TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
FATMA ŞİMŞEK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7002)
|
|
Karar Tarihi: 11/5/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 25/8/2016-29812
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt
DURMAZ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Fatma
ŞİMŞEK
|
|
|
2. Sebahat
DÖRTERLER
|
|
|
3. Kevser
GÜNGÖR
|
|
|
4. Yavuz
DÖRTERLER
|
|
|
5. Tahsin
EKER
|
|
|
6. Yasemin
ERKAN
|
|
|
7. Menekşe
EKER
|
|
|
8. Ali Osman
EKER
|
|
|
9. Ahmet
ŞİMŞEK
|
Vekili
|
:
|
Av. Erdoğan
IŞIK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, 24/10/1997 tarihinde Karapınar-Ereğli karayolunda
karşı yönden gelen tanker ile çarpışan otobüste aralarında başvurucuların
yakınlarının da bulunduğu 49 yolcunun yanarak vefat ettiği kaza sonrasında
maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla açılan davalarda, hatalı üretim
nedeniyle üretici firmanın sorumluluğunun tespiti gerekirken davaların
reddedilmesi ve yapımında hata bulunan otobüslerin piyasaya sürülmesine
devletin izin vermesi nedeniyle yaşam hakkının, söz konusu davaların makul süre
sınırını aşarak 11 ila 15 yıllık sürelerde tamamlanması nedeniyle de adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. 2013/7002 numaralı bireysel başvuru 10/9/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine Konya 5. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.
Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde
başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 29/11/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 29/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/3/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
28/3/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 22/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
7. 2013/7003, 2013/7060, 2013/6469, 2014/3582 ve 2014/3584
numaralı bireysel başvuru dosyalarının “konu yönünden hukuki irtibat” nedeniyle
2013/7002 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine,
birleştirilen dosyaların kapatılmasına, incelemenin 2013/7002 numaralı bireysel
başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
8. İkinci Bölümün 3/2/2016 tarihinde yaptığı toplantıda,
başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli
görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucuların yakınlarının da aralarında bulunduğu 49 kişi,
24/10/1997 tarihinde saat 22.00 sıralarında Karapınar-Ereğli karayolunda karşı
yönden gelen tanker ile çarpışan otobüsün alev alması sonucuyanarak
hayatını kaybetmiştir.
11. 25/10/1997 tarihli trafik kazası tespit tutanağına göre
tanker şoförü ters şeritte ilerlerken otobüs şoförü tankere çarpmamak için
diğer şeride geçmek istemiş ve tankerin sol ön kısmı ile otobüsün sağ önü (sağ
ön kapı kısmı) çarpışmıştır. Anılan tutanakta, tanker şoförü ve yanındaki kişi
dâhil 48 kişinin öldüğü, 5 kişinin yaralandığı kayda geçmiştir.
12. Kazadan yaralı olarak kurtulan beş kişinin 24/7/1997 ila
27/10/1997 tarihleri arasında polis ve Karapınar Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından ifadeleri alınmıştır. Alınan ifadelere göre otobüs şoförü ile 1 ve 3
numaralı koltuklarda oturan yolcular kaza anında dışarı fırlamış; ikinci şoför
olan S.B. ise istirahat hâlinde bulunduğu otobüsün iç alt kısımdaki bölmeden
kendi çabalarıyla çıkmıştır. 39 numaralı koltukta oturan ve kaza anında
önündeki kırık camdan kendi çabasıyla çıkan diğer yolcu ise aldığı ciddi yanık
yaraları nedeniyle daha sonra tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmiştir.
1. Olayla İlgili Ceza
Davası
13. Karapınar Cumhuriyet Başsavcılığının 31/10/1997 tarihli
iddianamesi ile otobüs şoförü M.Ç. hakkında 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
455/2 maddesi ile l3/l0/l983 tarihli ve 2198 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun 119/2 maddesi hükümleri uyarınca Karapınar Asliye Ceza Mahkemesinde
(Karapınar ACM/ACM) kamu davası açılmıştır. Kazada hayatını kaybedenlerin
yakınları davaya müdahil sıfatıyla katılmıştır. Dava E.1997/201 numarasıyla
kayda alınmıştır.
14. 28/11/1997 ila 16/01/1998 tarihleri arasında ACM’de yapılan duruşmalarda sanık, mağdur ve diğer
tanıkların ifadelerine başvurulmuştur.
15. Söz konusu kazayla ilgili olarak 12/01/2000 ve 19/7/2000
tarihlerinde düzenlenen iki iddianameyle, sırasıyla otobüs üreticisi firmanın
Türkiye sorumluları, otobüs işleteni ve üretici firmanın Almanya’daki
yöneticileri aleyhinde Karapınar ACM’de ceza davaları
açılmış; sonrasında bu davalar E.1997/201 sayılı dava ile birleştirilmiştir.
16. Anılan ceza davasında Karapınar ACM’nin
resen belirlediği Orta Doğu Teknik Üniversitesinde (ODTÜ) görevli bir elektrik
mühendisi, bir kimya mühendisi ve iki makine mühendisi öğretim üyesinden oluşan
bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan bilirkişi raporu (ODTÜ raporu),
12/8/1998 tarihinde Mahkemeye sunulmuştur.
17. Başvurucuların bireysel başvuru dilekçesinde ileri
sürdükleri iddialarının temelinin, otobüs üreticisi firmaya kusur atfedilmemesi
ve devletin de bu üretim kusurundan sorumluluğu bulunduğu yönünde olması
nedeniyle inceleme ve değerlendirme bölümü 175 sayfa olan ve ekleriyle birlikte
yaklaşık 2.200 sayfadan oluşan ODTÜ raporunun ağırlıklı olarak otobüsün üretim
ve tasarım yönünden incelemesinin yapıldığı ilgili bölümlerine yer verilmesi
gerekmektedir. Bu kapsamda ODTÜ raporunda başvuru açısından dikkate alınması
gereken hususlar şu şekilde sıralanmıştır:
i. Bilirkişi heyeti; raporun giriş kısmında yargılama
dosyasındaki tüm bilgi ve belgelerin incelendiğini, biri 13/3/1998 tarihinde
mahkeme heyeti ile birlikte olmak üzere iki defa olay yerinde keşif
yapıldığını; kamu kurumları, Kayseri’deki otobüs terminali, seyahat firması,
İstanbul’da otobüsü üreten firma (üretici firma) yetkilileri ile görüşme
yapıldığını, otobüsün üretildiği fabrikada üretim aşamasının incelendiğini,
konu hakkında mevzuat ve literatür araştırması yapıldığını, güvenlik
önlemlerine ilişkin tüzük ve yönetmelikler ile benzer otobüs kazalarının
incelendiğini belirtmiştir.
ii. Bilirkişi raporuna göre çarpışma noktası nerede ise kesin
olarak otobüsün sağ önü ile tankerin sol ön tarafıdır.
iii. Raporun 88. sayfasında “(Otobüsün)
mazot tanklarının otobüsün kafa kafaya çarpışması durumunda en tehlikeli
bölümüne (hem de sağ ve solda iki tane olmak üzere) yerleştirilmesine bununla
ilgili hiçbir koruyucu ve sağlamlaştırıcı tasarım çalışması yapılmamasını ve
her ne kadar AİTM yönetmeliğine uygunluk söz konusu ise de Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının bu tür bir tasarıma olur vermesi açısından heyetimiz her iki
kurumu da ağır kusurlu bulmuştur.” ifadesi yer almaktadır.
iv. Raporun 91. sayfasında otobüsün sağ yakıt deposunda
çarpışmanın yarattığı sıkıştırma etkisiyle biri sağ dış yanda, diğeri deponun
üstünde yaklaşık 30 cm boyutunda iki büyük yarık oluştuğu ifade edilmiş, “Yangının başlamasına neden olan basınçlı mazotun bu
yarıktan yolcu kabinine doğru püskürdüğü … kesin kanaatine varılmıştır. Anılan
yarıkların olay mahallinde yapılan iki keşifte aynen gözlemlendiği”,
“(a)yrıca yakıt
tankı bölmesini yolcu bölmesinden ayıran … ahşap kapağın çarpışma sırasında
kolayca parçalanması ve yakıtın bu boşluktan içeri akması da yangının yolcu
kabininde de başlamasının en önemli nedeni olarak belirlenmiştir.”
kayıtları düşülmüştür. Bu nedenle üretici firmanın yakıt deposunun
tasarımındaki kusurunun yanı sıra yolcu bölmesi ile yakıt deposu arasında kolay
kırılabilen ahşap bir plaka kullanılmasının üretici firma aleyhine bir diğer
kusur unsuru oluşturduğu ifade edilmiştir.
v. Raporun 105-106. sayfalarında olayın kaza anı ve sonrasına
ilişkin bütün hâlinde değerlendirmesi şu şekilde yapılmıştır:
“…Çarpışma anında tanker başlangıç hızı olan
hızda devam etmekte, otobüs ise fren yaparak yavaşlaması nedeniyle nispeten
düşük bir hızda bulunmaktadır.
Her iki aracın da direksiyonunu kırması
nedeniyle otobüs açılı olarak sağ önden ve tanker de gene açılı olarak sol
önden olmak üzere birbirlerine çarparlar.
Tanker daha hızlı olduğu, ancak otobüs de daha
kütleli olduğu için araçlar birbirlerini sürüklemeksizin çarparlar.
Açılı çarpmanın etkisiyle otobüsün ön camı
fırlar.
Tanker şoförü ve yardımcısı çarpmanın
etkisiyle ölürler.
Tanker, otobüsün sağ ön kapısını da ezecek
biçimde otobüsün yaklaşık olarak 125 cm içine girer.
Tankerin otobüsü sıkıştırdığı noktada otobüsün
yapısı direnemediğinden, tankerin motora da sahip olan kütleli bölümü ön teker
dingiline kadar ilerler.
Tankerin otobüsü ezmesi sırasında otobüsün ön
tekerin önündeki yakıt deposu ezilir.
Tankerin çarpmasıyla otobüsün zeminini
oluşturan ve yakıt tankının üstüne denk gelen ahşap kapak tam karşıdan aldığı
etki ile kırılır ve yolcu kabini içine doğru kırılarak açılır.
Ezilen yakıt deposu ön tekerin üstünden yolcu
kabinine doğru yükselerek ezilmiştir.
Ezilmenin ve sıkışmanın etkisiyle yakıt
deposu, en büyüğü (otobüse önden bakıldığında) sağ üst köşeden olmak üzere
delinir.
Sıkışma nedeniyle yakıt tankı içinde bulunan
yakıtın önemli bir kısmı doğrudanyolcu kabininin
içine, 2, 3 ve 4. sıralardaki yolcuların üstüne, koltukların ve otobüs tavanına
doğru olmak üzere ince ve hızlı damlacıklar halinde dağılır.
Sıcak bir yüzey, kıvılcım, ezilen bir elektrik
kablosu, vb. dağılmış mazotu tutuşturur,
Zaten ince bir film olarak dağılmış olan mazot
tutuştuğunda, alevleri otobüsün tavanı boyunca hızla arka sıralara doğru
ilerler.
Çarpışma ve mazotun tutuşması birbiri peşi
sıra, daha otobüs tankerle birbirinden ayrılmadan gerçekleşir.
Otobüsdeki mazotun yayılması ve tutuşması ile tankerin şoför kabini de tutuşur.
Çarpışmanın açılı olması ve hemen çarpışma
sonrası araçların şarampoldeki kum zemine çıkmaları nedeniyle tanker ve otobüs
çarpışma noktasının çok yakınında birbirlerini sürüklemeden birbirlerinden 1.5 metre ayrılmış ve yola dik olarak dururlar.
Tutuşma ile arka sıralara doğru hızla
ilerleyen alevler bir yandan otobüsün içindeki tüm malzemeleri tutuşturur,
yanma sonucu oksijen hızla azalır ve diğer yandan dumanlar otobüsü doldurur.
Çarpma anından araçların birbirinden
ayrılmasına geçen süre 1-2 saniye civarındadır.
Çarpma sonrasında mazot derhal tutuşmuş
çarpmadan sonra 1-10 saniye içinde tüm otobüsü alevler sarmıştır.
Çarpmadan yaklaşık 30-60 saniye sonra otobüs
ve tankerin hemen her yeri yanmaktadır.
Yolcular sağ kalmak için dışarı çıkmaları
gereken çarpmadan sonraki kısa süre içinde camları kırıp çıkamamışlar ve
otobüsü saran alevler, kesif duman ve kalmayan oksijen nedeniyle artık
yaşamamaktadırlar.”
vi. Raporun 130. sayfasında yakıt depolarının ön tekerin önünde
yer almasının diğer üretici firmaların da tercih ettiği yaygın uygulama olduğu
tespitine yer verilmiştir.
vii. Raporun 131. sayfasının son paragrafı şöyledir:
“Yapılan incelemelere göre (kazaya karışan
otobüs modelinin) yakıt tankının önde olması kendi başına bir sakınca
yaratmamaktadır. Ancak özellikle önden ve açılı gelecek çarpmalara karşı tankın
yeterince korumalı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bu otobüsdeki güvenlik zaafı, yakıt tankının önde olması değil
ama önde olması nedeniyle artan ve özellikle önden gelecek açılı çarpma
tehdidine karşı yeterince güçlü bir koruma kafesine alınmamış olmasındadır.
Yaptığımız görüşmelerde, otobüs üreticisinin bu ve benzeri çarpma senaryolarına
karşı özel denemeler yapmadığı ve hangi kuvvetteki çarpmalara karşı dayanıklı
olduğu bilinmediği belirtilmiştir. Ayrıca (üretici firma) fabrikasında montaj
hattı üstündeki otobüslerde yapmış olduğumuz incelemelerde önden açılı gelecek
çarpmalara karşı etkili ve belirli bir koruma yapılmadığı,çarpma anında yakıt tankının kaynak
noktaları olan üst yarısından yolcu kabinine karşı delinme eğilimi göstereceği,
yakıt tankı yolcu kabininden gerek mekanik olarak gerekse yangın yayılımı
olarak engelleyici bir hücre oluşturulmayıp, sadece zemin ahşabı ile ayrılmış
olduğu saptanmıştır. Bu gözlemlerle, yakıt tankının konumu birleştirildiğinde,
(kazaya karışan otobüs modelinde) yakıt tankının yerleşiminde ve çarpma ve
yangın güvenliğinde açık zaafların olduğu saptanmıştır.”
viii. Raporda kusur oranlarına ilişkin kanaatlerin açıklandığı
bölümde “Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas
Dairesi’nin 13/03/1985 gün ve 1985/225 sayılı içtihat kararı” esas
alınarak kusur dağılımının herbir ilgili açısından “kazanın meydana gelişi” ve “ölü sayısının artışı” için ayrı ayrı
incelendiği ve herbiri için yine ayrı olarak 8/8
üzerinden ifade edildiği belirtilmiştir. Rapora göre tanker şoförü M.C. ve
otobüs şoförü M.Ç. kazadan “çarpışma ve
yangın sonucu ölümlere ve maddi hasara neden olmaktan” 8/8, daha fazla
insanın ölümü ve maddi hasara dolaylı katkı nedeniyle 1/8, otobüsün sahibi
ilave ölüm ve maddi hasara katkıdan 2/8, otobüs işletmecisi ilave ölüm ve maddi
hasara katkıdan 4/8 kusurlu bulunmuştur. Üretici firmanın değerlendirildiği
bölümde ise otobüs modelinin mevcut yasa ve yönetmeliklere uygun olarak
üretildiği bir kez daha ifade edildikten sonra “en önemli kusurunun otobüsün yakıt deposunun yeri ve konumuna yönelik
eksiklikten dolayı yangına ortam hazırlamak ve ölümlerin sayısı(nı) net olarak saptanamayan bir biçimde artmasına yol açmak”
olduğu belirtilmiştir. Bölümün devamında çift depo bulunması ve depolar
arasındaki bağlantının zayıf noktalarının yakıtın kolayca dışarıya çıkmasına
neden olabileceğini öngörememe, çift katlı emniyet camı kullanılmasının çekiçle
kırılmasını zorlaştırması ve çekiç sayısının yönetmelikte belirlenen asgari
rakam uyarınca ikide bırakılmasının güvenli çıkışın işlevsel olarak
kullanılmasına engel olması nedeniyle “aracın
tasarım ve üretim aşamalarında ülkemize özgü koşulların zorunlu kıldığı
güvenlik önlemleri sağlanamadığı için kaza sonrasında çıkan yangına ortam
hazırlamak ve bu nedenle ölümlerin sayısının saptanamayan bir biçimde artmasına
yol açmaktan” 5/8 oranda kusurlu görülmüştür.
ix. Aynı bölümde, güvenli yolculuk için gerekli altyapı ve
kuralları koyup bunları denetlemekle yükümlü olan ilgili tüm kamu kuruluşları,
yükümlü oldukları görevi yerine getirmede “görev
kusuru” işledikleri için kazanın oluşumuna ortam hazırlamaktan 6/8
oranında kusurlu bulunmuştur. Bu bölümde araç üretiminde kamu kurumlarının
sorumluluğuna ilişkin belirleme “araç
üretimlerine esas olan yönetmeliklerde ulusal ve uluslararası güvenlik
önlemlerini ön plana alıp yeterince incelemedikleri ve bunları
güncelleştirmedikleri; sıradan denetimlerle yetindikleri” şeklinde
yapılmıştır.
18. Kovuşturma kapsamında Adli Tıp Kurumunun 12/3/1999 tarihli
ve 11859 numaralı raporu ile 19/11/1999 tarihli ve 7539 numaralı ek raporunda
kazanın gerçekleşme şekli ve kusur oranları ile otobüsün üretiminin mevzuatla
ortaya konulan teknik gereklilikleri karşılaması konularında değerlendirmeler
yapılmıştır. Kovuşturma kapsamında ayrıca Karadeniz Teknik Üniversitesinden
(KTÜ)7/7/2000 tarihli bilirkişi raporu alınmıştır. Olay hakkında daha önce
verilen raporlar, tutanaklar ve tanık ifadelerine dayalı olarak hazırlanan raporda,araç sürücülerinin kusur
durumu, yangın ile gerçekleşen ölümler arasındaki illiyet bağı ve nihai olarak
da olaya ilişkin kusur dağılımına konusunda tespitler yapılmıştır.
