TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
TÜRKAN BAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6932)
|
|
Karar Tarihi: 6/1/2015
|
R.G. Tarih-Sayı: 9/5/2015-29350
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Okan TAŞDELEN
|
Başvurucu
|
:
|
Türkan BAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Abdi PESOK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, raporlu olmasına
rağmen, iş bırakma eylemine katıldığı gerekçesiyle işten çıkartılmasına karşı
açtığı davanın, haksız ve benzer davalarda verilen onama kararlarıyla çelişir
biçimde Yargıtay tarafından reddedilmesinin ve gerçekleşen basın açıklamasının
yasa dışı eylem olarak nitelendirilmesinin Anayasa’nın 10., 13., 36., 49., 53.
ve 54. maddelerinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ile temel hakların
sınırlandırılması ilkelerine ve adil yargılanma, çalışma, toplu sözleşme ve
grev haklarına aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu varlığını
iddia ettiği ihlallere dayanarak, yeniden yargılamaya ya da tazminat ödenmesine
karar verilmesini ve yargılama giderlerine hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 13/9/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde, Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 31/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm başkanı tarafından
10/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı tarafından
20/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 21/5/2014
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını
19/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. İkinci Bölüm tarafından
20/11/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel
Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca
Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu olaylar sırasında,
Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığında (“Türk Hava Yolları” veya “THY”) işçi
olarak çalışmaktadır.
9. Başvurucunun da üyesi olduğu
Hava-İş Sendikası (Sendika), hava iş kolunda grev yasağı öngören kanun
değişikliği teklifinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülecek olması
nedeniyle, 29/5/2012 tarihinde 3:00 ilâ 24:00 saatleri arasında çalışma
yapmamaları yönünde üyelerini kısa mesaj ile bilgilendirmiştir. Belirtilen
tarihte, Sendika ile THY arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri halen devam
etmektedir.
10. Bu çerçevede, bazı
çalışanlar 29/5/2012 tarihinde farklı gerekçelerle iş başı yapmamış ve bu
kişilerin bir kısmı Atatürk Havalimanında düzenlenen basın açıklamasına da
katılmışlardır. Başvurucunun, belirtilen tarihte rahatsız olduğuna ilişkin sağlık
raporu bulunmaktadır.
11. Türk Hava Yolları daha
sonraki bir tarihte, başvurucunun da dâhil olduğu 305 işçinin sözleşmesini,
yasa dışı eyleme katıldıkları gerekçesiyle feshetmiştir.
12. Başvurucu, iş akdinin
feshine karşı, işe iade istemli tespit davası açmıştır. Bakırköy 7. İş
Mahkemesi 12/3/2013 tarihli ve E.2012/314, K.2013/166 sayılı kararı ile feshin
geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir.
13. İş Mahkemesi kararını
verirken ilk olarak, başvurucunun 29/5/2012 tarihinde raporlu olduğunu, bu
raporun işveren hekimince onaylandığını ve rapora karşı herhangi bir sahtelik
iddiasında bulunulmadığını, davalı THY tarafından sunulan CD’deki görüntülerden
başvurucunun basın açıklamasına katıldığının veya hava limanı içerisinde
bulunduğunun tespit edilemediğini belirtmiştir. Bakırköy 7. İş Mahkemesi
devamla, başvurucunun katıldığı ispatlanamamakla birlikte, bahse konu eylemin
de demokratik bir hakkın kullanımı şeklinde gerçekleştiğini, aşırılık
içermediğini ve yasa dışı bir eylem olarak nitelendirilemeyeceğini
belirtmiştir. Mahkeme, feshin disiplin kurulunun kararı bulunmaksızın
yapılmasının dahi başlı başına, feshin haksızlığını gösterdiğini
değerlendirmiştir.
14. Temyiz talebini inceleyen
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi öncelikle, “sendikanın,
üyelerinin cep telefonlarına gönderdiği mesaj sonrası ikiyüzyetmişdokuz
işçinin aynı gün rapor alması dikkate alındığında, bu raporların hastalık
sebebiyle değil, eyleme iştirak amacıyla alındığı sonucuna” varmıştır.
