TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YILDIZ OTO AĞCA BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2013/7038)
|
|
Karar Tarihi: 23/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Abuzer
YAZICIOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Yıldız OTO
AĞCA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ekolayhaber
isimli internet sitesinde yayımlanan haberde kullanılan ifadelerin başvurucunun
kişilik haklarını zedelediği ve gerçeğe aykırı olduğu, bu kapsamda açılan
tazminat davasında taleplerin gerekçesiz kararlarla reddedilmesi nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği ve yargılamanın makul sürede tamamlanmadığı
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/9/2013 tarihinde Alanya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 8/1/2016 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/2/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
11/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 23/3/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Alanya Vergi Dairesinde memur olarak görev
yapmaktayken adının karıştığı bazı adli olaylar nedeniyle memuriyetten
çıkarılmıştır. Olayların geçtiği tarihte başvurucu hakkında ceza mahkemelerinde
bazı davalar açılmıştır.
9. Bir medya grubuna ait olan ekolayhaber
isimli internet sitesinde 19/6/2009 tarihinde başvurucu hakkında “Vergici Yıldız Teyze Tehditle Köşe Olmuş”
başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Bahse konu haber içeriği şöyledir:
“Antalya’nın Alanya İlçesi’nde oğluyla
tartışan tezgáhtarı dövdürmekten iki yıl altı ay
hapse çarptırılan ve dava sırasında 8 milyon TL değerinde mal varlığı ortaya
çıkan Vergi Dairesi Gelir Şefi 55 yaşındaki Yıldız Oto Ağca’nın servetini vergi
mükelleflerini tehdit ederek elde ettiği öne sürüldü.
Ağca’nın mal varlığına el konuldu. Ağca ise,
’yemediğim için karalıyorlar’ dedi.
ANTALYA’nın Alanya İlçesi’nde adli bir olayla ilgili dava görülürken, gelen ihbar
mektubuyla başlatılan soruşturmada 8 milyon TL değerinde varlığı belirlenen
Vergi Dairesi Gelir Şefi Yıldız Oto Ağca (55) ve öğretmen eşi Orhan Ağca’ya bu
kez ’rüşvet, irtikap ve haksız mal edinmek’ten’ 2.
dava açıldı.
Oğlu Onurhan Ağca
ile tartıştığı için o tarihte 16 yaşında olan tezgehtar
Yunus Emre Eret’i alıkoyarak dövdüren Yıldız Oto Ağca
ve Orhan Ağca (51) ile genci döven Osman Kaldırım (36), Yaşar Sağlam (42),
Kenan Kutlar (35) ile Hasan Beyaz (42), Alanya 5’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde
yargılandı. 5 Mart 2009’da Ağca çifti ile diğer sanıklar 2’şer yıl 6’şar ay
hapis cezasına çarptırıldı.
Bu dava görülürken bir ihbar mektubu geldi.
Alanya Vergi Dairesi’ne hitaben ’vatanını seven bir esnaf’ imzasıyla gönderilen
ihbar mektubunda, 4 villa fotoğrafı ile Yıldız Oto Ağca ile ilgili olarak
şikâyette bulunularak, "Vergi dairenizde görev yapan Yıldız Ağca adlı
memurunuz, kendisinin müdür başyardımcısı olduğunu söyleyerek gerek tehdit, gerekse şantajla kendisine Alanya’da zenginlerin
bile sahip olamadığı bir şato yaptırdı. Arazi 3 dönüm civarında. Cicikli Beldesi’nde ev ve arsa yaklaşık 1 veya 1.5 trilyon değerindedir" denildi.
Bu ihbar üzerine Ağca çifti için başlatılan
soruşturma, adli olayla birleştirildi. İncelemelerde yaklaşık 8 milyon TL
değerindeki gayrimenkul ve banka hesapları ortaya çıkan Ağca çiftinin mal
varlığına tedbir konulması karalaştırıldı.
Alanya 5’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde
görülen davanın iddianamesinde Yıldız Oto Ağca’nın ’Kaynanam zengin’
savunmasının geçersiz olduğu ve Yıldız Oto Ağca’nın kaynanasının bu miktarda
varlığının bulunmadığı belirtildi.
