TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NESRİN KILIÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/772)
|
|
Karar Tarihi: 7/11/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Nesrin KILIÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Serkan AKDEMİRCİ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine iş
mahkemesinde açtığı feshe itiraz davasının, 4857 sayılı İş Kanunu’nda
belirtilen üç aylık süreye rağmen yaklaşık 40 aylık makul olmayan bir sürede
tamamlandığı ve davayla ilgili kesin kararın kendi içinde çelişik olduğu
gerekçesiyle hak arama hürriyeti ile çalışma ve sözleşme hürriyetinin ihlal
edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğramış olduğu maddi ve manevi
zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 11/1/2013 tarihinde Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 22/4/2013 tarihinde,
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından
yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 20/5/2013 tarihli ara kararı gereğince
başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 28. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 19/7/2013
tarihli görüş yazısı 23/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
Başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını 15/8/2013 tarihli
dilekçesiyle Anayasa Mahkemesine gönderilmek üzere Aksaray Ağır Ceza
Mahkemesine on beş günlük yasal süresinden sonra ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Şekerbank T.A.Ş.’nin Aksaray
Şubesinde, 1/8/2006 tarihinden itibaren işçi statüsünde operasyon yöneticisi
unvanıyla çalışan başvurucunun işveren banka teftiş kurulu tarafından 25/3/2009
tarihinde düzenlenen teftiş raporuyla mudilerin haberi olmaksızın hesaplarında
tediye ve tahsil işlemleri yapıldığı halde gerekli kontrolleri yapmadığı,
otorizasyon şifresini diğer kullanıcılarla paylaştığı, ayrıca şubenin güvenlik
görevlisi R. G.’nin müşterilere borç para temin
ederek maddi menfaat sağladığını ve gişe yetkilisi M. Ö.’nün
ise müşteri hesaplarını kullandığını bildiği halde gerekli bildirimleri
yapmadığı ve durumu gizlediği tespit edilmiş; ardından banka disiplin kurulunun
27/3/2009 tarihli kararına istinaden Beşiktaş 11. Noterliğince düzenlenen
3/4/2009 tarih ve 31857 sayılı ihbarnameyle ihbar öneli ve kıdem tazminatı
ödenmeksizin iş akdi feshedilmiştir.
8. Başvurucu, iş akdinin feshinin haklı veya geçerli bir
sebebe dayanmadığı gerekçesiyle, Aksaray İş Mahkemesinde 6/5/2009 tarihinde
feshin geçersizliği iddiasıyla feshe itiraz /işe iade davası açmıştır.
9. Mahkeme, 8/5/2009 tarihli müzekkereyle başvurucunun özlük
dosyasıyla birlikte iş akdi feshine ilişkin evrakı, banka personel
yönetmeliğini ve toplu iş sözleşmelerini davalıdan istemiştir.
10. Davalı vekili, 8/6/2009 tarihli dilekçesiyle, Mahkemeden
işin esasına girilmesi durumunda başvurucunun iş akdi haklı nedenle
feshedildiğinden davanın reddedilmesini talep etmiştir. Başvurucu vekili ise
26/6/2009 tarihli dilekçesiyle Mahkemeye tanık listesi sunmuş ve delillerin
toplanmasını Mahkemeden talep etmiştir.
11. 14/7/2009 ve 18/8/2009 tarihli duruşmalarda, Mahkeme,
tanıkları dinlemiş, 15/7/2009 tarihinde ise noterden ihbarnamenin tebliğ tarihi
hakkında bilgi istemiştir.
12. 17/7/2009 tarihinde davalı Banka vekili, başvurucunun
cevaplarına karşı beyanlarını Mahkemeye sunmuş ve haklı nedenle fesih iddiasını
tekrarlamıştır.
13. Aksaray İş Mahkemesi, 19/11/2009 tarihli duruşmada
bilirkişi raporu alınmasına karar vermiş ve 14/1/2010 tarihinde resen
belirlediği üç kişilik bir bilirkişi heyetinden bilirkişi raporu hazırlanması
talebiyle dosyayı Ankara Nöbetçi İş mahkemesine göndermiştir. Dosyanın geldiği
Ankara 2. İş Mahkemesi, 25/1/2010 tarihinde bilirkişilere bir ay süre vererek
raporlarını hazırlamalarını istemiştir.
14. Mahkeme, resen görevlendirdiği bankacı bilirkişiye
ulaşılamaması nedeniyle 10/6/2010 tarihinde, Ankara 2. İş Mahkemesinden
kendisinin belirleyeceği bir bankacı bilirkişiden rapor almasını istemiştir.
15. Ankara 2. İş Mahkemesi, 14/6/2010 tarihinde ulaşılamayan
bilirkişi yerine yeni bir bilirkişi tayin ederek yeni bilirkişi heyetinden bir
aylık sürede raporlarını hazırlamalarını istemiştir.
