TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA ÜNLÜ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/735)
|
|
Karar Tarihi: 17/9/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa ÜNLÜ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, müştereken maliki
olduğu taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili talebiyle açılan
davada ön şart yokluğuna rağmen karar verildiğini, bedelin olması gerekenden
düşük tespit edildiğini, davanın 5 yıl sürdüğü halde dava tarihine göre
belirlenen bedelin dava sonunda faizsiz olarak kendisine ödendiğini, kararların
gerekçeli olmadığını ve bu nedenlerle Anayasa’nın 10., 35., 36., 37., 40., 46.
ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek,
ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı zararın tazminine
karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 21/1/2013 tarihinde
İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 31/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
8/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 28/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. İzmir Büyükşehir Belediye
Başkanlığınca (idare) başvurucunun 4/10 hissesine sahip olduğu İzmir ili Konak
ilçesi Karabağlar Mahallesi 4326 sokak 16 numarada kayıtlı 57 ada 9 parselde
yer alan sabun ve prina fabrikası olarak kullanılan taşınmazın 1577,99 m2’lik
kısmının zemin üstü yapılarla beraber Gediz karayolu alt geçidi projesi
kapsamında kaldığı gerekçesiyle 17/12/2006 tarihinde kamulaştırılmasına karar
verilmiştir.
8. Başvurucu kamulaştırma
kararının iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle İzmir 1. İdare
Mahkemesinde dava açmıştır.
9. İdare ise başvurucunun
pazarlık görüşmelerine davet edildiği halde katılmaması sonrasında 31/5/2007
tarihinde İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırma bedelinin
tespiti ve tescil davası açmıştır.
10. Başvurucu cevap
dilekçesinde; uzlaşmaya çağrının usulüne uygun tebliğ edilmediğini, yapılacak
proje için taşınmazının kamulaştırılmasına gerek olmadığını, taşınmaz
üzerindeki yapıların korunarak kamulaştırılma yapılması gerektiğini, taşınmazda
bulunan fabrikayı kiraya verdiğini belirterek idare mahkemesinde açtığı idari
işlemin iptali davasının bekletici mesele yapılmasını talep etmiştir.
11. İzmir 1. İdare Mahkemesi,
26/9/2008 tarih ve E.2007/1184, K.2008/1380 sayılı kararında dava konusu
işlemin, dava konusu 9 ve 13 parsellerin imar planında “Gediz Karayolu Alt Geçit Projesi”
kapsamında kalan kısımlarının zemin üstü yapılarından ekli krokide (S) ve (U)
ile gösterilenlerin kamulaştırılmasına ilişkin kısmının iptaline; kalan
kısımlarının zemin ve zemin üstü yapılarının kamulaştırılması kararının iptali
isteminin reddine karar vermiştir.
12. Temyiz üzerine Danıştay 6.
Dairesi, 22/5/2009 tarih ve E.2008/12135, K.2009/6045 sayılı ilamı ile hükmün
onanmasına karar vermiştir.
13. Karar düzeltme talebi aynı
Dairenin 28/9/2011 tarih ve E.2009/14165, K.2011/3431 sayılı ilamı ile
reddedilmiştir.
14. Asliye Hukuk Mahkemesi,
28/4/2008 tarihinde bilirkişiler eşliğinde taşınmazda keşif yapmış ve İdare
Mahkemesinin kısmi iptal kararı öncesinde 14/5/2008 tarihli bilirkişi raporuyla
taşınmazın zemin ve zemin üstü yapılarla birlikte toplam değerini 693.766,77 TL
ve başvurucunun hissesinin karşılığını 427.100,15 TL olarak belirlemiştir.
15. Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucunun
talebi doğrultusunda idare mahkemesi kararının onanmasını beklemiş,
bilirkişilerce resen belirlenen somut emsalle ilgili araştırmalar yapıldıktan
sonra aynı bilirkişi kurulundan ek rapor istemiş ve 18/2/2009 tarihli ek
raporla taşınmazın kamulaştırma bedeli 1.079.040,33 TL olarak belirlenmiştir.
