TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET ALİ EMİR VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2012/850)
|
|
Karar Tarihi: 7/11/2013
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan
ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
M.
Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt
DURMAZ
|
Başvurucular
|
:
|
Mehmet
Ali EMİR
|
|
|
Tuncel
EMİR
|
|
|
Nurten
EMİR
|
|
|
Sinem
EMİR
|
|
|
Kemal
EMİR
|
|
|
Bilge
AKYOL
|
|
|
Gönül
YILMAZ
|
|
|
Alp
Eren YILMAZ
|
|
|
Ecem
Nur YILMAZ
|
|
|
Mevlüde EROL
|
|
|
Hale
SÖNMEZ
|
|
|
Lale
İMREN
|
Vekili
|
:
|
Av.
Murat Kemal GÜNDÜZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, yakınlarının 9/11/2011
tarihinde Van ilinde meydana gelen depremde otel enkazında kalarak vefat
ettiğini ve hukuk yollarına başvurmalarına rağmen sonuç alamadıklarını
belirterek, yaşam hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucuların vekili tarafından 30/11/2012 tarihinde doğrudan yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 29/7/2013
tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 2/8/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 2/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 3/10/2013 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, görüşünü 22/10/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. 23/10/2011 tarihinde Van ilinde 7,2
şiddetinde bir deprem meydana gelmiş ve çok sayıda kişi hayatını kaybetmiştir.
Depremden sonra artçı sarsıntılar devam etmiş ve 9/11/2011
tarihinde 5,6 şiddetinde ikinci bir deprem gerçekleşmiştir. İkinci depremde
başvurucuların yakınları Cem EMİR, Sebahattin YILMAZ ve Önal EROL da dâhil
olmak üzere Van il merkezinde bulunan Bayram Otel’de kalmakta olan 24 kişi otel
binasının çökmesi sonucu hayatını kaybetmiştir.
9. Olayın ardından Van Cumhuriyet Başsavcılığı resen
soruşturma başlatmıştır. Başvurucuların tamamının da şikâyetçi olarak katıldığı
soruşturma kapsamında hazırlanan bilirkişi raporunda birden fazla kişinin
sorumluluğunun bulunduğu, binada hasar tespiti yapmayan ilgili birimlerin de
kusurlu olduğu belirlenmiştir.
10. Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen
soruşturma kapsamında ayrıca keşif yapılmış, bina enkazından karot örneği, donatı örneği ve diğer numuneler bilirkişiler
marifetiyle alınmış, soruşturma dosyası ve elde edilen numuneler rapor
düzenlemeleri için bilirkişilere tevdi edilmiştir. Soruşturma sonucu 26/7/2012 tarihinde verilen kararda bilirkişilerce
hazırlanan rapor ışığında, söz konusu binanın yapım yılında (1964) statik
projesi ve hesap raporları yapılmadan gelişigüzel inşa edildiği, malzeme ve
donatıların dönemin Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Yönetmeliği
kriterlerini taşımadığı, inşaat ruhsatına göre fazladan bir kata sahip
olmasının bina üzerinde fazladan yüke neden olduğu, ilk depremde ayakta
kalmasına rağmen ikinci depremde iki deprem arasında artçı şoklardan
etkilenerek yıkıldığının anlaşıldığı ifade edilmiştir.
11. Soruşturma sonucunda, otel işletmecisi hakkında bilinçli
taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan Van Ağır Ceza
Mahkemesinde kamu davası açılmasına, vefat eden yapı sahibi ve diğer şüpheliler
hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına ve Van Valisi ile Afet ve Acil
İşler Daire Başkanlığı (AFAD) görevlileri hakkında 2/12/1999
tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması
Hakkında Kanun’un 3. ve 12. maddeleri gereği görevsizlik kararı verilerek
soruşturma dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
12. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 9/10/2012
tarihinde Van Valisi ve AFAD görevlileri hakkında görevi kötüye kullanmaya
ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer açısından
suç oluşturan ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı
gerekçesiyle şikayetin işleme konulmamasına karar vermiş, bu karar
başvurucuların vekiline 1/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının işleme konulmama kararının kaldırılması ve 4483 sayılı Kanun
gereği ön inceleme yaptırılması kararı verilmesi talebiyle 12/11/2012
tarihinde Danıştay’a itiraz dilekçesi sunmuştur.
14. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının işleme koymama
kararına karşı 4483 sayılı Kanun’da herhangi bir itiraz yolu öngörülmemiş olup
başvuru dilekçesinde başvurucuların Danıştay’a yaptıkları itirazlarının
sonucuna ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır.
15. Bakanlık, başvuru konusu olaylara ilişkin 2/10/2013 tarihli görüşünde (§ 5), başvurucuların Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarında teyit ettiği, ilave şu bilgilere yer vermiştir:
16. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 9/10/2012
tarih ve 2012/128 soruşturma, K.2012/55 sayılı işleme konulmama kararına karşı
başvurucuların vekili tarafından yapılan itiraz neticesinde, Danıştay 1.
Dairesi, 4/12/2012 tarih ve E.2012/1699, K.2012/1856 sayılı kararında 4483
sayılı Kanun’da Cumhuriyet Başsavcılıklarının kararlarına karşı herhangi bir
itiraz yolu öngörülmediğinden bahisle itirazı incelemeksizin reddetmiştir.
17. Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki
Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, idari sorumluluğun tespiti ve
sorumluluktan kaynaklanan giderimin belirlenmesi için idari yargı yoluna
başvurulduğunu, ancak yaşam hakkının ihlali halinde sadece tazminat alınmasının
yeterli olmayacağını, devletin etkili ve önleyici ceza sistemi kurma pozitif
yükümlülüğünün bulunduğunu ileri sürmüştür.