Kısa süre önce emekliye ayrılarak izini
kaybettirdiği ileri sürülen Yıldız Oto Ağca’ya DHA muhabirleri ulaştı.
Alanya’daki villasında konuşan Ağca, kendisine iftira atıldığını ileri sürerek,
şunları söyledi: "Devletin kasasını boşaltanlarla uğraştığımız için bizimle
uğraşıyorlar. Bütün bunları eski müdür tezgáhladı. O
müdürün her şeyini bildiğim için benimle uğraşıyor. Köyde villam değil, iki
katlı bir evim var. Bankada ufak çaplı hesabım var. Üç bankada hesabım var,
biri emekli ikramiyem, diğerleri de birikimim. Keşke yarım trilyon paramız
olsa. Aynı dairede şef olan bir kişinin 10 katlı binası var. Ben yemediğim için
karalanıyorum. Evimin her köşesinde daha önce arama yapıldı, klozetin içine
kadar baktılar, temiz raporu var."
1976’da Maliye Bakanlığı’nda memur olarak göreve
başlayan Yıldız Oto Ağca ile öğretmen eşi Orhan Ağca’nın tayinleri Bitlis’e
çıktı. 1977’de Tatvan’da 400 metrekarelik bir bir
araziden ibaret mal varlığına, 1995’de 153 bin TL’lik altın ve 100 bin TL’lik
hisse senedi eklendi. Ağca çifti, 1995’de memleketleri Yalova’da 305 bin TL
değerinde bir daire ve otomobil aldı. Buraya kadar mal varlıklarındaki artış
normal kabul edilen çift, 2000’de Alanya’ya taşındıktan sonra şu mal
varlıklarını edindi:
Korkuteli İlçesi Ulucak Köyü’nde 15 bin lira
değerinde 12 bin 250 metrekare tarla. Yalova’da daire. Alanya Cicikli Beldesi’nde 2002’de bin metrekare arazi.
Bilirkişinin geçen yıl 489 bin TL değer biçtiği dört katlı villa. 15 bin lira
değerinde 1996 model Kia marka otomobil. Banka hesaplarında 440 bin 887 TL, 66
bin 850 Euro, 180 bin TL mevduat hesabı, oğulları Onurhan
Ağca adına bankada 37 bin 500 Euro”
10. Başvurucu 17/6/2010 tarihli dava dilekçesiyle ekolayhaber internet sitesinin sorumluları aleyhine haberde
yer alan bilgilerin doğru olmadığı, bir delile dayanmadığı, kendisi hakkında
açılan bütün davaların yapay olduğu, sonuçlanmamış davayla ilgili bilgi
yayımlamanın yargıya müdahale olduğu, hakkında suç üreterek kişilik haklarına
saldırıda bulunulduğu iddiasıyla manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
11. Alanya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi 28/9/2011 tarihli kararıyla
davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"… yapılan incelemede söz konusu yazı
içeriğinde dikkat edildiği üzere Alanya 5. Asliye Ceza Mahkemesinin her ne
kadar esas numarası verilmese de 2007/209 Esas sayılı dosyasına atıf yapıldığı,
söz konusu dosyada davacıların 2 yıl 6 ay ayrı ayrı hapis cezasına
çarptırıldıkları, davacıların mal varlığı durumu da bu davanın devamı esnasında
sanık olan davacıların sosyal ve ekonomik durumları tespit edilirken ortaya
çıktığı, daha sonradan davacı Yıldız Oto Ağcanın
Alanya Vergi Dairesi Şefi olması nedeni ile Gelir idaresi Başkanlığı tarafından
da Alanya Cumhuriyet Başsavcılığına gerçeğe aykırı mal bildiriminden suç
ihbarında bulunulduğu ve söz konusu ihbar çerçevesinde davacılar hakkında
iddianame düzenlendiği ve 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/1075 Esas sayılı
dosyasının açıldığı ve söz konusu dosyada davacıların gerçeğe aykırı mal
bildirimden ceza aldıklarının görüldüğü yine söz konusu dosyanın gerekçeli
kararında 2007 yılı içerisinde muhtelif banka hesaplarından 440.887,67 TL,
66.850,16 Euro ve 9258 Dolar olmak üzere toplamda 600.000 TL yine 2008 yılının
ilk altı ayında 214.464,07 TL ve 43.198,46 Euro paraların çekildiğinin
belirtildiği, yine söz konusu gerekçeli kararda davacının gayrimenkulleri ile
ilgili bilgilere yer verildiği görülmüş olup bu çerçevede söz konusu internet
haberi değerlendirildiğinde söz konusu yazının mahkemelerde devam eden
dosyalardan edinilen bilgiye dayanılarak yapıldığı, bu duruma yazı içeriğinde
mahkeme dosyasının esas numarası belirtilmeden atıf yapıldığı, söz konusu
internet haberinin veriliş tarihi itibari ile mahkeme dosyalarından edinilen
bilgilere uygun olduğu olduğu, söz konusu yazı
içeriğinde davacının kişilik haklarına saldırı bulunmadığı ayrıca mevcut olayda
maddi tazminat şartları oluşmadığından davacının davalılaraleyhine
açtığı davanın reddi yönünde mahkememizde kanaat oluşmuş ve aşağıdaki şekilde
hüküm kurulmuştur."