16. Bilirkişiler, başvurucunun ağır kınama cezasıyla
cezalandırılması gerektiği kanaatine ulaştıkları 18/6/2010 tarihli raporlarını
Ankara 2. İş Mahkemesine teslim etmişlerdir.
17. Aksaray İş Mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde,
davacının kusurunun işten çıkarma cezasını gerektiren boyuta ulaşmadığı,
dolayısıyla fesih için haklı veya geçerli bir sebebin bulunmadığı gerekçesiyle
21/10/2010 tarih ve E.2009/133, K.2010/136 sayılı kararla davanın kabulüne
karar verilmiş ve feshin geçersizliği ile davacının işe iadesi yönünde hüküm
kurulmuştur.
18. İlk derece mahkemesinin kararı davalı işveren tarafından
temyiz edilmiştir. Temyiz edilen dava dosyası, önce Yargıtay 10. Hukuk
Dairesine gönderilmiştir. İnceleme konusu kararın işe iade isteğine ilişkin
olması dolayısıyla işbölümü esası gereği dosya,
Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 20/1/2011 tarih ve E.2011/324, K.2011/357 sayılı
kararıyla, Yargıtay 9. Hukuk Dairesine gönderilmiştir. Dosya, aynı şekilde
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından Yargıtay 22. Hukuk Dairesine
gönderilmiştir.
19. Başvurucunun iş akdi, müfettiş soruşturması sonucunda
feshedildiğinden, Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, soruşturmaya ait tüm bilgi ve
belgeler ile düzenlenen müfettiş raporunun incelenmesi gereği duyulmuş ancak
dosyada bu belgeler mevcut olmadığından 13/4/2012 tarih ve E.2011/14369,
K.2012/7340 sayılı kararla, gerekli belgelerin getirtilip dosyaya eklenmesi
için dosyanın mahalli mahkemesine geri çevrilmesine karar verilmiştir.
20. Mahkemenin 11/5/2012 tarihli talep müzekkeresi üzerine
müfettiş raporu 13/6/2012 tarihinde davacı vekili tarafından mahkemeye
sunulmuştur. Mahkeme eksikliği giderdikten sonra 21/6/2012 tarihinde dosyayı
tekrar Yargıtay 22. Hukuk Dairesine göndermiştir.
21. Eksiklikleri giderilen dava dosyası, Yargıtay 22. Hukuk
Dairesi tarafından tekrar ele alınmıştır. Yargıtay 22. Hukuk Dairesince yapılan
inceleme neticesinde, başvurucunun şube içinde kendisine bağlı personelin rutin
denetimlerini ve görevli olduğu diğer kontrolleri yapmadığı, kullanıcı
şifresinin başka personel tarafından kullanılmasına izin vererek yolsuzluk
yapılmasına elverişli ortam sağlanmasına sebep olduğu, bankacılık sektöründe
güven ve itibarın çok önemli olduğu, başvurucunun davranışlarının iş akışını bozucu
nitelikte olduğu ve artık iş ilişkisinin iyi niyetle sürdürülmesinin normal
ölçülerde beklenemeyeceği hususları belirtilerek başvurucunun davranışlarının
haklı nedenle fesih sebebi oluşturacak ağırlıkta olmadığı, fakat geçerli
nedenle fesih oluşturacak boyuta ulaştığı gerekçesiyle 12/10/2012 tarih ve
E.2012/17314, K.2012/22548 sayılı kararla yerel mahkeme kararı bozma suretiyle
ortadan kaldırılmış ve davanın reddine karar verilmiştir. Karar aynı tarihte
kesinleşmiştir.
B. İlgili Hukuk
22. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi”
kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve
düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür.”
23. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer
kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı
447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama
usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili
hükümleri uygulanır.”
24. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Fesih bildirimine itiraz ve usulü” kenar
başlıklı 20. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde
sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay
içinde kesin olarak karar verir.”
25. 4857 sayılı Kanun’un “Feshin
geçerli sebebe dayandırılması” kenar başlıklı 18. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran
işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş
sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya
da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe
dayanmak zorundadır.”
26. 4857 sayılı Kanun’un “İşverenin
haklı nedenle derhal fesih hakkı” kenar başlıklı 25. maddesi
şöyledir:
“Süresi belirli olsun veya olmasın işveren,
aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim
süresini beklemeksizin feshedebilir:
I- Sağlık sebepleri:
…
II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan
haller ve benzerleri:
…
e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye
kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi
doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.
…
h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri
kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.
ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması
yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı
olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve
maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba
uğratması.