18. Söz konusu tam yargı davası henüz sonuçlanmamıştır.
19. Başvurucular, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
şikayetin işleme konulmaması kararının kendilerine tebliğinden itibaren süresi
içinde 30/11/2012 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
20. Başvuru konusu olayda şikayet konusu yapılan “taksirle öldürme” ve “görevi kötüye kullanma” suçlarına ilişkin 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
hükümleri şöyledir:
“Taksirle öldürme
MADDE 85. –
(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan
kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da
bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin
yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
…
Görevi kötüye kullanma
MADDE 257. - (1) Kanunda ayrıca suç olarak
tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek
suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan
hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek,
kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız
bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde,
görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden
kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra
hükmüne göre cezalandırılır.”
21. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) “Bir suçun işlendiğini
öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir
suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu
davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini
araştırmaya başlar.”
22. Bununla birlikte, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri izne tabi
olup izin vermeye yetkili merciler ve izlenecek usul 4483 sayılı Kanun’da
düzenlenmiştir.
23. 4483 sayılı Kanun’un “Hazırlık
soruşturmasını yapacak merciler” başlıklı 12. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Hazırlık soruşturması genel hükümlere göre
yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılır. Ancak
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri,
müsteşarlar ve valiler ile ilgili olarak yapılacak olan hazırlık soruşturması
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili,
kaymakamlar ile ilgili hazırlık soruşturması ise il Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili tarafından yapılır.”
24. 4483 sayılı Kanun’un 3. maddesinin son cümlesine göre ast
memur ile üst memurun aynı fiile iştiraki halinde izin, üst memurun bağlı
olduğu merciden istenir. Bu durumda bir vali ve altında görev yapan memurlar
için talep edilen yargılama iznini vermeye yetkili merci valiler için
yargılamaya izin vermeye yetkili makam olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya
Başsavcıvekili’dir.
25. 4483 sayılı Kanun’un “Olayın
yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler” başlıklı 4. maddesinin üçüncü ve
dördüncü fıkraları şöyledir:
“Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu
görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte
olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî
bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin
doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh
adresinin bulunması zorunludur.
Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve
şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından
işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir. Ancak
iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması
halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgâh
adresinin doğruluğu şartı aranmaz. Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya
şikâyetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak zorundadır.”
26. 4483 sayılı Kanun’un “İtiraz” başlıklı 9. maddesi şöyledir:
“Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine
veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında
inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye
bildirir.
Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara
karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma
izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili
merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.
İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g
(Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için
Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde
bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar.
İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay
içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.”
27. 4483 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasında yer
verilen nitelikleri taşımamaları nedeniyle ihbar ve şikâyetler hakkında verilen
işleme konulmama kararına yönelik bir itiraz yolu öngörülmemiştir.
28. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam
yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
29. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı
49.
maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu
zararı gidermekle yükümlüdür.”
30. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk
hâkimini bağlamaz.”
31. 15/5/1959 tarih ve 7269 sayılı Umumi Hayata
Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair
Kanun’un 4. ve “Afet bölgelerinde yapılacak
teknik işler” başlıklı 13. maddeleri şöyledir:
“Madde 4 – İçişleri, İmar ve İskan, Bayındırlık, Sağlık ve Sosyal Yardım ve Tarım
Bakanlıklarınca acil yardım teşkilatı ve programları hakkında genel esasları
kapsayan bir yönetmelik yapılır.
Bu yönetmelik esasları dairesinde afetin
meydana gelmesinden sonra yapılacak kurtarma, yaralıları tedavi, barındırma,
ölüleri gömme, yangınları söndürme, yıkıntıları temizleme ve felaketzedeleri
iaşe gibi hususlarda uygulanmak üzere görev ve görevlileri tayin, toplanma
yerlerini tespit eden bir program valiliklerce düzenlenir ve gereken vasıtalar
hazırlanarak muhafaza olunur.
Bu programların uygulanması, valiliklerce
kurulacak kurtarma ve yardım komitelerince sağlanır.
…”
“Madde 13 – a) Yapılacak işlemlere esas olmak
üzere İmar ve İskan Bakanlığınca kurulacak fen kurulları
tarafından, afetin meydana geldiği arazinin durumu ile bütün yapılar ve kamu
tesisleri incelenerek, hasar tespit raporu düzenlenir.
(Değişik: 31/8/1999 -
KHK - 574/1 md.) Gereken hallerde, yapılarda meydana
gelen hasarı tespit etmek üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığının isteği
üzerine diğer bakanlık, kurum ve kuruluşlar, mahalli idareler, üniversiteler ve
meslek odaları, konusunda deneyimli yeteri kadar inşaat mühendisi ve/veya
mimarı hasar tespiti çalışmalarında derhal görevlendirmekle yükümlüdürler.
(Değişik: 31/8/1999 -
KHK - 574/1 md.) Arazinin tehlikeli durumu ve
binaların gördüğü hasar bakımından yıktırılması ve boşaltılması gerekenler
hakkında, o il ve ilçenin en büyük mülkiye amirine ayrı bir rapor verilir. Bu
makamlarca böyle binalar derhal boşalttırılır. Yıkılması gerekenler için en çok
3 gün süre verilerek tehlikenin giderilmesi sahiplerine bildirilir. Mahallinde
sahibi bulunmadığı takdirde durum, mahalli vasıtalarla ilan edilmek suretiyle,
bildiri yapılmış sayılır.
