TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDULHALİM BOZBOĞA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6880)
|
|
Karar Tarihi: 23/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Tarık KAVAK
|
Başvurucu
|
:
|
Abdulhalim BOZBOĞA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; 17/8/1999 tarihinde meydana gelen depremde orta
derece hasar alan konutun yetkililerce yıkılması sonucu uğrandığı ileri sürülen
zararın tazmini için açılan davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil
yargılanma hakkının; bu davaya konu zararının kısa sürede karşılanmaması
nedeniyle oluşan değer kaybından dolayı da mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/9/2013 tarihinde Gölcük 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/3/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını
2/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucunun Kocaeli ili Gölcük ilçesi 40 pafta 244 ada 671
parselde maliki bulunduğu konutu 17/8/1999 tarihinde meydana gelen deprem
nedeniyle orta derece hasar almış ve yıkımı yapılacak binalar arasında
olmamasına rağmen yıkım ve enkaz kaldırma ihalesini alan şirket tarafından
konutun bulunduğu bina yıkılmıştır.
9. Başvurucu, idarenin kontrol yükümlülüğünü yerine getirmeyerek
binanın yıkılmasında kusurlu olduğundan bahisle meydana gelen zararının tazmini
istemiyle 25/11/1999 tarihinde Sakarya 2. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
10. Mahkemece davanın “idari
merci tecavüzü” nedeniyle merciine tevdi edilmesi sonucu
başvurucunun talebini Kocaeli Valiliğinin zımnen reddetmesi üzerine 24/4/2000
tarihinde kayda giren dilekçeyle başvurucu tarafından 15.000 TL zararın tazmini
istemiyle açılan dava Sakarya 2. İdare Mahkemesince görülmeye başlanmıştır.
11. Öte yandan başvurucu, yıkım işini yapan şirket aleyhine de
Gölcük Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.
12. Sakarya 2. İdare Mahkemesi 31/10/2002 tarihli ve
E.2001/2199, K.2002/1432 sayılı kararıyla idarenin gözetim ve denetim
yükümlülüğünü yerine getirmedeki kusurundan kaynaklanan, kamu hizmetinin kötü
ve geç işlemesi nedeniyle oluşan zararı idarenin tazminle yükümlü olduğu
gerekçesiyle dava kısmen kabul edilerek bilirkişi raporuna göre başvurucunun
konutunun, yıkımın gerçekleştirildiği tarihteki rayiç bedeli olan 10.080 TL
maddi tazminatın ödenmesine hükmedilmiş, maddi tazminat talebinin bu miktarı
aşan kısmı ise reddedilmiştir.
13. Davalı, Kocaeli Valiliği ile davalı yanında davaya katılan
Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca karar temyiz edilmiş; Danıştay Onbirinci Dairesinin 14/6/2005 tarihli ve E.2003/2087,
K.2005/3597 sayılı kararıyla başvurucu tarafından aynı olaya ilişkin olarak iki
farklı yargı kolunda dava açıldığı, her iki davanın sonuçları itibarıyla
birbirini ilgilendirdiğinden bu davalarda alınacak kararların mükerrer ödemeye
neden olacağı gözetilmeden eksik incelemeye dayalı olarak verilen kararda
hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına karşı
başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 10/10/2007
tarihli ve E.2005/5101, K.2007/7331 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
14. Dosya tekrar kendisine gelen Sakarya 2. İdare Mahkemesi
22/11/2007 tarihli ve E.2007/1285, K.2007/1306 sayılı ilamıyla Kocaeli ilinde
idare mahkemesinin kurulduğunu ve bu mahkemenin 14/7/2003 tarihinde fiilen
faaliyete geçtiğini belirterek davanın yetki yönünden reddine ve dava
dosyasının yetkili Kocaeli İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
15. Kocaeli 1. İdare Mahkemesi 31/12/2008 tarihli ve E.2008/52,
K.2008/1796 sayılı kararıyla Danıştay’ın bozma kararına uymuş ve Gölcük Asliye
Hukuk Mahkemesinde başvurucu tarafından açılan davada dosyanın işlemden
kaldırılmasına karar verildiğini belirterek, yıkılan konutun yıkımın
gerçekleştirildiği tarihteki rayiç bedeli olan 10.080 TL tazminatın ilgili
idarece başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili
kısımları şöyledir:
“Dava konusu olayda, davalı idare
elemanlarınca 17/8/1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucunda orta hasarlı
(onarılabilir) olarak tespit edilen davacı konutunun, davalı idare tarafından
oluşturulan komisyonca ihale edilmesi neticesinde, ihaleyi alan .. şirketi tarafından sehven
yıkılması nedeniyle meydana gelen zararın davalı idarece tazmin edilmesi
gerektiği tartışmasızdır.”
16. Başvurucu anılan karara dayalı olarak Kocaeli Valiliği ile
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı hakkında Gölcük İcra
Dairesinin 2012/3100 esas sayılı icra dosyasında 7/4/2009 tarihinde ilamlı icra
takibi başlatmıştır. 19/7/2012 tarihinde icra dosyasına 44.269,01 TL tutarında
bir ödeme yapılmış, cezaevi yapı pulu harcı düşüldükten sonra kalan 43.383,71
TL başvurucuya 24/7/2012 tarihinde ödenmiştir.
17. İlk Derece Mahkemesinin kararı temyiz edilmiş, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 13/12/2011 tarihli ve E.2011/13301,
K.2011/4660 sayılı ilamıyla hüküm onanmış, karar düzeltme talebi ise aynı
Dairenin 26/6/2013 tarihli ve E.2012/4069, K.2013/5272 sayılı ilamıyla
reddedilmiştir.
18. Karar, başvurucu vekiline 2/8/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 2/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. Anayasanın 125. maddesinin son fıkrası şu şekildedir:
“İdare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür”.
21. 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“A) Vali, … kamu düzen ve güvenini korumak için gereken
tedbirleri alır...
C) İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, …kamu
esenliğinin sağlanması… valinin ödev ve görevlerindendir.
Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri
alır…”
22. 5442 sayılı Kanunu’nun 32. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“A) Kaymakam, …kamu düzen ve güvenini korumak için gereken
tedbirleri alır…
Ç) İlçe sınırları içinde huzur ve güvenliğin, …kamu
esenliğinin sağlanması kaymakamın ödev ve görevlerindendir.
Bunları sağlamak için kaymakam gereken karar ve tedbirleri
alır; ”
23. 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir
Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un 1.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması,
kaya düşmesi, çığ, tasman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri
genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan
yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu kanun hükümleri
uygulanır.”
24. 7269 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“İçişleri, İmar ve İskan,
Bayındırlık, Sağlık ve Sosyal Yardım ve Tarım Bakanlıklarınca acil yardım
teşkilatı ve programları hakkında genel esasları kapsayan bir yönetmelik
yapılır.
Bu yönetmelik esasları dairesinde afetin meydana gelmesinden
sonra yapılacak kurtarma, yaralıları tedavi, barındırma, ölüleri gömme,
yangınları söndürme, yıkıntıları temizleme ve felaketzedeleri iaşe gibi
hususlarda uygulanmak üzere görev ve görevlileri tayin, toplanma yerlerini
tespit eden bir program valiliklerce düzenlenir ve gereken vasıtalar
hazırlanarak muhafaza olunur.
Bu programların uygulanması, valiliklerce kurulacak kurtarma
ve yardım komitelerince sağlanır. ”
25. 7269 sayılı Kanun’un 13. maddesinde afet bölgelerinde
yapılacak teknik işlere dair düzenlemenin ilgili kısmı şöyledir:
“a) Yapılacak işlemlere esas olmak
üzere İmar ve İskan Bakanlığınca kurulacak fen kurulları tarafından, afetin
meydana geldiği arazinin durumu ile bütün yapılar ve kamu tesisleri
incelenerek, hasar tespit raporu düzenlenir.
(Değişik: 31/8/1999 - KHK - 574/1 md.) Gereken
hallerde, yapılarda meydana gelen hasarı tespit etmek üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığının isteği üzerine diğer bakanlık, kurum ve
kuruluşlar, mahalli idareler, üniversiteler ve meslek odaları, konusunda deneyimli
yeteri kadar inşaat mühendisi ve/veya mimarı hasar tespiti çalışmalarında
derhal görevlendirmekle yükümlüdürler.
(Değişik: 31/8/1999 - KHK - 574/1 md.) Arazinin tehlikeli durumu ve binaların gördüğü hasar
bakımından yıktırılması ve boşaltılması gerekenler hakkında, o il ve ilçenin en
büyük mülkiye amirine ayrı bir rapor verilir. Bu makamlarca böyle binalar
derhal boşalttırılır. Yıkılması gerekenler için en çok 3 gün süre verilerek
tehlikenin giderilmesi sahiplerine bildirilir. Mahallinde sahibi bulunmadığı
takdirde durum, mahalli vasıtalarla ilan edilmek suretiyle, bildiri yapılmış
sayılır.
(Değişik: 31/8/1999 - KHK - 574/1 md.) Mal
sahibi veya vekili, bu bildiriye karşı 3 gün içinde yetkili idare kurullarına
itiraz edebilir. İdare kurulları bu itirazı en geç 3 gün içinde inceler ve
karara bağlar. Süresinde itiraz olunmayan, yahut
itiraz olunup da idare kurullarınca yıkılması onaylanan binaları mal sahibi
yıkmadığı takdirde bu binalara el konularak yıkma parası yıkıntıdan elde
edilecek malzeme bedelinden ödenmek üzere, mahallin en büyük mülkiye amirinin
emri ile yıktırılır.
…
b) (Değişik: 31/8/1999 - KHK 574/1 md.) Hasar
görmüş, fakat ıslahı mümkün olan binaların fen kurullarının göstereceği
şartlara göre tamiri yapılıncaya kadar içine girilmesine ve oturulmasına izin
verilemez. Bu binalar 1 yıl içinde tamir ettirilmediği ve itiraz da olmadığı
takdirde yukarıdaki esaslar dahilinde yıktırılır. İtiraz halinde, bu itiraz
yukarıdaki mahalli idare kurullarınca 5 gün içinde incelenir ve karara
bağlanır. İtiraz sebepleri yerinde görüldüğü takdirde süre 6 ay daha uzatılır.
… ”
26. 7269 sayılı Kanun’un Geçici 13. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Geçici Madde 13 – (Ek: 31/8/1999 -
KHK-574/3 md.)
(Değişik ibare : 23/3/2000 - KHK -
598/2 md.) 17
Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihinde vuku bulan depremler dolayısıyla genel
hayata etkili afete maruz bölgede yer alan illerde afete maruz kalanların,
hasar tespiti ve hak sahipliği işlemlerine dair esas ve usullerin belirlenmesi
ile geçici ve kesin iskanlarının temini amacıyla yeni yerleşim alanlarının
tespiti
ve prefabrik veya kalıcı konutların, kamu
yapıları ve tesislerinin inşaat ve esaslı onarım işlerinin yapımı için her
türlü alım, satım, hizmet, yapım, kira, trampa, mülkiyetin gayri ayni hakları tesis
etmede ve taşıma işlerinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yetkilidir. ”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 23/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
28. Başvurucu; orta hasarlı olarak tespit edilen konutunun
onarımı mümkün olduğu hâlde ağır hasarlı konut varsayılarak Kocaeli Valiliğince
enkazların kaldırılması işinin ihale edildiği
hafriyat şirketi tarafından yıkıldığını, bu yıkım işlemi nedeniyle uğradığı
zararın tazmini için Kocaeli 1. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının
yaklaşık on dört yıl gibi makul olmayan bir sürede sonuçlandırıldığını, bu
süreçte konut fiyatlarının yükseldiğini ve lehine hükmedilen tazminat miktarı
ile konut alma imkânını kaybettiğini, yıllarca kirada oturmak zorunda
kaldığını, evinin orta hasarlı olarak tespit edilmesi nedeniyle kalıcı konut
edinme hakkından da yararlanamadığını, bu durumun Anayasa’nın 35. ve 36.
maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet ile adil yargılanma haklarını ihlal
ettiğini iddia etmiş; zararının geç tazmin edilmesinden kaynaklandığını
belirttiği 40.000 TL maddi ve uzun süren yargılama nedeniyle 50.000 TL manevi
zararının idare tarafından tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mahkemenin makul sürede karar
vermiş olması durumunda yeniden ev alma imkânına kavuşabilecek iken
yargılamanın çok uzun sürmesi, bu arada konut fiyatlarının yükselmesi gibi
nedenlerle aldığı tazminatın yıkılan evinin yerine yeniden ev alma imkânını
vermediğini ifade etmektedir. Başvurucunun şikâyetlerinin özü; yargılamanın
uzun sürmesine bağlı olarak zararının geç tazmin edilmesi, buna ilave olarak
arada geçen zamanda konut fiyatlarının yükselmesi ve satın alma gücünün düşmesi
nedenleriyle 10.080 TL tutarındaki ilamlı asıl alacağına uygulanan faizin, enflasyon
karşısında oluşan değer kaybı dikkate alındığında gerçek zararını karşılamaktan
uzak olduğu hususuna ilişkin olup bu şikâyetler mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilmiş; başvurucunun makul sürede yargılama yapılmadığına yönelik
şikâyeti ise ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
30. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki
şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Başka bir kabul edilemezlik
nedeni de bulunmadığından başvurunun bu şikâyete ilişkin kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucunun, yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti de
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak da kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvurucu, deprem sonucu orta hasarlı (onarılabilir) durumda
olan konutunun Valilikçe enkaz kaldırma işinin ihale edildiği şirket tarafından
ağır hasarlı zannedilerek yıkılması üzerine açtığı tam yargı davasının uzun
sürmesine bağlı olarak zararının geç tazmin edilmesi, buna ilave olarak arada
geçen zamanda konut fiyatlarının yükselmesi ve satın alma gücünün düşmesi
nedeniyle eline geçen tazminatın gerçek zararını karşılamaktan uzak kaldığını
belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Bakanlığın görüş yazısında, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin, mülkiyet
hakkının kullanılmasını devlet müdahalesine karşı korumakla birlikte mülkü
koruma yükümlülüğünün; özel kişilerin müdahalelerinin engellenmesi
mükellefiyetini de içerdiği, başvurucuya ilk olarak idarenin gözetimi ve
denetimi altında bulunan hasarlı bina yıkım işini üstlenen firma tarafından
24/1/2002 tarihinde 7.000 TL ödeme yapıldığı, devamında ilama bağlı olarak
başlatılan icra takibinin sonucunda 24/7/2012 tarihinde bilirkişi raporu ile
tespit edilip mahkeme kararıyla hüküm altına alınan zararına, idareye başvuru
tarihinden itibaren yasal faiz işletilerek toplam 43.091,53 TL ödeme yapıldığı,
ödenen faiz miktarının zararın doğduğu tarih ile ödemenin yapıldığı tarih
arasındaki enflasyon oranının altında olmadığı, bu durumun, başvurucunun
mülkiyet hakkına yönelik şikâyetinin incelenmesi sırasında güncel ve kişisel
bir hakkının ihlal edilip edilmediği ile başvurunun açıkça dayanaktan yoksun
olup olmadığının değerlendirilmesi sırasında gözönünde
bulundurulması gerektiği, yapılan inceleme sonucunda ihlalin tespit edilmesi
durumunda ise uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı
bildirilmiştir.
34. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı cevap dilekçesinde
başvuru formundaki beyanlarını tekrar etmiştir.
35. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz."
36. Anayasa’nın 35. maddesi ve Sözleşme’ye
Ek (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer
vermiştir. Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. Sözleşme’nin ilk
cümlesi herkese mülkünden barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa daha geniş
manada mülkiyet hakkını tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise
kişilerin hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere
ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına
almaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 29).
37. Mutlak değil, sınırlanabilir bir hak olan mülkiyet hakkı Anayasa’da
yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. Anayasa’nın 35.
maddesinin birinci fıkrasında genel olarak hak tanınmakta, ikinci ve üçüncü
fıkralarında da sınırlama ve güvence ölçütleri gösterilmektedir. Bu sınırlama
ve güvencelerin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde
değerlendirilmesi gerekmektedir.
i. Mülkün Varlığı
38. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanındaki mülkiyet
hakkı özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı
kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen
mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak
özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin
Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 10/6/2015,
§ 31).
39. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir
kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı,
kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içerisinde değildir.
Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa'nın
ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden
yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan
Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).
40. Başvuru konusu olayda, başvurucunun Kocaeli ili Gölcük
ilçesi Kavaklı Mahallesi 671 parselde bulunan ve ağır hasarlı yapı kapsamında
düşünülerek yıkılan konutu, tapu sicilinde adına kayıtlı olduğundan
başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkının varlığı
konusunda şüphe yoktur.
ii. Müdahalenin Varlığı
41. Başvurucunun tapuda adına kayıtlı olan taşınmazın üzerinde
bulunan yapının depremde orta derecede hasara uğramasına rağmen Kocaeli
Valiliğinin yaptığı ihale sonucunda yıkım işini üstlenen, üzerinde idarenin
gözetim ve denetim yetkisi bulunan şirket tarafından yıkılması, Anayasa’nın 35.
maddesi anlamında sahip olunan mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşımaktadır.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
Kanunilik
42. Deprem, yangın, su baskını, yer kayması ve benzeri afetlerde
yapıları genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel
olan yerlerde alınacak tedbirler 7269 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Bu
Kanun’a göre bir bölgede deprem gibi bir umumi afet meydana geldiğinde evvela,
yapılacak işlemlere esas olmak üzere İmar ve İskân (Çevre ve Şehircilik)
Bakanlığınca kurulacak fen kurulları tarafından afetin meydana geldiği arazinin
durumu ile kamu tesisleri dâhil bütün yapıların incelenerek hasar tespit
raporunun düzenlenmesi gerekmektedir.