III- Zorlayıcı sebepler:
…
İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen
sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri
çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 7/11/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 11/1/2013 tarih ve 2013/772 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu, iş akdinin işveren Şekerbank T.A.Ş. tarafından
feshedilmesi üzerine 6/5/2009 tarihinde Aksaray İş Mahkemesi nezdinde açtığı
işe iade davasının, 4857 sayılı Kanun’da bu davaların üç aylık süre içinde
kesin olarak karara bağlanması gerektiği belirtilmesine rağmen, 12/10/2012
tarihinde yaklaşık 40 aylık makul olmayan bir sürede kesin olarak
sonuçlandırıldığını ve davayla ilgili kesin kararın kendi içinde çelişik
olduğunu belirterek hak arama hürriyeti ile çalışma ve sözleşme hürriyetinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden
29. Başvurucu, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin gerekçeli
kararında kullanılan “Fesih haklı sebep
boyutuna ulaşmamış ise de geçerli nedenle feshedildiğinin kabulü gerekir.”
ifadelerinin kendi içinde çelişkili olduğunu belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Adalet Bakanlığı görüş yazısında gerekçeli karar hakkı
yönünden bir açıklamaya yer verilmemiştir.
31. Mahkeme kararının çelişkili olduğu iddiası, kararın
gerekçesinin doyurucu, ikna edici ve yeterli olmadığı şikâyeti olup, adil
yargılanma hakkının unsurlarından olan gerekçeli karar hakkı başlığı altında
incelenmesi gerekir.
32. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
33. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez
olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı,
iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu,
temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu
açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular
açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
34. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinde işverenin haklı
nedenle derhal fesih hakkı, 18. maddesinde ise feshin geçerli sebebe
dayandırılması düzenlenmiştir. Bu bağlamda, haklı nedenle fesih sebepleri,
geçerli nedenle fesih sebeplerinden daha ağır nitelikte olup tarafların
birbirlerine karşı duydukları güven ve sadakat duygularının bir daha
kurulamayacak şekilde temelinden çökmesi durumunu ifade eder. Kararda geçen ve
çelişkili olduğu iddia edilen söz konusu ifadeler, aradaki bu farka işaret
etmekte olup, başvurucunun davranışlarının haklı nedenle fesih oluşturacak
ağırlıkta olmamasına rağmen geçerli fesih sebebinin oluştuğunu ve feshin
geçerli olduğunu ifade etmek maksadıyla kullanıldığı anlaşılmış olduğundan
mahkeme kararında başvurucunun iddia ettiği gibi bir çelişkinin olmadığı ve
gerekçeli karar hakkına yönelik bir hak ihlalinin bulunmadığı açıktır.
35. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddianın yerinde olmadığı ve bir ihlalin bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurunun gerekçeli karar hakkı şikâyetinin diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti Yönünden
36. Başvurucu, İş Mahkemesi nezdinde açtığı işe iade
davasının, 4857 sayılı Kanun’da yer alan üç aylık sürenin çok üzerinde yaklaşık
40 aylık makul olmayan bir sürede kesin olarak sonuçlandırılması nedeniyle iş
arama ve sözleşme hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
37. Adalet Bakanlığı görüş yazısında çalışma ve sözleşme
hürriyetinin, Anayasa’nın 48. maddesinde düzenlendiğini, ancak AİHS’nde ve buna
ek protokollerde düzenlenmediğinden, Anayasa’nın 148. maddesinin (3) numaralı
fıkrası ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca
Anayasa Mahkemesi’nin konu bakımından yetkisi dışında olduğu yönünde beyanda
bulunulmuştur.
38. Başvurunun çalışma ve sözleşme hürriyetine yönelik
şikâyeti Anayasa Mahkemesi’nin konu bakımından yetkisi kapsamında
incelenecektir.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin (3) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir …”
40. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru
hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
41. Anayasa’nın 148. maddesinin (3) numaralı fıkrası ve 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış
olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf
olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle,
Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını
içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B.
No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
42. AİHS ve buna ek protokoller Sözleşme’ye
taraf olan devletlere çalışma hürriyetinin etkili bir biçimde hayata
geçirilmesini sağlama şeklinde bir yükümlülük öngörmemektedir. Ancak AİHM işe
iade ve işten haksız çıkartılma gibi bazı konularla ilgili şikâyetin Sözleşme’de korunan diğer hakları da ilgilendirmesi
durumunda, ilgili haklarla bağlantı kurarak bir inceleme yapabilmektedir (Bu
yöndeki AİHM kararları için bkz. Sidabras ve Dziautas/Litvanya,
B. No: 55480/00, 27/7/2004, § 46 ve 67; Dahlab/İsviçre, B. No: 42393/98, 15/2/2001).
43. Başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği ve
Anayasa’nın 48. maddesinde yer alan çalışma ve sözleşme hürriyeti, Anayasa’da
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olmakla beraber, AİHS ve
buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokollerden herhangi birinin kapsamına
girmemektedir. Başvurucunun çalışma ve sözleşme hürriyeti konusundaki şikâyeti,
Anayasa ve Sözleşmenin ortak koruma alanında olan bir başka hakla bağlantılı da
değildir.