Daire, ispat yükünü başvurucuya yönelterek, davalı işveren THY’nin iddialarını
çürütemediğine ilişkin şu değerlendirmede bulunmuştur: “Alınan raporların işyeri hekimliğince verilmediği ve
rapor alındığının süresinde işveren yetkililerine bildirilmediği davalı işveren
vekili tarafından iddia edilmiştir. Yine davacı ve arkadaşlarının doktor raporu
alarak işe başlamadıkları, çalışmakta olanları da engellemeye çalıştıkları, bu
şekilde yapılan eylem sonucu Türk Hava Yollarında 233 seferin iptal edildiği,
çok sayıda seferin gecikmeli olarak yapıldığı ve binlerce yolcunun mağdur
edildiği, şirketin milyarla ifade edilen zararının doğduğu ileri sürülmüştür.
Davalı işverence Atatürk Havaalanında eylem yapan işçilerin çalışanları söz ve
alkışlarla protesto ettiklerine dair CD kayıtları dosyaya sunulmuştur.
Belirtilen iddiaların doğru olmadığına yönelik davacı işçi tarafından herhangi
bir bilgi ve belge dosyaya sunulmamıştır”.
15. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi,
iş bırakma eyleminin mesleki bir amaca da hizmet edebileceğini göz önüne
almakla birlikte, grev yasağı öngören bir kanun değişikliği teklifi vesilesiyle
yapılması nedeniyle, muhatabı ve amacı itibariyle “siyasi amaçlı grev” olarak nitelendirmiştir. Daire,
başvurucu ve arkadaşlarının veya Sendikanın toplu eylem öncesi Hükümet veya
yasama organı yetkilileri ile görüşme, arabulucudan yararlanma gibi barışçıl
yöntemlerden faydalanmamaları ve iş bırakmaya kıyasla daha hafif diğer protesto
biçimlerini tercih etmemeleri nedeniyle, eyleme son çare olarak başvurulmadığı
sonucuna ulaşmıştır. Eylemin, yasa değişikliğini engellemek gibi meşru bir
amacının bulunduğu kabul edilmiş, fakat ölçülü olmadığı vurgulanmıştır. Bu
kapsamda, iş bırakma eyleminin saat 3:00 ilâ 24:00
arasında uzun sayılabilecek bir süre devam ettiğine, sefer iptali ve gecikmeler
nedeniyle binlerce yolcunun mağdur olduğuna ve Türk Hava Yollarının bu nedenle
maruz kaldığı olası zarara vurgu yapılmıştır. Daire kararında, toplu iş bırakma
eylemine son çare olarak başvurulmaması ve ölçülülük ilkesine uyulmaması
nedeniyle fesih için haklı neden oluştuğunu kabul etmiştir. Yargıtay 22. Hukuk
Dairesi, disiplin kurulu kararının alınmamasının feshi haksız hale getirdiğini
belirtmiştir. Ancak, Yargıtay uygulamasına göre geçerli sebebi ortadan
kaldırmadığından, feshin yine de geçerli sebebe dayandığı değerlendirilmiştir.
16. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
sonuç olarak, 4/7/2013 tarih ve E.2013/9431, K.2013/16464 sayılı ilamı ile İlk
Derece Mahkemesi kararının bozularak ortadan kaldırılmasına ve başvurucunun
davasının kesin olarak reddine karar vermiştir.
17. Yargıtay ilamı, başvurucuya
22/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu, 13/9/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
19. Başvurucu, 1/3/2014
tarihinde yeni işçi statüsünde tekrar işe alındığını belirtmiştir.
B. İlgili
Hukuk
20. 22/5/2003 tarihli ve 4857
sayılı İş Kanunu’nun “Sözleşmenin feshinde
usul” kenar başlıklı 19. maddesi şöyledir:
“İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve
fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.
Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan
bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile
ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı
bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır.”
21. 4857 sayılı Kanun’un “Fesih bildirimine itiraz ve usulü” kenar
başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih
bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep
olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği
tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (...) taraflar
anlaşırlarsa
uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat
yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia
ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde
sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay
içinde kesin olarak karar verir.
(İptal dördüncü fıkra: Anayasa Mahkemesi’nin
19/10/2005 tarihli ve E.2003/66, K.:2005/72 sayılı Kararı ile.).”
22. 5/5/1983 tarihli ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve
Lokavt Kanunu’nun “Toplu iş sözleşmesinin
hükmü” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Toplu iş sözleşmesinde aksi belirtilmedikçe
hizmet akitleri toplu iş sözleşmesine aykırı olamaz. Hizmet akitlerinin toplu
iş sözleşmesine aykırı hükümlerinin yerini toplu iş sözleşmesindeki hükümler
alır. Hizmet akdinde düzenlenmeyen hususlarda toplu iş sözleşmesindeki hükümler
uygulanır.
