TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HAMZA KÜÇÜK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7400)
|
|
Karar Tarihi: 5/11/2015
|
R.G. Tarih ve Sayı: 15/1/2016-29594
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Hamza KÜÇÜK
|
Vekili
|
:
|
Av. Özgür YILMAZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, itfaiye memurunun
yangına müdahale sırasında yaralanması nedeniyle idare aleyhine açtığı tam
yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesinin Anayasa’nın 2., 5., 17.,
36., 49. ve 50. maddelerinde güvence altına alınan hakları ihlal ettiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 25/09/2013
tarihinde Gaziantep 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe
ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 9/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
19/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir
örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 21/8/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı,
başvurucuya 1/9/2014 tarihinde bildirilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı
beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, itfaiye memuru
olarak görev yapmakta iken 21/9/2006 tarihinde meydana gelen bir yangına
müdahale sırasında yaralanmıştır.
9. Başvurucu olaydan sonra
tedavi altına alınmış, 22/9/2006 tarihinde Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesine yatışı yapılmış ve 11/10/2006 tarihinde hastaneden taburcu
edilmiştir. Anılan hastanenin taburcu yazısında şu ifadeler yer almaktadır:
“22-9-2006 tarihinde bilateral el,
önkol ve kollarda, yüzde toplam % 15 oranında 2.
derece alev yanığı nedeni ile servise yatırılan hastanın pansumanları yapılarak
takip ve tedavisi yapılmıştır, ek sorunu olmayan hasta 11-10-2006 tarihinde
salah ve önerilerle taburcu edilmiştir.”
10. Başvurucu taburcu olduktan
sonra çeşitli tarihlerde istirahat raporları almıştır. Yanık sekeli nedeniyle
23/10/2009 tarihinde özel bir hastanenin plastik cerrahi servisine sevki
yapılan başvurucu, bahsedilen hastanede ameliyat edilmiş ve 28/10/2009
tarihinden itibaren 10 (on) gün istirahatı uygun
görülmüştür.
11. Başvurucu vücut bütünlüğünde
meydana gelen zararı ve iş gücü kaybını tespit ettirmek için Gaziantep
Şehitkamil Devlet Hastanesine başvurmuş, anılan hastanece başvurucunun %3
fonksiyon kaybının olduğuna ilişkin 21/12/2011 tarihli kesin sağlık raporu
düzenlenmiştir.
12. Başvurucu anılan raporu
ibraz ederek 24/1/2012 tarihinde, çalışmakta olduğu kamu idaresine başvurmuş ve
zararının tazminini talep etmiştir.
13. İlgili kamu idaresi
tarafından başvurucunun talebine olumsuz cevap verilmesi üzerine başvurucu
Gaziantep 1. İdare Mahkemesinde 70.000 TL manevi tazminatın ödenmesi istemiyle
dava açmıştır.
14. Gaziantep 1. İdare Mahkemesi
20/4/2012 tarihli ve E.2012/686, K.2012/420 sayılı kararıyla davayı süre aşımı
yönünden reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“Dava dosyasının incelenmesinden; Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanlığı İtfaiye Müdürlüğü'nde memur olarak görev yapan davacının,
21.09.2006 tarihinde Gaziantep Küsket Sanayi
Sitesinde meydana gelen yangına müdahale sırasında yaralandığı, olay ile ilgili
21.12.2011 tarihinde Şehitkamil Devlet Hastanesine başvuruda bulunması üzerine
aynı tarihte %3 fonksiyon kaybı olduğuna dair kesin sağlık raporu verildiği,
alınan rapor doğrultusunda meydana gelen zararın giderilmesi istemiyle
24.01.2012 tarihinde davalı idareye başvurulduğu, söz konusu başvurunun reddi
üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13.
maddesi uyarınca, dava konusu tazminat talebinin dayanağı olan olayın meydana
geldiği 21.09.2006 tarihinden itibaren beş yıl içerisinde söz konusu olay ile
ilgili uğranıldığı ileri sürülen zararın giderilmesi istemiyle davalı idareye
başvurulması gerekirken bu süre geçirildikten sonra 24.01.2012 tarihinde davalı
idareye yapılan başvuru dava açma süresini canlandırmayacağından, olay
tarihinden beş yıl süre geçtikten sonra idareye yapılan başvurunun reddi
üzerine açılan davanın, süreaşımı nedeniyle esastan incelenmesine olanak
bulunmamaktadır.”