44. Açıklanan nedenlerle, başvuru konusu çalışma ve sözleşme
hürriyetinin ihlal iddialarının Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanı dışında
kaldığı anlaşıldığından bu iddianın, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “konu bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı
Yönünden
45. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden İnceleme
46. Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine iş
mahkemesinde açtığı feshe itiraz davasının, İş Kanununda
belirtilen üç aylık süreye rağmen yaklaşık 40 aylık makul olmayan bir sürede
tamamlandığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
47. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, makul süreye ilişkin
değerlendirmede Anayasa Mahkemesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)
yaklaşımını benimseyerek yargılama sürecinin bütününü ele aldığını, AİHM’in ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine
ilişkin yerel mevzuatı nasıl yorumladığı ve uyguladığını denetlemediğini,
davanın başvurucu açısından taşıdığı önemi bir değerlendirme kriteri olarak ele
aldığını; somut başvuruda ilk derece mahkemesinin 18 ayda karar verdiğini,
tanık ifadeleri ile bilirkişi raporlarına başvurduğunu, başvurucu vekilinin iki
duruşmaya mazeret beyan ederek katılmadığını; tanık sayısının fazla olması,
bilirkişi raporunun beklenmesi ile başvurucu vekilinin iki duruşmaya
katılmamasının dava sürecini uzattığını, 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin
üçüncü fıkrasında zikredilen sürelerin düzenleyici nitelikte olduğunu ifade
ederek yargılama süresinin makul olup olmadığı incelenirken bu hususların göz
önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
48. Başvurucu vekili karşı beyan dilekçesinde, 4857 sayılı
Kanun’da geçen sürelerin düzenleyici değil, emredici süreler olduğunu, tanık
sayısı ve bilirkişi incelemesinin yargılamanın uzamasında mazeret olarak
değerlendirilmesinin hakkaniyete aykırı oluğunu, mazeret belirterek davaya
katılamadıkları iki duruşmanın da dava başladıktan altı ay sonraki süreçte,
yani davanın yasa gereği bitmesi gereken süreden sonra gerçekleştiğini, davanın
makul sürede tamamlanmadığının açık olduğunu beyan etmiştir.
49. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka
ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
50. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
51. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
52. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
53. Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın 36. maddesine dayanarak
inceleme yaptığı birçok kararında, AİHS’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorum yaparak Sözleşmenin lâfzî içeriğinde yer alan alt ilke ve
hakları adil yargılanma hakkı kapsamında kabul etmektedir (AYM, E.2011/43,
K.2012/10, 19/1/2012).
54. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
55. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara
ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru
konusu olayda iş akdi feshedilen başvurucunun feshin geçerli olmadığını ileri
sürerek açtığı bir iş uyuşmazlığı sorunu bulunmakta olup, bu sorunun çözümüne
yönelik olarak 4857 ve 6100 sayılı Kanunlarda yer verilen usul hükümlerine göre
yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan
bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
56. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunmasıdır. Hukuki uyuşmazlıkların çözüm sürecini uzatarak çoğu
zaman elde edilecek hükmün yararını ortadan kaldıran bir yargılama, adaletin
yerine getirilmesindeki etkililiğe ve güvenliğe zarar verecektir. Ancak, makul
sürede yargılanma hakkı bakımından uyuşmazlığa ilişkin yargılamanın kısa sürede
sonuçlandırılması kadar, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle yargılama süresinin makul
olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
57. Davanın koşulları ve karmaşıklığı, yargılamanın kaç
dereceli olduğu, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve
davranışlar, ilgili kamu makamlarının yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaati ile davanın
başvurucu açısından taşıdığı önem ve değer gibi hususlar bir davanın süresinin
makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken unsurlardır
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Frydlender/Fransa, B. No: 30979/96, 27/6/2000, § 43;
Kalachinikov/Rusya, B. No: 47095/099, 15/7/2002, §
125; Danespayeh/Türkiye, B. No: 21086/04, 16/7/2009, §
28).
