TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MESUT DEĞER BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7541)
Karar Tarihi: 18/6/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Zehra Ayla PERKTAŞ
Burhan ÜSTÜN
Erdal TERCAN
Zühtü ARSLAN
Raportör
Murat AZAKLI
Başvurucu
Mesut DEĞER
Vekili
Av. Ayşe Gülnur MİNİCAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, 31/12/2007 tarihinde Ankara 15. İş Mahkemesinde aleyhine açılan tazminat ve alacak davasının kabulüne karar verildiğini, davacı aleyhine açtığı karşı davanın ise reddedildiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 11/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölümün 12/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 14/2/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili 6/3/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesi sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. A.Z., 31/12/2007 tarihinde başvurucu aleyhine Ankara 15. İş Mahkemesinde açtığı davada, 1/9/1993 tarihinden itibaren davalıya ait işyerinde çalıştığını, 15/12/2007 tarihinde iş akdinin haksız feshedildiğini ileri sürerek, ihbar tazminatı, kıdem tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti ve bayram tatili ücretinin tahsilini talep etmiştir.
8. Başvurucu cevap dilekçesi ile davanın reddini istemiş, aynı dilekçe ile karşı dava açarak, davacının işe gelmemesi üzerine iş akdinin haklı nedenle feshedildiğini ileri sürerek, ihbar tazminatının tahsilini talep etmiştir.
9. Mahkemece, 27/10/2010 tarih ve E.2007/1101, K.2010/283 sayılı kararla; “tarafların sundukları tüm deliller toplanarak, iş akdinin başvurucu tarafından feshedildiği ve bu feshin haklı nedene dayanmadığı gerekçesiyle başvurucunun açtığı karşı davanın reddine, davacının iş akdinin haksız olarak başvurucu tarafından feshedildiği, davacının ihbar ve kıdem tazminatına hak kazandığı, yıllık iznin kullandırıldığının veya sözleşmenin feshinden sonra yıllık izin ücretine dönüşen ücretin ödendiğinin başvurucu tarafından ispat edilemediği, fazla mesai ve çalışılan bayram tatili ücretlerinin ödendiğinin de başvurucu tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti ve yıllık izin ücretinin başvurucudan tahsiline” karar verilmiştir.
10. Temyiz üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 4/12/2012 tarih ve E.2010/27480, K.2012/40543 sayılı ilamıyla; dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, başvurucunun diğer temyiz itirazları reddedilmiş, Mahkemece davacının net 1.200,00 TL ücret aldığı kabul edilmiş ise de davacının, iddia ettiği bu ücretle çalıştığını ispat edemediği anlaşıldığından, davacının asgari ücret aldığı benimsenerek buna göre işçilik alacaklarının hesabı ile hüküm kurulması gerekirken, yanlış değerlendirme ile belirlenen ücrete göre hesaplanan alacakların hüküm altına alınması hatalı görülmüş ve bu nedenle hüküm bozulmuştur.
11. Mahkemece bozma kararına direnilerek, 14/5/2013 tarih ve E.2013/144, K.2013/361 sayılı kararla; davacının 14 yıldan beri çalıştığı işyerinde usta olarak çalışmadığının kabul edilemeyeceği, bu konumdaki kişinin asgari ücretle çalıştığını kabul etmenin hakkaniyete ve hayatın olağan akışına uygun olmayacağı, davacı tanıklarının beyanları da dikkate alındığında davacının, aylık 1.200,00 TL net ücretle çalıştığı gerekçesiyle, başvurucunun karşı davasının reddine, davacının açtığı davanın kısmen kabulüne, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti ve ulusal bayram genel tatil ücretinin başvurucudan tahsiline karar verilmiştir.
12. Temyiz üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 1/7/2013 tarih ve E.2013/6427, K.2013/19991 sayılı kararıyla; davacının kıdemine ve mesleğine göre asgari ücretle çalışmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, bu nedenle direnmenin doğru olduğu, yerel mahkemece bu hususun düzeltildiği anlaşıldığından, dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan davalı-karşı davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun geçici 2. maddesi uyarınca onanmasına karar verilmiştir.
