TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HULUSİ KUTLU VE AYŞE KUTLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7789)
|
|
Karar Tarihi: 16/10/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 10/1/2015-29232
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucular
|
:
|
1. Hulusi KUTLU
|
|
|
2. Ayşe KUTLU
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Ahmet ŞAHBAZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, trafik kazası
sonucu oğullarının ölümüne sebep olan kişi hakkında açılan kamu davasında,
duruşmalardan haberdar edilmeyerek iddia ve taleplerinin dikkate alınmadığını
ve sanık hakkında beraat kararı verilerek, Anayasa’nın 36. maddesinde
belirtilen adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 11/10/2013
tarihinde Emirdağ Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 17/9/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. 14/5/2007 tarihinde
başvurucuların oğlu olan sürücü A. K.’nin sevk ve
idaresindeki 03 HC 648 plaka sayılı otomobil ile sürücü Ö. T’nin sevk ve
idaresindeki 06 ZNE 67 plakalı otomobilin çarpışması neticesinde trafik kazası
meydana gelmiştir.
6. Kaza neticesinde A. K. vefat
etmiştir. Emirdağ Cumhuriyet Savcılığınca aynı gün soruşturma başlatılmıştır.
7. Cumhuriyet Savcısı huzurunda
doktor tarafından yapılan ölü muayenesinde, ölümün trafik kazasına bağlı genel
vücut travması ve kaburga kırığı ile birlikte oluşan iç kanamadan kaynaklandığı
ve klasik otopsi yapılmasına gerek bulunmadığı tespit edilmiştir.
8. 14/5/2007 tarihli trafik
kazası tespit tutanağında, olay yerinde kazaya karışan araçlardan A. K.’nin idaresindeki araca ait çarpışmadan önce tatbik edilmiş,
aracın sol tekerleğe ait 5,30 m., sağ tekerleğine ait 9,5 m.
olmak üzere fren izi olduğu, çarpışma noktasının Emirdağ istikametine doğru
seyreden araçların şeridinde yolun sağ kenar bitiş çizgisine 1,93 m. mesafede
olduğu tespit edilmiştir.
9. 24/5/2007 tarihli bilirkişi
raporunda, 03 HC 648 plakalı araç sürücüsü A. K.’nin
asli kusurlardan "şeride tecavüz
etme" kuralını ihlal ettiğinden birinci derecede ve tamamen
kusurlu olduğu, 06 ZNE 67 plakalı araç sürücüsü Ö. T.’nin
ise olayda herhangi bir kusurunun bulunmadığı bildirilmiştir.
10. Ankara Adli Tıp Grup
Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesinin 3/7/2007 tarih ve 2007/6257-2143 sayılı
raporunda, sürücü A. K.’nin asli kusurlu olduğu,
sürücü Ö. T.’nin kusursuz, olay anında 03 HC 648
plakalı otomobilde yolcu olarak bulunan N. U.’nun
tali kusurlu olduğu mütalaa edilmiştir.
11. Her iki rapor arasındaki
çelişkinin giderilmesi amacıyla trafik uzmanlarından oluşan üç kişilik bilirkişi
heyetince hazırlanan 24/9/2007 tarihli raporda, sürücü A. K.’nin meydana gelen olayda sekizde altı nispetinde asli
kusurlu olduğu, Ö. T.’nin meydana gelen olayda
kusursuz olduğu, olay anında 03 HC 648 plaka sayılı araçta yolcu olarak bulunan
N. U.’nun sekizde iki nispetinde tali kusurlu olduğu
mütalaa edilmiştir.
12. Bolvadin Cumhuriyet
Savcılığınca 24/11/2009 tarih ve 2009/581 esas sayılı iddianame ile "...şüpheli N.U’nun
aracı ile seyir halinde iken ehliyetsiz olduğunu bildiği maktule aracı sevk ve
idare etmek üzere vererek kazaya sebebiyet vermesi nedeniyle tali kusurlu
olduğu, meydana gelen kaza neticesinde müştekiler Ö. T, İ. T ve R.K’nın yaralanmalarına ve A.K'nin
vefat etmesine neden olduğu..." iddiasıyla şüpheli N. U
hakkında taksirle ölüme ve yaralanmaya sebebiyet verme suçlarından
cezalandırılması istemiyle Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası
açılmıştır.
13. Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesi
23/7/2010 tarih ve E.2009/164, K.2010/126 sayılı kararı ile trafik kazasında
kendisine atfedilecek herhangi bir kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle sanığın beraatine karar vermiştir.
14. Kararın temyizi üzerine
Yargıtay 12. Ceza Dairesi 14/5/2013 tarih ve E.2012/22147, K.2013/13421 sayılı
kararıyla hükmün onanmasına karar vermiş, karar başvurucularca 23/9/2013
tarihinde öğrenilmiştir.
15. Başvuru, 11/10/2013
tarihinde Emirdağ Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
16. 26/9/2004 tarih ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinin (2) numaralı fıkrası ve 4/12/2004
tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin 2. fıkrasının
(e) bendi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 16/10/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 11/10/2013 tarih ve
2013/7789 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
18. Başvurucular, iddianamede
adları belirtilmesine rağmen duruşma gününden haberdar edilmediklerini, davaya
katılma hususunun bu sebeple sorulmadığını, mahkemede kendilerini ifade
edemediklerini, oğullarının ölümüne sebep olan kişinin yargılanmasına katılma
haklarının ellerinden alındığını, beyan ve delillerine başvurulmadığını
belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yargılanmanın yenilenmesi talebinde
bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
19. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde, başvurunun, trafik kazası sonucu meydana gelen ölüm olayından
dolayı yapılan soruşturmanın, başvurucuların duruşmaya davet edilmeyip beyan ve
delillerine başvurulmadığı için etkili bir şekilde yürütülmediği ve adil
yargılanma hakkının ihlali iddiası ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp, olay ve olguların gerçekliğinin hukuki tavsifini kendisi takdir
eder. Bu nedenle başvurucuların tüm iddiaları Anayasa’nın 17. ve 36. maddeleri
ile ilişkili görülerek, “adil yargılanma”
ve “yaşam hakkı” çerçevesinde aşağıda ayrı ayrı
değerlendirilmiştir.
1. Anayasa’nın 36. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
20. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. …”
21. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı
45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
22. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar”
kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan
etkilenenler tarafından yapılabilir.”
23. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi
için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da
güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
(AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi
gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve AİHS’in ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir.
24. Başvurucular oğullarının
ölümüyle sonuçlanan trafik kazasıyla ilgili yapılan yargılama sonucunda beraat
karar verilmesi ile Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
25. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
26. AİHS’in “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini
istemek hakkına sahiptir. …”
27. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, AİHS’in “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir.
28. AİHS’in adil yargılanma hakkını
düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama
hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için,
başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı
olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması
gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil
yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve AİHS kapsamı
dışında kalacağından, bireysel başvuruya konu olamaz (B. No: 2012/1049,
26/3/2012, § 23).
29. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına göre, bir ceza davasında üçüncü kişilerin
suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören,
şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, AİHS’in
6. maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza
davasında medeni hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş olması veya
ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da
bağlayıcı olması hâlleridir (Perez/Fransa,
B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 70).
30. 5271 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı
ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla başvurucuların ceza muhakemesi sürecinde medeni
haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır.
31. Başvurucuların
talebi, oğullarının ölümüyle ilgili davanın yargılamasına katılamamaları ve
sanık hakkında beyanlarda bulunamamaları hususuyla sınırlıdır. Başvurucular,
üçüncü kişinin fiili nedeniyle medeni haklarına yönelik bir müdahalenin
bulunduğunu düşünüyor ve buna ilişkin zararının giderilmesini istiyorsa, hukuk
mahkemeleri önünde dava açma imkânı vardır. Ayrıca başvurucular, ceza
yargılamasının kesin olarak sonuçlanmasından sonra ortaya çıkan yeni delillerin
değerlendirilmesi için 5271 sayılı Kanun’un ilgili kurallarına dayanarak, ceza
mahkemesinden, koşullarının varlığı halinde yargılamanın yenilenmesi talebinde
bulunabilir.
32. Sonuç itibarıyla,
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusu,
Anayasa’da güvence altına alınmış ve AİHS kapsamında olan temel hak ve
özgürlüklerin koruma alanı dışında kalmaktadır.
33. Açıklanan nedenlerle,
başvuru konusu ihlal iddialarının Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanı dışında
kaldığı anlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “konu bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
34. Üye
Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.