43. 17/8/1999 tarihli Marmara depreminin ardından 31/8/1999
tarihinde söz konusu Kanun’da yapılan değişiklikle ikinci olarak deprem meydana
gelen arazinin tehlikeli durumu ve binaların uğradığı hasar bakımından
yıktırılması ve boşaltılması gerekli görülenler hakkında, o il ve ilçenin en
büyük mülki amirine ayrı bir rapor tevdi edilmesi icap etmektedir. Bunun
ardından söz konusu makamlarca bu tip binaların derhâl boşalttırılarak
yıkılması lüzumlu olanlar için en çok üç gün süre verilerek tehlikenin
giderilmesinin yapı sahiplerinden istenilmesi, mal sahipleri yahut vekillerince
üç gün içinde yapılacak itirazların da en geç üç gün içinde incelenip karara
bağlanması, süresinde itiraz olunmayan veya itiraz olunup da idare kurullarınca
yıkılması onaylanan binaların sahiplerince yıkılmadığı takdirde bu binalara el
konularak yıkma parası yıkıntıdan elde edilecek malzeme bedelinden ödenmek
üzere mahallin en büyük mülki amirinin emriyle yıktırılması, hasar görmüş fakat
ıslahı mümkün olan binaların fen kurullarının göstereceği şartlara göre tamiri
yapılıncaya kadar içine girilmesine ve oturulmasına izin verilmemesi, bu
binaların bir yıl içinde tamir ettirilmediği ve itiraz da olmadığı takdirde
kanunda belirlenen esaslar dâhilinde yıktırılması öngörülmüştür.
44. Kanun’un geçici 13. maddesinde ise 17/8/1999 ve 12/11/1999
tarihlerinde vuku bulan depremlere özgü düzenleme yapılmış olup bu depremler
dolayısıyla genel hayata etkili afete maruz bölgede yer alan illerde afete
maruz kalanların, hasar tespiti ve hak sahipliği işlemlerine dair esas ve
usullerin belirlenmesi ile geçici ve kesin iskânlarının temini amacıyla yeni
yerleşim alanlarının tespiti ve prefabrik veya kalıcı konutların, kamu yapıları
ve tesislerinin inşaat ve esaslı onarım işlerinin yapımı için her türlü alım,
satım, hizmet, yapım, kira, trampa, mülkiyetin gayri ayni hakları tesis etmede
ve taşıma işlerinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığının yetkili olduğu kurala
bağlanmıştır.
45. Somut olayda ise 17/8/1999 tarihli depremin ardından Kocaeli
Valiliği yetkililerince hasarlı yapıların tespit edildiği 13/9/1999 ve 12/10/1999
tarihli hasar tespit raporlarıyla başvurucunun konutunun bulunduğu yapının orta
hasarlı olarak belirlendiği, yıkık ve ağır hasarlı olarak saptanan binaların,
mevzuat hükümlerine (bkz. §§ 23-26) uygun olarak yıkımı ve enkazlarının
kaldırılması işlerinin Kocaeli Valiliği bünyesinde oluşturulan Enkaz Kaldırma
Komisyonunca 10/9/1999 tarihli ve 4 sayılı ihale kararıyla dört ayrı şirkete
ihale edildiği ancak Kocaeli il sınırları içerisinde yürütülen enkaz kaldırma
çalışmaları sırasında başvurucuya ait ve orta hasarlı olan konutun bulunduğu
binanın 11/10/1999-15/10/1999 tarihleri arasında, ihaleyi alan şirket
tarafından ağır hasarlı zannedilerek yıkımının gerçekleştirildiği
anlaşılmaktadır.
46. Netice olarak başvurucuya ait yapının bulunduğu bölgede
depremden zarar görüp de yıktırılması yönünde tespit yapılan yapıların, 5442
sayılı Kanun tarafından kamu düzenini sağlamakla görevlendirilen idare
elemanlarının kararları doğrultusunda ve 7269 sayılı Kanun’un 4., 13. ve geçici
13. maddelerindeki usul ve yöntemler kullanılarak yıktırıldığı gözetildiğinde
söz konusu bölgede gerçekleştirilen umumi yıkım faaliyetinin kanuni dayanağının
bulunduğu anlaşılmaktadır.
Meşru Amaç
47. Depremden zarar gören yıkılacak derecede tehlikeli yapıların
yıktırılması, kamu idaresinin kolluk faaliyetinin bir gereği olup başvurucunun
konutunun bulunduğu alanlardaki bu türlü yapıların yıktırılması işi de idari
kolluk faaliyeti kapsamında gerçekleştirildiğinden dolayı, anılan umumi yıkım
faaliyetinde meşru amaç bulunmaktadır.
Ölçülülük
48. Son
olarak başvurucuya ait konutun, depremden zarar gören ve yıktırılması gereken
yapılar arasında kabul edilerek idarenin gözetim ve denetimi altında bulunan
yıkım ekibince yıkılması ile meydana gelen zararın giderilmesi maksadıyla
başvurucuya yapılan ödeme karşılaştırıldığında “mülkiyet
hakkına” yapılan müdahalede makul bir dengenin gözetilip
gözetilmediği değerlendirilmelidir.
49. Başvurucunun açtığı ve Kocaeli 1. İdare Mahkemesinde görülen
davada yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, başvurucunun konutunun orta
hasarlı (onarılabilir) olmasına rağmen ağır hasarlı zannedilerek idarece enkaz
kaldırma işinin ihale edildiği şirket tarafından yıkılmasını hizmet kusuru
olarak değerlendirmiş ve bu nedenle başvurucu lehine tazminata hükmetmiştir
(bkz. § 15). Temyiz edilen karar, Danıştay Ondördüncü
Dairesince onanmış ve karar düzeltme istemi de aynı Dairece reddedilerek hüküm
kesinleşmiştir (bkz. § 17).
50. Başvurucu konutunun yıkılması nedeniyle uğradığı zararın geç
ödendiğini, uygulanan faizin de satın alma gücünün düşmesi ve konut
fiyatlarının artması nedeniyle yeterli olmadığını ileri sürmüştür.