Toplu iş sözleşmesinde hizmet akitlerine
aykırı hükümlerin bulunması halinde hizmet akdinin işçi lehindeki hükümleri
geçerlidir.
Her ne sebeple olursa olsun sona eren toplu iş
sözleşmesinin hizmet akdine ilişkin hükümleri yenisi yürürlüğe girinceye kadar
hizmet akdi hükmü olarak devam eder.”
23. 8/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri”
kenar başlıklı 15. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri
şunlardır:
1. Yargıtay dairelerinin bozma kararlarına
karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek,
2. a) (Ek: 26/9/2004-5235/51 md.) Aynı veya farklı yer bölge adliye mahkemelerinin kesin
olarak verdikleri kararlar bakımından hukuk daireleri arasında veya ceza
daireleri arasında uyuşmazlık bulunursa,
b) Hukuk daireleri arasında veya ceza
daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunursa,
c) Yargıtay dairelerinden biri; yerleşmiş içtihadından
dönmek isterse, benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunursa,
Bunları içtihatların birleştirilmesi yoluyla
kesin olarak karara bağlamak,”
24. 2797 sayılı Kanun’un “İçtihadların birleştirilmesini istemek yetkisi ve bağlayıcılığı”
kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:
“İçtihadların birleştirilmesini Birinci Başkan, doğrudan
doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar
sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması
halinde, ilgili kuruldan ister. Bu istemlerin gerekçeli olması zorunludur.
…
İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki
konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini
bağlar.”
25. Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (HAVA-İŞ) ile Türk Hava
Yolları Anonim Ortaklığı arasında imzalanan 1/1/2009-31/12/2010 yürürlük
tarihli 22. Dönem İşletme Toplu İş Sözleşmesi’nin “İşten Çıkarma Cezasında Usul” başlıklı 26. maddesinin (2)
numaralı fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:
“İşten çıkarma cezası Disiplin Kurulu
kararıyla verilir.”
26. 29/5/2012 tarihinde yapılan iş bırakma eylemine katıldıkları
gerekçesiyle Türk Hava Yolları tarafından iş akitleri feshedilen ve İlk Derece
Mahkemelerince işe iadelerine hükmedilen kişilerin davalarına ilişkin Yargıtay
kararları aşağıdaki gibidir:
a. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 12/4/2013 ve 26/4/2013 tarihlerinde
verdiği kararlarda, olay günü raporlu olan kişilerin hastaneye başvurmasının
gerçeği yansıtmayacak nitelikte ve göstermelik olduğu yönünde bir iddia
bulunduğu takdirde, işverenin bu hususta araştırma yapması veya delil sunması
gerektiği yönündeki derece mahkemelerinin kararlarını onamış veya bu yönde
ulaştıkları sonucu uygun bulmuştur (Bkz. 12/4/2013 tarih ve E.2013/10958,
K.2014/6405; E.2013/10963, K.2014/6406; E.2013/11199, K.2014/6412 sayılı ve
26/4/2013 tarih ve E.2013/8796, K.2014/7705 sayılı ilamlar). Bahse konu ilk
derece mahkemeleri kararlarında, feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat
yükümlülüğünün işverene ait olduğu hususu vurgulanmıştır. 26/4/2013 tarihinde
verilen iki karara konu yargılamalarda ise ispat yüküne dair açık bir ifadeye
yer verilmemekle birlikte, davalı THY’nin sağlık raporlarının aksine bir delil
getirmesi gerektiği belirtilmiştir (Bkz. 26/4/2013 tarih ve E.2013/13392,
K.2014/7711 ile E.2013/13397, K.2014/7716 sayılı ilamlar). Yukarıda belirtilen
tüm bu yargılamalarda, davalı THY’nin, Sendikanın gönderdiği kısa mesajları
takiben 279 kişinin aynı gün hastalanmasının hayatın olağan akışına aykırı
olduğu şeklindeki veya işe gelmeme amacıyla rapor alındığına yönelik iddiaları
mahkemelerce kabul edilmemiştir.
b. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi ise 14/5/2013 ile 22/10/2013
tarihleri arasında verdiği kararlarda derece mahkemelerinin feshin haksız
olduğu yönündeki kararlarını yukarıda 14. ve 15. paragraflarda belirtilen
gerekçelerle bozmuş ve davaların reddine hükmetmiştir (Bkz. 14/5/2013 tarih ve
E.2013/7517, K.13/10951 sayılı, 18/6/2013 tarih ve E.2013/13520, K.13/14842
sayılı, 4/7/2013 tarih ve E.2013/7453, K.13/16466 sayılı, 26/9/2013 tarih ve
E.2013/23667, K.2013/19913 sayılı ile 22/10/2013 tarih ve E.2013/27586,
K.2013/22043 sayılı ilamlar).
