TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
METİN DURMAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7764)
|
|
Karar Tarihi: 25/3/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Murat ŞEN
|
Başvurucu
|
:
|
Metin DURMAZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Abdulkerim YENİL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, hakkındaki hapis cezasının infazı sürecinde
yasal dayanak olmaksızın koşullu salıverme kararının geri alınması ve mahsubu
gereken tutukluluk süresinin dikkate alınmayarak ceza infaz kurumunda kalacağı
sürenin uzamasına neden olunması nedeniyle eşitlik, kişi özgürlüğü ve
güvenliği, adil yargılanma hakları ile suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş, infazın durdurulması ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 9/9/2013 tarihinde Nevşehir Cumhuriyet
Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. 2013/7890 başvuru numaralı bireysel başvurunun
aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle 2013/7764 başvuru numaralı dosya
kapsamında birleştirilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/7/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin
görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
6. Başvuru konusu olay ve olgular 17/9/2014 tarihinde
Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/10/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Mahkemeye sunulan görüş, başvurucuya
27/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu, 9/12/2014 tarihinde Bakanlık
görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle
şöyledir:
9. Başvurucu, başvuru tarihinde Nevşehir E Tipi Kapalı Ceza
İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır.
10. Başvurucunun 1979 ila 1991 yılları arasında işlediği
muhtelif suçlardan aldığı hapis cezaları Dinar Ağır Ceza Mahkemesinin 13/4/1991
tarih ve 1991/60 Müteferrik sayılı kararıyla 36 yıl ağır hapis cezası olarak
içtima edilmiştir. Daha sonra aynı Mahkemenin 13/4/1991 tarih ve 1991/61
Müteferrik sayılı kararıyla başvurucunun koşullu salıverilmesine karar
verilmiştir.
11. Başvurucu, deneme süresi içinde 30/10/1991 tarihinde
işlediği kasten öldürme suçundan Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 22/4/1991 tarih
ve E.1991/220, K.1993/83 sayılı kararı ile 20 yıl ağır hapis cezasına mahkûm
edilmiştir. Bunun üzerine Dinar Ağır Ceza Mahkemesi koşullu salıverme kararının
geri alınmasına ve bakiye kalan 25 yıl 23 gün hapis cezasının aynen infazına
karar vermiştir. Anılan her iki cezanın toplamları üzerinden başvurucunun
cezaevinde kaldığı süre hesaplanarak 21/10/2000 tarih ve 4616 sayılı 23 Nisan
1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve
Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun gereğince Manisa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin
16/7/2002 tarih ve 2002/147 Müteferrik sayılı kararıyla başvurucunun tekrar
koşullu salıverilmesine karar verilmiştir.
12. İkinci koşullu salıvermeden sonra başvurucu deneme süresi
içinde 10/10/2002 tarihinde tekrar işlediği kasten öldürme suçundan Aksaray
Ağır Ceza Mahkemesinin 2/12/2008 tarih ve E.2007/241, K.2008/333 sayılı
kararıyla 18 yıl hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Bunun üzerine Manisa 1. Ağır
Ceza Mahkemesi 24/3/2011 tarih ve E.2011/26 sayılı kararıyla koşullu salıverme
kararının geri alınmasına ve başvurucunun 10/10/2002 ila 30/9/2039 tarihleri
arasındaki sürenin bihakkın infazına karar vermiştir.
13. Başvurucu yukarıda belirtilen bakiye cezanın infazının
başladığı 22/12/2010 tarihinden itibaren cezaevinde tutulurken 2/5/2013 tarihli
dilekçe ile İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak koşullu salıverme
kararının geri alınmasına dair kararın kaldırılmasını talep etmiştir.
14. Diğer taraftan İstanbul C.Başsavcılığı
da 9/5/2013 tarih ve 2012/1-2423 ilamat no.lu
yazısıyla 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü
Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 25. maddesiyle
13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun'a eklenen geçici 5. madde kapsamında 7/11/1982 tarihinden önce işlenen
suçlardan içtimaen 36 yıl hapis cezasına hükümlü
başvurucunun koşullu salıverilmesinden sonra deneme süresi içinde işlediği
suçtan dolayı koşullu salıverme kararının geri alınmasına ilişkin olarak
İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 24/3/2011 tarih ve eski E.1979/301,
yeni E.2011/26 sayılı kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
15. Mahkeme, 10/5/2013 tarih ve E.1979/301 sayılı müteferrik
karar ile 24/3/2011 tarih ve E.1979/301, yeni E.2011/26 sayılı kararın
kaldırılmasına, halen ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun başka suçtan
hükümlü veya tutuklu değilse derhal serbest bırakılmasına karar vermiştir.
16. Bunun üzerine başvurucu, 20/5/2013 tarihli dilekçesi ile
Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinden tutuklulukta ve hükümlülükte geçirdiği
sürelerin Mahkemece hakkında verilmiş olan 18 yıllık hükme mahsup edilerek
tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.
17. Daha sonra başvurucu, 21/5/2013 ve 12/6/2013 tarihli
dilekçelerinde de Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinden "6459 Sayılı Kanun'un 25. maddesi ile 5275 Sayılı Kanun'a eklenen
geçici 5. madde ile 7 Kasım 1982 tarihinden önce işlemiş olduğu bir suç
nedeniyle hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm olan kişi hakkında mahkûm olduğu
cezanın infazı süresince koşullu salıverildikten sonra deneme süresi içinde
işlediği yeni bir suç sebebiyle koşullu salıverilme kararı geri alınamaz
düzenlemesi gereğince İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 10/5/2013 tarih ve
E.1979/301 sayılı dosyasından 24/3/2011 tarihinde verdiği şartlı tahliyenin
geri alınması kararının kaldırılmasına karar verilmiş olduğundan kararla
birlikte başka suçtan tutuklu veya hükümlü değil ise derhal salıverilmesine
karar verilmiş olduğunu ve hükümlünün 16/7/2002 tarihinde 21/12/2000 tarih ve
4616 sayılı Kanun gereğince tahliye edildikten sonra işlemiş olduğu yeni suçtan
dolayı 2002 tarihinden önceki cezaların şartla tahliyesi geri alınamaz, 2002
yılında işlemiş olduğu suçun cezasının büyük bir kısmını tutuklu olarak
geçirmiş ve 2008 yılında 5271 sayılı CMK'nun 102.
maddesi gereğince tahliye edilmiş olduğundan 2010 yılından bu yana hükümlülükte
geçen süre ile Adana Ağır Ceza Mahkemesinin beraat ile sonuçlanan dosyasından
yattığı süreler hesap edildiğinde hükümlünün hakkında fazladan ceza infaz
edilmekte olduğu" gerekçesi ile tahliyesini talep etmiştir.
18. Diğer taraftan, Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığı,
4/6/2013 tarih ve 2012/824 sayılı yazıları ile başvurucuya ait anılan Aksaray
Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/1995 gün ve 1995/136 Müteferrik sayılı içtima kararıyla
verilen toplam 23 yıl 10 ay 20 gün hapis cezasından dolayı hükümlü hakkında
verilen koşullu salıverme kararının, deneme süresi içinde 10/10/2002 tarihinde
işlediği kasten öldürmek suçundan, Mahkemenin E.2007/241, K.2008/333 sayılı
kararıyla verilen 18 yıl ağır hapis cezasına mahkûm edilmiş olması sebebiyle
başvurucu hakkında 1/3/1926 tarih ve mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 17.
maddesi ve 5275 sayılı Kanun'un 107. maddesinin (12) ve (13) numaralı fıkraları
gereğince geri alınmasına karar verilip verilmeyeceği hususunda değerlendirme
yapılması talep etmiştir.
19. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi, 17/6/2013 tarih ve 2013/670
Değişik İş sayılı kararı ile başvurucu hakkındaki aşağıda belirtilen hükümleri
değerlendirerek başvurucunun ceza infaz kurumunda kalacağı süreyi
belirlemiştir:
a. 1982 tarihinden önce işlemiş olduğu cezalar Dinar Ağır Ceza
Mahkemesinin 13/4/1991 tarih ve 1991/60 sayılı kararı ile 36 yıl ağır hapis
cezası olarak içtima edilmiş, yine Dinar Ağır Ceza Mahkemesinin 13.4.1991 tarih
1991/61 sayılı kararı ile hükümlünün 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu'nun Geçici 1. maddesinin (b) bendi uyarınca bu cezadan dolayı
13/4/1991 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere koşullu salıverilmiştir.
b. Koşullu salıverilmeden sonra deneme süresi içerisinde
30/10/1991 tarihinde kasten adam öldürmek suçunu işlediği ve Aksaray Ağır Ceza
Mahkemesinin 22/4/1993 tarih ve E.1991/220, K.1993/83 sayılı ilamı ile kasten
öldürme suçundan 20 yıl ağır hapis ve müessir fiil suçundan 2 yıl 2 ay 20 gün
hapis ile cezalandırılmış ve bunun üzerine İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin
15/12/1994 tarih, 1979/301 sayılı ek kararı ile Dinar Ağır Ceza Mahkemesinin
anılan kararı ile verilen koşullu salıverme kararının geri alınmasına karar
verilerek ikinci suç işleme tarihi olan 30/10/1991 ile bihakkın tahliye tarihi
olan 22/11/2016 arasındaki sürenin aynen infazına karar verilmiştir.
c. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince hükümlünün yukarıda belirtilen
20 yıl ağır hapis ile 2 yıl 2 ay 20 gün hapis ve 15/10/1994 tarihinde işlemiş
olduğu firar suçu nedeniyle Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/5/1995 tarih
ve E.1994/167, K.1995/40 karar sayılı ilamı ile verilen 1 yıl 8 ay hapis
cezalarının 23 yıl 10 ay 20 gün hapis cezası olarak içtimasına
karar verilmiştir.
d. Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/9/2005 tarih ve aynı
sayılı ek kararı ile firar suçu nedeniyle aldığı 1 yıl 8 ay hapis cezasının 5
ay hapse indirilmesi üzerine Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2010 tarih ve
2010/245 sayılı içtima kararı ile cezaları 22 yıl 7 ay 20 gün hapis cezası
olarak yeniden içtima edilmiştir.
e. Başvurucunun koşullu salıverme kararı geri alınan 30/10/1991 - 22/11/2016 tarihleri arasındaki 25 yıl 23 günlük süre
ile Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince içtima edilen 22 yıl 7 ay 20 gün hapis
cezalarının infazına Manisa C. Başsavcılığınca 4/1/1995 tarihinde başlanmıştır.
f. Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin 16/7/2002 tarih ve 2002/147
Müteferrik sayılı kararı ile başvurucunun 16/7/2002 tarihinden geçerli olmak
üzere koşullu salıverilmesine karar verilmiştir.
g. Başvurucu tahliye edildikten sonra deneme süresi içerisinde
10/10/2002 tarihinde kasten öldürme suçunu işleyerek Aksaray Ağır Ceza
Mahkemesinin 2/12/2008 tarih ve E.2007/241, K.2008/333 sayılı ilamı ile 18 yıl
hapis cezası ile cezalandırılmıştır.
h. Başvurucunun, yeniden suç işlemiş olması nedeniyle İstanbul
5. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/11/2010 tarih ve E.1979/301 sayılı kararı ile
başvurucunun Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin anılan kararı ile verilen koşullu
salıverme kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.
ı. Daha sonra İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi, 24/3/2011 tarih
ve eski E.1979/30, yeni E.2011/26 sayılı kararının kaldırılmasına karar
vermiştir (§ 14).
i. İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin koşullu salıverme
kararının kaldırılmasına karar verdiği 8/11/2010 tarihli karar, 7/11/1982
tarihinden önce verilmiş olan içtimalı 36 yıl hapis
cezası ve 7/11/1982 tarihinden sonra işlenen Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince ve
Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemelerince verilen içtimaen
22 yıl 7 ay 20 gün hapis cezası ilamlarının da bulunduğu belirtilmiştir.
20. Diğer taraftan Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi anılan
kararında, başvurucunun 4616 sayılı Kanun uyarınca 2002 tarihinden önceki
koşullu salıverilme kararının geri alınamayacağı iddiasını değerlendirerek "Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 12/4/2005 tarih ve
E.2005/869, K.2005/795 sayılı kararında da belirtildiği üzere 4616 sayılı Yasa,
3713 sayılı yasanın geçici infaz hükümlerinin aksine koşullu salıverilmenin
geri alınmasına ilişkin hükümleri askıya almamıştır, bir başka anlatımla 4616
sayılı yasa koşullu salıverilme kararının geri alınmasına engel bir hüküm
içermemektedir" gerekçesi ile talebini reddetmiştir.
21. Başvurucunun Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin beraat
kararına ilişkin aynı dosyadan tutuklu kaldığı sürenin mahsup edilmesi talebi
de "hükümlünün tutuklu kaldığı
suçlardan dolayı beraat etmediği, hükümlünün Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin
görev alanına giren bir kısım suçlar nedeniyle beraatina
karar verilerek dosyanın tefrik edilerek görevsizlikle Aksaray Ağır Ceza
Mahkemesine gönderildiği, hükümlünün Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi'nin E.2011/9
sayılı dosyası üzerinden tutuklu olarak yargılamasının yapıldığı ve neticeten
mahkûm edildiği, dolayısıyla tutuklu olarak kaldığını iddia ettiği suçlar
nedeniyle beraat etmediğinden ve hükümlünün infaz edilmekte olan cezasının
kesinleşmesi sonrasında Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyasındaki suçların
işlendiği" gerekçesi ile reddedilmiştir.
22. Başvurucunun karara yaptığı itiraz, Niğde Ağır Ceza
Mahkemesinin 10/9/2013 tarih ve 2013/725 Değişik İş sayılı kararı ile
reddedilmiş ve karar, başvurucuya 8/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
23. Başvurucu, 9/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
24. Yukarıda belirtilen süreçler dışında başvurucunun 1/8/2012
tarihli kanun yararına bozma talebi Adalet Bakanlığının 31/12/2013 tarih ve
2011/16457/74531 sayılı yazıları ile reddedilmiştir.
25. Başvurucunun, Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi, Manisa 1. Ağır
Ceza Mahkemesi ve İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin başkan ve üyeleri hakkında
Hâkim ve Savcılar Yüksek Kuruluna yaptığı şikayetlerin işleme konulmamasına
yönelik kararlarına itirazları Kurulun 19/6/2013 tarih ve 2013/527 sayılı ile
18/9/2013 tarih ve 2013/667 sayılı kararları ile reddedilmiştir.
26. Başvurucunun 2/12/2013 havale tarihli Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı nezdinde yaptığı kanun yararına bozma başvurusu Adalet Bakanlığına
yapılması gerektiği gerekçesi ile 24/2/2014 tarih ve KYB-2014/3102 sayılı
kararı ile reddedilmiş ve dilekçe Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
B. İlgili Hukuk
27. 6459 sayılı Kanun'un 25. maddesiyle 5275 sayılı Kanun'a
eklenen geçici 5. maddesi şöyledir:
"7 Kasım 1982 tarihinden önce işlemiş
olduğu bir suç dolayısıyla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum
olan kişi hakkında, mahkum olduğu cezanın infazı sürecinde koşullu
salıverildikten sonra deneme süresi içinde işlediği yeni bir suç sebebiyle
koşullu salıverilme kararı geri alınmaz."
