TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DENİZ BAYKAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7521)
|
|
Karar Tarihi: 4/12/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucu
|
:
|
Deniz BAYKAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Mirat İlsu ÇATAK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine
açılan tazminat davasında, siyasi parti mitinginde söylediği ve ifade özgürlüğü
kapsamında olan söylemlerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu kabul
edilerek manevi tazminata hükmedilmesinin anayasal haklarını ihlal ettiğini
ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 9/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde
Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 2/12/2013 tarihinde,
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı iken
28/2/2009 tarihinde Sinop ilinde yapılan siyasi parti mitingi sırasında bir
konuşma yapmıştır.
6. Başvurucu aleyhine, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, anılan siyasi
parti mitinginde kullanılan söylemlerin kişilik haklarına tecavüz niteliğinde
olduğu iddia edilerek manevi tazminat talep edilmiştir.
7. Mahkemece, 7/7/2009 tarih ve E.2009/86, K.2009/229 sayılı
kararla “Sevgili Sinoplular, içimden geçen
şu: bak sen iktidar olmuşsun ama adam olamamışsın. Sen iktidar olmuşsun ama
adam olamamışsın. Değerli arkadaşlarım, bu iyi bir üslup değil, bu üslup
maganda üslubu, maganda üslubu. Bu üslup, Başbakan üslubu değil, Başbakan bu
konuları bıraksın. Bildiği konulara girsin, onları konuşsun, onları tartışalım…
Şimdi diyor ki, ‘bizim işimiz hizmet, gücümüz millet’ diyor. Şimdiki son lafı
bu. Ben sana onu söyleyeyim. Senin işin hizmet, gücün de millet değil, senin
işin talan, gücün yalan dolan, adın da Recep Tayyip Erdoğan”,
şeklindeki söylemlerin küçük düşürücü ve davacının kişilik haklarına saldırı
niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve 10.000 TL manevi
tazminatın başvurucudan tahsiline karar verilmiştir.
8. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 10/6/2010
tarih ve E.2009/11798, K.2010/6936 sayılı kararıyla; “dava konusu sözlerin söylendiği toplantıda yapılan
konuşma bir bütün olarak incelendiğinde; bir muhalefet partisinin genel başkanı
olan davalının seçim toplantısında; davacının başbakan olarak görev aldığı
hükümetin iş ve eylemlerine yönelik eleştiriler yönelttiği, bu konudaki düşünce
ve görüşlerini açıkladığı, genel başkanı olduğu siyasi parti ve kendisi
hakkında eleştirilerde bulunan davacının, kişilik haklarına yönelik olmayan
sert eleştirilerde bulunduğu, siyasi bir kişilik olan davacının, hakkında
yapılan sert eleştirilere katlanması gerektiği, konuşmanın tümünün eleştiri
sınırları içinde kaldığı anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece açıklanan olgular
gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı
gerekçeyle, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve
yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir”, şeklinde
gerekçe belirtilerek, hüküm bozulmuştur.
9. Bozma kararı sonrası Mahkemece, 9/11/2010 tarih ve
E.2010/411, K.2010/322 sayılı ilamla başvurucunun miting sırasındaki
ifadelerinin sert eleştiri niteliğinde olmayıp, kişilik haklarına saldırı
niteliği taşıdığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmesine ve 10.000 TL manevi
tazminatın başvurucudan tahsiline karar verilmiştir.
10. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 8/6/2011
tarih ve E.2011/4-188, K.2011/393 sayılı ilamla başvurucunun ifadelerinin
davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu ve manevi tazminattan
sorumlu tutulması gerektiği, direnme kararının yerinde olduğu, ancak manevi
tazminatın miktarına yönelik olarak Özel Daire tarafından inceleme yapılmadığı
gerekçesiyle direnme uygun bulunduğundan manevi tazminat miktarına yönelik
olarak temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Yargıtay 4. Hukuk
Dairesine gönderilmesine karar vermiştir.
11. Karar düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
4/4/2012 tarih ve E.2012/4-126, K.2012/281 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
12. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 14/6/2012 tarih ve E.2012/6050,
K.2012/10402 sayılı kararıyla; başvurucunun ifadelerinin Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararıyla eleştiri sınırlarını aşarak davacının kişilik haklarına
saldırı teşkil ettiği kabul edilmiş ise de hükmedilen manevi tazminat
miktarının fazla olduğu gerekçesiyle, daha alt düzeyde manevi tazminat takdir
edilmek üzere hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
13. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama
sonunda, 4/6/2013 tarih ve E.2013/32, K.2013/360 sayılı ilamla, başvurucunun
söylemlerinin Başbakan’ın kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu
gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve 5.000 TL manevi tazminatın başvurucudan
tahsiline karar verilmiştir.
