TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUHİTTİN KAYA VE MUHİTTİN KAYA
İNŞAAT TAAHHÜT MADENCİLİK GIDA TURİZM PAZARLAMA SANAYİ VE TİCARET LTD. ŞTİ.
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1213)
|
|
Karar Tarihi: 4/12/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucular
|
:
|
Muhittin KAYA
|
|
|
Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm
|
|
|
Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi
|
Temsilcisi
|
:
|
Muhittin KAYA (Başvurucu şirket yönünden)
|
Vekili
|
:
|
Av. Sabri COŞKUN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular taraflarınca
tanzim edilen teminat çekinin mahiyetinin derece mahkemelerince doğru
değerlendirilmeyerek açtıkları iptal davasının reddine karar verilmesi ve
uyuşmazlık hakkında yürütülen yargılamanın beş yılı aşkın bir süre devam etmesi
nedeniyle Anayasa’nın 35., 36., 38., 40., 41. ve 48.
maddelerinde yer alan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin
tespitiyle uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasına ve uğradıkları
maddi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 5/2/2013
tarihinde Karşıyaka 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 26/3/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 3/6/2013 tarihli görüş yazısı 13/6/2013 tarihinde başvurucu
vekiline tebliğ edilmiştir.
6. Başvurucu vekili tarafından 18/6/2013 tarihinde ibraz edilen Adalet Bakanlığı görüşüne
karşı beyanları süresi içinde sunulmuştur. Dilekçede, Adalet Bakanlığı’nın
başvuru dilekçesinin kesinleşme tarihinden önce verildiği, başvurucu tarafından
ihlal iddialarına ilişkin açıklamada bulunulmadığı ve başvurucunun iddialarının
gerek ilk derece Mahkemesince, gerekse kanun yolu mercii tarafından objektif
olarak ve gerekçeleriyle değerlendirildiği noktasındaki tespitlerine itiraz
ettikleri yönünde beyanda bulunulmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Türkiye Halk Bankası Dikili
şubesine ait, 11.07.2007 keşide tarihli, 500.000,00 YTL değerli, “100000040”
hesap ve “8511492” numaralı çekin
tahsili için, başvurucular aleyhine Dikili İcra Müdürlüğünün 2007/439 sayılı
dosyası ile icra takibine başlanılmıştır.
9. Başvurucular tarafından,
bahse konu çeke ilişkin olarak açılan menfi tespit davası, Dikili Asliye Hukuk
(Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesinin 9/6/2011
tarih ve E.2007/243, K.2011/162 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
10. Başvurucuların temyiz talebi
üzerine, ilk derece mahkemesi kararı Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 26/3/2012 tarih ve E.2011/12339, K.2012/4909 sayılı ilamı
ile onanmıştır.
11. Başvurucuların karar
düzeltme talebi, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 19/11/2012
tarih ve E.2012/10902, K.2012/17096 sayılı kararı ile reddedilmiş, karar
15/1/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
12. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
13. Mahkemenin 4/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların
5/2/2013 tarih ve 2013/1213 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
14. Başvurucular, taraflarınca
tanzim edilen çekin teminat çeki olduğunu, bu niteliğine rağmen icra takibine
konulan çeke ilişkin olarak açtıkları menfi tespit davasının reddedildiğini,
çekin mahiyetinin derece mahkemelerince doğru değerlendirilmediğini ve
uyuşmazlık hakkında yürütülen yargılamanın beş yılı aşkın bir sürede
sonuçlandırıldığını belirterek, Anayasa’nın 35., 36.,
38., 40., 41. ve 48. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılama Süresinin Makul
Olmadığı İddiası Yönünden
15. Başvurucular, somut başvuruya
ilişkin olarak yapılan yargılamayı sonlandırır nitelikte olan karar düzeltme
talebinin reddine dair bir karar bulunduğunu ve bu kararın tebliği tarihinden
itibaren süresinde başvuruda bulunulduğunu belirtmişlerdir.
16. Adalet Bakanlığı görüş yazısında,
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme hususunda zaman bakımından
yetkisinin 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai
işlem ve eylemlere ilişkin başvuruları kapsadığı belirtilerek, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihine kadar başvuruya
konu yargılamanın yaklaşık beş yılı aşkın süredir devam etmekte olduğunun ve
uyuşmazlığa ilişkin kararın 26/3/2013 tarihinde kesinleştiğinin, başvurunun ise
30/1/2013 tarihinde yapılmış olduğunun dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.