12. Anılan karar, başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 17/1/2013 tarihli ve E.2012/1432, K.2013/418 sayılı ilamıyla
onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 18/6/2013
tarihli ve E.2013/8335, K.2013/11750 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Nihai
karar 5/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu 4/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
14. 1/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49.
maddesinin şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
15. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve
düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 23/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
17. Başvurucu;
i. Davalıların 19/6/2009 tarihinde ekolayhaber
isimli internet sitesinde kime ait olduğu belli olmayan, hakkında gerçeğe
aykırı haber yapıp 8 milyon Türk lirası değerinde gayri meşru servetinin
olduğu, vergi şefi olarak çalışan kendisinin kasaları boşaltarak izini
kaybettirdiği, emekli maaşı ve ikramiyelerine el konulduğu şeklinde basın
yoluyla kişilik haklarına saldırıda bulunup iftira ettiklerini,
ii. Kendisi, eşi ve çocuğunun açık kimlikleri ve
fotoğraflarının izinleri olmadan yayımlandığını, bu durumun kendisini ve
ailesini telafisi imkânsız maddi ve manevi zararlara uğrattığını,
iii. İlk Derece Mahkemesince hakkında açılan davaların
sonuçları beklenmeden, dava dosyasına sunduğu emsal kararlar ve tekzip
kararları ile lehine olan deliller dikkate alınmadan, hukuk kuralları hatalı
yorumlanarak, eksik incelemeyle mevcut deliller de yanlış değerlendirilerek
davasının reddedildiğini,
iv. İlk Derece Mahkemesi kararındaki gerekçeler yeterli
olmadığı gibi Yargıtay onama ve karar düzeltme talebinin reddine ilişkin
ilamların ulusal ve uluslararası kurallara aykırı biçimde gerekçesiz olduğunu,
v. Davaya konu haber içeriğindeki bilgilerin tamamen yanlış
olup 8 milyon değerinde mal varlığı olmadığını, maaş ve ikramiyesine el
konulmadığını, kendisinin kasaları boşaltıp izini kaybettirdiği iddiasının
doğru olmayıp hakkını arama peşinde olduğunu,
vi. Kendisinin adli sicil kaydında her
hangi bir sabıkası gözükmeyip masum olduğu hâlde Mahkemenin
kesinleşmemiş ceza mahkemeleri kararlarına göre davayı reddettiğini, davaya
konu haber içeriğinin yanlış olduğunu ispatlamak için ekonomik sosyal durumunun
Anayasa Mahkemesince araştırılması gerektiğini,
vii. Gerçeğe aykırı yapılan yayın nedeniyle ailecek
psikolojik sorunlar yaşadıklarını, hakkını aramak için ev ve arsalarını satmak
zorunda kaldığını, hakkında komplolar kurulduğunun Alanya Cumhuriyet Başsavcılığının
dosyalarıyla sabit olduğunu,
viii. Yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek
Anayasa'nın 10., 36., 40. ve 141. maddelerinde tanımlanan ilke ve haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, hakkında yapılan haberin
gerçeği yansıtmadığını, haberde geçen sözlerin tahkir içerdiğini, şeref ve
itibarın korunması hakkının ihlal edildiğini belirterek Anayasa’nın 10., 36.,
40. ve 141. maddelerinin ihlal edildiği iddialarının temel olarak, açtığı
tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarının korunmasında
toplandığı ve şikâyetin, Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen kişilik
haklarının korunması kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
19. Öte yandan başvurucu, gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ise de Anayasa Mahkemesinin benzer şikâyetlerdeki
görevi, yargı mercilerinin şeref ve itibar hakkı ile basın özgürlüğü arasında
Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir
denge kurup kurmadıklarını ve mahkemelerin başvuranı aşırı bir eleştiriden
korumakta yetersiz kalıp kalmadıklarını denetlemektir. Bu yapılırken derece
mahkemelerinin gerekçeleri gözönüne alınacaktır.