…
b) …
c) …
ç) Yer kayması, kaya düşmesi gibi afetlerde,
tehlikenin devamı veya tekrarı ihtimali üzerine boşaltılan binaların tehlikeye
karşı kesin tedbir alınıncaya kadar işgaline veya hasara uğrayanların tamirine
müsaade edilmez. Tedbir alınamayacağına karar verildiği takdirde tehlikeli
mahal içindeki binalar, yukarıdaki esaslar dahilinde
yıktırılır. İmar ve İskan Bakanlığınca afete karşı
arazide gerekli tedbirlerin alınması, tehlikeye maruz yapıların yıkılması ve
topluluğun başka yere taşınmasından daha ekonomik görülürse, bu tedbirlerin
alınması için lüzumlu ödenek 33 üncü maddede yazılı fondan ödenir. Tehlikenin
giderilmesiyle ilgili tedbirler için yapılan harcamalar borçlanmaya tabi
tutulmaz.
d) Afete uğrıyanların
veya uğraması muhtemel olanların bulundukları yerlerde veya başka yerlerde
geçici olarak barınmalarını sağlamak üzere, baraka ve konutlar inşa edilebilir,
ettirilebilir, kiralanabilir veya satınalınabilir.
Bu tedbirlerin, kısa zamanda yerine
getirilmesinin mümkün olamıyacağı hallerde, geçici iskan tedbirlerini kendileri almak isteyenlere nakdi yardım
da yapılabilir.
…”
32. 29/5/2009 tarih ve 5902 sayılı Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1., 2., 4. ve 18. maddeleri şöyledir:
“Amaç ve kapsam
MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı, afet ve acil
durumlar ile sivil savunmaya ilişkin hizmetleri yürütmek üzere, Başbakanlığa
bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının kurulması, teşkilatı ile görev
ve yetkilerini düzenlemektir. Başbakan, Başkanlıkla ilgili yetkilerini bir
bakan aracılığı ile kullanabilir.
(2) Bu Kanun; afet ve acil durumlar ile sivil savunmaya ilişkin
hizmetlerin ülke düzeyinde etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli
önlemlerin alınması ve olayların meydana gelmesinden önce hazırlık ve zarar
azaltma, olay sırasında yapılacak müdahale ve olay sonrasında
gerçekleştirilecek iyileştirme çalışmalarını yürüten kurum ve kuruluşlar
arasında koordinasyonun sağlanması ve bu konularda politikaların üretilmesi ve
uygulanması hususlarını kapsar.
Tanımlar
MADDE 2 – (1) Bu Kanunda yer alan;
a) Acil durum: Toplumun tamamının veya belli
kesimlerinin normal hayat ve faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan ve
acil müdahaleyi gerektiren olayları ve bu olayların oluşturduğu kriz halini,
b) Afet: Toplumun tamamı veya belli kesimleri
için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal hayatı ve insan
faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan doğal, teknolojik veya insan
kaynaklı olayları,
c) …
h) Risk: Belirli bir alandaki tehlike olasılığına
göre kaybedilecek değerlerin ölçüsünü,
ı) Risk azaltma: Belirli bir kesim veya alanda
geliştirilen afet senaryolarına göre, olası risklerin önlenmesi, kabul
edilebilir ölçülere indirilmesi ya da paylaşımı amacıyla alınacak her türlü
planlı müdahaleyi,
i) Risk yönetimi: Ülke, bölge, kent ölçeğinde
ve yerel ölçekte risk türleri ve düzeylerini tespit etme, azaltma ve paylaşma
çalışmaları ile bu alandaki planlama esaslarını,
j) …
k) Zarar azaltma: Afetlerde ve acil durumlarda
meydana gelmesi muhtemel zararların yok edilmesi veya azaltılmasına yönelik
risk yönetimi ve önleme tedbirlerini,
ifade eder.
…”
“MADDE 4 – (1) Afet ve
acil durum hallerinde bilgileri değerlendirmek, alınacak önlemleri belirlemek,
uygulanmasını sağlamak ve denetlemek, kurum ve kuruluşlar ile sivil toplum
kuruluşları arasındaki koordinasyonu sağlamak amacıyla, Başbakanlık
Müsteşarının başkanlığında, Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri, Maliye, Milli
Eğitim, Bayındırlık ve İskân, Sağlık, Ulaştırma, Enerji ve Tabii Kaynaklar,
Çevre ve Orman bakanlıkları ve Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarları, Afet ve
Acil Durum Yönetimi Başkanı, Türkiye Kızılay Derneği Genel Başkanı ile afet
veya acil durumun türüne göre Kurul Başkanınca görevlendirilecek diğer bakanlık
ve kuruluşların üst yöneticilerinden oluşan Afet ve Acil Durum Koordinasyon
Kurulu kurulmuştur.
(2)
Kurul, yılda en az dört kez toplanır. Ayrıca, ihtiyaç halinde Kurul Başkanının
çağrısı üzerine olağanüstü toplanabilir. Kurulun sekretaryasını Başkanlık
yürütür.”
“İl afet ve acil durum müdürlükleri
MADDE 18 – (1) İllerde, il özel idaresi
bünyesinde, valiye bağlı il afet ve acil durum müdürlükleri kurulur. Müdürlüğün
sevk ve idaresinden vali sorumludur.
(2) İl
afet ve acil durum müdürlüklerinin görevleri şunlardır:
a) İlin afet ve acil durum tehlike ve
risklerini belirlemek.
b) Afet ve acil durum önleme ve müdahale il
planlarını, mahalli idareler ile kamu kurum ve kuruşlarıyla işbirliği ve
koordinasyon içinde yapmak ve uygulamak.
c) İl afet ve acil durum yönetimi merkezini
yönetmek.