16. Taraflarca bilirkişi
raporlarına itiraz edilmesi ve idare mahkemesinin kamulaştırma işleminin bir
kısmını iptal eden kararı sonrasında 22/10/2010 tarihinde tekrar keşif
yapılmış, bilirkişi ön raporunda yeniden ölçüm yapılması gerektiği ifade
edildiğinden 24/2/2011 tarihinde harita mühendisi ile birlikte yeniden keşif
yapılarak idare mahkemesinin kararı sonrasında kamulaştırılacak taşınmazın
ölçümü gerçekleştirilmiştir.
17. Daha sonra düzenlenen
21/4/2011 tarihli bilirkişi raporuyla taşınmazın kamulaştırılan kısmının zemin
ve zemin üstü yapılarında başvurucu hissesinin değeri 244.311,94 TL olarak
belirlenmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine alınan 16/6/2011 tarihli ek
raporla somut alınan emsalin değiştirilmesi nedeniyle başvurucunun payına düşen
kamulaştırma bedeli 216.539,32 TL olarak belirlenmiştir.
18. Mahkemece, 2/2/2012 tarih ve
E.2007/218, K.2012/17 sayılı kararında 4/10 hissesi başvurucuya ait olan
taşınmazın İdare Mahkemesince kamulaştırılma işlemi iptal edilen kısımları
hariç bırakılarak ve son bilirkişi raporunun daha ayrıntılı olduğu gerekçesiyle
bu rapor esas alınarak başvurucu için kamulaştırma bedeli dava tarihi
itibarıyla 216.539,32 TL olarak belirlenmiş ve davanın kabulü ile taşınmazın
idare adına tesciline karar verilmiştir.
19. Başvurucu kamulaştırma
kararının kısmen iptal edilmesi nedeniyle yok hükmünde olduğunu, mahkemenin bu
nedenle kamulaştırma kararının kapsamını değiştirerek karar verdiğini,
kendisinin idarece pazarlığa usulünce çağrılmaması nedeniyle ön şartın yerine
getirilmediğini, beş yıl süren davada dava tarihine göre belirlenen bedelin
faizsiz olarak ödenmesine karar verildiğini, bilirkişi raporlarına
itirazlarının dikkate alınmadığını ifade ederek kararı temyiz etmiştir.
20. Temyiz incelemesini yapan
Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 28/5/2012 tarih ve E.2012/5214, K.2012/6317 sayılı
kararıyla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.
21. Başvurucunun karar düzeltme
talebi aynı Dairenin 15/11/2012 tarih ve E.2012/10659, K.2012/12627 sayılı
ilamı ile reddedilmiştir.
22. Karar, başvurucuya
25/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
23. Başvurucu 21/1/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
24. Ayrıca belirtilen süreçte
başvurucu Karabağlar Belediyesine olan emlak vergisi borcu nedeniyle 9.263,53
TL haciz işleminin iptali için İzmir 4. Vergi Mahkemesinde dava açmış ancak,
hesabına yatırılan bedele banka tarafından haciz işlemi uygulanmıştır. Vergi
Mahkemesi, 8/5/2012 tarih ve E.2011/2021, K.2012/707 sayılı kararıyla, tebliğin
usulüne uygun yapılmadığı gerekçesiyle davayı kabul ederek haciz işleminin
iptaline ve kesilen bedelin başvurucuya iadesine karar vermiştir.
B. İlgili
Hukuk
25. 4/11/1983 tarih ve 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma
bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili”
kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde
idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma
bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.
Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz
gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine …
bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.
…
Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde
anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde
keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede
sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın
değerini tespit için mahallinde keşif yapar…
Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da
dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini
belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye
verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder.
Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini
ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa
itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.
Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde
sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların
ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve
hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen
bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir.
… İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair
makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve
kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu
dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup
tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.
(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./6. md) Kamulaştırma
bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması
hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz
işletilir.
…”
26. 2942 sayılı Kanun’un
24/4/2001 tarih ve 4650 sayılı Kanunla değişik 11. maddesinin üçüncü fıkrası
şöyledir:
“Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı
gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile
ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate
alınmaz.”
27. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi
şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 17/9/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 21/1/2013 tarih ve 2013/735
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
29. Başvurucu, aleyhine açılan
kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında idarece usulsüz tebligat
yapıldığını, bu nedenle pazarlık görüşmelerine katılamadığını, idare
mahkemesince kamulaştırma kararının kısmen iptaline karar verildiği halde bedel
tespiti davasına devam edildiğini, taşınmaz tevhit edilerek tek parsel haline
getirildiğinden değerinin düştüğünü, yeterli bilirkişi incelemesi yapılmadan ve
taşınmazın işletme niteliği dikkate alınmadan bedelin belirlendiğini, emsal
alınan taşınmazların kamulaştırma yapılan imar adasından seçilmediğini,
yargılamanın beş yıldan fazla sürdüğü halde dava tarihine göre belirlenen
bedelin faizsiz olarak ödendiğini, mahkemenin itiraza imkân vermeden ve
yetkisini bankaya devrederek bedelin bankaya yatırılmamasına karar vermesiyle
bankanın haksız haciz kesintisine sebebiyet verildiğini, kamulaştırma nedeniyle
mülkiyeti kendisinde kalan taşınmazın anayola bağlantısının tekyönlü bir servis
yoluyla yapılabildiğini, kararların gerekçesiz olduğunu ve Yargıtay’ın karar
düzeltme para cezasına hükmettiğini belirterek Anayasa’nın 10., 35., 36., 37.,
40., 46. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, ihlale neden olan mahkeme kararının sonuçlarının ortadan
kaldırılmasını, kamulaştırma prosedürünün tekrar başlatılmasını ya da yeni
bilirkişi incelemesi yapılmasını ve kayıplarını karşılayacak tazminata karar
verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
i. Yargılamanın
Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
30. Başvurucu aleyhine açılan
kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında, idarece usulsüz tebligat
yapıldığını, bu nedenle pazarlık görüşmelerine katılamadığını, idare
mahkemesince kamulaştırma kararının kısmen iptaline karar verildiği halde bedel
tespiti davasına devam edildiğini, taşınmaz tevhit edilerek tek parsel haline
getirildiğinden değerinin düştüğünü, yeterli bilirkişi incelemesi yapılmadan ve
taşınmazın işletme niteliği dikkate alınmadan bedelin belirlendiğini, emsal
alınan taşınmazların kamulaştırma yapılan imar adasından seçilmediğini
belirterek Anayasa’nın 35., 36., 40., ve 46. maddelerinde tanımlanan haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
32. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
33. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
34. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince
incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
35. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun yukarıdaki iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece
Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına, derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği
çözümünün âdil olmamasına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin
olduğu anlaşılmaktadır.
36. 2942 sayılı Kanun’un 10. ve
11. maddeleri uyarınca tarafların kamulaştırma kararı sonrasında bedel
hususunda anlaşamamaları halinde dava tarihine göre taşınmazın bedelinin
mahkemece adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde tespit edilmesi gerekmektedir.
37. Başvuruya konu davada
Mahkeme, 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesi doğrultusunda kamulaştırmaya konu
taşınmaza ilişkin tapu kayıtlarını, kroki bilgilerini ve emsal satış
bedellerini gösterir belgeleri temin etmiş, yerinde keşif yapmış, bilirkişi
raporuyla taşınmazlarda başvurucunun hisse oranını tespit ettirmiş, daha sonra
bilirkişi raporuyla bedel tespiti yaptırmış, başvurucunun bu bedele itirazları
doğrultusunda ek bilirkişi incelemesi yaptırarak beş bilirkişiden oluşan heyete
taşınmazın değerini tespit ettirmiş, ek bilirkişi raporunun taraflara tebliği
üzerine tekrar itiraz hakkı tanınmış ve usulüne uygun olarak ve gerekçesini
açıklayarak kamulaştırma bedelini tespit etmiştir. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi
ise, yaptığı temyiz incelemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti konusunda bir
isabetsizlik olmadığına karar vermiştir.
38. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası oluşturan herhangi bir
durum da tespit edilememiştir.
39. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun belirtilen iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası
veya açıkça keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Gerekçeli
Karar ve Mahkemeye Erişim Haklarının İhlali İddiası
40. Başvurucu, Yargıtay’ın karar
düzeltme talebini reddederek para cezasına hükmetmesi ve kararların gerekçesiz
olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
41. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır.”
42. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
43. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal
iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama
şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
44. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
45. Mahkemelerin hükümleri için
gerekçe yazmaları gerekmekle birlikte bunun tarafların tüm iddialarına detaylı
yanıt vermek zorunluluğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Gerekçe yazma
yükümlülüğünün ileri sürülen iddiaların davanın sonucuna etkisi yönünden her
davanın şartları çerçevesinde değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir. Bu
kapsamda ileri sürülen iddianın kabulü halinde davanın sonucuna etkili olması
bekleniyor ise mahkemelerin bu iddiayı değerlendirmeleri gerekebilir.
46. Öte yandan temyiz
mercilerinin yargılamayı yapan mahkemenin kararına katılmaları halinde bunu
aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararlarına yansıtmaları
yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde
dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını
inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486,
4/12/2013, § 57).
47. Somut olayda Mahkemece,
tarafların ileri sürdükleri tüm deliller, emsal taşınmaz değerleri, tapu kayıtları
toplanarak, yerinde keşif yapılarak ve bilirkişi raporlarına müracaat edilerek
kamulaştırma bedelinin tespiti yapılmıştır (bkz. § 14-18). Mahkeme gerekçeli
kararında ayrıntılı biçimde yargılama sürecini ve tespitte kullandığı yöntemi
anlatmış ve hangi nedenle hangi bilirkişi raporunu geçerli kabul ettiğini izah
ederek karar vermiştir (bkz. § 18). Yargıtay tarafından da Mahkemece verilen
kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerek hüküm
onanmış ve karar düzeltme istemi reddedilmiştir (bkz. § 21, 22). Dolayısıyla
ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan söz
edilemez.
48. Öte yandan mahkemeye erişim
hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir
şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin
mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren,
bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
49. Mahkemeye erişim hakkı,
kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla
birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde
kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu
üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §
38).
50. AİHM kararlarında da
devletlerin başvurucuların mahkemelere erişimiyle ilgili yargının idaresini
sağlamak ve iş yükünü azaltmak amacıyla getirdikleri, hakkın kötüye
kullanılmasını engellemeyi hedefleyen ceza niteliğinde düzenlemeler, mahkemeye
erişimi engelleyecek kadar yüksek olmadığı ve bariz bir takdir hatası ya da
açık keyfilik içermediği sürece mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak
değerlendirilmemektedir (Bkz. Maillard/Frasa, B. No: 35009 /02, 6/12/2005, §§ 35-37).
51. Somut olayda, başvurucunun
savunmaları ve iddiaları, karar düzeltme safhasından önce iki derecede
incelenmiş, başvurucu karar düzeltme isteminde bulunmuş, Yargıtay 18. Hukuk
Dairesince karar düzeltme istemleri reddedilerek, başvurucu aleyhine toplam
203,00 TL para cezasına hükmedilmiştir.
52. Gereksiz başvuruların
önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul
edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla karar düzeltme
istemlerinin reddi halinde uygulanan ve yüksek miktarlı olmayan cezalar
başvurucular üzerinde aşırı bir yük oluşturmadığı gibi, bu yola başvurulmasını
imkânsız hale getirmediği veya aşırı derecede zorlaştırmadığından mahkemeye
erişim hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2012/603, 20/2/2014,
§ 36).
53. Açıklanan nedenlerle, derece
mahkemesi kararının onanmasından sonra karar düzeltme isteminin reddine karar
verilmesi üzerine, başvurucu aleyhine para cezasına hükmedilmesinin açık bir
ihlal niteliğinde olmadığı ve mahkeme kararlarının yeterli gerekçe ihtiva
ettiği anlaşıldığından, başvurucunun bu yöndeki iddiaları hakkında “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Adil
Yargılanma Hakkına Yönelik Diğer İhlal İddiaları
54. Başvurucu ayrıca mahkemenin
kamulaştırma bedelinin bankaya yatırılmasına karar vermesiyle bankanın haksız
haciz kesintisine sebebiyet verildiğini, ayrıca kamulaştırma nedeniyle
mülkiyeti kendisinde kalan taşınmazın anayola bağlantısının tekyönlü bir servis
yoluyla yapılabildiğini belirterek, Anayasa’da tanımlanan birçok hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
55. 6216 sayılı Kanun'un, 'Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi' kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
'Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.'