20. Buna ek olarak masumiyet karinesi, kişinin suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu
olarak nitelendirilmemesini ve suçlu muamelesine tabi tutulmamasını güvence
altına alır. Anayasa Mahkemesi, yargılama makamları veya diğer devlet
görevlilerinin ifadeleri veya kışkırtmasına dayanmayan basın ve yayın
organlarındaki yazılar veya bazı küçük düşürücü haberlerle ilgili şikâyetleri,
bir bütün olarak şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkı kapsamında
değerlendirmektedir (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617,
8/4/2015, § 31).
21. Son olarak başvurucu, söz konusu haber ile birlikte
kendisinin, eşinin ve çocuklarının fotoğraflarının da kullanıldığını ileri
sürmüş ise de başvuru formu ve eklerinde şikâyete konu internet sitesi haberi
ya da kullanılan fotoğraflara yer verilmemiştir. Kaldı ki başvurucunun bu
iddiaları derece mahkemeleri önüne taşıyıp incelenmesini sağladığı da tespit
edilememektedir. Bu sebeplerle söz konusu habere ilişkin bireysel başvuru
incelemesi, başvurucunun Anayasa Mahkemesine sunduğu İlk Derece Mahkemesinin
gerekçesinde yer verilenle sınırlı olarak yapılacaktır.
22. Başvurucunun, yargılamanın makul sürede tamamlanmamasına
ilişkin şikâyeti ayrı bir başlık altında incelenecektir.
1. Şeref ve İtibarın
Korunması Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucu, tahkir içeren sözler karşısında derece
mahkemelerinin değerlendirmelerinin kendisini korumaması nedeniyle kişilik
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları hatırlatılarak başvurucunun, özel hayatına
müdahale edildiğine dair şikâyetlerinin, başvurucunun özel hayatı ile
gazetecilerin basın ve haber verme özgürlüğü arasında adil bir dengenin
sağlanıp sağlanmadığı açısından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
25. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru dilekçesindeki
iddiaları tekrar etmiştir. Başvurucu ayrıca İlk Derece Mahkemesinin
kesinleşmemiş kararlara dayanarak tespitler yaptığını ve daha sonrasında bu
yargılamaların kendi lehine ve beraatla sonuçlandığını hatırlatmıştır.
26. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler
ilk olarak İlhan Cihaner kararında (İlhan Cihaner,
B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) ortaya konulmuştur. Daha sonra aynı
ilkeler Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından benimsenmiş (Kadir Sağdıç, §§ 35-66; Nihat Özdemir, B. No: 2013/1997, 8/4/2015,
§§ 29-61) ve Bölümler önlerine gelen şikâyetlerde sözü geçen ilkeleri
uygulamışlardır (Ali Suat Ertosun,
B. No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 21-52; Ali
Suat Ertosun (2), B. No: 2013/1640, 15/4/2015, §§ 19-50).