19. Üretici firma da Yıldız Teknik Üniversitesinden (YTÜ) aldığı
18/11/1998 tarihli bilirkişi raporunu Mahkemeye sunmuştur. Anılan raporun sonuç
kısmında, yakıt deposu bölgesinin tasarım ve imalatının mal ve can güvenliğini
sağlama yönünden eksikliğinin bulunmadığı, üç ayrı malzeme kullanılması sonucu
yakıt tankından yolcu bölmesine yakıt transferinin engellendiği, yakıt
deposunun önde bulunmasının diğer üretici firmalarca da tercih edildiği, yakıt
deposunun ilgili norm ve şartnamelerdeki gereklilikleri karşıladığı, depolarda
darbe sonucu deformasyonların neden olabileceği basınç yükselmelerinin basınç
dengeleme ve basınç tahliye borularını patlatma ve yırtma olasılığının alınan
tedbirlerle önlenmiş olduğu, depo iç kısmının on bir ayrı hücreye ayrılması ve
diğer depo özelliklerinin yakıtın pulvarize bir
şekilde dışarı çıkmasına engel olacağı, bu şekilde alınan tedbirlerin yakıtın
yolcu kabinine ulaşmasını engelleyeceği, çift sekurit
camların kırma çekiciyle kolayca dağılmadan kırılabildiği ve diğer on üretici
firma tarafından da kullanıldığı, tanker ile otobüsün çarpışmasında tankerde
tutuşmaya hazır durumda sıcak ortama yayılmış gazın tutuşup yangının
başlamasına ve yayılmasına neden olduğu yönündeki kanaatin kuvvet kazandığı
ifade edilmiştir.
20. Karapınar ACM’de görülen davada
Mahkeme 26/11/2001 tarihli ve E.2001/296, K.2001/224 sayılı kararıyla sanıklar
hakkında açılan davanın 4616 sayılı Kanun uyarınca kesin hükme bağlanmasının
ertelenmesine, yapım hatası bulunan otobüslerin müsaderesine karar vermiştir.
Davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine yapılan itiraz, Ereğli Ağır
Ceza Mahkemesinin 27/5/2002 tarihli ve 2002/91 Değişik İş sayılı kararıyla
kesin olarak reddedilmiştir.
21. Otobüslerin müsaderesine ilişkin kararının Yargıtay 2. Ceza
Dairesinin 26/4/2002 tarihli ve E.2002/8500, K.2002/7425 sayılı ilamıyla
bozulması üzerine Karapınar ACM, 4/10/2002 tarihli ve E.2002/97, K.2002/138
sayılı kararında “sanıklara isnat olunan
taksirli suç nedeniyle müsadere kararı verilemeyeceği” gerekçesiyle
bozmaya uyarak karar vermiştir. Başvuru formunda, bu karara karşı temyiz yoluna
başvurulduğuna dair herhangi bir bilgi yer almamaktadır.
2. Başvurucuların
Karapınar Asliye Hukuk Mahkemesinde Açtıkları Tazminat Davaları
22. 2013/6469 numaralı başvurunun başvurucuları Tahsin Eker,
Menekşe Eker, Yasemin Erkan ve Ali Osman Eker, 22/10/1998 tarihinde trafik
kazasıyla ilgili olarak seyahat firması, sigorta şirketi, üretici firma, otobüs
ile kamyonun işletenleri ve otobüs sürücüsü aleyhine Karapınar Asliye Hukuk
Mahkemesinde (Karapınar AHM/AHM) açtıkları davada, oğulları ve kardeşleri olan
Bülent Eker’in de otobüste bulunduğunu ve vefat
ettiğini, davalıların kusurlu olduklarını ileri sürerek toplam 28.000 TL
manevi, 12.000 TL maddi tazminatın davalılardan tahsilini talep etmişler;
sonrasında sundukları ıslah dilekçesi ile maddi tazminat taleplerini
artırmışlardır. Dava E.1998/243 numarasıyla kayda alınmıştır.
23. 2013/7002, 2013/7003 ve 2013/7060 numaralı başvuruların
başvurucuları (kazada hayatını kaybeden Davut Şimşek’in eşi) Fatma Şimşek,
(çocukları) Ahmet Şimşek ve Kevser Güngör 15/10/2002 tarihinde trafik kazasıyla
ilgili olarak seyahat firması, sigorta şirketi, üretici firma, otobüs ile
kamyonun işletenleri ve otobüs sürücüsü aleyhine yakınlarının ölümü sebebiyle
uğramış oldukları toplam 40.000 TL manevi, 6.000 TL maddi tazminatın tazmini
amacıyla anılan Mahkemede dava açmışlardır. Dava E.2002/200 numarasıyla kayda
alınmıştır.
24. 2014/3582 ve 2014/3584 numaralı başvuruların başvurucuları
Sebahat Dörterler ve Yavuz Dörterler,
22/10/1998 ve 1/12/1998 tarihlerinde trafik kazasıyla ilgili olarak seyahat
firması, sigorta şirketi, üretici firma, otobüs ve kamyonun işletenleri ve
otobüs sürücüsü aleyhine aynı Mahkemede açtıkları davada, oğulları Veysel Dörterler’in de otobüste bulunduğunu ve vefat ettiğini,
davalıların kusurlu olduklarını ileri sürerek 5.000 TL manevi, 500 TL maddi
tazminatın davalılardan tahsilini talep etmişler; sonrasında sundukları ıslah
dilekçesi ile maddi tazminat taleplerini artırmışlardır. Dava E.1999/29
numarasıyla kayda alınmıştır.
a. Hukuk Davaları Kapsamında İstanbul Teknik
Üniversitesinden Alınan Bilirkişi Raporu
25. Karapınar AHM’nin kararlarında yer
verildiği üzere aynı trafik kazası nedeniyle açılan yaklaşık 30 civarında dava
dosyasında, dava konusu otobüste üretim hatası olup olmadığı konusunda
-yargılamada birliğin sağlanması ve usul ekonomisi düşünülerek- bir dosya
(E.1998/230) üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Mahkemenin
belirlediği İstanbul Teknik Üniversitesinde (İTÜ) görevli bir
Elektrik-Elektronik, bir Kimya-Metalurji ve üç Makine
Fakültesi öğretim üyesinden oluşan bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan rapor
(İTÜ raporu)31/1/2005 tarihinde Mahkemeye sunulmuştur.
26. İTÜ raporunda yer verildiğine göre bilirkişi heyeti
yargılama dosyasındaki tüm bilgi ve belgeleri ve örnek olarak İstanbul-Esenler
Otogarı servis bölümünde bulunan aynı tip (modelde) ve aynıyılda
üretilmiş (1997) bir otobüsü incelemiştir.
27. Raporda yer verilen değerlendirmelerde ODTÜ raporundan
farklı olarak yapılan tespitler arasında; elastik olarak bağlanmış çelik boru
ile irtibatlandırılmış çift yakıt deposu uygulamasını dünyanın önde gelen
otobüs üreticilerinin yaygın olarak kullandıkları, her iki deponun da özel
olarak takviye edilmiş ve korunmuş hücreler içinde yer aldığı, 3/2/1993 tarihli
ve 21485 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Araçların
İmal, Tadil ve Montajı Hakkında Yönetmelik’te (AİTM Yönetmeliği) deponun konumu
ile ilgili olarak bağlayıcı bir hükmün bulunmadığı, uluslararası ECE-R 36
standardında, deponun aracın ön yüzeyine minimum 60 cm mesafede olmasının şart
koşulduğu, aynı model bir otobüs üzerinde yapılan ölçümde bu mesafenin 117 cm
olduğu, yakıt deposunun en üst noktası ile yolcu bölmesinin en alt noktasında
60-62 cm boyutunda güvenlik tamponu olarak boş bırakılmış bir bölme bulunduğu,
bu bölmenin üstünde yer alan üst yapı tabanının çelik iskeleti üzerine tespit
edilmiş “zor yanma” sertifikalı 9 katlı su kontraplağı,
“zor yanma” sertifikalı PVC taban döşemesi ve 3 mm kalınlığında yine “zor
yanma” sertifikalı taban halısı bulunduğu, söz konusu model otobüslerin yakıt
depolarının AİTM Yönetmeliği dışında Avrupa Birliğinin 70/221 EEC No.lu
direktifinin mukavemet şartlarını ve montaj konumu ile ilgili olarak da ECE-R
36 uluslararası standartlarını karşıladığı, aracın emniyet camlarının Avrupa
Birliğinin 92/22 EEC/EWG direktifine uygun olarak sertifikalandırıldığı,
camların öngörüldüğü şekilde çekiçlerle kırıldığının Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının denetlemelerinde tespit edildiği belirtilmiştir.
28. Anılan raporun sonuç kısmında ulaşılan nihai kanaat şu
şekilde açıklanmıştır:
“1. (Kazaya karışan otobüs modelinin), tasarım
ve imalat açılarından güvenlik önlemlerini tümüyle ve ilgili AİTM
yönetmeliğinde belirtilenlere ek olarak Avrupa Birliği'nin 70/221 EEC numaralı
Motorlu Araçlarda Sıvı Yakıt Tankları direktifinin mukavemet şartlarını,
depolarının montaj konumu ile ilgili olarak da ECE-R 36 uluslararası
standartları yerine getirdiği görülmüştür.
2. Dava konusu kazada çarpışma şekli göz önüne
alındığında, çarpma etkisinin, otobüsün sağ ön yakıt deposuna odaklandığı
görülmüştür. Çarpma sırasında ortaya çıkan kinetik enerjinin büyüklüğü göz
önünde bulundurulduğunda, bu çarpışma sonucunda sağ yakıt deposunun deforme
olmaması ve içindeki yakıtın dışarıya çıkmaması mümkün değildir.”
b. Hukuk Davaları Kapsamında Selçuk
Üniversitesinden Alınan Hukuk Bilirkişi Raporu
29. Karapınar AHM, tarafların hukuki sorumluluğu ve sair
hususların değerlendirilmesi amacıyla Selçuk Üniversitesi Medeni Hukuk Ana
Bilim Dalında görevli bir öğretim üyesinden bir rapor hazırlaması talebinde
bulunmuştur. Bu doğrultuda, anılan bilirkişi 14/4/2009 tarihli raporunu (hukuk
bilirkişi raporu) Mahkemeye sunmuştur.
30. Hukukçu bilirkişi raporda; ölümler ile çıkan yangın arasında
uygun illiyet bağının bulunduğunu, haksız fiilin hukuka aykırılık ve kusur
şartları bakımından olayda ihlal edilen hukuk kuralının araç imali ile ilgili
mevzuat hükümleri değil, mutlak olan kişilerin yaşam haklarını ve vücut
bütünlüklerini koruyan normlar olduğunu, bu normların ihlali ile hukuka
aykırılığın gerçekleştiğini, yönetmeliklere ve teknik şartnamelere uygun üretim
yapılmasının böyle bir olayda hukuka aykırılık şartının gerçekleşmediğini
göstermediğini, mevzuatla tespit edilen standartların sadece uyulması zorunlu
hususların ne olduğunu ortaya koyduğunu, bu şartlara uyulmak koşuluyla farklı
tasarım ve uygulamalar yapılabileceğini ancak bu durumda seçilen tasarımın
özellikle güvenlik açısından bir zaafa yol açıp açmayacağının üretici firma
tarafından değerlendirilmesi ve gerekirse ilave tedbirlerin alınması
gerektiğini, güvenlik önlemlerinin tek tek mevzuatla sayılmasının
beklenemeyeceğini, üretimin yürürlükteki mevzuata uygun olduğunu ifade eden tek
raporun İTÜ raporu olduğunu ancak o raporda kazayı yapan aracın incelenmediğini,
ODTÜ raporunda 4-5 madde hâlinde sayılan hususların firmanın güvenlik önlemi
alma konusunda gerekli dikkat ve özeni göstermediğini, dolayısıyla kusurlu
olduğunu ortaya koyduğunu, nihai olarak raporda, trafik kazasından tanker
şoförünün %90, otobüs şoförünün %10; zarardan (ölümlerden) ise tanker
sürücüsünün %70, otobüs sürücüsünün %5 ve üretici firmanın %25 kusurlu, işleten
ve otobüs seyahat firmasının ise kusursuz sorumlu olduğunu;ceza
davasında verilen kararın sonucu ne olursa olsun bu davada kesin delil olarak
dikkate alınamayacağını, hukuk mahkemesince tarafları farklı aynı olayda daha
önce verilmiş kararların güçlü delil olarak kabul edilmesi gerektiğini,
bunlardan ayrılınması hâlinde daha güçlü delillerin
olması gerektiğini ifade etmiştir.
31. Karapınar AHM’nin başvuru konusu
yapılan diğer dosyalar ile aynı şekilde incelenen ve bu nedenle de onlar
hakkında da yargılama sürecinde yürütülen işlemler açısından fikir verici
mahiyette olan E.1998/243 sayılı dava dosyasının duruşma tutanaklarının
incelenmesi neticesinde, 9/12/1998, 15/1/1999 ve 19/3/1999 tarihli duruşmalarda
tarafların yazılı ve sözlü görüşleri kayda geçilirken Karapınar ACM’nin E.1997/201 sayılı dosyasında bilirkişi raporunun
sunulmadığından bahisle bu davanın dönüşünün beklenilmesine, 21/5/1999 tarihli
4. duruşmada ACM’nin AHM dosyası için delil teşkil
eden bölümlerinin getirtilmesine; 9/7/1999,10/9/1999 ve 26/11/1999 tarihli
duruşmalarda ACM’deki yargılamada istenen Adli Tıp
Kurumu raporunun beklenilmesine ve buna bağlı olarak bilirkişi taleplerinin
değerlendirilmesine, 18/2/2000 tarihli 8. duruşmada ceza dosyasının celbine ve
olayın maddi değerlendirmesi Mahkeme açısından bağlayıcı olduğundan dava
sonucunun beklenilmesine, 5/5/2000 ve 7/7/2000 tarihli duruşmalarda ceza
dosyasında bilirkişi dönüşünün beklenilmesine; 29/9/2000, 3/11/2000, 26/1/2001,
23/3/2001 ve 28/9/2001 tarihli 11 ila 16. duruşmalarda ceza davasının sonucunun
ve kesinleşmesinin beklenilmesine, 15/3/2001 tarihli 17. duruşmada hâkim
değişikliği nedeniyle dosyanın incelemeye alınmasına, 8/4/2001 tarihli 18.
duruşmada İTÜ’den bilirkişi raporu verilmesi talebinin sonucunun
beklenilmesine, 16/11/2001 tarihli 19. duruşmada hâkim değişikliği nedeniyle
dosyanın incelemeye alınmasına, hâkimin reddi talebi ve bu dava ile ilgili dava
dosyalarının Yargıtaydan dönüşünün beklenilmesine,
21/12/2001 tarihli 20. duruşmada 1998/230 sayılı dosyada talep edilen kusur
raporunun ve ceza davasının kesinleşmesinin beklenilmesine, 24/5/2002 ve
5/7/2002 tarihli 21. ve 22.duruşmalarda İTÜ’den bilirkişi raporu verilmesi için
gönderilen yazının cevabının beklenilmesine; 4/10/2002 ve 22/11/2002 tarihli
23. ve 24.duruşmalarda hâkim değişikliği nedeniyle tedbir talebinin incelemeye
alınmasına, E.1998/230 sayılı dosyada bilirkişi raporunun beklenilmesine, ceza
davasının 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 3 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen
Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair
Kanun gereği ertelendiği, sanıklar hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı
bulunmadığı, bu nedenle dosya içerisinde bulunan kusur durumuna ilişkin
raporların Mahkemece esas alınamayabileceği, üretici firmanın kusuruna ilişkin
Mahkemece henüz bir inceleme yaptırılmadığından bahisle duruşmanın geriye
bırakılmasına; 20/6/2003, 12/9/2003, 14/11/2003, 19/1/2004, 12/3/2004,
16/7/2004, 1/10/2004, 10/12/2004 ve 4/3/2005 tarihli duruşmalarda E.1998/230
sayılı dosyada bilirkişi raporunun beklenilmesine; 24/6/2005 tarihli duruşmada
taraf vekillerine bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmak üzere süre
verilmesine, 16/9/2005 tarihli duruşmada bilirkişi raporlarına karşı alınan
yazılı beyanların okunmasına, davacıların yeni bilirkişi raporu talebinin
reddine; 18/11/2005 ve 3/2/2006 tarihli duruşmalarda davacıların gelir
durumlarının tespitine,E.1998/230 sayılı dosyada alınan bilirkişi raporunun
dosya arasına konulmasına; 31/3/2006 tarihli duruşmada gelen yazı cevaplarına
savunma için süre verilmesine; 2/6/2006, 28/7/2006 ve 13/10/2006 tarihli
duruşmalarda dosyanın tazminat hesaplaması için bilirkişi heyetine tebliğine,
karşı beyan için süre verilmesine; 19/1/2007 ve 23/3/2007 tarihli duruşmalarda
bilirkişi raporunun beklenilmesine; 8/6/2007 tarihli duruşmada bilirkişi
raporuna itiraz dilekçesinin incelemeye alınmasına; 28/9/2007, 16/11/2007 ve
1/2/2008 tarihli duruşmalarda davacı ve davalı vekiline esasla ilgili beyan
vermek üzere süre verilmesine, bir kısım dosyalardaki bilirkişi raporlarının
dönüşünün beklenilmesine; 20/6/2008, 10/10/2008, 19/12/2008, 27/2/2009 ve
17/4/2009 tarihli duruşmalarda E.2002/200 sayılı dosyada hukukçu bilirkişiden
rapor alınması ara kararı verildiğinden bahisle dönüşün beklenilmesine;
5/6/2009, 17/7/2009, 2/10/2009 ve 11/12/2009 tarihli duruşmalarda hukuk
bilirkişi raporunun dosyaya eklenmesine, tarafların yazılı ve sözlü
görüşlerinin alınmasına ve yazılı beyanları için süre verilmesine yönelik
bireysel başvuru incelemesinde dikkate alınması gereken kararlar verildiği,
işlemler yürütüldüğü görülmüştür. Dava dosyasından tam sayı anlaşılamamakla
birlikte ilk derece yargılaması boyunca elli beşin üzerinde duruşma yapıldığı
tespit edilmiştir.
c. Başvurucular Tahsin
Eker, Menekşe Eker, Yasemin Erkan ve Ali Osman Eker Hakkında Verilen Karar
32. Mahkemenin 11/6/2010 tarihli ve E.1998/243, K.2010/132
sayılı kararında (anılan kararın gerekçesi için bkz. § 34) tanker sürücüsünün
%75, otobüs sürücüsünün %25 oranında kusurlu olduklarına, davalılardan üretici
firma, otobüsün ikinci şoförü ve taşıyıcı şirket ile isim benzerliği bulunan
bir diğer şirket aleyhine açılan davanın reddine, sigorta şirketi aleyhine
açılan manevi tazminat davasının reddine, toplam 14.000 TL manevi, 26.076 TL
maddi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle diğer davalılardan
tahsiline karar verilmiştir.
33. Olaya ilişkin dikkate alınan bilirkişi raporları AHM’nin kararında şu şekilde ifade edilmiştir:
“Mahkememizde görülmekte olan aynı tarihli
trafik kazasından kaynaklanan yaklaşık 30 civarında dava dosyasında dava konusu
otobüslerde üretim hatası olup olmadığı konusunda; yargılamada birliğin
sağlanması ve usul ekonomisi düşünülerek bir dosya (1998/230 Esas) üzerinde
bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve aldırılan raporun onaylı fotokopisi diğer
dosyalar içerisine konulmuştur.Mahkememizin 1999/18
Esas sayılı dosyası içerisinde bulunan dava konusu otobüsün üretim hatası olup
olmadığına ilişkin aldırılan 31.01.2005 tarihli bilirkişi raporu, yine
mahkememizde görülmekte olan aynı trafik kazasından kaynaklanan maddi manevi
tazminat istemine ilişkin 1998/230 Esas sayılı dosyası içerisinde bulunan dava
konusu otobüsün tasarım ve imalat hatası olup olmadığına ilişkin rapor ile
tanker sürücüsü ve otobüs sürücüsünün kusurlarına ilişkin 05.04.2005 tarihli
rapor dosya arasına konulmuştur. Taraf vekilleri tarafından dosyaya ibraz
edilen dilekçe ve belgeler dosya arasında bulunmaktadır.