28. Anayasa Mahkemesinin 18/7/2001 tarih ve E.2001/4,
K.2001/332 sayılı kararı ile iptal edilen 4616 sayılı Kanun'un 1. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Müebbet ağır hapis cezasına hükümlü
olanların çekmeleri gereken toplam cezalarından; şahsî hürriyeti bağlayıcı
cezaya mahkûm edilenler ile aldıkları ceza herhangi bir nedenle şahsî hürriyeti
bağlayıcı cezaya dönüştürülenlerin toplam hükümlülük süresinden on yıl
indirilir. İndirim, verilen her bir ceza için ayrı ayrı değil, toplam ceza
üzerinden bir defaya mahsus yapılır. Ancak bir kişinin muhtelif suçlarından
dolayı cezaları ayrı ayrı tarihlerde verilmiş olsa bile, bu cezalarının toplamı
üzerinden yapılacak indirim on yılı geçemez.
Tâbi oldukları infaz hükümlerine göre
çekmeleri gereken toplam cezalarından veya toplam hükümlülük sürelerinden on
yıllık indirim yapıldıktan sonra ceza süresi veya hükümlülük süresi dolmuş
olanlar, iyi hâlli olup olmadıklarına bakılmaksızın ve istemleri olmaksızın
derhal; toplam cezaları on yıldan fazla olanlar ise tâbi oldukları infaz
hükümlerine göre fazla olan cezalarını çektikten sonra şartla
salıverilirler."
29. Anayasa Mahkemesinin 28/5/2002 tarih ve E. 2002/99, K.
2002/51 kararı ile iptal edilen 21/5/2002 tarih ve 4758 sayılı Kanun ile
değişik 4616 sayılı Kanun'un 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Müebbet ağır hapis cezasına hükümlü
olanların veya şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilenlerin ya da
aldıkları ceza herhangi bir nedenle şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya
dönüştürülenlerin tâbi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken
toplam cezalarından on yıl indirilir. İndirim, verilen her bir ceza için ayrı
ayrı değil, toplam ceza üzerinden bir defaya mahsus yapılır. Ancak bir kişinin
muhtelif suçlarından dolayı cezaları ayrı ayrı tarihlerde verilmiş olsa bile,
bu cezaların toplamı üzerinden yapılacak indirim on yılı geçemez.
Birinci paragraf hükümlerine göre çekmeleri
gereken toplam cezalarından on yıllık indirim yapıldıktan sonra ceza süresi
dolmuş olanlar, iyi halli olup olmadıklarına bakılmaksızın ve istemleri
olmaksızın derhal; toplam cezaları on yıldan fazla olanlar kalan cezalarını
çektikten sonra şartla salıverilirler."
30. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7.
maddesi şöyledir:
“(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna
göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri
uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir
fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri
uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve
kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar.
(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin
lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.
(3) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377
S.K./2.mad) Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle
ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır.
(4) Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte
bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam
edilir.”
31. 5275 sayılı Kanun’un 107. maddesi, 765 sayılı mülga
Kanunu'nun 17. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 25/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 9/9/2013 tarih ve 2013/7764 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
33. Başvurucu, çeşitli suçlardan hakkında verilen hapis
cezalarının infazı kapsamında 4616 sayılı Kanun uyarınca koşullu
salıverildiğini, koşullu salıvermeye esas 4616 sayılı Kanun'un 1. maddesinin
(2) numaralı fıkrasının Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini, 4758
sayılı Kanun ile yapılan yeni düzenlemenin de yine Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edildiğini, bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve ilgili Ceza
Dairelerinin kararlarına atfen iptal kararları sonucu 4616 sayılı Kanun'un
koşulsuz bir affa dönüştüğünden koşullu salıverilme kararının geri
alınamayacağını, buna ilişkin yaptığı şikayetlerin gerekçesiz reddedildiğini,
ayrıca ret kararından sonra yaptığı başvuruların Yüksek Mahkemelerin önüne
götürülmediğini belirterek, Anayasa’nın 2., 5., 6., 10., 11., 13., 19., 36.,
38., 90., 138., ve 153. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, ihlalin tespiti, infazın durdurulmasına yönelik tedbir kararı ve
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
34. Başvuru formları ve ekleri incelendiğinde, başvurucu
iddialarına ilişkin olarak Anayasa’nın 2., 5., 6., 10., 11., 13., 19., 36.,
38., 90., 138., ve 153. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ise de başvurucunun iddialarının temelinde koşullu salıverme
kararının diğer mahkûmlardan farklı uygulanarak ve gerekçesiz olarak, her hangi bir yasal dayanağı olmaksızın kaldırılması
nedeniyle cezaevinde kaldığı sürenin uzamasına ilişkindir. Anayasa Mahkemesi,
olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir.
35. Başvurucunun Anayasa Mahkemesinin 4616 sayılı Kanun’un
bazı maddelerini iptal etmesi üzerine herhangi bir yasal dayanak olmaksızın
koşullu salıverme kararının geri alındığı iddiası Anayasa’nın 38. maddesinde
tanımlanan suç ve cezaların kanuniliği ilkesi temelinde ve kendisi ile aynı
durumda olan kişilerin tahliye edilmesine rağmen kendisinin bundan
yararlanamamasını Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi çerçevesinde
değerlendirilmiştir.
36. Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM),
hükümlü olup olmadığına bakılmaksızın herkesin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesi kapsamında kişi özgürlüğü ve güvenliğine
sahip olduğunu, bunun da 5. maddenin birinci fıkrasında belirlenen istisnalar
dışında özgürlükten yoksun bırakmama veya yoksun bırakmanın devamının
engellenmesi ve uygun olduğu ölçüde tutuklama veya gözetim altına alınma
durumlarında 5. maddenin (2), (3) ve (4) fıkralarının sağladığı çeşitli koruma
mekanizmalarının sağlanması anlamına geldiğini belirtmiştir. Hükümlülerin infaz
rejimi kapsamında yararlandıkları koşullu salıverme gibi cezanın infazının ceza
infaz kurumları dışında gerçekleştirilmesine dair bir uygulama da Sözleşme’nin 5.
maddesi kapsamında değerlendirilmiştir (B.No:
2013/1711, 23/7/2014, § 25).
37. Bu çerçevede hükümlülerin, ceza infaz kurumlarında
kalacağı süreyi doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen durumların Anayasa’nın
19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında
değerlendirilmesi gerekmektedir (Benzer kararlar için bkz. B.No: 2013/4682, 17/9/2014; B.No:
2014/1711, 23/7/2014; B.No: 2013/8114, 17/9/2014). Bu
kapsamda başvurucunun, koşullu salıverilme kararının geri alınamayacağına
ilişkin yaptığı şikâyetlerin gerekçesiz reddedilmesi ve ret kararından sonra
yaptığı başvuruların Yüksek Mahkemelerin önüne götürülmemesinin adil yargılanma
hakkını ihlal ettiği iddialarının özü, cezaevinde kalınacak sürenin
belirlenmesinde keyfi davranıldığının ileri sürülmesidir.
38. Dolayısıyla başvurucunun şikâyet biçimi dikkate
alındığında, başvurucunun iddialarının esası koşullu salıverilme kararının geri
alınması kararına esas kararın ortadan kalkması nedeniyle haksız olarak
cezaevinde tutulması, yaptığı şikâyetlerin gerekçesiz reddedilmesi ve ret
kararından sonra yaptığı başvuruların Yüksek Mahkemelerin önüne götürülmemesine
ilişkindir. Bu çerçevede başvurucunun, cezaevinde tutulmasının hukuka aykırı ve
keyfi olduğuna dair iddiaları kişi özgürlüğü
ve güvenliği hakkı çerçevesinde incelenmiştir.