51. Başvurucunun konutun yıkılması nedeniyle uğranılan zararın
belirlenmesi amacıyla açtığı davada yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde
başvurucuya ait konutun yıkımının gerçekleştirildiği tarihteki yıpranma ve orta
hasar değer düşümü yapıldıktan sonra rayiç bedeli 10.080 TL olarak
hesaplanmıştır. Kocaeli 1. İdare Mahkemesinin 31/12/2008 tarihli kararıyla
bilirkişi raporu doğrultusunda yıkılan konutun yıkımın gerçekleştirildiği
tarihteki rayiç bedeli olarak belirlenen 10.080 TL’nin, davalı idareye başvuru
yapıldığı 30/12/1999 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte
başvurucuya ödenmesine hükmedilmiştir.
52. İlk Derece Mahkemesinin bu kararına dayanılarak Gölcük İcra
Müdürlüğünce 27/6/2011 tarihinde Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığından 1/7/2011 tarihi itibarıyla 44.437,91 TL olan toplam borcun
Gölcük İcra Müdürlüğünün hesabına yatırılması istenilmiş 1/7/2011 tarihinden
sonra yapılacak ödemelerde 10.080 TL’ye günlük %9’dan 2,52 TL faiz ilave
edilmesi gerektiği belirtilmiştir. İcra müdürlüğünce çıkarılan hesap dökümü ise
şu şekildedir:
"10. 080,00 TL İlamlı asıl alacak
33.
018,00 TL İşlemiş faiz (takip tarihi olan 7/4/2009’a kadar)
1. 209,60 TL Mahkeme vekalet ücreti
125,10 TL Yargılama gideri
544,32 TL İlam harcı
-7.
000,00 TL (24/1/2002 tarihinde ödenen)
37. 977,46 TL TAKİP MİKTARI
4. 397,52 TL İcra vekalet ücreti
2. 026,08 TL İşlemiş faiz %9, 804 gün (Takip
Tarihinden 1/7/2011 Tarihine Kadar)
+ 36,85 TL İcra masrafı
44. 437,91 TL TOPLAM BORÇ
1/7/2011 TARİHİ İTİBARIYLA
NOT: 1) İlamlı alacağa 1/7/2011 tarihinden
sonra yapılacak ödemelerde 10.080,00 TL’ye günlük %9’dan 2,52 TL faiz ilave
edilmelidir.
2)İlam
Kocaeli 1. İdare Mahkemesinin 2008/52 E,2008/1796 K sayılı ilamıdır…"
53. İcra takibine bağlı olarak 44.269,01 TL icra müdürlüğünün
hesabına aktarılmış, buradan da 24/7/2012 tarihinde cezaevi harcı düşüldükten
sonra 43.383,71 TL başvurucunun vekili tarafından bu hesaptan çekilmiştir.
54. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları
ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği sınırlanabilir.
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği, kişilerin mülkiyet
haklarına getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmaması ve ulaşılmak istenen
kamu yararı ile bireyin sınırlandırılan hakkı arasında adil bir dengenin
kurulması gerekir.
55. Ölçülülük ilkesi "elverişlilik",
"gereklilik" ve "orantılılık"
olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. "Elverişlilik"
öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını "gereklilik"
ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca
daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, "orantılılık" ise bireyin
hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin
gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, §, 38).
56. Bir eşyanın devir tarihindeki bedelinin daha sonra ödenmesi
durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeniyle paranın değerinde oluşan
hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin
tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da
bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek
haksızlığa uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011).
57. Anayasa Mahkemesi kanun koyucunun bir hak olarak öngördüğü
veya kamu borcu hâline gelmiş ödemelerin geç yapılması nedeniyle mağdur
olunduğu iddiasıyla yapılan başvurularda kamu kurumlarının fazla tahsil
ettikleri tarih ile ödeme tarihi arasında geçen sürede alacakta veya hakka konu
bedelde meydana gelen değer aşınmalarının başvurucular üzerinde orantısız bir
yük oluşturması hâlinde ihlal kararları vermiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri; Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2013/28, 25/2/2015).
58. Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon
karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce
belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir tutum
sergileyerek %5'e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki
değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Arabacı/Türkiye,
B. No: 65714/01, 7/3/2002). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması, mahkeme
kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Mahkemelerde geçen
yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybında
ise meydana gelen farkın, tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve
bu konuda ulusal yargıcın belirli bir takdir imkânı olduğu gerekçesiyle daha
esnek yorumlamakta bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip
getirmediğini inceleyerek karar vermektedir. Örneğin bahsedilen şekilde
incelediği bir davada AİHM %10,74'lük bir değer kaybının aşırı bir yük
getirmediğine karar vermiştir (Güleç ve
Armut/Türkiye, B. No: 25/969/09, 16/11/2010).
59. Başvurucu, konutunun yıkılması nedeniyle oluşan zararının
tazmini istemiyle 25/11/1999 ve 24/4/2000 tarihli dilekçelerle 15.000 TL
tutarındaki zararın tazmini istemiyle dava açmıştır. Kocaeli 1. İdare
Mahkemesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/52, K.2008/1796 sayılı kararıyla dava
kısmen kabul edilerek 10.080 TL tutarındaki maddi tazminatın, başvurucunun
idareye başvurduğu (merciine tevdi kararının davalı idareye tebliğ edildiği)
30/12/1999 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davalı
idareden alınarak başvurucuya ödenmesine karar verilmiş, icra takibi sonucunda
43.383,71 TL icra müdürlüğü kanalıyla 24/7/2012 tarihinde başvurucuya
ödenmiştir.
60. Yapılan ödemenin detayı yukarıda belirtildiği üzere (bkz. §
52), 10.080 TL asıl zarar, idareye başvuru tarihi olan 30/12/1999 tarihinden
başlatılıp takip tarihi olan 7/4/2009 tarihine kadar hesap edilen 33.018 TL
faiz miktarı ile birlikte başvurucuya on iki yıl altı ay yirmi dört gün (151
ay) sonra ödenmiştir. Takip tarihi olan 7/4/2009’dan 1/7/2011 tarihine kadar
geçen 804 gün için %9 oranı üzerinden 2.026,08 TL işlemiş faiz, ayrıca mahkeme
vekalet ücreti, yargılama gideri, ilam harcı, icra vekalet ücreti ve icra
masrafı takibe dâhil edilip yıkım işini yapan firma tarafından başvurucuya
24/1/2002 tarihinde ödenen 7.000 TL tutarındaki meblağ düşülerek icra takibine
esas alınan meblağ belirlenmiştir. Diğer yandan söz konusu takipte 1/7/2011
tarihinden sonra yapılacak ödemelerde 10.080 TL asıl alacağa yine günlük %9’dan
2.52 TL faiz ilave edileceği açıkça belirtilmiştir.
61. Somut olayda iki aşamalı bir ödeme vardır. İlk olarak
24/1/2002 tarihinde 7.000 TL tutarında bir ödeme yapılmıştır. Merkez Bankası
verilerine göre 1999 yılı Aralık ayı ile 2002 yılı
Ocak ayı tarihleri arasında enflasyonda meydana gelen artış % 146,78’dir. Bu
durumda başvurucuya ödenmesi gereken tazminatın 2002 yılı Ocak
ayı itibariyle Merkez Bankası verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer
kaybının giderilmiş karşılığı 24.875 TL’dir. Başvurucuya 24/1/2002 tarihinde
ödenen 7.000 TL mahsup edildiğinde bu tarih itibariyle başvurucunun ödenmemiş
17.875 TL alacağı bulunmaktadır.
62. Yine Merkez Bankasının verilerine göre 2002 yılı Ocak ayı ile ikinci ödemenin yapıldığı 2012 yılı Temmuz ayı
arasında enflasyonda meydana gelen artış ise % 185,99’dur. Bir başka ifadeyle
2002 yılı Ocak ayındaki 100 TL’nin 2012 yılı Temmuz
ayı itibariyle enflasyon karşısında değer kaybı giderilmiş karşılığı 285,99
TL’dir. Bu durumda başvurucuya ödenmesi gereken 10.080 TL tutarındaki
tazminatın yapılan ilk ödeme de mahsup edildikten sonra ödeme tarihi itibariyle
Merkez Bankası verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer kaybının
giderilmiş karşılığı 51.121 TL’dir.
63. Davanın açıldığı Aralık 1999 tarihi ile başvurucuya yapılan
ödeme tarihi olan Temmuz 2012 tarihi arasında geçen sürede Merkez Bankası
verilerine göre mahkemenin hüküm altına almış olduğu tazminat, yapılan 2002
Şubat ayı ara ödemesi de dikkate alındığında % 507,15
oranında değer kaybına uğramıştır. Bir diğer ifade ile Mahkemece ödenmesine
karar verilen 10.080 TL'nin değer kaybını telafi edebilmek için 41.041 TL
ödenmesi gerekmektedir.
64. Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından yapılan
giderlerin toplamı olan 6.424,64 TL, 24/7/2012 tarihinde alacaklı tarafından
yapılan ödeme miktarından düşüldükten sonra kalan 36.959,07 TL tutarındaki
alacak ve faiz ödemesi, başvurucunun lehine hükmedilen tazminat bedelinin
enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığı olan 51.121 TL’den
mahsup edildiğinde başvurucu lehine hükmedilen tazminat miktarındaki değer
kaybını telafi edecek fark 14.161,93 TL’dir.
65. Sonuç olarak onarılabilir durumdaki orta hasarlı konutunun
idarece yıktırılması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahale nedeniyle
başvurucunun uğradığı zararın geç tazmin edildiği, mahkemece başvurucu lehine
hükmedilen tazminat bedelinin geç tazmin nedeniyle enflasyon oranlarına bağlı
olarak başvurucunun gerçek zararını karşılamaktan uzak kaldığı, bahsedilen
değer kaybı oranı dikkate alındığında bu durumun başvurucu üzerinde aşırı ve
orantısız bir yüke sebep olduğu anlaşılmıştır.
66. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
67. Başvurucu; idari yargıda açmış olduğu davanın yaklaşık on dört
yıl sonra karara bağlandığını, bu sürenin makul olmadığını belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
68. Bakanlığın görüş yazısında yargılamanın uzun sürmesi
hususuyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin yerleşik hâle gelen içtihatları
dikkate alındığında bu konuda bir görüş belirtilmesine gerek bulunmadığı
bildirilmiştir.
69. Anayasa'nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
70. Anayasa'nın "Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması" kenar başlıklı 141.
maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının
görevidir."
71. Sözleşme'nin "Adil
yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Herkes
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."
72. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141.
maddesinin Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No:2012/13, 2/7/2013, § 39).
73. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması, adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazasıdır. Hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden
değerlendirilmesi gerekir (Güher Ergun ve
diğerleri, § 40).
74. Makul süre incelemesinde yargılamaya intikal eden maddi
vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk
kurallarının karmaşık olması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki
tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usule ilişkin haklarını kullanırken
gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri, yargı makamları yanında dava
süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir
yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup
olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin
gösterilip gösterilmediği, başvurucu için hukuki korumanın bir an önce
gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine
ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir
(Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772,
7/11/2013, § 58)
75. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber bazı özel durumlarda girişimin
niteliği gözönünde tutularak uyuşmazlığın ortaya
çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, § 45). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup
makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak zaman diliminin başlangıç
tarihi, başvurucu tarafından 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu’nun 13. maddesi uyarınca yapılması gereken idari başvurunun
atlanarak idare mahkemesinde doğrudan tam yargı davası açılması üzerine Sakarya
2. İdare Mahkemesinin ‘idari merci tecavüzü’
nedeniyle dava dilekçesi ve eklerinin Kocaeli Valiliğine tevdiine karar
verildiği 30/11/1999’dur.
76. Söz konusu mahkemenin, dava dilekçesi ve eklerini Kocaeli
Valiliğine tevdi etmesinden sonra valilikçe başvurucunun tazminat ödenmesi
talebine kanuni süresi içinde cevap verilmeyerek başvuru zımnen reddedilmiş
bunun üzerine 24/4/2000 tarihinde kayda giren dilekçeyle ve 15.000 TL zararın
tazmini istemiyle söz konusu mahkemede (yeniden) dava açılmıştır.