c. Diğer yandan, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 4/2/2014 tarihli
ilamlarıyla, raporlu işçilerin eyleme katıldığının işveren tarafından
ispatlanamadığı gerekçesiyle davacıların işe iadesine hükmedilmesini onamıştır
(Bkz. 4/2/2014 tarih ve E.2013/9629, K.2014/3169 ve E.2013/9636, K.2014/3176
sayılı ilamlar). Yargıtay onamasına konu bu yargılamalarda da toplu rapor
alınmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı şeklindeki davalı savunmaları
derece mahkemelerince kabul edilmemiştir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 4/2/2014
tarihinde verdiği diğer iki kararda ise feshin
haklı ve geçerli bir nedene dayandığını ispat yükünün işverene
düştüğüne ilişkin ilk derece mahkemesi kararlarını onamıştır (Bkz. 4/2/2014
tarih ve E.2013/9266, K.2014/3156 ile E.2013/9272, K.2014/3162 sayılı ilamlar).
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
27. Mahkemenin 6/1/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 13/9/2013 tarih ve 2013/6932 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
28. Başvurucu, kendisi gibi dava
açan 305 işçinin ilk derece mahkemelerince işe iadesine karar verildiğini, bu
dosyalardan Yargıtay 7. Hukuk Dairesine tevzi edilen kararların onandığını,
fakat kendi dosyasının 22. Hukuk Dairesi tarafından incelendiğini ve bozularak
reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucu devamla, olay günü raporlu olmasına ve
CD’deki görüntülerde yer almamasına rağmen, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin,
raporun hastalık nedeniyle olmadığını kabul etmesinden ve 4857 sayılı Kanun’un
20. maddesinin ikinci fıkrasındaki ispat yükünü tersine çevirerek, işverenin
iddialarının doğru olmadığını kendisinin ispatlamak zorunda bırakılmasından
şikâyetçi olmaktadır. Başvurucu bu nedenlerle, Anayasa’nın 36. ve 10.
maddelerinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ve kanun önünde
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Başvurucu ayrıca, diğer
çalışanlara gözdağı vermek amacıyla, ayrımcılık yapılmak suretiyle ve sendikal
nedenlerle işten çıkarıldığını iddia etmektedir. Başvurucu, basın açıklamasına
katılanların demokratik haklarını kullandıklarını, temel hak ve hürriyetlerin
sadece Anayasa’nın 13. maddesine uygun olarak sınırlanabileceğini ve sendikal
faaliyet nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin Anayasa’nın 13. maddesine aykırı
olduğu gibi uluslararası sözleşmelere de aykırı olduğunu, basın açıklamasına
katılmanın yasa dışı eylem olduğunu ileri sürmenin ve böyle bir eyleme katılma
gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesinin Anayasa’nın 13., 54. ve 90.
maddelerinin ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu “… siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı,
genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer
direnişler yapılamaz.” hükmü 2010 yılında yapılan değişiklikle
Anayasa’dan çıkartılmış olduğundan, bu durumların anayasal bir hak haline
geldiğini ve sınırlandırılmasının anayasal temelinin kalmadığını ileri
sürmüştür.
30. Başvurucu son olarak, ilgili
yasa maddelerinin ve işten çıkarılmasına ilişkin toplu iş sözleşmesi
hükümlerinin yargılama esnasında uygulanmadığını iddia ederek, Anayasa’nın 49.
maddesinde düzenlenen çalışma hakkının ve 53. maddesinde yer alan toplu
sözleşme hakkının ihlal edildiğini belirtmektedir.
31. Başvurucu, iddia ettiği
ihlaller nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına ya da 60.000,00 TL tazminata
hükmedilmesini ve yargılama giderlerinin karşılanmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
32. Anayasa Mahkemesi, başvurucu
tarafından yapılan hukuki nitelendirme ile bağlı olmaksızın, olay ve olguların
hukuki tavsifini kendisi takdir eder.
33. Buna göre başvurucunun, iş
akdinin feshine karşı açtığı davanın reddedilmesiyle ve hukuk kurallarının
uygulanmasıyla bağlantılı olarak adil yargılanma hakkının, kanun önünde eşitlik
ilkesinin ve çalışma ile toplu sözleşme haklarının ihlali iddialarının özü,
Yargıtay dairelerinin birbirinden farklı kararlar vermesine ilişkindir ve
yargılamanın adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
Başvurucunun, iş bırakma eylemine katıldığı gerekçesiyle iş akdinin feshine
ilişkin iddiaları ise grev hakkı kapsamında ele alınmıştır.