1. Suç ve Cezaların
Kanuniliği İlkesi Yönünden
39. Başvurucu, 4616 sayılı Kanun uyarınca verilen koşullu
salıverme kararlarının, Anayasa Mahkemesinin 4616 sayılı Kanun ve bu Kanun’da
yapılan değişiklere dair iptal kararlarından sonra herhangi bir yasal dayanak
olmamasına rağmen koşullu salıverilme kararının kaldırılmasının suç ve cezada
kanunilik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
40. Bakanlık görüş yazısında, AİHM’in
ve Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarına atıfta bulunarak koşullu salıvermenin
kendine has koşulları değerlendirildiğinde kişinin ilk hapis cezası ile ikinci
kez cezaevine gönderilmesi arasında bağlantının kopmamış olmasının gerektiğini
belirtmiştir. Bununla birlikte Bakanlık, görüşünde belirtilen içtihatlar ve
düzenlemeler ışığında somut olayda koşullu salıverme kararının geri alındığını
ifade etmiştir.
41. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 9/12/2014 tarihli
cevabında önceki iddialarına benzer görüşler ileri sürmüştür.
42. Suç ve cezada kanunilik, ceza hukuku kurallarına ve bu
kuralların uygulanmasına ilişkin, Anayasa ve Sözleşme'de
güvence altına alınmış temel bir ilkedir.
43. Anayasa'nın "Suç
ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Kimse, işlendiği zaman yürürlükte
bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu
işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza
verilemez."
44. Sözleşme'nin "Kanunsuz
ceza olmaz" kenar başlıklı 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal
veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı
suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan
cezadan daha ağır bir ceza verilemez."
45. Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili
bölümlerinde kanunla düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği
gibi, 13. maddede ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına
ilişkin genel ilkelerde de sınırlamaların "ancak kanunla" yapılabileceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de "suç ve cezada kanunilik" ilkesi özel
olarak güvence altına alınmıştır.
46. Suç ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu
unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin
düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve cezaların
belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve önemi haiz olup, bu kapsamda
kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı
keyfi bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte, buna ek
olarak, suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak
uygulanması sağlanmaktadır (B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 32).
47. Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme
yetkisinin keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi,
kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu
doğrultuda, kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin,
bu ilkeye saygılı hareket etmeleri; suç ve cezalara ilişkin kanuni
düzenlemelerin sınırlarının, yasama organı tarafından belirgin bir şekilde
çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye
dayanmaksızın, düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza
hukukunu uygulamakla görevli yargı organın da kanunlarda belirlenen suç ve
cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir (B. No:2013/849,
15/4/2014, § 33).
48. Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri "belirlilik"tir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir.
Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir
kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya
sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu,
kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda
kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk
güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (B.
No:2013/849, 15/4/2014, §34).
49. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç
saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman
kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez”
hükmü çerçevesinde sadece suç ve cezaların ancak kanun ile öngörülebileceği
prensibi ile sınırlı olmayıp suç ve cezaların geçmişe yürütülmemesine de
içerir. Bu bağlamda makable şamil olmama ilkesi Anayasa’nın 15. maddesinin son
fıkrası uyarınca savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde dahi
vazgeçilmez çekirdek hak alanında kalmaktadır.
50. AİHM’in de belirttiği gibi hukukun
üstünlüğünün temel birleşenlerinden biri olan Sözleşme’nin 7. maddesinde
düzenlenen suç ve cezada kanunilik ilkesi, amaçları ve ulaşmak istenilen
hedefleri de gözetilerek keyfi kovuşturma, mahkûmiyet ve cezalandırmaya karşı
etkili güvenceleri temin edecek şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır (S.W./Birleşik Krallık, B.No:
20166/92, 22/11/1995, § 34; Kafkaris/Kıbrıs, B.No:
21906/04, 12/2/2008, § 137; Del Rio Prada/İspanya, B.No:
42750/09, 21/10/2013, § 77). Aynı zamanda kanuniliğin bir sonucu olarak suç
olarak kabul edilmeyen bir eylemin “kıyas”
yolu ile sanıkların aleyhine genişletilerek yorumlanması da ilkeye aykırılık
oluşturacaktır (Del Rio Prada/İspanya,
§ 78).
51. Öte yandan, kanunların genel uygulamaya yönelik olarak
hazırlanmasının doğal sonucu olarak kanun metinleri her zaman açık ve net
olmayabilir. Kanun hazırlama tekniklerinden biri, kanunda, düzenlenecek alanın
her türlü ayrıntısını içermesi yerine genel hükümler ile uygulamayı
belirlemektir. Bunun sonucu olarak kanun metinlerinde muğlâk ifadelere yer
verilebilmektedir. Bu muğlâk ifadeler, kuralın yorumu ve uygulaması açısından
pratikte farklı değerlendirilebilmektedir. Diğer hukuk alanlarında olduğu gibi
ceza hukuku alanında olan bir kanun hükmü ne kadar açık ve net olarak
düzenlense dahi kaçınılmaz olarak şüpheli noktaların giderilmesi ve değişen
şartlara uyarlamak için bir yargı yorumu ile uygulamaya aktarılacaktır (Del Rio Prada/İspanya,
§ 92). Yargılama görevini yerine getiren mahkemelerin, bu tür yorumsal
şüpheleri gidermeleri gerekmektedir. Bu çerçevede suç ve ceza kanunilik ilkesi,
temel olarak suçun özüyle tutarlı olması ve makul olarak öngörülebilir olması
koşuluyla ceza hukukuna ilişkin kuralların davadan davaya yargısal yorumla
netleştirmeye imkân tanımaktadır. Erişilebilir ve makul olarak öngörülebilir
bir yargısal yorumun suç ve cezada kanunilik ilkesini ihlal ettiği söylenemez (Del Rio Prada/İspanya,
§ 93).
52. AİHM, Sözleşme’nin 7. maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen “ceza” kavramını özerk
bir Sözleşme kavramı olarak kabul etmektedir. 7. maddede güvence altına alınan
ilkeyi etkin korumak amacıyla, bir tedbirin özü itibariyle bir ceza oluşturup
oluşturmayacağı konusunda ulusal yargı makamlarının yorumlarına bağlı kalmadan
değerlendirme yapılmaktadır. Bu bağlamda ilk olarak bir cezanın varlığı için
suçtan kaynaklanan bir mahkûmiyetin sonucu olup olmadığı, daha sonra tedbirin
niteliği, amacı; ulusal hukuk açısından nasıl kabul edildiği; tedbirin alınmasında
ve uygulamasındaki usullerin ve tedbirin ağırlığı değerlendirilmektedir (Del Rio Prada/İspanya,
§§ 81-82; Welch/Birleşik Krallık, B.No: 17440/90, 9/2/1995, §§ 27-28).
53. Diğer taraftan AİHM, “ceza”
kabul edilen bir tedbir ile cezanın infazı veya icrasını ilgilendiren bir
tedbir arasında ayrım yapmıştır. Bu çerçevede, tedbirin niteliği ve amacının
cezanın indirilmesi veya erken tahliyeye ilişkin bir değişiklik ile ilgili
olduğunda bu tedbirin Sözleşme’nin 7. maddesi kapsamında “ceza” olarak kabul edilemeyeceğini
belirtmiştir (Hogben/Birleşik Krallık, 11653/85, 23/7/1985; Hosein/Birleşik Krallık, B.No: 26293/95, 28/2/1996, Del Rio Prada/İspanya, § 83).
