Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ahmet Alkan [1.B.], B. No: 2013/8172, 18/6/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET ALKAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/8172)

 

Karar Tarihi: 18/6/2014

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Murat AZAKLI

Başvurucu

:

Ahmet ALKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, murisi tarafından 19/12/2002 tarihinde Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescil davasının reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 31/10/2013 tarihinde Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 23/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölümün 9/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığınca, 7/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucunun murisi, 19/12/2002 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, Doğubayazıt ilçesi Çiftepınar mahallesi 198 ada 28 parsel numaralı taşınmazın 40-50 yıldan beri zilyedi olduğunu, kadastro çalışmaları sırasında taşınmazın Maliye Hazinesi adına tescil edildiğini ileri sürerek, tescilin iptali ile adına tescilini talep etmiştir.

8. Yargılama sırasında davacının vefatı üzerine, mirasçıları olarak başvurucu ile müşterekleri davaya devam etmişlerdir.

9. Mahkemece 16/3/2011 tarih ve E.2002/334, K.2011/144 sayılı kararla, “dava konusu parselin muris Maruf Alkan’a ait iken sağlığında çocukları arasında yapılan taksim neticesinde davacıların murisi Salih Alkan’a kaldığı, Salih Alkan’ın gözlerinin görmemesi ve diğer sağlık sorunlarının bulunması sebebiyle taşınmazın Salih Alkan’ın nam ve hesabına, kardeşi F.A. tarafından kullanıldığı, bu sebeple kadastro tespitinde de sanki taşınmaz gerçekte F.A.’ya aitmiş gibi değerlendirilerek anılan kişinin 100 dönümlük zilyetlik hakkının dolması nedeniyle Hazine adına tescil edildiği, keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve tanık anlatımlarına göre taşınmazın 40 yılı aşkın bir süreden beri davacıların murisinin zilyetliğinde bulunduğu, Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde öngörülen 20 yıllık sürenin dolduğu” gerekçesiyle davanın kabulüne, 198 ada 28 parsel numaralı taşınmazın tapu kaydının iptaline ve Salih Alkan mirasçıları adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.

10. Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 9/2/2012 tarih ve E.2011/3703, K.2012/664 sayılı ilamıyla, “198 ada 28 sayılı parselin esasen muris Maruf Alkan’a ait olduğu, aynı ada 7 sayılı parsele revizyon gören tapu kaydının sabit sınırlı bulunmaması nedeniyle miktar fazlasının 28 sayılı parsel adı altında taşlık niteliğiyle Hazine adına yazıldığı, muris Maruf Alkan’ın oğlu F.A. tarafından 23.11.1970 tarihli harici satış senedine dayalı olarak kadastro tespitine itiraz davasını açtığı, yukarıda da açıklandığı biçimde Maruf’a 198 ada 29 sayılı parsel ile 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. maddesinin öngördüğü koşullar gereğince belgesizden 100 dönüm kuru tarım arazisini alması nedeniyle ve bundan daha fazla da alamayacağı gözetilerek kadastro mahkemesince davanın reddine karar verildiği ve kesinleştiği anlaşılmaktadır. F.A.’nın bu yeri açıklandığı biçimde kazanmayı sağlayan zilyetliğe dayalı olarak alma olanağının bulunmaması nedeniyle bu sefer eldeki dosyanın davacısı Salih Alkan tarafından aynı yerle ilgili olarak kazanmayı sağlayan zilyetlik ve bağış hukuksal sebebine dayalı olarak iptal ve tescil isteğinde bulunduğu görülmektedir. Taşınmaz 23.11.1970 tarihli harici satış senediyle muris Maruf tarafından oğlu F.A.’ya satılmış ise sağlığında bu yeri ayrıca Salih’e bağışladığının kabulüne olanak bulunmadığından bu yöndeki tanık beyanlarına değer verme olanağı da yoktur. F., 198 ada 29 sayılı parsel ile 100 dönümlük yer almış bulunduğundan, 198 ada 28 parsel numaralı taşınmazı alamayacağı anlaşılınca bu sefer de davacıların murisi Salih tarafından söz konusu davanın açıldığı hususunda bir duraksamanın bulunmadığı da bir gerçektir. Davacı Salih’in bu yöndeki davranışı hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup TMK.’nın 2. maddesine aykırı düşer. Dava konusu parselin toplam miktarı 138 hektar, 9718,75 (1389718,75) m2 büyüklüğünde bir yerdir. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde aynı kadastro çalışma alanı içinde bir kişinin belgesizden edinebileceği taşınmaz miktarı sulu toprakta kırk, kuru toprakta ise yüz dönüm olduğu halde, bu miktarın üzerinde davanın (1389.718,75 m2’nin) kabulüne karar verilmesi de anılan madde hükmüne aykırı bulunmaktadır. Şu halde, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, dosyaların kapsamlarıyla örtüşmeyen bir gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiş bulunması doğru değildir” gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.

11. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 4/10/2012 tarih ve E.2012/4494, K.2012/8504 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

12. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda 26/12/2012 tarih ve E.2012/403, K.2012/468 sayılı kararla; Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin bozma kararı ve tüm dosya kapsamına göre davanın reddine karar verilmiştir.

13. Temyiz üzerine, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 11/4/2013 tarih ve E.2013/2744, K.2013/3593 sayılı ilamıyla; dosya içeriğine ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına göre, yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün onanmasına karar verilmiştir.

14. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 23/9/2013 tarih ve E.2013/8321, K.2013/8676 sayılı ilamıyla; dosya içeriğine, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereği reddedilmiştir.

15. Karar, 11/10/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu, 31/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

17. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

18. 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti” kenar başlıklı 14. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”

19. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 715. maddesi şöyledir:

“Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.

Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz.

Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tabidir.”

20. 4721 sayılı Kanun’un 716. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukuki sebebe dayanarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek hususunda kişisel hakka sahip olan kimse, malikin kaçınması halinde hakimden, mülkiyetin hükmen geçirilmesini isteyebilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 31/10/2013 tarih ve 2013/8172 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu, uzun süredir zilyedi olduğu taşınmazın kadastro çalışması sırasında Maliye Hazinesi adına tescil edildiğini, murisi tarafından 19/12/2002 tarihinde açılan tapu iptali ve tescil davasında yapılan yargılama sonunda 16/3/2011 tarihinde davanın kabulüne karar verildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince hükmün bozulduğunu, Mahkemece direnme kararı verilmesi gerekirken bozma kararına uyulduğunu ve davanın reddedildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 16. Hukuk Dairesince hukuki durumun yeterince incelenmediğini, kararların yetersiz gerekçelere dayalı olduğunu, taşınmazın dedelerinden kaldığını, ancak davacı olan babasının gözlerinin görmemesi nedeniyle amcası F.A.’nın dedesinden kendisine düşen taşınmazı adına tespit ettirdiğini, amcasının dava konusu yerde herhangi bir hakkının bulunmadığını, amcası F.A.’nın kötü niyeti nedeniyle haklarını alamadıklarını, F. A. tarafından açılan davalar sonucunda verilen kararların kendileri açısından bağlayıcı olmayacağını, adil olmayan gerekçelerle davanın reddedildiğini, benzer davalarda farklı kararlar verildiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile kanun önünde eşitlik ilkesini ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

23. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, murisi tarafından Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın reddine karar verilmesinin mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Anılan ihlal iddiaları, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ile Mahkemece verilen kararın adil olup olmamasına ilişkin olduğundan, bu iddialar yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun, gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiaları ise ayrıca incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası Yönünden

24. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

25. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

26. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

27. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

28. Başvuru konusu olayda başvurucu, murisi tarafından Maliye Hazinesi aleyhine Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonunda verilen, davanın kabulüne dair kararın temyizi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesince hükmün bozulduğunu, Mahkemece direnme kararı verilmesi gerekirken bozma kararına uyulmasına karar verildiğini ve davanın reddedildiğini, taşınmazın dedelerinden kaldığını, ancak davacı olan babasının gözlerinin görmemesi nedeniyle amcasının taşınmazı kendi adına tespit ettirdiğini, halbuki amcasının dava konusu yerde herhangi bir hakkının bulunmadığını, adil olmayan gerekçelerle davanın reddedildiğini, benzer davalarda farklı kararlar verildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