17. Başvurucularca verilen
Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesinde, uyuşmazlığa ilişkin nihai
kararın 19/11/2012 tarihinde verilerek kesinleştiği ve
belirtilen kararın 15/1/2013 tarihinde tebliğini müteakip, 5/2/2013 tarihinde başvuruda
bulunulduğu yinelenmiştir.
18. 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1.
maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
19. Başvuru konusu dava, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den
önce açılmış olup, uyuşmazlığa ilişkin nihai karar tarihi olan 19/11/2012
tarihinde kesinleştiği anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir.
20. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönündeki başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Yargılamanın Adil Olmadığı
İddiası Yönünden
21. Başvurucular, taraflarınca
tanzim edilen çekin teminat çeki olduğunu, bu niteliğine rağmen icra takibine
konulan çeke ilişkin olarak açtıkları menfi tespit davasının reddedildiğini,
yargılama sırasında ileri sürdükleri iddia ve delillerinin gerektiği gibi
incelenmediğini, yapılan yargılama sırasında verilen ilk derece Mahkemesi ve
Yargıtay kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini ve çekin mahiyetinin
derece mahkemelerince doğru değerlendirilmediğini iddia etmişlerdir.
22. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, başvurucuların tüm iddialarını ilk derece Mahkemesi ve temyiz mercii
önünde belirttikleri, davaları ile ilgili delilleri sundukları ve karşı tarafça
ileri sürülen iddiaları ve delilleri değerlendirip karşı çıkabildikleri, gerek
ilk derece Mahkemesi gerekse Yargıtay tarafından taraf delilleri objektif
olarak değerlendirilmek suretiyle kararların ilgili gerekçeleriyle kurulduğunu,
ayrıca başvurucular tarafından kararların sonucundan, delillerin yanlış
değerlendirilmesinden ve yasanın yanlış uygulanışından şikayet
edilmekle beraber, hangi anayasal temel hak ve özgürlüğün ne şekilde ihlal
edildiğinin açıklanmadığı belirtilerek, başvurunun bu bölümünün kabul
edilebilirlik koşulları taşıyıp taşımadığı ve bu itibarla açıkça dayanaktan
yoksun olup olmadığının değerlendirilmesinde belirtilen bu hususların göz
önünde bulundurulması yönünde görüş bildirilmiştir.
23. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, Anayasanın uygulanması
ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi
açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı
başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar
verebilir.”
24. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir
mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir
temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
25. Yapılan yargılama sırasında
tanık dinletme hakkı da dahil olmak üzere delillerin
ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak
kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu hak
ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma hakkı gibi, adil yargılanma
hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi
uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6.
maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşmenin lafzi
içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve
haklara, Anayasanın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No:2012/13, 2/7/2013,§ 38). Ayrıca, hakkaniyete uygun yargılamanın bir
unsuru olan gerekçeli karar hakkı Anayasa’nın 141. maddesinin 1. fıkrasında yer
verilen “Bütün mahkemelerin her türlü
kararları gerekçeli olarak yazılır” hükmüyle, mahkemelerin uyması
gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir.
26. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber,
bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun
yanı sıra, kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı
olmaması da bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece
mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde
yorumlanması uygun olup, bu husus AİHM içtihadında da, üst dereceli mahkeme
tarafından benimseme yöntemiyle önceki mahkeme kararının gerekçesinin
özümsenmesi şeklinde yorumlanmaktadır (Bkz. Ruiz Torija/İspanya, B. No. 18390/91,
09.12.1994, § 29-30; Hiro Balani/İspanya,
B. No. 18064/91, 09.12.1994, § 28; Georgiadis/Yunanistan, B. No. 21522/93, 29.05.1997,
§ 40-43; H.A.L./Finlandiya, B.
No. 38267/97, 27.01.2004, §50-51; X/Yunanistan,
B. No. 8769/79, 16.07.1981; Les Travaux Du Midi/Fransa, B. No. 12275/86, 02.07.1991).
27. Yargılama makamları
yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri
gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili
olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya,
B.No:10590/83, 6/12/1988, § 68). Mevcut yargılamada
geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına
uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesi’nin görevi kapsamında
olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil
olup olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir
yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların
sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dahil
olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkanların tanınması
gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik
iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir.