27. Başvuruya konu sözler ve iddialar nedeniyle başvurucunun
kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği, kabul edilebilirlikten
uzak değildir. Bu sebeple mevcut davada başvurucunun, Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını
isteme hakkı ile ulusal günlük gazetenin ve şikâyet konusu haberin yazarı
gazetecinin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve
bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına
alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
28. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir
denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu
şekilde sayılabilir: genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlanıp
sağlanmadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi, kamu görevlisi veya
sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi); haber, köşe yazısı veya
makalenin konusu, ilgili kişinin önceki davranışları; yayının içeriği, şekli ve
sonuçları ile haber, köşe yazısı veya makalenin yayımlanma şartları (İlhan Cihaner,
§§ 66-73; Kadir Sağdıç, §§ 58-66;
Nihat Özdemir, §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, §§ 44-52; Ali Suat Ertosun (2), §§ 42-50).
29. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin,
başvurucuyu eleştiri sınırını aşan bir müdahaleden korumakta yetersiz kalıp
kalmadıkları incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki
ihtilaf, büyük ölçüde dava konusu haberin maddi vakıaların açıklanması veya
değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada maddi olgular
ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse
de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı dikkate
alınmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner, §
64). Yine de yeterli bir olgusal temele sahip olması beklenmekle birlikte
yargılamaya konu bir yazının bir bütün olarak ele alındığında kamu yararını
ilgilendirmesi, değer yargısı kavramının geniş yorumlanması gerekliliğini
ortaya koymaktadır. Bir suç isnadının sağlam bir nedene dayandığının ortaya
konulmasında aranan kesinlik derecesinin, kamu yararı ile ilgili bir konuda, gazetecilerin
değer yargısı içeren ifadeleri bakımından da aranmasını beklemek basın
özgürlüğünün amacı ile bağdaşmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Scharsach ve News Verlagsgesellschaft
GmbH/Avusturya, B. No: 39394/98,
13/2/2004, §§ 39-43).
30. Başvurucu; henüz hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı
olmadığı hâlde suçlu olarak gösterildiğini, söz konusu haberin kendisi hakkında
kurulan komplonun bir parçası olduğunu, hakkında suç üretilerek yargıya
müdahale edildiğini iddia etmektedir. Buna karşın İlk Derece Mahkemesi,
başvurucunun olayların gerçekleştiği tarihlerde vergi dairesinde şef olarak
görev yaptığını, başvurucunun görevi nedeniyle hakkında çeşitli suçlardan iki
ayrı ceza davasının devam ettiğini, bir ceza davasının ise kesinleşmemiş olmakla
beraber başvurucunun cezalandırılması ile sonuçlandığını hatırlatmıştır. İlk
Derece Mahkemesine göre haberde geçen iddialar, başvurucunun yargılandığı ceza
davalarında dile getirilen iddialar olup başvurucunun cezalandırılmasına
ilişkin Ceza Mahkemesi kararının gerekçesi ile büyük oranda uyumludur.
Mahkemeye göre söz konusu yazı, basın özgürlüğü sınırlarını aşmayan eleştirel
nitelikte bir yazıdır. İlk Derece Mahkemesi başvurucunun talebini, söz konusu
haberin bir bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu ve özle biçim arasındaki
dengenin bozulmadığı gerekçesi ile reddetmiştir. Bu kararla dava konusu edilen
haberin doğrulandığı anlamının çıkarılması mümkün değildir.
31. İlk olarak davalının başvuruya konu gazete yazısında dile
getirdiği düşüncelerin olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı sunup
sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip
geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber veya yazının
kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya
makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması gerekir. Aksine, yazının
bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok
üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, § 74). Basının genel yarar nitelikli
bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu
bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.
32. Şikâyet konusu haberin yayımlandığı dönem, başvurucuya karşı
bazı ceza davalarının devam ettiği bir dönemdir ve başvurucu yönetici konumunda
bir devlet memurudur. Bir bütün olarak şikâyet konusu yazıda daha önce vergi
şefi olarak çalışan başvurucunun adının karıştığı bazı adli vakalardan söz
edilmiş, başvurucunun önemli bir miktar parayı alarak kaçtığı iddia edilmiştir.
Bu bakımdan söz konusu haberde sarf edilen sözlerin, bir ölçüde genel yarar
nitelikli tartışmaya katkı sundukları kabul edilebilir. Bu hususla ilgili
olarak basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve
fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği
hatırlanmalıdır.
33. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik
mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini
belirleyemezler. Zira bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle
aktarılacağına bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda
Anayasa’nın 26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini
değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda tutulmalıdır
(Ali Suat Ertosun, § 66).
34. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın özgürlüğü
ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının korunması
hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi, söz
konusu yazının genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı
sorusuna özel bir önem vermiş ayrıca haberin yapıldığı şartlar üzerine de
eğilmiştir. İlk Derece Mahkemesi davaya konu yazıda geçen olayların gerçekliği
meselesine eğilmiş ve yayınların yapıldığı tarihte meydana gelen olaylarla
yayınların içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin bozulmadığına ve başvuruya
konu sözlerde geçen olayların “gerçekliğe
uygun” olduğuna karar vermiştir.
35. Bu şartlarda, yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı
mercilerinin farklı çıkarları dengelenirken sahip oldukları takdir payları da
dikkate alındığında Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
pozitif yükümlülüklere uyulduğu, Derece Mahkemelerince tarafların haklarının
değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir
ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
36. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle zarara
uğradığını belirterek makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
37. Bakanlık, başvurunun bu kısmına ilişkin olarak yerleşik
uygulamaya vurgu yapmış ve görüş sunulmasına gerek görmemiştir.
38. Başvuru konusu olayda, asliye hukuk mahkemesi nezdinde
açılan haksız fiile dayalı tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle 6100
sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama
faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda
kuşku yoktur.
39. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul
sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilmiştir. Buna göre bir
davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın
karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların
yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı
belirtilmiş (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 34–59) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir
(Gülseren Gürdal ve diğerleri, B.
No: 2013/1115, 5/12/2013; Semira Babayiğit ve diğerleri, B. No: 2013/3283,
19/12/2013; Haydar İzgi, B. No:
2012/673, 19/12/2013).
40. Kanunlarda, bazı davaların sonuçlandırılması için öngörülen
süreler mahkemelere yönelik süreler olduğundan düzenleyici nitelikte olup
mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri
kararların geçerli olduğunda şüphe yoktur. Nitekim AİHM de benzer şekildeki
düzenleyici sürelerin yargılama süresini kısaltma amacı taşıdığını
vurgulamaktadır. AİHM, ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine ilişkin
yerel mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetlemenin görevi
olmadığını belirterek davaların "makul
süre" içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek
amacıyla yargılama süresinin bütününü ele almakta ve bu sürenin Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin 1. fıkrasına uygun olup olmadığıyla
sınırlı bir inceleme yapmaktadır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Çalık/Türkiye, B. No: 3675/07, 31/8/2010; Dildirim ve diğerleri/Türkiye, B. No: 42927/10,
12/3/2013).
41. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarihtir. Somut başvuru açısından bu tarih
17/6/2010'dur.
42. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda somut yargılama
faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun temyiz talebi
hakkında verilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin E.2013/8335, K.2013/11750 sayılı
karar tarihi olan 18/6/2013 olduğu anlaşılmaktadır.
43. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde
yargılamanın konusunun haksız fiile dayalı tazminat talebi olduğu, 17/6/2010
tarihinde açılan davanın yargılama sürecinde İlk Derece Mahkemesince delil
olarak sunulan başka mahkeme dosyalarının toplandığı, Mahkemenin 28/9/2011
tarihinde bir yıl üç aylık bir süre sonunda davanın esası hakkında karar
verdiği, temyiz incelemesinin yaklaşık bir yıl üç ayda, karar düzeltme
incelemesinin ise beş ayda tamamlandığı ve kararın 18/6/2013 tarihinde
kesinleştiği böylece yargılama sürecinin toplamda üç yılda tamamlandığı
anlaşılmaktadır.
44. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti
nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliğine bütün olarak bakıldığında
somut başvuru açısından yaklaşık üç yıllık yargılama sürecinde mahkemeler
nezdinde başvurucunun haklarını ihlal edecek şekilde makul olmayan bir gecikme
olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
23/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.