TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MECNUN AKSU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7208)
|
|
Karar Tarihi: 21/1/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Muhammed Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Bülent ALTINSOY
|
Başvurucu
|
:
|
Mecnun AKSU
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali Cemal ZÜLFİKAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, kardeşinin askerlik
hizmetini yerine getirdiği dönemde ateşli silah yaralanması sonucu hayatını
kaybettiği olaya ilişkin etkili bir soruşturma yapılmaması ve müteveffanın
vücut bütünlüğünün korunması konusunda gerekli tedbirlerin alınmaması
nedenleriyle yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 19/9/2013 tarihinde Elazığ Ceza Mahkemeleri Ön Bürosu vasıtasıyla yapılmıştır.
Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde
başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir
örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık,
görüşünü 10/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş 22/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/8/2015 tarihinde ibraz
etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi, başvuruya
konu soruşturma dosyasının içeriği ve Adalet Bakanlığı tarafından sunulan görüş
yazısından tespit edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun kardeşi olan
Mazlum Aksu (M.A.), Elazığ/Maden-Hazar Jandarma
Karakol Komutanlığında askerlik hizmetini yerine getirmekte iken 21/2/2013
tarihinde saat 19.05’te görevli olduğu askerî birliğin kazan dairesinin
bulunduğu bölgede ateşli silahla yaralanmış olarak bulunmuş ve hastaneye
götürülürken yolda hayatını kaybetmiştir.
1. Askerlik
Süreci
9. Olaya ilişkin yürütülen
soruşturma dosyasından elde edilen bilgilerden M.A.nın askerlik hizmetini yerine getirmesine engel
herhangi bir rahatsızlığı olmadığı, askerî birliğe katıldığında da kendisiyle
çeşitli görüşmeler yapıldığı, kendisine anketler uygulandığı ve hakkında
gerekli bilgi formlarının doldurulduğu ve söz konusu belgelerde müteveffanın
herhangi bir psikolojik sıkıntısından bahsedilmediği anlaşılmaktadır.
10. Müteveffanın askerî
birlikteki arkadaşları ve üstleri, birbirleriyle tutarlı olan ifadelerinde M.A.nın herhangi bir kimse ile
problemi olmadığını, herkesle arasının iyi olduğunu belirtmişlerdir.
11. Müteveffanın bazı
arkadaşları ise acemi birliğinde iken M.A.nın
kendilerine bir kız arkadaşı olduğunu, kız arkadaşının dağa çıktığını ve bu
sebeple ayrıldıklarını söylediğini belirtmişlerdir.
12. Yine askerî birlikte görevli
olan tanıklar, müteveffanın olaydan önceki son iki üç gün kimseyle
konuşmadığını, yemek yemediğini ve uyumadığını, bu durumun asker arkadaşları ve
üstleri tarafından fark edilerek kendisiyle konuşulmaya çalışıldığını ancak
sıkıntısını tüm ısrarlara rağmen kimseye anlatmadığını ifade etmişlerdir.
13. Müteveffanın arkadaşları
ayrıca M.A.nın son günlerde garip sesler duyuyormuş
gibi tuhaf davranışlarda bulunduğunu, cep telefonu hattını iptal etmesi
gerektiğini, aksi hâlde başının belaya gireceğini söylediğini, kendisine
sıkıntısını soran Y.S.ye “harcarlar adamı”
diyerek sıkıntısını anlatmadığını, olaydan önceki gün koğuşa geldiğini ve bir
anda oturduğu yerden kalkarak İ.Ç.ye zimmetli tüfeği alarak şarjörünü takmaya
çalıştığını, bu esnada Z.A.nın olaya müdahale ederek M.A.nın elinden silahı aldığını, daha sonra M.A.nın yatağına yattığını ve arkadaşlarına “ölmemi istiyor musunuz” diye sorduğunu,
yine nöbette iken silahını tam dolduruşa getirdiğini, başka bir askerin
müdahale etmesiyle şaka yaptığını söyleyerek konuyu geçiştirdiğini beyan
etmişlerdir.
14. Müteveffanın olay günü
18.00-20.00 nöbeti bulunmaktadır. Tanık ifadelerinden Nöbetçi Astsubay M.G.nin müteveffaya “kendini
iyi hissetmiyorsan nöbete çıkma” dediği, müteveffanın da “tamam ben nöbete çıkmayayım” deyip
gazinoya gidip oturduğu, bu esnada bile sıkıntılı şekilde davranmaya devam
ettiği, saat 19.05’te kendisine zimmetli silahı ve şarjörü alarak
sorumluluğunda bulunan kazan dairesi bölgesine gittiği, ardından tek el silah
sesi duyulduğu ve müteveffanın ateşli silahla yaralanmış olarak bulunduğu
anlaşılmıştır.
15. Olaydan sonra hastaneye
kaldırılan M.A. yolda hayatını kaybetmiştir.
2. Ceza
Soruşturması Süreci
16. Olayın ardından olayla
ilgili soruşturma başlatılmıştır.
17. Soruşturma kapsamında
yapılan olay yeri incelemesi raporunda, olayın meydana geldiği yerde bir adet
G-3 piyade tüfeği, bir adet 7.62 mm çapında boş kovan ve olay bölgesinin
üzerini kapatan sac levhada birbirine yakın bölgede üç adet açılma (delinme)
olduğu tespit edilmiştir. Anılan raporda söz konusu deliklerin muhtemelen bir
tanesinin mermi çıkış deliği, diğerlerinin ise etrafa dağılan kemik
parçalarından kaynaklanan delikler olduğu değerlendirilmiş ve sac levhanın
üzerinde kar olması, alttaki profil demirlerin ise ince olması nedeniyle
çatının üzerine çıkılmadığı belirtilmiştir.