2. Anayasa’nın 17. Maddesinin
İhlal Edildiği İddiası
35. Başvurucular,
davaya katılmaları engellenerek oğullarının ölümüyle sonuçlanan trafik
kazasında bir üçüncü kişinin kusurunun yeterince ve etkili bir şekilde
soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
36. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
37. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme,
…açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
38. Bütün diğer haklar için bir
temel oluşturan yaşam hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmış
ve bu maddede belirlenen istisnalar dışında hiç kimsenin yaşamına kasten son
verilemeyeceği belirtilmiştir. Devletin yaşam hakkına saygı gösterme yükümlülüğü
öncelikle kamu otoritelerinin yaşam hakkına müdahale etmemelerini, yani maddede
belirtilen istisnalar dışında öldürmemelerini gerektirir. Bu, devletin yaşam
hakkından kaynaklanan negatif ödevidir. Yaşam hakkına saygı, ikinci olarak
devletin üçüncü kişilerden gelecek tehlikelere karşı bireylerin hayatını
korumasını gerektirir. Bir kimsenin hayatına yönelik çok özel ve ciddi bir
tehdidin varlığı kanıtlanmışsa, devletin bu tehdide karşı bireyin hayatını
korumak için makul tedbirleri alması gerekir. Bu, devletin yaşam hakkından
kaynaklanan pozitif yükümlülüğüdür. Bir ölüm meydana gelmişse, devletin pozitif
yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit
ederek cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde
yerine getirilmemesi halinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine
gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle, devletin bu madde
kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini soruşturma
yükümlülüğü oluşturmaktadır (B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).
39. Bireyin, bir devlet
görevlisi ya da özel bir kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa'nın
17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin
savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa'nın 17. maddesi, 'Devletin temel amaç ve görevleri' kenar
başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi
bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir (B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30).
40. AİHM kararlarında da belirtildiği
gibi yürütülecek ceza soruşturmaları,
sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve
yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek
için, soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir.
Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması
imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme
riski taşır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 57). (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Dink/Türkiye, 2668/07, 6102/08, 30079/08,
7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 78).
41. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan
hususlardan biri de, teoride olduğu gibi pratikte de
hesap verilebilirliği sağlamak için, soruşturmanın veya sonuçlarının kamu
denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının
meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları
sağlanmalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 58). Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94,
4/5/2001, § 109).
42. İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından
farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre, yaşam hakkının veya
fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise, 'etkili bir yargısal sistem kurma'
yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
59). Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Vo/Fransa[BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya, 32967/96,
17/1/2002, § 51).
43. Diğer taraftan, etkili bir başvurudan söz edebilmek için,
başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun
uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü
ele alma yetkisine sahip bulunması gerekir. Başvuru yolunun bir hak ihlali
iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak
ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim (tazminat) sunabilmesi halinde ancak
etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali
iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların
ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usuli
güvencelerin sağlanması gerekir (B. No: 2013/1845, 7/11/2013, § 24). (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Ramirez Sanchez/Fransa, 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157,
160; Aksoy/Türkiye, 21987/93,
18/12/1996, § 95).
44. Somut
olayda, trafik kazasına ilişkin iddianamede başvurucu isimleri “müşteki” olarak belirtilmiş ise de, mahkemece başvurucular ve vekillerine yargılama
sürecinde davetiye gönderilmediği anlaşılmaktadır. Başvurucular, mahkemece
kendilerinin davaya dâhil edilmeyerek beyan ve iddialarının tespit edilmediğini,
diğer bir deyişle gerekli delillerin toplanmadığını, taleplerinin duruşma
gününden haberdar edilmeyerek dikkate alınmadığını iddia etmiş ve yargılanmanın
yenilenmesini istemişlerdir.
45. Bireylerin cezai sorumluluklarının kapsamının belirlenmesine
yönelik hukuki sorunların incelenmesi kural olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi
kapsamında olmayıp, suçluların tespiti ve cezalandırılması derece mahkemelerin
görev ve yetkisindedir. Ancak yukarıda belirtilen yaşam hakkına yönelik
müdahaleleri soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği Mahkemece
incelenmelidir (B. No: 2013/1845, 7/11/2013, § 26).
