz istasyonunun zararlı
etkilerine dair iddialarını yargısal makamlar önüne taşıma imkanı
buldukları, çelişmeli bir yargılama prosedüründe iddia ve delillerini sunma,
inceletme ve ilgili kamusal makam ve özel hukuk kişisinin iddia ve
savunmalarına yanıt verme imkanını elde ettikleri, iddialarının reddine dair
maddi ve hukuki değerlendirmelerin karar düzeltme aşaması da dahil iki dereceli
bir yargılama prosedürü neticesinde ortaya konulduğu anlaşılmaktadır.
85. Derece mahkemelerince başvurucuların iddialarının yapılan
keşif ve alınan bilirkişi raporları kapsamında ayrıntılı olarak
değerlendirildiği ve başvurucuların iddialarının yerinde görülmeme nedenlerinin
kapsamlı bir gerekçe ile ifade edildiği anlaşılmaktadır. İlgili yargısal
makamlarca radyoaktif kirliliğin insan sağlığı üzerindeki olası zararlı
etkilerinin bilimsel bir kesinliğe ulaşmayan karmaşık bir konu olduğu,
başvurucular tarafından psikolog bilirkişinin değerlendirmelerine dayanarak
kişilerde meydana gelen hastalık ve ölüm kaygısının teknolojik ürünlerle yakın
mesafede yaşanmak istenmemesinin doğal olduğu sonucundan hareketle illiyet
bağının kurulabileceği iddia edilmekte ise de GSM şebekesinin bizatihi kanser yapıcı
olduğuna ilişkin herhangi bir bağın teknik ve bilimsel olarak ortaya
konulamaması karşısında kişilerin tek yanlı duygu ve düşüncelerinin esas
alınarak hüküm kurulamayacağı ve bu açıdan başvurucuların zarar iddiası ile baz
istasyonunun etkileri arasında bir illiyetin
olamayacağı sonucuna ulaşıldığı anlaşılmaktadır.
86. Yukarıda yer verilen tespitler ve yapılan ölçümler
neticesinde mevzuattaki limit değerlerin altında olduğu ortaya konulan
radyoaktif etkinin, başvurucuların sağlığı üzerinde doğrudan zararlı bir
etkisinin olduğunu ortaya koyan kesin bilimsel verilerin mevcut olmadığı
dikkate alındığında, kamusal makamların başvurucuların ve kamunun somut başvuru
özelinde karşı karşıya gelen menfaatleri arasında adil bir denge tesis
etmeyerek takdir hakkının sınırlarını aştığı sonucuna ulaşmak mümkün değildir.
Bu noktada Anayasa Mahkemesinin kendi takdirini, bilimsel veriler ile bu teknik
ve karmaşık alana ilişkin olarak kamusal makamların takdiri yerine ikame etmesi
düşünülemez. Bunun yanı sıra başvurucuların söz konusu çevresel rahatsızlığa
ilişkin iddialarını, ilgili usule ilişkin güvenceleri haiz olarak yargısal
makamlara sunma ve inceletme imkânı bulduğu anlaşılmaktadır.
87. Yukarıda yer verilen tespitler ışığında kamusal makamların
olaya gereken özenle yaklaşmadıkları ve olayda söz konusu olan kamusal ve
bireysel menfaatleri gerektiği şekilde değerlendirmedikleri, başvurucuların
özel ve aile yaşamına saygı hakkının korunması bağlamında kamusal makamların
pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna varılması mümkün değildir.
88. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 17. ve 20.
maddelerinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve
geliştirilmesi hakkı ile aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı
ile aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. ve 20. maddelerinde güvence altına alınan
maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile aile hayatına
saygı hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
24/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.