56. Başvuruya konu ihlal
iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki
iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu
tarafından soyut şekilde birtakım Anayasa hükümlerine atıfta bulunulmak ve dava
dosyasında yer alan bazı bilirkişi raporları sunulmakla birlikte, tek yönlü bir
servis yoluyla kısmen kamulaştırılan taşınmazına ulaşmasının bahsedilen
haklarını ve dayandığı hükümleri nasıl ihlal ettiği ve özellikle bir vergi
borcu nedeniyle kendisinden tahsil edilen ve vergi mahkemesindeki yargılama
sonucu geri aldığı bedelin somut kamulaştırma davasıyla ilişkisi ve bahsettiği
hakları nasıl ihlal ettiği açıklanmamıştır.
57. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun belirtilen hükümlerin nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama
ve kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin 'açıkça dayanaktan yoksun olması'
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Mülkiyet
Hakkı
58. Başvurucunun dava tarihi
itibarıyla tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden
ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyeti açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
kısmına ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
59. Başvurucu dava tarihi
itibarıyla tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden
ödenmesinden şikâyet etmekte ve kamulaştırma bedeline dava tarihinden ödeme
tarihine kadar kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanarak
belirlenecek meblağın tazminat olarak ödenmesini talep etmektedir.
60. Anayasa’nın “Mülkiyet Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi
şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve
miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu
yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
61. Anayasa'nın “Kamulaştırma”
kenar başlıklı 46. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Devlet ve kamu
tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını
peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya
bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar
üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli
ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. …
Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş
yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
…
İkinci fıkrada
öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma
bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”
62. Anayasa'nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
63. Somut başvuruda başvurucu,
kamulaştırmanın kamu yararı şeklinde meşru bir amaca yönelik olmadığı yönünde
bir şikâyette bulunmamaktadır. Başvuru dosyası incelendiğinde başvurucunun
taşınmazının yol güzergâhında kalması nedeniyle kamulaştırıldığı ve
kamulaştırma sürecinin 2942 sayılı Kanun’a uygun olarak tamamlandığı
görülmektedir. Bu durumda mülkiyetten yoksun bırakmanın meşru amacının
bulunduğu ve kanuna uygun olarak yapıldığı anlaşıldığından başvurucunun faiz
ödenmemesine yönelik şikâyetleri Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri kapsamında
ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir.
64. Anayasa’nın 35. maddesine
göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı
gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum
bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum
bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (B.
No: 2013/817, 19/12/2013, § 37).
65. Anayasa'nın 46. maddesinde
öngörülen ve temel öğesinin “kamu yararı”
olduğu kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet
hakkının, malikin rızası olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek
koşuluyla devlet tarafından sona erdirilmesidir. Kamu yararı bulunması,
kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek
karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal öğeleridir. (AYM,
E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008)
66. Başvurucunun mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için ödenen tutarların
enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi, yani kamulaştırma
tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi
edecek biçimde faiz uygulanması gerekir. (Scordino/İtalya (no:1), B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 258).
67. Anayasa’nın 46. maddesindeki
düzenlemeye göre; kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak
tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân
projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların
korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi
taksitlendirilebilmektedir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde
ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına
uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtay’ın istikrar kazanan
içtihatlarına göre de, Anayasa’nın 46. maddesinde
öngörülen faiz oranı ancak kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için
işletilebilir (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752,
15/10/2002). Dolayısıyla dava sonunda tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava
tarihinden itibaren devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizle ödenmesi
talebinin yasal bir dayanağı veya yargı kararlarıyla oluşmuş ve istikrar
kazanmış bir uygulaması bulunmamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 50).