13. Karar, 19/9/2013 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir.
B. İlgili Hukuk
14. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
15. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.”
16. 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.”
17. 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.”
18. 5521 sayılı Kanun’un 15. maddesi şöyledir:
I. “Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.”
19. 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un 40. maddesi ile 5521 sayılı Kanun’a eklenen geçici 2. madde şöyledir:
I. “Bölge adliye mahkemelerinin, 5235 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, Yargıtayın bozma kararlarına karşı verilen direnme kararının temyizi halinde dava dosyası, önce kararı veren daireye gönderilir. Direnme kararları daireler tarafından öncelikle incelenir. Kararı veren daire, direnmeyi yerinde görürse kararı düzeltir; yerinde görmezse talebi on gün içinde Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna iletir.”
20. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı” kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
“Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:
…
II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
g) İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç işgünü işine devam etmemesi.
İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/10/2013 tarih ve 2013/7541 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, 31/12/2007 tarihinde Ankara 15. İş Mahkemesinde aleyhine açılan davanın kısmen kabulüne karar verildiğini, açtığı karşı davanın ise reddedildiğini, kararın Yargıtay tarafından onandığını, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının dosya içeriğine aykırı ve yetersiz olduğunu, Mahkemece verilen direnme kararında da ilk karardaki gerekçenin tekrarlandığını, direnme kararının temyizi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yetersiz gerekçe ile hükmün onandığını, davanın makul süre içinde sonuçlanmadığını, 6 yıla yakın yargılama nedeniyle faiz ödemek zorunda kaldığını, lehine olan tanık beyanlarına ve delillere rağmen işçi lehine karar verildiğini, delil listesinde bildirdiği diğer tanıklarının da dinlenmediğini, sadece davacının tanık beyanları ve delillerine dayalı olarak hüküm kurulduğunu, işyerinde çalışmayan davacı tanığının beyanına itibar edildiğini, işçi ile işveren arasında eşitsizlik yaratıldığını ve Anayasa'nın 10. maddesine aykırı hareket edildiğini, bilirkişi raporu doğrultusunda hüküm kurulduğunu, rapora itirazı üzerine alınan ek bilirkişi raporuna itirazının dikkate alınmadığını, davacı kendisi işten ayrıldığı halde, ücret ve tazminat ödemek zorunda kaldığını, asgari ücret üzerinden ödeme yapıldığı halde Mahkemece bu miktarın üzerinde maaş verildiği gerekçesiyle daha yüksek ücret alacağı ve tazminata hükmedildiğini, ücret miktarının tespitinde sadece davacı tanıklarının beyanlarına itibar edildiğini, iş akdinin davacı (işçi) tarafından feshedildiğini, dolayısıyla iş akdini fesheden işçinin ihbar tazminatına hak kazanamayacağını, davacının fazla mesai yaptığının ispatlanamadığını, Yargıtay içtihatlarına aykırı karar verildiğini, ayrıca Mahkemece verilen direnme kararı üzerine dosyanın Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesi gerektiği halde 5521 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi gereği Daire tarafından inceleme yapıldığını belirterek, eşitlik ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama yapılmasını ve tazminat ödenmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
23. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, yargılama sırasında hukuk kurallarının yanlış yorumlanması, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve kararın adil olmaması nedeniyle eşitlik ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Anılan ihlal iddiaları, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ile Mahkemece verilen kararın adil olup olmamasına ilişkin olduğundan, bu iddialar yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun, gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiaları ise ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası Yönünden
24. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
25. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
26. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
27. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