…
Dava konusu trafik kazası ile ilgili olarak
Karapınar Asliye Ceza Mahkemesinde görülmekte olan ceza davasında ODTÜ’den,
Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden,Karadeniz
Teknik Üniversitesinden kaza ve tarafların kusur durumu ile ilgili birden fazla
rapor aldırılmış, ceza davası daha sonra 4616 sayılı yasa kapsamına girmiştir.
…
Mahkememizce bu dosya ile benzer olan 2002/200
Esas sayılı dosya üzerinden tarafların hukuki durumlarının değerlendirilmesi
açısından bilirkişi Şahin Akıncı'dan rapor alınmış, 14/04/2009 tarihli bu
raporda bilirkişi tarafların hukuki durumlarını değerlendirdikten sonra kazanın
oluşumunda tanker sürücüsü Mehmet Ceylan'ın %90, otobüs sürücüsü (M.Ç.nin) %10 kusurlu olduğunu, zararın meydana gelmesinde
ve artmasında ise tanker sürücüsü (M.C.nin) %70,
otobüs sürücüsü (M.Ç.nin) %5, (otobüs üretici
firmanın) ise %25 oranında kusurlu olduğunu bildirmiştir.”
34. Aşağıda diğer başvurucuların açtıkları davalarda (bkz. §§
39, 43) verilen kararlarla içerik olarak aynı olan anılan AHM kararının ilgili
kısımları şöyledir:
“…
Davalı (otobüs üreticisi firma) vekilleri
mahkememize verdikleri 15/01/1999 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle;
Karapınar Asliye Ceza Mahkemesinin 1997/201 Esas sayılı dosyasında kazadan
yaklaşık 5 ay sonra kaza yerinde yapılan teknik keşif sonucu seçilen ODTÜ
öğretim üyeleri tarafından tanzim olunan 11.08.1998 tarihli bilirkişi raporunu
kesinlikle kabul etmediklerini, şöyle ki; raporu düzenleyen bilirkişilerin
uzmanlık sahalarının doğrudan doğruya otomotiv ana bilim dalı ile ilgili
olmadığını, sadece bu nedenle dahi alınan rapora itibar edilemeyeceğini, ekte
sundukları Yıldız Teknik Üni. Makine Fakültesi
Otomotiv Ana Bilim Dalı Öğretim Üyeleri tarafından düzenlenen rapora göre;
müvekkillerinin ürettikleri otobüslerin bütün imalat safhaları, yakıt depoları,
üretim ve diğer malzemeleri, kazaya karışan otobüsün enkazı ile tanker tüm
belgeler, standartlar, şartname ve yönetmelikler üzerinde yapılan incelemeler
sonucu verildiğini, bu raporun ODTÜ Üniversitesinden seçilen heyetin tanzim
ettiği, bilirkişi raporun tam aksine söz konusu otobüste herhangi bir üretim
hatası olmadığını tespit ettiklerini, ODTÜ Üniversitesinden seçilen heyetin
düzenlediği raporun çelişkilerle dolu olduğunu, bu raporu kesinlikle kabul
etmediklerini, ekte sundukları Yıldız Teknik Üni.
Makine Fakültesi tarafından tanzim olunan bilirkişi raporu muvacehesinde
mesnetsiz davanın müvekkili açısından reddini, mahkemenin gerekli görmesi
halinde ise başka bir teknik üniversiteden seçilecek ve özellikle otomotiv
Endüstrisinde uzman bilirkişi raporu tanzim ettirilmesine karar verilmesini
talep etmişlerdir.
…
Dava trafik kazasından kaynaklı maddi ve
manevi tazminat istemine ilişkindir.
Yapılan yargılama, toplanan deliller, dosyaya
getirtilip incelenen belgeler, aldırılan bilirkişi raporları, taraf
vekillerinin davanın esası ile ilgili mahkemeye sunmuş oldukları yazılı beyan
dilekçeleri birlikte değerlendirildiğinde;Olay
tarihinde davacıların çocuklarının davalılardan ... Kargo Taşımacılık ve
Aracılık Hizmetleri Sanayi Tic. Ltd.Şti.'nin
taşıyıcısı olduğu, davalılardan ... Ltd.Şti'nin
maliki olduğu, sürücüsü (M.Ç.nin) kullanımındaki 34
... plakalı ... marka otobüs ile maliki (M.A.) ve (M.C.) olan 63 ... plakalı
tankerin çarpışması sonucu meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybettiği,
bu nedenle davacıların destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat
isteminde bulundukları anlaşılmaktadır.
Dosyada davalıların hukuki durumları değerlendirildiğinde
davalılardan (otobüs üreticisi firma) 'nın söz konusu
... model otobüslerin imalatçı firması olduğu bu durumda BK'nun
41 ve 4077 sayılı kanun hükümleri gereğince ayıplı malın neden olduğu her türlü
zarardan dolayı tüketiciye karşı satıcı, bayii, acente, imalatçı-üretici ve
ithalatçının müteselsilen sorumlu olduğu,bu
sorumluluğun haksız fiil hükümlerine dayalı olması nedeniyle kusursuz olarak
sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı, mahkememizce söz konusu kazaya karışan
araçta üretim ve tasarım hatası olup olmadığı yönünde 1999/18 Esas sayılı
dosyada rapor aldırıldığı, 31/01/2005 tarihli raporda otobüslerde tasarım ve
üretim hatasının olmadığının bildirildiği, mahkememizce bu rapor esas alınarak
bu dosyada davacı (taşıyıcı şirket) tarafından (otobüs üreticisi firma)aleyhine
açılan davanın reddine karar verildiği ve bu dosyanın Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 11/06/2007 gün 2007/6287-2007/7840 E._K. sayılı kararı ile
kesinleştiği, yine mahkememizin aynı kaza ile ilgili tarafları farklı olan ve
bu raporun esas alındığı 1999/118 Esas sayılı dosyasının da Yargıtay 11.Hukuk
dairesinin 27/05/2008 gün 2007/4253 Esas 2008/6943 Karar sayılı kararı ile
onanarak kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Davacılar vekili her ne kadar trafik
kazasından sonra Karapınar Asliye Ceza Mahkemesinin 1997/201 Esas sayılı
dosyasında aldırılan ODTÜ raporuna dayanılarak ve sonrada mahkememizce hukukçu
bilirkişi ... tarafından düzenlenen rapora göre karar verilmesini talep etmiş
ise de; B.K.'nun 53 md.'si
gereğince hukuk hakiminin kusur durumunu araştırırken, ceza hukukunun
sorumluluğa ilişkin kuralları ile bağlı olmadığı, kaldı ki ortada kesinleşmiş
bir ceza dosyasının bulunmadığı, söz konusu ceza dosyasının 4616 sayılı yasa
kapsamında kaldığı, yine hukukçu bilirkişi ... raporunun hukuki nitelendirme
şeklinde olup, teknik konuda rapor düzenlemesinin mümkün olmadığı, ayrıca
yukarıda belirttiğimiz dosyaların bu dosya için kesin delil olmasa da kuvvetli
delil teşkil edeceği, davalı (otobüs üreticisi firma) nın
işleten veya teşebbüs sahibi olmaması nedeniyle B.K.'nun
41.md'sinde düzenlenen kusur sorumluluğu açısından, mahkememizce itibar edilen
raporlara göre hukuka aykırı bir eyleminin de bulunmaması da dikkate alınarak
bu davalı yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
Davalı …'ın ikinci
şoför konumunda olduğu ve kaza anında otobüsü kullanmadığından dolayısıyla
sürücü olmadığından bu davalı yönünden de sıfat yokluğu nedeniyle davanın
reddine karar verilmiştir.
Davalılardan … Taşıyıcı şirkettir. Davacıların
murisleri davalılardan ... Kargo şirketinden aldıkları biletler ile diğer
davalı ... Ltd. Şirketine ait otobüsle yolcu olarak seyahat ettikleri sırada
birden fazla kişinin ölümü ile sonuçlanan trafik kazasında vefat etmişlerdir.
Davalılardan … şirketi TTK. 806 maddesine göre yolcuları gidecekleri yerlere
sağ ve salim olmakla ulaştırmakla mükellef olup, yolcuların kazaya uğrayarak
yaralanmaları veya ölmeleri nedeniyle doğacak zararlardan sorumludur.Ayrıca
4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunun 17. maddesine göre “şehirler arası ve uluslar
arası yolcu taşımacıları duraklamalar dahil olmak üzere yolcunun kalkış
noktasından varış noktasına kadar geçecek süre içerisinde meydana gelecek bir
kaza nedeniyle yolcunun ölümü, yaralanması yada eşyasının zarara uğramasından
dolayı sorumludur.” Taşımacı şoför ve hizmetli personelin nitelikli olmasından,
sürücü belgelerinin bulunmasından ve ceza puanı yüksek olan şoförle ilgili
tedbir alma konularında sorumlu olduğu gibi, taşıtı teknik şartlarına uygun
bulundurmak, trafik sigortasını da bulundurmak zorundadır. (4925 sayılı kanun
madde 7.) Bu düzenlemeye göre taşımacının sorumluluğu TTK hükümlerinin aksine
“kusursuz sorumluluk”niteliğinde
düzenlenmiştir.
…
Davalı … San. Tic. Ltd. Şti. ise; Kaza tarihi
itibariyle … plakalı kaza yapan otobüsün maliki durumundadır. 2918 Sayılı Kanunun 3. maddesine göre araç sahibi “araç için
adına yetkili idarece tescil belgesi verilmiş veya sahiplik veya satış belgesi
düzenlenmiş kişidir. Davalı … San. Tic. Ltd. Şti. Karayolları Trafik Kanunun
85. maddesine göre işleten sıfatı ile diğer davalı … San. Tic. Ltd. Şti. ise
taşıyıcı sıfatıyla TTK 806 ve 4925 sayılı kanunun 17 maddesi gereğince zararın
tümünden sorumludurlar. Davalılardan …San. Tic. Ltd. Şti.’ne
ait otobüs diğer davalı … San. Tic. Ltd. Şti. adına çalıştırılmaktadır. Bu gibi
otobüs firmaları sadece kendilerine ait otobüsleri değil, üçüncü kişilere ait
otobüsleri de şehirler arası yolcu taşımacılığında kullanmaktadırlar. Şehirler
arasında seyahat edenler otobüslerin gerçek sahipleri ile değil, bu otobüsleri
taşımacılıkta kullanan firmalarla işlem yaparlar. Otobüs firmalarının durumu
yolcu bulmak ve komisyon almaktan ibaret olmayıp, doğrudan doğruya araç
sahibinin yanında ve onunla birlikte aracın işleticisi olduğunun kabulü
gerekir. 2918 Sayılı KTK’nın 88/1 maddesine göre “bir
motorlu aracın karıştığı kazada bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı
birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa bunlar müteselsil olarak
sorumlu tutulur.” Tazminata mahkum edilen davalılardan
otobüs sürücüsü (M.Ç.nin) kazanın oluşumunda %25
kusurlu bulunduğundan Borçlar Kanunun 41. maddesi gereğince taşıyıcı … TTK.806
ve 4925 sayılı kanunun 17. maddesi gereğince işleten … San. Tic. Ltd. Şti. ise KTK’nın 85.maddesine göre sorumludurlar.
Davalılardan (M. A.) kazaya karışan … plaka
sayılı tankerin maliki olup işleten de araç sürücüsü ile birlikte müteselsilen sorumludur. Her ne kadar davalı (M. A.) kazaya
karışan tankeri kazadan önce harici satış senedi ile araç sürücüsü (M. C.)'a
sattığını beyan ederek buna ilişkin harici satış senedi ibraz etmiş ise de; Karayolları Trafik Kanununa göre motorlu araçların
satışının noter vasıtasıyla yapılması gerektiği, harici satışların işleteni
sorumluluktan kurtarmayacağı anlaşıldığından bu davalı da tazminatlardan
sorumlu tutulmuştur.
Davalılardan … Sigorta A.Ş. dava konusu kazaya
karışan otobüsün zorunlu mali sorumluluk sigortasını düzenleyen şirkettir.
Karayolları Trafik Kanunun 92 maddesinin f fıkrasına göre manevi tazminata
ilişkin talepler zorunlu mali sorumluluk sigortasının kapsamı dışındadır. Bu
nedenle … Sigorta A.Ş.'ye yöneltilen manevi tazminat
talepleri husumet yönünden reddedilmiştir. Ancak sigorta şirketi sigortalısının
kusuru oranında poliçe limiti olan 1.500,00 TL ile sınırlı olmak üzere maddi
tazminattan sorumludur. Her ne kadar sigorta şirketi kazada poliçe limitinin
ölen kişi başına 1.500,00 TL, kaza başına 33.000,00 TL olduğunu belirterek garameten paylaştırma yapılmasını gerektiğini ileri sürmüş
ise de mahkememize sigorta şirketine açılan dava sayısı dikkate alındığında
ayrıca sigorta şirketinin bu poliçe ile ilgili kimseye ödeme yapmadığı
anlaşıldığından garameten paylaştırma yoluna
gidilmemiştir. Sigorta şirketi açısından faiz başlangıcı sigortaya başvuru
tarihi olan 08/12/1997 tarihinden sonra gelen 8 iş günü sonrası olarak
belirlenmiştir.
Mahkememizce itibar edilen 05/04/2005 günü
kusur raporuna göre; Kazada tanker sürücüsü (M.C.) %75, otobüs sürücüsü (M.Ç.)
%25 oranında kusurludurlar.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davalılar
(işleten şirket, otobüs şoförü, taşıyıcı şirket, sigorta şirketi ve tanker
malikinin) kazadan dolayı müteselsilen sorumlu
oldukları, kaza nedeniylevefat eden davacıların
çocukları Bülent Eker'in ölmeden önce Niğde
Üniversitesi Büro Yönetimi ve Sekreterlik Bölümünde öğrenci olduğu,
mahkememizce itibar edilen 09/04/2007 tarihli aktüerya
raporuna göre davacıların çocuklarının ölümü nedeniyle destekten yoksun
kaldıkları, raporda … Sigorta A.Ş. tarafından zorunlu ve ferdi koltuk sigortası
kapsamında ödenen toplam 3.000,00 TL tazminatlardan düşülmüş ise de aslen bu
ödemelerin bir meblağ sigorta teminatı olup, bu miktarların yoksun kalınan
destekle ilgisi bulunmadığından zarar miktarlarından düşülmemesi gerektiği
(11.HD.'nin 27/04/2004 gün 2003/10693 Esas 2004/4536 Karar) ancak yapılan ıslah
talebi dedikkate alınarak taleple bağlılık ilkesi gereğidavacı Tahsin Eker için 12.506,00 TL, davacı Menekşe
için 13.570,00 TLmaddi tazminata hükmedilmiş,
davacıların çocuklarının ve kardeşlerininbir otobüs
kazasında ölmesi nedeniyle duydukları acı ve üzüntü nedeniyle, tarafların
sosyal ve ekonomik durumları, olayın üzerinden geçen süre, paranın satın alma
gücündeki azalma, manevi tazminatın zenginleşme aracı olmaması da dikkate
alınarak manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne hükmedilmiş müteselsil
sorumlular aleyhine açılan davada red sebebi aynı
olan davalılar için tek, ayrı olanlar için ise ayrı ayrı vekalet ücreti
verilmiş, yine başlangıçta kendini vekille temsil ettiren (işleten şirket,
otobüs şoförü, taşıyıcı şirket) lehine de vekalet ücreti hükmedilmiştir.”
35. İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı temyiz talebinde
bulunan başvurucular özetle, araçta çıkan yangınla ölümler arasında illiyet
bağının bulunduğu konusunda şüphe olmadığını, ceza davasında verilen kararın
beraat niteliğinde olmayıp aksine cezalandırma niteliğinde olduğunu, bu hükmün
aksine hukuk davasında hukuki sorumluluğun bulunmadığına hükmedilmesinin bozma
sebebi olduğunu, 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53.
maddesi gereği ceza davasında verilen kararla bağlı olmasa da toplanan delillerinMahkemece göz ardı edilemeyeceğini, eğer bu
karardan ayrılıyor ise Mahkemenin gerekçelerini ayrıntılı olarak açıklamasının
zorunlu olduğunu, yargılamalar kapsamında alınan beş bilirkişi raporundan
sadece ODTÜ raporunun kazaya karışan otobüsü doğrudan incelediğini, diğer
raporların dosya üzerinden hazırlandığını,bu konuda
Mahkemece talep edilen bilirkişi raporlarına da dayanarak (özellikle de ODTÜ
raporunda ifade edilen) eksikliklerin, üretici firmanın kişilerin yaşamlarına
zarar verilmesini yasaklayan normların gerektirdiği dikkat ve özeni
göstermediğini dolayısıyla (hukukçu bilirkişinin raporunda ifade edildiği
şekilde) kusurlu olduğunu ortaya koyduğunu, üretimin AİTM Yönetmeliği'ne uygun
olduğunun kabul edilmesinin hatayı ortadan kaldırmayacağını, E.1999/18 sayılı
dosyada verilen kararın hükme esas alınmasının anılan dosyanın konusunun farklı
olması nedeniyle davanın reddine gerekçe olarak gösterilmesinin yanlış
olduğunu, kararda sadece güçlü delil esasına dayanılırken ODTÜ ve hukuk
bilirkişisi tarafından hazırlanan raporlardan ve raporlara itibar etmeme
gerekçesinden hiç bahsedilmediğini, ayrıca hukuk bilirkişisinin raporunda ifade
edilen ve kusur bulunmaksızın sorumluluğu öngören tehlike sorumluluğu üzerinde
hiç durulmadığını ileri sürmüşlerdir.
36. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 30/11/2012 tarihli ve
E.2010/15309, K.2012/19592 sayılı ilamıyla, verilen kararın usul ve yasaya
uygun olduğundan bahisle, hüküm onanmıştır.
37. Başvurucuların karar düzeltme istemi, aynı Dairenin
21/6/2013 tarihli ve E.2013/5951, K.2013/12967 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
38. Anılan karar 18/7/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiş, süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
d. Başvurucular Fatma
Şimşek, Ahmet Şimşek ve Kevser Güngör Hakkında Verilen Karar
39. AHM, 30/7/2010 tarihli ve E.2002/200, K.2010/188 sayılı
kararında, yukarıda yer verilen karardaki gerekçeyle (bkz. § 34) aynı
içerikteki gerekçeyle, tanker sürücüsünün %75, otobüs sürücüsünün %25 oranında
kusurlu olduklarına, davalılardan otobüs üreticisi firma, taşıyıcı şirket ile
isim benzerliği bulunan bir diğer şirket ve otobüsün ikinci şoförü aleyhine
açılan maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddine, diğer davalılar aleyhine
açılan maddi ve manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar vermiş ve
başvurucular lehine toplam 19.000 TL manevi, 81.794,82 TL maddi tazminata
hükmetmiştir.