28. Somut başvuru açısından,
başvuruya konu Mahkeme kararında, çekin bir ödeme vasıtası olduğu ve kural
olarak mevcut bir borcun tediyesi amacıyla verildiğinin kabulünün gerektiği, bu
durumda mevcut çekin teminat amacıyla verilmiş olduğu yönündeki iddianın
başvurucular tarafından yazılı delille ispatlanması gereğine rağmen, belirtilen
husus yazılı delille ispatlanmadığı gibi yemin deliline de başvurulmayacağının
başvurucular vekilince beyan edildiği ve bu itibarla başvurucuların iddialarını
ispat edemedikleri gerekçesine dayanılarak başvurucuların davasının reddine
karar verildiği ve ilk derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi
hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu Mahkemelerinin denetiminden geçerek
kesinleştiği, ayrıca başvuru dosyası kapsamından başvurucuların delillerini ve
iddialarını sunma fırsatı bulamadığına, yargılamaya etkin olarak katılma
imkânının ellerinden alındığına ve yargılamadaki konumlarının önemli bir zarar
gördüğüne dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
29. Açıklanan nedenlerle,
başvurucuların yargılamanın adil olmadığı yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Diğer İhlal İddiaları
Yönünden
30. Başvurucular ayrıca
açtıkları menfi tespit davasının reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 38., 41. ve 48. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
31. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi, Anayasanın
uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının
belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara
uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.
32. Başvuruya konu ihlal
iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki
iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucular
tarafından soyut şekilde birtakım Anayasa hükümlerine atıfta bulunulmakla
birlikte, belirtilen hükümlerin nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama ve
kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
33. Başvurucular 4/10/2007 tarihinde açılan dava ile başlayan uyuşmazlığın,
karar düzeltme talebinin reddi tarihi olan 19/11/2012 tarihinde sonuçlanmakla
beş yılı aşkın süre devam ettiğini belirterek, makul sürede yargılanma
haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
34. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, makul süreye ilişkin değerlendirmede Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıç tarihi olan 23/9/2012’den
sonraki sürenin nazara alınması, ancak bu tarihten önceki yargılama süresinin
de sürenin makul olma niteliği değerlendirilirken Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına paralel olacak
şekilde göz önünde bulundurulması ve sürenin makul olup olmadığı hususunda AİHM
tarafından geliştirilen kriterler de dikkate alınmak suretiyle, başvuruya konu
beş yılı aşkın yargılama süresinin makul olup olmadığının tespit edilmesi
yönünde beyanda bulunulduğu anlaşılmıştır.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, § 18, 26/3/2013)
36. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
37. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
38. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
39. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin
lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, § 38, 2/7/2013).
40. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
41. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/13, § 40, 2/7/2013).
42. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, § 41–45, 2/7/2013).
43. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No: 2012/13, § 46, 2/7/2013).
44. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
45. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, bir kambiyo senedine ilişkin olarak ticaret mahkemesi sıfatıyla genel yetkili
mahkemelerde açılan menfi tespit davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100
sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama
faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda
kuşku yoktur (B. No: 2012/13, § 49, 2/7/2013).
46. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 4/10/2007
tarihidir.
47. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilmekle beraber, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini belirleyen hükümlerin, olay ve
olguların meydana geldiği tarihi değil, hak ihlali oluşturan işlem ve eylemlere
karşı başvurulabilecek kanun yollarının tüketildiği, yani işlem veya kararın
kesinleştiği tarihi esas aldığı görülmektedir. Başvuru konusu yargılamanın,
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcını teşkil eden 23/9/2012 tarihinden önce başlamış olduğu ve belirtilen
tarih itibarıyla halen derdest olduğu anlaşılmakla, somut başvuruya ilişkin
olarak yapılacak makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin
başlangıcı, davanın ikame edildiği tarih olan 4/10/2007 tarihidir (B. No:
2012/13, § 51, 2/7/2013).
48. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Başvuruya konu menfi tespit davasının, başvurucunun karar düzeltme
talebinin reddine dair Yargıtay kararı ile sonuçlandığı nazara alındığında,
makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak tarih, karar düzeltme talebinin
reddine dair karar tarihi olan 19/11/2012 tarihidir.
49. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun davalının başvuruculardan
herhangi bir hak ve alacağı olmadığının tespiti ile bedelsiz olduğu iddia
edilen çekin iptali talebi olduğu anlaşılmaktadır. İlgili davanın iki davacısı
ve bir davalısı bulunmaktadır. 4/10/2007 havale
tarihli dilekçe ile yargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip
zaptının tanzimi sonrasında, davanın reddi kararı ile neticelenen yargılama
diliminde toplam yirmi altı duruşma yapılmıştır. Belirtilen celseler arasında
bir buçuk ila iki aylık sürelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
50. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, 5/10/2007 tarihli tensip duruşması
ara kararı gereğince istenen ve 27/12/2007 tarihli celsede dosya arasına
alındığı bildirilen İcra Tetkik Mercii dosyasının ve Dikili Cumhuriyet
Başsavcılığı soruşturma dosyasının yeniden talep edildiği, yargılamanın
27/12/2007 tarihli celse ara kararı uyarınca talep edilen Dikili Asliye Ceza
Mahkemesinin E.2007/271 sayılı dosyasının ilgili mahkemece gönderilmesi
hususunda 8/7/2008 tarihli celseye kadar üç celse boyunca ve toplamda altı ayı
aşkın bir süre beklenildiği, belirtilen ceza davası dosyasının temyiz
incelemesinde olduğunun tespit edildiği 8/7/2008 tarihli celsede taraflara
anlaşmaları hususunda süre verilerek duruşmanın 14/10/2008 tarihine
ertelendiği, aynı tarihli celsede başvurucu vekilinin ilgili dosyanın Yargıtay
incelemesinde olmadığı yönündeki beyanı üzerine dosyanın tekrar talep edildiği,
ilgili Mahkemece istenilen dosyanın temyiz incelemesinde olduğunun yinelenmesi
üzerine 28/5/2009 tarihli celseye kadar dört celse boyunca ve toplamda beş
buçuk ay süreyle ilgili dosyanın temyiz incelemesinden dönüşünün beklenildiği
ve bu arada taraf vekillerinin mazeretlerinin kabul edildiği, 28/5/2009 tarihli
celse ara kararı uyarınca 23/6/2009 tarihinde keşif icra edilerek, keşif
zaptında yer verilen arar karar uyarınca bilirkişilere raporlarını ibraz
hususunda on gün süre verilmesine rağmen, yapılan keşif sonrası iki celse
boyunca ve yaklaşık beş aylık bir süre ile bilirkişi raporlarının ibrazının
rapor akıbetleri tetkik edilmeksizin beklenildiği ve bu arada davalı vekili
mazeretlerinin tekrar kabul olunduğu, raporların elden tebliğ edildiği
19/11/2009 tarihli celsede taraf vekillerine beyanda bulunmak üzere süre
verilirken, yeniden Dikili Asliye Ceza Mahkemesinin E.2007/271 sayılı
dosyasının temyiz incelemesinden dönüşünün beklenilmesine dair ara karar tesis
edildiği, yaklaşık bir ay sonra açılan celsede ek rapor alınmasına ve
belirtilen ceza dosyasının beklenilmesine karar verilerek, dört celse boyunca
ve toplamda dört ayı aşkın süre ek rapor ve belirtilen ceza dosyası akıbetinin
beklenildiği, bu arada açılan 27/5/2010 tarihli celsede, dokuzuncu celse ara
kararı uyarınca tapu sicil müdürlüğünden talep edilen ve onuncu celsede ibraz
edildiği belirtilerek dosya arasına alınan bir kısım tapu kaydının yeniden
ilgili müdürlükten talep edildiği, ek raporun ibraz edildiği 17/6/2010 tarihli
celsede taraf vekillerine rapor hakkında beyanda bulunmaları hususunda süre
verilerek yargılamanın yaklaşık bir ay süreyle tehir edildiği, 22/7/2010
tarihli celsede, davalı vekilince verilen 21/11/2007 havale tarihli cevap
dilekçesinde ileri sürülmesine rağmen, bu talepten yaklaşık iki yıl sekiz ay
sonra eksik harcın tamamlanması hususunda başvurucular vekiline süre verildiği
ve ilgili hususun ikmal edilmemesi üzerine dosyanın 22/7/2010 tarihinde
işlemden kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Başvurucular vekili
tarafından verilen 5/10/2010 tarihli yenileme
dilekçesi üzerine yargılamaya devam edildiği, 20/1/2011 tarihli celseye kadar
yenileme dilekçesinin tebliği sağlanarak aynı celse başvurucu tanıklarının
dinlenilmesine karar verilerek duruşmanın 24/3/2011 tarihine ertelendiği,
davacı tanıklarının dinlenilmesini müteakip aynı celse ara kararıyla dava
konusu çeke istinaden açılan Dikili İcra Müdürlüğünün E.2007/439 sayılı
dosyasının talep edilerek taraf vekillerine esasa ilişkin beyanda bulunmaları
hususunda süre verildiği ve 9/6/2011 tarihli celsede davanın reddine karar
verildiği görülmektedir.
51. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya esas yargılamanın konusunun davalının başvuruculardan
herhangi bir hak ve alacağı olmadığının tespiti ile bedelsiz olduğu iddia
edilen çekin iptali talebi olduğu, davanın taraflarında toplamda iki gerçek bir
tüzel kişinin bulunduğu, dava sırasında başvurucuların delilleri arasında yer
verilen ve başvurucu Muhittin Kaya’nın karşılıksız çek keşide etme suçundan
adli para cezası ile cezalandırılmasına ve bir yıl süreyle çek hesabı açmasının
yasaklanmasına karar verildiği anlaşılan Dikili Asliye Ceza Mahkemesinin
E.2007/271 sayılı dosyasının temyiz incelemesinden dönüşünün on bir celse
boyunca ve toplam on bir ayı aşkın bir süre beklenildiği, 17/6/2010
tarihli celsede mübaşir marifetiyle yaptırılan araştırma sonucunda ilgili
dosyanın temyiz incelemesinden dönmediği tespitine yer verilmekle birlikte
belirtilen celse ve sonraki celselerin yanı sıra karar gerekçesinde, uzun süre
sonucu beklenilen ilgili ceza dosyasına ilişkin bir tespit ve değerlendirmeye
yer verilmediği, belirtilen bekleme periyodunun yanı sıra yaklaşık on aylık bir
süre boyunca ve akıbetleri tetkik edilmeksizin bilirkişi raporlarının ibrazının
beklenildiği ve belirtilen sürenin raporların ibrazı için verilen sürelerin
fevkinde olduğu, ayrıca belirtilen bu süreçlerde taraf vekillerinin mazeretleri
kabul olunmakla birlikte, celse harcı tayini gibi usuli
imkanların yargılama makamlarınca kullanılmadığı anlaşılmaktadır (2/7/1964
tarih ve 492 sayılı Harçlar Kanunu md.12).
52. Medeni hak ve yükümlülüklere
ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların
makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
53. Her ne kadar belirtilen usul
hükümlerine tabi olan somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca
hazırlanması ilkesinin geçerli olması yargılama faaliyetinin makul sürede
neticelendirilmemesinin sonuçlarına tarafların katlanması düşüncesini destekler
nitelikte olsa da, bu ilkeler yargılama makamlarını davayı gerekli süratle
yürütme yükümlülüğünden kurtarmaz.
54. Yargılama sürecinde
başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve
davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul
edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli
imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu
bulunmaktadır.