34. Bahse konu açıklamalar
çerçevesinde, başvurucunun Anayasa'nın 10., 13., 49. ve 53. maddelerine ilişkin
iddiaları yukarıda belirtilen haklar kapsamında değerlendirileceğinden, bu
maddeler kapsamında ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Adil
Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
35. Anayasa’nın 148. maddesinin
(4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
36. İlke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun
yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesince incelenemez (Bkz. B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
37. Bununla birlikte,
başvurucunun şikâyetleri, Yargıtay tarafından delillerin değerlendirilmesinde
ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığından ya da yargılamanın
sonucundan ziyade, özü itibariyle, Yargıtay dairelerinin aynı olaydan
kaynaklanan davalarda farklı sonuçlara ulaşması ile ilgilidir. Başvurucunun
iddiaları bu bakımdan, Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası anlamında
bir kanun yolu şikâyetinin ilerisine geçmiş olup, Yargıtay kararlarındaki
farklılaşmanın adil yargılanma hakkını zedeleyip zedelemediğinin incelenmesi
gerekmektedir.
38. Dolayısıyla, başvurucunun
adil yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı gibi, diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de
bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul
edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
b. Grev
Hakkının İhlali İddiası
39. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
kabul edilemezliğine karar verebilir.”
40. Somut olayda, Yargıtay
tarafından, başvurucunun iş bırakma eylemine iştirak amacıyla sağlık raporu
aldığı kabul edilmiş ve iş akdinin feshine karşı açmış olduğu dava
reddedilmiştir.
41. Bununla birlikte, başvuru
formu ve eklerinde, başvurucu ısrarlı bir şekilde iş bırakma eyleminin
gerçekleştiği 29/5/2012 tarihinde, “eyleme
katılma amacıyla değil, hastalığı nedeniyle rapor aldığını”
belirtmektedir. Başvurucu, şikâyetini kaleme alırken de kendisini hariç
bırakacak ve üçüncü kişilere atıf yapacak biçimde “Basın açıklamasına katılanlar ... demokratik haklarını kullanmışlardır” ifadesine yer
vermiştir. Hak ihlali iddiası, Yargıtay kararındaki “iş başı yapmamak maksadıyla rapor aldığı” kabulüne dayandırılmış
olup, başvurucunun şikâyeti bu haliyle varsayımsaldır.
42. Yargıtayın ilgili dairesince,
başvurucunun eyleme iştirak amacıyla sağlık raporu aldığının değerlendirilmesi
ve önceki emsal karardan farklı biçimde, başvurucunun davasının reddedilmesine
yönelik hak ihlali iddiası ise, adil yargılanma hakkını ilgilendirdiğinden, bu
hak çerçevesinde ele alınacaktır (Bkz. §§ 59-73).
43. Sonuç
itibarıyla, grev
hakkının ihlali iddiası başvurucu tarafından kanıtlanamadığından, başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
44. Başvurucu, feshe karşı açtığı
davanın, sağlık raporunun iş bırakma eylemine katılma amacıyla alındığı
gerekçesiyle ve ispat yükü kendisine yöneltilecek biçimde Yargıtay 22. Hukuk
Dairesince reddedilmesinin, benzer nitelikteki davalarda verilen onama
kararlarıyla çelişki oluşturduğunu ileri sürmüştür.
45. Bakanlık görüşünde, ulusal
mevzuatı yorumlama görevinin ilk elde ulusal makamlara düştüğü, içtihatta
değişmelerin olabileceği belirtilerek, mahkemelerin uygulamaları arasındaki
uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmaların hayata
geçirilmesinin önemli olduğu yönündeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
kararlarına yer verilmiş ve bu hususların dikkate alınması gerektiği
belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ek olarak, mahkemelerin aynı duruma ilişkin
yorum farklılıklarının tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde
kabul edilemeyeceğine ilişkin, Anayasa Mahkemesinin 2013/3351 numaralı bireysel
başvurudaki 18/9/2013 tarihli kararına atıf yapılmıştır.