ç) Afet ve acil durumlarda meydana gelen kayıp
ve hasarı tespit etmek.
d) …
…
g) Afet ve acil durumlarda, gerekli arama ve
kurtarma malzemeleri ile halkın barınma, beslenme, sağlık ihtiyaçlarının
karşılanmasında kullanılacak gıda, araç, gereç ve malzemeler için depolar
kurmak ve yönetmek.
ğ) …
…
(3) …
…
(5)
Afet ve acil durum il müdürü ile diğer personelin ataması vali tarafından
yapılır.
…”
33. 19/5/1988 tarih ve 19808 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair
Yönetmelik’in 4., 6. ve 32. maddeleri şöyledir:
“Sorumluluk
Madde 4 – Vali ve kaymakamlar, görevli
bakanlık, kurum ve kuruluşlar ile askeri birlikler, ilgili mevzuat ve bu
Yönetmelik gereğince düzenlenecek acil yardım planları ve acil yardımla ilgili
yönergelerle kendilerine verilen görevleri yerine getirmekten ayrı ayrı
sorumludurlar.
Afetin meydana gelmesinden itibaren, alınması
gereken her türlü acil tedbirlerin alınmasından ve acil yardımların bir emir
beklemeden yapılmasından afetin meydana geldiği yerin mülki amiri sorumludur.”
“Madde 6 – Bu Yönetmeliğin ilke ve esasları dahilinde:
a) Acil yardım hizmetlerini yürütmek üzere,
illerde valinin başkanlığında il kurtarma ve yardım komitesi, ilçelerde
kaymakamın başkanlığında ilçe kurtarma ve yardım komitesi kurulur,
b) İl ve ilçe acil yardım planlarının
yapılmasından, icrasından ve güncelliğinin korunmasından birinci derecede vali
ve kaymakamlar sorumludur. Bakanlıklar ve merkezi kurum ve kuruluşlar ile
askeri birlikler bu planların yapılmasına ve icrasına yardımcı olur,
c) Bakanlık, kurum ve kuruluşların taşra
teşkilatları il ve ilçe planları içinde yer alır,
d) Bakanlık, kurum ve kuruluşların merkez
teşkilatları ile bölgedeki askeri garnizon komutanlıkları, il ve ilçelere
yardımcı olmak üzere kendi görevleri ile ilgili takviye ve destek planları
yaparlar,
e) Acil yardım hizmetlerinin planlanmasında,
öncelikle ilçe ve/veya il hudutları içindeki kamu kurum ve kuruluşlarının güç
ve kaynaklarının kullanılması esas alınır.
İhtiyaçların bu kaynaklardan zamanında ve
yeterince karşılanamaması halinde sırasıyla:
1. Bölgedeki askeri birliklerden, komşu vali
ve kaymakamlardan yardım istenir,
2. Bölgedeki özel kuruluşlardan ve gerçek
kişilerden yükümlülükler yolu ile karşılanır.
…
Ön Hasar Tespit ve Geçici İskan
Hizmetleri Grubu
Madde 32 – Ön Hasar Tespit ve Geçici İskan Hizmetleri Grubunun teşkili, görevleri, planlaması ve
servisleri:
a) Teşkili:
...
b) Görevleri:
1. Alınan haberlere göre nerelere, ne kadar ön
hasar tespit ekibi göndereceğini tespit eder,
2. Hasarın yoğun olduğu bölgeleri belirler,
3. Kesin hasar tespitleri için gerekli
bilgileri sağlar,
4. Afetten sonra konut, resmi ve özel tüm
yapılar ile hayvan barınaklarındaki hasarın en kısa zamanda tespitini sağlayıcı
tedbirleri alır,
5. Ön Hasar Tespit Formlarını örnek Ek: 16'ya
göre düzenlettirir. İcmal formlarını da örnek Ek: 17 forma göre düzenleyip afet
bürosuna verir,
6. Can güvenliği bakımından oturulması
sakıncalı olan ve yıktırılması gereken binaları belirler,
7. Resmi kuruluşlar ihtiyacı ve afetzedelerin
barındırılması için kullanılabilecek bina ve tesisleri tespit eder,
8. Tespit edilen bu binaların kullanıma hazır
hale getirilmesi için gerekli işlemleri yaptırır,
9. Ön tespit çalışmaları tamamlandıktan sonra
açıkta kalan ailelerin geçici iskanlarını sağlar,
10. Afetzedelerin kısa süreli geçici iskanları için öncelikle çadır olmak üzere sağlam bulunan
okul ve diğer resmi ve özel binaların kısa süre için bu işe tahsisini sağlar,
11. …
…
c) Planlaması:
1. Kuruluşlarca servislerde görevlendirilecek
personel, araç, gereç kadrosunun 12 nci maddenin (l)
ve (m) bendleri esaslarına göre tespitini,
2. Ön hasar tespiti yapacak personelin
yetmemesi halinde nerelerden takviye ekip temin edilebileceğini,
3. Afetzedelerin geçici barındırılmaları ilk
etapta resmi kuruluşlara ait binalarda, bu binaların yetmemesi halinde özel
şahıslara ait bina ve tesislerde sağlanacağından bu gibi bina ve tesislerin
önceden belirlenmesini,
4. …
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
34. Mahkemenin 7/11/2013 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 30/11/2012 tarih ve 2012/850 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucular, Van Valisi ve AFAD
görevlilerinin mevzuatta kendilerine yüklenilen görevleri yerine getirmemek
suretiyle görevi kötüye kullandıklarını, otelde hasar tespitinin yapılmadığını,
hasara rağmen otele girişin yasaklanmadığını ve taksirle ölüme sebep
olduklarını, buna karşılık ihmali olan kamu görevlilerinin etkili bir şekilde
soruşturulmadığını belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucular ikinci olarak,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca somut bilgi ve belge bulunmaması
gerekçesiyle verilen şikâyetin işleme konulmaması kararına karşı ceza
soruşturması yapılabilmesi için başvurabilecekleri herhangi bir makamın
bulunmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama
hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Anayasa’nın
17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
a. Kabul
Edilebilirlik Hakkında
36. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde şikâyetlerin kabul edilebilirliği
açısından değerlendirme yapılırken, başvurucuların ilgili idareler aleyhine
tazminat davası açtıklarına dair bir bilgi bulunmadığı, bireysel başvurunun
ancak başvuru yollarının tüketilmesi sonrasında yapılabileceği hususunun
dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
37. Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki
Bakanlık görüşüne karşı, idari sorumluluğun tespiti ve sorumluluktan
kaynaklanan giderimin belirlenmesi için idari yargı yoluna başvurulduğunu,
ancak yaşam hakkının ihlali halinde sadece tazminat alınmasının yeterli
olmayacağını, devletin etkili ve önleyici ceza sistemi kurma pozitif
yükümlülüğünün bulunduğunu ileri sürmüştür.
38. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin
şikâyetleri açısından kabul edilebilirlik değerlendirmesi yapılırken başvuru
yollarının tüketilmesi hususunda karar verebilmek için Devletin Anayasa’nın 17.
maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için sahip olduğu “ etkili bir yargısal sistem kurma” pozitif yükümlülüğünün kapsamının
tespiti gerekmektedir. Bu nedenle bu konudaki değerlendirme esas hakkındaki
inceleme ile birlikte yapılacaktır.
39. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından
yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişilerin eşi,
çocukları, anne babası ve kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından
bir eksiklik bulunmamaktadır.
40. Olayda yaşamını yitiren kişilerin yukarıda sayılan
yakınları tarafından yapılan başvurunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiğine dair bölümünün 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de
görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas
Bakımından İnceleme
41. Başvurucular, Van Valisi ve AFAD
görevlilerinin mevzuatta kendilerine yüklenilen görevleri yerine
getirmediklerini, iki deprem arasında gerekli tedbirleri almadıklarını, otelde
hasar tespitinin yapılmadığını, hasara rağmen otele girişin yasaklanmadığını ve
yakınlarının taksirle ölümüne sebep olduklarını, buna karşılık ihmali olan kamu
görevlilerinin etkili bir şekilde soruşturulmadığını belirterek Anayasa’nın 17.
maddesinde tanımlanan yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
42. Bakanlık görüşünde, Anayasa’nın 17.
maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin (“AİHM”) yaşam hakkı konusunda benimsediği ilkelere
değinilmiş, hayati tehlike içeren koşullar nedeniyle başvurucuların
yakınlarının maruz kaldığı riskin ne zaman gerçekleşebileceği konusundaki
belirsizlik, bu tür koşulların ortaya çıkışında payı olan kişilerin statüsü ve
bu kişilere atfedilen eylem veya ihmalin kasıtlı olup olmadığı hususlarının
belirli bir davanın esasının incelenmesi sırasında, Devletin yaşam hakkı
bakımından taşıdığı sorumluluğu belirlemek için göz önüne alınması gerektiği
ifade edilmiştir.
43. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(“AİHS”) 2. maddesi bağlamında, ölüm olayının kasten ya da saldırı veya kötü
muameleler sonucu meydana gelmesine ilişkin davalar ile ihmal sonucu ölüm
olayının meydana gelmesiyle ilgili olan davalar arasında bir ayrım yapılması
gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda, AİHM’nin, yaşam hakkının veya fiziksel
bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki pozitif yükümlülüğün, her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmediği ve mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olmasının yeterli olabileceği sonucuna vardığı görüşüne yer
verilmiştir.
44. Bakanlık görüşünde ayrıca, AİHM’ye göre adam öldürme ve
kamu makamlarının sorumluluğu altında meydana gelen olayların bir sonucu olarak
can kaybının olduğu tehlikeli faaliyetlere ilişkin davalarda olayla ilgili
bilgi ve belgelere devletin daha kolay ulaşabileceği, devletin resmi soruşturma
yapma yükümlülüğü bulunduğunun kabul edildiği, mevcut davada bu kriterin uygulanabilmesi için öncelikle binaların yapımı ve
daha sonraki dönemde depreme dayanıklılık konusundaki incelemeyi yapma
görevinin hangi kamu makamına ait olduğunun, daha sonra da ilgili makamın
görevini yerine getirip getirmediğinin tespit edilmesi gerektiği ifade
edilmiştir.
45. Başvurucular, başvurunun esası
hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, görüşte yer verilen yaşam hakkının koruma
alanına dâhil olan devletin ölüme sebebiyet veren tasarrufları soruşturma
yükümlülüğüne ilişkin AİHM standartlarının başvuru dilekçesi dikkate
alınmaksızın birinci deprem öncesi döneme de uygulanma eğilimine girildiğini,
oysa yürütülen soruşturmanın hasar tespiti yapılmaması nedeniyle ölüme neden
olma üzerine kurulu olduğunu, iddialarının hatalı bir şekilde AİHS’nin 6.
maddesine göre değerlendirildiğini ileri sürmüştür.
46. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.
Meşrû müdafaa hali,
yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya
hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması,
sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin
uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu
durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
47. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin
yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin
kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü
bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51).
48. Anayasa’nın 17. maddesi, Devletin
sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği
durumlarda Devlete, öncelikle elindeki tüm imkânları kullanarak, yaşam hakkını
koruma esas yükümlülüğünü vermektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 52-53). Devletin yaşam hakkı kapsamında
sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usuli
yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her
ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir
soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını
güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda,
bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini
sağlamaktır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 54).