58. Makul süre incelemesinde; yargılamaya intikal eden maddi
vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk
kurallarının karmaşık olması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki
tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli
haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı
makamları yanında dava süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet
organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden
kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması
hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki
korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın
niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar
verilmesi gerekmektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 42-46)
59. Adil yargılanma hakkı Devlete uyuşmazlıkların makul süre
içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma
ödevi yükler. İş akdinin işveren tarafından haksız yere feshedildiğini düşünen
bir çalışanın, bu işlemin hukuka uygunluğu hakkında derhal bir yargı kararı
verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Zira işten çıkarılmak
suretiyle geçim kaynağını kaybeden bir bireyin hukuki durumunun ivedilikle
açıklığa kavuşturulması gerekir. Bir bireyin geçim kaynağı olmaksızın hukuki
durumunun uzun süre belirsiz bırakılması halinde bu durumdan olumsuz
etkilenecektir. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda
yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Frydlender/Fransa, B. No: 30979/96, 27/6/2000, § 45;
Ruotolo/İtalya, B. No: 12460/86, 27/2/1992, § 17;
Çalık/Türkiye, B. No: 3675/07,
31/8/2010).
60. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu
niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin
dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun
uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını
amaçlamıştır. Özellikle işe iade davalarında yargılamanın uzaması her iki taraf
için de hukuki belirsizliğin devamına sebep olduğundan bu davaların ivedilikle
sonuçlandırılması ayrı bir öneme sahiptir. Bu durum iş sözleşmesi feshedilen fakat
bir an önce eski işine dönme beklentisi taşıyan ve bu yüzden yeni bir işe
başlamakta tereddüt eden işçi açısından önemli olduğu gibi, sözleşmesini
feshettiği işçi yerine yeni bir işçi istihdam ederek iş organizasyonunu
tamamlamak isteyen işveren açısından da önemlidir. Dolayısıyla iş sözleşmesinin
feshine ilişkin uyuşmazlıkların kısa sürede sonuçlandırılması hem çalışan hem
de işverenin yararınadır.
61. Kanun koyucu, feshe itiraz davalarının özel önemini
dikkate alarak diğer iş davalarına oranla daha hızlı bir şekilde karara
bağlanması için 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde özel hükümlere yer
vermiştir.4857 sayılı Kanun’un “Fesih
bildirimine itiraz ve usulü” kenar başlıklı 20. maddesine göre iş
güvencesi hükümlerine tabi işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, işveren
tarafından feshedilirse işçi, bu feshin geçerli nedene dayanmadığı iddiasıyla
feshin kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren 1 aylık hak düşürücü süre
içinde iş mahkemesinde feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade davası açabilmektedir.
Kanun koyucu, işe iade davalarının yukarıda bahsedilen özel önemine binaen 4857
sayılı Kanun’un 20. maddesi gereğince seri muhakeme usulüyle mahkemelerce iki
ay içinde; bu davaların temyiz incelemesinin de bir ay içinde sonuçlandırılması
yönünde düzenleme yapmıştır.
62. Taraflar için 4857 sayılı Kanun’da belirtilen süreler
kural olarak kesin ve hak düşürücü nitelikte olmasına rağmen, Kanun’un 20.
maddesinde mahkemeler için öngörülen süreler hak düşürücü nitelikte değildir.
İşe iade davalarının sonuçlandırılması için öngörülen iki aylık süre,
mahkemelere yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup, mahkemeler
bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların
geçerli olduğunda şüphe yoktur.
63. Nitekim AİHM de, işe iade
davalarının 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen yasal süre içerisinde
sonuçlandırılamaması nedeniyle Türkiye aleyhine yapılmış başvurularda,
Türkiye’nin bu tür bir kanunu kabul etmekle, iş hukukuna ilişkin
anlaşmazlıkları çözmek, özellikle işten çıkarma durumlarında iş hukuku
konusundaki çekişmelerin süresini kısaltmak amacıyla hızlandırılmış bir usul
düzenlemiş olduğunu saptamakta ve kanunun bu amacını vurgulamaktadır. AİHM,
ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl
yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetlemenin görevi olmadığını belirterek
başvuranların davasının “makul süre”
içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama
süresinin bütününü ele alarak, bu sürenin Sözleşme’nin 6. maddesinin 1.
fıkrasına uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır. AİHM bir yıl
beş ay süren bir işe iade davasıyla ilgili değerlendirmesinde, sözü edilen
davada ulusal mahkemelerin ihtilaf konusu olayla ilgili tutumunun özel bir
karmaşıklık göstermediğini, yargılamanın iki dereceli mahkeme önünde bir yıl
beş ay sürdüğünü, ulusal mahkemelerin bu süre zarfında, başvuranın iddialarına
ilişkin karar vermek için davanın esasını incelediğini ve tanık ifadeleri ile
bilirkişi raporları aldıklarını ifade ederek yargılama süresinin bütünü dikkate
alındığında ulusal mahkemeler nezdinde gecikme olmaması nedeniyle Sözleşme’nin
6. maddesinin 1. fıkrası bağlamında “makul
sürenin” aşılmadığı yönünde karar vermiştir (Çalık/Türkiye, B. No: 3675/07, 31/8/2010;
benzer bir karar için bkz. Dildirim/Türkiye, B. No: 42927/10, 12/3/2013).