46. Yapılan
soruşturma ve kovuşturma bu açıdan değerlendirildiğinde; olay nedeni ile
soruşturmanın derhal başlatıldığı, olaylar ve olgular kısmında ayrıntılı olarak
belirtildiği şekliyle gerekli delillerin toplanarak, soruşturmanın makul sürede
tamamlandığı, haksız eylemde bulunduğu iddia edilen kişinin meydana gelen
kazada bir rolünün olup olmadığının tespiti amacıyla uzman bilirkişilere inceleme
yaptırıldığı, bu incelemeler sonucunda söz konusu kişiye bir kusur izafe
edilemediği, başvuru dosyasında yer alan belgeler dikkate alındığında,
soruşturmanın yetersiz olduğuna ilişkin ihmali bir davranış veya yetkililere
yüklenebilecek bir eksikliğin de saptanmadığı görülmüştür. Dolayısıyla, kişinin
yaşam hakkının korunması kapsamında yürütülen soruşturmanın etkisiz olduğuna
ilişkin bir sonuca varılmasını gerektirecek bir husus tespit edilememiştir.
47. Diğer taraftan, haklarında
etkili bir şekilde soruşturma yapılan kişiler hakkında mutlaka mahkûmiyet
kararı verilmesi gerektiği yönündeki bir beklenti, korunması gerekli olan bir
hak değildir. Ayrıca, her ne kadar sanığın cezai sorumluluğu tespit edilmemiş
ise de, sanık hakkında Borçlar Hukukuna dayalı olarak
tazminat davası açılmasına hukuken bir engel de bulunmamaktadır. Nitekim AİHM de, yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten
sebebiyet verilmemiş ise, 'etkili bir
yargısal sistem' oluşturma şeklindeki pozitif yükümlülüğün her
olayda mutlaka ceza davası açılmasını ve mahkûmiyet kararı verilmesini
gerektirmediği; mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olmasının yeterli olabileceği sonucuna varmıştır (bkz. § 42).
48. Buna göre başvuru dosyasında oluşa ilişkin belge ve bilgiler
dikkate alındığında, sorumluların tespitine yönelik soruşturmanın/kovuşturmanın
yetersiz olduğundan ve kararın somut kanıtlarla çelişecek biçimde ve açıkça
hukuka aykırılık oluşturacak şekilde gerekçesiz ve keyfi verildiğinden söz
edilemeyeceği gibi, bu konuda ihmali bir davranış veya yetkililere
yüklenebilecek bir eksikliğin de saptanmadığı görülmüştür. Dolayısıyla, kişinin
yaşam hakkının korunması kapsamında yürütülen cezai soruşturmanın etkisiz
olduğuna ilişkin bir sonuca varılmasını gerektirecek bir husus tespit
edilememiştir.
49. Açıklanan
gerekçelerle, yürütülen soruşturma ve kovuşturma sonucunda verilen karar
nedeniyle başvurucuların yaşam hakkına yönelik bir ihlal tespit edilmediğinden
başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
50. Üye
Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucuların,
1. Anayasa’nın
36. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının “konu bakımından yetkisizlik”,
2.
Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının ise “açıkça dayanaktan yoksun
olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Celal Mümtaz AKINCI’nın
karşı oyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına OY BİRLİĞİYLE,
16/10/2014
tarihinde karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
Başvurucular,
iddianamede adları yer almasına rağmen duruşma gününden haberdar
edilmediklerini, bu sebeple yerel mahkemede davaya katılamadıklarını, mahkemede
kendilerini ifade edemediklerini, oğullarının ölümüne neden olan kişinin
yargılanmasına katılma haklarının ellerinden alındığını, beyan ve delillerine
başvurulmadığını ileri sürerek Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve yargılamanın yenilenmesi
talebinde bulunmuşlardır.
Dosya
incelendiğinde, başvurucuların soruşturma aşamasında C. Savcılığına dilekçe
verdikleri, ölüme sebebiyet verenden şikayetçi oldukları ve düzenlenen
iddianamede mağdur (şikayetçi) olarak yer aldıkları görülmüştür. Ancak
yargılamayı yapan Ağır Ceza Mahkemesi her nasılsa başvuruculara duruşma gününü
bildirir tebligat göndermemiş, başvurucular dava sonuçlandıktan sonra ancak
temyiz aşamasında dava ve sonuçtan haberdar olabilmişler ve kararı temyiz
etmişlerdir.
