TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÇETİN ACAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7792)
|
|
Karar Tarihi: 14/10/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Çetin ACAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Saliha Süreyya EKİNCİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, kanunda öngörülen
azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 19/8/2013 tarihinde
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
5/6/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve
olgular bildirilmiş, başvurunun belgelerinin bir örneği görüş için
gönderilmiştir. Bakanlığın 22/6/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu; suç işlemek
amacıyla örgüt kurma, birden fazla nitelikli kasten öldürme, resmî belgede
sahtecilik ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmaya azmettirme suçlarını
işlediği iddiasıyla 16/6/2008 tarihinde İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından tutuklanmıştır.
8. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 05/12/2008 tarihli ve E.2008/1502 sayılı iddianamesi ile
başvurucu hakkında üzerine atılı suçları işlediği iddiasıyla kamu davası
açılmıştır.
9. İddianamenin kabul
edilmesinden sonra İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/368 sayılı
dosyasında yürütülen davanın ilk duruşması 13/5/2009 tarihinde yapılmıştır.
10. Başvurucu, yargılama
süresince birçok kez tahliye talebinde bulunmuş ancak tahliye talepleri
reddedilmiştir.
11. Başvurucunun, kanunda
öngörülen beş yıllık tutukluluk süresinin dolduğu gerekçesiyle 13/6/2013
tarihinde yaptığı tahliye talebi, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince 10/7/2013
tarihinde reddedilmiştir.
12. Başvurucunun bu karara karşı
yaptığı itiraz, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/8/2013 tarihli ve
2013/471 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.
13. Başvurucu 19/8/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
14. Başvurucu, İstanbul 12. Ağır
Ceza Mahkemesi 20/12/2013 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir.
15. İstanbul 12. Ağır Ceza
Mahkemesinin 10/3/2014 tarihli ve E.2008/368, K.2014/30 sayılı kararıyla
yetkisizlik kararı verilmesi üzerine dosya, İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2014/113 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama devam
etmektedir.
B. İlgili
Hukuk
16. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Şüpheli veya
sanığın salıverilme istemleri” kenar başlıklı 102. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde,
gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
17. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi
şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
…
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi
ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 14/10/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 19/8/2013 tarihli ve 2013/7792
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
19. Başvurucu; suç işlemek
amacıyla örgüt kurma, birden fazla nitelikli kasten öldürme, resmî belgede
sahtecilik ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmaya azmettirme suçlarını
işlediği iddiasıyla yargılandığı davada 16/6/2008 tarihinden beri tutuklu
olması nedeniyle kanunda öngörülen beş yıllık tutukluluk süresinin aşıldığını
belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen özgürlük ve güvenlik hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
20. Başvurucunun kanunda
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının ihlal edildiği şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı
görüldüğünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
21. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle tutulmasının hukuka
aykırı olduğunu iddia etmiştir.
22. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak ortaya konduktan sonra aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında
şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum
bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin
özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi
kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu
olabilir (Murat Narman, B. No:
2012/1137, 2/7/2013, § 42).
23. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı
13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ancak kanunla
sınırlanabileceği, bu sınırlamaların; Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik
toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda
gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin
ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (Murat Narman, § 43).
24. Kişi hürriyeti ve
güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule
uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece
mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk
kurallarına uymakla yükümlüdür. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı, bireyi keyfî
bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup maddede öngörülen
istisnai hâllerde de kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin
amacına uygun olması ve keyfî uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun
bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince
başvurucunun tutukluluk durumunun kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının,
kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise hukuk devleti
ilkesi gereği keyfîliği önlemek için uygulanmasında
yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa
Mahkemesince incelenmesi gerekir (Murat
Narman, § 44).
25. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa, (b) Şüpheli veya sanığın davranışları; 1) Delilleri yok etme,
gizleme veya değiştirme, 2) Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk
kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe
bulunması hâlinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste
halinde belirtilmiştir (Murat Narman,
§ 45).
26. 5271 sayılı Kanunun 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hâllerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (Murat Narman, § 46).