40. Anılan karar, davacılar ve davalı M.A. tarafından temyiz
edilmiştir. Söz konusu karar Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 30/11/2012 tarihli
ve E.2010/15679, K.2012/19635 sayılı ilamıyla onanmıştır.
41. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 31/5/2013 tarihli ve
E.2013/4089, K.2013/11317 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
42. Anılan karar 12/8/2013 tarihinde başvurucuların vekiline
tebliğ edilmiş ve süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
e. Başvurucular Sebahat Dörterler
ve Yavuz Dörterler Hakkında Verilen Karar
43. AHM, 2/4/2010 tarihli ve E.1999/29, K.2010/59 sayılı kararıyla,
yukarıda yer verilen karardaki gerekçeyle (bkz. § 34) aynı içerikteki
gerekçeyle, davalılardan üretici firma ve otobüsün ikinci şoförü aleyhine
açılan davanın reddine, sigorta şirketi aleyhine açılan manevi tazminat
davasının reddine, toplam 10.000 TL manevi, 23.478 TL maddi tazminatın olay
tarihinden itibaren yasal faiziyle diğer davalılardan tahsiline karar
vermiştir.
44. Temyiz üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19/3/2012
tarihli ve E.2010/11411, K.2012/4170 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
45. Başvurucuların karar düzeltme istemi, aynı Dairenin
10/1/2014 tarihli ve E.2013/16648, K.2014/462 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
46. Anılan karar 24/2/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiş, süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
47. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesi şöyledir:
“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut
tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o
zararın tazminine mecburdur.
Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin
zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine
mecburdur.”
48. 4616 sayılı Kanun'un
1. maddesinin 4. fıkrası şöyledir:
“23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve
ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsî hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı
on yılı geçmeyen suçlardan dolayı haklarında henüz takibata geçilmemiş veya
hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son
soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen
hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması
ertelenir; varsa tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verilir. Bu suçlarla
ilgili dosya ve deliller, bu bentte öngörülen sürelerin sonuna kadar muhafaza
edilir.
Erteleme konusu suç kabahat ise bir yıl, cürüm
ise beş yıl içinde bu kabahat veya cürüm ile aynı cins veya daha ağır şahsî
hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde, erteleme konusu
suçtan dolayı da dava açılır veya daha önce açılmış bulunan davaya devam edilerek
hüküm verilir. Öngörülen süreler, erteleme konusu kabahat veya cürüm ile aynı
cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç
işlenmeksizin geçirildiğinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davası
açılmaz, açılmış olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.”
49. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı
davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların
idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde
eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının
yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen
reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
50. 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
“Karar” kenar başlıklı 271.
maddesi şöyledir:
“(1)
Kanunda yazılı haller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapmaksızın
karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi
veya vekil dinlenir.
(2)
İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar
verir.
(3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir.
(4)
Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci
tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.”
51. AİTM Yönetmeliği’nin olay ile ilgili 81., 82., 88., 95.,
96., 112., 113., 121. ve 122. maddeleri.
52. Dava konusu otobüsün yolcu kapasitesine göre AİTM
Yönetmeliği’nde öngörülen asgari kapı sayısı iki (md.
81/e), kapılar dâhil bulunması gereken asgari güvenlik çıkışı sayısı dörttür (md. 82/b). AİTM Yönetmeliği’nde güvenlik çıkışı olarak
kullanılabilecek camları kırmak için bulundurulacak çekiç sayısına ilişkin bir
belirleme bulunmamaktadır. Camlara ilişkin olarak ise sadece “emniyet camı”
olacağına ilişkin bir belirleme bulunmaktadır (md.
82/f).
53. Anılan Yönetmelik’in 95. ve 96. maddelerinde yakıt tankına
ilişkin standartlar şu şekilde belirlenmiştir:
“Madde 95- Araçlarda yakıt tankları aşağıdaki
koşulları taşımalıdır.
a) Yakıt tankları korozyona dayanıklı olmalı
ve çalışma basıncının iki katı basınçta sızdırmamalıdır Tankların ek yerleri
lehimin erimesi halinde bile ayrılmayacak biçimde şekillendirilmelidir Yan
duruş veya viraj alma sırasında veya çarpışma anında yakıt taşırmamalıdır.
Ancak damlamaya müsaade edilir.
b) Karbüratörlü taşıtların yakıt tankları,
aracın en önünde olmamalı ve kaza halinde yakıtın tutuşmasına meydan vermeyecek
şekilde motordan uzakta tutulmalıdır. …
c) Otobüslerde yakıt tankı sürücü yeri veya
yolcuların olduğu kısımda bulunmamalıdır. Tank, yangın halinde iniş yerlerini
tehdit etmeyecek bir yerde olmalıdır.
Yakıt donanımının güvenliği bakımından
aşağıdaki koşullar sağlanmalıdır.
1. Motordaki ve şasedeki kablolar kusursuz
olmalıdır.
2. Egzost boruları
ve susturucu iyi durumda bulunmalıdır.
…
e)Yakıt tankları hacimleri araç üreticisi tarafından belirlenir.
Yakıt Boruları
Madde 96 …
a)Yakıt boruları aracın hareket esnasındaki burulmaları, tam olarak motorun
salınmaları ve benzeri hallerde fonksiyonunu yerine getirebilmelidir.
b)Yakıt boruları lehimlenmeden mekanik surette
birleştirilmelidir.
c)Yakıt borusu olarak, eksiz elastik borular,
metalik borular veya yakıtı sızdırmayan ve zor yanan maddelerden yapılmış diğer
borular kullanılabilir.
d)Yakıt boruları karbüratör ve yakıt taşıyan
bütün diğer parçalar, çalışma koşullarının tehdit eden sıcaklığa karşı korunması
ve yakıtın damlama veya yoğuşması halinde isinmiş
parçaların üzerinde toplanmasına veya elektrik aletleri ile temasına izin
verilmeyecek yerlerden geçirilmelidir.”
54. Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 11/6/2012 tarihli ve E.2001/4-728, K.2012/328 sayılı kararının ilgili
kısmı şöyledir:
“Bu duruma göre şahsiyet haklarının çiğnenmesi
BK 41 anlamında hukuka aykırılıktır ve bu hükümdeki şartların gerçekleşmesi
halinde, maddi tazminat talebine yer verir. Hakim hangi şahsiyet haklarının
korumadan yararlanacaklarını, bu varlıklarının sınırının ne olduğunu, kişinin
şahsiyet hakları ile diğer insanların faaliyet hürriyetinin çatışması halinde,
hangi menfaatin ağır basacağını, genel hukuk ilkelerine, hayat gereklerine,
adalet düşüncesine ve çatışan menfaatlerin değerine göre tespit edecektir (S. Kaneti, a.g.e., s. 203-204). ”
55. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 29/4/2003 tarihli ve
E.2002/12847, K. 2003/5544 sayılı kararı şöyledir:
“KARAR: Davacı, 17 Ağustos 1999 tarihinde
meydana gelen deprem nedeniyle binanın çökmesi sonucu zarara uğradığını, bu
binanın davalı tarafından yapıldığını, zararın oluşumuna davalının hukuka
aykırı eyleminin neden olduğunu belirterek tazminat isteminde bulunmuştur.
…
Sorumluluk hukukunun genel kuralı gereğince,
bir kimsenin haksız eylem nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için, öncelikle
hukuka aykırı bir eylemin bulunması, bir zararın meydana gelmesi, zararın
meydana gelmesinde kusurun bulunması ve haksız eylemle zarar arasında da uygun
illiyet bağının olması gerekir.
Davacı iddiasında, davalının yönetmeliklere
uygun yapı yapmadığını, meydana gelen depremin etkisiyle binanın yıkıldığını,
yapı, hukuksal düzenlemelerde öngörülen kurallara uygun yapılsaydı hasarın,
bunun sonucu olarak da zararın doğmayacağını, bu yüzden davalının kusurlu
olduğunu ileri sürmüştür. Bu durumda öncelikle, davalının zararın meydana
gelmesinde kusuru olup-olmadığı konusu irdelenmelidir.
…”
56. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 8/4/2002 tarihli ve 12802/4401
sayılı kararı şöyledir:
“Dava hukuksal nedeni itibariyle tüpgaz imalatçısının sorumluluğu esas alınarak açılmıştır.
Olağan sebep sorumluluğu hallerini düzenleyen BK 56, 58 ve MK. 320 ve 656
maddeleri sorumlu kişiye, sorumluluğun kaynaklandığı kişi veya şey üzerinde bir
denetim ya da gözetim ödevi yüklemiştir. Sebep sorumluluğunun ikinci bir türü
olan tehlike sorumluluğunda ise sorumluluk koşulları, sorumlu aleyhine
ağırlaştırılmıştır. İşletme veya faaliyet sonucu nesnel, özgün tipik tehlikenin
gerçekleşmesiyle sorumluluk doğar. Hukukumuzun kaynağını oluşturan ülkelerde
demiryolu, gemi, posta, sivil hava aracı, motorlu araç, atom tesisi, elektrik, gaz,patlayıcı madde üreten,
depolayan veya kullanan tesis ve işletmelerin işleticileriyle sahiplerinin bu
tür sorumlulukları yasalarla belirlenmiştir. Ülkemizde ise yasal düzenleme,
motorlu ve sivil hava araçlarının işletenlerle askeri manevra ve atışlar nedeni
ile Devletin sorumluluğunda duralamış ötesi için yasa koyucu gecikmede
kalmıştır. Şu durum karşısında gecikme Medeni Kanun'un ilk maddesi uyarınca
doldurulmalıdır. Tüpgaz muhafaza eden tüp belirli
süreçte miadını doldurduktan sonra tehlikeli duruma geçer. Belli bir depozito
ile kullanıcıya bırakılan tüpün belirli zamanlarda kontrolü ve bakımındaki
savsama da tehlike oluşturur. Ayrıca çok tehlikeli bir madde(LPG)ile
dolu tüpün en az riskle tüketiciler tarafından kullanılmasının sağlanması
gerekir. Bunu sağlayacak olan imalatçıdır. Mülkiyet imalatçıda olduğuna göre BK'nın 58. maddesinden hareketle sorumluluğu özen
eksikliğine bağlanmalıdır. Tüketicinin tüpün başlığını kendisinin
değiştirebilmesi, özen borcunun yerine getirilmemesinin sonucudur. Öyleyse
imalatçı BK 'nın 41 ve izleyen maddeleri uyarınca
sorumlu tutulmalıdır.”
57. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 3/4/2008 tarihli ve
E.2007/19532, K.2008/5366 sayılı kararı şöyledir:
“…Davacı ile davalı doktor …arasında akdi bir
ilişki bulunmayıp davacı bu davalıya karşı tazminat talebini yaşam, sağlık ve
vücut bütünlüğünü ihlal yasağını içeren ve herkese yönelik temel koruma
normlarına aykırılığı dolayısıyla hukuka aykırılığa daha açık bir anlatımla
Borçlar Kanunu'nun 41. maddesinde ifadesini bulan haksız fiil hükümlerine
dayandırılabilir. Haksız fiil sorumluluğunun gerçekleşmesi için davalı doktorun
kusuru, zarar ve uygun illiyet bağı ile hukuka aykırılık şartlarının varlığı gerekmektedir.Eğer zarar doğurucu
fiilin işlemesinde kusur yoksa zararın tazmini de mümkün değildir.
Öte yandan dava kişisel kusura dayanılarak
açılmışsa davanın görülüp sonuçlandırılması gerekir.Bu bakımdan davalı doktorun dava konusu
edilen eylemlerinin kişisel kusur teşkil edip etmediğinin tesbiti
gerekmektedir….”
58. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 11/6/2012 tarihli ve E.
2011/8929 K.2012/10095 sayılı kararı şöyledir:
“…
Borçlar Yasası'nın 53. maddesi gereğince ceza
mahkemesinin kararı, hukuk yargıcı yönünden bağlayıcı değilse de ceza
mahkemesince belirlenecek maddi olgular hukuk yargıcı yönünden de bağlayıcıdır.
Dava konusu olayın özelliği nedeniyle ceza yargılaması sonucu belirlenecek
maddi olgular davayı etkileyecek nitelikte bulunduğundan ceza yargılamasının
sonucu beklenmeli ve ondan sonra tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek
varılacak sonuca uygun bir karar verilmelidir.
Yerel mahkemece açıklanan yönler
gözetilmeyerek, eksik inceleme ile yazılı biçimde karar verilmiş olması, usul
ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. “
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
59. Mahkemenin 11/5/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
60. Başvurucular; trafik kazası nedeniyle yakınlarını
kaybetmeleri üzerine kusurlu kişiler hakkında açtıkları maddi ve manevi
tazminat davalarının makul süre sınırını aşarak yaklaşık 11 ila 15 yıllık
sürelerde tamamlandığını, olayla ilgili ceza davasında üretici firmanın
sorumluluğuna hükmedilmesine ve tazminat davasında aynı yönde bilirkişi
raporları bulunmasına rağmen hukuken sorumlu olmadığına karar verildiğini,
Hukuk Mahkemesince ceza davasının sonucu beklendiği hâlde sonuca itibar
edilmediğini, anılan şirketin otobüsün üreticisi olduğunu ve tehlike hukuku
bakımından sorumluluğunun bulunduğunu, yapımında hata bulunan otobüslerin
piyasaya sürülmesinde devletin de sorumluluğunun bulunduğunu belirterek
Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan yaşam hakkı ve adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
61. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular tarafından yaşam hakkının yanı
sıra Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ile
bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşam hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiş (bkz. §§ 75-76) ve
inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Yaşamı Koruma
Yükümlülüğüne İlişkin İddia
62. Bakanlık görüşünde, başvurucuların yakınlarının da
aralarında olduğu 49 kişinin ölümüne ilişkin açılan ceza davasının 4616 sayılı
Kanun uyarınca kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi kararı verilmesi ile son
bulduğu ve hiçbir sanığın ceza almadığı gibi herhangi bir kusur ve sorumluluk
tespitinin de yapılamadığı, bununla birlikte başvurucular her ne kadar dava
konusu otobüslerin piyasaya sürülmesinde devletin sorumluluğu bulunduğunu iddia
etmiş ise de bu hususa ilişkin olarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından
1/3/2001 tarihinde Karapınar Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen sonuç
raporunda, araçların o tarihte yürürlükte bulunan AİTM Yönetmeliği'ne ve diğer
mevzuata uygun olarak piyasaya sürüldüğünün bildirildiği, ayrıca başvurucuların
bu ihmal iddiasına ilişkin idare aleyhine herhangi bir tazminat davası da
açmamış oldukları ifade edilmiştir.
63. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında yaşamı
koruma yükümlülüğünün kabul edilebilirliğine ilişkin herhangi bir yeni beyanda
bulunmamışlardır.
64. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip
olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre
devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm
olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi devlete, bu konuda ihdas edilmiş bulunan
yasal ve idari çerçevenin, elindeki tüm imkânları kullanarak, yaşamı tehlikede
olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve buna ilave olarak yaşam
hakkına yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili
idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal
olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi dikkate alınarak pozitif yükümlülük, yetkililer üzerinde
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§§ 52, 53).
65. Başvuru konusu olayda yaşanan ölümlerin kasıtlı bir eylem
sonucu meydana gelmediği ortadadır. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesinin başvuru
konusu olayda yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediği konusunda
yapacağı incelemede öncelikli olarak konu hakkında, kişilerin yaşam haklarının
korunmasını temin edebilecek uygun ve yeterli bir yasal ve idari çerçevenin
bulunup bulunmadığı ve oluşturulan bu çerçevenin somut olayda gereği gibi
uygulanıp uygulanmadığı, sonrasında ise güvenlik tedbirlerini alma noktasında
yetkili olan kişilerin muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmalinin
yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek olayda ortaya çıkan riskleri bertaraf etmek
için gerekli ve yeterli önlemleri alıp almadıkları konusunda karar vermesi
gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri; § 60, benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Banel/Litvanya, B. No: 14326/11, 18/6/2013, §
68). Çünkü bu gibi durumlarda bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk
yollarına başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine
neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin
yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Bilal Turan ve diğerleri (2), B. No: 2013/2075, 4/12/2013, §
60).
66. Anayasa Mahkemesinin bu iki konuda inceleme yapabilmesi için
başvuru konusu olaya ilişkin yaşamı koruma yükümlülüğü açısından etkili olan
başvuru yolunda verilen nihai kararın zaman bakımından yargılama yetkisi içinde
olması, diğer yandan başvurucuların yaşamı koruma yükümlülüğüne ilişkin ileri
sürdükleri ihmal iddiaları açısından Anayasa Mahkemesine başvurmadan önce ilk
elden yetkili olan idari ve yargısal makamlara başvurmuş olmaları
gerekmektedir.
67. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı
23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem
ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 17).
68. Diğer yandan 30/3/2011 tarihli ve6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu,
Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun "ikincil
nitelikte bir kanun yolu" ve bireysel başvurunun temel hak
ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur.
Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 20, 21).
69. Somut olay bu kapsamda incelendiğinde kanun yollarının
tüketilmesi koşulu uyarınca Anayasa Mahkemesinden önce yaşamı koruma
yükümlülüğü açısından yapılacak asıl belirleyici nitelikteki incelemenin, olay
sonrasında yürütülen ceza soruşturmasında olayın tüm gerçekleşme koşullarının
soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından aydınlatılması ve varsa
üçüncü kişilerin, özellikle de kamu görevlilerinin cezai sorumluluklarının
incelenmesi, bunun yanı sıra ilgili kamu kurumlarının veya idarenin idare
hukuku açısından kusurlu veya kusursuz sorumluluğunun incelenmesi şeklinde
olduğu görülmektedir.
70. Söz konusu kazayla ilgili olarak sonradan birleştirilen üç
iddianame ile otobüs sürücüsü, işleteni ve otobüsü üreten firmanın yöneticileri
aleyhinde Karapınar Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davaları açılmış;sonradan
tek bir dosyada birleştirilen ceza davasında Mahkeme 26/11/2001 tarihli
kararıyla sanıklar hakkında açılan davanın kesin hükme bağlanmasının
ertelenmesine, yapım hatası bulunan otobüslerin müsaderesine karar vermiş;
davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine yapılan itiraz, Ereğli Ağır
Ceza Mahkemesinin 27/5/2002 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiş; otobüslerin
müsadere kararının Yargıtay ilgili Dairesinin ilamıyla bozulması üzerine
Karapınar ACM, 4/10/2002 tarihli kararıyla “sanıklara
isnat olunan taksirli suç nedeniyle müsadere kararı verilemeyeceği”
gerekçesiyle bozmaya uyarak müsadere talebinin reddine karar vermiştir.