Ancak AİHM, bu hususta 7. maddenin ikinci cümlesinde ifade edilen “verilme” sözcüğünün, cezanın infazına veya
icrasına ilişkin tüm tedbirlerin bu maddenin koruma alanı dışında olduğu
şeklinde yorumlanamayacağını belirtmiştir (Hirsi Jamaa ve diğerleri/İtalya, B.No. 27765/09, 23/2/2012, § 175). Bunun sonucu olarak da
AİHM, cezaya hükmedildikten sonra veya ceza infaz edilirken idari yetkililer ve
mahkemeler tarafından yapılacak uygulamaların cezayı veren mahkemenin öngördüğü
ve kapsamını belirlediği cezanın farklı tanımlanmasına veya değiştirilme
ihtimaline yol açabileceğini kabul etmektedir. Aksi takdirde, idari yetkililer
veya mahkemeler, verilen cezanın kapsamını geçmişe dönük olarak, mahkûm edilen
kişinin suçu işlediği veya cezaya çarptırıldığı zamanda böyle bir gelişmeyi
öngöremeyecek bir şekilde zararına olacak tarzda yeniden tanımlayan tedbirler
alabileceği kabul edilecektir (Del Rio Prada/İspanya, § 89).
54. Anayasa’nın 38. maddesi “ceza”nın kapsamını açıklamamıştır.
Bu bağlamda bir “mahkûmiyet kararı
sonrasında” verilen cezanın infazında Anayasa’nın 38. maddesinin
öngördüğü ilkelerin uygulanıp uygulanmayacağı hususu belirlenmelidir.
55. Anayasa’nın 38. maddesi uyarınca suç ve cezalarda
kanunilik ilkesinin güvence fonksiyonu açısından infaz hukukuna ilişkin temel
sorun infaza ilişkin düzenlemelerin zaman bakımından uygulanması meselesidir.
Zira ceza ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesinin şekil ve şartlarının
Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca kanun ile düzenleneceği asıldır. Zaman
bakımından uygulamaya ilişkin karşımıza üç ilke çıkmaktadır. Bunlar geriye
yürüme, ileriye yürüme ve derhal uygulanmadır. Bu ilkelerin ceza hukuku
açısından nasıl uygulanacağı Anayasa’nın 38. maddesi ve 5237 sayılı Kanun’un 7.
maddesinde açıklanmıştır. Ancak bu ilkelerin infaz hukukuna ilişkin kuralları
kapsayıp kapsamadığının tespiti Anayasa’nın 38. maddesi ve Sözleşme’nin 7.
maddesinin getirdiği güvencelerin bu alanda uygulanabilirliğini ortaya
koyacaktır.
56. Kural olarak infaz hukuku kuralları derhal uygulanır.
Buna göre kuralın hükümlü açısından lehe veya aleyhe sonuç doğurması
önemsizdir. Bunun temelinde hükümlünün cezasının infazında temel amaç olan
ıslah ve topluma kazandırmada daha etkin yöntemlerin uygulanmasını sağlamak,
cezaevinde güvenlik ve disiplini daha iyi bir düzeye getirmek ve cezaevinin
hükümlüler açısından daha makul bir seviyede yaşanabilir hale getirmek yer
almaktadır. Ancak 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile
infaz rejimine ait olarak değerlendirilen hapis cezasının ertelenmesi, koşullu
salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hükümlerin aleyhe sonuç doğurmaması bu
kuralın istisnası olarak kabul edilmiştir.
57. Anayasa’nın 38. maddesi ve Sözleşme’nin 7. maddesi
uyarınca “ceza” kavramının ceza
hukuku kapsamındaki tedbirleri kapsadığında tereddüt yoktur. Bu bağlamda
anayasal güvencenin tespiti açısından bir tedbirin maddi ceza hukukuna mı,
infaz hukukuna mı dâhil olup olmadığı tespit edilmelidir. Bu belirlemede
tedbirin şekli olarak hangi alana girdiğinin yerine niteliğine bakılarak karar
verilmelidir. Bu çerçevede bir tedbir, sanığa verilecek ceza ile ilgili bir
konu hakkında ise ve ceza verme düşüncesi içinde kabul ediliyorsa maddi ceza
hukuku alanında olduğunun kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla AİHM’in de kabul ettiği üzere hükümlü hakkında uygulanan
tedbirin suçtan kaynaklanan bir mahkûmiyetin sonucu olup olmadığı, tedbirin
niteliği, amacı; mahkemeler ve yetkili idari makamlar açısından nasıl kabul
edildiği; tedbirin alınmasında ve uygulamasındaki usullerin ve tedbirin
ağırlığı değerlendirilerek Anayasa’nın 38. maddesinin güvencesi altında olup
olmadığı tespit edilmelidir. Bu bağlamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun
18/11/1985 tarih ve E.1985/268, K.1985/361 sayılı kararında “… cezaların yerine getirilmesine ilişkin rejimleri
değiştiren yasaların derhal uygulanması gerekmekte ise de,
değişikliği yapan yasaların, cezaların niteliğini değiştirmemesi gerekir.
Cezanın yerine getirilmesine ilişkin yasadaki değişiklik, mahkûmiyet süresini
uzatıyorsa veya hükümlüye yüklenen yükü artırıyorsa, bu hal cezanın niteliğini
değiştirdiğinden derhal uygulanamaz” (Benzer yönde bir karar için
bkz. Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 5/7/1973 tarih ve E.1973/6567, K.1973/6535
sayılı kararı) denilerek bir tedbirin infaz hukukuna ilişkin olması tek başına
derhal uygulanması için yeterli olmadığı aksine mahkûmiyet süresini uzatıp
uzatmadığı hususu gözetilerek karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır.
58. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 'Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi'
kenar başlıklı (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucuların ihlal
iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir.
59. Somut olayda başvurucu 4616 sayılı Kanun’un 2. maddesi
uyarınca hakkında verilen koşullu salıverilme kararının anılan Kanun’un ilgili
maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesinden dolayı geri
alınmasının kanuni dayanağını ortadan kaldırdığını ve bu durumun Anayasa’nın
38. maddesi uyarınca suç ve cezada kanunilik ilkesine aykırı olduğunu ileri
sürmüştür.
60. Yukarıda belirtilen hususlar ışığında, koşullu
salıvermeye dair yapılan düzenlemeler sadece cezaevi politikasının biçimini
belirlemeye yönelik değildir. Aksine cezanın ne kadar çekileceğini belirlediğinden
hükümlü açısından cezanın kapsamına ve sonuçları açısından maddi ceza hukuku
alanına ilişkin bir düzenlemedir. Nitekim 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin
(3) numaralı fıkrasındaki düzenlemede koşullu salıverilmeye dair kurallar suç
ve cezaların zaman bakımından uygulanması ile aynı kapsamda değerlendirilerek
infaza ilişkin diğer hükümlerin tabi olduğu “derhal uygulanma” kuralından
istisna tutulmuştur. Dolayısıyla infaz hukukuna dair koşullu salıverilme kuralı
Anayasa’nın 38. maddesi çerçevesinde değerlendirilmelidir.
61. Öte yandan, başvuru konusu olayda başvurucunun iddiaları,
koşullu salıverildikten sonra 4616 sayılı Kanun’un bazı maddelerinin iptal
edilmesi üzerine koşullu salıvermenin geri alınıp alınamayacağına yönelik ve
infaz biçimine ilişkin bir değerlendirmedir. Cezanın kapsamına ilişkin
değildir. Bu durumda başvurucuya verilen ceza farklı olarak veya ağırlaşacak
şekilde yorumlanmamış, cezanın infazı biçimine dair olan koşullu salıverme
kararının geri alınıp alınamayacağına dair mevzuatın yorumlanması kapsamında
kalmıştır. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin görevi, anılan Kanun’un iptal
edilmesi üzerine ortaya çıkan durumda mevzuat hükümlerinin nasıl yorumlanması
gerektiğini belirlemek değildir. Daha ziyade bu yeni yorumun başvurucu
tarafından ilgili tarihte geçerli olan “hukuk”
kapsamında makul ölçüde öngörülebilir olup olmadığını incelemektir.