18. Müteveffanın cesedi üzerinde
Fırat Üniversitesi Hastanesinde yapılan klasik ve sistematik otopsiye ilişkin
raporda “müteveffanın sol kaştan 5 cm leteralde kulak üst sayvanından 2 cm anterior
ve 3.5 cm süperiorda etrafında 5x5,5 cm alanda alev
yanığı, duman-is artıkları ve barut kakmaları bulunan 0,7x0,7 cm ebadında
ateşli silah yakın atış deliği olduğu, giriş deliğini alt kısmında zigomatik kemik üzerinde vital
bulgular zayıf 1,5x0,7 alanda abrazyon ve ekimoz alanının mevcut olduğu, ateşli silah deliğinin 2 cm süperiorunda sol temporaparietokspital
bölgeyi kapsayan duramater lesare,
beyin dokusu dışarı protüze ve kafa kemikleri çok
parçalı kırık vaziyette morgda kalmaya bağlı donmuş durumda ateşli silah çıkış
deliği olduğu, buna göre atış istikametinin anatomik pozisyonda aşağıdan
yukarıya çok hafif soldan sağa doğru yapılmış olduğu, ateşli silah giriş deliği
etrafında alev yanığı, duman-is artıkları ve barut kakmaları olması nedeniyle
atış mesafesinin 2-3 cm ile 8-10 cm arası mesafeden yapıldığı, bunun haricinde
müteveffa üzerinde herhangi bir darp, cebir, delici ve kesici alet, elle veya
iple boğma ve benzeri harici lezyonlara rastlanılmadığı, müteveffanın ateşli
silah yaralanmasına bağlı kafa kemiklerinde kırık, beyin zarları arasında
kanama ve beyin harabiyeti nedenleriyle öldüğü”
sonucuna ulaşılmıştır.
19. M.A.nın sağ el iç ve dış, sol el iç ve dış, sağ yüz ve sol yüz
bölgelerinden alınan svapların tümü üzerinde yapılan
incelemede antinom elementinin tespit edildiği ve
müteveffaya ait svap bölgelerinde tespit edilen
elementin ateşli silahtan kaynaklanan atış artıkları olabileceği tespit
edilmiştir. Diğer taraftan silah üzerinde yapılan parmak izi incelemesinde de
mukayeseye elverişli herhangi bir iz bulunamamıştır.
20. Soruşturma sürecinde ayrıca M.A.dan alınan kan ve idrar örnekleri incelenip örneklerde
alkole rastlanmadığı, M.A.ya
ait giysilerde herhangi bir delinme olmadığı ancak giysilerin üzerinde atış
artıklarının bulunduğu, müteveffaya zimmetli tüfeğin düşme veya çarpma gibi durumlarda
kendiliğinden patlar nitelikte olmadığı, olay yerinde bulunan kovanın
müteveffaya zimmetli tüfekten atıldığı tespit edilmiş ve olayın hemen ardından
müteveffayı gören kişiler ile tatbikî keşif yapılmıştır.
21. Ayrıca soruşturma kapsamında
müteveffa tarafından kullanıldığı tespit edilen telefon hattı üzerinden son üç
aylık HTS raporları da incelenmiş ancak somut olayı aydınlatabilecek nitelikte
herhangi bir bulguya ulaşılamamıştır.
22. Bu veriler ışığında ölüm
olayını değerlendiren Kara Kuvvetleri Komutanlığı 8. Kolordu Komutanlığı Askerî
Savcılığı (Askerî Savcılık) 7/6/2013 tarihli ve E.2013/368, 2013/107 sayılı
kararıyla, müteveffanın kendisine zimmetli tüfek ile çene altından ateş etmek
suretiyle bitişiğe yakın mesafeden yapılan ateşli silah yaralanmasına bağlı
olarak hayatını kaybettiğini, olay esnasında müteveffanın intihar etmek
niyetiyle hareket ettiğini ve ölümünde kendi iradesinden başka herhangi bir
etkenin rol oynamadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar
vermiştir.
23. Anılan karara özetle “olay yerindeki çatıda birden fazla delik bulunduğu,
bu deliklerin olaydan kaynaklı olup olmadığının araştırılmadığı, C.C.'nin olay yerinde yoğun bir barut kokusu bulunduğuna ilişkin
beyanlarının dikkate alınmadığı, müteveffanın ölüm olayının gerçekleştiği yere
gitmeden önce bulunduğu askeri gazinoda oturduğu iddia edilen korucuların
ifadelerinin alınmadığı, soruşturma kapsamında alınan uzman raporunda silah
üzerinde mukayeseye elverişli iz bulunmadığının belirtilmesi karşısında silah
üzerindeki parmak izinin silindiği intibasının
oluştuğu, soruşturmanın intihar ön kabulüyle yürütüldüğü, müteveffanın hiçbir
sorunu bulunmadığı, kaldı ki intihar etse bile intihar nedenlerinin yeterince
araştırılmadığı” belirtilmek suretiyle başvurucu tarafından itiraz
edilmiştir.
24. İtirazı değerlendiren Kara
Kuvvetleri Komutanlığı 2. Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi 11/7/2013 tarihli
ve 2013/A-12-285 sayılı kararıyla “...müşteki
vekilinin itiraz dilekçesinde belirttiği olay yerinde 4 adet delik bulunduğuna
ilişkin itiraz değerlendirildiğinde, dinlenilen tüm tanıkların beyanına göre
bir adet silah sesi duydukları anlaşıldığından 4 adet deliğin bulunduğuna
ilişkin itirazın, olay yeri inceleme raporunda belirtildiği gibi başka
nedenlerden kaynaklanma ihtimalinin olabileceği, birden fazla silah sesinin
olması durumunda tanıkların bu yönde duyumlarının olması gerektiği, C.C.'nin kazan dairesinde yoğun bir barut kokusunun olduğuna
ilişkin değerlendirmesinin yoruma dayalı olduğu, soruşturma dosyasında olay ile
ilgili yeterince tanığın dinlenildiği, başka tanıkların (korucuların)
dinlenilmesinin askeri savcılığın taktirinde olduğu, soruşturma dosyasında
intiharın kabulü ile hareket edildiğine dair askeri savcılığın herhangi bir ön
kabulünün olmadığı, soruşturmayı yapanın askeri savcılık olduğu, İç İşleri
Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı uzmanlık raporunda Mazlum AKSU'ya ait silah üzerinde mukayeseye elverişli iz
olmadığının belirtildiği, bu hususun silah üzerindeki parmak izinin silindiği intibası yarattığına yönelik değerlendirmenin subjektif bir değerlendirme olduğu, diğer itirazların ise
esasa yönelik delil elde etmeye dönük olmadığı...” gerekçesiyle
itirazın reddine karar vermiştir.