Görüldüğü üzere olay hakkında yürütülen ceza davasının kesinleşmesi 2002
yılında gerçekleşmiştir.
71. Bu durumda, başvurucuların yaşamı koruma yükümlülüğü
kapsamında, ilgili bilirkişi raporlarında da ifade edilen, gerekli güvenlik
tedbirlerini alma konusunda kamu görevlilerinin yanı sıra diğer kişilerin cezai
sorumluluğunu belirlemede etkili olduğu değerlendirilebilecek ceza davasının
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme açısından zaman bakımından
yetkisinin başlangıcı olan 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu ve buna
bağlı olarak iddiaların bu yönü açısından kabul edilemezlik kararı verilmesi
gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
72. Diğer yandan yaşam hakkına ilişkin bir ihlal söz konusu ise
bu ihlalin giderilmesi öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin
yükümlülüğü altındadır. Anayasa'nın 125. maddesinin son fıkrası uyarınca
idarenin; kendi eylem, işlem ve ihmalinden doğan zararı, kusura ve hatta
kusursuz sorumluluğa dayalı olarak ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış;
2577 sayılı Kanun'un yukarıda yer verilen (bkz. § 49) hükümleri ile idare
mahkemeleri önünde uğranılan zararları tazmin yolları düzenlenmiştir.Başvuru
konusu olayda cezai sorumluluğun tespiti için ilgili hukuk yoluna müdahil olan
ancak sonuç alamayan başvurucular açısından da idari yargıda dava açma imkânı
bulunmaktadır.
73. Başvurucular, yaşamı koruma yükümlülüğü kapsamında bilirkişi
raporlarına, özellikle de ceza davası sürecinde alınan ODTÜ raporuna dayanarak
yapımında hata bulunan otobüslerin üretilmesi ve piyasaya sürülmesinde devletin
sorumluluğu olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların, bu kapsamda
değerlendirilebilecek; araç üretimine ilişkin asgari güvenlik standartlarını
belirleme, üretim izni verme, denetim vb. idari faaliyetler (benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Öneryıldız/Türkiye
[BD], 48939/99, 30/11/2004, § 90) açısından somut olayın gerçekleşme
koşullarının aydınlatılması ve ilgili idarelerin idari sorumluluklarının
belirlenmesi için herhangi bir idari veya yargısal yola başvurmamış oldukları
görülmektedir. Bu nedenle bu bölümde değerlendirilebilecek iddialar açısından,
somut olayda kamu görevlilerinin ve devletin koruma yükümlülüğünden doğan
sorumluluğu yönünden başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru öncesinde
tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.
74. Açıklanan nedenlerle başvurunun yaşamı koruma yükümlülüğünün
ihlal edildiği iddialarına yönelik kısmının kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Etkili Bir Yargılama
Süreci Yürütülmediğine İlişkin İddia
75. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında
devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul boyutu,yaşanan ölüm olayının tüm
yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan
etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841,
23/1/2014, § 94). Bu yükümlülük sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali
sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir. Devletin, doğal
olmayan her ölüm olayında -kendisi, öldürmeme ya da yaşamı koruma
yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa
sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapmamış olması,
soruşturma yükümlülüğünün ihlalini doğurabilir. Zira bu tür olaylarda etkili
bir soruşturma yürütülmesi, yaşam hakkını korumak için ihdas edilen yasal ve
idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanmasının güvencesini oluşturmaktadır
(Filiz Aka, B. No: 2013/8365,
10/6/2015, §§ 25, 26).
76. Somut olayın koşullarında trafik kazası hakkında yürütülen
ceza davasından bir sonuç alamayan başvurucuların, kendileri açısından yeterli
giderimi sağlayabilecek nitelikte gördükleri hukuk mahkemesinde açtıkları
tazminat davasını, idari yargıda açabilecekleri davaya tercih ettikleri
anlaşılmaktadır. Özellikle başvuru konusu olay gibi üçüncü kişilerin ihmali
suretiyle gerçekleştiği ileri sürülen olaylarda devletin yaşam hakkı kapsamındamağdurlara ihlal iddiaları açısından yeterli
giderimi sağlayabilecek hukuk davası yolunu takip etme imkânı sağlaması
gerektiği kabul edilmektedir (bkz. §§ 82-84). Söz konusu dava sürecine ilişkin
olarak başvurucular tarafından adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürülen
yukarıdaki iddiaların, doğrudan yaşanan ölümlerin gerçekleşme koşullarının
aydınlatılmasına ve hukuki sorumluluğun belirlenmesine yönelik olması da
dikkate alındığında, bu iddiaların yaşam hakkının öngördüğü "etkili bir yargısal sistem kurma"
şeklindeki pozitif yükümlülük çerçevesinde incelenebileceği değerlendirilmiştir
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Rajkowska/Polonya (k.k.),
37393/02, 27/11/2007; Ciechońska/Polonya, 19776/04, 14/7/2011, § 78; Özel ve diğerleri/Türkiye, 14350/05...,
17/11/2015, § 199).
77. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan
yoksun olmadığı görülen ve etkili bir yargılama süreci yürütülmemesi suretiyle
Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğine dair iddialar içeren başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlığın Görüşü
78. Başvurucular; Anayasa'nın 17. maddesinin öngördüğü usul
yükümlülüğü kapsamında değerlendirilebilecek şekilde, kusurlu kişiler hakkında
hukuk mahkemesinde açtıkları tazminat davalarının makul süre sınırını aşarak 11
ila 15 yıllık sürelerde tamamlandığını, olayla ilgili ceza davasında üretici
firmanın sorumluluğuna hükmedilmesine ve tazminat davasında aynı yönde
bilirkişi raporları bulunmasına rağmen üretici firmanın hukuki sorumluluğunun
olmadığına karar verildiğini, Mahkemece ceza davasının sonucu beklendiği hâlde
sonuca itibar edilmediğini, anılan şirketin otobüsün üreticisi olması nedeniyle
tehlike hukuku bakımından sorumluluğunun bulunduğunu, bu suretle adil
yargılanma hakkının ve yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
79. Bakanlık görüşünde, başvurucuların bu bölümde yer verilen
şikâyetlerine karşılık olmak üzere Anayasa Mahkemesinin bu konudaki bir
kararına göndermede bulunularak başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin
kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmamasının
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamayacağı, Anayasa'da
yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da açık keyfîlik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki
maddi ve hukuki hataların bireysel başvuru incelemesinde ele alınamayacağı,
derece mahkemelerinin delilleri takdirinde açık keyfîlik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesinin söz konusu
olamayacağı ifade edilmiştir.
80. Görüşün devamında, yine Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına göndermelerde bulunularak, yaşam hakkı
kapsamında devletin sahip olduğu negatif ve pozitif yükümlülüklere ilişkin
genel ilkelere değinilmiş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 2. maddesinin
öngördüğü yasal sistemin, etkinliğe dair bazı asgari standartları karşılayan ve
tehlikeli bir etkinliğin can kaybına yol açması hâlinde soruşturmanın bulguları
çerçevesinde adli cezaların uygulanmasını sağlayan bağımsız ve tarafsız bir
resmî soruşturma usulünü hükme bağlaması gerektiği belirtildikten sonra etkili
soruşturma yürütülmesi için uyulması gereken ilkelere yer verilmiştir.
81. Görüşün somut olaya ilişkin kısmında, kaza hakkında
yürütülen ceza davası ve başvurucuların açtığı tazminat davalarında alınan
bilirkişi raporlarına, başvurucuların yargılama sırasındaki ve temyiz
dilekçelerindeki iddialarına ve Mahkemenin bu konuda verdiği kararlara yer
verildikten sonra nihai olarak ceza davasında 4616 sayılı Kanun uyarınca
davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi kararı verilmesi, tazminat
davasında 12/8/1998 tarihli raporun değil, 31/1/2005 tarihli raporun hükme esas
alınması ve tazminat davasının yaklaşık 11 ila15 yıllık sürelerde neticelenmiş
olmasının; devletin kurallar çerçevesinde yaşamı korumaya yönelik önlemler
almaya icbar etme ve diğer yandan etkili ve bağımsız bir hukuk sistemi kurmak
suretiyle ölüm koşullarını ortaya koyma ve gerektiğinde sorumluların hesap
vermesini sağlama yükümlülüğünü ihlal edip etmediği yönünden değerlendirilmesi
gerektiği ve söz konusu değerlendirme yönünden takdirin Anayasa Mahkemesine ait
olduğu kanaati dile getirilmiştir.
b. Genel İlkeler
82. Yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin
usule ilişkin yönü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının tüm
yönlerinin ortaya konulmasını ve sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek bağımsız ve etkili resmî bir soruşturma
yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, kişilerin yaşam hakkı
ile maddi ve manevi varlıklarını koruyan hukukun etkin bir şekilde
uygulanmasını güvence altına almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının
karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler ile
bireylerin maddi ve manevi varlığına verilen zararlar için hesap vermelerini
sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 54, Sadık Koçak ve diğerleri, §
94).
83. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım
gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
84. Buna göre yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet
verilmemiş ise "etkili bir yargısal
sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka
ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle
ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
85. Bununla birlikte ölüm olayını aydınlatmak üzere yürütülen
ceza soruşturmaları ile mağdurların hukuk veya idare mahkemelerinde açtıkları
davaların sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların
uygulamada da etkili olması ve başvurulan makamın, ihlal iddiasının özünü ele
alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Ancak bir hak ihlalini
önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak
ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi
hâlinde başvuru yolunun etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
26; Filiz Aka, § 39; benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Ciechońska/Polonya, § 66).
86. Devletin, yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza
soruşturmalarında ve devamında yürütülen yargılamalarda sahip olduğu resen
harekete geçme ve araştırma yükümlülüğü gibi bazı yükümlülüklerin, özellikle
üçüncü kişiler arasında bir ölüm olayına ilişkin yürütülen ve taraflarca
hazırlanma ilkesi esas alınan hukuk davası yolu açısından aynen geçerli
olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir. Bununla birlikte bir şekilde olayın
taraflarınca ölüm olayının aydınlatılması ve hukuki sorumluluğun tespiti
amacıyla bir davanın açılması sonrasında, tarafların bu konudaki iddialarının
özenli bir şekilde incelenmesi ve devletin tekelinde olan yargılama yetkisinin,
niteliğine uyduğu ölçüde, yaşam hakkının bir soruşturma açısından aradığı tüm
gereklilikleri karşılar şekilde yürütülmesi gerektiği söylenebilir.
87. Bu çerçevede yaşam hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza
soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve
idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen
şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin, bu tür olaylara
ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği
seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde
yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir (İlker Başer ve diğerleri, B. No:
2013/1943, 9/9/2015, § 75). Elbette bazı özel durumlarda, soruşturmanın veya
yargılamanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir.
Ancak bir soruşturmada veya yürütülen yargılamada yetkililerin hızlı hareket
etmeleri, yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi,
kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı
eylemlere müsamaha gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin
engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96; Filiz Aka, § 29). Zira derece mahkemeleri
tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet; yürürlükteki yargı sisteminin,
daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde
sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319,
16/7/2014, § 110; Filiz Aka, §
33).
88. Benzer şekilde soruşturma ve yargılamaların etkililik ve
yeterliliğini temin adına soruşturma ve yargılama makamlarının ölüm olayını
aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri, somut
olayda başvurulan yolun türüne bağlı olmak üzere,gerektiğinde resen toplaması ve bu konuda ileri
sürülen delilleri dikkate alması gerekmektedir. Yargılamalarda ölüm olayının
nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir
eksiklik, etkili bir soruşturma ve yargılama yürütme kuralıyla çelişme riski
taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 57). Bu kapsamda yetkililerce, soruşturma ve yargılama kapsamında elde edilen
tanık ifadeleri ve bilirkişi raporları gibi söz konusu olaylarla ilgili
kanıtların tamamı dikkate alınarak ölümün gerçekleşme sebebinin objektif
analizinin yapılması; soruşturma ve yargılama sonucunda alınan kararın elde
edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması
da gerekmektedir (Turan ve Kevzer Uytun, B. No:
2013/9461, 15/12/2015, § 73, Cemil Danışman,
§ 99).
89. Yaşam hakkı kapsamında yürütülecek hukuk yolunun etkinliğini
sağlayan hususlardan bir diğeri, teoride olduğu gibi pratikte de hesap
verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın, yargılamanın ve sonuçlarının kamu
denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının
meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları da
sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§
58).
c. İlkelerin Somut Olaya
Uygulanması
90. Başvurucuların iddiaları incelendiğinde temel şikâyetlerinin
açtıkları tazminat davasının çok uzun sürmesi ve üretici firmanın ne şekilde
sorumlu olduğunu davacı olarak ortaya koymalarına ve bilirkişi raporlarının da
aynı yönde olmasına rağmen Hukuk Mahkemesinin konuyu yeterince incelemeksizin
ve buna bağlı olarak gerekçelendirmeksizin diğer sorumluların yanında üretici
firmanın sorumluluğuna hükmetmemesi olduğu görülmektedir. Başvurucular temyiz
başvurularında (bkz. § 35) bu yönde ileri sürdükleri iddiaların da
karşılanmadığını ileri sürmüşlerdir.
91. Gerçekleşen bir ölüm olayının oluşumuna ilişkin delillerin
değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir. Anayasa Mahkemesi,
ancak başvuru konusu yapılmış bir olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve
başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm yönlerinin aydınlatılmasına yönelik
olarak ileri sürdüğü hususlar açısından, soruşturma makamları ve derece
mahkemeleri tarafından atılması gereken adımları nesnel bir şekilde
değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No:
2013/2782, 11/3/2015, § 68).
92. Başvuru konusu olayda Anayasa Mahkemesinin gerçekleşen kaza
nedeniyle Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davası hakkında yapacağı inceleme,
yaşam hakkı kapsamında yürütülecek tüm başvuru yolları için geçerli olduğu
üzere, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde
uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını
tespit etmek konusunda etkili olup olmadığı yönünde olacaktır. Cezai
sorumlulukların tespiti konusunda da aynen geçerli olduğu üzere değerlendirme
konusu yapılan husus, bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Anayasa'nın 17. maddesi hükümleri, başvuruculara üçüncü
tarafların belirli bir konuda hukuki sorumluluklarının bulunduğunun tespit
edilmesini isteme hakkı verdiği, devlete de tüm yargılamaların hukuki
sorumluluğu tespit kararıyla sonuçlandırma yükümlülüğü verdiği anlamına gelmemektedir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§56). Anayasa Mahkemesinin bu konuda yapacağı incelemelerde, adil yargılanma
hakkının gerekçeli karar hakkı, silahların eşitliği ilkesi gibi usule ilişkin
güvenceleri de dikkate alınarak bir bütün hâlinde başvuruya konu edilen
yargılamanın yaşam hakkının gerektirdiği yeterlilikte yürütülüp yürütülmediği
değerlendirilecektir.
93. Nitekim bir temel hak ihlaline neden olduğu iddia edilen
işlem veya eylem için öngörülen ve Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunabilmek için de tamamının tüketilmiş olması gereken tüm idari ve yargısal
başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz
olmaları ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı
şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek
başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en
azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013,
§§ 28, 29).
94. Başvuru konusu olaya ilişkin Karapınar AHM’nin
kararı ve başvurucuların iddiaları birlikte değerlendirildiğinde gerçekleşen
trafik kazası ve buna bağlı olarak yaşanan ölümlerden sorumluluk konusunda
kazaya karışan araç sürücüsü, araçları işletenler, seyahat firması ve sigorta
şirketinin kusurlu veya kusursuz sorumluluklarına ilişkin olarak bireysel
başvuru dilekçesinde ihlal iddiasına konu edilen harhangi
bir husus bulunmadığı görülmektedir. Başvurucuların, yürütülen yargılamada
gerçek sorumluluğu ortaya koymak adına üretici firmanın da haksız fiilden
sorumlu tutulması gerekirken bu taleplerinin reddedildiğini belirttikleri,
yargılama sürecinde ve bireysel başvuru dilekçesinde ileri sürülen iddiaları
incelendiğinde de özellikle de haksız fiilden sorumluluğun kusur ve hukuka
aykırılık unsurlarının somut olayda doğru bir şekilde belirlenmediği konusuna
odaklanıldığı anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu kadar ayrıntılı bir
şekilde başvuru konusu somut davada uyuşmazlık konusunun içeriğini ortaya koymasının
sebebi, bu konuda alınan kararın doğruluğu veya yanlışlığını belirlemek
değildir. Uyuşmazlık konusunun ayrıntılı olarak ortaya konulmasının sebebi, bu
karara götüren yargılamanın ve sonunda alınan kararın ölüm olayının tüm
yönlerinin ortaya konulmasını ve sorumluların belirlenebilmesini sağlamak adına
etkili olup olmadığını değerlendirmektir(bkz. §§
82-88).
95. Bu nedenle, başvuru konusu olayda bu çerçevede yapılacak
incelemede, uyuşmazlık konusu haksız fiil sorumluluğu açısından elde edilen
bilgilerin, delillerin ve tarafların bu konudaki iddialarının ne olduğunun
ortaya konulması, sonrasında da mahkemenin bu konudaki tartışmayı hangi
hususları dikkate alarak bir karara bağladığının değerlendirilmesi
gerekmektedir.
96. Başvurucuların somut olayda görülen tazminat davasındaki
iddiaları incelendiğinde otobüs üretiminin sadece ilgili Yönetmelik ve
standartlara aykırı olduğuna dayalı olarak değil, anılan düzenlemelere uygun
olarak üretilmiş olsa bile tehlike sorumluluğu gereği haksız fiil nedeniyle de
üretici firmanın sorumlu olduğunu ileri sürmüş oldukları görülmektedir. Yani
başvuruculara göre somut olayda kazaya karışan otobüsün AİTM Yönetmeliği’nde
belirtilen koşulları taşımakta olduğu kabul edilse dahi bilirkişi raporunda
ifade edildiği şekilde yakıt tankı gibi tehlikeli sonuç doğurma potansiyeli
bulunan bir donanımın aracın ön bölgesine yerleştirilmesi, riski arttıracak
şekilde arada bir bağlantı yapılmasını gerektiren çift depo olarak tasarlanması
ve bu yöndeki uygulamaya rağmen deponun yolcu kabininden yeterli şekilde
yalıtılmasını temin edecek güvenlik tedbirlerinin alınmamış olması, kaza
sonrasında yolcu kabininde hızla yayılan bir yangına neden olmuş; çift katlı
emniyet camı bulunması ve camı kırmak için kullanılacak çekiç sayısının az
olması da yolcuların güvenli şekilde dışarı çıkabilmelerine engel olmuştur.
Karapınar AHM’nin yukarıda yer verilen kararında,
başvurucuların bu yöndeki iddialarını, diğer delillerin yanında ACM
yargılamasında elde edilen delillere ve bilirkişi raporlarına dayandırdıkları
ifade edilmiştir.
97. Üretici firma ise herhangi bir kusuru, hukuka aykırı
davranışı ve imal ettiği malda herhangi bir ayıp söz konusu olmadığı gibi
davacıların zararı ile şirketin imalat işi arasında herhangi bir illiyet bağı
bulunmadığını ileri sürmüştür.