68. Uzun süren kamulaştırma
bedelinin tespiti davalarında dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma
bedeli, dava sonunda faiz işletilmeden taşınmazı kamulaştırılan bireylere
ödenerek bireylerin almaları gereken bedelin enflasyon karşısında aşınmasına
neden olunmaktadır. Taşınmazı kamulaştırılan kişilere ödenen kamulaştırma
bedelinin kişinin uğradığı zararı telafi edebilmesi için taşınmazın gerçek
karşılığı olması yanında ayrıca ödenen bedelin, tespitiyle ödenmesi arasında
geçen dönemde gözlemlenen enflasyona nispetle hissedilir derecede değer
kaybetmemiş olması gerekir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 59).
69. Bir eşyanın devir
tarihindeki bedelinin daha sonra ödenmesi durumunda arada geçen sürede
enflasyon nedeni ile paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin
gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak
getirisinden yararlanmak imkânı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet
haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58,
K.2011/37, K.T. 10/2/2011).
70. Nitekim kanun koyucu
bahsedilen husustaki yasal eksiği gidermek ve kamulaştırma bedelinin tespiti
davalarında davanın zamanında sonuçlandırılamaması halinde yargılama sürecinde
kamulaştırma bedelinin enflasyon etkisiyle uğrayacağı değer kaybını telafi
ederek benzer mağduriyetlerin önlenmesi maksadıyla 6459 sayılı Kanun’un 6.
maddesiyle 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesine ek fıkra ekleyerek “Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın
dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin
bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.” hükmünü getirmiş ve
zamanında tamamlanamayan kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında ödemenin
yapıldığı tarihe kadar kamulaştırma bedeline faiz ödenmesi imkânını tanımıştır
(B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 53).
71. Somut başvuruya konu
kamulaştırma işleminde ise dava, bahsedilen kanun hükmünün yürürlüğe giriş
tarihinden önce sonuçlandığından yasal faiz ödemesi yapılmamıştır. Bu durumda
kamulaştırma sürecinde kamu yararına ulaşmak için kullanılan yöntemler ile
izlenen amaç arasında makul bir orantılılığın ve mülkünden mahrum bırakılan
başvurucunun orantısız ve aşırı bir yüke maruz kalıp kalmadığının araştırılması
gerekmektedir.
72. Başvuru konusu kamulaştırma
bedelinin tespiti ve tescili davası, 31/5/2007 tarihinde İzmir 10. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açılmış, Mahkeme 2/2/2012 tarihli kararıyla adına bankaya bloke
edilen 216.539,32 TL bedelin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Bu durumda
dava tarihi esas alınarak tespit edilen kamulaştırma bedeli başvurucuya 4 yıl 9
ay sonra ödemiştir. Merkez Bankası verilerine göre davanın açıldığı ve bedel
tespitinde esas alınan Mayıs 2007 ile bedelin ödendiği Şubat 2012 tarihleri
arasında enflasyonda meydana gelen artış % 45,05’tir.
Bir başka ifadeyle Eylül 2009 tarihindeki 100 TL’nin Aralık 2011’de enflasyon
karşısında değer kaybı giderilmiş karşılığı 145,05 TL’dir.
73. Başvurucuya dava tarihine
göre belirlenerek ödenen 216.539,32 TL kamulaştırma bedelinin ödeme tarihinde
Merkez Bankası verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer kaybı
giderilmiş karşılığı 314.100,00 TL’dir. Bir diğer ifadeyle kamulaştırma
bedelinin enflasyon karşısında uğradığı değer kaybını telafi edecek fark
97.560,68 TL’dir.
74. Yukarıdaki tespitler
doğrultusunda, kamulaştırma bedelinin dava açıldığı tarihteki değeri ile
ödendiği tarihteki değeri arasında gözlemlenen farkın kamulaştırma bedeline
faiz eklenmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ödenmeyen bu fark, bireyin
mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil
dengeyi bozarak ve Anayasa’da yer alan ölçülülük ilkesine aykırı bir şekilde
başvurucu üzerinde orantısız ve aşırı bir yük oluşturarak, başvurucunun
mülkiyet hakkını ihlal etmektedir.
75. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti davasında dava
tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedelinin başvurucuya 4 yıl 9 ay sonra
faiz işletilmeden ödendiği, bu süre zarfında Merkez Bankası verilerine göre
enflasyonda meydana gelen artışın % 45,05 olduğu, bahsedilen değer kaybı oranı
dikkate alındığında, başvurucunun üzerine idarenin ulaşmak istediği meşru kamu
yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı yük yüklediği
sonucuna ulaşılmıştır.
76. Belirtilen nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
77. Başvurucu, dava tarihine
göre belirlenen kamulaştırma bedelinin dava sonunda kendisine enflasyon farkı
uygulanmaksızın ödenmesi nedeniyle maddi
tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir.
78. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
79. Başvurucuya dava tarihine
göre belirlenen kamulaştırma bedelinin 4 yıl 9 ay süren dava sonunda faiz
işletilmeden ödenmesi sonucu kamulaştırma bedelinde bu sürede gerçekleşen %
45,05 oranındaki enflasyon nedeniyle ciddi bir değer kaybı oluştuğu, bu durumun
başvurucu üzerine idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı
gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı bir yük oluşturduğu
anlaşıldığından, bahsedilen maddi değer kaybını telafi edebilmek için bedel
tespitinde esas alınan Mayıs 2007 ile bedelin ödendiği Şubat 2012 tarihleri
arasında enflasyonda meydana gelen % 45,05 oranındaki artış nazara alınarak
başvurucuya 97.560,68 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
Burhan ÜSTÜN ve Nuri NECİPOĞLU bu görüşe katılmamışlardır.
80. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası yönünden,
2. Gerekçeli karar ve mahkemeye erişim
haklarının ihlali iddiası yönünden,
3. Adil yargılanma hakkına yönelik diğer ihlal
iddiaları yönünden,
“açıkça dayanaktan
yoksun olması”, nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
4. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY
BİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,
C. Başvurucuya 97.560,68 TL maddi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, Burhan ÜSTÜN
ve Nuri NECİPOĞLU’nun karşı oylarıyla ve OY ÇOKLUĞUYLA,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE, OY BİRLİĞİYLE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OY BİRLİĞİYLE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OY
BİRLİĞİYLE,
G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine, OY BİRLİĞİYLE,
17/9/2014
tarihinde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Başvurucu,
müştereken maliki olduğu taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle açılan bedel
tespiti ve tescil davasında taşınmazın bedelinin olması gerekenden düşük
tespiti ve dava tarihine göre belirtilen kamulaştırma bedelinin dava sonunda
faiz işletilmeden kendisine ödenmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
Mahkememizce adil yargılama hakkına yönelik
şikâyet yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna, mülkiyet hakkına yönelik şikâyet nedeniyle kabul edilebilir olduğuna
ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine, başvurucuya talebi doğrultusunda maddi
tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Çoğunluğun adil yargılanmaya ilişkin kabul
edilemezlik, mülkiyet hakkına ilişkin kabul edilebilirlik ve mülkiyet hakkının
ihlali görüşüne aynen iştirak etmekle birlikte, başvurucuya maddi tazminat
verilmesine ilişkin görüşüne katılmak mümkün değildir. Çünkü, tazminat
davaları, çekişmeli yargılamayı gerektiren dava çeşitlerindendir. Bunun için
davacının dilekçe ile harcını yatırarak mahkemeye başvurması gerekir. Mahkemece
karşı tarafa dava dilekçesi tebliğ edilerek, savunma hakkı verilir ve Hâkim
tarafından davanın türüne göre deliller toplanarak yargılama sonunda hüküm
fıkrası kurulur. Hüküm fıkrasında, davacının istek sonuçlarından her biri
hakkında taraflara yüklenilen borç ve tanınan haklar sıra numarası altında
açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde belirtilip, faiz, harç,
yargılama gideri ve vekâlet ücreti miktarları gösterilmelidir.