25. Bu karar 20/8/2013 tarihinde
başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup 19/9/2013 tarihli bireysel başvuruda
süre aşımı bulunmadığı anlaşılmıştır.
3. Tazminat
Davası Süreci
26. Başvurucunun, kardeşinin
askerlik hizmetini yerine getirirken hayatını kaybettiği olayda devletin veya kamu
görevlilerinin kusurunun bulunduğundan bahisle herhangi bir tazminat davası
açıp açmadığı konusunda Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan araştırma
kapsamında 24/8/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine (AYİM) bilgi
sorulmuştur.
27. AYİM tarafından gönderilen
cevap yazısında başvurucunun başvuru konusuna ilişkin olarak 13/6/2014
tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açtığı, anılan davanın AYİM İkinci
Dairesi tarafından 24/6/2015 tarihli ve E.2014/1146, K.2015/1059 sayılı kararla
ve oyçokluğuyla reddedildiği bildirilmiştir.
28. Anayasa Mahkemesi tarafından
8/10/2015 tarihinde, söz konusu davanın reddedilmesi üzerine başvurucu
tarafından karar düzeltme yoluna başvurulup başvurulmadığı konusunda tekrar
bilgi istenmiştir.
29. AYİM tarafından gönderilen
cevap yazısında başvurucunun anılan karara karşı 27/8/2015 tarihinde karar
düzelme talebinde bulunduğu ancak bu talebe ilişkin henüz bir karar verilmediği
bildirilmiştir.
B. İlgili Hukuk
30. 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 43.
maddesi şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları
ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu
eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten
itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili
makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu
isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.
Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan
tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare
Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı
aranmaz.”
31. 11/1/2011 tarihli ve 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza
hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin
kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar
verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi,
ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı
şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine
ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
32. 25/10/1963 tarihli ve 353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “Mahkeme kuruluşu” başlıklı 2. maddesi
şöyledir:
“ (Değişik: 19/6/2010-6000/1 md.) Askerî
mahkemeler, bu Kanunda aksi yazılı olmadıkça üç askeri hakimden
kurulur.
Askerî mahkeme kurulunda bulunanların en
kıdemlisi, mahkeme başkanlığı görevini yapar.”
33. 26/10/1963 tarihli ve 357
sayılı Askeri Hakimler Kanunu’nun “Bağımsızlık,
teminat ve ödevler” başlıklı 37. maddesi şöyledir:
“(Mülga: 17/7/1972-1611/2 md.;
Yeniden düzenleme: 22/5/2012-6318/39 md.)
Askeri hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve
hakimlik teminatı esaslarına göre görev yaparlar. Hiçbir organ, makam, merci
veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve
talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Askeri hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm
verirler.
Askeri hakimler, Anayasada belirlenen hakimlik
ve savcılık teminatı esasları çerçevesinde adalet, tarafsızlık, doğruluk ve
dürüstlük, tutarlılık, eşitlik, ehliyet ve liyakat ilkelerine göre görev
yaparlar.
Askeri hakimler azlolunamazlar. Bir mahkemenin
veya kadronun kaldırılması nedeniyle de olsa aylık ve ödeneklerinden ve diğer
özlük haklarından yoksun kılınamazlar ve bu Kanunda belirtilen istisnalar
dışında, kendileri istemedikçe altmış yaşını bitirinceye kadar emekliye sevk
olunamazlar.
Ağır ceza mahkemelerinin görevine giren
suçüstü halleri dışında, suç işlediği ileri sürülen askeri hakimler,
yakalanamaz, üzerleri, konutları ve araçları aranamaz, sorguya çekilemezler.
Ancak durum, derhal Millî Savunma Bakanlığına bildirilir. Bu fıkra hükmüne
aykırı hareket edenler hakkında genel hükümlere göre doğrudan doğruya
soruşturma ve kovuşturma yapılır.
Askeri hakimlere Millî Savunma Bakanlığı
tarafından mesleki unvanlarını gösterir kimlik belgesi verilir.”
34. Anayasa Mahkemesinin
7/5/2009 tarihli ve E.2005/159, K.2009/62 sayılı kararı şöyledir:
“353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve
Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde askerî mahkemelerin iki askerî hâkim
ve bir subay üyeden kurulacağı, ancak Genelkurmay Başkanlığı nezdindeki askeri
mahkemenin general ve amiralleri yargıladığı zaman üç askerî hâkim ile iki
general veya amiralden kurulacağı kurala bağlanmıştır.
…
Genel olarak hakim
bağımsızlığı kavramı ile aynı anlamda kullanılan yargı bağımsızlığı, hâkimlerin
kararlarını verirken özgür olmaları, hiçbir dış baskı ve etki altında
bulunmamaları, baskı yapılması kadar baskı yapılabilme ihtimalinin de
bulunmaması, hâkimin kimseden emir almaması, hukuka ve vicdanına göre karar
vermesi biçiminde tanımlanmaktadır.
…
Askeri mahkemelerde görevli hâkim üyeler Milli
Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından üçlü kararname ile
atanırken, 353 sayılı Yasa kurallarına göre subay üyeler, askeri mahkemelerin
kurulu olduğu komutanlıklardaki en üst komutan veya askeri kurum amiri
tarafından her yılın Aralık ayında o mahkemenin yetkisine giren birlik ve kurum
mensupları arasından bir yıl süre ile değiştirilmemek üzere seçilerek
görevlendirilmekte, bunların görevlerini yapmalarına sürekli engeller
çıktığında ise yerlerine başkaları seçilebilmektedir. Bu üyeler yargılama
sürecinde hakim üyelerin sahip oldukları yetkiye
sahiptirler.
Öte yandan, askeri mahkemelerde
görevlendirilen subay üyeler askeri hâkim olmadıkları ve bu görevi asıl
görevlerine ek olarak yerine getirdikleri için, bunlara mesleki sicil
verilmemekte, yükselmeleri genel kurallara göre yapılmakta ve sicilleri askeri
hiyerarşi içerisinde kendi üstleri tarafından düzenlenmektedir.