49. Usul
yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının
esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine
bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre, kasten ya da saldırı veya kötü
muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın
17. maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai
soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar
sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur
sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).
50. Ancak ihmal
nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir
yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre, yaşam hakkının veya fiziksel
bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise, “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez.
Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık
olması yeterli olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 59).
51. Bununla
birlikte, ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında Devlet görevlilerinin
ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir
ihmali olduğu, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu
makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek afet veya tehlikeli
bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli
önlemleri almadığı durumlarda, bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk
yollarına başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine
neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin
yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 60-62).
52. Başvuru konusu
olayda, başvurucuların yakını 23/10/2011
tarihinde gerçekleşen 7,2 şiddetindeki depremden sonra meydana gelen artçı
sarsıntılar sırasında 9/11/2011 tarihinde gerçekleşen 5,6 şiddetindeki ikinci
depremde kaldıkları otelin çökmesi sonucu hayatını kaybetmiştir. Başvuruya konu
olay açısından, yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu yükümlülükler
arasında yer alan yaşam hakkını koruma yükümlülüğü için yasal ve idari
çerçevenin oluşturulması ve bu çerçevenin gereği gibi uygulanması
sorumluluğunun bulunup bulunmadığının ortaya konulması gerekmektedir.
53. Devletin bu noktada bir
yükümlülüğünün ortaya çıkabilmesi için kamu yetkililerince, belirli bir kişinin
hayatının gerçek ve yakın tehlike içinde olduğunun bilinmesi ya da bilinmesi
gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra, böyle bir durum dâhilinde,
makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin
gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız
oldukları tespit edilmelidir (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 53).
54. Başvurucular, Van Valisi ve AFAD
görevlilerinin mevzuatta kendilerine yüklenilen görevleri yerine getirmediklerini,
iki deprem arasında gerekli tedbirleri almadıklarını, otelde hasar tespitinin
yapılmadığını, hasara rağmen otele girişin yasaklanmadığını ve yakınlarının
taksirle ölümüne sebep olduklarını ileri sürmüştür (§ 41). Bakanlığın görüş
yazısında ise konu ile ilgili olarak, hayati tehlike içeren koşullar nedeniyle
başvurucuların yakınlarının maruz kaldığı riskin ne zaman gerçekleşebileceği
konusundaki belirsizlik, bu tür koşulların ortaya çıkışında payı olan kişilerin
statüsü ve bu kişilere atfedilen eylem veya ihmalin kasıtlı olup olmadığı
hususlarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir (§ 42).
55. Deprem gibi bir
afetin meydana gelmesi durumunda, başvurucuların haklarında ceza soruşturması
yapılmasını talep ettikleri görevliler açısından, hasar görmüş binaların derhal
tespit edilmesi, binaların gördüğü hasar bakımından tehlike arz edenlerinin
boşaltılması ve yıktırılması, afete uğrayanların veya uğraması muhtemel
olanların bulundukları yerlerde veya başka yerlerde geçici olarak barınmalarının
sağlanması görevleri konu hakkındaki mevzuatta (§ 31- 33) açık bir
şekilde belirlenmiştir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
67-71).
56. Yukarıda yer
verilen mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulduğunda, başvurucuların birinci
deprem sonrasında gerekli tedbirleri almamak suretiyle yakınlarının ölümüne
neden olduklarını ileri sürdükleri Vali ve AFAD yetkililerinin, alınabilecek
tedbirlere ilişkin asli yükümlülüklerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
57. Yaşanan birinci büyük depremin
akabinde çok sayıda artçı deprem meydana gelmiştir. Birinci depremde belli
seviyede hasar görmüş binaların yaşanan artçı sarsıntılar esnasında yıkılma
tehlikesi bulunmaktadır. Bu durumun öngörülebilecek bir risk olduğunun kabulü
gerekir. Başvurucuların yakınları, birinci büyük depremden tam 16 gün sonra
meydana gelen 5,6 şiddetindeki depremde yıkılan otelin enkazı altında kalarak
hayatlarını kaybetmiştir. Afetzedelerin veya başka yerlerden o şehre depremin
yaşanması nedeniyle gelen kişilerin barınma ihtiyacı nedeniyle depremin meydana
geldiği şehirdeki kamuya açık konaklama yerleri arasında kapasitesi en yüksek
tesislerden biri olan oteli kullanmayı düşünecekleri de ortadadır. Bu durumda
birinci depremden sonra geçen 16 gün içerisinde otel hakkında hasar tespitinin yapılarak gerektiğinde boşaltılması
kararı verilmesi sorumlu kişilerden beklenebilir.
58. 6216 sayılı
Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı”
kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
(2) İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
…”
59. AİHM içtihadında (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 74) kabul edilene benzer bir şekilde, 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel
başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare
olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle, temel hak ihlallerini öncelikle
idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun
yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20-21).
60. Başvurucuların idari sorumluluğun
tespiti ve sorumluluktan kaynaklanan tazminatın belirlenmesi için açtıkları tam
yargı davası (§17-18) henüz sonuçlanmamış, Vali ve AFAD yetkilileri hakkında
ceza soruşturması açılmasına ise izin verilmemiştir. Bu durumda, başvuru konusu
olayda Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin
maddi boyutunun, yani elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak
için öngörülen yasal ve idari tedbirlerin gereği gibi uygulanıp
uygulanmadığının (§ 48) Anayasa Mahkemesince bu aşamada incelenmesi ve bu
konuda karar verilmesi mümkün değildir.
61. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki
pozitif yükümlülüklerin etkili cezai soruşturma yapma boyutu açısından ise aynı
şeyleri söylemek mümkün değildir ve kesinleşmiş olan şikâyetin işleme
konulmaması kararı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edilip edilmediği hususunda
Anayasa Mahkemesi tarafından bir karar verilmesine bir engel bulunmamaktadır.
Ayrıca Anayasa Mahkemesinin böyle bir inceleme yapabilmesi için kamu idareleri
aleyhine açılan tam yargı davalarının sonuçlanmış olması da zorunlu değildir.
Zira yukarıda da belirtildiği gibi (§ 51)
tehlikeli bir faaliyet ya da doğal afetler nedeniyle oluşan öngörülebilir
riskleri ortadan kaldırma hususundaki görev ve yetkilerini ihmal ederek
insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olduğu ileri sürülen görevlilerin
sorumluluklarının incelenmesine engel olunması tek başına Anayasa’nın 17.
maddesinin ihlaline neden olabilir. Ancak belirtmek gerekir ki, yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı,
yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve
vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek
üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil,
uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan, burada yer verilen
değerlendirmeler olayla ilgili olarak mutlaka herhangi bir kişi veya
kamu makamının hukuki veya cezai sorumluluğunun belirlenmesi zorunluluğunu
ifade etmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
62. Bu
durumda, başvuru konusu olay açısından, Bakanlığın görüş yazısında ileri
sürüldüğü üzere, şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından değerlendirme
yapılırken, başvurucuların ilgili idareler aleyhine maddi ve manevi tazminat
davası açmamış olmaları ya da açtıkları davanın sonuçlanmamış olması nedeniyle
başvuru yollarının tüketilmediği itirazı (§
36) (devletin yaşam hakkı kapsamında sahip
olduğu pozitif yükümlülüklerin usuli boyutu
açısından) kesinleşmiş olan şikâyetin işleme konulmaması kararı açısından kabul edilemez. Başvurunun özü ilk deprem sonrası
gerekli tedbirleri almayarak yakınlarının ölümüne neden olduğunu ileri
sürdükleri Vali ve AFAD yetkilileri hakkında cezai soruşturma açılmamış olması
nedeniyle devletin yaşam hakkından kaynaklanan pozitif yükümlülüğünün usuli boyutunun ihlal edildiği iddiasıdır.
63. Başvuru konusu
olayda, Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ceza soruşturmasında
Van Valisi ile AFAD görevlileri hakkında görevsizlik kararı verilerek
soruşturma dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, Van Valisi ve AFAD görevlileri hakkında görevi kötüye
kullanmaya ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer
açısından suç oluşturan ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun
bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir.
64. Bu kişilere
yönelik olarak yürütülen soruşturmanın etkililiği değerlendirilirken göz önünde
bulundurulacak hususlardan biri ceza soruşturmasının sorumluların belirlenmesine
ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmasıdır.
Etkililik ve yeterliliği temin adına soruşturma makamlarının resen harekete
geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek
bütün delillerin toplanması gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin
veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkanını zayıflatan bir eksiklik,
etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 57).
65. Yaşanan olaya
ilişkin öncelikle, doğal afetin etkisi dışında sorumluluğun ne ölçüde ilgili
(müştekilerin de sorumlu olduğunu ileri sürdüğü) kamu görevlilerinin ihmaline
atfedilebileceğini ortaya koyacak bir soruşturma açılması gerekmektedir. Bu
soruya cevap verilebilmesi için teknik ve idari yönlerden değerlendirmeler
içeren uzman görüşlerine başvurulması ve sadece kamu otoritelerinin elde
edebileceği bilgilere ulaşılması gerekmektedir. Bu hususlar bireylerin (başvuru
konusu olayda müştekilerin) ispatlayabilecekleri hususlardan değildir (B.
No: 2012/752, 17/9/2013, § 82).
66. Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ilk
soruşturma kapsamında, keşif yapılmış, numuneler alınmış ve incelenmiş,
bilirkişilerden görüş alınmış, bilirkişilerce hazırlanan rapor ışığında, söz
konusu binanın yapımında sonradan yapılan ilavelerde bulunan eksiklik ve
hatalara değinilmiş, ilk depremde ayakta kalmasına rağmen ikinci depremde iki
deprem arasında artçı şoklardan etkilenerek yıkıldığının anlaşıldığı ifade
edilmiştir.
67. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 24 kişinin ölümü gibi
ciddi sonuçlar doğuran olay hakkında, Van Cumhuriyet Başsavcılığının ilk
soruşturmada göz önünde bulundurduğu hususlar ile başvurucuların şikâyet konusu
yaptığı hususlar hakkında hiçbir değerlendirme yapmaksızın görevi kötüye
kullanmaya ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer
açısından suç oluşturan ve ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun
bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir (§ 12).
Başsavcılık,
başvurucuların iki deprem arasında yetkililer tarafından hasar tespitinin
yapılmaması ve diğer idari tedbirlerin alınmaması suretiyle ölüme neden olma
temel şikâyetine ilişkin, hasar tespiti ve hasarlı binalara girişin
engellenmesi konusunda yetkililerce ne tür işlemler yapıldığını ortaya koyacak
delil ve değerlendirmelere yer vermeksizin soruşturma açılması talebini işleme
koymamıştır. Başsavcılık tarafından bu aşamada soruşturma izni verilmemesi
şeklinde bir karar verilmesi halinde söz konusu karar itiraz yoluyla denetimden
geçebilecekken, Başsavcılık’ın hâlihazırda verdiği bu
karar, soruşturmanın devam ettirilmesine yönelik talebin bir itiraz mercii
tarafından incelenmesine engel olmuştur.