62. Başvurucunun 4616 sayılı Kanun uyarınca koşullu
salıverildikten sonra tekrar suç işlemesi halinde koşullu salıverme kararının
kaldırılmayacağına dair, 765 sayılı mülga Kanun'un 17. maddesi ve 5275 sayılı
Kanun’un 107. maddesi gözetildiğinde, mevzuattan kaynaklanır meşru bir
beklentisinin olduğu söylenemez. Özellikle hakkında verilen kararın koşullu
salıverilme kararı olduğu ve denetim süresinin öngörüldüğü gözetildiğinde böyle
bir beklentiyi tahayyül etmesinin güç hatta imkânsız olduğu açıktır.
63. Başvurucunun kazanmış olduğu bir iyi hal indirimi veya
cezanın tüm sonuçları ile ortadan kaldırılması sonucuna ulaştıracak genel af
gibi bir durumun olduğundan da söz edilemez. Başvurucunun hakkında verilen
koşullu salıverilme kararının kapsamını ve infaz edilme biçimini, mevcut
koşullar altında makul bir dereceye kadar kavrayabilmesine imkân sağlamayacak
nitelikte formüle edilmemiş olduğundan bahsetmek de zordur. Diğer taraftan
mahkemelerin ve Yargıtayın, Anayasa Mahkemesinin
iptal kararından sonra 4616 sayılı Kanun’un uygulanmasına yönelik
yaklaşımlarını değiştirmesinin makul olduğu kabul edilmelidir. Hukuki açıdan
farklı yorumlara neden olan bu durumun mahkemeler tarafından farklı
yorumlanması ve hatta Yargıtay tarafından da kısa sayılabilecek bir süre
içerisinde farklı içtihatlara yol açması meşru görülebilir. Başvurucunun
durumunda süregelen bir içtihattan vazgeçilmesi de söz konusu değildir. Aksine
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrasında ortaya çıkan durumun tekrar
yorumlanması söz konusudur.
64. 4616 sayılı Kanun ile yapılan düzenleme başvurucu
hakkında verilen mahkûmiyet kararının uygulanması açısından daha ağır sonuçlar
getirmemiştir. Aksine “koşullu özel af”
niteliğinde olduğundan başvurucunun daha erken koşullu salıverilmesi sonucunu
doğurmuştur (4616 sayılı Kanun’un mahiyetine ilişkin bkz. AYM 18/7/2001 tarih
ve E.2001/4, K.2001/332 ile 28/5/2002 tarih ve E.2002/99, K.2002/51 sayılı
kararları). 4616 sayılı Kanun’un bazı maddelerinin iptal edilmesi ise yasa
koyucunun iradesini aşarak genel af niteliğine dönüştüğünün kabulü de
başvurucunun durumu açısından mümkün değildir. Zira başvurucunun iddialarının
dayanağı olarak ileri sürdüğü Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 7/12/2004 tarih ve
E.2004/7-209, K.2004/215 sayılı kararı da 765 sayılı Kanun’un 95. maddesinde
düzenlenen mahkûmiyet kararının ertelenmesine ilişkindir. Zira bu kararda 4616
sayılı Kanun ile ceza hukukuna getirilen yeni düzenlemeler açısından iptal
kararı verilmesi durumunda yürürlükte ceza mevzuatında yapılacak herhangi bir
uygulamanın olmayışının genel affa dönüştüğü üzerinde durulmuştur. Bu sebeple
başvurucunun içinde bulunduğu durumdan farklı şartlar söz konusudur.
65. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, hakkında verilen
koşullu salıverilme kararının geri alınmasına dair kararın yasal dayanağının
olmadığına ve Anayasa’nın 38. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarına
ilişkin açık ve görünür bir ihlal olmadığı anlaşılmakla başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Kişi Özgürlüğü ve
Güvenliği Hakkı Yönünden
66. Başvurucu, 4616 sayılı Kanun uyarınca verilen koşullu
salıverme kararlarının, Anayasa Mahkemesinin 4616 sayılı Kanun ve bu Kanun’da
yapılan değişiklere dair iptal kararlarından sonra geri alınmasının mümkün
olmamasına rağmen koşullu salıverilme kararının kaldırılması nedeniyle
cezaevinde tutulması gereken süreden daha uzun süre özgürlüğünden mahrum
bırakıldığını ileri sürmüştür.
67. Bakanlık görüş yazısında, AİHM’in
ve Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarına atıfta bulunarak kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının hukuka uygun bir şekilde sınırlandırıldığının tespit
edildiği takdirde bu hakkın ihlalinden söz edilemeyeceğini, koşullu
salıvermenin kendine has koşulları değerlendirildiğinde de kişinin ilk hapis
cezası ile ikinci kez cezaevine gönderilmesi arasında bağlantının kopmamış
olmasının gerektiğini belirtmiştir. Bununla birlikte Bakanlık, görüşte
belirtilen içtihatlar ve düzenlemeler ışığında somut olayda koşullu salıverme
kararının geri alındığını ifade etmiştir.
68. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı
cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; … halleri dışında kimse
hürriyetinden yoksun bırakılamaz.”
69. Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir.
Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç
kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
(a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından
verilmiş mahkûmiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;
…”
70. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin
kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan
sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek
şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı
olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B.No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
71. Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ilk istisnası “Mahkemelerce
verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine
getirilmesi” olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda yargı organlarınca
verilecek mahkûmiyet kararlarının sonucu olarak hapis cezası veya güvenlik
tedbirlerinin uygulanması kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali kabul
edilmeyecektir. Diğer taraftan “suç şüphesine bağlı
tutma” kapsamında olan durumdan farklı olarak anılan istisna “bir mahkûmiyet kararına bağlı olarak tutmayı” ifade
etmektedir. (Benzer kararlar için bkz. B.No: 2012/338, 2/7/2013, § 41, B.No:
2014/912, 6/3/2014, § 70). Sözleşme’ye göre,
özgürlüğe getirilen sınırlamanın meşru kabul edilebilmesi için mahkûmiyet
kararı sonrası “tutma” hali veya
hapsedilmenin, “yetkili mahkeme” kararına dayalı ve hukuka
(kanuna) uygun olması şartları aranmaktadır. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
yönünden “tutma” hali, geniş
anlamda kullanılmakta olup; gözaltı, tutuklama, mahkûmiyet sonrası tutukluluk
ve hükümlülük hallerini içine almaktadır. Sözleşme maddesindeki “yetkili mahkeme” vurgusu, kişinin
özgürlüğünden yoksun bırakılması sonucunu doğuran ceza veya güvenlik tedbiri
uygulama konusunda kanun gereği yetkilendirilmiş, yürütme organı ve taraflardan
bağımsız ve yeterli güvencelere sahip yargısal organı ifade etmektedir (B.No: 2013/8114, 17/9/2014, § 18; benzer AİHM kararları
için bkz. De Wilde,
Ooms And Versyp/Belçika, B. No: 2832/66, 2835/66,
2899/66, 18/6/1971, § 78; Engel ve
Diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72,
5370/72, 8/6/1976, § 68). Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası ve
Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fırkasının (a) bendi kapsamına,
mahkemelerce verilmiş mahkûmiyet hükmünün yerine getirilmesi hallerinde ortaya
çıkan özgürlükten yoksun bırakma halleri dâhil ise de anılan kurallar,
mahkûmiyet kararının değil, tutmanın hukuka uygun olmasını güvence altına
almaktadır. Dolayısıyla bu güvence kapsamında, kişi hakkında hükmedilen hapis cezasının
yerindeliği veya orantılılığı incelemeye tabi tutulamaz (B.No: 2013/8114, 17/9/2014, § 18).