98. Başvurucuların iddialarına dayanak olarak gösterdikleri,
davalı üretici firmanın ise itibar edilmemesi gerektiğini belirttiği ODTÜ
raporunda sonuç olarak özetle otobüsün tasarımının AİTM Yönetmeliği’nin
belirleme yaptığı alanlarda standartları karşıladığı ancak “iki yakıt tankının otobüsün önden çarpışma halinde en
tehlikeli bölümüne yerleştirilmesine rağmen bununla ilgili hiçbir koruyucu ve
sağlamlaştırıcı tasarım çalışması yapılmaması”, “yakıt tankı bölmesini yolcu bölmesinden ayıran …
ahşap kapağın çarpışma sırasında kolayca parçalanması ve yakıtın bu boşluktan
yolcu kabinine akmasına tedbir alınmaması”,“çift depo bulunması ve depolar
arasındaki bağlantının zayıf noktalarının… yakıtın kolayca dışarıya çıkmasına
neden olabileceğini öngörememe” ve“çift katlı emniyet camı kullanılmasının çekiçle kırmayı zorlaştırması ve
çekiç sayısının yönetmelikte belirlenen asgari rakam uyarınca ikide bırakılması”
hususlarının teknik kusur olarak ifade edildiği görülmektedir.
99. Karapınar AHM’nin atadığı hukuk
bilirkişisinin, üretici firmanın sorumluluğuna ilişkin yaptığı değerlendirmede
ise özetle ölümler ile çıkan yangın arasında uygun illiyet bağının bulunduğu;
haksız fiilin hukuka aykırılık ve kusur şartları bakımından olayda ihlal edilen
hukuk kuralının araç imali ile ilgili mevzuat hükümleri değil, mutlak olan
kişilerin yaşam haklarını ve vücut bütünlüklerini koruyan normlar olduğu, bu
normların ihlali ile hukuka aykırılığın gerçekleştiği, yönetmeliklere ve teknik
şartnamelere uygun üretim yapılmasının böyle bir olayda hukuka aykırılık
şartının gerçekleşmediğini göstermediği, mevzuatla tespit edilen standartların
sadece uyulması zorunlu hususların ne olduğunu ortaya koyduğu, bu şartlara
uyulmak koşuluyla farklı tasarım ve uygulamalar yapılabileceği ancak bu durumda
seçilen tasarımın özellikle güvenlik açısından bir zaafa yol açıp açmayacağının
üretici firma tarafından değerlendirilmesi ve gerekirse ilave tedbirlerin
alınması gerektiği, güvenlik önlemlerinin tek tek mevzuatla sayılmasının
beklenemeyeceği, ODTÜ raporunda ifade edilen eksikliklerin üretici firmanın
gerekli dikkat ve özeni göstermediğini dolayısıyla kusurlu olduğunu ortaya
koyduğu ifade edilmiştir.
100. Anayasa Mahkemesinin daha önce karara bağlamış olduğu
bireysel başvurularda adil yargılanma hakkı kapsamında yaptığı incelemelerde
yer verildiği üzere derece mahkemeleri, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili
olarak geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Özellikle taraflarca ileri
sürülen kanıtların kabulü ve değerlendirilmesi öncelikle derece mahkemelerinin
görevidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda,
B. No: 21363/93..., 23/4/1997, § 50). Bu nedenle açıkça keyfî olmadıkça belirli
bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya
aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına veya hukuken sorumlu olup olmadığına
karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Ahmet Gökhan Rahtuvan, B. No:
2014/4991, 20/6/2014, § 24; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Garcia Ruiz /İspanya,
B. No. 30544/96, 21/1/1996, § 28).
101. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, yargılamada ileri
sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi
gerektiği şeklinde anlaşılamaz; hükme esas teşkil eden gerekçelerin nelerden
ibaret olduğunun ortaya konulması yeterlidir. Bu nedenle gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt
Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., § 26; İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013,
§ 25).
102. Bu konuda Anayasa Mahkemesinin kabul ettiği anlamda makul
gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini,
kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını
ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek
nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi
nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için
ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve
kapsamda verildiğini gösteren bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm
fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim
Ataş, § 24).
103. Karapınar Asliye Hukuk Mahkemesinin hükme esas aldığı İTÜ
raporunda sonuç olarak özetle dava konusu otobüs modelinin; tasarım ve imalat
açılarından güvenlik önlemlerini tümüyle ilgili AİTM Yönetmeliği'nde
belirtilenleri ve dahası Avrupa Birliğinin 70/221 EEC numaralı Motorlu
Araçlarda Sıvı Yakıt Tankları direktifinin mukavemet şartlarını, depolarının
montaj konumu ile ilgili olarak da ECE-R 36 uluslararası standartlarını
karşıladığı; gerçekleşen kazada çarpışma şekli dikkate alındığında çarpma
etkisinin, otobüsün sağ ön yakıt deposuna odaklandığı, ortaya çıkan kinetik
enerjinin büyüklüğü gözönünde bulundurulduğunda bu
çarpışma sonucunda sağ yakıt deposunun deforme olmaması ve içindeki yakıtın
dışarıya çıkmamasının mümkün olmadığının ifade edildiği anlaşılmaktadır.
104. Karapınar AHM’nin gerekçeli
kararında “(…)’nin
otobüs üretici firma olduğu, bu durumda 818 sayılı Kanun’un 41. maddesi ve 4077
sayılı Kanun hükümleri gereğince ayıplı malın neden olduğu her türlü zarardan
dolayı haksız fiil hükümlerine dayalı olarak ancak kusuru bulunması halinde
sorumlu olabileceği, kusursuz olarak sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı”Mahkemece
itibar edilen raporlara göre “hukuka aykırı
bir eyleminin de bulunmaması” nedeniyle üretici firmanın hukuki
sorumluluğu bulunmadığına kanaat getirildiği ifade edilmiştir.
105. Anılan Mahkeme kararında ODTÜ raporunun hükme esas
alınmamasının gerekçesinin “B.K.'nun 53 md.'si gereğince hukuk
hakiminin kusur durumunu araştırırken, ceza hukukunun sorumluluğa ilişkin
kuralları ile bağlı olmadığı, kaldı ki ortada kesinleşmiş bir ceza dosyasının
bulunmadığı, söz konusu ceza dosyasının 4616 sayılı yasa kapsamında kaldığı,”
şeklinde ifade edildiği görülmektedir. Diğer yandan Mahkemenin, yaşanan trafik
kazasında haksız fiilden kaynaklanan sorumluluk hâllerini önceki teknik
bilirkişi raporlarını inceleyerek değerlendirilen hukuki bilirkişi raporuna “raporunun hukuki nitelendirme şeklinde olup, teknik
konuda rapor düzenlemesinin mümkün olmadığı, ayrıca yukarıda belirttiğimiz
dosyaların bu dosya için kesin delil olmasa da kuvvetli delil teşkil edeceği”
gerekçesiyle görüşü ile bağlı olmadığını belirterek değerlendirmeye esas
almamış olduğu görülmektedir.
106. AHM’nin kararı ve yargılamaya
ilişkin duruşma tutanakları incelendiğinde başvurucuların trafik kazasından
kaynaklanan hukuki sorumluluğa ilişkin iddialarını yargılama sürecinde ileri sürebildikleri,uyuşmazlık konusuna ilişkin ceza davasında
ve hukuk davasında tarafların sunduğu ve mahkemelerce resen talep edilen olayın
teknik ve hukuki yönlerine ilişkin alınan bilirkişi raporlarına karşı
görüşlerini yazılı ve sözlü olarak Mahkemeye sunabildikleri, nihayetinde AHM’nin ileri sürülen tüm iddia, delil ve bilirkişi
raporlarından hangisine itibar ettiğini, bu değerlendirmelere bağlı olarak
kazaya bağlı gerçekleşen ölümlerden kimlerin hukuken sorumlu olduğunu ve
ödenmesi gereken maddi ve manevi tazminat miktarlarını gerekçesiyle
kararlarında açıkladığı görülmüş olup, budurumda
çelişmeli yargılama ve gerekçeli karar hakkı gibi usule ilişkin güvencelerin
temin edilmemiş olduğu da söylenemez.
107. Bununla birlikte, başvuru konusu yargılamaların makul
derecede ivedilik ve özen şartı yönünden incelenmesine geçildiğinde
başvurucular Tahsin Eker, Menekşe Eker, Yasemin Erkan ve Ali Osman Eker’in 22/10/1998 tarihinde açtıkları davada nihai kararın
21/6/2013 tarihinde verildiği ve toplamda yargılamanın 14 yıl 8 ay sürdüğü;
başvurucular Sebahat Dörterler ve Yavuz Dörterler’in 22/10/1998 ve 1/12/1998 tarihlerinde açtıkları
sonrasında birleştirilen davada nihai kararın 10/1/2014 tarihinde verildiği ve
toplamda yargılamanın yaklaşık 15 yıl 2 ay sürdüğü; başvurucular Fatma Şimşek,
Ahmet Şimşek ve Kevser Güngör’ün 15/10/2002 tarihinde açtıkları davada nihai
kararın 31/5/2013 tarihinde verildiği ve toplamda yargılamanın 10 yıl 7 ay 15
gün sürdüğü görülmektedir.
108. Karapınar AHM’de görülen
E.1998/243 sayılı davanın duruşma tutanaklarının (bkz. § 31) incelenmesi
neticesinde başvurucular tarafından 1998 yılının sonunda açılan davalardayargılamanın ilk aşamasında yürütülen işlemlerin
sonrasında ceza davasındaki bilirkişi raporları ile dava sonu verilen kararın
kesinleşmesinin bekletici mesele yapıldığı, ceza davasının 2002 yılında
kesinleşmesi sonrasında 4/10/2002 ila 4/3/2005 tarihleri arasında yapılan
duruşmalarda diğer işlemlerin yanında temel olarak aynı konudaki yaklaşık 30
davada esas alınmak üzere E.1998/230 sayılı dosyada bilirkişi raporu alınması
amacıyla heyet oluşturma işlemlerinin yürütüldüğü, anılan raporun sunulmasının
beklenildiği, devamındaki duruşmalarda bilirkişi raporlarına karşı görüşlerin
alındığı, benzer şekilde 2/6/2006 ila 28/9/2007 tarihleri arasında tazminat
hesaplaması için bilirkişi raporunun beklenildiği ve karşı beyanların alındığı,
benzer sürecin 11/12/2009 tarihine kadar hukuk bilirkişisinden rapor ve rapora
karşı tarafların beyanlarının alınması suretiyle geçirilmiş olduğu, 2010
yılında Karapınar AHM tarafından verilen kararların temyiz ve karar düzeltme
incelemelerinin ise yaklaşık 3 yıl sürdüğü görülmüştür.
109. Somut olayda başvurucuların haksız fiilden kaynaklanan
tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin AHM’nin
kararlarının kesinleşmesinin 10 yıl 8 ay ile 15 yıl 2 aylık süreler arasında
gerçekleştiği, bu gecikmede başvurucuların herhangi önemli bir etkisinin
bulunmadığı, dosyanın çözümünün trafik kazası ve sonrasında yaşanan yangına
bağlı olarak gerçekleşen ölümlerdeki sorumluluğun tespitine yönelik olması
nedeniyle nispeten karmaşık bir nitelik arz ettiği, ayrıca ACM’de
görülen ceza davasının sonuçlanmasının beklendiği, bu konuyu aydınlatmak için
çok sayıda bilirkişi raporu alındığı ve yargılamanın ağırlıklı olarak bilirkişi
raporlarının ve bu raporlara karşı tarafların beyanlarının alınmasına yönelik
işlemlerin yürütülmesi amacıyla çok sayıda duruşma yapılarak ilerlediği, bu
işlemlerde yaşanan gecikmeye aynı Mahkemede kısmen benzer nitelikteotuza
yakın dava açılması ve her davada benzer işlemlerin yürütülmesinin neden olduğu
ancak yargılamaların bu yönlerinin, başvurucular için hukuki korumanın bir an
önce gerçekleştirilmesindeki yararları dikkate alındığında toplamda yaklaşık 11
ila 15 yıllık sürelerde gerçekleşen yargılamaların makul özen ve hız içerisinde
yürütüldüğünün (bkz. § 87) kabul edilmesini mümkün kılmadığına kanaat
getirilmiştir.
110. Sonuç olarak, her ne kadar Anayasa Mahkemesinin somut
olayda derece mahkemesinin ulaştığı sonuçla ilgili olarak sahip olduğu takdir
yetkisine bir müdahalesinin olamayacağının kabulü ile birlikte, başvurucuların
Hukuk Mahkemesi önünde görülen davaların hızlı ve etkili bir şekilde
sonuçlanmasındaki menfaati ve gecikmesinde esaslı bir etkilerinin olmamasına
bağlı olarak iki dereceli yargılama sürecinde gerçekleşen yargılamaların çok
uzun olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği hızda bir inceleme
içermediği, bu nedenle de hukuk davasının fiilen etkili bir şekilde
yürütüldüğünden ve buna bağlı olarak pozitif yükümlülüğün usul boyutunun yerine
getirildiğinden söz edilemeyeceği kanaatine ulaşılmıştır.
Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Serruh
KALELİ, Recep KÖMÜRCÜ, Muammer TOPAL ve Hasan Tahsin GÖKCAN bu sonuca farklı
gerekçeyle katılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
111. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
112. Başvurularda, ihlalin tespiti ve ihlalin giderilmesi için
yargılamanın yeniden görülmesine karar verilmesi taleplerinin yanı sıra her bir
başvurucu için 100.000 TL tazminat ödenmesi ve yargılama giderlerinin Hazine
üzerinde bırakılması talepleri yer almaktadır.
113. Başvurularda, yaşam hakkının gerektirdiği etkili yargılama
yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvurucuların
yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları
karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak,
a. Somut olayda yakınları Bülent Eker'i
kaybeden başvurucular Tahsin Eker, Menekşe Eker, Yasemin Erkan ve Ali Osman Eker’e müştereken net 30.000 TL,
b. Somut olayda yakınları Veysel Dörterler'i
kaybeden başvurucular Sebahat Dörterler ve Yavuz Dörterler’e müştereken net 30.000 TL,
c. Somut olayda yakınları Davut Şimşek'i kaybeden başvurucular
Fatma Şimşek, Ahmet Şimşek ve Kevser Güngör’e müştereken net 30.000 TL,
manevi tazminat ödenmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
114. Dosyadaki belgelerden tespit edilen,
a. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin,başvurucular
Fatma Şimşek, Ahmet Şimşek ve Kevser Güngör’e ayrı ayrı, başvurucular Tahsin
Eker, Menekşe Eker, Yasemin Erkan ve Ali Osman Eker’emüştereken,
b. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin, başvurucular Sebahat Dörterler
ve Yavuz Dörterler’e ayrı ayrı,
ödenmesine ve karar örneğinin Karapınar
Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkına ilişkin etkili bir yargılama süreci
yürütülmediğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın
17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yükümlülüğünün İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. 1.
Başvurucular Tahsin Eker, Menekşe Eker, Yasemin Erkan ve Ali Osman Eker’e müştereken net 30.000 TL,
2. Başvurucular Sebahat Dörterler ve
Yavuz Dörterler’e müştereken net 30.000 TL,
3. Başvurucular Fatma Şimşek, Ahmet Şimşek ve Kevser Güngör’e
müştereken net 30.000 TL,
manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 1.
198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.918,35 TL
yargılama giderinin, başvurucular Fatma Şimşek, Ahmet Şimşek ve Kevser Güngör'e
ayrı ayrı, başvurucular Tahsin Eker, Menekşe Eker, Yasemin Erkan ve Ali Osman Eker’emüştereken,
2. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin, başvurucular Sebahat Dörterler
ve Yavuz Dörterler’e ayrı ayrı,
ÖDENMESİNE
E. Ödemelerin,
kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden
itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin
sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ
UYGULANMASINA,
F. Kararın
bir örneğinin Karapınar Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın
bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
11/5/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
FARKLI GEREKÇE
1. Başvurucular, diğer şikayetleri yanında, olayla ilgili ceza
davasında üretici firmanın sorumluluğuna hükmedilmesine ve tazminat davasında
aynı yönde bilirkişi raporları bulunmasına rağmen üretici firmanın hukuki
sorumluluğunun olmadığına karar verildiğini, halbuki sözkonusu
firmanın otobüsün üreticisi olması nedeniyle sorumluluğunun bulunduğunu, bu
suretle adil yargılanma hakkının ve yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
2. Mahkememiz çoğunluğu, hukuk mahkemesinin üretici firmanın
sorumluluğunun bulunmadığına yönelik kararının gerekçelerinin yeterli olduğu,
buna karşılık başvurucular tarafından açılan davaların Anayasa’nın 17.
maddesinin gerektirdiği hızda sonuçlandırılmadığı, dolayısıyla yapılan
incelemenin hızlı ve etkili bir şekilde yürütülmediği için yaşam hakkının
korunmasına yönelik pozitif yükümlülüğün usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna
ulaşmıştır.
3. Çoğunluktan farklı olarak, aşağıda açıklanan nedenlerle, hem
hukuk mahkemesinin gerekçesinin yetersiz olması hem de incelemenin yeteri kadar
hızlı ve özenli yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal
edildiği kanaatindeyiz.
4. Çoğunluk görüşünde de belirtildiği üzere başvuru konusu
olayda Anayasa Mahkemesinin gerçekleşen kaza nedeniyle Hukuk Mahkemesinde
açılan tazminat davası hakkında yapacağı inceleme, yaşam hakkı kapsamında
yürütülecek tüm başvuru yolları için geçerli olduğu üzere, yaşam hakkını
koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan
ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek konusunda
etkili olup olmadığı yönünde olacaktır. Anayasa Mahkemesinin bu konuda yapacağı
incelemelerde, adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı, silahların
eşitliği ilkesi gibi usule ilişkin güvenceleri de dikkate alınarak bir bütün
hâlinde başvuruya konu edilen yargılamanın yaşam hakkının gerektirdiği
yeterlilikte yürütülüp yürütülmediği değerlendirilecektir (§ 92).
5. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında belirtildiği üzere
mahkeme kararlarının gerekçeli olması, yargılamada ileri sürülen her türlü
iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde cevap verilmesi şeklinde anlaşılamaz.Kararda hükme esas
teşkil eden gerekçelerin nelerden ibaret olduğunun ortaya konulması yeterlidir.
Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre
değişebilir. Bununla birlikte başvurucuların ayrı ve açık bir cevap verilmesini
gerektiren usul veya esasa dair iddialarının karşılanmamış olması bir hak
ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve
Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret
Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
6. Bu anlamda makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların
mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal
düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki
bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların hangi nedenle haklı
veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne
uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda
verildiğini gösteren bir gerekçe bölümünün ve bununla uyumlu hüküm fıkralarının
bulunması zorunludur (İbrahim Ataş,
B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24).