14. Karar, başvurucu vekilinin yüzüne karşı verilmiş,
11/6/2013 tarihinde gerekçeli karar yazılmış, 31/7/2013 tarihinde başvurucuya
tebliğ edilmiş ve temyiz yoluna başvurulmaksızın 10/9/2013 tarihinde
kesinleştiği Mahkeme kararına yazılmıştır.
B. İlgili Hukuk
15. 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
58. maddesi şöyledir:
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı
manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini
isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın
ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata
ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın
yayımlanmasına hükmedebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 4/12/2013
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 9/10/2013 tarih ve 2013/7521
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
17. Başvurucu, Cumhuriyet Halk
Partisi Genel Başkanı olduğu dönemde Sinop ilinde yapılan siyasi miting
sırasında Başbakan'a karşı eleştiri mahiyetindeki ve ifade özgürlüğü
kapsamındaki söylemlerinin, aleyhine açılan davada Başbakan'ın kişililik haklarına hakaret niteliğinde olduğu kabul
edilerek manevi tazminata karar verildiğini, seçimler öncesi siyasi arenada
yapılan karşılıklı söylemlerin kişilik haklarının ihlali olarak kabul
edilemeyeceğini, sert ve acımasız eleştirilere de katlanılması gerektiğini,
benzer olaylar ve Başbakan tarafından yapılan kişilik haklarına saldırı
niteliğindeki ifadelere dayalı davalarda ret kararları verildiğini, Başbakan
aleyhine kullandığı sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gerektiğini, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından kişilik haklarına saldırı
konusunda verilen karar kesinleştiğinden ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararına
uyularak tazminat miktarı yönünden yeni bir karar verildiği için hükmün
temyizinde hukuki yarar görmediğini, bu nedenle de temyiz yoluna başvurmadığını
belirterek, Anayasa’nın 26., 36. ve 37. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
18. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
19. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
20. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar
başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir.”
21. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
“Başvuru süresi ve mazeret”
başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun,
başvuru yollarının tüketildiği ve buna ilişkin kararın kesinleştiği tarihten,
başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün
içinde yapılması gerekir.”
22. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu
yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.
23. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
24. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları
önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline
ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz.
25. Başvuru yollarının
tüketilmesi ilkesi, hukuk sisteminde öngörülen usul kurallarına riayet
edilmesini gerektirir. Zira, başvuru yollarının tüketilmesi için usule ilişkin
koşullara ve sürelere uymak gerekir. Başvurucunun hukuk yollarını tüketmeye
çalıştığı, ancak kendi ihmali nedeniyle usul gerekliliklerini yerine
getiremediği hallerde başvuru, hukuk yolları tüketilmediği için reddedilir.
26. Başvuru konusu olayda,
başvurucu, siyasi miting sırasında Başbakan'a karşı eleştiri mahiyetindeki ve
ifade özgürlüğü kapsamındaki söylemlerinin, aleyhine açılan davada Başbakan'ın kişililik haklarına hakaret niteliğinde olduğu kabul
edilerek manevi tazminata karar verildiğini belirterek, anayasal haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Başvurucu aleyhine Ankara
13. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonunda başvurucunun tazminat
ödemesine karar verilmiş, temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince,
başvurucunun söylemlerinin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı gerekçesiyle
hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına direnilmesi üzerine Yargıtay Hukuk
Genel Kurulunca direnme kararı yerinde bulunularak, Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin bozma kararı kaldırılmış, tazminatın miktarı yönünden değerlendirme
yapılması için dosya Yargıtay 4. Hukuk Dairesine gönderilmiştir. Karar düzeltme
talebi de Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca reddedilmiştir.
28. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi,
tazminatın miktarı açısından hükmün bozulmasına karar vermiştir. Mahkemece
bozma kararına uyularak, başvurucunun ifadelerinin Başbakan’ın kişilik
haklarına saldırı niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar
verilmiştir. Başvurucu bu kararın temyizinde hukuki yarar görmediği için temyiz
yoluna başvurmamış ve bireysel başvuru hakkını kullanmıştır.
29. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM)’nin içtihadına göre, genel bir kural
olarak başvurucu, dava konusuyla ilgili ulusal içtihada göre yapacağı bir
temyiz başvurusunun başarısız olacağını ispat ederse, başvurucunun iç hukuk
yollarını tüketmiş olduğu kabul edilecektir (bkz. Kleyn ve Diğerleri/Hollanda, B.No: 39343/98, 6/5/2003, § 156).
30. Temyiz mahkemesinin yakın
zamanda vermiş olduğu ve başvurucunun davasına da uygulanacak nitelikteki bir
karar varsa ve temyiz mahkemesinin bu kararını değiştirmesi ihtimal dâhilinde
görünmüyorsa başvurucu, iç hukuk yollarını tüketmiş sayılacaktır (benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Salah Sheek/Hollanda, B.No: 1948/04, 23/5/2007, § 121).
31. Yukarıda belirtildiği üzere Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunulması için olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekir. Ancak
somut olayda başvurucu açısından temyiz yoluna başvurulması, tüketilmesi
gerekli bir yol olarak kabul edilemez. Zira aynı karara yönelik olarak temyiz
mercileri kararlarını vermişler ve derece Mahkemesince de temyiz mercilerinin
verdikleri karar doğrultusunda hüküm kurulmuştur. Bu anlamda Mahkemece verilen
son karara karşı temyiz yolu, etkili bir başvuru yolu olarak kabul edilemez ve
Mahkemece verilen son karara karşı temyiz yoluna başvurulmadan yapılan bu
başvuru, olağan kanun yoluna başvurulmadığı için başvuru yollarının
tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez nitelikte değerlendirilemez. Zira,
başvurucu Mahkemece verilen ilk karara yönelik olarak, olayın şartları
dâhilinde, olağan kanun yollarını tüketmek için kendisinden beklenen her şeyi
yapmıştır. Bu aşamadan sonra başvurucudan derece Mahkemesince verilen son
karara yönelik olarak da temyiz yoluna başvurmasını beklemek, bireysel başvuru
hakkının kullanılması önünde orantısız bir engel oluşturabilir.
32. Öte yandan, bireysel başvurunun ön
şartlarından birisi de 30 günlük süre kuralıdır. Süre, başvurunun her
aşamasında dikkate alınması gereken bir usul hükmüdür.
33. Yukarıda belirtildiği üzere, 6216 sayılı Kanun’un 47.
maddesinin (5) numaralı fıkrasında, bireysel başvurunun, başvuru yolları açık
olan kararlar için bu yolların tüketildiği, başvuru yolu bulunmayan kararlar
için ise “ihlalin öğrenildiği”
tarihten itibaren 30 gün içinde yapılması gerektiği belirtildiği hâlde, Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 64. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında “başvuru yollarının tüketildiği
ve buna ilişkin kararın kesinleştiği” tarihten itibaren 30 gün
içinde bireysel başvuru yapılması gerektiği düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere İçtüzük’te, ihlale neden olduğu iddia edilen kararın
öğrenilmesi ile birlikte hükmün kesinleşmiş olması şartı da aranmaktadır.
34. Hukuk davalarında olağan kanun yolları temyiz ve karar
düzeltme yoludur. Karar düzeltme yolu kapalı, temyiz yolu açık olan bir hükmün
kesinleşmesi, temyiz istemi sonunda verilen ret kararıyla veya temyiz yoluna
başvurulmamışsa mahkemece verilen kararın tebliğinden itibaren temyiz başvuru
süresinin sonunda gerçekleşir. Temyiz yolu açık olan ve hukuki yarar
görülmediği için temyiz yoluna başvurulmayan bireysel başvurularda 30 günlük
başvuru süresinin hangi tarihten itibaren başlayacağı hususunun açıklığa
kavuşturulması gerekir.
35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 35. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, “Uluslararası Hukukun genel olarak kabul edilen
prensiplerine göre, ancak iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve kesin
karardan itibaren altı aylık süre içinde Mahkeme’ye başvurulabilir.”
Altı ay kuralının amacı, hukukun güvenliğini artırmak ve AİHS uyarınca benzer
konuların ortaya çıktığı davaların, makul süre içerisinde görülmesini sağlamak,
ayrıca yetkili makamları ve diğer ilgili kişileri, uzayan süre boyunca
belirsizlik altında kalmaktan korumaktır (bkz.