55. Somut yargılama açısından,
bir ceza dosyası akıbetinin on bir ayı aşkın bir süre beklenildiği ve bu uzun
bekleme sürecine rağmen ilgili dosyanın somut yargılama açısından nasıl bir
değerlendirme için kullanılmak istendiği hususuna hüküm gerekçesinde yer
verilmediği, ilk derece Mahkemesinin gerekçeli kararında uyuşmazlığın dava
konusu çekin teminat amacıyla verilip verilmediği noktasında toplandığı, çekin
bir ödeme vasıtası olduğu ve kural olarak mevcut bir borcun tediyesi amacıyla
verildiğinin kabulünün gerektiği, bu durumda mevcut çekin teminat amacıyla
verilmiş olduğu yönündeki iddianın başvurucular tarafından yazılı delille
ispatlanması gereğine rağmen, belirtilen husus yazılı delille ispatlanmadığı
gibi yemin deliline de başvurulmayacağının başvurucular vekilince beyan
edildiği ve bu itibarla başvurucuların iddialarını ispat edemedikleri
gerekçesine yer verildiği ve hükmün gerekçesinde dinlenilen başvurucu tanıkları
ile yapılan keşif ve bilirkişi raporlarına da dayanılmadığı nazara alındığında,
tanık dinlenilmesi, keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usuli
işlemler için geçirilen on ayı aşkın süreyi içeren bekleme periyodunun da
üzerinde durulması gereken bir diğer süreç olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen hususların yanı
sıra, davalı vekilince sunulan cevap dilekçesinde belirtilen usule ilişkin
itirazlar arasında yer verilen dava harcının eksik olduğu noktasındaki itirazın
yaklaşık iki yıl sekiz ay sonra değerlendirilerek eksik harcın tamamlanması
hususunda başvurucular vekiline süre verildiği ve ilgili hususun ikmal
edilmemesi üzerine dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verildiği
anlaşılmaktadır. Ayrıca yargılama süresince bir kısım dosya ve kayıtların
gerekçe gösterilmeksizin müteaddit defa ilgili mercilerden talep edildiği ve
belirtilen tüm bu hususların yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye
sahip olduğu anlaşılmaktadır.
56. Kanun yolu incelemesinde
geçen sürenin ise temyiz ve karar düzeltme aşamaları dâhil bir yıl iki aylık
bir yargılama dilimini kapsadığı görülmektedir.
57. Başvurucular vekilince üç
defa mazeret dilekçesi sunulduğu ve eksik harcın tamamlanması nedeniyle
dosyanın işlemden kaldırıldığı süreçte başvurucuların tutumu nedeniyle yaklaşık
iki aylık bir gecikme periyodu yaşandığı anlaşılmakla birlikte, başvurucuların tutumunun
yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
58. Yapılan bu tespitler
çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, davanın taraflarında yer alan
kişi sayısı ve davanın konusu itibariyle karmaşık olarak nitelendirilemeyecek
olan yargılama faaliyetinde, yetkili makamların yargılamaya ilişkin usul
işlemlerinde yeterli özeni göstermemeleri nedeniyle, başvuruya konu beş yıl üç
ay süren yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
59. Belirtilen nedenlerle,
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
60. Başvurucuların mülkiyet
hakkı kapsamındaki iddialarını ise yargılama neticesine dayandırdıkları,
özellikle uyuşmazlık konusu çekin mahiyetinin derece mahkemelerince doğru
değerlendirilmediği ve adil olmayan yargılama neticesinde verilen ret kararının
başvurucuların sahip oldukları ekonomik değerleri aleyhe etkileyerek, sonucu
itibariyle mülkiyet haklarını ihlal ettiğinin iddia edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucular tarafından mülkiyet haklarının ihlal edildiği
hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine
ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (§2-29)
başvurucuların delillerinin ve iddialarının adil yargılanma hakkı çerçevesinde
derece mahkemelerince ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi tutularak karar
verildiği tespit edilmiş olmakla, mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
61. Başvurucuların Anayasa’nın
40. maddesine yönelik iddialarının ise, başvurunun makul sürede yargılanma
hakkı açısından değerlendirilerek, somut başvuru açısından bu hakkın ihlal
edildiği tespit edilmiş olmakla, ayrıca değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
62. Başvurucular, uyuşmazlık
hakkında yeniden yargılama yapılmasını, yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaması halinde ise faiziyle birlikte, Dikili İcra Müdürlüğünün
2007/439 sayılı dosyası kapsamında tahsil edilen 500.000,00 TL’nin tazminine
hükmedilmesini talep etmişlerdir.
63. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.
64. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvurucular tarafından
uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talep edilmiş
olup, tespit edilen ihlal açısından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların yeniden yargılama yapılması
hususundaki taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
66. Başvurucular tarafından
maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle
iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucular tarafından
yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.838,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında adil
yargılanma haklarının ve Anayasa’nın 38., 41. ve 48.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurucuların makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği
yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuların yargılamanın yenilenmesi ve maddi tazminata
ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucular tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
4/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.