7. Karapınar Asliye Hukuk Mahkemesinin gerekçeli kararında “…’nin otobüs üretici firma
olduğu, bu durumda 818 sayılı Kanun’un 41. maddesi ve 4077 sayılı Kanun
hükümleri gereğince ayıplı malın neden olduğu her türlü zarardan dolayı haksız
fiil hükümlerine dayalı olarak ancak kusuru bulunması halinde sorumlu
olabileceği, kusursuz olarak sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı, …hukuka aykırı
bir eyleminin de bulunmaması” nedeniyle üretici firmanın hukuki
sorumluluğunun olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, bu sonuca ulaşırken temel
olarak otobüsün üretiminde tasarım ve imalat açılarından güvenlik önlemlerinin
tümüyle ilgili Araçların İmal, Tadil ve Montajı Hakkında Yönetmelik (AİTM)
hükümlerine ve Avrupa Birliğinin kabul ettiği standartlara uygun olduğunu ifade
eden İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) raporuna dayanmıştır.
8. Bununla birlikte, çoğunluk kararında yer verilen mahkeme
içtihatlarında (bkz. §§ 54-57)kabul edildiği üzere
haksız fiil sorumluluğunda hukuka aykırılığın gerçekleşmesi sadece zararın
doğmasını önlemek amacıyla belirli bir davranışı emreden bir hukuk kuralına
aykırılığın bulunmasına bağlı değildir. Başvurucuların yakınlarının
yaşamlarının korunmasına yönelik normların gerektirdiği güvenlik tedbirlerinin
üretici firma tarafından alınıp alınmadığının, bilirkişi raporlarında bu
doğrultuda yapılan teknik tespitlerin üretici firma açısından kusur oluşturup
oluşturmadığının da haksız fiil sorumluluğu açısından incelenmesi
gerekmektedir. Ancak Karapınar Asliye Hukuk Mahkemesinin kararında bu yönde bir
değerlendirme yapılmamış olduğu görülmektedir.
9. Esasen somut olayda temel mesele sonuca etkili bir iddianın
mahkeme kararında yeteri kadar karşılanıp karşılanmadığıdır. Başvuruya konu
yargılamada karara esas alınan İTÜ raporunda darbenin şiddeti nedeniyle yakıt
deposunun deforme olması ve yakıtın dışarı taşmasının bir anlamda kaçınılmaz
olduğu ifade edilirken, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) raporunda yakıtın
yolcu kabinine geçmesini engelleyecek makul tedbirlerin alınmadığı tespiti yer
almaktadır. Bilirkişi raporları arasındaki muhtemel çelişkileri gidermek, hükme
esas almadığı bilirkişi raporunu hangi nedenlerle dikkate almadığını açıklamak
mahkemelerin görevidir.
10. Mahkeme, ODTÜ raporunu “B.K.'nun 53 md.'si gereğince hukuk
hakiminin kusur durumunu araştırırken, ceza hukukunun sorumluluğa ilişkin
kuralları ile bağlı olmadığı, kaldı ki ortada kesinleşmiş bir ceza dosyasının
bulunmadığı, söz konusu ceza dosyasının 4616 sayılı yasa kapsamında kaldığı”
gerekçesiyle hükme esas almamıştır.
11. Hukuk ve ceza davalarının konuları, tarafları ve amaçları
farklı olduğundan, ceza mahkemesi kararları, hukuk davaları için kural olarak
kesin hüküm oluşturmaz. Haksız fiil nedeniyle açılan tazminat davalarını çözmek
bütünüyle hukuk hâkiminin görevi içindedir (H.Ş., B. No: 2013/7123,6/2/2014, §
62). Ancak bu durum ceza yargılaması sırasında elde edilen delillerin ve
bilirkişi raporlarının hukuk hâkimi tarafından değerlendirilmesine engel
değildir. Nitekim Mahkememiz kararının “İlgili Hukuk” kısmında aktarıldığı
üzere (§ 58), Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 11/6/2012 tarihli ve E. 2011/8929,
K.2012/10095 sayılı kararında ceza mahkemesince belirlenen maddi olguların
hukuk yargıcını bağladığı, davayı etkileyecek nitelikte olan bu tür olguların
diğer delillerle birlikte değerlendirilerek bir sonuca ulaşılması gerektiği
vurgulanmıştır.
12. Somut olayda başvurucular, kusur ve hukuki sorumluluk
konusunda ceza davasındaki karardan ziyade, o yargılama sürecinde alınan ve
kazaya karışan otobüs hakkında çok yönlü teknik değerlendirmeler içeren ODTÜ
raporuna dayanmışlardır. Bu bağlamda başvurucuların temel iddiaları kovuşturma aşamasında
alınan bir bilirkişi raporuna dayanıyorsa, hukuk davasında hâkimin bu raporu
neden dikkate almadığını kararında açıklaması gerekir. Karar gerekçesinde bu
açıklamaların yer almadığı anlaşılmaktadır. Kararda başvurucuların olaya
ilişkin ODTÜ raporuna dayanarak ileri sürdükleri, üretici firmanın özellikle
kaza anında yakıtın yolcu kabinine geçmesini engelleyecek gerekli tedbirleri
almadığı yönündeki iddiaları tam olarak karşılanmış değildir.
13. Benzer şekilde kararda Mahkemenin bizzat talep ettiği hukuki
bilirkişi raporunda başvurucuların iddialarını destekleyen argümanlara neden
itibar edilmediği de açıklanmamıştır. Mahkeme, ODTÜ raporu konusunda yaptığı
gibi, burada da hukuki bilirkişi raporunun kendisi açısından bağlayıcı
olmadığını ifade etmekle yetinmiştir.
14. Kuşkusuz bilirkişi raporu ve benzeri delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece mahkemelerinin yetkisi
dâhilindedir. Mahkemeler, yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporunun hükme
esas alınması taleplerini elbette reddedebilirler. Ancak bu yapılırken
tarafların haklarını koruma amacına yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usul
çerçevesinde hareket edilmelidir (Ahmet
Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991,
20/6/2014, §§ 59-60). Bu bağlamda Mahkemenin resen talep ettiği ve içerik
itibarıyla başvurucuların iddialarını destekleyen bilirkişi raporunun hükme
ulaşılırken dikkate alınması yönündeki taleplerin neden kabul görmediğine dair
açıklamanın kararda yer almadığı anlaşılmaktadır.
15. Başvurucuların bilirkişi raporlarına dayanarak ileri
sürdükleri üretici firmanın hukuki sorumluluğuna dair iddiaları temyiz
merciince de karşılanmamış ve verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğunun
ifade edilmesiyle yetinilmiştir.
16. Sonuç olarak, Karapınar Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı bir
bütün olarak değerlendirildiğinde, haksız fiil sorumluluğunun kapsamının
belirlenmesi ve bilirkişi raporlarının dikkate alınması şeklinde başvurucuların
usul ve esasa dair bazı iddialarının cevapsız bırakıldığı, bu kapsamda 49
kişinin hayatını kaybettiği kazada özellikle otobüs üretiminden kaynaklandığı
ileri sürülen sorumluluk konusunda elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel
ve tarafsız bir analizinin yapılmadığı görülmektedir. Bu durumda hukuk
davasının olayın gerçekleşme şeklini aydınlatma ve hukuki sorumluluk açısından
sorumlu tüm kişilerin belirlenmesine imkân sağlayacak şekilde işlediğini
söylemek güçtür.
17. Bireysel başvuruya konu hukuk davasının, (a) hukuki
sorumluluğun uyuşmazlık konusu tüm yönlerini yeterli bir şekilde ortaya çıkarma
yükümlülüğünün tam olarak yerine getirilmemiş olması ve (b) çoğunluk görüşünde
de belirtildiği gibi yeterince hızlı ve özenli olmaması nedeniyle etkili bir
şekilde yürütülmediği anlaşılmaktadır.
18. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşam hakkının gerektirdiği usul yükümlülüğünün ihlal edildiği
sonucuna ulaşılmıştır.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Muammer TOPAL
|
FARKLI GEREKÇE
Başvurucuların başvurularında, açtıkları ve makul süreyi aşarak
neticelenen tazminat davasında, trafik kazasında üretici firmanın
sorumluluğunun bilirkişi raporlarına rağmen yeterince değerlendirilmediği ve
yaşamı koruma ve etkili soruşturma yürütülmediğini iddia ettikleri
görülmektedir.
Mahkememiz yaptığı değerlendirmesinde,
Yaşamı koruma yükümlülüğü yönünden sorumlu olduklarını
düşündükleri kamu görevlisi ya da diğer kişilerin cezai sorumluluğunu
belirlemedeki etkili ceza davasının Mahkememizce inceleme yetki başlangıç
tarihinden önce kesinleşmiş olması,
Yaşam hakkına ilişkin ihlalin giderilmesinde, idareye karşı dava
açma hakkının bulunduğuna, somut olayın gerçekleşme koşullarının aydınlatılması
ve sorumluluklarının belirlenmesi için herhangi yargısal yola başvurmamış
olmaları nedeniyle iddialarının bu kısmı için başvurunun kabul edilemez
olduğuna karar vermiştir.
Etkili bir yargılama süreci yürütülmediğine ilişkin iddiası
yönünden de;
Yaşanan her doğal olmayan ölüm olayı sonrasında devlet, yaşamı
koruma yükümlülüğünü ihlal etmese de, gerçekleşen
olayın sebep ve sorumluluklarını belirleme için etkili bir soruşturma yapmak
zorunda olduğundan, başvuruyu iddialar yönünden kabul edilebilir bulmuştur.
Esas yönünden yapılan incelemede;
Önce, ölüm olayının sorumlularının belirlenmesi, gerektiğinde
cezalandırmak için bağımsız etkili bir soruşturma yapma, bunun için etkili bir
yargısal sistemin varlığı, uygun giderim sağlayacak etkili bir takip yolu,
resen harekete geçme, araştırma, delil toplama ve soruşturmanın aradığı tüm
gerekleri karşılama, tarafça açılmış bir davadaki iddiaları özenle ve
ivedilikle inceleme, bunu objektif delil, bilirkişi raporu, olgu analizine
dayandırma, soruşturma sonuçlarını kamu denetimine açma ve ölen yakınlarının
sürece katılımlarını sağlama şeklindeki temel ilkeleri belirlemiştir.
Somut olay uygulamasına gelindiğinde; başvurucuların taraf
sorumluluklarını ortaya koyduğu, üretici firmanın da haksız fiilden sorumlu
olması gerektiğinin belirtildiği ve aynı yönde bilirkişi raporlarının alınmış
olduğu iddiaları karşısında Mahkememiz, ölüm olayında gerçekleşmiş olguların ve
yargılama sonunda alınan kararın, olayı aydınlatmada, tüm yönleri ile
sorumluları belirlemede etkili olup olmadıklarının değerlendirilmesi gerekir demiş
ise de;
Derece mahkemelerinin taraflarca ileri sürülen delillerin kabul
ve takdirinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu, hangi delilin kabulü
ve karar verilmesi gerektiğinin Anayasa Mahkemesinin görevi olmadığını ifade
ettikten sonra mahkeme kararına esas alınan bir raporda otobüs üretici
firmasının kusursuz olup sorumlu tutulamayacağı kanaatinin var olduğunu, olayda
firmaya kusur atfeden ODTÜ raporunun ortada kesinleşmiş bir ceza dosyası
olmadığından ve hukuk hakiminin ceza hukuku sorumluluğuna ilişkin kuralarla
bağlı olmadığı nedenleri ile kabul görmediğinin karara gerekçe yapıldığının
tespitini yapmıştır.
Bu tespitten sonrada, davanın toplamda 11 ila 15 yıllık
sürelerde gerçekleşmesini, makul özen ve hız içinde kabul etmeyerek, sürece
bağlı bir şekilde hızlı ve etkili bir soruşturma yapılmadığı gerekçesi ile
Anayasanın 17. maddesine bağlı bir ihlal kararı vermiş ise de,
ihlal sonucuna katılınmış ama gerekçesine katılınmamıştır.
Başvurucuların, yargılama sürecinin uzunluğunu, diğer sorumlularının
yanında bilirkişi raporu ile de belirlenen üretici firma sorumluluğuna
hükmedilmemesi ve bu konudaki temyizde ileri sürdükleri iddiaların
karşılanmamış olmasını ihlal nedenleri sayarak başvurdukları anlaşılmaktadır.
Konu yaşam hakkı ve buna bağlı etkili bir soruşturma yapılmadığı
olduğunda, görece Mahkememizin iddiaların kanıtlandığını belirleyebilmesi için,
nesnel anlamda dosya kapsamını, iddiaların niteliğini değerlendirecek, hakkı
koruyan normatif güvencelerin, soruşturmanın etkililiği ve bağımsızlığına
yansımaları gözetilecektir.
Olayın oluşunda sebep olanların sorumluluklarının tespiti
değerlendirmeleri de bu kapsamda sonucu yönünden değil, uygun araç kullanma
yükümlülüğü kapsamında yapılacaktır.
Hukuk aleminde ihlale neden olan işlem veya eylem için
başvurulmuş tüm yargı yolları, hak kaybını makul ölçüde telafi edici nitelikte
olması yanında mutlaka uygulamasının da etkili olduğu belirlenmiş olmalıdır.
Mahkememiz benzeri yorumları kararında yazmış ise de, mahkemelerin geniş bir takdir hakkı kapsamında delil
değerlendirmesinde bulunacağı çerçeve cümlesi ile somut olayda mahkemenin
kullandığı takdir hakkına esas olan kabulü gerekçe göstermiş ve onunla yetinmiş
adeta soruşturmanın etkililiğinden anlaşılması gerekeni mahkemenin kabulde
sunduğu gerekçenin içine hapsetmiş, sadece yargılama sürecinin uzunluğunu
etkisizlik olarak göstermiştir. Aynı hukuki sonuçla kısa süreli bir yargılama
yapılmış olsaydı mahkememizce bu kabul gerekçesi ile bu başvuruda etkili
soruşturma yönünden ihlal kararı verilmeyeceği anlaşılmaktadır.
Hukuk davasının olayın gerçekleşme ve nedenlerinin açığa
kavuşmasını belirleme ve bağlı hukuki sorumlulukların hüküm altına alınması
yönünden buna imkan sağlayacak şekilde süre geldiğinin
belirlenmesi gerekir.
Başvuru konusu olayda değerlendirilecek husus, haksız fiil
sorumluluğu açısından dosyadaki bilgilerin neler olduğu ve mahkemenin de sübuta
hangi hususları tartışarak ulaştığı ve karara taşıdığı, etkililiği ve koruyucu
güvencelere cevap verip vermediği şeklinde olmalıdır..
Başvurucuların, otobüsün mevcut düzenlemelere uygun üretilmiş
bile olsa tehlike sorumluluğu nedeniyle, kazanın oluşunda öncelikli neden olan
yakıt tankının korunaklılığı yönünden yeterli
güvenlik tedbirlerinin alınmamış olması ve güvenli çıkış yeri yetersizliği
nedenlerinden oluşan iddialarına davalarında yer verdikleri görülmektedir. Buna
dayanak olarak da yüzlerce sayfayı bulan, otobüs tasarımının AİTM yönetmelik
standartlarını karşılasa da, teknik öngörüsüzlük ve
kusurlara atıfta bulunan ODTÜ’ye ait bilirkişi kurulu raporunu göstermişlerdir.
Başvurucuların ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren
usul ve esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması, bir hak ihlaline
neden olabilecektir. (B.No:
2013/1213 P.26)
Dava konusu olay ve olguların mahkemece nasıl değerlendirildiği,
hükmün dayandığı hukuksal gerçeklik ortaya konup olayla illiyeti
değerlendirilmelidir.
Başvuru konusu olayda Mahkeme haksız fiil incelemesini kusura
dayalı yapmış ve İTÜ raporundaki otobüs imalatında alınan önlemlerin AİTM
yönetmeliğine uygunluğunun ifadesini yeterli görerek üretici firma yönünden
sorumluluk bulunmadığına hükmetmiştir.
Ancak, kabul edildiği üzere haksız fiil sorumluluğunda hukuka
aykırılığın gerçekleşmesi sadece zararın doğmasını önlemek amacıyla belirli bir
davranışı emreden bir hukuk kuralına aykırı davranışın bulunmasına bağlı
bulunmamakta olup (Somut olayda otobüsün üretiminin AİTM Yönetmeliği
standartlarına uygunluğuna karşılık gelmektedir.) başkalarının mal ve şahıs
varlıkları gibi mutlak haklarına zarar vermeyi yasaklayan normlar açısından bir
hukuka aykırılık olup olmadığının yani başvurucuların yakınlarının yaşamlarının
korunmasına yönelik normların gerektirdiği güvenlik tedbirlerinin üretici firma
tarafından alınıp alınmadığının, bu doğrultuda bilirkişi raporlarında bu konuda
yapılan teknik tespitlerin üretici firma açısından kusur oluşturup
oluşturmadığının da haksız fiil sorumluluğu açısından incelenmesi gerektiği
ancak Mahkeme kararında bu yönde bir değerlendirme yapılmamış olduğu
görülmektedir.
Ayrıca, başvurucuların bu kapsamdaki takipleri de temyiz
merciince de karşılanmamış ve kararın usul ve yasaya uygunluğu ifadesi ile
yetinilmiştir.
Gerekçeli kararlarda, hükme esas olan nedenlerin ortaya konması
yeterli görülse de , karar niteliğine göre
değişebileceği mahkememiz kabullerindendir.
Olayda hükme esas alınan İTÜ’nin
raporu, bakıldığında kusur araştırmasından ziyade, imalatın uygunluk,
yerindelik ve kaza halindeki kaçınılmazlığa değinen bir tespit raporudur. Ancak
49 kişinin bir anda yanarak vefatına sebep olan kaza ve olay hakkında 200
sayfayı aşan yüksek teknik bilgi ve değerlendirmeler içeren ekleri ile bin üç
yüz sayfayı bulan ODTÜ raporu ceza davası sürecinde alındığı vehukuk hakimini bağlamadığı gerekçesi ile göz ardı
edilmiştir.
Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına
verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki
sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye adlandırılan insan davranışına göre
daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil
edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için
böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca ceza hukuku alanında taksire
dayalı sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen kasten veya taksirle
başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha
fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki
sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı
ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir
ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği kabul
edilmektedir (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284,
15/4/2014, § 44).
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 11/6/2012 tarihli ve E. 2011/8929
K.2012/10095 sayılı kararı şöyledir:
“…Borçlar Yasası'nın 53. maddesi gereğince ceza mahkemesinin
kararı, hukuk yargıcı yönünden bağlayıcı değilse de ceza mahkemesince
belirlenecek maddi olgular hukuk yargıcı yönünden de bağlayıcıdır. Dava konusu
olayın özelliği nedeniyle ceza yargılaması sonucu belirlenecek maddi olgular
davayı etkileyecek nitelikte bulunduğundan ceza yargılamasının sonucu
beklenmeli ve ondan sonra tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek varılacak
sonuca uygun bir karar verilmelidir.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, eksik inceleme
ile yazılı biçimde karar verilmiş olması, usul ve yasaya uygun düşmediğinden
kararın bozulması gerekmiştir. “
Yukarıda yer verilen Yargıtay kararındada
değinildiği üzere hukuk ve ceza davalarının konuları, tarafları ve amaçları
farklı olduğundan 6098 sayılı Kanun’un 53. maddesi gereğince ceza mahkemesinin
kararı, hukuk yargıcı yönünden bağlayıcı değilse de ceza mahkemesince
belirlenecek maddi olguların hukuk yargıcı tarafından da dikkate alınması, dava
konusu olayın özelliği nedeniyle ceza yargılaması sonucu belirlenecek maddi
olguların davayı etkileyecek nitelikte bulunduğu söylenebilecektir (H.Ş., B.