Askeri mahkemelerde bulunan subay üyelerin
hiyerarşik düzene bağlı olan görevlendirilme süreci, sicillerinin düzenlenmesi,
disiplin cezası verilmesi gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda; askeri
mahkemelerde görev yaptıkları süre içerisinde de hiyerarşik ilişkinin devam
ettiği, bu durumda, hâkim olarak sahip olmaları gereken bağımsızlıklarının
meslekten hakim olmadıkça sağlanamayacağı sonucuna
varılmıştır.”
35. 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar” başlıklı 172. maddesi şöyledir:
“(1) Cumhuriyet savcısı,
soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe
oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması
hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar
gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir.
Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.
(2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu
davası açılamaz.
…”
36. 353 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz”
kenar başlıklı 107. maddesi şöyledir:
“Askerî savcı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar,
teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı
veya askerî kurum amiri ile şüpheli ve suçtan zarar görene bildirilir.
Bu
karara karşı teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a
komutanı veya askerî kurum amiri ya da suçtan zarar gören, kararın kendilerine
tebliğinden itibaren onbeş gün içinde kararı veren
askerî savcının teşkilâtında olduğu askerî mahkemeye yer itibarıyla en yakın
askerî mahkemede itiraz edebilirler. En yakın askerî mahkemenin tayininde
kararsızlık olursa, bu husus Millî Savunma Bakanlığınca giderilir. İtiraz
isteminde kamu davasının açılmasını haklı gösterecek olaylar ve deliller
gösterilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
37. Mahkemenin 21/1/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
38. Başvurucu; kardeşinin
hayatını kaybettiği olayın ardından başlatılan soruşturmanın etkili bir şekilde
yürütülmediğini, bu kapsamda;
i. M.A.nın
askerlik göreviyle ve arkadaşlarıyla hiçbir sıkıntı yaşamamasına rağmen intihar
etmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu,
ii. Soruşturmanın intihar kurgusu üzerine kurulduğunu,
iii. Olay yerinin üst kısmında bulunan çatıda çok sayıda delinme
olmasına rağmen bunun nedeninin yeterince araştırılmadığını,
iv. Tanık olarak sadece karakolda görevli olan askerlerin
dinlendiğini, müteveffanın olaydan önce bir müddet oturduğu askerî garnizonda
bulundukları iddia edilen korucuların hiçbirinin ifadesinin alınmadığını,
v. Olayda kullanılan silah üzerinde mukayeseye elverişli iz
bulunamadığına ilişkin uzmanlık raporunun silah üzerindeki izlerin silindiği intibasına yol açtığını,
vi. Sağ elini kullanan başvurucunun silahı başının sol bölgesine
dayayarak tetiğe basmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığını,
vii. Askerî
mahalde meydana gelen bir olaya ilişkin soruşturmanın askerî merciler
tarafından yürütülmesinin bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma ilkesine
aykırı olduğunu belirtmiştir.
39. Başvurucu; ayrıca kardeşinin
intihar ettiği kabul edilse bile ölüm olayının nedenleri konusunda yeterli bir
araştırma yapılmadığını ve son günlerinde hiç yemek yemeyen, konuşmayan ve
uyumayan kardeşinin ölümünde görevini ihmal eden kamu görevlilerinin
sorumluluğunun bulunduğunu belirterek Anayasa’nın 17., 36., 40. ve 138.
maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
kardeşinin ölümünden sorumlu olan kişilerin yargılanması ile maddi ve manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
40. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru
formu ve ekleri bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde başvurucunun
şikâyetlerinin ölüm olayının ardından yürütülen soruşturma sürecine ve yaşamı
korumak için gerekli tedbirlerin alınmadığı iddiasına yönelik olduğu
anlaşılmaktadır. Başvurucu, her ne kadar Anayasa’nın 36., 40. ve 138.
maddelerinde güvence altına alınan haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüş
ise de başvurucunun şikâyetlerinin özünün Anayasa'nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşam hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve başvuru bu
çerçevede ele alınmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
41. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları
uyarınca Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden
kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.
42. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir;
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
43. Yaşam hakkına yönelik
yapılacak bir incelemede öncelikle başvurucunun başvuru ehliyeti ve ihlal
iddiasının incelenmesinde menfaatinin bulunup bulunmadığı denetlenmelidir. 6216
sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı
doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala
bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler
açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen
kişilerin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucu, başvuru konusu olayda ölen
kişinin kardeşi olup başvuru konusu olaya ilişkin yürütülen ceza soruşturmasına
etkin bir şekilde katılmış ve soruşturma sürecini takip etmiştir. Bu nedenle
gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili yürütülen soruşturmanın, Anayasa’nın 17.
maddesindeki yaşam hakkının ihlali niteliğinde olduğunun tespitinde
başvurucunun meşru menfaati olacağı anlaşıldığından başvuruda başvuru ehliyeti
açısından bir eksiklik görülmemiştir.
44. Kişinin yaşam hakkı ile
maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan,
devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki
alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son
vermeme; bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer
bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
45. Anayasa Mahkemesinin yaşam
hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından
benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek
şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete,
elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari
çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi
uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını
sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu
yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın yaşam hakkının tehlikeye girebileceği
her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
46. Başvuru konusu olayda
müteveffanın yaşamını korumak için gerekli önlemlerin alınmadığı ve ölüm
olayına ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediği başvurucu tarafından ileri
sürülmektedir. Bu nedenle başvurucunun yaşam hakkının ihlaline ilişkin
iddialarının, yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde devletin müteveffanın
yaşamını koruma konusunda gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü ile ölüm olayına
ilişkin etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü kapsamında ayrı ayrı
değerlendirilmesi gerekmektedir.
a. Yaşamı Korumak İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığına
İlişkin İddia
47. Başvurucu, ölmeden önceki
son günlerinde morali çok bozuk olan, hiç yemek yemeyen, konuşmayan ve uyumayan
kardeşinin yaşam hakkını koruma konusunda devletin gerekli tedbirleri
almadığını ileri sürmüştür.