72. Bir mahkûmiyet kararının infazına ilişkin olarak
Anayasa’nın 19. maddesi ve Sözleşme’nin 5. maddesi açık bir hüküm
içermemektedir. Bununla birlikte herkesin, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
sahip olması ve bu hakka getirilebilecek sınırlamaların ayrıntılı olarak madde
metinlerinde belirtilmesi, “keyfi bir
biçimde” bu haktan kimsenin mahrum bırakılmamasını amaçlamaktadır.
Yetkili bir mahkeme tarafından verilen bir mahkûmiyet kararının infazının
sağlanması ve ceza infaz kurumunda tutma süresi de bu hak kapsamında
değerlendirmelidir. Ceza mahkemelerinin kararına uygun hareket edilmesi de
hakkın korunması açısından bir zorunluluktur. Dolayısıyla hükümlülerin ceza
infaz kurumunda kalacakları sürenin mahkûmiyet kararına ve ilgili yasal
mevzuata uygun olması Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci
cümlesi ve Sözleşme’nin 5. maddesi birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında
güvence altına alınmıştır (B.No:
2014/1711, 23/7/2014, § 32).
73. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası gereğince,
kural olarak tutma hali, mahkûmiyet kararına bağlı olmalıdır. Koşullu
salıverilme kararının geri alınması nedeniyle kişinin yeniden hapsedilmesi
durumunda da infazına karar verilen ceza ile önceki mahkûmiyet arasındaki
nedensellik bağının kesilmemiş olması gerekir. AİHM göre Sözleşme’nin 5.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde geçen “mahkûmiyet kararı sonrasında” ibaresi ile
kastedilen, sadece “tutma”nın
zaman bakımından mahkûmiyet kararından sonra olması değil, aynı zamanda
mahkûmiyet nedeniyle olmasıdır (bkz. B.No: 2013/8114,
17/9/2014, § 19; Van Droogenbroeck/Belçika,
B. No: 7906/77, 24/6/1982; Weeks/Birleşik Krallık, B. No: 9787/82,
2/3/1987, § 42; Stafford/Birleşik Krallığı, [BD], B. No: 46295/99,
§ 64; M./Almanya, B. No:
19359/04, 17/12/2009, § 88).
74. Koşullu salıverilme, cezanın çektirilmesinin
kişiselleştirilmesi, başka bir deyişle cezaevindeki tutum ve davranışlarıyla
(iyi haliyle) topluma uyum sağlayabileceği izlenimini veren hükümlünün şarta
bağlı olarak ödüllendirilmesidir. Suçlunun kendisine verilen cezadan daha kısa
bir sürede uslanması, eyleminden pişmanlık duyması ve bunu iyi davranışıyla
kanıtlaması durumunda, cezaevinde daha fazla kalması gereksiz olabilir. Bu
durumda koşullu salıverilme, infaz sistemindeki en etkili araçtır. Koşullu
salıverilmenin en önemli öğeleri, cezanın belirli bir süre çekilmiş olması,
hükümlünün bu süre içinde iyi durum göstermesi, koşullu salıverildikten sonra
gözetim altında kalması ve koşullu salıverilmenin gereklerine uyulmaması
durumunda koşullu salıverilme kararının geri alınabilmesidir (B.No: 2013/8114, 17/9/2014, § 20;
AYM, E.2001/4, K.2001/332, K.T. 18/7/2001).
75. Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için hükümlünün,
infaz süresinin kanunda belirlenen kısmını “iyi
halli” olarak geçirmesi gerekir. Hal ve tavırları gözlemlenen
hükümlünün, işlemiş olduğu suçtan dolayı pişmanlık duyduğunun belirlenmesinin
koşullu salıverilmede “iyi halli”
olmanın bir şartı olduğu anlaşılmaktadır. Koşullu salıverilen hükümlünün,
denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi veya
kendisine yüklenen yükümlülüklere, hâkimin uyarısına rağmen, uymamakta ısrar
etmesi halinde koşullu salıverilme kararı geri alınır. Koşullu salıverilme
kararının geri alınması hâlinde hükümlünün; sonraki suçu işlediği tarihten
itibaren hak ederek tahliye tarihine kadar kalan cezasının aynen infazına karar
verilir. Koşullu salıverilme kararının geri alınmasından sonra aynı hükmün
infazı ile ilgili bir daha koşullu salıverilme kararı verilemez. Buna karşılık,
hükümlünün denetim süresini yükümlülüklere uygun ve iyi hâlli olarak geçirmesi
halinde, ceza infaz edilmiş sayılır (B.No:
2013/8114, 17/9/2014, § 25).
76. Somut olayda başvurucu 1979-1991 yılları arasında
işlediği muhtelif suçlardan aldığı hapis cezalarına ilişkin 13/4/1991 tarihinde
koşullu salıverilmiştir. Deneme süresi içinde 30/10/1991 tarihinde işlediği
kasten öldürme suçundan mahkûm edilmiş ve koşullu salıverilme kararı geri
alınarak bakiye kalan hapis cezasının aynen infazına karar verilmiştir. Anılan
her iki cezanın toplamları üzerinden başvurucunun cezaevinde kaldığı süre
hesaplanarak 4616 sayılı Kanun gereğince 16/7/2002 tarihinde tekrar koşullu
salıverilmiştir. Başvurucu, tahliye edildikten sonra deneme süresi içerisinde
10/10/2002 tarihinde kasten öldürme suçunu işleyerek hapis cezası ile
cezalandırılmış ve bu ceza nedeniyle ikinci kez verilen koşullu salıverilme
kararı kaldırılmıştır(§§ 10-12).
77. Diğer taraftan 6459 sayılı Kanun'un 25. maddesiyle 5275
sayılı Kanun'a eklenen geçici 5. madde kapsamında başvurucunun 7/11/1982
tarihinden önce işlenen suçlardan verilen hapis cezalarına ilişkin olarak
koşullu salıverilme kararının geri alınmasına ilişkin karar kaldırılmıştır.
Dolayısıyla başvurucunun ilk koşullu salıverilme kararına esas ve daha sonra da
bu kararın kaldırılması ile ortaya çıkan bakiye cezanın infazı ortadan
kaldırılmıştır. Bu cezanın infazında 4616 sayılı Kanun gereğince 2002 yılında
ikinci kez koşullu salıverilmeden yaralanmıştır. Ancak bu karar da denetim
süresinde tekrar suç işlediğinden kaldırılmıştır
78. Başvurucunun 4616 sayılı Kanun uyarınca 2002 tarihinden
önceki koşullu salıverilme kararının geri alınamayacağı iddiası da Aksaray Ağır
Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiştir (§ 20). Adana 7. Ağır Ceza
Mahkemesinin beraat kararına ilişkin aynı dosyadan tutuklu kaldığı sürenin
mahsup edilmesi talebi de makul bir gerekçe ile reddedilmiştir (§ 21). Diğer
taraftan başvurucunun koşullu salıverme kararından önce cezanın infaz edilen
kısmının mahsubuna dair herhangi bir iddiası da bulunmamaktadır.
79. Öte yandan başvurucu, koşullu salıverilme kararının geri
alınamayacağına ilişkin yaptığı şikâyetlerin gerekçesiz reddedildiğini, ayrıca
ret kararından sonra yaptığı başvuruların yüksek mahkemelerin önüne
götürülmediğini ileri sürmüştür.
80. Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın
hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip
getirilemeyeceği hususunda ortaya çıkan tereddütlerin giderilmesi veya yerine
getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar isteneceği
5275 sayılı Kanun’un 98. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hükme bağlanmıştır.
Ayrıca aynı Kanun’un 101. maddesinin son fıkrasında da anılan karara karşı
itiraz yoluna gidilebileceği kabul edilmiştir. Dolayısıyla hüküm yorumunda veya
çektirilecek cezanın hesabına ilişkin olarak hükümlüler açısından bir hukuk
yolu sağlanmıştır.
