TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA GÖK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/700)
|
|
Karar Tarihi: 15/4/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Serhat ALTINKÖK
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa GÖK
|
Vekili
|
:
|
Av. Yusuf Kenan ALTAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hakkında yürütülen ceza
davasının makul olmayan bir sürede sonuçlandığını ve davası devam etmekte iken
yürürlüğe giren lehe kanun hükümlerinin uygulanmadığını belirtmiş ve
Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini iddia ederek tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu tarafından
11/1/2013 tarihinde Gaziosmanpaşa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca,
18/7/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 14/11/2013 tarihinde yapılan
toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular
21/11/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı,
görüşünü 24/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 25/12/2013 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 27/1/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet
Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 1/10/2004 tarihinde
yakalanarak gözaltına alınmış ve Isparta Sulh Ceza Mahkemesinin 2/10/2004
tarihli kararıyla tutuklanmıştır.
9. Isparta Cumhuriyet Başsavcılığının
3/11/2004 tarih ve E.2004/1914 numaralı iddianamesi ile uyuşturucu madde
ticareti ve nakli yapmak, başkasına ait sürücü belgesini kullanmak suçlamasıyla
başvurucunun cezalandırılması istenmiştir.
10. Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin
23/12/2004 tarih ve E.2004/232, K.2004/304 sayılı kararı ile başvurucunun isnat
edilen suçlardan 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve verilen
cezanın miktarı dikkate alınarak bihakkın tahliyesine karar verilmiştir.
11. Başvurucunun Isparta Ağır Ceza
Mahkemesinin 23/12/2004 tarihli kararını temyiz etmesi üzerine karar Yargıtay
10. Ceza Dairesinin 5/7/2005 tarih ve E.2005/4857, K.2005/7953 sayılı ilamıyla,
5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama
Şekli Hakkında Kanun’un değişik 9. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun
yeniden değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
12. Bozma üzerine Isparta Ağır Ceza
Mahkemesi 20/9/2005 tarihli kararı ile başvurucunun yeniden 1 yıl 6 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz
edilmiştir. Başvurucu hakkında Isparta Ağır Ceza Mahkemesince 20/9/2005
tarihinde verilen karar, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 18/12/2007 tarih ve
E.2006/4081, K.2007/14899 sayılı kararı ile bozma sonrasında sanığın
diyeceklerinin sorulması için duruşmaya çağırılmaması, gerekçeli kararda suçun
işlendiği yer ve zaman diliminin gösterilmemesi gerekçeleriyle bozulmuştur.
13. Isparta Ağır Ceza Mahkemesi,
13/7/2010 tarih ve E.2008/53, K.2010/196 sayılı kararı ile Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin 18/12/2007 tarihli kararına uymuş, ancak başvurucunun yeniden 1 yıl
6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir.
14. Başvurucu, Isparta Ağır Ceza
Mahkemesinin 13/7/2010 tarihli kararını da temyiz etmiştir. Karar, Yargıtay 10.
Ceza Dairesinin 8/10/2012 tarih ve E.2012/557, K.2012/14924 sayılı kararı ile
onanmıştır.
15. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin
8/10/2012 tarihli onama kararı başvurucu tarafından 14/12/2012 tarihinde
öğrenilmiştir. Başvurucu, karara karşı 21/12/2012 tarihinde yargılamanın yenilenmesi
talebinde bulunmuş, ancak talebi Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 7/1/2013 tarih
ve 2013/23 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir.
B. İlgili Hukuk
16. 5237 sayılı Kanun’un 191. maddesi
şöyledir:
“(1)Kullanmak
için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi,
bir yıldan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Bu
suçtan dolayı açılan davada mahkeme, birinci fıkraya göre hüküm vermeden önce
uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi hakkında, tedaviye ve denetimli
serbestlik tedbirine; kullanmamakla birlikte, kullanmak için uyuşturucu veya
uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi hakkında, denetimli
serbestlik tedbirine karar verebilir. (Ek cümle: 31/3/2011-6217/20 md.) Bu karar,
durma kararının hukuki sonuçlarını doğurur.