68. Yürütülen
soruşturmanın etkililiği değerlendirilirken göz önünde bulundurulacak
hususlardan bir diğeri teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği
sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olması ve
buna ilaveten başvurucuların soruşturmanın açıklığını temin edecek ve meşru
menfaatlerini koruyabilecekleri bir şekilde yürütülen soruşturmaya dâhil
olabilmeleridir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
58).
69. Başvuru konusu
olayda, Danıştay 1. Dairesi yakınlarını kaybeden kişilerin Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının işleme koymama kararına yaptıkları itirazı 4483 sayılı
Kanun’da Cumhuriyet Başsavcılıklarının bu kararlarına karşı herhangi bir itiraz
yolu öngörülmediğinden bahisle incelemeksizin reddetmiştir. Başvurucuların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
işleme koymama kararına karşı itiraz edebilecekleri bir makam bulunmamaktadır.
Bu durumda bu kişiler hakkında yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının açık
olmaması nedeniyle soruşturmanın etkili olduğundan söz edilemeyecektir. Nitekim
AİHM, benzer bir şekilde, Dink/Türkiye davasında başvuranın (Fırat Dink) yakın
akrabalarının, yalnızca dosya üzerinden inceleme yapan itiraz mercilerine
itirazda bulunabilmiş olmalarının, mağdurların meşru menfaatlerinin korunması
hususunda söz konusu soruşturmalardaki eksiklikleri gideremeyeceğine hükmetmiştir
(Dink/Türkiye, 2668/07, 6102/08,
30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 89).
70. Açıklanan
nedenlerle, etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması yürütülmediği
anlaşıldığından Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının usuli boyutunun ihlal edildiğinin kabulü gerekir.
2. Anayasa’nın
36. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
71. Başvurucular ikinci olarak, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığınca somut bilgi ve belge bulunmaması gerekçesiyle verilen şikâyetin
işleme konulmaması kararına karşı ceza soruşturması yapılabilmesi için
başvurabileceği herhangi bir makamın bulunmadığını belirterek AİHS’nin 13.
maddesine karşılık gelmek üzere Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama
hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
72. Bakanlık, başvurucuların
Anayasa’nın 36. maddesine aykırılık iddialarına karşılık, AİHS’nin adil
yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve
ilkelerin "medeni hak ve yükümlülükler
ile ilgili uyuşmazlıkların" ve bir "suç isnadının" esasının karara
bağlanması esnasında geçerli olduğunu, başvurucuların söz konusu ceza
soruşturmasında sanık sıfatına sahip olmadıklarının göz önünde bulundurulması
ve bu nedenle konu bakımından yetkisizlik kararı verilmesi gerektiğini, 4483
sayılı Yasa'nın 9. maddesinde yalnızca idari makamlardan verilen kararlara
karşı itirazın hükümlerine yer verilmiş olduğunu, Cumhuriyet Başsavcılığının,
4483 sayılı Kanun'un 4. maddesi uyarınca aldığı işleme koymama kararları
hakkında herhangi bir düzenleme getirilmediğinden, bu hükme istinaden de
itirazların incelenemeyeceğini, ancak Cumhuriyet Başsavcılıklarına iletilen
yakınmaları işleme konulmayan müracaat sahiplerinin, aynı konuyu izin merciinin
önüne götürmek ve izin makamından sadır olacak her türlü karara karşı itiraz
etme imkânına sahip oldukları gözetildiğinde yasal açıdan önemsenecek bir
eksiklik olmadığını belirtmişlerdir.
73. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” başlıklı 36. maddesi şöyledir:
“Herkes, meşrû
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki
davaya bakmaktan kaçınamaz.”
74. AİHS’de tanınmış olan hak ve
özgürlükleri ihlal edilen herkesin, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin
ifasıyla görevli kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir
merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahip olduğunu hükme bağlayan
AİHS’nin 13. maddesinin asıl karşılığı olan Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 3.10.2001-4709/16 md.)Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun
yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre,
Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır.”
75. Başvuru konusu olaya ilişkin yaşam hakkı kapsamında
devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal
sistem kurma” yönündeki usul yükümlülüğü çerçevesinde, mağdurlara
hukuki ve idari başvuru yollarının yanı sıra ve daha da ötesinde, sorumluların
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir ceza
soruşturması yürütüp yürütmediğine ilişkin değerlendirmeler yapılırken,
başvurucuların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen şikâyetin işleme
konulmaması kararına karşı ceza soruşturması yapılabilmesi için
başvurabilecekleri herhangi bir makamın bulunmamasının eksiklik olarak kabul
edilip ihlal kararı verilmesi nedeniyle, ayrıca Anayasa’nın 36. ve 40. maddeleri
bağlamında aynı konuda bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
V. 6216 SAYILI
KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI
76. 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:
“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
77. Başvuruda,
olayda yaşamını yitiren Cem EMİR, Sebahattin YILMAZ ve Önal EROL’un yakınları olan
başvurucular, sadece Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının usuli boyutunun ve 36. maddesinde düzenlenen hak arama
hürriyetinin ihlal edilmiş olduğunun tespitini isterken herhangi bir tazminat
talebinde bulunmamışlardır.
78. Başvurucular,
vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin davalılardan tahsilini talep
etmişlerdir. Başvurucular tarafından yapılan yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
79. Başvuru konusu
olay açısından etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması yürütülmemesinin yaşam
hakkını ihlal ettiği gözetilerek, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve
(2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
amacıyla kararın bir örneğinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvuruda, olayda yaşamını yitiren üç kişinin yakınları
tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline ilişkin
şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinin ihlaline ilişkin
şikâyetlerin ayrıca İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
D. Başvurucular tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmesine,
7/11/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.