15. Başvurucu tarafından temyiz
edilen karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 10/12/2012 tarihli ve E.2012/8135,
K.2012/10285 sayılı kararıyla onanmış, karar düzeltme talebi de aynı Dairenin
27/6/2013 tarihli ve E.2013/4188, K.2013/5562 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
16. Karar başvurucuya 5/9/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu tarafından
25/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili
Hukuk
18. Anayasa’nın 125. maddesinin
son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür.”
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesi şöyledir:
“1. İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari
dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde
eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının
yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen
reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
2. Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan
tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı
mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma
şartı aranmaz.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 5/11/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 25/9/2013 tarihli ve 2013/7400
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, itfaiye memuru
olarak görev yapmakta iken meydana gelen bir yangına müdahale sırasında
yaralanması üzerine idare aleyhine açtığı davanın süre aşımı nedeniyle
reddedildiğini, oysa Danıştay içtihatlarına göre kesin sağlık raporunun
alındığı tarihten itibaren bir yıl içinde açılan davanın süresinde olduğunu,
idarenin kusursuz sorumluluk esaslarına göre zararını karşılaması gerektiğini,
başvuruya konu yangına müdahale sırasında korunaklı ve uygun ekipmanların idare
tarafından sağlanmadığını belirterek Anayasa’nın 2., 5., 17., 36., 49. ve 50.
maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
22. Anayasa Mahkemesi, başvurucu
tarafından yapılan hukuki nitelendirme ile bağlı olmayıp olay ve olguların
hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir
Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Buna göre başvurucunun
şikâyetinin özü, açtığı tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi
nedeniyle esasının incelenememesi dolayısıyla adil yargılanma hakkının
güvenceleri arasında yer alan mahkemeye erişim hakkına ilişkindir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
23. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
24. Başvurucu, açtığı davanın
süre aşımı yönünden reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının alt
güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
25. Bakanlık görüş yazısında,
mahkemeye erişimin bir unsuru olan mahkeme hakkının mutlak bir hak olmadığı,
özellikle bir davanın açılabilirliğine ilişkin bazı
sınırlamalar ve niteliği gereği bu konuda düzenleyici işlemlere konu
olabileceği, bununla birlikte, bu sınırlamaların dava açmak isteyen bir kişinin
mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmaması gerektiği,
başvurucunun iddiaları incelenirken bu hususların göz önünde bulundurulması
gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
26. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
27. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması”
kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen
herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme
hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde,
ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler
sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin
edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
28. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
29. Adil yargılanma hakkının en
temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen,
B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye
etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri
olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru
konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin
mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını
gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da
uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği
durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
30. Hukuki güvenlik ile
belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki
güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini
ifade etmektedir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
31. Mahkemeye erişim hakkı,
kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla
birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde
kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu
üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan
Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı
sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere
konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin
mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya,
B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99,
11/10/2001, § 22).
32. Mahkemeye ulaşmayı aşırı
derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için
belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde
kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına
aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka
aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler
dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97,
11/7/2002, §§ 36-40).
33. Belli bir hakkın mahkemede
ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın
açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil
yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin
zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor
kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar
vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk
güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre
sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup
ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe
Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve
diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93, 22095/93; 22/10/1996, § 51).