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 15/4/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/1/2013 tarih ve 2013/700 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, hakkında yürütülen ceza
davasının makul olmayan bir sürede sonuçlandığını, dava devam etmekte iken
yürürlüğe giren lehe kanun hükümlerinin uygulanmadığını ve dolayısıyla hakkında
verilen kararın adil olmadığını, mahkeme kararlarının gerekçelerinin yeterli
olmadığını, yasalara aykırı olarak verilen ceza neticesinde mağdur olduğunu
ileri sürerek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Adil
Yargılanma Hakkı Yönünden
19. Başvurucu, yargılanması devam
ederken yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun’un denetimli serbestlik hükümlerinin
uygulanmadığını ileri sürmüştür.
20. Adalet Bakanlığı, görüşünde
delillerin kabul edilebilirliği veya değerlendirilmesinin derece mahkemelerinin
görevi olduğunu, Anayasa Mahkemesinin de açıkça keyfilik içermedikçe hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanmasının derece mahkemelerinin görevi olduğuna
birçok kararında hükmettiğini, söz konusu iddianın yargılamanın sonucuna ve
derece mahkemesinin değerlendirmesine ilişkin olduğunu ve mahkeme kararlarında
açıkça keyfilik bulunmadığını belirtmiştir.
21. Başvurucu, başvuru dilekçesindeki
ifadelerini tekrarlayarak Adalet Bakanlığının görüşüne katılmamıştır.
22. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında
değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
23. Anılan kurallar uyarınca, ilke
olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların
kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas
yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun
tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve
sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası ve açıkça keyfilik içermesi ve
bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri
ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki
başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B.
No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
24. Somut olayda başvurucu hakkında
derece mahkemesince verilen 23/12/2004 tarihli karar Yargıtayca
5/7/2005 tarihinde 5252 sayılı Kanun’un değişik 9. maddesi uyarınca sanığın
hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
25. Derece Mahkemesi, 20/9/2005 tarihli
kararıyla, 5237 sayılı Kanun’un 191. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince
“Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı
madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak” suçundan hapis cezası ile
cezalandırılmasına, 191. maddesinin (2) numaralı fıkrası yönünden yapılan
incelemede de “sanığın tedavi ve denetimli
serbestlik tedbiri altına alınmasına sanığın sabıka kaydına göre bir daha suç
işlemekten çekineceği yönünde olumlu kanaat oluşmadığından cezanın
ertelenmesine yer olmadığı”na
karar vermiştir.
26. Derece Mahkemesi, 20/9/2005 tarihli
kararının Yargıtayca 18/12/2007 tarihinde bozulması
üzerine yaptığı değerlendirmede, 13/7/2010 tarihinde “20/9/2005 tarihli Mahkememiz kararında yer alan
tedavi denetimli serbestlik kararının usuli
kazanılmış hak kapsamında görülmediği ve kazanılmış hakkın sadece hapis
cezasına yönelik olduğu, CMK 326 son hükmünde önceki hükümle tayin edilmiş olan
cezadan bahsedildiğine göre tedavi ve denetimli serbestliğin bir ceza olmadığı
da göz önüne alındığında bu tedavi ve denetimli serbestlikle ilgili bir
kazanılmış haktan söz edilemeyeceği ve bu nedenle TCK 192/2 ve devamı
maddelerin uygulanmasına yer olmadığına” karar verilmiştir.
27. UYAP üzerinden edinilen bilgiye
göre Silivri İnfaz Hâkimliğinin 1/2/2013 tarih ve 2013/529 sayılı kararı
üzerine denetimli serbestlik hükümleri çerçevesinde serbest bırakıldığı
görülmektedir.
28. 5237 sayılı Kanun’un 191.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde
satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi ile ilgili olarak açılan davada
mahkemenin, bu suçtan hüküm vermeden önce uyuşturucu veya uyarıcı madde
kullanan kişi hakkında, tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine karar
verebileceği hükme bağlanmış olup denetimli serbestlik tedbirine karar vermenin
derece mahkemesinin takdir yetkisi dâhilinde olduğu belirtilmiştir.