64. Bunun yanında 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100
sayılı Kanun’un 447. maddesiyle 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde olduğu gibi
daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama
usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak
üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Bu durumda işe iade davalarında da
takip edilmesi gereken yargılama usulü 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur.
65. Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un 316.
maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda
uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa
bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile
sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür.
66. 6100 sayılı Kanun’un 317. maddesi ve devamı maddelerde
yer alan bu usulde davalar, mahkemeye sunulan dilekçe ile açılmakta ve
davalının, dava dilekçesinin kendisine tebliğinden itibaren 2 hafta içinde
cevap dilekçesini mahkemeye sunması gerekmektedir. Bu süre bir defaya mahsus
olmak üzere en fazla iki hafta uzatılabilmektedir. Basit yargılama usulünde
cevaba cevap ve ikinci cevap aşamaları bulunmamaktadır. Mahkemeler, 6100 sayılı
Kanun’un 320. maddesine göre mümkünse tarafları duruşmaya davet etmeden dosya
üzerinden karar verirler. Duruşmalı yargılamada aynı maddeye göre mahkemelerin,
tahkikatı ilk duruşma hariç, kural olarak iki duruşmada tamamlaması ve
duruşmalar arasındaki sürenin de bir aydan uzun olmaması gerekmektedir. Ancak
istisnai hallerde ikiden fazla duruşma yapılabileceği gibi, duruşma araları da
bir aydan fazla tutulabilmektedir.
67. 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesindeki sürelerin
düzenleyici nitelikte süreler olduğu, yapılması gereken duruşmalar ve duruşma
aralıkları, bilirkişi raporlarının beklenmesi, şahitlerin dinlenmesiyle
tebligat işlemleri göz önünde bulundurulduğunda, bu sürelerin aşılabileceği
görülmektedir. Bu nedenle öngörülen süreyi aşan her yargılamanın süresinin
makul olmadığı ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiği söylenemez. Bununla
birlikte işe iade davalarının başvurucu açısından taşıdığı değer ile davanın
kısa sürede bitirilmesindeki başvurucunun kişisel yararı göz önüne alındığında
bu davaların süre yönünden diğer davalarla aynı nitelikte olduğu da söylenemez.
68. Bu durumda somut başvuruda makul süre incelemesi
yapılırken işe iade davasının başvurucu için taşıdığı değer ve başvurucunun
kişisel yararı göz önünde bulundurularak yargılama sürecindeki gecikmelerin her
biri belirlenerek gecikmeye neden olan unsurlar ve bunların gecikmedeki
etkisinin tespiti ve bahsedilen makul süre kriterlerinin toplam etkisinin
değerlendirilmesi gerekmektedir.
69. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, somut
işe iade davasında başvurucunun mahkemeye dilekçeyle başvurarak dava sürecini
başlattığı tarihtir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın kesin olarak sona erme tarihidir.
70. Başvuru konusu olayda, iş akdi işveren tarafından
feshedilen başvurucunun 6/5/2009 tarihinde Aksaray İş Mahkemesi nezdinde açılan
feshe itiraz davasında Aksaray İş Mahkemesi, 17 buçuk ay gibi bir süre sonunda
21/10/2010 tarihinde davanın kabulüne karar vermiş, temyiz edilen karar
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından 12/10/2012 tarihinde bozularak ortadan
kaldırılmış ve kesin olarak reddedilmiştir. Bu durumda iki dereceli yargılama
sisteminde davanın 3 yıl 5 ay sürdüğü anlaşılmaktadır.
71. İlk derece Mahkemesinde 17 buçuk ay süren yargılama
sürecinde toplam 12 duruşma yapılmıştır. Dava tarihinden 24/9/2009 tarihine
kadar dört buçuk aylık sürede gerçekleştirdiği ilk beş duruşmada Mahkeme,
tarafların sundukları delil, tanık ve iddiaları dikkate alarak delillerin
tamamlatılması ile üç davacı tanığı ve üç davalı tanığının ifadelerinin
dinlenmesiyle meşgul olmuştur. Bu süreçte Mahkemenin duruşma aralığı bir ayın
altında gerçekleşmiştir.