28. Somut olayda başvurucu, Ankara 15. İş Mahkemesinde aleyhine açılan davanın kısmen kabulüne karar verildiğini, aynı davada açtığı karşı davanın ise reddedildiğini, Mahkemece, lehine olan tanık beyanlarına ve delillere rağmen işçi lehine karar verildiğini, delil listesinde bildirdiği diğer tanıklarının da dinlenmediğini, sadece davacının tanık beyanları ve delillerine dayalı olarak hüküm kurulduğunu, işyerinde çalışmayan davacı tanığının beyanına itibar edildiğini, işçi ile işveren arasında eşitsizlik yaratıldığını, bilirkişi raporu doğrultusunda hüküm kurulduğunu, rapora itirazı üzerine alınan ek bilirkişi raporuna itirazının dikkate alınmadığını, davacı, kendisi işten ayrıldığı halde, ücret ve tazminat ödemek zorunda kaldığını, asgari ücret üzerinden ödeme yapıldığı halde Mahkemece bu miktarın üzerinde maaş verildiği gerekçesiyle daha yüksek ücret alacağı ve tazminata hükmedildiğini, ücret miktarının tespitinde sadece davacı tanıklarının beyanlarına itibar edildiğini, iş akdinin davacı (işçi) tarafından feshedildiğini, dolayısıyla iş akdini fesheden işçinin ihbar tazminatına hak kazanamayacağını, davacının fazla mesai yaptığının ispatlanamadığını, Yargıtay içtihatlarına aykırı karar verildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Mahkemece davanın tensip zaptının düzenlenmesinden sonra, taraflara delillerini ve tanıklarını bildirmeleri için süre verilmiş, davacının bildirdiği iki tanık, başvurucunun bildirdiği iki tanık ile davacı hakkında tutulan tutanakta imzası bulunan tanık dinlenmiştir. Delilerin toplanmasından sonra bilirkişi raporu alınmış, başvurucunun rapora itiraz etmesi üzerine, itiraz ettiği hususlara ilişkin olarak ek rapor alınmıştır. Başvurucu vekili ek rapora da itiraz etmiş, ancak Mahkemece, itiraz yerinde görülmediği için reddedilmiştir. Tarafların tüm delilleri, tanıkları ve bilirkişi rapor ve ek raporları dikkate alınarak, iş akdinin başvurucu tarafından haklı bir neden olmaksızın feshedildiği, aylık hesap pusulaları, ücret bordroları ve hizmet erbabı ücret tablolarındaki imzaların davacıya ait olmadığının bilirkişi raporu ile belirlendiği, emsal ücret araştırmaları ve tanıkların beyanlarına göre davacının 1.200,00 TL maaşla çalıştığı gerekçesiyle davanın kabulüne, başvurucunun açtığı karşı davanın ise reddine karar verilmiştir.
30. Mahkemece verilen ilk kararın Yargıtay 9. Hukuk Dairesince bozulması üzerine Mahkeme, ilk kararda direnilmesine karar vermiştir. Bu kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine, 6352 sayılı Kanun’un 40. maddesi ile 5521 sayılı Kanun’a eklenen geçici 2. madde gereği dosya önce bozma kararını veren Yargıtay 9. Hukuk Dairesine gönderilmiştir. Anılan Dairece, direnme kararının ve dolayısıyla Mahkemenin ilk kararında belirttiği hususların doğru olduğu kabul edilerek hüküm onanmıştır.
31. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün derece mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
32. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
33. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemesi kararının bariz bir takdir hatası içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden
34. Başvurucu, ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
35. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır(B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
37. Ancak derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber, ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması söz konusu ise, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir. Böyle bir durumda dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli olabilir(B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
38. Öte yandan, temyiz mercilerinin yargılamayı yapan mahkemenin kararına katılmaları halinde, bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararlarına yansıtmaları yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
39. Somut olayda başvurucu, ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarının dosya içeriğine aykırı ve yetersiz olduğunu, Mahkemece verilen ilk hükmün temyizi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesince diğer temyiz nedenlerinin gerekçesiz olarak reddedildiğini, Mahkemece verilen direnme kararında da ilk karardaki gerekçenin tekrarlandığını, direnme kararının temyizi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yetersiz gerekçe ile hükmün onandığını belirterek, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemece, gerek ilk kararda, gerekse direnme kararında tüm deliller ve tanıkların beyanları ile bilirkişi raporları değerlendirilerek davacının açtığı davanın kabulüne, başvurucunun açtığı karşı davanın ise reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 9-11). Yargıtay tarafından da ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararların gerekçelerine atıf yapılarak ve bu gerekçeler aynen kabul edilerek hüküm onanmıştır (bkz. §§ 8-10). Dolayısıyla ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
40. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı Yönünden
41. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
42. Başvurucu, 31/12/2007 tarihinde Ankara 15. İş Mahkemesinde aleyhine açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
43. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
44. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
45. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
46. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
47. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
48. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B.No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
49. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.
50. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, işçi alacaklarının ve tazminatlarının ödenmesi amacıyla açılan bir dava söz konusu olmakla, 5521 ve 6100 sayılı Kanunlarda yer verilen usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
51. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
52. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).
53. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §46).
54. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
55. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 31/12/2007 tarihidir.
56. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
57. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/132/7/2013, § 52).
58. İş mahkemelerinin görevi 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede, işçiyle işveren veya işveren vekili arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde çözümleneceği hüküm altına alınmıştır.
59. Bu şekilde kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır.
60. Adil yargılanma hakkı Devlete, uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yükler. İş akdinin haksız feshedildiği iddiasıyla açılan alacak ve tazminat davasında derhal bir yargı kararı verilmesinde, işçinin olduğu kadar işverenin de önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir.
61. 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinde olduğu gibi daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Dolayısıyla işçi alacaklarının ve tazminatlarının ödenmesi amacıyla açılan davalarda takip edilmesi gereken yargılama usulü,6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur.
62. Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un 316. maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 65).
63. Başvuru konusu olayda, 31/12/2007 tarihinde, Ankara 15. İş Mahkemesinde başvurucu aleyhine açılan davada, iş akdinin başvurucu (işveren) tarafından haksız nedenlerle feshedildiği iddia edilerek, tazminat ve alacakların tahsili talep edilmiştir. Başvurucu cevap dilekçesiyle birlikte açtığı karşı davasında, işçinin ihbarda bulunmadan işi bıraktığını belirterek ihbar tazminatı ödenmesini istemiştir.
64. Mahkemece tarafların delilleri toplanmış ve tanıkları dinlenmiştir. Aylık hesap pusulaları, ücret bordroları ve hizmet erbabı ücret tablolarındaki davacıya ait olduğu iddia edilen imzalar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve bu imzaların davacıya ait olmadığı tespit edilmiştir. Mahkemece, imza inceleme raporunun gelmesinden sonra alacak ve tazminatların hesaplanması için bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiş, anılan rapora başvurucunun itiraz etmesi üzerine ek rapor alınmıştır. Ek rapora başvurucunun itirazı reddedilerek 27/10/2010 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
65. Kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesince 4/12/2012 tarihinde hüküm bozulmuştur. Mahkeme, iki duruşma yaparak 14/5/2013 tarihinde ilk kararda direnilmesine karar vermiştir. Direnme kararının başvurucu tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesince 1/7/2013 tarihinde hüküm onanmış, karar düzeltme yolu kapalı olduğu için anılan tarihte karar kesinleşmiştir.
66. Yargılamanın başından itibaren Mahkemece yaklaşık iki ay aralıklarla duruşmalar yapıldığı, bu sürede başvurucunun mazereti nedeniyle ertelenen duruşmanın olmadığı anlaşılmıştır.
67. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu iş akdinin haksız feshinden kaynaklandığı ileri sürülen tazminat ve alacakların ödenmesi amacıyla açılan dava; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
68. Başvurunun konusu olan tazminat ve alacak davasında yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesince yürütülen yargılama ve temyiz süreçleriyle beraber, yargılamanın yaklaşık altı yıllık bir süreçte tamamlandığı görülmektedir. İşçi alacağı ve iş hukukuna dayalı tazminat davalarının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında, bu sürenin makul olmadığı açıktır.
69. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
70. Başvurucu, aleyhine açılan alacak ve tazminat davasında uzun süren yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespitini, 70.000,00 TL maddi ve manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir.
71. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.”
72. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık altı yıl sonra sonuçlanan yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya 5.400,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
73. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
74. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1. Yargılamanın sonucuna ilişkin adil yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkına yönelik ihlal iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 5.400,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
18/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.