48. Bakanlık görüşünde,
Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler
değerlendirilirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) devletin yaşamı
koruma yükümlülüğünü devletin egemenlik alanında bulunan kişileri intihara
karşı korumayı kapsayacak şekilde yorumladığı belirtildikten sonra konuya
ilişkin AİHM kararlarına yer verilmiştir. AİHM’nin bu konudaki kararlarında,
bireyin kendisine karşı bir risk oluşturduğunu biliyor olması veya bilmesi
gerektiği hâlde makul tedbirleri almamasının devletin sorumluluğunu
doğurabileceği, dolayısıyla askerliğin zorunlu olduğu ülkelerde devletin özel
bir itinayla hareket etmesi ve sağlık sorunları bulunan askerler için uygun
önlemler alması gerektiği, bununla birlikte intihar olaylarında devletin yerine
getirmesi gereken pozitif yükümlülüklerin kapsamının belirlenmesinde “insan
davranışlarının öngörülemezliği” ilkesinin de gözden
kaçırılmaması gerektiği ifade edilmiştir.
49. Bakanlığın görüş yazısında,
ayrıca AİHS’nin 2. maddesinde yer alan etkili bir yargısal sistem kurma
şeklindeki pozitif yükümlülüğün her olayda ceza yollarının bulunmasını zorunlu
kılmadığı, ölüm olayının kasten meydana gelmemesi durumunda hukuki veya idari
bir prosedür aracılığıyla tazminat ödenmesinin zararın uygun şekilde telafi
edilmesini sağlayabileceği, bu nedenle başvurucunun mağdur sıfatının değerlendirilmesi
bakımından AYİM nezdinde dava açıp açmadığının araştırılması gerektiği
belirtilmiştir.
50. Başvurucu, Bakanlığın görüş
yazısına karşı beyan dilekçesinde yaşam hakkını koruma konusunda gerekli
tedbirlerin alınmadığına ilişkin iddialarını yinelemiştir.
51. Devletin -yaşam hakkını
koruma konusundaki pozitif yükümlülüğü kapsamında- yetki alanında bulunan tüm
bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin
gerekse de kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı
koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (bkz. § 44).
52. Bu kapsamda bazı özel
koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Zorunlu askerlik hizmeti için de geçerli olan bu yükümlülüğün
ortaya çıkması için askerî mercilerin kendi kontrolleri altındaki bir kişinin
kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da
bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu
riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları
yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını
incelemek gerekmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi dikkate alınarak pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu çerçevede Anayasa
Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını
aşan bir kusurun askerî yetkililere atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya
konması gerekmektedir (Sadık Koçak ve
diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 74).
53. Askerlik yükümlülüğü
kapsamında yürütülen bazı eylem ve etkinliklerin doğasına ve insan unsuruna
bağlı olarak ortaya çıkan risk seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal
ve idari düzenlemelerin bulunması gerekmektedir. Devlet askerlik görevini
zorunlu kıldığı için özellikle silahların kullanımı konusunda büyük bir
titizlik göstermeli ve psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini
ve onlara yönelik uygun tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal
ve idari düzenlemelerde, askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle
karşı karşıya bulunan askerlerin etkin bir şekilde korunmasını sağlayan
uygulamaya ilişkin tedbirlerin ve emir komuta zinciri içinde yer alan
sorumlular tarafından işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini
sağlayacak usullerin öngörülmesi gerekmektedir. Bu çerçevede askere alım
sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesi ve askerlik öncesinde ve
sırasında kişilere gerekli denetim ve müdahalelerin yapılması büyük önem
taşımaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri,
§§ 75, 76).
54. Yaşam hakkının korunması,
bir askerin askerî makamların kontrolü altında iken “şüpheli” bir biçimde
ölmesi durumunda, bağımsız ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun resmî bir
soruşturmanın yürütülmesini de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde yukarıda bahsi geçen
yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanması temin edilebilecektir.
Bu amaçla yürütülen araştırma ve soruşturmanın öncelikle olayların tam olarak
nasıl meydana geldiğinin belirlenmesini, ikinci olarak ise sorumluların tespit
edilmesini ve gerek görüldüğünde cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olması
gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler, ön soruşturma aşamasının ötesine
geçmeli ve yargı aşaması da dâhil bütün süreç 17. maddenin gereklerine cevap
vermelidir. Böylelikle derece mahkemeleri hiçbir durumda mağdurların yaşam
hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapıldığı sabit görülen saldırıları
cezasız bırakmamalıdır (Sadık Koçak ve
diğerleri, § 77).
55. Kasten ya da saldırı veya
kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda
Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül saldırı durumunda
sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte
cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda
yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat
ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak
için yeterli değildir. Ancak bu yükümlülük, her olayda mutlaka ceza
soruşturması yürütülmesini gerektirmemektedir. İhmal nedeniyle meydana gelen
ölüm olaylarında mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 55, 59).
56. Öte yandan ihmal suretiyle
meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatasını veya
dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına
rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek
tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve
yeterli önlemleri almadığı durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi
hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insanların hayatının tehlikeye
girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu
kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60)
57. Bireysel başvuru açısından
idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından bir tedbir ya da kararın
alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin
uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde başvurucuların artık mağdur olduğu
ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine
getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği
dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır.
Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin
şikâyetler açısından kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul
bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir başvuru
yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61, 74;
Sadık Koçak ve diğerleri, § 83).
58. Mağdur sıfatının ortadan
kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali
tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgilinin uğradığı
zararın giderilip giderilmediğine bağlıdır. Başvuruculara sunulan telafi
imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı, söz konusu temel hak ve özgürlüğün
ihlalinin niteliği ve dava koşullarının tamamı dikkate alınarak
değerlendirilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa
Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda idari veya yargısal bir
kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 84).
59. Somut olaya ilişkin Askerî
Savcılık tarafından yürütülen soruşturma sonucunda müteveffanın kendisine
zimmetli silah ile çene altından ateş etmek suretiyle bitişiğe yakın mesafeden
yapılan ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak hayatını kaybettiği ve olay
esnasında müteveffanın intihar etmek niyetiyle hareket ettiği sonucuna
ulaşılmıştır.