77. Sakarya 2. İdare Mahkemesi 31/10/2002 tarihli kararıyla
davayı kısmen kabul ederek 10.080 TL maddi tazminatın başvurucuya ödenmesine
hükmetmiş, talebin fazlaya ilişkin kısmını ise reddetmiştir.
78. Davalı ve davalı yanında katılan idareler tarafından kararın
temyiz edilmesi üzerine bu karar Danıştay Onbirinci
Dairesinin 14/6/2005 tarihli kararıyla bozulmuş, bozma kararına karşı başvurucu
tarafından yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 10/10/2007 tarihli
kararıyla reddedilmiştir.
79. Dosya tekrar kendisine gelen Sakarya 2. İdare Mahkemesi
22/11/2007 tarihli ilamıyla Kocaeli ilinde idare mahkemesinin kurulduğunu ve bu
mahkemenin 14/7/2003 tarihinde fiilen faaliyete geçtiğini belirterek davanın
yetki yönünden reddine ve dava dosyasının yetkili Kocaeli İdare Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiştir.
80. Davaya bakmaya yetkili olan Kocaeli 1. İdare Mahkemesi
31/12/2008 tarihli kararıyla Danıştay’ın bozma kararına uymuş ve başvurucu
tarafından hasar gören konut için idare aleyhine İdari Yargıda açılan tam yargı
davasına ek olarak zarara sebebiyet veren ve yıkım işini üstlenen firma
aleyhine Gölcük Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada dosyanın işlemden
kaldırılmasına karar verildiğini belirterek ilgili idarece başvurucuya yıkımın
gerçekleştirildiği tarihteki rayiç bedel olan 10.080 TL tutarında tazminatın
ödenmesine hükmetmiştir.
81. Söz konusu kararı temyizen
inceleyen Danıştay Ondördüncü Dairesi 13/12/2011
tarihinde yerel mahkeme kararını onayıp karar düzeltme talebini 26/6/2013
tarihlinde reddetmiş, nihai karar başvurucu vekiline 2/8/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
82. Bireysel başvuruya konu edilen ve iki dereceli olarak
yapılan yargılamanın yaklaşık on üç yıl yedi ay devam ettiği görülmektedir.
83. Yargılama süreci incelendiğinde idare mahkemesinin bilirkişi
incelemesi yaptırarak verdiği 31/10/2002 tarihli kararı, mahkemeye yapılan ilk
müracaatın üzerinden yaklaşık üç yıldan, merciine tevdi kararından sonra
yeniden yapılan müracaatın üzerinden iki buçuk yıldan daha uzun bir süre
geçtikten sonra verilmiştir. Bu kararın temyiz incelemesi iki buçuk yılı, karar
düzeltme incelemesi de iki yılı aşmıştır.
84. Bozma kararı üzerine yapılan yeniden yargılamada Kocaeli 1.
İdare Mahkemesi bozma kararına uymanın gereği olarak ara kararıyla Gölcük
Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın akıbetini sormuş, “Takip edilmeyen dosyanın HUMK’un
409. maddesi uyarınca işlemden kaldırılmasına karar verildi. 24/1/2002”
cevabını alması üzerine 31/12/2008
tarihinde uyuşmazlığı yeniden esastan karara bağlamış ve bu süreç bir yıl kadar
devam etmiştir. Söz konusu kararın temyiz incelemesi yaklaşık üç yıl, karar
düzeltme incelemesi de bir buçuk yıl kadar sürmüştür.
85. Başvurucunun, dava açma süresini kaçırmama, zararın tazmini
maksadıyla kendisini güvenceye alma gibi saiklerle
hareket ederek aynı uyuşmazlık konusu için zarara neden olan firma aleyhine
Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası, yeterli denetim görevini yapmadığı
iddiasıyla ilgili idare aleyhine İdare Mahkemesinde tam yargı davası açması
dışında yargılamanın uzun sürmesine sebebiyet verdiğinin söylenemeyeceği,
yaklaşık on üç yıl yedi ayı bulan yargılama sürecinin makul süreyi aştığı,
sürecin uzamasının başvurucudan ziyade yargılamanın işleyişi ile ilgili
sorunlardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
86. Sonuç olarak İdare Mahkemesinde görülen tam yargı davasının
yaklaşık on üç yıl yedi aylık bir süre sonucunda neticelendiği; uyuşmazlığın
konusu, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
bilgi ve belgelerin temin edilmesindeki engeller, taraf sayısı gibi hususlar gözönünde bulundurulduğunda yargılamanın bu kadar uzun
sürmesini gerektirecek derecede davanın karmaşık olmaktan uzak olduğu, ayrıca
başvurucunun tutumunun veya usule ilişkin haklarını kullanırken gösterdiği
tavrın davanın uzamasına sebebiyet vermediği anlaşılmıştır.
87. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
88. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
89. Başvurucu 40.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
90. Başvuruda mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
91. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 18.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
92. Başvurucu lehine zararının karşılığı olarak Mahkemece
ödenmesine karar verilen tazminatın ödeme tarihinde Merkez Bankası verilerine
göre enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığının 51.121 TL
olduğu, bu tutardan giderler düşüldükten sonra idarece ödenen 36.959,07 TL
tutarındaki asıl alacak ve faiz ödemesi toplamının çıkarılması sonucunda elde
edilen fark 14.161,93 TL olup bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali
nedeniyle başvurucuya net 14.161,93 maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
Burhan ÜSTÜN bu görüşe katılmamıştır.
93. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvurucuya mülkiyet
hakkının ihlali nedeniyle net 14.161,93 TL maddi tazminat ÖDENMESİNE Burhan ÜSTÜN’ün karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA, başvurucuya makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle de
net 18.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE OYBİRLİGİYLE, başvurucunun bu miktarı
aşan maddi ve manevi tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
D. 198,35 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA OYBİRLİĞİYLE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
OYBİRLİĞİYLE
23/3/2016 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Başvuru, 17/8/1999 tarihinde meydana gelen depremde orta
derecede hasar alan konutun yetkililerce yıkılması sonucu uğrandığı ileri
sürülen zararın tazmini için açılan davanın makul sürede sonuçlanmaması
nedeniyle adil yargılanma hakkının; bu davaya konu zararının kısa sürede
karşılanmaması nedeniyle oluşan değer kaybından dolayı da mülkiyet hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
Mahkememizce adil yargılama hakkına ve mülkiyet hakkına yönelik
şikâyetler nedeniyle kabul edilebilir olduğuna, her iki hakkın ihlal edildiğine,
başvurucuya talebi doğrultusunda maddi ve manevi tazminat ödenmesine karar
verilmiştir.