34. Başvurucu, itfaiye memuru
olarak görev yapmakta iken 21/9/2006 tarihinde meydana gelen bir yangına
müdahale sırasında el, kol ve yüzünden yaralanmış, hastaneye yatışının ardından
11/10/2006 tarihli rapora göre salah ve önerilerle taburcu edilmiş, bu tarihten
sonra rahatsızlığı nedeniyle bir çok defa istirahat raporu almış, 23/10/2009
tarihinde özel bir hastanenin plastik cerrahi servisinde ameliyat edilmiş ve
yine istirahat raporu verilmiş, daha sonra vücut bütünlüğünde meydana gelen
zararı ve iş gücü kaybını tespit ettirmek için Gaziantep Şehitkamil Devlet
Hastanesine başvurmuş, anılan Hastanece başvurucunun %3 fonksiyon kaybının
olduğuna ilişkin 21/12/2011 tarihli kesin sağlık raporu düzenlenmiştir.
Başvurucu bu rapor sonrasında 24/1/2012 tarihinde idareye başvuru yaparak olaydan
dolayı uğradığı zararın tazmini talebinde bulunmuş, talebin reddi üzerine İdare
Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.
35. Gaziantep 1. İdare Mahkemesi
ise 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca idari eylemlerden dolayı
uğranılan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin
yazılı bildirimi veya öğrenilme tarihinden itibaren bir yıl ve son olarak eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde zararın tazmini için ilgili idareye
başvurulması gerektiği, başvuru konusu olayda 21/9/2006 tarihinde meydana gelen
yaralanma olayından itibaren beş yıl geçtikten sonra 24/1/2012 tarihinde
yapılan başvurunun ardından açılan davanın bu sebeple süresinde olmadığı
gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
36. Bu bağlamda mahkemelerin usul
kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar
katı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan
kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir esneklikten kaçınmaları gereklidir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
37. Bireysel başvuru yolunun
ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece
mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle
bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye
erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları
çerçevesinde olacaktır.
38. İdari işlem ve eylemlerin
sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu
hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari
davaların açılma süresi kanunlarla düzenlenmiş; 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesi uyarınca idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilmiş olanların dava
açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her durumda eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde yetkili makama başvurarak zararlarının tazminini istemeleri, bu
isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ise bu konudaki işlemin tebliğ
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği
düzenlenmiştir.
39. Başvurucunun 2577 sayılı
Kanun’da belirtilen bir ve beş yıllık idari başvuru ve dava açma süresinin
mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyeti bulunmayıp anılan
sürenin başlangıç tarihinin esas itibarıyla yaralanmanın meydana geldiği eylem
tarihi esas alınarak belirlenmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden
şikâyet etmektedir.
40. AİHM, askerde meydana gelen
ölüm olayıyla ilgili olarak açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesine
ilişkin olarak kendisine yapılan başvuruda zararın ölüm olayıyla meydana
geldiğine, AYİM tarafından bir yıllık idareye başvuru süresinin ölümle ilgili
yapılan kovuşturmanın sonucunda verilen takipsizlik kararının ilgililere tebliğ
tarihi ile değil, ölüm olayının öğrenilmesi ile başlayacağına dair yorumunun
mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir (Canan Eyilmez ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 74704/11, 1/7/2014, §§ 32-34).
41. AİHM, Rodoplu/Türkiye (B. No: 41665/02,
23/1/2007) kararında, hastanede yapılan ameliyat sonrasında bir gözünü kaybeden
başvurucunun açtığı tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesine
ilişkin olarak başvurucunun mevzuatta öngörülen süreye uymaması için geçerli
bir nedeninin olmadığını, her hâlükârda belirlenen süreler içinde başvuru yapma
imkânına sahip olduğunu belirterek başvurunun bu kısmının mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmediğinden kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
42. AİHM, Eşim/Türkiye (B. No:59601/09, 17/9/2013)
kararında, süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvurucunun mahkemeye erişim
hakkının engellenip engellenmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu
olayda başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde
yaşanan bir çatışmada yaralanmış, tedavi süresi uzunca bir süre devam etmiş ve
sonunda başvurucunun 1992 yılında askeriye ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu
sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004
yılında başında niteliği belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş,
2007 yılında Gülhane Askerî Tıp Akademisindeki muayenesinde başvurucunun
başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat
talebiyle idareye başvurmuş ancak bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine
başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi söz konusu olayın meydana geldiği tarihten
itibaren beş yıl içerisinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı
yönünden reddetmiştir..