60. Soruşturma kapsamında
dinlenen tanıkların müteveffanın son günlerde moralinin çok bozuk olduğuna
hatta birkaç defa intihar teşebbüsünde bulunacağına ilişkin ciddi şekilde
şüphelenmeyi gerektiren davranışlar sergilediğine ve olay anında tek el silah
sesi duyulduğuna ilişkin ifadeleri, olay yerinde olayda kullanıldığı tespit
edilen bir adet boş kovanın bulunması ve Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen
otopsi raporunda müteveffanın başına yakın mesafeden yapıldığı tespit edilen
tek bir atışla hayatını kaybettiğini belirten bulgular bir arada
değerlendirildiğinde Askerî Savcılık tarafından müteveffanın intihar etmek
suretiyle hayatına son verdiğine ilişkin kanaatinden ayrılmayı gerektiren bir
durum olmadığı anlaşılmaktadır.
61. Öte yandan başvuru konusu
olayda başvurucunun, kardeşinin askerlik hizmetini yerine getirirken hayatını
kaybettiği olayda devletin veya kamu görevlilerinin kusurunun bulunduğundan
bahisle maddi ve manevi tazminat davası açtığı, anılan davanın AYİM İkinci
Dairesi tarafından 24/6/2015 tarihli kararla oyçokluğuyla reddedildiği, bu
karar üzerine başvurucunun karar düzeltme talebinde bulunduğu ancak
başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında henüz bir karar verilmediği tespit
edilmiştir (bkz. §§ 26-29).
62. Somut olayda başvurucunun
lehine hükmedilebilecek uygun bir tazminatla mağduriyetinin giderilmesine
olanak sağlayacak bir hukuk yoluna başvurduğu anlaşılmaktadır. Zira anılan
dava; müteveffada gözlemlenen moral bozukluğunun, etkisi ve sonuçları
itibarıyla intihar gibi büyük bir eylemi gerçekleştireceğine yönelik
öngörülebilir bir davranış olup olmadığının değerlendirilmesine, psikolojik
anlamda kırılgan bir durumda olduğu anlaşılan müteveffanın olayda kullanılan
silaha ulaşmasında ve müteveffaya gerekli psikolojik desteğin sağlanmamasında
ilgili kamu görevlilerine atfedilebilir bir kusurun bulunup bulunmadığının
tartışılmasına, olayın meydana gelmesinden önce alınması beklenebilecek
önlemlere ilişkin ihmallerin ortaya çıkan sonuç açısından taşıdığı nedensel değerin belirlenmesine ve sonuç olarak intihar
olayında idarenin kusurlu olup olmadığına ilişkin yapılacak bir tespitle
başvurucu lehine uygun bir tazminata hükmedilerek başvurucunun mağdur sıfatının
ortadan kaldırılmasına imkân verecek niteliktedir.
63. Bu doğrultuda somut olayda
yürütülen ceza soruşturmasının ardından başvurucu tarafından ölüm olayında
devletin kusurlu olduğundan bahisle tazminat davası açıldığı; anılan davanın,
başvurucunun maddi ve manevi zararlarının tazminini sağlayarak mağduriyetini
ortadan kaldırabilecek nitelikte olduğu ancak bu davanın henüz derdest durumda
bulunduğu dikkate alındığında başvurucunun AYİM nezdinde açtığı tazminat
davasının sonucunu beklemeden ikincil nitelikteki bireysel başvuru yoluna
başvurduğu anlaşılmıştır.
64. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun, kardeşinin ölümünde idarenin gerekli önlemleri almaması sebebiyle
kusurlu olup olmadığını tespit edip yeterli miktarda tazminata hükmedilmesi
suretiyle mağdur sıfatını sona erdirebilecek nitelikteki tazminat davasının
sonucunu beklemeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Ceza
Soruşturmasının Etkili Yürütülmediğine İlişkin İddia
65. Başvurucu, kardeşinin
hayatını kaybettiği olayın ardından başlatılan soruşturmanın etkili bir şekilde
yürütülmediğini ileri sürmüştür.
66. Bakanlığın konu hakkındaki
görüş yazısında, öncelikli olarak AİHM içtihatları uyarınca yaşam hakkı
kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin
resen harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten
kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları;
soruşturmanın, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için yeterli
ölçüde kendilerine açık olması, makul bir hızlılık içinde yürütülmesi,
sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek
nitelikte olması gerektiği ifade edilmiştir.
67. Bakanlık görüşünde yine AİHM
kararlarına dayanılarak somut olayda varılan sonuçla ilgili değil, bu sonucu doğuran
araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olduğu; yetkililerin somut olaya
ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul
önlemleri alması gerektiği, soruşturmada sorumlu kişi ya da kişilerin tespit
edilmesini engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin onun etkinliğine zarar
verebileceği, etkili bir yargısal denetim oluşturma şeklindeki pozitif
yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını veya her ceza davasında
mahkûmiyet kararı verilmesini gerektirmediği, mağdurlara idari ve hukuki dava
yollarının açık olmasının da yeterli görülebileceği; olaylara ilişkin
delillerin özellikle de görgü tanıklarının ifadelerinin, güvenlik güçlerinin
elde ettiği bilimsel ve teknik verilerin, gerektiğinde maktulün vücudundaki zedelenmeleri
tam ve belirgin bir şekilde gösterecek bir otopsi sonucunun ve hastanede
yapılan gözlemlerin nesnel bir değerlendirmesinin toplanabilmesi için yetkili
mercilerin makul olarak kendilerine açık olan tedbirleri almaları gerektiği
belirtilmiştir.
68. Bakanlık görüşünde mevcut
başvuru ile ilgili olarak müteveffanın ölümü ile aynı anda adli soruşturmaya
başlandığı, askerî savcı eşliğinde olay yeri incelemesi yapıldığı, ölü muayene
ve otopsi işlemleri gerçekleştirildiği, kriminal
incelemeler yaptırıldığı, tanıkların dinlendiği, adli soruşturmanın başvurucuya
açık olarak yürütüldüğü ve kısa sürede sonuçlandırıldığı, müteveffanın kesin
ölüm nedeninin belirlendiği ve intiharını çevreleyen koşulların ortaya konduğu
ifade edilmiştir.
69. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyan dilekçesinde kardeşin hayatını kaybettiği olaya ilişkin etkili bir
soruşturma yürütülemediğine yönelik iddialarını yinelemiştir.