Anayasa Mahkemesi, ihlalin tespit edilmesi
halinde başvurucuya maddi ve manevi tazminat verilmesi usulünü AİHM kararlarını
örnek alarak uygulamakla neredeyse tesbit ettiği her
ihlale tazminat verme yoluna gitmektedir. AİHM uluslararası yargılama yapan bir
mahkeme olduğundan, esas aldığı bütün kurallar uluslararası niteliktedir. Orada
açılan her davanın başvurucusunun (davacısının) mutlaka bir karşı tarafı
(davalısı) ulusal devlet bulunmaktadır. AİHM’de başvuru dilekçesi karşı tarafa
(davalıya) tebliğ edilerek savunma ve delil ikamesi imkânı verilmekte, davanın
bütün aşamalarına katılımı sağlanarak sonuca gidilmektedir. Tazminatla ilgi
olarak uluslararası yargılama yapan başka bir yargı mercide bulunmadığından,
AİHM’nin tazminata da karar vermesi yapısına göre yerindedir. Bireysel
başvuruyu uygulayan Avrupa ülkelerinin bir kısmının mevzuatında tazminat
verilmesi hususu hiç düzenlenmemiş, tazminat verilmesi kabul edilen ülkelerin
uygulamalarında ise çok özel durumlara ilişkin, sınırlı sayıda tazminat
verilmesi örnekleri bulunmaktadır.
Tazminat verilmesi yönünden, usulü,
uygulanması ve yapısı farklı, uluslararası mahkeme olan AİHM içtihatlarının
örnek alınması yerine, bireysel başvuruda başarılı olduğu bilinen Avrupa’daki
ulusal mahkemelerin uygulamalarının esas alınması daha yerinde olacaktır.
6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki
inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (2) numaralı fıkrası, “Bireysel
başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi halinde, başvurunun bir
örneği bilgi için Adalet Bakanlığı’na gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli
gördüğü hallerde görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bireysel başvurularda başvurucunun (davacının)
karşı tarafı (davalısı) bulunmamaktadır. Maddeye göre Adalet Bakanlığı davanın
tarafı değil sadece bildirim yapılan muhatabıdır. Gerekli görürse, savunma
değil, görüşünü yazılı olarak bildirebilir. Değiştirilen, Anayasa Mahkemesi İç
Tüzüğünün 71. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi karar vermek için Adalet
Bakanlığı’nın görüşünü beklemek zorunda değildir. Tazminata neden olan olayın
muhatabı başka bir kamu kurumu olduğundan, gerçekte Adalet Bakanlığı tazminat
davasının tarafı da olamaz. Tazminat davası ile ilgili olarak uluslararası veya
ulusal hiçbir usul ve maddi hukuk kuralı dikkate alınmayıp, taraf teşkili
tamamlanmadan, karşı tarafa (davalıya) tebligat yapılmadan savunma ve delilleri
alınmadan, tazminata karar verilmesi, hüküm fıkrasında bulunması zorunlu
hususların varlığının gözetilmemesi, kararın ikinci derecede incelenmesinin
ortadan kaldırılması doğru olmadığından, olayda adil yargılanma hakkının
varlığından söz edilemez.
6216 Sayılı Kanununun “Kararlar” kenar
başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre, “Tespit edilen ihlal bir
mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesi’nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde, mümkünse dosya üzerinden karar verir.” denilmektedir.
Kuraldaki
“başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir” kısmı, mahkemeye çok özel hallerde,
istisnai olarak kullanılması maksadıyla verilmiş, ihtiyari bir yetkidir.
Uygulamada mahkemece bu yetki, istek varsa, ihlal tespit edilen neredeyse her
davada manevi tazminat, yargılamanın hiçbir kuralına uyulmadan isteğe bağlı
olarak bazen maddi tazminat verilmesi şeklinde kullanılmaktadır.
Bireysel
başvuru, şahısların kişisel haklarının tek tek tespit edilerek, kendilerine
teslim edilmesi yeri değildir. Esasen Anayasa Mahkemesi’nce varsa ihlalin
tespit edilmesiyle yetinilmesi, tazminat konusunda başvurucuya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilmesi, görevli genel mahkemesince
usulüne uygun taraf teşkili sağlanması, yargılama yapılarak sonuca gidilmesi,
taraflara ikinci derece inceleme yapılmasını isteme hakkı tanınması gerekir.
Böyle bir tercih yapılması halinde başvurucunun da herhangi bir kaybı söz
konusu olmayacaktır.
Açıklanan
nedenlerle, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edilmesinden dolayı maddi
tazminat ödenmesine ilişkin çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|