43. AİHM anılan kararında
davanın temelinde yer alan konunun aslen, beş yıllık süre sınırını,
başvurucunun yaralandığı 1991 yılından itibaren hesaplayan mahkeme kararındaki
gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş (Eşim/Türkiye,
§ 23), başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar
olmadığı tartışma konusu olmadığından, kendisinden beş yıl içinde tazminat
davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine,
Mahkemenin nazarında, şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma
hakkının, tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde
kullanılması gerektiğine hükmetmiş (Eşim/Türkiye,
§ 25) ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin süre sınırı hakkındaki katı
yorumunun, davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle,
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, § 26).
44. Somut olayda ise başvurucu
yangına müdahale sırasında yaralanmış, daha sonra tedavisi yapılmıştır.
Başvurucunun, başvuru dosyasına sunduğu belgelere bakıldığında son olarak
28/10/2009 tarihinde ameliyat geçirerek istirahatı
uygun görülmüştür. Başvurucunun bu tarihten sonra herhangi bir tedavi gördüğü
hususunda başvuru kapsamında bir bilgi bulunmamakla birlikte, kendi isteğiyle
özürlülük durumunun tespiti için yaptığı başvuru üzerine aldığı 21/11/2011
tarihli rapor sonrasında idareye başvuru yaparak tazminat talebinde bulunmuş,
bu talebinin reddedilmesinin ardından idari yargıda tam yargı davası açmıştır.
45. İlk Derece Mahkemesi, olayın
meydana geldiği tarihten sonra alınan sağlık raporlarında başvurucunun rahatsızlığı
ile ilgili yapılan tespitler hakkında bir gerekçeye yer vermemiş,
rahatsızlığının hangi tarihte kalıcı hâle geldiği, başvurucunun bu kalıcı
rahatsızlığı hangi tarihte öğrenebileceği ve bunun sonucunda da eylemden
kaynaklı zararı tam olarak hangi tarihte değerlendirebileceği hakkında herhangi
bir açıklamaya yer vermeksizin 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde yer alan beş
yıllık süreyi olayın meydana geldiği tarihten itibaren işleterek davanın süre
aşımı nedeniyle reddi gerektiği sonucuna varmıştır.
46. Anayasa Mahkemesi bir temyiz
incelemesi yapmamakla birlikte usul kurallarının yorumlanmasının, dava açmak
isteyen kişinin mahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştırmaması ya da
imkânsız hâle getirmemesi gerekir. Buna göre İlk Derece Mahkemesince,
başvurucunun sağlık durumunda meydana gelen değişikliklerin ve buna ilişkin
sağlık raporlarının dava açma süresine etkisi hakkında bir gerekçeye yer
verilmeksizin salt zararı doğuran olayın meydana geldiği tarihi baz alarak
açılan davada süre aşımı bulunduğu şeklinde yapılan değerlendirmenin,
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu sonucuna
varılmakla, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
anlaşılmıştır.
47. Belirtilen nedenlerle
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
48. Başvurucu, yangında
yaralanması nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü manevi zararların tazminine karar
verilmesini talep etmiştir.
49. 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi
şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
50. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde mahkemeye erişim hakkı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal
edildiği tespit edildiğinden ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
51. Başvurucu tarafından,
uğradığı zararın tazmini talebinde bulunulmuş olup mevcut başvuruda Anayasa’nın
36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş ve yeniden yargılama yapılmasına
karar verilmiş olduğundan bu aşamada tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
52. Dosyadaki belgelerden tespit
edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun, mahkemeye
erişim hakkının ihlali iddiasına yönelik şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Mahkemeye erişim hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun tazminat
talebinin REDDİNE,
D. 198,35 harç ve 1.500 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. İhlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için kararın Gaziantep 1. İdare Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
5/11/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.