70. Anayasa’nın 17. maddesinde
düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu
pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm
yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan
bağımsız bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Bu usul yükümlülüğü
çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir
resmî soruşturma yürütmek durumundadır. (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği
şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif
yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün
değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki
negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013,
§ 29).
71. Yaşam hakkı kapsamında
yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat
hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa
sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Anayasa'nın 17. maddesi hükümleri başvuruculara üçüncü
tarafları belirli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği
veya devlete tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla
sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
72. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini
temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını
aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin
toplanması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu
ve diğerleri, § 57, Sadık Koçak
ve diğerleri, § 94 ).
73. Ölüm olayına ilişkin
yapılacak etkili bir soruşturma kapsamında yetkililerin; tanıklarının
ifadelerinin alınması, bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde yaralanmalar ile
ilgili eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân verecek otopsinin
yapılması, ölüm sebebinin objektif analizinin yapılması ve söz konusu olaylarla
ilgili kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tüm tedbirlerin alınması gibi
işlemleri yapmaları gerekmektedir. Ölüm sebebinin veya olası sorumlulukların
tespit edilmesini olumsuz yönde etkileyecek nitelikteki her türlü eksiklik,
etkili bir soruşturma yürütülmesi açısından risk teşkil edebilecektir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Giuliani ve Gaggio/İtalya
[BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 301; Mehmet
Köse/Türkiye, B. No: 10449/06, 1/4/2014, § 64).
74. Ayrıca soruşturmada görevli
kişilerin olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız
olmaları gerekir. Bu durum sadece hiyerarşik veya kurumsal bir bağlantı
bulunmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319,
16/7/2014, § 96; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No:
55721/07, 13/9/2002, § 138).
75. Yürütülecek ceza
soruşturmalarının etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi
pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının
kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin
yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde
katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu
ve diğerleri, § 58).
76. Yaşanan bir ölüm olayının
oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların
ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu olayın gelişim şeklini
anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün “şüpheli” olduğuna dair
iddialarının soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından karşılanıp
karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini
incelemesi gerekebilmektedir (Rıfat Bakır
ve diğerleri, B. No: 2013/2782,
11/3/2015, § 68).
77. Somut olayda öncelikle
başvurucunun, askerî mahalde meydana gelen bir olaya ilişkin soruşturmanın
bağımsız ve tarafsız olmayan askerî merciler tarafından yürütüldüğüne yönelik
iddialarına değinmek gerekir.
78. Anayasa’nın 145. maddesinde
askerî yargının askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından
yürütüleceği, bu mahkemelerin asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar
ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili
olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevli olduğu; askerî yargı
organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî
savcılık görevlerini yapan askeri hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla
ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre
kanunla düzenleneceği hükme bağlanmıştır (Rıfat
Bakır ve diğerleri, §
79).
79. Askerî mahkemelerin oluşumu,
statüsü ve görevleri Anayasa’nın 145. maddesi ve 353 sayılı Kanun’da hüküm
altına alınmıştır. Bu hükümler incelendiğinde askerî mahkemelere atanan askeri
hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili kanun hükümleri ile garanti altına
alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden askeri hâkimlerin bağımsızlıklarını
zedeleyecek bir hususun olmadığı, kararlarından dolayı idareye hesap verme
durumunda bulunmadıkları görülmektedir (Rıfat
Bakır ve diğerleri, §
80).
80. AİHM de bu konuya ilişkin
bir dönem aldığı kararlarında, askerî ceza mahkemelerinin bağımsızlığı ve
tarafsızlığına ilişkin şikâyetleri incelemiş; ilgili başvuruların koşulları ile
birlikte şikâyetleri değerlendirerek bu mahkemelerin bağımsızlık ve
tarafsızlığının yeterli olduğuna hükmetmiştir Ancak AİHM, daha sonraki bir
dönemde Anayasa Mahkemesinin 353 ve 357 sayılı Kanunların bazı hükümlerini
incelediği yukarıda yer verilen (bkz. § 34) kararına göndermede bulunarak
askerî ceza mahkemelerinde subay üyenin varlığı nedeniyle başvuranların
bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanmadıkları sonucuna ulaşmıştır.
81. 353 sayılı Kanun’da Anayasa
Mahkemesinin kararı doğrultusunda 19/6/2010 tarihli ve 6000 sayılı Kanun’un 1.
maddesi ile yapılan değişiklikle askerî mahkemelerde subay üyelerin varlığına
son verilmiş ve askerî mahkemelerin üç askeri hâkimden oluşacağı hükme
bağlanmıştır. Böylelikle Anayasa Mahkemesinin kararında yer verdiği
mahkemelerin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin aykırılık giderilmiştir.
Nitekim AİHM daha sonraki kararlarında bu gelişmeleri dikkate alarak askerî
ceza mahkemelerinin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin şikâyetleri açıkça
dayanaksız olduğu gerekçesiyle reddetmiştir (Rıfat
Bakır ve diğerleri, §
82).
82. Diğer yandan genel olarak
tarafsızlık, davanın çözümünü etkileyecek bir ön yargı, tarafgirlik ve menfaate
sahip olunmaması ile davanın tarafları karşısında ve onların leh
ve aleyhlerinde bir düşünce veya menfaate sahip olunmamasını ifade eder.
83. Tarafsızlığın öznel ve
nesnel olmak üzere iki boyutu olup bu kapsamda hâkimin birey olarak mevcut
davadaki kişisel tarafsızlığının yanı sıra kurum olarak mahkemenin kişide
bıraktığı izlenimin de dikkate alınması gerekmektedir (AYM, E.2005/55,
K.2006/4, 5/1/2006). Yargılamayı yürüten mahkeme üyelerinin taraflardan biriyle
veya anlaşmazlık konusu ile maddi veya manevi yakın bir bağının bulunması ya da
yargılama sürecinde sarf ettiği ifadeleri ile tarafsız olamayacağı yönünde
meşru bir kanaat uyandırması, bunun yanı sıra davadan önce dava ile doğrudan
bağlantılı bir konumda bulunması da tarafsızlığı ihlal edebilir. Ancak belirli
bir uyuşmazlıkta yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik ön
yargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu
bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir delil
bulunmadığı ve bu husus kanıtlanmadığı müddetçe tarafsız olduğunun bir karine
olarak varsayılması zorunludur. Bunun yanı sıra yargılama makamının
tarafsızlığına ilişkin herhangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek
yeterli güvenceleri sunması da gerekmekte olup bu husus tarafsızlığın nesnel
boyutuna işaret etmektedir (Mesude Yaşar,
B. No: 2013/2738, 16/7/2014, § 40).
84. Başvuruya konusu olayda,
başvurucunun kardeşinin ölümü hakkında yürütülen soruşturmada Askerî Savcılığın
ve itiraz mercii olarak Askerî Mahkemenin resen elde edilen veya idare ile
başvurucu tarafından sunulan bilgi ve belgeleri değerlendirmek suretiyle söz
konusu olayın gerçekleşme koşullarının ve olası sorumluların tespitine ilişkin
kararlar verdiği görülmektedir. Bu kapsamda başvuruya konu yargılama faaliyeti
açısından ilgili usul hükümleri uyarınca soruşturma ve yargılama faaliyetini
devam ettiren makamların tarafların adil yargılanmaya ilişkin meşru
beklentileri üzerinde menfi etkide bulunacak bir izlenime sahip olmadığı gibi
hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde soruşturmayı
yürüten Savcılığın ve itirazları inceleyen Mahkeme üyelerinin taraflardan
birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya
menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya
koyan bir bulgu da saptanmamıştır.
85. Diğer taraftan başvurucu;
somut olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın etkili olmadığını, delillerin ve
hayatın olağan akışıyla uyuşmayan bazı konuların soruşturma kapsamında
yeterince araştırılmadığını ileri sürmektedir.
86. Bu iddialar çerçevesinde
başvuru konusu olaya ilişkin yürütülen ceza soruşturmasındaki işlemlere
bakıldığında ölüm olayının ardından derhâl soruşturmanın başlatıldığı,
soruşturma kapsamında olay yeri incelemesi yapıldığı, olay yerinin
fotoğraflarının çekildiği ve krokisinin çizildiği, olaya ilişkin tatbikî bir
keşif yapıldığı, kimyasal ve balistik inceleme raporları alındığı, olayda
kullanılan silah üzerinde parmak izi araştırması yapıldığı ancak yapılan
araştırmada mukayeseye elverişli bir ize rastlanmadığı, müteveffanın üzerine
kayıtlı olduğu tespit edilen telefon hattına ilişkin HTS kayıtlarının
incelendiği, askerî birlikte görevli olan müteveffanın arkadaşları ile
üstlerinin tanık olarak dinlendiği, müteveffanın askerî birlikteki sosyal ve
psikolojik durumunun tespit edilmeye çalışıldığı ve müteveffanın cesedi
üzerinde ölü muayenesi ve otopsi işlemleri yapılarak ölüm sebebinin net olarak
belirlendiği anlaşılmıştır.
87. Somut olayda başvurucu her
ne kadar olayın intihar kurgusu üzerine kurgulandığını, olayın gerçekleştiği
yerdeki çatıda birkaç adet delik bulunduğunun tespit edildiğini ve bu durumun
müteveffanın başka biri tarafından öldürülmüş olabileceğini akla getirdiğini
ileri sürse de olaya ilişkin tanık ifadeleri ile teknik ve tıbbi raporlar bir
bütün olarak değerlendirildiğinde Askerî Savcılık tarafından müteveffanın
intihar etmek suretiyle hayatına son verdiği yönündeki tespitinden ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmadığı belirlenmiştir (bkz. §§
59, 60).
88. Bununla birlikte yaşam
hakkına ilişkin etkili bir soruşturma yapıldığından bahsedebilmek için
müteveffayı intihara sürükleyen sebeplerin ve bu sebepler ile intihar vakıası
arasındaki nedensellik bağının da araştırılması gerekmektedir.
89. Somut olaya bu açıdan
bakıldığında müteveffanın olaydan önce cep telefonu hattını iptal etmesi
gerektiği, aksi hâlde başının belaya gireceği yönündeki söylemleri üzerine
soruşturma kapsamında başvurucunun kullandığı cep telefonu hattına ilişkin HTS
kayıtlarının incelendiği fakat bu incelemeden müteveffayı intihara sürükleyen
sebepler hakkında herhangi bir sonuç çıkarılamadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca
müteveffanın ölüm sebebine ilişkin yapılan inceleme kapsamında askerî birlikte
görev yapan arkadaşları ve üstlerinin ifadeleri alınarak müteveffanın intihar
etmeden önceki psikolojik durumu ortaya konmaya çalışılmıştır. Bunun dışında
somut olaya ilişkin soruşturma kapsamında müteveffayı intihara sürükleyen
sebepler açısından nedensel bir değer taşıdığını akla
getirebilecek herhangi bir eksiklik görülmemektedir.
90. Bütün bu veriler kapsamında
somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde Askeri Savcılık tarafından
başvurucunun kardeşinin hayatını kaybettiği olaya ilişkin derhâl soruşturma
başlatıldığı ve soruşturmanın beş ay gibi makul bir sürede sonuçlandırıldığı,
olaya ilişkin delillerin elde edilmesine yönelik ayrıntılı bir çalışma
yapıldığı, olayın öncesinde ve olay anında yaşanan gelişmelerin detaylarıyla
birlikte araştırıldığı, başvurucunun meşru menfaati gereği soruşturma sürecine
etkili bir şekilde katılmasına engel bir bulguya rastlanmadığı ve bu suretle
somut olayın aydınlatılmasına yönelik yeterli çabanın gösterildiği
anlaşılmıştır. Bu durumda yukarıda bahsedilen yaşam hakkının usul boyutuna
ilişkin ilkeler karşısında başvuru konusu olayda, soruşturma makamının
olayların seyrini aydınlatmaya yönelik işlemlerinden kuşku duyulmasını
gerektiren bir durumun veya yürütülen soruşturmanın derinliği ve ciddiyeti
üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
91. Açıklanan nedenlerle somut
olayda yürütülen ceza soruşturmasında yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun
ihlaline neden olabilecek bir yön bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1.
Yaşam hakkının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığına ilişkin iddianın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşam
hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
21/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.