27. Somut olayda başvurucu
16/6/2008 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, kanunda öngörülen tutukluluk
süresinin dolduğu gerekçesiyle 13/6/2013 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza
Mahkemesine tahliye talebinde bulunmuştur. Davaya bakan Mahkeme ile itiraz
mercii, iddianamede düzenlenen her bir suç için tutukluluk süresinin bağımsız
olarak değerlendirilmesi gerektiği ve sanığın ağır ceza mahkemesinin görevine
giren birden çok suçtan tutuklanmış olduğu gerekçesiyle bu talebi reddetmiş ve
başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir.
28. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açık keyfîlik bulunması hâlinde
hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda
incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü, bireysel başvurunun getiriliş amacıyla
bağdaşmaz. Dolayısıyla incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir (Murat Narman, § 48).
29. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami
kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine
giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki
birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden
yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması hâlinde -bu soruşturma ve
kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında-
uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı
açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin
kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl
olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından
aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı
hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi
etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede
ele alınabilecek faktörler olup bu etkenlerin kanuni tutukluluk süresinin
belirlenmesinde esas alınması mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama
tedbirinin ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesindeki düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların dar
yorumlanması hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak
mümkün görünmemektedir (Murat Narman,
§ 49).
30. Diğer taraftan Anayasa'nın
19. maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi güvence altına
almıştır. Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar
makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ancak kişinin
bu süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine üst sınırın
aşılmadığı durumlarda dahi somut olaylarda tutukluluk makul süreyi aşmışsa
anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (Murat Narman, § 50).
31. Anayasa’nın 36. maddesinde
adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda makul sürede
yargılanma, herkese tanınan bir haktır. Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması da Anayasa'nın 141. maddesinde yargıya bir görev
olarak yüklenmiştir. Azami tutukluluk süresinin suç sayısı gerekçesiyle
uzatılması -muhtemel özgürlük ve güvenlik ihlallerine ilave olarak- makul
sürede yargılanma hakkı açısından da olası ihlallere zemin hazırlayabilecek
niteliktedir. Böyle bir uygulama; özgürlük ve güvenlik ihlalini neredeyse
kendiliğinden, makul sürede yargılanma hakkının ihlalini ise potansiyel hâle
getirebileceğinden kabul edilemez (Murat
Narman, § 51).
32. Diğer yandan özgürlük ve
güvenlik hakkına ilişkin sınırlamaların kanunla yapılması ve sınırlamanın şekil
ve şartlarının da kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Kanunun metni;
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle tutuklama nedenlerini ve
sürelerini belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek
şekilde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun,
muhtemel etki ve sonuçları bakımından yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır.
Bununla birlikte kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman
beklenemeyeceğinden aranan açıklığın ölçüsü; söz konusu metnin içeriği,
düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi
faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun aynı
zamanda kolaylıkla erişilebilir olması da gerekir (Murat Narman, § 52).
33. 5271 sayılı Kanun’daki azami
tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami
beş yıl olduğu, bu hâliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak derece mahkemelerinin kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı
hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak
yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya
elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması hâlinde
azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin
özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez şekilde uzayacaktır. Bu
durumun başvurucu açısından öngörülebilir olmadığı açıktır. Bir hukuk
devletinde henüz suçluluğu sabit hâle gelmemiş bir bireyin, mahkemenin
benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun
bırakılması düşünülemez (Murat Narman,
§ 53).
34. Başvurucunun 16/6/2008
tarihinde tutuklandığı dikkate alındığında 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında yer alan ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler
için uzatma süreleri dâhil azami beş yıllık tutukluluk süresi, 16/6/2013 tarihi
itibarıyla dolmuştur. Başvurucunun bu tarihten sonra tutuklu bulundurulmasının
hukuki dayanağı bulunmayıp Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında
belirtilen kanunilik şartını karşılamamaktadır.
35. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
37. Başvuruda Anayasa’nın 19.
maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
38. Başvurucu herhangi bir tazminat
talebinde bulunmamıştır.
39. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
40. Kararın bir örneğinin ilgili
Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A.
Başvurucunun kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşıldığı yönündeki
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması
nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D.
Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına,
E. Kararın bir örneğinin
İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine
14/10/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.