46. Başvurucu, Bakanlığın adil
yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla ilgili görüşlerini kabul etmediğini
belirtmiştir. Başvurucu raporlu olmasına rağmen, bunun kabul edilmeyip
işverenin iddialarının doğru olmadığını kendisinin ispatlamak zorunda
bırakılmasının ve Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin daha önceki onamalarına rağmen,
davasının reddedilmesinin hukuk güvenliğini ve adil yargılanma hakkını açıkça
ihlal ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu, 2013/3351 numaralı bireysel başvuru
kapsamında verilen kararın, mevcut olaya uygulanabilir olmadığını dile getirmiştir.
47. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı
36. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
48. Anayasa'nın 141. maddesinin
(3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır."
49. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Adil
yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.…"
50. Anayasa'nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Bkz B.
No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
51. Diğer yandan, Sözleşme metni
ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen
adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme'nin
lafzi içeriğinde yer alan gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadıyla
adil yargılanma hakkının koruma alanına dâhil edilen ilke ve hakları,
Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında kabul etmektedir (Bkz. B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
52. Bu noktada, hukuk devletinin
gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (Bkz. AYM,
E.2008/50, K.2010/84, K.T. 24/6/2010; ve E.2012/50, K.2012/128, K.T.
20/9/2012). AİHM de benzer biçimde adil yargılanma hakkının, hukuk devletinin
Sözleşmeci Devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin önsözüyle
birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukuk devletinin asli
unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi ise, hukuki
durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine
katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi,
yargı sistemine güveni azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (Bkz. Nejdet
Şahin ve Perihan
Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).
53. Bununla birlikte, farklı kararların aynı
mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına
gelmeyecektir (Aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya,
B. No: 21911/03, 24/3/2009, §
29; ve Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92). Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali, Yargıtay,
Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gibi çeşitli yüksek mahkemelerden
oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir.
54. Diğer yandan, bireylerin makul
güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği
şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Aynı yöndeki AİHM kararları
için bkz. Unédic/Fransa, B.
No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; ve Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], yukarıda anılan, §
58). Mahkemelerin
yorumlarında dinamik ve evirilen bir yaklaşımın sürdürülememesi
reform ya da gelişimi engelleyeceğinden, kararlardaki değişim, adaletin iyi
idaresine aykırılık teşkil etmez (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Atanasovski/Makedonya Eski
Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
55. Mahkeme içtihatlarındaki
değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup, böyle bir
değişiklik özü itibarıyla, önceki çözümün tatminkar bulunmaması anlamına gelir
(Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. S.S.Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve
Diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05 … 17293/05, 30/11/2010, § 28).
Ancak, aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması
halinde, mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi
gerekmektedir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
56. Yüksek mahkemelerin oynaması
gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir
çözüm getirmektir. Bununla birlikte, yeni kabul edilmiş bir yasanın
yorumlanmasında olduğu gibi, bazı hallerde içtihadın müstekar
hale gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Aynı yöndeki AİHM
kararları için bkz. Zielinski and Pradal
and Gonzalez ve Digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94 …
34173/96, 28/10/1999, § 59; ve Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.),
B. No: 42162/02, 2/12/2008).
57. İhtilaf konusu davalardaki
uyuşmazlıkların veya olayların birbirinden farklılık göstermesi, iki karardaki
farklılaşan değerlendirmeleri haklı gösterir ve aynı konuda verilmiş çelişen
hükümlerden bahsedilemez (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Erol Uçar/Türkiye (k.k.), B. No: 12960/05, 29/9/2009).
58. Yüksek mahkemelerin ya da
nihai merci olarak bir uyuşmazlığı çözüme bağlayan mahkemelerin aynı konuya
ilişkin kararlarında, davaların içeriğinden kaynaklanmayan farklı kabullerin
bulunması halinde ise, hareket noktası, derece mahkemelerinin değerlendirme
veya yorumlarından hangisinin doğru olduğunun ve tercih edilmesi gerektiğinin
tespit edilmesi olmayacaktır (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Stefanica ve
Diğerleri/Romanya, B.