72. Mahkeme 19/11/2009 tarihindeki duruşmada bilirkişi raporu
alınması için Ankara Nöbetçi İş Mahkemesine talimat yazılmasına karar vermişse
de bu talimat, bir sonraki 14/1/2010 tarihli duruşmada bilirkişilerin
isimlerinin tespitiyle yazılabilmiştir. Bahsedilen talimatın geç yazılması
davanın iki ay kadar uzamasına neden olmuştur. Ankara 2. İş Mahkemesi 25/1/2010
tarihinde yaptığı duruşmayla Aksaray İş Mahkemesinin 14/1/2010 tarihli
duruşmada resen belirlediği bilirkişilerden rapor talep etmiştir. Bilirkişi
heyetinden bankacı bilirkişiye ulaşılamaması nedeniyle 10/6/2010 tarihinde
bulunamayan bilirkişi yerine yenisi atanarak tekrar rapor talep edilmiştir.
Belirlenen bilirkişiye ulaşılamaması nedeniyle meydana gelen gecikme, yaklaşık
dört buçuk ay kadardır. Bilirkişi raporunun beklendiği süreçte gerçekleşen
10/6/2010 tarihinden önceki iki duruşmada raporun beklenmesi dışında bir karar
alınmamıştır. 18/6/2010 tarihli bilirkişi raporu Mahkemeye geldikten sonra
22/7/2010 tarihli duruşmada okunabilmiştir.
73. Adalet Bakanlığı görüşünde tanık sayısının çokluğundan
bahsedilmişse de başvurucu ve davalının Mahkemeye yargılamanın uzamasına
sebebiyet verecek derecede çok olarak değerlendirilemeyecek sayıda (üçer) tanık
sundukları, 14/7/2009 tarihli duruşmada başvurucunun tanıklarının, 18/8/2009
tarihli duruşmada ise davalı tanıklarının dinlendiği ve bu tarihte yani
yargılamanın başladığı tarihten üç buçuk ay sonra bilirkişi raporunun alınması
dışında dosya tekemmülünün gerçekleştiği, sonuç olarak tanık dinlemenin davanın
uzamasına esaslı bir etkisinin olmadığı anlaşılmıştır.
74. Başvurucu vekili, mazeret dilekçeleriyle 24/9/2009 ve
22/7/2010 tarihli iki duruşmaya katılmamıştır. Başvurucu vekilinin katılmadığı
24/9/2009 tarihli duruşma bilirkişi raporunun beklendiği sürece denk
geldiğinden herhangi bir gelişme olmamış ve bu duruşmaya katılmamanın davanın
uzamasına etkisi görülmemiştir. Başvurucu vekilinin katılmadığı 22/7/2010
tarihli duruşmaya ise davalı vekili de katılmadığından bilirkişi raporunun
geldiği görülerek okunmuş ve dosyasına konulmuştur. Bu durumda başvurucu
vekilinin katılmadığı ilk duruşma nedeniyle davanın uzamasına sebebiyet verdiği
söylenemez. Başvurucu vekilinin 22/7/2010 tarihli duruşmaya katılmamasının
davanın uzamasında belli bir rolü olmuş ise de bu duruşmaya davalı vekilinin
mazeretsiz olarak katılmadığının da göz önünde bulundurulması gerekir.
75. Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların
yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak,
yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli
imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu
bulunmaktadır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 59).
76. Başvuruya konu ilk derece mahkemesi önündeki davaya beş
farklı hâkimin nezaret ettiği görülmüştür. Hâkimlerin görevlerinin sık
aralıklarla değiştirilmesi nedeniyle farklı hâkimlerin aynı dosyayı tekrar ele
alarak incelemek zorunda kalmalarının davaların uzamasının yanı sıra yargının
iş yükünün artması üzerindeki olumsuz etkileri de göz önünde tutulmalıdır.
77. 17 buçuk ay süren ilk derece mahkemesi önündeki yargılama
boyunca yapılan duruşmaların ortalama bir buçuk ay gibi bir aralıkta
gerçekleştiği görülmekle birlikte bilirkişi talebi ve belirlenen bilirkişiye
ulaşılamaması nedeniyle altı buçuk aylık bir gecikmenin olduğu görülmektedir.
78. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, önce
Yargıtay 10. Hukuk Dairesine gelmiş ve aynı Dairenin 20/1/2011 tarih ve E.2011/324,
K.2011/357 sayılı kararıyla, Yargıtay 9. Hukuk Dairesine gönderilmiştir. Dosya,
aynı şekilde Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından Yargıtay 22. Hukuk Dairesine
gönderilmiştir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi ise başvurucunun işine son
verilmesine dayanak teşkil eden müfettiş raporunun tamamlatılması maksadıyla
dosyayı mahalli mahkemesine geri göndermiştir.