81. Somut olayda hükmü veren mahkemenin mahkûmiyet kararının
yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa bu hususa
ilişkin olarak yapılan itirazların hükümlünün cezaevinde kalacağı süreyi
belirleyici niteliği gözetildiğinde kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile
doğrudan ilgili olduğu açıktır. Dolayısıyla bu tür kişilerin cezaevinde
kalacağı süreyi belirlemede yetkili mahkemenin, Anayasa’nın 19. maddesinde
kabul edilen güvencelerin uygun düştüğü ölçüde hükümlüler açısından da
gözetmesi gerekir. Nitekim Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasının ilk
cümlesinde; mahkemelerce verilen hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik
tedbirlerinin kanuna uygunluğu değil, mahkeme kararının uygulanmasının kanuna
uygunluğu güvence altına alınmaktadır. Diğer bir ifadeyle bireysel başvuru
kapsamında mahkemelerce verilen mahkûmiyet kararlarının yerindeliği değil, bu
kararlara bağlı gerçekleştirilen ve bireyleri özgürlüklerinden mahrum bırakan
infaz rejimi incelenecektir. Dolayısıyla ilke olarak mahkûmiyet kararları ve
buna dayanan cezaların süresi değerlendirilmeyecektir (Weeks/Birleşik Krallık, B.No:
9787/82, 2/3/1987, § 49).
82. Koşullu salıverilmeye ilişkin olarak verilecek kararların
hükümlülerin cezaevinde kalacağı süreyi belirleyeceği, mahkûmiyet kararına
dayanan infazın kanuna uygunluğunu ve dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkını doğrudan etkileyeceği hususlarında herhangi bir tereddüt
bulunmamaktadır. Bu nedenle de Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan güvencelerin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin bu tür başvurularda gözetilmesi
gerektiği açıktır.
83. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde
yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır
bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye
bağlanabilir.”
84. Tutuklular açısından Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest
bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmakta ve tutuklu
bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan
belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz
önüne alınmaktadır (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63, 64). Tutuklular
açısından, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ilgilendiren kararların
gerekçeli olma zorunluluğu, hükümlüler açısından “mahkûmiyet kararı sonrasında” infaz rejiminin hukuka aykırı
veya keyfi olup olmadığının değerlendirilebilmesi için de dikkate alınmalıdır.
Nitekim hükümlülerin, mahkûmiyet kararına aykırı olarak hapsedildiklerine
yönelik iddialarının ilgili yargı mercii tarafından hukuk kuralları gözetilerek
yeterince gerekçelendirilmesi hakkın etkin bir şekilde korunması için
gereklidir.
85. Başvuru konusu olayda, Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi
başvurucunun iddialarını ayrıntılı olarak değerlendirmiş ve bu iddiaları
karşılayacak şekilde yazılmış gerekçe ile talebin reddine karar vermiştir (§
20). Karara karşı itiraz incelemesi yapan Niğde Ağır Ceza Mahkemesi de usul ve
yasaya uygun gördüğü karara dair itirazların reddine karar vermiştir. (§ 22).
86. Başvurucu her ne kadar mahkeme kararlarının gerekçesiz
olduğunu ileri sürmüş ise de gerek ilk derece mahkemesinin,
gerekse itiraz incelemesini yapan mahkemenin kararında, hükme ulaşılması için
yeterli gerekçe bulunduğu görülmekle, gerekçeli karar hakkı yönünden bir
ihlalin olduğu söylenemez.
87. Başvurucunun kararlara karşı yaptığı itirazların yüksek
mahkemelere gönderilmediğini ileri sürmüştür.
88. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti
kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
89. Sözleşme’nin 5. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir
“Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden
yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir
süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest
bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.”
90. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ve
Sözleşme’nin 5. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca hükümlülere, mahkûmiyet
kararının infazında esas alınan rejimin hukuka aykırı olduğuna dair itirazda
bulunma imkânı sağlanmalıdır. Hükümlülerin cezaevinde kalacağı süreyi doğrudan
etkileyen koşullu salıverilme kararının hukuka uygunluğunun denetimini
sağlayacak yargısal bir başvuru yolu sağlanması kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkının hükümlüler açısından da değerlendirilebilmesi için önemlidir. Ancak bu
güvencenin, kural olarak itirazı inceleyen yetkili mahkemenin kararına karşı ayrıca
itiraz veya temyiz başvurusu imkânı sağlaması gerektiği söylenemez.
91. Başvuru konusu olayda, başvurucunun koşullu salıverilme
kararının geri alınmasına yönelik yaptığı itirazların Anayasa’nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrıca üst mahkeme önüne götürülmesi
zorunluluğundan bahsedilemez. Anılan hüküm başvurucunun, cezaevinde hukuka
aykırı tutulduğuna dair iddialarını değerlendirebilecek bir yargı yolunun
sağlanmasını güvence altına almaktadır. Somut olayda da başvurucunun hukuka
aykırılık iddialarını 5271 sayılı Kanun’un 98. maddesi uyarınca hükmü veren
mahkemeye sunabileceği gözetildiğinde yargısal bir başvuru yolunun sağlandığı
açıktır. Bu nedenle başvurucunun, yüksek mahkemeye itirazlarının iletilmediğine
ilişkin iddialarının herhangi bir dayanağının olduğu söylenemez.
92. Başvurucu hakkında verilen hapis cezasının infazında
yetkili Cumhuriyet başsavcılıkları ve mahkemeler, başvurucunun hüküm yorumunda
ve çektirilecek cezanın hesabına ilişkin taleplerini mevzuat gözetilerek
değerlendirmiş ve mahkûmiyet hükmünün nasıl infaz edileceğine karar vermiştir.
Bu bağlamda başvurucunun cezasının infazında ilgili kanun maddeleri gözetilerek
herhangi bir keyfilik içermeden infazın kapsamı belirlenmiştir.
93. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarına ilişkin
açık ve görünür bir ihlal olmadığı anlaşılmakla başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Eşitlik
İlkesinin İhlali İddiası Yönünden
94. Başvurucu, hakkında verilen koşullu salıverilme kararının
geri alınmasının başka mahkûmlar için uygulanmadığı ve bu çerçevede başka
mahkûmların serbest bırakılmasına rağmen kendisinin halen cezaevinde
bulunduğunu belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “kanun önünde eşitlik ilkesi”nin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
95. Anayasa’nın “Kanun
önünde eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.”
96. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Ayırımcılık yasağı” kenar başlıklı 14.
maddesi şöyledir:
“Bu Sözleşme’de
tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din,
siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa
aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir
ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.”
97. Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi geçen
maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi
mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve AİHS kapsamında yer alan diğer temel hak ve
özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 33).
98. Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediğinin
tartışılabilmesi için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü
konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi
gerekir. Somut olayda başvurucu benzer bazı olaylarda mahkûmların koşullu
salıverilme kararlarının geri alınmadığından bahisle kendisinin ayırımcılığa
uğradığını dile getirmiş fakat hangi nedene dayalı olarak kendisine farklı
muamelede bulunulduğuna ilişkin olarak herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
Ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer
durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında
bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk,
renk, cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı bir nedene dayandığını makul delillerle
ortaya koyması gerekir. Somut olayda başvurucu sözünü ettiği benzer olaylar ile
kendi durumunun aynı olduğunu ortaya koyamadığı gibi kendisine hangi nedene
dayalı olarak ayırımcılık yapıldığına ilişkin de her hangi
bir beyanda bulunmamıştır.
99. Açıklanan nedenlerle, başvurucu ihlal iddialarını
kanıtlayacak herhangi bir delil ileri sürmediğinden başvurunun bu kısmının 'açıkça
dayanaktan yoksun olması' nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle başvurunun, suç ve cezaların kanuniliği ilkesi, kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlali
iddiası yönünden ayrı ayrı “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 25/3/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.