No: 38155/02, 2/11/2010, § 34). Bununla birlikte, Anayasa
Mahkemesi kararlarda yaşanan değişimin hukuki bir belirsizliğe yol açıp
açmadığına ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup olmadığına yönelik bir
inceleme yapabilir.
i. Kararlar Arasında Çelişkinin Varlığı
59. Başvurucunun kararlarına
dayandığı Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin, 12/4/2013 ve 26/4/2013 tarihli
ilamlarına konu olaylarda davacılar, başvuruya konu iş bırakma eyleminin
yapıldığı tarihte başvurucu gibi raporludur. İlk derece mahkemeleri, davalı
THY’nin “279 kişinin aynı gün
hastalanmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu” şeklindeki ya
da “raporların eyleme iştirak amacıyla
alındığı” yönündeki savunmasını dikkate almamışlar ve sağlık
raporlarının gerçeği yansıtmadığına yönelik olarak davalı işverence bir delil
getirilememesi nedeniyle, feshin haksız olduğuna karar vermişlerdir. Mahkemeler
hüküm kurarken ayrıca, feshin haklı olduğunu ispat yükünün işverene düştüğünü
açıkça veya zımni olarak belirtmişlerdir (Bkz. § 26). Feshin haksız olduğu
şeklinde verilen kararlar veya ulaşılan sonuçlar Yargıtay 7. Hukuk Dairesi
tarafından onanmıştır.
60. Temyiz mercilerinin
yargılamayı yapan mahkemenin kararına katılmaları halinde, bunu ya aynı
gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararlarına yansıtmaları yeterlidir.
Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde öne sürülmüş
ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını
ya da bozduğunu göstermesidir (Bkz. B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57). Bu
nedenle, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesinin kararını veya
ulaştığı sonucu ek bir açıklama yapmaksızın uygun bulduğu ilamlardan,
mahkemelerin gerekçelerinin benimsendiğinin kabulü gerekir.
61. Mevcut başvuruya konu
olayda, Bakırköy 7. İş Mahkemesi, başvurucunun olay tarihinde raporlu olduğu ve
davalı THY tarafından buna karşı bir delil getirilmediği gerekçesiyle başvurucu
lehine karar vermiştir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi ise sağlık raporunun eyleme
iştirak amacıyla alındığını belirtmiştir. Bu kabulle bağlantılı olarak, davalı
THY’nin rapora ve iş bırakma eylemine ilişkin iddialarının aksini kanıtlama
yükü başvurucuya yöneltilmiştir (Bkz. § 14). Nihayetinde, derece mahkemesinin
kararının bozulmasına ve başvurucunun davasının reddedilmesine karar vermiştir.
62. Yukarıdaki açıklamalar
çerçevesinde, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin sağlık raporu ve ispat yükü
hususlarındaki değerlendirmelerinin, başvurucunun açtığı davaya konu olayların
farklılığından kaynaklanmadığı ve Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin aynı konudaki
önceki tarihli ilamlarıyla çelişki oluşturduğu anlaşılmaktadır.
ii. Hukuki Belirlilik İlkesi Yönünde Değerlendirme
63. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin somut
başvuruya konu kararının, başvurucunun da aralarında bulunduğu çalışanların iş
akitlerinin THY tarafından feshedilmesine ilişkin yargılamaların tümü
bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Benzer olaylar çerçevesinde verilen
mahkeme kararlarında görülebilecek tutarsızlıklar, hukuki belirsizlik
oluşturmaları nedeniyle, Anayasa Mahkemesinin yapacağı incelemede dikkate
alınacaktır.
64. Yargısal kararlardaki
değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan
gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak,
uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer
alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı
sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde
onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale
dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkartır. Bu ise hukuki belirlilik ve
öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca, böyle bir algının toplumda
yerleşmesi halinde, bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları
beklenen güven zarar görebilir.
65. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi,
sağlık raporlarının doğruluğunu kabul eden ve ispat yükünün işverene düştüğüne
dair ilk derece mahkemelerinin kararlarını istikrarlı biçimde onamıştır. Bu
nedenle, hukuki belirlilik ilkesi ışığında, başvurucuda kendi davasında
verilecek karara ilişkin makul bir güvenin oluştuğunun kabulü gerekir.
Dolayısıyla, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin, sağlık raporu ile ispat yükü
bakımından farklı bir değerlendirme yapması, her ne kadar takdir yetkisi
kapsamında kabul edilebilirse de mevcut başvurunun koşullarında öngörülebilir
değildir ve gerekçelendirmeye ihtiyaç duymaktadır.
66. Mevcut başvuruya
bakıldığında, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi sağlık raporunun eyleme iştirak
amacıyla alındığı sonucuna ulaşırken, “sendikanın,
üyelerinin cep telefonlarına gönderdiği mesaj sonrası ikiyüzyetmişdokuz
işçinin aynı gün rapor almasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı ve
raporların hastalık sebebiyle alınmadığını gösterdiği” gerekçesinden
hareket etmiştir. Bununla birlikte, belirtilen hususlar, davalı Türk Hava
Yolları tarafından diğer davalarda da savunma olarak ileri sürülmüştür. Bu
iddianın, ilk derece mahkemelerince kabul edilmediği ve Yargıtay 7. Hukuk
Dairesinin bu kararları onadığı dikkate alındığında, ilave bir açıklamaya yer
verilmeksizin sadece aynı ifadelere dayanılması yeterli bir gerekçe oluşturmaz.