29. Dava dosyası kapsamında derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz bir takdir hatası veya açıkça
keyfilik içerdiğine ilişkin bir bulguya rastlanmamıştır.
30. Açıklanan nedenlerle, derece
mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermediği
anlaşıldığından, başvurucunun yargılanması devam ederken yürürlüğe giren 5237
sayılı Kanun’un denetimli serbestlik hükümlerinin uygulanmadığı yönündeki
iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul
Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden
31. Başvurucunun, hakkında yürütülen
ceza davasının makul olmayan bir sürede sonuçlandığına ilişkin iddiasının
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığı görüldüğünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas
Yönünden
32. Başvurucu, hakkında yürütülen ceza
davasının makul olmayan bir sürede sonuçlandığını ileri sürmüştür.
33. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucu hakkında yürütülen ceza davasının yaklaşık sekiz yılda sonuçlandığını
belirterek daha önceki benzer başvurulardan farklı bir görüş bildirilmesine
gerek görülmemiştir.
34. Başvurucu, Adalet Bakanlığı
görüşüne karşı, başvuru formundaki beyanlarını tekrarlamıştır.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanısıra
AİHS ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi
gerekir. Başka bir ifadeyle, Anayasa ve AİHS’in ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18).
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
37. AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir …”
38. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının
kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in
“Adil yargılanma hakkı” kenar
başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
38).
39. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:
2012/1198, 7/11/2013, § 39).
40. Makul sürede yargılanma hakkının
amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları
maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği
şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın
çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde gözardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No: 2012/673, 19/12/2013, § 27).
41. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın
kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde
göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
41-45).
42. Ancak belirtilen kriterlerden
hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir.
Yargılama sürecindeki tüm gecikme dönemlerinin ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
43. Anayasa’nın 36. maddesi ile
kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar yanında, cezai
alanda yöneltilen suçlamaların da (suç
isnadı) karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Suç isnadı,
bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesidir
(B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32). AİHM, kişiye cezai alanda yöneltilen
suçlamanın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan
fiilin ulusal hukuktaki tasnifini, fiilin gerçek niteliğini, fiil için
öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığını incelemektedir (Bkz:
Sergey Zolotukhin/Rusya,
B. No: 14939/03, 10/02/2009, § 53 ve Engel
ve Diğerleri, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72,
8/6/1976, § 82). Ancak isnat olunan suç, ceza kanunlarında nitelendirilmiş ve
yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir
uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden Anayasa’nın 36.
maddesinin birinci fıkrasının kapsamında bireysel başvuru konusu edilebilir (B.
No: 2013/695, 9/1/2014, § 32).
44. Somut olayda, Isparta Ağır Ceza
Mahkemesinin 13/7/2010 tarihli kararı ile başvurucunun 1 yıl 6 ay hapis cezası
ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve bu karar Yargıtay tarafından
onanmıştır. Bu çerçevede
başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36.
maddesinin kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır.
45. Yargılama faaliyetinin makul sürede
gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için öncelikle uyuşmazlığın türüne
göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
46. Ceza muhakemesinde yargılama
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye
suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan
ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması
anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadına ilişkin
nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa
Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (B. No:
2013/695, 9/1/2014, § 32).
47. Bununla birlikte, suç isnadının
tarihi ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi ile ilgili
zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilir. Anayasa
Mahkemesince verilen birçok kararda, ceza muhakemesinde yargılama süresinin
makul olmadığı yönündeki şikayetlerde, 23/9/2012 tarihinde derdest olmak
şartıyla, suç isnadının gerçekleştiği tarih ile suç isnadına ilişkin nihai
kararın ilgilisi tarafından öğrenildiği tarihe veya devam eden davalarda
Anayasa Mahkemesinin başvuruyu karara bağladığı tarihe kadar geçen sürenin
dikkate alınacağına hükmedilmiştir (Bkz: B. No:
2013/695, 9/1/2014, § 36; B. No: 2013/13, 2/7/2013, § 51).