79. Başvurucunun temyiz başvurusu yaptığı 26/11/2010 tarihi
ile Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin eksikliklerin giderilmesi için dava
dosyasının mahalli mahkemesine geri çevrilmesine karar verdiği tarih olan
13/4/2012 tarihi arasında yaklaşık 16 buçuk ay gibi bir süre geçmiştir. Dosyada
eksikliğin tamamlanması için Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin dosyayı mahalli
mahkemesine gönderdiği tarih ile eksiklik tamamlatıldıktan sonra dosyanın
tekrar Yargıtay 22. Hukuk Dairesine gönderildiği 21/6/2012 tarihi arasında ise
yaklaşık iki ay geçmiştir. Dava dosyasının tamamlatılarak Yargıtay 22. Hukuk
Dairesine gönderildiği 21/6/2012 tarihiyle Dairenin esastan kesin kararı
verdiği 12/10/2012 tarihi arasında geçen süre yaklaşık dört aydır. Bir başka
ifadeyle dava dosyasının temyiz aşamasında Yargıtay’a sevki ve esastan
incelemesi için geçen süre yaklaşık dört aydır. Dosyanın Yargıtay daireleri
arasında gidip gelmesiyle geçen 16 buçuk ay süre ile dosyada eksikliğin
tamamlatılması için geçen iki aylık sürenin makul olarak değerlendirilmesi
mümkün değildir.
80. İlk derece mahkemeleri ile temyiz incelemesi yapan yüksek
mahkemelerin dava türlerine göre iş bölümü yapmaları yargıda uzmanlaşma
sağlayarak ve uyuşmazlıkların çözümünü hızlandırarak yargının etkinliğini ve
etkililiğini arttıran önemli bir unsurdur. Bu çerçevede uyuşmazlıkları hızlı ve
hakkaniyete uygun bir biçimde karara bağlayacak yargı sistemi kurmak isteyen
devletin iyi bir iş bölümü ve etkin bir organizasyon kurma konusunda gerekli
tedbirleri almasının devletin asli görevleri arasında olduğu açıktır. Bu
nedenle meydana gelen aksamalarla oluşan gecikmelerin davanın taraflarına
yükletilmesi mümkün değildir.
81. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu
feshe itiraz davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların
karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf ve tanık
sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır.
Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli
haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli
ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
82. Söz konusu başvurunun konusu olan feshe itiraz davasında
yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk
derece mahkemesince talep edilen bilirkişiye ulaşılamadığı, temyiz aşamasında
dava dosyasının iş bölümü gereği daireler arasında gidip geldiği ve eksikliğin
tamamlatılması için tekrar ilk derece mahkemesine gönderildiği; sonuç olarak İş
Kanunu’nda öngörülen sürelere oranla haklı görülemeyecek derecede uzun bir süre
olan 3 yıl 5 ayda yargılamanın tamamlandığı görülmektedir. İş ilişkisinden
kaynaklanan uyuşmazlıkların özellikle de işe iade talebini içeren feshe itiraz
davalarının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun
davadaki menfaati dikkate alındığında, 3 yıl 5 ay gibi bir sürenin makul
olmadığı aşikârdır.
83. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun
50. Maddesi Yönünden
84. Başvurucu, uzun süren yargılama nedeniyle iş arama ve
sözleşme hürriyetinin ihlal edildiğini belirterek 4857 sayılı Kanun gereği
davanın bitirilmesi gereken 6/8/2009 tarihinden itibaren başlamak ve kararın
kesinleştiği 12/10/2012 tarihine kadar devam etmek üzere aylık asgari ücret
üzerinden yapılan hesaplama sonucu 30.343,50 TL maddi ve uzun yargılama nedeniyle
maruz kaldıkları manevi zararın giderilmesi için 30.000 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
85. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tazminat talebi
konusunda değerlendirme yapılmamıştır.
86. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
87. Başvurucu tarafından davanın 4857 sayılı Kanun gereği
bitirilmesi gereken üç aylık süreden kararın kesinleştiği tarihe kadar geçen
süre için aylık asgari ücret üzerinden yapılan hesaplama sonucu maddi tazminat
talep edilmişse de bu süreçte uzun süren yargılama ile başvurucunun uğradığını
iddia ettiği maddi zarar arasında illiyet bağı kuracak bir delil sunulmamıştır.
Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla
beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı
bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine
karar verilmesi gerekir.
88. Başvurucu açısından işe iade konulu davanın başvurucunun
kişisel yararı göz önünde bulundurulduğunda, yaklaşık üç yıl beş ay süren
yargılama sürecinin uzunluğu sebebiyle başvurucuya yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında davanın başvurucu için taşıdığı
değer de dikkate alınarak takdiren 3.000,00 TL manevi
tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
89. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 2.838,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun;
1- Gerekçeli karar hakkına yönelik şikâyet yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2- Çalışma ve sözleşme hürriyetinin ihlal edildiğine yönelik
şikâyet yönünden “konu bakımından
yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3- Yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyet yönünden KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu Nesrin KILIÇ’a 3.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucunun diğer taleplerinin
REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35
harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.838,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine,
7/11/2013 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.