Başvurucuyu, işverenin iddialarının aksini ispatlamak zorunda bırakan kabul
bakımından ise, Yargıtay ilamında herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
67. Yargıtay 22. Hukuk
Dairesinin bahse konu ilamının, daha önceki kararlardan farklı bir sonuca neden
ulaşıldığının, başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak
anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeyi içermediği değerlendirilmektedir.
4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, ilk derece
mahkemesinin direnme imkânının bulunmaması ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin,
başvuru konusu karardan sonra, benzer davalarda onama yönünde kararlar vermesi
(Bkz. § 26), gerekçelendirmeye duyulan ihtiyacı daha da belirginleştirmiştir.
68. Anayasa Mahkemesi bu
nedenlerle, başvurucunun davasının ne şekilde sonuçlanması gerektiğine dair
herhangi bir çıkarım yapmamakla birlikte, nihai yargılama makamını oluşturan
Yargıtay daireleri arasındaki yorum farklılıklarının, benzer nitelikteki
davaların karara bağlanması sürecinde hukuki belirsizliğe yol açtığını ve
başvurucu için öngörülemez olduğunu değerlendirmektedir.
69. İncelenmesi gereken diğer
bir husus ise farklı kararlar verilmesi halinde çözüm sunabilecek yapısal bir
mekanizmanın varlığı ve ne şekilde işletildiğidir.
70. Başvurucunun işe iadesine
dair ilk derece mahkemesi kararı, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından
bozulmuş ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde
dava, nihai olarak reddedilmiştir. Yargıtay dairesinin kararının kesin olması
nedeniyle, ilk derece mahkemesinin direnmesi yoluyla, uyuşmazlığın Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu önüne getirilmesi ve böylelikle Yargıtay Dairelerinin
birbiriyle çelişen yorumlarını birleştirecek bir karar verilmesi ihtimali
bulunmamaktadır.
71. Dairelerin kararları
arasındaki farklılık, birbirine benzer davalarda sağlık raporu delilinin
değerlendirilmesinden ve bununla ilintili biçimde ispat yükünün yöneltilmesinden
kaynaklanmıştır. Dolayısıyla, 2797 sayılı Kanun’un 15. maddesinin ikinci
fıkrasının (b) veya (c) bendi uyarınca Yargıtayın
ilgili dairesinin konuyu Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulundan
ziyade, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne getirmesi ve yeknesak bir uygulamanın
sağlanması mümkün olabilirdi. Bununla birlikte, Yargıtay daireleri bu gibi
durumlarda kendiliğinden içtihatlarını değiştirme yoluna gittiğinden, yasada
belirtilen yolun teoride kaldığı ve etkili bir çözüm sunamadığı
anlaşılmaktadır.
iii. Sonuç
72. Açıklanan nedenlerle, mevcut
yapısal mekanizmanın işletilmesindeki eksiklikle birlikte ele alındığında,
Yargıtay dairelerinin ilamlarında yeterli gerekçeyle desteklenmeyen
farklılıkların bulunmasının, başvurucunun açtığı davanın görülmesi bakımından
hukuki belirsizliğe neden olduğu ve başvurucu açısından öngörülemez bulunduğu
sonucuna varılmıştır.
73. Bu kapsamda, başvurucunun
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
74. Başvurucu, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın
ilgili yargı organına gönderilmesini veya 60.000,00 TL tazminata hükmedilmesini
ve yargılama giderlerinin ödenmesini talep etmiştir.
75. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, ihlal tespiti halinde hakkaniyete uygun bir tazminata karar
verilmesinin yerinde olacağını belirtmiştir.
76. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
77. Tespit edilen ihlal
kapsamında yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından,
başvurucunun yeniden yargılama yapılması yönündeki talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
78. Somut başvuruda Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki tespit nazara alınarak, başvurucuya takdiren
net 10.000,00 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
79. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Grev
hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Adil
yargılanma hakkı kapsamındaki şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa'nın
36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 10.000,00 TL TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
C. Yeniden yargılama yapılması yönündeki talebin reddine,
D. 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığınca başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına ve Yargıtay
Başkanlığına gönderilmesine,
6/1/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.