Bulut ve Yavuz/Türkiye, B.No. 73065/01,
28/5/2002).
36. AİHM’e yapılan başvurulara ilişkin
olarak, mevcut iç hukuk yolu bulunmaması veya etkin olmadıkları sonucuna
varılması durumunda, altı aylık süre, şikâyette bulunulan olay tarihinden
itibaren işlemeye başlar. Başvurucuların önce bir iç hukuk yoluna
başvurdukları, ancak bu başvuru yolunu etkisiz kılacak koşulların daha sonra
farkına varacakları veya varmaları gereken özel koşullar bulunabilir. Böyle bir
durumda, altı aylık süre, başvuranın bu koşulların farkına vardığı veya varması
gereken tarihten itibaren hesaplanabilir (bkz.
Hazar ve Diğerleri/Türkiye, B. No. 62566/00, 10/1/2002).
37. Görüldüğü üzere AİHM,
Sözleşme’nin 35. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen altı aylık
başvuru süresini, yalnızca hükmün kesinleşmesinden değil, etkin olmadığı
düşünülen başvuru yollarına gidilmediği takdirde, ihlale neden olduğu ileri
sürülen karar veya olayın öğrenilmesinden itibaren başlatmaktadır.
38. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
yukarıda anılan maddesinde, bireysel başvuru süresinin başlangıcına ilişkin
olarak “başvuru yollarının tüketildiği ve
buna ilişkin kararın kesinleştiği” tarihten söz edilmekte ise de bu
ibarenin ihlale neden olduğu ileri sürülen nihai kararın öğrenildiği tarih
olarak anlaşılması gerekir. Temyiz yolu açık olan bir hükme yönelik olarak,
etkili görmedikleri veya hukuki yararları olmadığı için bu yola başvurmayan
başvurucular, Mahkemece verilen kararı öğrendikleri tarihte ihlale neden olduğunu
ileri sürdükleri kararı öğrenmiş olup, temyiz yoluna başvurmayarak, Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkını kullanmışlarsa, buna ilişkin süreye riayet
etmeleri beklenir. Her ne kadar derece mahkemesi kararı, temyiz başvuru süresi
sonunda kesinleşmekte ise de başvurucular bu yola başvurmadığında, Mahkemece
verilen kararın tebliği ile ihlale neden olduğunu ileri sürdükleri kararı
öğrendiklerine göre, bu tarihten itibaren 30 gün içinde başvuruda bulunmaları
gerekir. Temyiz yolunu etkili bir yol olarak görmeyen başvurucular bireysel
başvuruda bulunma yolunu tercih etmişlerse bireysel başvuruya ilişkin süreye
riayet etmelidirler (B. No: 2013/1936, 17/9/2013, § 23).
39. Başvuruda bulunmak için
hükmün kesinleşmesi şartı, başvuru yollarının tüketilmesi anlamında
değerlendirilmelidir. Ancak başvurucular, etkili yol olarak görmedikleri temyiz
yoluna başvurmamışlarsa, mahkemece verilen kararın öğrenilmesinden itibaren 30
gün içinde bireysel başvuruda bulunulması gerekir.
40. Başvuru konusu olayda
başvurucu, siyasi miting sırasında Başbakan'a karşı eleştiri mahiyetindeki ve
ifade özgürlüğü kapsamındaki söylemlerinin, aleyhine açılan davada Başbakan'ın
kişilik haklarına hakaret niteliğinde olduğu kabul edilerek manevi tazminata
karar verilmesinin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
41. Başvurucu aleyhine Ankara
13. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonunda 4/6/2013 tarih ve E.2013/32,
K.2013/360 sayılı kararla davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Anılan
karar 31/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, temyiz
yoluna başvurulmasında hukuki yarar görmediği için bu yola başvurmadığı halde,
gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 30
günlük başvuru süresinin geçmesinden sonra 9/10/2013 tarihinde başvuruda
bulunmuştur. Dolayısıyla başvuruda süre aşımı bulunduğu sonucuna varılmaktadır.
42. Açıklanan nedenlerle, ihlale
neden olduğu iddia edilen karara ilişkin olarak otuz gün geçtikten sonra
yapılan başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “süre aşımı” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Başvurunun, “süre
aşımı” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına, 4/12/2013 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.