Çoğunluğun adil yargılanmaya ve mülkiyet hakkına ilişkin kabul
edilebilirlik ile bu hakların ihlali ve manevi tazminat verilmesine dair
görüşüne aynen iştirak etmekle birlikte, başvurucuya maddi tazminat verilmesine
ilişkin görüşüne katılmak mümkün değildir. Çünkü, tazminat davaları, çekişmeli
yargılamayı gerektiren dava çeşitlerindendir. Bunun için davacının dilekçe ile
harcını yatırarak mahkemeye başvurması gerekir. Mahkemece karşı tarafa dava
dilekçesi tebliğ edilerek, savunma hakkı verilir ve Hâkim tarafından davanın
türüne göre deliller toplanarak yargılama sonunda hüküm fıkrası kurulur. Hüküm
fıkrasında, davacının istek sonuçlarından her biri hakkında taraflara
yüklenilen borç ve tanınan haklar sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt
uyandırmayacak şekilde belirtilip, faiz, harç, yargılama gideri ve vekâlet
ücreti miktarları gösterilmelidir.
Anayasa Mahkemesi, ihlalin tespit edilmesi halinde başvurucuya
maddi ve manevi tazminat verilmesi usulünü AİHM kararlarını örnek alarak
uygulamakla neredeyse tesbit ettiği her ihlale
tazminat verme yoluna gitmektedir. AİHM uluslararası yargılama yapan bir
mahkeme olduğundan, esas aldığı bütün kurallar uluslararası niteliktedir. Orada
açılan her davanın başvurucusunun (davacısının) mutlaka bir karşı tarafı
(davalısı) ulusal devlet bulunmaktadır. AİHM’de başvuru dilekçesi karşı tarafa
(davalıya) tebliğ edilerek savunma ve delil ikamesi imkânı verilmekte, davanın
bütün aşamalarına katılımı sağlanarak sonuca gidilmektedir. Tazminatla ilgi
olarak uluslararası yargılama yapan başka bir yargı mercide bulunmadığından,
AİHM’nin tazminata da karar vermesi yapısına göre yerindedir. Bireysel
başvuruyu uygulayan Avrupa ülkelerinin bir kısmının mevzuatında tazminat
verilmesi hususu hiç düzenlenmemiş, tazminat verilmesi kabul edilen ülkelerin
uygulamalarında ise çok özel durumlara ilişkin, sınırlı sayıda tazminat
verilmesi örnekleri bulunmaktadır.
Tazminat verilmesi yönünden, usulü, uygulanması ve yapısı
farklı, uluslararası mahkeme olan AİHM içtihatlarının örnek alınması yerine,
bireysel başvuruda başarılı olduğu bilinen Avrupa’daki ulusal mahkemelerin
uygulamalarının esas alınması daha yerinde olacaktır.
6216 Sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (2) numaralı fıkrası, “Bireysel başvurunun kabul
edilebilirliğine karar verilmesi halinde, başvurunun bir örneği bilgi için
Adalet Bakanlığı’na gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hallerde
görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bireysel başvurularda başvurucunun (davacının) karşı tarafı
(davalısı) bulunmamaktadır. Maddeye göre Adalet Bakanlığı davanın tarafı değil
sadece bildirim yapılan muhatabıdır. Gerekli görürse, savunma değil, görüşünü
yazılı olarak bildirebilir. Değiştirilen, Anayasa Mahkemesi İç Tüzüğünün 71.
maddesine göre, Anayasa Mahkemesi karar vermek için Adalet Bakanlığı’nın
görüşünü beklemek zorunda değildir. Tazminata neden olan olayın muhatabı başka
bir kamu kurumu olduğundan, gerçekte Adalet Bakanlığı tazminat davasının tarafı
da olamaz. Tazminat davası ile ilgili olarak uluslararası veya ulusal hiçbir
usul ve maddi hukuk kuralı dikkate alınmayıp, taraf teşkili tamamlanmadan, karşı
tarafa (davalıya) tebligat yapılmadan savunma ve delilleri alınmadan, tazminata
karar verilmesi, hüküm fıkrasında bulunması zorunlu hususların varlığının
gözetilmemesi, kararın ikinci derecede incelenmesinin ortadan kaldırılması
doğru olmadığından, olayda adil yargılanma hakkının varlığından söz edilemez.
6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre, “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde, mümkünse dosya üzerinden
karar verir.” denilmektedir.
Kuraldaki “başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir” kısmı,
mahkemeye çok özel hallerde, istisnai olarak kullanılması maksadıyla verilmiş,
ihtiyari bir yetkidir. Uygulamada mahkemece bu yetki, istek varsa, ihlal tespit
edilen neredeyse her davada manevi tazminat, yargılamanın hiçbir kuralına
uyulmadan isteğe bağlı olarak bazen maddi tazminat verilmesi şeklinde
kullanılmaktadır.
Bireysel başvuru, şahısların kişisel haklarının tek tek tespit
edilerek, kendilerine teslim edilmesi yeri değildir. Esasen Anayasa
Mahkemesi’nce varsa ihlalin tespit edilmesiyle yetinilmesi, tazminat konusunda
başvurucuya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilmesi, görevli genel
mahkemesince usulüne uygun taraf teşkili sağlanması, yargılama yapılarak sonuca
gidilmesi, taraflara ikinci derece inceleme yapılmasını isteme hakkı tanınması
gerekir. Böyle bir tercih yapılması halinde başvurucunun da herhangi bir kaybı
söz konusu olmayacaktır.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal
edilmesinden dolayı maddi tazminat ödenmesine ilişkin çoğunluğun görüşüne
katılmıyorum.