48. Somut olayda başvurucunun bir suç
isnadıyla 1/10/2004 tarihinde yakalanarak gözaltına alınması ile hakkındaki
kararın Yargıtayca onandığı 8/10/2012 tarihi arasında
geçen süre yaklaşık 8 yıldır.
49. Yargılama sürecinin uzamasında
yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması
hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal
sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36.
maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları
makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil
yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu
yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, yargı sisteminin
yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün
yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel
sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin
aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B.
No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
50. Başvuruya konu yargılama faaliyeti
açısından söz konusu olan yaklaşık 8 yıllık yargılama süresinin 5 yıllık
bölümünün kanun yolu incelemesinde geçtiği nazara alındığında, somut başvuru
açısından özellikle değerlendirilmesi gereken yapısal sorunlar ve organizasyon
eksikliklerinin yol açtığı gecikmeler AİHM tarafından da müteaddit defalar
incelemeye tabi tutulmuştur. Bu kapsamda, bir yapısal sorun olması ve yargılama
sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun bir müddet zarfında artması ve
birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin aşılması durumunda, Sözleşme’nin
6. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır (Bkz:
Buchholz/Almanya, B. No: 7759/77, 6/5/1981; Guincho/Portekiz, B. No: 8990/80, 10/7/1984; Unión Alımentarıa Sanders S.A./İspanya, B. No: 11681/85, 7/7/1989;
Zimmermann-Steiner/İsviçre, B. No: 8737/79, 13/7/1983). Zira
devlet, yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların nicelik itibarıyla
artmasına rağmen, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilebilmesi
için gerekli tüm tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, hukuk sisteminin
adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun
bir görünümüdür.
51. Başvurucunun gözaltına alınması ile
hakkında ilk derece mahkemesince ilk kez hüküm verilmesi arasında 2 ay 22 gün
geçmiştir. Ancak derece mahkemesince verilen karar üç defa temyiz edilmiş ve
iki kez bozulmuştur. Başvurucu hakkında derece mahkemesince verilen cezanın 1
yıl 6 ay olduğu mevcut yargılamada, dava dosyasının Yargıtay ve derece
mahkemesi arasında üç kez gidip gelmesi üzerine geçen sürelerin toplamı ise
yaklaşık 7 yıl 9 aydır. Yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve
organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması
üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36.
maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin,
mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil
olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde
düzenlenmesi zorunluluğu göz önünde bulundurulduğunda, hukuk sisteminde var
olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin, yargılama faaliyetinin
makul sürede gerçekleştirilmemesini izah edemeyeceği açıktır.
52. Başvurucunun tutumunun yargılamanın
uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
53. Yargılama süresinin makul olup
olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken davadaki
sanık sayısı, davanın karmaşıklığı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz konusu
suç için öngörülen cezanın miktarı gibi unsurların hiçbiri somut davadaki
yargılama süresinin makul olarak değerlendirilmesine olanak vermemektedir. Tek
bir sanığın yargılandığı ve karmaşık nitelikte olmayan davada bu yargılama
süresi makul olarak değerlendirilemez.
54. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan “makul
sürede yargılanma hakkı”nın
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
55. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari
eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
56. Başvuruda, Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiğine karar verilmiştir.
57. Başvurucu, uğradığı zararların
tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi
zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır.
Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için, başvurucunun
uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı
kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun
maddi tazminat talebi reddedilmelidir.
58. Anayasa Mahkemesi başvurucunun sadece
ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüde manevi zarar görmüş olduğunu kabul
etmektedir. Dolayısıyla, davaya ilişkin olayları dikkate alarak başvurucuya takdiren 5.850,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
59. Başvurucu tarafından yapılan 198,35
TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.618,35 TL yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekmektedir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. “Yargılama
devam ederken yürürlüğe giren lehe kanun hükümlerinin uygulanmadığı”na ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. “Yargılamasının
makul olmayan bir sürede tamamlandığına” ilişkin iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Yargılamanın
makul süreyi aştığı” iddiası yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 5.850,00 TL manevi TAZMİNAT
ÖDENMESİNE ve başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35
TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.618,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
15/4/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.