Yargıtay
12. Ceza Dairesi, temyiz aşamasında “davaya katılma hakkını” usulen yerine
getirilmesi gereken bir formalite imiş gibi görüp, bu aşamada başvurucuların
“davaya katılmalarına” karar verdikten sonra eksikliği kendince ikmal ederek
yerel mahkeme kararını onamıştır.
“Mahkemenin
katılma konusunda olumlu ya da olumsuz bir karar vermesi gerekir. Katılma
talebine rağmen karar verilmeksizin yargılamaya devam olunması CMK 237 ve 238.
maddelerine aykırılık teşkil eder” (Cumhur Şahin Ceza Muhakemesi Hukuku I, 3.
Baskı s. 139.), tespiti Yargıtay tarafından da uygulanmaktadır. Yargıtay Ceza
Genel Kurulu, izinsiz orman emvali temin etmek suçu nedeniyle görülen davada,
“şikayetçi idare temsilcisine davaya katılmak isteyip istemediğinin
sorulmamasını” bozma nedeni yapıp, temyiz yolunda katılma konusunda karar
verilmesini mümkün görmeyerek dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesine karar
vermiştir (YCGK, 7.4.2009, 2009/3-14 E., 2009/83 K. Kazancı İçtihat Bankası) Davaya
katılma hakkı mağdurun davaya katılmasına karar verilmesinden ibaret basit bir
işlem değildir. Davaya katılma doktrinde “kişinin açtığı tali ceza davası”
olarak kabul edilmektedir.
Yargılama
aşamasında sanık açısından davaya katılamama, savunma alınmaksızın karar
verilmesi adil yargılanma hakkının açık bir ihlali olarak görülürken,
Anayasa’nın 36. maddesindeki “Herkes…davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”
ifadesine rağmen, mağdur yönünden (sözleşme kapsamına girmediğinden bahisle) bu
hakkın kabul edilmemesi adalete ve yargıya güven sorunu yaratmaktadır.
Yargılama
aşamasında mağdura davaya katılma hakkı tanınmaması, “kamu olarak biz senin
yerine haklarını savunuyor ve koruyoruz” demek, hakkın yerine geldiği konusunda
kişiye yeterli güveni verememektedir. Mağdur, yargılamaya bizzat ve temsilcisi
ile katılarak, tarafların iddiaları dinlendikten, beyanları alındıktan ve ileri
sürülen tüm deliller özenle toplandıktan sonra tarafsız ve titiz bir şekilde
yargılama yapıldığını, kusuru varsa sanığın cezalandırılması, yoksa da
cezalandırılmaması için gereken her şeyin yapıldığını görerek yargılamanın adil
olduğu kanaatine kavuşabilmeli, içinde bir şüphe kalmadan varılan sonuçtan
tatmin olabilmelidir. Mahkemelerin ve yargının tüm süjelerinin adil olmalarının
yanında, adil görünme yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu özenin
gösterilmesi halinde silahların eşitliği, dolayısıyla da adil yargılanma ilkelerinin
bir anlamı olacaktır.
Mahkememiz
bireysel başvuru kararlarında, silahların eşitliği ilkesini; “davanın
taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara
tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf duruma
düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile
getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. (B.No:2013/1134,
16.5.2013, P 32) diyerek açıklamakta, Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
incelediği birçok kararında da, ilgili hükmü AİHS’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer
alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dahil edilen
silahların eşitliği ilkesine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir
(B.No:2012/13, 2.7.2013 P: 38).
Oğullarının
yaşamını yitirdiği bir olayda, sanıkların ve iddia makamının sahip olduğu
haklara aynı koşullarda başvurucuların sahip olamaması, kendilerinin sanıklar
ve iddia makamı karşısında zayıf bir konumda kalmaları, iddialarını mahkeme
önünde ifade etme imkanına sahip olamamaları; AİHS 6. maddesi, AİHM içtihatları
ve Anayasa’nın 36. maddesine aykırılık teşkil edecek niteliktedir.
Bu
yüzden; soruşturma ve kovuşturma sonucunda verilen kararlar nedeniyle, yaşam
hakkının ihlal edildiğine dair başvurucular yönünden bir ihlal tespit
edilmediğine, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olduğu” yönündeki çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.