No: 2013/7123,6/2/2014, § 62).
Elbette ki ceza davasının hukuk hâkimini mutlak bağlayıcılığı
söz konusu değildir. Ancak bu kabul, anılan kovuşturma sürecinde elde edilen
delilin veya bilirkişi raporunun dikkate alınmasına engel olmadığı gibi o
rapora dayanılarak ileri sürülen iddiaların da mahkemece ve taraflarca
karşılanması, niçin itibar edilmediğinin de ileri sürülen argümanın tamamına
karşılık gelecek şekilde ifade edilmesi gerektiği söylenebilecektir.
Diğer yandan Mahkemenin talep ettiği hukuki bilirkişi raporunda
da haksız fiile ilişkin sorumluluk hâlleri ifade edilmiş ve temel olarak söz
konusu rapora dayalı olarak davanın taraflarınca da bu duruma ilişkin
karşılıklı iddiaların ileri sürülmüş olduğu görülmektedir. Ancak Mahkeme,
kendisinin görüşü ile bağlı olmadığını ifade ettiği hukuk bilirkişisinin ortaya
koyduğu argümanlara neden itibar etmediğini açıklamamış veya somut davada
bilirkişinin ortaya koyduğu, kendisinin de karşılaması gerektiği argüman
dışında başka bir sonuca ulaşma gerekçesini yeterince açıklamamıştır.
Başvurucular bu iddialarını temyiz dilekçelerinde de ileri sürmüştür. Bu
iddiaları temyiz merciince ayrıca karşılanmamış, sadece verilen kararın usul ve
yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu
veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir.
Bilirkişi raporu ve benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve
değerlendirilmesi hususları derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir. Buna
karşın Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından yargılama kapsamında alınan
bilirkişi raporunun bir hükme ulaşılırken dikkate alınması talebinin reddi
kararının da tarafların haklarını koruma amacına yönelik yeterli güvenceleri
içeren bir usul çerçevesinde verilip verilmediğini incelemesi gerekmektedir
(Ahmet Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991, 20/6/2014,
§§ 59-60). Kaldı ki başvuru konusu davada bilirkişi raporu, tarafların
Mahkemeye sunduğu bir rapor olmayıp Mahkemece resen talep edilen bir rapordur.
Bu bölümde somut olaya ilişkin yer verilen değerlendirmeler bir
bütün olarak ele alındığında, başvurucuların ayrı ve açık bir yanıt verilmesini
gerektiren, haksız fiil sorumluluğunun kapsamının belirlenmesi ve bilirkişi
raporlarının dikkate alınması gibi usul ve esasa dair bazı iddialarının
cevapsız bırakılmış olduğu yargılama sonucunda alınan kararın, davaya konu olay
ve olguların Mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi
sorumluluk nedenine ve hukuksal düzenlemeye dayandırıldığını tartışmasız bir
şekilde ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı
gösterecek nitelikte olmadığı bu kapsamda davada haksız fiil sorumluluğu
açısından bir sonuca ulaşılırken yaşanan ölümlerde özellikle otobüs üretiminden
kaynaklandığı ileri sürülen sorumluluk konusunda elde edilen tüm bulguların
kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizinin yapılmış olduğundan söz
edilemeyeceği dolayısıyla da yargılama makamlarının ölüm olayını aydınlatma ve
sorumluların tespiti adına bu konuda ileri sürülen delilleri gerektiği gibi
değerlendirmiş oldukları ve bütün bunlara bağlı olarak da yaşam hakkı
kapsamında başvurucuların tercih ettikleri hukuk davası yolunun etkili ve
yeterli olduğu söylenemeyecektir. Başka bir ifadeyle hukuk davasının olayın
gerçekleşme şeklini aydınlatma ve hukuki sorumluluk açısından sorumlu kişilerin
belirlenmesine imkân sağlayacak şekilde işlemediği sonucuna ulaşılmıştır.
Anılan nedenler ile Mahkememizin verdiği ihlal kararına,
yargılamanın uzunluğu esası iledeğil, hukuk davasında
olayın gerçekleşme şeklini aydınlatma ve hukuki sorumluluğun uyuşmazlık konusu
tüm yönlerini yeterli bir şekilde ortaya çıkarma yükümlülüğünün tam olarak
yerine getirilmediği, dava süresinin uzunluğu da eklendiğinde hukuk davasının
fiilen etkili bir şekilde yürütüldüğünden ve buna bağlı olarak pozitif
yükümlülüğün usul boyutunun yerine getirildiğinden söz edilemeyeceği
gerekçeleri ile katılınmamıştır.
FARKLI GEREKÇE
Uyuşmazlık; 49 yolcunun yanarak ölümüyle sonuçlanan tır ve
otobüsün çarpışması biçiminde gerçekleşen trafik kazasında, otobüs üreticisinin
yakıt tankının konumu ve güvenliğiyle ilgili olarak üretim kusurunun ve
dolayısıyla sorumluluğunun bulunup bulunmadığı ile ilgilidir.
Başvurucular, üretici hakkındaki tazminat davasının yetersiz İTÜ
raporuna dayanılarak reddedildiğini ve bu rapora itiraz etmelerine ve ceza
dosyasında alınan ODTÜ öğretim üyelerince verilen 1998 tarihli raporda; otobüs
üretiminin Yönetmeliğe uygun bulunmasına karşın, yakıt tankının yerleştirildiği
yer itibarıyla güçlü bir koruma kafesine alınmamış olmasının, çarpışma
sırasında sıkışan yakıtın otobüs içerisine hızla yayılarak alev almasına ve
ölümlerin artmasına neden olduğuna dair tespitin yer aldığının ve yine Selçuk
Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Şahin Akıncı tarafından 2009 yılında
verilen kusur raporunda da aynı tespite dayalı biçimde üreticiye kusur
atfedilmiş olmasına rağmen, yerel mahkeme gerekçesinde bu raporların hangi
nedenlerle kabul edilmediği açıklanmaksızın, davalarının üretici firma yönünden
reddedildiğinden bahisle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ileri
sürülmüştür. Başvurucuların yaşam hakkı kapsamındaki bu iddiaları temelde
Anayasanın 36. maddesinde (AİHS m.6) düzenlenen adil yargılanma hakkının usuli güvencesini oluşturan gerekçeli karar hakkının
ihlaline ilişkindir. Malum olduğu üzere bu tür bir olayda yargılamaya ilişkin usuli güvencelerin ihlal edilmesi, yaşam hakkının usuli yükümlülüğünün ihlal edilmesi sonucuna yol
açabilmektedir.
Anayasanın 141/3. maddesi uyarınca, “bütün mahkemelerin her
türlü kararları gerekçeli olarak yazılır”. Esasında bu zorunluluk adil
yargılanma hakkının da gereklerindendir. Zira, öncelikle tarafları ve sonra
(hukuki güven duygusunu pekiştirmesi bakımından) kamuoyunu tatmin etmesi
gereken bir mahkeme kararında ulaşılan sonucun temel ve dayanakları ancak
gerekçeden anlaşılabilir. Ayrıca tarafların kanun yoluna veya diğer bir hukuki
çareye başvurma değerlendirmesini yapabilmeleri de gerekçenin varlığı ile
mümkün olur. Bu bakımdan gerekçeli karar hakkı, adil yargılanma hakkının
mütemmim cüzü niteliğindedir.
Bilindiği gibi adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
başvurularda bir kanunun yorumunun yanlış yapıldığının veya sonucun adil
olmadığının iddia edilmesi durumunda, açık ve bariz bir takdir hatasının
bulunması hariç, AİHM ve Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin yorumu ve
ulaştığı sonucun adil olmadığı iddialarıyla ilgilenmemektedir. Benzer biçimde,
delillerin yeterince iyi incelenmediği veya yanlış yorumlandığı biçimindeki
başvurular da ‘kanunyolu başvurusu’ vasfında
görülerek, açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemez görülmektedir.
Ancak, yargılama süreciyle ilgili olarak adil yargılanma hakkının usule ilişkin
güvencelerini oluşturan; bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkına,
mahkemeye erişim hakkına, duruşmaya katılma hakkına, silahların eşitliği ve
çelişmeli yargılanma hakkına, aleni yargılanma hakkına, ve gerekçeli karar
hakkına (vb.) yönelik başvuruların incelenmesi, gerek AİHM ve gerekse Anayasa
Mahkemesi nezdindeki bireysel başvuruların kapsamı içerisindedir (bkz; Sebahat Tuncel kararı, B. no
2014/1440, prg. 54, 55). Hatta adil yargılanma
hakkına ilişkin bireysel başvurunun amacı tam da bu tür hakların incelenmesine
yöneliktir.
Bir mahkeme kararının gerekçeli olduğundan söz edilebilmesi
için; davacının iddiaları ile davalının savunmalarının esaslı noktalarının
deliller çerçevesinde tartışılarak, maddi vaka ve hukuki sorunun mantıksal
bütünlük içerisinde açıklığa kavuşturulmuş olması gerekir. Gerekçede yapılan tartışmalar
ve iddialara verilen cevaplar akla ve mantığa uygun bulunmalı ve bilimsel
verilere aykırı düşmemelidir. Tarafların her türlü iddialarına gerekçede yer ve
cevap verilmesi zorunlu bulunmamakla birlikte, vakanın tespitini veya hukuki
nitelemeyi doğrudan etkileyebilecek evsaftaki bir iddianın tartışmasız
bırakılması, gerekçeli karar hakkının ihlali anlamına gelebilmektedir (Bkz. Ruiz Torjia/İspanya kararı,
9.12.1994, prg. 29,30; Sibel İnceoğlu,
İHAM Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, İstanbul 2002, s. 312; aynı yönde AİHM
Hiro Balani/İspanya
kararı,9.12.1994, prg.28; Sibel İnceoğlu (Editör),
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa, 1.B. 2013, s. 252).
Nitekim uygulamada bilirkişi raporları arasındaki çelişki
giderilmeden veya davanın bir tarafının rapora yönelik makul bir iddiası
araştırılıp tartışılmadan karar verilmesi Yargıtay tarafından bozma nedeni
olarak kabul edilmektedir. Örneğin Yargıtay 11.HD’nin 6.11.2006 tarihli ve
10552/11260 sayılı kararında yapımcının sorumluluğu incelenirken; “… araç
üzerinde yaptırılan delil tespit dosyasına sunulan bilirkişi raporunda araçtaki
enjeksiyon pompasının bir imalat hatası sonucu yangına neden olduğu
belirlenmiş, dosya üzerinde inceleme yapan bilirkişi kurulu ise raporunda,
yangının bir imalat hatası sonucu çıkmadığı, yangının montaj veya bakım
hatasından kaynaklandığı tespit edilmiş, mahkemece davacı vekilinin son rapora
ayrıntılı, esaslı, sonuca etkili itirazları da karşılanmadan, her iki rapor
arasındaki çelişki dahi giderilmeden bilirkişi kurulu raporu benimsenip hükme
dayanak yapılmıştır. Bu durumda mahkemece, başka bir bilirkişi kurulundan, her
iki raporu değerlendiren, tartışan, çelişkiyi giderici ve denetime elverişli,
davacı vekilinin itirazlarını da karşılayan yeni bir rapor alınması, sonucuna göre
karar verilmesi gerekir.” denilmiştir.
Gerekçeli karar hakkı bakımından bu başvurudaki konu, üretim
kusurunun var olduğunu ileri süren bilirkişi raporunun hükme esas alınmama
nedenlerinin gerekçede yer almadığı iddiasıdır. Hükme temel alınan diğer rapor
içeriği ve mahkemenin ulaştığı sonucun mantığı açısından, kusur kavramı ile
gerekçe arasındaki ilişkiye de değinilmesi gerekecektir.
Sorumluluk hukuku yönünden üretim/yapım kusurunun bulunup
bulunmaması, üretilen mamulün kullanıldığı yer ve kullanılışı sırasında
verebileceği zarar olasılıkları değerlendirilerek belirlenebilir. Üretim kusuru
özel hukukta ‘ihmal/taksir’ olarak adlandırılır. İhmal, istenmediği halde
hukuka aykırı ve zarar verici bir sonuca özensizlik nedeniyle yol açılmasıdır.
Kusura dayalı sorumlulukla ilgili genel norm olan Türk Borçlar
Kanununun 49. maddesi (olay tarihi yönünden 818 sayılı BK m.41),
başkalarının zarar görmemesi için kişilere özen yükümlülüğü getirmektedir.
Herkes, fiilinin neden olabileceği zararları öngörme ve başkasının zarar
görmemesi için gereken tedbirleri alma yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülüğe
uyulmaması, sorumluluğa neden olur. Ancak hukuk (kusursuz sorumlulukla ilgili
istisnalar haricinde) objektif olarak öngörülemeyen bir neticeden dolayı
kişileri sorumlu tutmaz. Öngörülebilir bir neticenin özensizlik nedeniyle
öngörülemeden meydana getirilmesi kusur/taksir olarak kabul edilir. Bu noktada
kişilere yüklenen özenin derecesi de önem taşımaktadır.
Kusur teorisi bakımından gösterilecek özenin ölçü ve derecesi, yürütülen
iş, faaliyet veya teşebbüsün arzettiği tehlikeye göre
belirlenir. Nitelik ve uzmanlık gerektiren meslek mensuplarının göstereceği
özenin derecesi artacağı gibi, tehlike içeren iş ve faaliyetlerde daha yüksek
özen gösterilmesi gerekmekte ve zararın doğmaması için alınacak tedbirlerin
kapsamı da genişlemektedir (bkz; Fikret Eren, Borçlar
Hukuku Genel Hükümler, 15.B. Ankara 2013, s. 578).
İşlevi sırasında insanlara zarar verme ihtimali bulunan çeşitli
araç ve gereçler ile iş makinaları veya ulaşım araçlarının üretilmesinde
üretimle ilgili normlara uyulmaması başlıbaşına bir
üretim kusuru teşkil etmektedir. Ancak, (tehlike sorumluluğuyla ilgili
istisnalar dışta tutulsa dahi) başkalarının zarar görmemesi ve ürünün kalitesi
bakımından asgari standartları belirten üretim normlarına uygunluk, üreticinin
hiçbir şekilde sorumlu tutulamayacağı anlamına gelmemektedir. Ulaşım
araçlarıyla ilgili olarak öngörülebilen kaza türleri açısından üreticinin,
yolcunun zarar görmemesi için öngörülebilen tüm önlemleri alması gerekmektedir.
Bu bakımdan incelenen uyuşmazlıkta üretim kusurunun bulunduğunun söylenebilmesi
için, bilimsel olarak mevcut üretim şeklinin benzer kazalarda kişilerin
göreceği zararın artmasına neden olabileceğinin öngörülüp öngörülemeyeceğinin
ortaya konulabilmesi gerekir. Aksi takdirde, objektif olarak öngörülemeyen bir
netice dolayısıyla üretim kusuru bulunduğu ileri sürülemez. Bu bakımdan, olayda
tedbir alınması gereken öngörülebilir bir üretim kusurunun var olup olmadığının
incelenmesi, uyuşmazlığın sonucuyla doğrudan ilgilidir.
Başvuruya konu uyuşmazlıkta, ceza yargılaması sırasında ODTÜ
öğretim üyesi üç bilirkişinin yaptığı teknik inceleme ve analizler sonucunda,
bu tür çarpışmalar dolayısıyla yakıt tankının muhafazasıyla ilgili olarak ileri
sürülen güvenlik eksikliğinin öngörülebilir ve kazanın yolcular üzerindeki
etkisinin belirli bir oranda önlenebilir olduğu kanaati bilimsel bir görüş
olarak ortaya konulmuştur. Elbette ceza davasında maddi olay (HAGB kararı
verilmesi nedeniyle) kesinleşmediği gibi, bu olayda delil değerlendirme aracı
niteliğindeki bilirkişi görüşlerinin hakimi bağladığı
söylenemez. Ancak gerekçeli karar hakkı yönünden hukuk ya da ceza hakiminin,
ulaşılacak netice (ayıplı üretimin varlığı ya da kusur ve sorumluluk kanısı)
üzerinde doğrudan tesiri olan bu tür bir bilimsel görüşü hangi gerekçeyle kabul
etmediğini açıklama yükümlülüğü bulunmaktadır. Nitekim bilirkişilerce ileri
sürülen bu görüş artık davacıların dayandığı temel bir iddia halini almıştır.
Dolayısıyla bu iddianın uyuşmazlığın temeliyle ilgisinin bulunmadığı veya
bilimsel bir temelinin olmadığı söylenemez. Mahkeme ise bu konudaki iddiaları;
anılan bilirkişi raporunun ceza mahkemesi kararının kesinleşmemesi nedeniyle
bağlayıcı olmadığından, yine hukukçu bilirkişinin teknik konuda görüşünün esas
alınamayacağından bahisle ve kendisi tarafından alınan İTÜ raporunun, yakıt
tankı çevresindeki kırılgan malzemenin özelliğinin ve otobüs zeminindeki
halının yanmaz nitelikte oluşunu gözeterek yeterli incelemeyi içerdiği
argümanıyla cevaplandırmıştır. Ancak bu cevaplandırma içinde, ODTÜ raporunda
ileri sürülen; bu tür kazalarda aşırı baskı altında kalacak olan yakıt tankının
ve otobüs zemininin yırtılarak yakıtın hızla alev alacak biçimde otobüs
içerisine yayılmasının öngörülerek bu ihtimale karşı güçlendirilmiş bir
muhafaza kullanılması gerektiği yolundaki görüşün hangi sebeple akla, mantığa
veya bilimsel gerçeklere veya dosya içeriğine uygun bulunmadığı için kabul
edilmediği yada yeni bir bilirkişi raporunun alınmasına gerek bulunmadığı
hususları yer almamıştır. Esasında üreticiye yönelik dava açısından
uyuşmazlığın temeli de bu sorunun cevaplandırılmasıyla ilgili olup, bu yönüyle
gerekçenin yeterli olduğu söylenemez.
Açıklanan nedenlerle, mahkemece neticeyi doğrudan ilgilendiren
husus açıkça tartışılıp bir cevap verilmeden karara varılması sebebiyle,
başvurucuların gerekçeli karar haklarının da ihlal edildiği görüşünde
olduğumdan, heyet çoğunluğunun netice olarak yaşam hakkının usul boyutunun
ihlal edildiğine ilişkin görüş ve kararına açıkladığım ilave gerekçelerle
iştirak etmekteyim.