29. Başvurucunun murisi tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasında Mahkemece 16/3/2011 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalının temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 9/2/2012 tarihli ilamıyla, başvurucunun murisinin kardeşi ile olan ilişkisi, aynı taşınmaza yönelik olarak murisin kardeşi tarafından açılan ve reddedilen dava dosyası, başvurucunun murisi ile murisin kardeşinin dayandıkları tapu kayıtları ve taşınmazın büyüklüğü dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş ve hüküm bozulmuştur.

30. Karar düzeltme isteminin aynı Daire tarafından reddedilmesi üzerine Mahkemece dava dosyası yeniden esasa kaydedilmiş ve Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyularak, bu gerekçeler doğrultusunda davanın reddine karar verilmiştir.

31. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

32. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

33. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemesi kararının bariz takdir hatası içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden

34. Başvurucu, ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.

35. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”

36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).

37. Derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması halinde, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir. Böyle bir durumda dahi ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli olabilir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).

38. Öte yandan, temyiz mercilerinin yargılamayı yapan mahkemenin kararına katılmaları halinde, bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararlarına yansıtmaları yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).

39. Somut olayda Mahkemece, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin bozma ilamında belirtilen hususlar ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 12). Yargıtay tarafından da Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerek hüküm onanmış ve karar düzeltme istemi reddedilmiştir (bkz. § §13, 14). Dolayısıyla ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.

40. Açıklanan nedenlerle; gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası Yönünden

41. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

42. Başvurucu, murisi tarafından 19/12/2002 tarihinde Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescil davasına ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

43. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

44. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

45. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

46. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

47. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

48. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.

49. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, kadastro tespiti sırasında Maliye Hazinesi adına tespit ve tapuya tescil edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile başvurucunun murisi adına tescili istemine ilişkin davada, 6100 sayılı Kanun’larda yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).

50. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde gözardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).

51. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§41-45).

52. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

53. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

54. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 19/12/2002 tarihidir.

55. Başvuruya konu dava, başvurucunun miras bırakanından intikalle takip etmekte olduğu bir uyuşmazlık olup, bu yönüyle makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak sürenin başlangıç anı, mirasçının yargılamaya katıldığı an değil, somut olayda muris açısından değerlendirmeye esas alınan sürenin başlangıç anıdır (B. No: 2013/1115, 5/12/2013, § 51).

56. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

57. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).

58. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusu, Doğubayazıt ilçesinde yapılan kadastro çalışması sırasında Maliye Hazinesi adına tespit ve tapuya tescil edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile başvurucunun murisi adına tapuya tescili istemine ilişkin olduğu, Mahkemece 19/12/2002 havale tarihli dilekçe ile yargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip zaptının tanzimi sonrasında, yargılama sürecinde birçok duruşma yapıldığı ve belirtilen celseler arasında genellikle iki aylık sürelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

59. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, Mahkemece ilk duruşmada tarafların delillerinin toplanmasına karar verildiği, Tapu Sicil Müdürlüğünden tapu kayıtlarının tüm tedavülleriyle beraber talep edildiği, Doğubayazıt Kadastro Mahkemesinin 1990/84 esas sayılı dava dosyasının incelendiği, tüm delillerin toplanmasından sonra 11/5/2004 tarihli duruşmada keşif yapılmasına karar verildiği, keşfin ancak 24/12/2010 tarihinde gerçekleştirilebildiği belirlenmiştir. Yargılama sürecinde Mahkemece birçok defa dosyanın incelemeye alındığı ve bu sebeple duruşmaların ertelendiği anlaşılmaktadır.

60. Keşif ara kararlarının müracaat yokluğu, hava şartları, bilirkişi temin edilememesi gibi nedenlerle yerine getirilmediği ve bu uygulamanın davada yer alan taraf sayısı da nazara alındığında yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda verilen bir kısım keşif ara kararlarından dönülerek tekrar delil toplandığı, yeniden mahalli bilirkişi isim listesi oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir.

61. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın gerek taşınmazın büyüklüğü gerekse keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde yazılı yargılama usulünde tatbiki gereken yargılamayı hızlandırıcı niteliğe sahip özel usul hükümlerine riayet edilmediği ve verilen ara kararların birçoğunda yapılması gereken işlemlerin uzun sürelerle, müracaat yokluğu ve masraf ikmal edilmemesi gibi nedenlerle yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.

62. Yargılama sırasında 4/10/2006 tarihinde başvurucunun murisinin vefat ettiği, murisin eşi ve çocuklarının, mirasçı olarak yargılamaya devam ettikleri anlaşılmıştır.

63. Mahkemece, keşfin yapılmasından ve bilirkişi raporlarının alınmasından sonra, 16/3/2011 tarihinde davanın kabulüne ve taşınmazın mirasçılar adlarına hisseleri oranında tapuya tesciline karar verilmiştir. Davalının temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 9/2/2012 tarihli ilamıyla hüküm bozulmuştur. Karar düzeltme isteminin aynı daire tarafından 4/10/2012 tarihinde reddedilmesi üzerine, Mahkemece bozma kararına uyularak ilk duruşma tarihi olan 26/12/2012 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 11/4/2013 tarihli ilamıyla hüküm onanmış, karar düzeltme isteminin reddedildiği 23/9/2013 tarihinde, hüküm kesinleşmiştir.

64. Yargılama sürecinde başvurucu vekili tarafından farklı duruşmalarda mazeret dilekçeleri verildiği anlaşılmışsa da bu duruşmaların bir kısmında da farklı ara kararların beklenmesine karar verildiği için yargılamanın uzamasına sebep olunmadığı, üç duruşmada başvuru vekilinin mazereti nedeniyle duruşmanın ertelendiği belirlenmiştir. Yine Mahkemece keşif kararı verilmesinden sonra keşif yapılamadığı ve yargılama sürecinde mahalli bilirkişi isim listesinin belirlenmesi için Kaymakamlık makamına müzekkere yazılmasına karar verildiği ve masrafın başvurucu vekilinden alınmasına hükmedildiği, masraf yatırılmadığı için müzekkere yazılmadığı, ancak aynı duruşmaların bir kısmında keşif kararı da verildiği anlaşılmıştır. Mahalli bilirkişilerin tespiti amacıyla müzekkere yazılmasına karar verildiği ve başvurucu tarafından masraf yatırılmadığı halde, Mahkemece usul hükümlerinin uygulanmadığı ve başvurucuya kesin süre verilmediği belirlenmiştir.

65. Yargılama sürecinde davanın taraflarının yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, taraf vekillerince muhtelif celselerde mazeret dilekçeleri sunulduğu görülmekle birlikte, yargılamada uyulması gereken özel usul hükümleri dikkate alındığında, başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilememiştir.

66. Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık bir niteliğe sahip olduğunu göstermekle birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında yaklaşık on bir yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

67. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

68. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasını veya uygun bir tazminata karar verilmesini talep etmiştir.

69. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

70. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde de bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

71. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on bir yıllık yargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında ve yargılamayı diğer mirasçılarla birlikte murisinden intikalle takip etmekte olduğu dikkate alınarak, başvurucuya takdiren 1.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

72. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Başvurucuya 1.000,00 TL tazminat ödenmesine,

C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

18/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Ahmet Alkan [1.B.], B. No: 2013/8172, 18/6/2014, § …)
   
Başvuru Adı AHMET ALKAN
Başvuru No 2013/8172
Başvuru Tarihi 31/10/2013
Karar Tarihi 18/6/2014

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, murisi tarafından 19/12/2002 tarihinde Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescil davasının reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) İhlal Manevi tazminat
Gerekçeli karar hakkı (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kanun yolu şikâyeti (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 30
3402 Kadastro Kanunu 14
4721 Türk Medeni Kanunu 715
716
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi