İKİNCİ
BÖLÜM
KARAR
Başkan : Engin
YILDIRIM
Üyeler :
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Raportör : Nahit GEZGİN
Başvurucular : 1.
Hıdır ÖZTÜRK
2.
Dilif ÖZTÜRK
Vekili :
Av. Cihan SÖYLEMEZ
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; başvurucuların müşterek çocuklarının
1992 yılında güvenlik güçlerive Millî İstihbarat Teşkilatı adına çalışan
kişilerce zorla kaybettirildikten ve işkenceye maruz bırakıldıktan sonra
öldürülmesi, bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi ve
idare aleyhine açtıkları tazminat davasının reddedilmesi nedenleriyle adil
yargılanma, yaşam, kişi hürriyeti ve güvenliği hakları ile işkence yasağının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru
21/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.
İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4.
Bölüm Başkanı tarafından 09/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5.
Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmiştir. Bakanlığın 1/10/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin
önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlere atfen başvuru hakkında
görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY
VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru
formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP)
bilişim sistemi aracılığıyla erişilen başvuruya konu ceza soruşturması dosyası
ve idari dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7.
Başvurucuların 1960 doğumlu ve bekâr olan müşterek çocukları Ayten Öztürk
(A.Ö.), olay tarihinde Tunceli ili Mazgirt ilçesine bağlı Akpınar kasabasında
faaliyet gösteren Tunceli İl Özel İdaresine ait bir fabrikada çalışmakta ve bu
bölgede ailesinden ayrı olarak tek başına yaşamaktadır.
8.
A.Ö. 27/7/1992 tarihinde saat 17.30 sıralarında mesaisini tamamlayarak söz
konusu fabrikadan ayrılmış, daha sonra kendisinden haber alınamamıştır.
1.
Ceza Soruşturması Süreci
9.
Kendisi de Tunceli İl Özel İdare Müdürlüğünde memur olarak çalışmakta olan
başvurucu baba Hıdır Öztürk, kızı A.Ö.den haber alamamaları üzerine 29/7/1992
tarihinde Mazgirt Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek kızının, fabrikadan
çıktıktan sonra N. isimli bir komşusunun evine gitmek için Tunceli-Elazığ kara
yolu üzerinde yürüdüğü sırada kimliklerini belirleyemedikleri kişilerce beyaz
renkli bir otomobile alınıp götürüldüğünü, bu otomobilin plakasını da tam
olarak tespit edemediklerini ve kızının hayatından endişe ettiğini belirterek
olayın faillerinin en kısa zamanda bulunmasını ve cezalandırılmasına karar
verilmesini talep etmiştir.
10. Aynı
başvurucu, Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına da bu yönde şikâyet dilekçesi
verdikten sonra Kovancılar Cumhuriyet Başsavcılığına 5/8/1992 tarihinde
müracaat ederek Kovancılar ilçesinde ikamet eden N.A. adlı kişi hakkında
şikâyet dilekçesi vermiş ve bu dilekçesinde, adı geçen kişinin kızını olay
öncesinde pek çok kez evlenmek amacıyla rahatsız ettiğini, kızının da başvurucu
annesine, başına kötü bir şey gelirse bu kişinin sorumlu olduğunu söylediğini
ileri sürmüştür.
11.
Akabinde başvurucu Hıdır Öztürk'ün kolluk tarafından ifadesi alınmış olup
ifadesinde bu dilekçesindeki olay ve olguları tekrar ederek N.A. isimli kişiden
şikâyetçi olduğunu söylediği görülmüştür. A.Ö.nün annesi başvurucu Dilif
Öztürk'ün de aynı tarihte kollukta alınan ifadesinde, N.A. isimli kişinin
kızıyla evlenmek istediğini ve N.A.nın babasının bu evliliğe karşı çıkması nedeniyle
bu evliliği istemeyen kızını rahatsız ettiğini söylemiştir.
12.
Başvurucu Hıdır Öztürk 7/8/1992 tarihinde yeniden Mazgirt Cumhuriyet
Başsavcılığına başvurmuş ve kızından hâlâ haber alamadığını, kaybolmadan bir
süre önce her zaman uğradığı marketten alışverişini aniden ve sebepsiz şekilde
kestiğini, bu nedenle ve çevreden edindiği bilgilere göre bu marketi işleten
Ş.Ç. adlı kişinin kızını kaçırmış olabileceği kanaatine vardığını söylemiş; adı
geçen kişi ve bu kişinin suç ortağı olduğunu ileri sürdüğü başka bir kişi
hakkında daha soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunmuştur.
13.
Başvurucunun söz konusu şikâyetleri üzerine açılan soruşturma devam ederken
Elazığ ili Karşıyaka Mahallesi Kartaltepe mevkinde yerleşim yerlerinden
uzak bir bölgede bulunan ve Köy Hizmetleri Müdürlüğüne ait etrafı yer yer
bozulmuş olmakla birlikte tel örgüler ile çevrili bir alanda, çevrede yaşayan
köylüler tarafından 8/8/1992 tarihinde toprak yüzeyine çıkmış bir elin
görüldüğünün ihbarı üzerine kolluk görevlileri, ihbara konu yere intikal ederek
olay yerini fotoğraflamış ve durumdan Cumhuriyet savcısını haberdar
etmişlerdir.
14.
Elazığ Cumhuriyet savcısı, iki doktor bilirkişisi ile birlikte olay yerine
gelerek ilk tespitlerde bulunduktan sonra topraktan yüzeye çıkmış bir elin
bulunduğu yeri, kazma ve küreklerle kazdırarak üzerinde günlük kıyafetleri
bulunan bir kadın cesedine ulaşmıştır.
15.
Olay yerinde yapılan ilk incelemelerde toprak yüzeyinde yeşil desenli bir kadın
mendili, biri üzerinde muhtemelen kan lekesi olduğu bu makamlarca
değerlendirilen iki erkek mendili ve bir kadın ayakkabısı tespit edilmiş; bu
eşyaya delil araştırması yapılmak üzere el konmuştur. Ayrıca olay yeri
krokilendirilmiş ve belirtilen tespitlere ilişkin bir tutanak tanzim
edilmiştir.
16.
Toprağa gömülü hâlde bulunan ceset, çıkartıldıktan sonra ölü muayene ve otopsi
işlemleri yapılmak üzere bir hastaneye götürülmüş ve burada Cumhuriyet savcısı
ve refakatinde bulunan iki doktor tarafından yapılan harici muayenesinde
saçlarının yer yer döküldüğü ve dökülen bölgelerdeki derinin açığa çıktığı
belirlenmiş; saç dökülmesinin cesedi çıkarmak için toprağın kazılması sırasında
kazma ve küreklerin saçlara teması neticesinde meydana gelmiş olabileceği
değerlendirilmiş; ayrıca cesedin gözlerinin, burnunun ve dudağının çürümüş
olduğu; boynunda urgan hâline getirilip bir sefer tam, ikinci seferde önden
arkaya doğru dolanıp bağlanmamış olan muhtemelen yanlarından çekilip sıkılmış
sağlam beyaz bir bez parçasının bulunduğu tespit edilmiştir.
17.
Ölü muayenesinde ayrıca cesedin, çenesinin altından boynunun arkasına kadar
bağın oluşturduğu telem izi, boynunun altında göğüs nahiyesinden omuzlara doğru
şişkinlik ve hematom (kan toplanması), kol ve diğer bölgelerinde yer yer
çürüme, sabunlaşmaya bağlı deri kalkması, böceklenme ve yer yer kurtlanma, ayak
ve el tırnaklarının ojeli, el tırnaklarının uzun, ayak tırnaklarının ise normal
boyutlarda olduğu belirlenmiş; cesette ayrıca ateşli silah, kesici ve delici
alet veya künt cisim yarası, darp ve cebir izi ise saptanmamıştır.
18.
Yapılan bu muayeneden sonra kişinin ölümünün, boynuna dolanan bezinsıkılması
suretiyle buradaki hyoid kemiğinin (dil kemiği) kırılması nedeniyle meydana
gelen beyin anoksisi (beynin tamamen oksijensiz kalması) ve asfiksi
sonucu gerçekleştiği, ayrıca cesedin bulunduğu arazinin şartları -yüksek
ve meyilli oluşu, rüzgara açık bir alan olması ve cesedin üzerindeki toprağın
azlığı gibi- dikkate alındığında cesedin 1,5-2 ay önce gömülmüş olmasının
kuvvetle muhtemel olduğu belirlenmiştir. Ölü muayene tutanağında "cesedin
fotoğraflandırıldığı (6 adet) ve tıbbi kesin ölüm nedeni belirlendiğinden
klasik otopsi yapılmasına gerek olmadığı" da belirtilmiştir.
19.
Kimliği meçhul kadın cesedinin bulunup kesin ölüm sebebinin de bu şekilde
belirlenmesinden sonra durumdan 9/8/1992 tarihinde haberdar edilen
başvurucular, aynı tarihte kendilerine gösterilen söz konusu kadın cesedinin
kızları A.Ö.ye ait olduğunu teşhis etmişlerdir. İlgili tutanağa göre
başvurucular bu teşhislerini, cesedin yüzündeki ve vücudunun diğer bölümlerindeki
defarmosyon sonucu tanınamayacak durumda olması nedeniyle üzerinden çıkartılan
giysilerine, küpelerine ve dişlerine dayandırmışlardır. Teşhise başvurucuların
yanında katılan ve ölenin akrabası olan diş doktoru Y.Ö. de daha önce ölenin
dişlerinin tedavisini yaptığını, bu nedenle cesedin dişlerinden ölen kişinin
A.Ö. olduğunu teşhis ettiğini söylemiştir.
20.
Hıdır Öztürk (başvurucu), 10/8/1992 tarihinde Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına
verdiği beyanında Ş.Ç. adlı kişinin kendisine, kızı A.Ö.yü olay günü birkaç
kişi ile birlikte E.A. isimli kişinin otomobilinde gördüğünü söylediğini ifade
etmiştir.
21.
S.Ç. 20/8/1992 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadesinde,
başvurucunun bu iddialarını reddetmiş ve E.A. adlı kişinin otomobilinde gördüğü
kişilerin başka kişiler olduğunu söylemiştir.
22.
Olay hakkında yürütülen soruşturma kapsamında A.Ö.nün kaybolduğu gün içinde
teşhis edemedikleri üç erkek şahsın bulunduğu beyaz renkli bir otomobilde sakin
bir ruh hâliyle görüldüğü bazı tanıklarca ifade edilmiştir. Tanıklar,
otomobilin, markası ve modeli konusunda bir bilgi vermemişler; plakasını ise
göremediklerini söylemişlerdir.
23.
Şüpheliler N.A., E.A ve S.Ç. soruşturma kapsamında alınan ifadelerinde
üzerilerine atılı suçlamaları reddetmişlerdir. N.A., A.Ö. ile evlenmek
istediği, bu isteğinin reddedilmesi nedeniyle A.Ö.yü rahatsız ettiği
iddialarının doğru olmadığını savunmuştur.
24.
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 21/8/1992 tarihinde bu şüpheliler hakkında
A.Ö.yü taammüden (tasarlayarak) öldürme suçundan kamu davası açılmıştır.
25.
Elazığ Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) yürütülen yargılama
sırasında olayın tanıklarının ve davaya müdahil olan başvurucuların ifadeleri
ile sanıkların savunmaları alınmış; sanıkların araba sahibi olup olmadıkları ve
olduğu belirlenenlerin sahibi oldukları arabaların markaları, modelleri, plaka
sayıları ve renkleri araştırılmış; yargılama sonucunda Mahkemenin 5/11/1992
tarihli kararıyla üzerilerine atılı suçları işlediklerine dair mahkûmiyetlerine
yeter kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediği gerekçesiyle beraatlerine,
ayrıca olayın fail ya da faillerinin tespit edilmesi için Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir.
26.
İncelenen belgelerden bu kararın temyiz edilip edilmediği kesin
olarakanlaşılamamıştır.
27.
Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen bu yargılama sırasında tanzim edilen duruşma
tutanaklarının incelenmesinden sanık Ş.Ç. müdafisinin; ölüm olayının nedeninin
A.Ö.nün kız kardeşinin ve bu kardeşinin eşinin bir silahlı terör örgütü
saflarında bulunmasının olduğunu, bu terör örgütü mensuplarının ölüm olayından
on gün sonra sanıkların ikamet ettiği Akpınar kasabasına silahlı baskın yaparak
bir kişiyi öldürüp iki kişiyi yaraladıklarını, şayet sanıkların ölüm olayıyla
bir bağlantıları bulunsaydı örgütün bu baskında sanıkları da öldüreceğinin
mutlak olduğunu, bu terör örgütünün yanlısı olduğunu ileri sürdüğü bir gazetede
olayın farklı şekilde anlatıldığını ve bu gazetenin "örgüt kontrgerilla
cinayetini lanetledi" şeklinde haberler yayımlandığını söyleyip söz
konusu gazete kupürünü Mahkemeye ibraz ettiği anlaşılmıştır. İncelenen
belgelerde bu kupüre rastlanılmadığından ve duruşma tutanaklarında bu kupürlere
ilişkin herhangi bir açıklama bulunmadığından haberin detayları belirlenememiştir.
28.
Ancak başvurucuların başvuru formuna suretlerini ekledikleri ve yayımlandığı
tarihleri kesin olarak anlaşılamamakla birlikte içerikleri itibarıyla A.Ö.nün
cesedinin bulunmasının hemen akabinde yayımlandığı anlaşılan yerel gazete
kupürlerinde ise "Kaçırılan kızın cesedi bulundu" ve "Kaçırılan
kızın cesedi" başlıklı haberlerde kayıp olan A.Ö.nün cesedinin gözleri
çıkartılmış, kulakları ve saçları kesilmiş hâlde Elazığ ilinde bulunduğu,
A.Ö.nün yakınları tarafından, kaçırılma olayının şahsi nedenlerle
gerçekleştirildiğinin düşünülmeyip eylemin güvenlik güçleri adına hareket eden
bazı kişiler tarafından gerçekleştirildiğinin sanıldığının belirtildiği
görülmüştür.
29.
Söz konusu duruşma tutanaklarına göre sanık müdafisi ayrıca maktulün terör
örgütü ya da (kendi beyanına göre) kontrgerilla tarafından öldürüldüğü
hususunun savunmalarının temelini oluşturduğunu, bu nedenle başvurucuya diğer
kızlarından birinin ve bu kızının eşinin bir terör örgütüyle bağlarının bulunup
bulunmadığının sorulmasını istemiştir.
30.
Başvurucu ise gazete haberlerinde belirtildiği gibi bir durumun -varsa- Akpınar
kasabası küçük bir yerleşim yeri olduğundan sanıklar tarafından
bilinebileceğini ifade etmiş hatta sanıkların bu olaya karışmış
olabileceklerini de düşündüğünü söylemiştir.
31.
Mahkeme, yargılamayla bir ilgisi bulunmadığı gerekçesiyle sanık müdafisinin,
başvurucuya diğer kızının ve damadının terör örgütüyle bir bağının bulunup
bulunmadığının sorulması talebini reddetmiştir.
32.
Başvurucu vekili de sanık müdafisinin olayı saptırma amacında olduğunu, söz
konusu davanın, yargılanan üç kişinin maktulü öldürdüğü iddiasından ibaret
olduğunu söylemiştir.
33.
Yukarıda değinildiği gibi yargılamanın tamamlanması ve Ağır Ceza Mahkemesinin
suç duyurusunda bulunması üzerine Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
aynı soruşturma numarası üzerinden yürütülen soruşturmada 7/12/1992 tarihinde,
olayın fail ya da faillerinin dava zamanaşımına kadar devamlı şekilde
aranmalarına yönelik "daimî arama" kararı verilmiş;aramalara
ilişkin her üç ayda bir bilgi verilmesinin, faillerin daimi olarak
aranılmalarının ve yakalandıklarında ifadeleri alınmak üzere mevcutlu olarak
Cumhuriyet Başsavcılıklarında hazır edilmelerinin temini için Elazığ Asayiş
Şube Müdürlüğüne müzekkere yazılmıştır.
34.
Soruşturmada faillerin aranılmasına bu şekilde devam edilirken İnsan Hakları
Derneği (İHD) Tunceli Şubesi Başkanının ve bir avukatın, ulusal yayım yapan bir
gazetenin 26/8/1993 tarihli nüshasında, kimliği açıklanmayan bir subayla
yapılan mülakata ilişkin haberin yayımlandığını; bu haberde A.Ö.nün ölümü
olayıyla ilgili bölümlere de yer verildiğini ileri sürülerek 1993 yılında
Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdukları soruşturma dosyasındaki belge
ve tutanaklardan anlaşılmıştır. İncelenen belgelerde bu başvuruya ilişkin
dilekçeye rastlanılmadığından bu haberde, kimliği açıklanmayan subayın ölüm
olayı hakkında ne tür açıklamalarda bulunduğunun haber yapıldığı kesin olarak
belirlenememiş ise de aşağıda açıklanacak belge ve bilgilerden anlaşıldığı
kadarıyla bu kişinin, A.Ö.nün güvenlik güçleri adına hareket eden kişiler
tarafından öldürüldüğünü iddia ettiği anlaşılmaktadır.
35.
Ayrıca başvurucular tarafından başvuru formu ekinde ibraz edilen ve hangi
tarihte yayımlandığı belirtilmediği ve içeriğinde bu yönde bir bilgiye yer
verilmediği için kesin olarak anlaşılamayan gazete kupürü fotokopisinde "Ölüm
Mangası" başlıklı bir haberin yapıldığı, bu haberin içeriğinde özel
harp uzmanı olduğu belirtilen bir subayla yapılan mülakata ilişkin bilgilere
yer verildiği, bu bilgilere göre ismi verilmeyen subayın haberi yapan
gazeteciye verdiği mülakatta, "Yeşil" kod adlı A.D. (aşağıda
yer verilen belge ve ifadelerde bu kişi M.Y. diye anılmaktadır) ve Mehmet Y.
isimli kişilerden bahsederek bu kişilerin başvurucuların kızı A.Ö.nün
öldürülmesi olayı dâhil bölgede yaşanan bazı zorla kaybettirilme, işkence ve
hukuka aykırı öldürme eylemlerini devlet adına gerçekleştirdiklerini, eylemi
gerçekleştirmelerinde lojistik destek ve maddi yardımı da devletten aldıklarını
ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Söz konusu gazete haberine göre ismi verilmeyen
subay bu mülakatta, A.Ö.nün öldürülmesine ilişkin olayın gerçekleştirilme şekli
hakkında detaylı bilgi vermemiş; sadece ismini verdiği kişilerin eylemlerinden
bahsederken bu olaya da değinmiştir.
36.
Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı, İHD Tunceli Şubesi Başkanı ve bir avukat
tarafından yapılan bu başvuruyu Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş;
Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı da bu başvuruyu soruşturmaya kaydettikten ve
1993/3603 numarasıyla iddialar hakkında soruşturma başlattıktan sonra başkaca
bir işlem yapmaksızın bu dosyayı A.Ö.nün ölümüne ilişkin yürüttüğü 1992/3111
numaralı soruşturma dosyası ile birleştirmiştir.
37.
Soruşturmada 16/2/2010 tarihine kadar aradan geçen zaman zarfında kolluk,
olayın faillerinin tespit edilmesi çalışmalarına devam edildiğine ilişkin
yazıları her üç ayda bir Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığı da bu tarihe kadar aralıklarla daimî arama kararının
akıbetini kolluktan sormuş, belirtilen tarihte ise yeniden kolluğa yazı yazarak
dava zamanaşımı tarihinin yaklaşması gerekçesiyle daha kapsamlı ve titiz bir
çalışmanın yapılmasının temini için deneyimli bir polis memurunun
görevlendirilmesini istemiş; kolluk da 1/3/2011 tarihinde bu yazıya verdiği
cevapta, olaya ilişkin kıdemli bir memurun görevlendirdiğini, 26/10/2011
tarihinde gönderdiği yazıda da olayın faillerinin belirlenemediğini ve bu
yöndeki araştırmalarının ise devam ettiğinibildirmiştir.
38.
Soruşturma bu şekilde devam ederken Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan
Hakları Komisyonunca terör ve şiddet olayları kapsamında yaşam hakkı
ihlallerinin incelenmesine yönelik olarak kurulan alt Komisyonun (Komisyon)
çalışmaları sırasında başvurucu bu Komisyon tarafından davet edilerek 13/12/2011
tarihindedinlenmiştir.
39.
Anılan Komisyonunun başvurucuyu, kamuoyunun yakından takip ettiği aşağıda
belirtilen kitap yayımları ve medya haberleri üzerine mi yoksa kendi isteğiyle
mi davet edip dinlediği, incelenen belgelerden kesin olarak anlaşılamamıştır.
40.
Soruşturma dosyası içeriğinde bulunan söz konusu Komisyon tutanaklarının onaylı
suretlerine göre başvurucu, kızı A.Ö.nün ölümü olayıyla ilgili Komisyona
anlatımlarda bulunmuştur. Bu anlatımlarında özetle 1992 yılında kızının
öldürülmesinden önce Tunceli İl Jandarma Komutanı olan ve ismini hatırlamadığı
kişinin kendisini telefonla arayarak makamına birkaç kez çağırdığını, önceleri
kendisinin bu çağrıya uymadığını ancak akabindebu çağrıya uyup bu kişinin
makamına giderek yaptıkları görüşmede kendisine "Kızlarından biri dağa
çıkmak istiyor." dediğini, buna itiraz edip bu fikre ne şekilde
vardığını sorunca da cevaben "Öyle ise çocuklarını getir göreyim."
dediğini, sonraki bir tarihte ölen kızı ile birlikte diğer iki kızını da
yanına alarak makamına gittiklerinde bu kişinin kızlarına nerede çalıştıkları
ve oturduklarına ilişkin bazı sorular sorduğunu ve görüşmenin sonunda "Devletinize
çalışın." diye öğüt verip astlarına "Bunları M... Bey'e
götürün." şeklinde talimat verdiğini, akabinde hep birlikte Komutanlık
binasının alt katına götürüldüklerini, çocuklarının burada bir odaya
alındıklarını, bu sırada dışarıdan içeriye baktığında zayıf ve sakallı bir
kişiyi masada otururken gördüğünü, peşinden odanın kapısının kapatıldığını,
burada fiziksel görünümünü tarif ettiği kişi tarafından çocuklarına bazı
sorular sorulduğunu ve nerede çalıştıklarının öğrenildiğini görüşme sonrasında
çocuklarından duyduğunu, bu olaydan yaklaşık iki ay sonra da kızı A.Ö.nün
kaçırıldığını, akabinde Elazığ Devlet Hastanesine, morgunda bulunan bir kadın
cesedini teşhis etmek için ailesiyle birlikte gittiğini, cesedi önce teşhis
edemeyip söz konusu morgdan çıktıklarını, dışarıda beklerken sivil giyinimli
bir polis memurunun yanlarına gelerek karısı başvurucu Dilif Öztürk'e "Bu
senin kızın, sana benziyordu." demesi üzerine kendilerinin de "Sen
yaptın o zaman." şeklinde çıkıştıklarını, sonrasında kızının
kıyafetlerini tanıyıp cesedin kızına ait olduğunu teşhis ettiklerini
söylemiştir.
41.
Başvurucu bu anlatımlarında kızının işkence edilerek öldürüldüğünü, gözlerinin
yerlerinden çıkartıldığını, saçlarının kazındığını, kulaklarının ve burnunun
kesildiğini, cesedinin parçalandığını da ileri sürmüştür.
42.
Başvurucu ayrıca, anlatımlarında geçen M.Y. isimli kişiyi bu olaylardan çok
sonra televizyon kanallarında gördüğünü, kızlarının da bu kişiyi görünce
kendisine "İşte baba bak, işte budur. Bizi sorgulayan bu adamdı."
dediklerini, ayrıca ölen kızı A.Ö.nün terör örgütleriyle bir bağlantısının
bulunmadığını, kızının cesedinin bulunmasından üç gün sonra Tunceli Valiliğinin
13/8/1992 tarihli yazısıyla ikamet ettiği İl Özel İdaresi lojmanını, oturma
süresi dolmadığı hâlde tahliye etmesinin istenildiğini ve aynı tarihlerde
A.Ö.nün iş sözleşmesinin de işe mazeretsiz olarak gelmediği gerekçesiyle feshedildiğini
ileri sürmüştür.
43.
Başvurucu bunların yanında kızının öldürülmesinden sonra bu olaylarla ölüm
olayını hemen irtibatlandıramamasına, kamu görevlilerinin böyle bir eylemi
gerçekleştirmiş olabileceklerine ihtimal vermemesinin neden olduğunu belirtmiş;
tüm bu olup bitenlerin nedeninin, diğer kızlarından birinin daha önce terör
örgütüne katıldığı için iddialarında belirttiği kişilerin kendilerinden intikam
alma isteği olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca, olaydan bir süre sonra
bölgenin bir milletvekiliyle birlikte ifadelerinde adı geçen İl Jandarma
Komutanıyla görüşmek istediklerini ancak bu kişiyi makamında bulamadıklarından
dolayı görüşmeyi gerçekleştiremediklerini söylemiştir.
44.
Komisyonun bir üyesinin bu iddialarıyla ilgili olarak daha önce yetkili
makamlara bir başvuru yapıp yapmadığı yönündeki sorusu üzerine başvurucu,
olayın gerçekleşmesinden sonra isimlerini verdiği bir avukat ve İnsan Hakları
Derneği Başkanı tarafından Tunceli ve Elazığ Cumhuriyet Başsavcılıklarına ve o
dönemin Adalet Bakanına dilekçe ve basın açıklamaları gönderildiğini ancak bu
başvurularına cevap verilmediğini söylemiştir. Başvurucunun hangi tarihli bir
dilekçeyle söz konusu iddialarına ilişkin Cumhuriyet Başsavcılıklarına
başvuruda bulunduğu Komisyon tutanaklarına yansımamış olmakla birlikte
Komisyonun aşağıdaki paragrafta açıklanan yazısında bu tarih belirtilmiştir.
45.
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, başvurucuyu dinledikten sonra Tunceli ve
Elazığ Cumhuriyet Başsavcılıklarına yazı yazarak söz konusu olaya ilişkin
soruşturma işlemleri ve soruşturma dosyasının safahatı konusunda, özellikle de
başvurucunun 3/9/1993 tarihinde kızının terörle mücadele sırasında güvenlik
güçleri adına çalışan kişilerce kaçırılarak öldürüldüğü iddiasına ilişkin
başvurusu hakkında herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığı konusunda bilgi
verilmesini istemiş, ayrıca başvurucunun Komisyonda verdiği ifadesine ilişkin
tutanağı bu yazıya ekleyerek gereğinin takdiri için göndermiştir.
46.
Komisyonun, çalışmalarını tamamladıktan sonra bu olaya ilişkin ne şekilde bir
değerlendirme yaptığı ve raporunda bu olaya yer verip vermediği, incelenen
belgelerde Komisyonun inceleme ve değerlendirme raporu bulunmadığından
belirlenememiştir.
47.
Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı, Komisyona 28/12/2011 tarihinde yazdığı cevap
yazısında, soruşturmanın safahatı hakkında kronolojik olarak bilgi vermiştir.
Bu yazıda, Komisyona önce A.Ö.nün kaybolması ve akabinde yapılan soruşturma
işlemleri hakkında bilgi verildikten sonra, Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/1992
tarihinde sanıklar hakkında beraat kararı verip olayın fail ya da faillerinin
bulunması için Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunmasından
sonra, soruşturmaya aynı numara (1993/3111) üzerinden devam edildiği ve
7/12/1992 tarihinde verilen daimî arama kararıyla olayın fail ya da faillerin
aranılması çalışmalarına başlandığı, soruşturma bu şekilde devam ederken
"26/8/1993 tarihli bir gazetede kimliği açıklanmayan özel harp uzmanı olan
bir subayla gazeteci-yazar S.Y.nin yaptığı iddia edilen görüşmede, A.Ö.nün ölüm
olayıyla ilgili bölümlerin bulunması nedeniyle İHD Tunceli Başkanı M.G. ve
avukat A.D. tarafından Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda
bulunulduğu", bu başvurunun Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
gereği için Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderildiği, "bu iddialara
ilişkin 1993/3603 numaralı evrakla bir soruşturmanın başlatılıp bu
soruşturmanın olay hakkında yürütülmekte olan 1999/3111 numaralı soruşturma
dosyasıyla birleştirildiği", 16/2/2010 tarihinde ise dava zamanaşımı
süresinin yaklaşmakta olduğu gerekçesiyle olayın fail ya da faillerinin
yakalanması için daha titiz ve ayrıntılı bir çalışma yapılması için Elazığ
Emniyet Müdürlüğüne yazı yazıldığı bildirilmiştir.
48.
Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığının Komisyona 24/1/2012 tarihinde yazdığı cevap
yazısında ise "başvurucunun kızının kamu görevlilerince işkence edilip
öldürüldüğü iddialarıyla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılıklarınca herhangi
bir soruşturma işleminin gerçekleştirilmediği" (bkz. § 33) ve
başvurucunun ifadesinin yer aldığı tutanağın ekli bulunduğu ilgi yazılarının
2011/2248 soruşturma numarasına kaydedildiği; bu soruşturmanın suç yeri
itibarıyla Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olması nedeniyle olay
hakkında yeni bir işlem yapılıp yapılmayacağı hususunun takdiri ve ifası için
yetkisizlik kararı verilerek bu Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiğini
bildirmiştir.
49.
Başvurucu 1/2/2012 tarihinde vekili aracılığıyla Tunceli Cumhuriyet
Başsavcılığına yeniden bir dilekçeyle başvurmuş ve kızının "devlet
içinde yapılandırıldığını iddia ettiği" Jandarma İstihbarat Terörle
Mücadele'nin (JİTEM) bazı mensupları ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) adına
çalışan bazı kişiler tarafından zorla kaybettirilerek öldürüldüğünü, kamuoyunda
"Susurluk raporu" olarak bilinen raporda kendisine on yedi
sayfa yer ayrılan "Yeşil" kod adlı M.Y.nin, ekibi ile birlikte
kızını öldürdüğü yönünde pek çok haber ve yorumun medyada yer aldığını; söz
konusu raporda da ifadelerine yer verilen kişilerin, M.Y.nin başka kişilerle
birlikte pek çok faili meçhul olaya karıştığını söylediklerini, yetkili
makamların bu olayı aydınlatmakta ve adı geçen kişiyi yakalamakta zafiyet
gösterdiğini ileri sürmüştür.
50.
Başvurucu, söz konusu dilekçesinde, 2009 ila 2011 yıllarında yayımlanan birçok
gazete ve internet haberleri ile kitaplar ve M.Y. tarafından 1993 yılında
Ankara'da öldürüldüğünü iddia ettiği Jandarma Komutanlığında binbaşı rütbesiyle
görev yapan "A.C.E.nin İtirafları" isimli yayımlanan başka bir
kitapta yer verildiğini ileri sürdüğü bilgilerden alıntı yapmış; söz konusu
haber ve yorumların suretlerini dilekçesine eklemiştir.
51.
Başvurucunun söz konusu dilekçesinde yer verdiği haberler ve yorumlarda,
başvurucunun kızının ölümünden sorumlu olduğunu ileri sürdüğü M.Y.nin 1992 yılı
ve bu yılı takip eden birkaç yıl içinde ülkemizin Doğu ve Güneydoğu
bölgelerinde pek çok faili meçhul ölüm ve kayıp olaylarına karıştığına ve bu
olayların planlayıcısı ve azmettiricisi olduğuna, ayrıca yaşadığı hâlde bazı
kamu görevlilerince saklandığına, yine bu kişilerce yetkili mercilerden
kaçmasına müsaade edildiğine ilişkin birçok iddianın yer aldığı görülmüştür.
52.
Bu iddiaların bir kısımında A.Ö.nün, M.Y. ve ekibi tarafından Diyarbakır
ilindeki Olağanüstü Hâl Bölge Valiliği yerleşkesinin yanında bulunan bir binaya
götürüldüğü, burada iki gün süreyle tutulduğu, sonrasında da M.Y. ve
yanındakiler tarafından buradan alınarak bilinmeyen bir yere götürüldüğü ileri
sürülmüştür. A.Ö.nün ölümüne ilişkin haberler ve yorumların bir kısmı, daha
önce terör örgütü mensubu iken sonrasında bir dönem Jandarma bünyesinde görev
aldığını ileri süren (haber ve yorumlarda itirafçı diye anılmaktadır) ve bu
haberlerin yayımlandığı tarihte İsveç'te yaşayan A.A. isimli bir kişinin bu
ülkede bir internet sitesine 18/8/2009 tarihinde verdiği haber edilen mülakata
ve bu mülakatı haber yapan 16/9/2009 tarihli gazete haberine dayandırılmıştır.
53.
Başvurucu bu dilekçesinde M.Y. adlı kişi ve onunla birlikte hareket ettiğini
ileri sürdüğü bazı kamu görevlileri ve üçüncü kişiler haricinde ona MİT
bünyesinde görev veren, suç işlemesini sundukları devlet imkânlarıyla
kolaylaştıran, yardım eden ve eylemlerine göz yuman olduklarını ileri sürdüğü
bazı kolluk ve kamu görevlileri ile MİT mensupları hakkında da suç duyurusunda
bulunmuş; kızının kaybolma tarihi ile ölü olarak olarak bulunduğu tarih dikkate
alındığında cesedinin, ölü muayene raporunda belirtildiği gibi deforme olma
ihtimalinin bulunmadığını ileri sürerek otopside görev alan Cumhuriyet savcısı
ve doktorların ifadelerinin alınmasını; ayrıca bazı Cumhuriyet Başsavcılıkları
ve Mahkemelerde, M.Y.ye ilişkin birtakım soruşturmaların ve davaların
yürütülmekte olduğunu, bu soruşturmalar ve davalara ilişkin dosyaların ilgili
makamlardan getirtilerek kızının ölüm olayıyla bağlantılı olarak incelenmesini
talep etmiştir.
54.
Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun 1/2/2012 tarihli
dilekçesinisoruşturmaya kaydetmiş ve 9/2/2012 tarihinde yetkisizlik kararı
vererek dosyayı Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Elazığ
Cumhuriyet Başsavcılığı da bu dosyayı, olayla ilgili önceden yürüttüğü
soruşturma dosyası ile birleştirerek isnat edilen cürüm işlemek için teşekkül
oluşturmak ve bu teşekküle katılarak mensubu olmak, kasten insan öldürmek ve
kasten insan öldürmeye teşebbüs suçlarını soruşturmanın Malatya Cumhuriyet
Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle başvurucunun şikâyet dilekçesinde ve
TBMM İnsan Hakları Komisyonuna verdiği ifadelerinde ismi geçen M.Y. ve
içlerinde bazı kolluk ve kamu görevlileri ile MİT mensuplarının da bulunduğu
diğer kişiler hakkında fezleke düzenleyerek soruşturma dosyasını Malatya
Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
55.
Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı 23/2/2012 tarihinde MİT Müsteşarlığına yazı
yazarak M.Y.nin MİT bünyesinde herhangi bir görev alıp almadığını, MİT mensubu
olup olmadığını, MİT adına haber elemanı olarak görev yapıp yapmadığını, görev
yapmışsa tarihlerini ve M.E. isimli bir MİT mensubunun, soruşturmaya konu
cinayetten sonra M.Y.yi korumak için adı geçeni MİT bünyesinde
görevlendirdiğinin ve yetkili makamlara teslim etmeyerek bu suça ortak
olduğunun iddia edildiği de belirtilerek bu kişinin MİT bünyesindeki
görevlerinin ve görev tarihlerinin bildirilmesini istemiştir.
56.
MİT Müsteşarlığının 15/3/2012 tarihli yazısıyla 4/6/1973-Haziran 1989
(3/11/1973-Kasım 1975 tarihlerinde askerlik yükümlülüğünü yerine getirmesi
nedeniyle irtibatları kesilmiş olmakla birlikte) ve Eylül 1994-30/11/1996
tarihleri arasında konuları itibarıyla zaman zaman M.Y. adlı kişiden istifade
edildiği bildirilmiştir. Aynı yazıda, sorulan M.E. isimli MİT yöneticisinin
farklı tarihlerdeki görevlerine ilişkin bilgilere de yer verilmiştir.
57.
Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ümraniye Cumhuriyet Başsavcılığına
29/2/2012 tarihinde talimat yazılmış ve Savcılığın yetki sınırları içinde
ikamet ettiği anlaşılan, A.Ö.nün ölü muayene işlemine katılan Doktor Z.K.nın,
A.Ö.nün öldürülmeden önce gözlerinin yerlerinden çıkarıldığı, saçlarının
kazındığı, kulaklarının ve burnunun kesildiği ve cesedinin parçalandığı
iddialarına ilişkin ayrıntılı ifadesinin alınması istenmiştir.
58.
Doktor Z.K., talimat üzerine 9/3/2012 tarihinde kollukta verdiği ifadesinde
özetle ölü muayene tutanağını tekrar ederek cesedin kulak ve burnunun yerinde
olduğunu ancak çürümeye başladığını, gözlerini ise hatırlamadığını, ayrıca bu
olaydan önce veya sonra söz konusu cinayetin kamu görevlilerince işlenip
işlenmediğine ilişkin bir duyum da almadığını söylemiştir.
59.
Başvurucunun A.Ö.ye işkence edildiğine ilişkin iddialarının bazı gazete ve
internet sitesi haberlerinde yer alması ve bu haberler ve yorumlarda, A.Ö.nün
ölü muayene işlemini yapan doktorlar Z.K. ve N.A hakkında kesin olmayan
bulguları kesin bulgu gibi göstererek klasik otopsiye gerek olmadığını
bildirdirdiklerinin, işkence bulguları olan vakada mesleki bilgi ve
becerilerini gerçeğin ortaya çıkarılması için kullanmadıklarının ve tıbbi
deontoloji kurallarına aykırı davrandıklarının iddia edilmesi üzerine Türk
Tabipler Birliği Merkezi Konseyi tarafından 23/2/2012 tarihinde Elazığ Tabip
Odasına bu konuda ön inceleme başlatılması istemiyle yazı yazılmış; akabinde
Tabip Odasınca adı geçen doktorlar hakkında ön inceleme işlemi başlatılarak söz
konusu odanın yönetim kurulu üyesi olan bir doktor (İlgili belgelerin
incelenmesinden Adli Tıp uzmanı olup olmadığı belirlenememiştir.) ön incelemeci
olarak tayin edilmiştir.
60.
Bu ön inceleme sırasında ifadeleri alınan doktorlar Z.K. ve N.A., ölü muayene
tutanağını tekrar edip bu tutanağı hiçbir baskı ve tehdit altında kalmadan
serbest iradeleriyle ve mesleki etik kurallara uygun biçimde düzenlediklerini,
ölenin cesedinde işkence edildiğine ilişkin bir bulgu saptamadıklarını, bu
iddiaların tamamen bir kurgudan ibaret olduğunu, olay günü her ikisinin de
nöbetçi olması nedeniyle Cumhuriyet savcısının bu yöndeki talimatıyla ölü
muayene işlemine birlikte katıldıklarını, kişinin tıbbi ölüm nedenini harici
muayene ile belirlediklerinden klasik otopsi yapılmasına gerek görmediklerini,
ölü muayene işlemi sırasında cesedin fotoğraflarının çekildiğini, söz konusu
fotoğrafların bulunmasının ve iddialarla ilgili olarak değerlendirilmesinin bu
konudaki şüpheleri gidereceğini söylemişlerdir.
61.
Ön incelemeci doktorun, Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazarak getirttiği ölü
muayene tutanağı suretini ve yukarıda değinilen doktorların ifadelerini
değerlendirerek 25/12/2012 tarihinde düzenlediği fezlekede; olayda soruşturulan
doktorların kesin olmayan bulguları kesin bulgu gibi göstererek klasik otopsiye
gerek olmadığını bildirdikleri iddiaları yönünden Cumhuriyet savcısının
talebinin kişinin ölüm nedeninin belirlenmesi yönünde olduğu ve bilirkişi
doktorların kesin ölüm nedenini harici muayene ile tespit ettikleri, bu nedenle
de olayda klasik otopsi yapılmasına gerek olmadığı, işkence bulguları olan
olguda mesleki bilgi ve becerilerini gerçeğin ortaya çıkarılması için
kullanmadıkları ve tıbbi deontoji kurallarına aykırı davrandıkları iddiası
yönünden ise ölü muayene tutanağında ölenin el ve ayak tırnaklarının ojeli
olduğunun, el tırnaklarının uzun ayak tırnaklarının normal olduğunun ve
vücudunda herhangi bir darp ve cebir izinin bulunmadığının bildirildiğinin
görüldüğü;sonuç olarak incelenen bilgi ve belgelerden ölenin üzerinde işkence
emaresi olabilecek herhangi bir bulguya rastlanılmadığı, bu konuda bir mesleki
bilgi ve beceri eksikliğinin olmadığı kanaatine vardığını bildirdiği
anlaşılmıştır.
62.
Elazığ Tabip Odası Yönetim Kurulunun 6/5/2013 tarihli toplantısında, ilgili
bilgi ve belgeler ve alınan ifadelerin incelenmesi sonucunda adı geçen
doktorlar hakkında ileri sürülen iddiaların delile değil varsayımlara dayalı
olduğuna ve doktorların ilgili etik kurallarına, 23/1/1953 tarihli ve 6023
sayılı Türk Tabipler Birliği Kanunu'na, 19/2/1960 tarihli ve 10436 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan Tıbbi Deontoloji Tüzüğü'ne, ilgili kanun hükümlerine uygun
işlem yaptıklarına ve olayda herhangi bir cezai işlem yapılmasına gerek
olmadığına karar verilmiş ve bu karar 10/10/2013 tarihinde Türk Tabipler Merkez
Konsey Başkanlığına bildirilmiştir.
63.
Başvurucu, vekili aracılığıyla 25/4/2012 tarihinde Malatya Cumhuriyet
Başsavcılığına başvurmuş ve Jandarma Teşkilatı içinde var olduğunu daha önce de
iddia ettiği JİTEM'in bünyesinde görev aldığını ileri sürdüğü A.A. isimli
kişinin yabancı bir ajansa verdiği görüntülü mülakata ilişkin elektronik kaydı
(DVD) Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca da bu
kaydın çözümü kolluk görevlilerine yaptırılmıştır. Soruşturma dosyasında yer
alan bu çözüm tutanağından söz konusu mülakatın yapıldığı tarih kesin olarak
belirlenememiş ise de içeriği itibarıyla A.Ö.nün ölümü ile ilgili bazı
kitapların yayımlandığı tarihlerden sonra yapıldığı anlaşılmaktadır.
64.
Bu mülakatta A.A, M.Y.nin başvurucunun kızının öldürüldüğü tarihlerde
Diyarbakır ilinde bulunduğunu ileri sürdüğü (kendi beyanına göre) JİTEM
binasına gidip gelmeye başladığını, burada MİT ve Olağanüstü Hâl Valiliği
tarafından kendisine bir arazi aracı tahsis edildiğini, A.Ö.nün de Diyarbakır
Ceza İnfaz Kurumunda tutulan ancak bazı operasyonlarda görev alması için zaman
zaman buradan çıkartılan M.M. isimli kişi tarafından 1992 yılının Temmuz ayının
sonu veya Ağustos ayının başlangıcında M.Y.ye tahsis edilen arazi aracıyla
Diyarbakır'daki JİTEM binasına getirildiğini söylemiştir.
65.
Anılan mülakatta A.A. ayrıca, A.Ö.yü burada gördüğünü ve M.Y.ye kim olduğunu
sorduğunu, M.Y.nin de cevaben A.Ö.nün, bir terör örgütünün o dönemdeki Tunceli
bölge sorumlusu olduğunu ve örgüt içinde sözü geçen biri olduğunu açıkladığı
S.Ç. isimli kişinin karısının kardeşi olduğunu söylediğini ifade etmiştir. A.A.
mülakatta, A.Ö.nün bu kişiler için bilgi temin etmeyi reddettiğinden ve S.Ç.
ile çevresindekilere göz dağı verilmesi amacıyla öldürüldüğünü düşündüğünü
söylemiştir. Aynı mülakatta A.A, A.Ö.yü gördüğünde sakin ve rahat olduğunu
gözlemlediğini, yüzünde ve vücudunda kötü muameleye maruz bırakıldığına dair
bir emarenin bulunmadığını ancak M.Y.nin, A.Ö.ye işkence ettiğinin iddia
edildiğini söylemiştir.
66.
Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun ölüm olayından bir süre önce
çocuklarıyla birlikte Tunceli İl Jandarma Komutanlığına çağrıldığı ve burada
kızlarına M.Y. isimli kişi tarafından bazı sorular sorulduğu iddiasına ilişkin
olarak önce iddiaya konu tarihte İl Jandarma Komutanlığının kim tarafından
yürütüldüğünü araştırmış; ilgili makamlarla yazışması sonucu bu hususu tespit
etmesiyle de bu kişinin şüpheli sıfatıyla ifadesi alınması için bulunduğu yer
Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazmıştır.
67.
Talimat gereğince 28/3/2012 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan Emekli
Kıdemli Albay M.S.Y., başvurucunun tüm iddialarını reddederek bu iddialarda adı
geçen M.Y. isimli kişiyle aralarında hiçbir fiilî ve hukuki ilişkinin
yaşanmadığını, bu kişiyi görmediğini, Komutanlığındaki istihbarat işlemlerinin
bu konuda görevli olan astları tarafından gerçekleştirildiğini, başvurucuyla
iddia ettiği gibi bir görüşme yapmadığını, A.A. adlı kişiyi de tanımadığını
söylemiştir.
68.
Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının talebiyle ve Malatya 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin 31/5/2012 tarihli kararıyla şüpheli M.Y. hakkında kendisine çağrı
yapılamadığı ve tüm aramalara rağmen ulaşılamadığı gerekçesiyle yoklukta
tutuklama kararı verilmiş ve aynı tarihte bu konuda bir emir düzenlenerek
gereği için ilgili birimlere dağıtılmıştır.
69.
Soruşturma belgelerinden Malatya Ağır Ceza Mahkemesince 21/10/2011 tarihinde
İHD Elazığ Şubesi Başkanı M.C. ve Dr. H.K.nin 27/2/1993 tarihinde zorla
kaybettirilerek öldürülmesi olayına ilişkin de M.Y. hakkında başka bir yoklukta
tutuklama kararı verildiği, ayrıca hakkında Tunceli Eski İl Jandarma Komutanı
K.Ç.nin belirtilmeyen tarihte ölümü olayıyla ilgili olarak "Kırmızı
Bülten" kararı çıkartıldığı anlaşılmıştır. Soruşturma belgelerinde adı
geçen hakkında yürütülmekte olan başka soruşturma ya da görülmekte olan dava ya
da davaların bulunup bulunmadığının, ilgili mercilerdeki bu soruşturma ya da
dava dosyalarının içeriklerinde A.Ö.nün ölümü olayına ilişkin tanık beyanı ve
benzeri delillerin bulunup bulunmadığı yönünden incelenebilmesi bakımından
araştırılıp araştırılmadığı kesin olarak anlaşılamamıştır.
70.
Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun ifadesini 8/6/2012 tarihinde
yeniden almıştır. Başvurucu bu ifadesinde genel olarak Komisyona verdiği
ifadesini tekrar etmiş, farklı olarak 1992 yılının Mayıs ayında Tunceli İl
Jandarma Komutanın çağrısı üzerine ölen A.Ö ve diğer iki kızı ile birlikte İl
Jandarma Komutanlığına gittiklerinde binanın alt katında bulunan odada sakallı
bir kişi tarafından kızlarına bazı sorular sorulması sırasında terör örgütünün
bazı mensuplarının fotoğraflarının gösterildiğini, bu kişilerin arasında büyük
kızı Aysel Ö.nün de fotoğrafının bulunduğunu, kızlarının, kardeşleri Aysel
Ö.nün evlendikten sonra örgüte katıldığını ve sonrasında eşi S.Ç. ile birlikte
yurt dışında yaşamaya başladığını söylediklerini, olay günü kızı A.Ö.nün biri
sakallı olmak üzere üç erkek şahıs tarafından beyaz bir otomobille
götürüldüğünün görüldüğünü söylemiş; ayrıca kamuoyunda "Susurluk raporu"
diye bilinen raporda ismi geçen Jandarma Emekli Astsubay H.O. isimli kişiyle
yakın zamanda telefonla görüştüğünü, bu kişinin kendisine kızı A.Ö.nün
öldürülmesi olayıyla ilgili bilgisinin olduğunu söylediğini ileri sürmüştür.
71.
Başvurucu, bu ifadesinin alınması sırasında Malatya Cumhuriyet
Başsavcılığınaayrıca Tunceli İl Özel İdare Müdürlüğünün 13/8/1992 tarihli
kendisine tahsisli konutun beş yıldan fazla kalındığı gerekçesiyle tahliyesinin
istendiği yazısını ve Tunceli İl Özel İdaresi Müdürlüğüne ait şirketin (TUNGAŞ)
9/9/1992 tarihli kızı A.Ö.nün 27/7/1992-29/7/1992 tarihlerinde aralıksız iki iş
günü mazeretsiz olarak işe gelmediği gerekçesiyle 31/7/1992 tarihinde alınan
yönetim kurulu kararıyla iş akdinin feshedildiğini bildirir yazısını ibraz
etmiştir.
72.
Başvurucunun bu ifadesinde olayla ilgili bilgisi olduğunu ileri sürdüğü H.O.nun
talimatla 13/6/2012 tarihinde alınan ifadesinde, 1992 yılında Uşak İl Jandarma
Komutanlığında Sorgu Kısım amiri olarak görev yaptığını, 1993 yılı Temmuz
ayında Malatya İl Jandarma Komutanlığı Sorgu Kısım amiri olarak tayin olduğunu,
Elazığ (kendi beyanına göre) JİTEM bölge komutanı olan Yüzbaşı Z. ile aynı yıl
içinde Elazığ iline gittiğinde görüştüğünü, bu görüşmede bölgedeki faili meçhul
cinayetler hakkında konuştuklarını, Yüzbaşı Z.nin kendisine "Yeşil"
kod adlı M.Y.nin Mazgirt'den Ayten isimli bir kadını, eniştesi bir terör
örgütünün Tunceli bölge sorumlusu olmasından dolayı kaçırdığını, yanında da
örgüt itirafçısı olarak bilinen M.M. isimli kişinin bulunduğunu, kaçırdıktan
sonra Diyarbakır (kendi beyanına göre) JİTEM'ine getirdiklerini, bu dönemde
JİTEM'in komutanı olan A.K.nin huzuruna çıkardıklarını ve akabinde M.M., M.Y.,
A.K. ve sonradan İsveç'de yaşamaya başlayan A.A.nın, Ayten isimli kadına üç gün
süreyle işkence ettiklerini anlattığını ancak bu kişinin Ayten isimli kadının
nasıl öldürüldüğü konusunda bilgi vermediğini söylemiştir. H.O., A.A. isimli
kişinin A.Ö.yü soyup işkence ettiklerini doğruladığını da ileri sürmüş;
başvurucunun ifade vermesinden kısa bir süre önce kendisini telefonla arayıp bu
konuda ifade verip veremeyeceğini sorduğunu, kendisinin de verebileceğini ifade
ettiğini söylemiştir.
73.
H.O., aynı ifadesinde bu bölgede işkence edilenlerin Jandarma Komutanlıklarının
yetkili olduğu bölgelerde öldürüldüklerini, böylece olayın gereği gibi
soruşturulmasının önüne geçildiğini, A.Ö. kaçırıldığında bu olaydan Mazgirt
İlçe Jandarma Karakol Komutanının da haberdar olduğunu duyduğunu, 1994 yılında
Tunceli iline görevli olarak gittiğinde birlik komutanı olan M.B.nin de bu
olayı örnek göstererek "Yeşil" kod adlı kişinin birçok kişiyi
kaçırıp işkence ettikten sonra öldürdüğünü söylediğini, aynı kişinin bu
durumdan rahatsızlığını da ifade ettiğini, A.Ö.nün ölümüyle sonuçlanan olaya
ilişkin kayıtların Mazgirt İlçe Jandarma Komutanlığında tutulduğunu, kendisinin
de Malatya İl Jandarma Komutanlığının istihbarat bölümünde buna ilişkin
kayıtları tuttuğunu, 1996 yılında Malatya'dan ayrıldığını, kayıtların bu
tarihten sonra muhafaza edilip edilmediğini ise bilmediğini ve ifadesinde adı
geçen M.M.nin Mersin'de ikamet ettiğini söylemiştir.
74.
Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla başvurucunun iddialarında ismi
geçen ve olay tarihinde Tunceli İl Özel İdaresi Müdürü olan K.K.nin 23/10/2012
tarihinde alınan ifadesinde başvurucu ve A.Ö.yü hatırlayamadığını, iddialara
konu lojmanın boşaltılması işlemini gerçekleştirmekle yetkili olduğunu ancak bu
dönemde herhangi bir memurun lojmanını boşaltması yönünde özel bir talimat
almadığını, A.Ö.nün İl Özel İdaresine ait fabrikasındaki iş akdinin
kaybolmasından bir süre sonra feshedilip edilmediğini ise hatırlamadığını
söylemiştir.
75.
Yine Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 26/11/2012 tarihinde
şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan M.M.; H.O. isimli kişiyi tanımadığını, ismini
basından duyduğunu, A.Ö.nün öldürülmesi olayıyla ilgili bilgisinin olmadığını,
terör örgütü üyesiyken 1991 yılında güvenlik güçlerine teslim olduğunu,
akabinde bir yıl süreyle ceza infaz kurumunda kaldığını söylemiştir.
76.
Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, incelenen soruşturma belgelerine göre
13/3/2014 tarihine kadar başkaca bir işlem gerçekleştirmemiş, belirtilen
tarihte ilgili kanunda yapılan değişikliği gerekçe göstererek yetkisizlik
kararı vermiş ve soruşturma dosyasını yenidenElazığ Cumhuriyet Başsavcılığına
göndermiştir.
77.
Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı, şüpheli M.Y. hakkında önceden çıkartılan
yakalama emrini, bu kararı takip edemeyeceği gerekçesiyle resen kaldırarak
Elazığ Sulh Ceza Hâkimliğinden yeni bir yakalama emri çıkartılmasını talep
etmiştir. Hâkimlik de talep gereğince 29/9/2014 tarihinde M.Y. hakkında yeni
bir yakalama emri çıkarmış ve aynı tarihte bu yönde bir emir düzenlemiştir.
78.
İncelenen belgelerden, Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığının 21/1/2016 tarihinde
Elazığ Tabip Odasına yazı yazarak ölü muayene tutanağını düzenleyen doktorlar
hakkında herhangi bir idari inceleme yapılıp yapılmadığını sormasına kadar
soruşturmada, M.Y. hakkında çıkartılan yakalama emrinin infazının
beklenilmesinden başka herhangi bir işlemin gerçekleştirildiği tespit
edilememiştir.
79.
Elazığ Tabip Odası 9/2/2016 tarihli cevabi yazısıyla yukarıda değinilen ön
inceleme işlemine ilişkin belgeleri Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
80.
Anayasa Mahkemesi tarafından söz konusu soruşturma dosyasının onaylı
suretlerinin gönderilmesi Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığından talep edilmiş olup
talep gereğince 29/2/2016 tarihinde onaylı suretleri UYAP üzerinden gönderilen
dosyanın incelenmesinden soruşturmanın derdest olduğu ve M.Y. hakkında
çıkartılan yakalama emrinin henüz infaz edilemediği anlaşılmıştır.
2.
İdari Dava Süreci
81.
Başvurucular 25/5/2005 tarihinde vekilleri aracılığıyla Tunceli Valiliği Zarar
Tespit Komisyonuna (Zarar Tespit Komisyonu) 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun
kapsamında başvurmuş ve kızlarının güvenlik güçleri adına hareket eden bazı
yapılanmalar tarafından zorla kaybettirildiğini, işkence edildiğini ve akabinde
öldürüldüğünü ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuşlardır.
82.
Zarar Tespit Komisyonunun 10/10/2006 tarihli kararıyla talebe konu failimeçhul
olayın gerçekleşme şekliyle ilgili iddiaların herhangi bir somut belgeye
dayandırılmadığı, konuyla ilgili gazete kupürlerinin duyum, kanaat ve faraziye
mesabesinde olduğunun ve iddia konusunun bu noktadan bakıldığında tam tersi bir
mütalaada konu olabileceğinin değerlendirildiği ile bilgi ve belge eksikliği
gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir.
83. Başvurucular
tarafından, yasal süresi içinde Tunceli Valiliği hasım gösterilerek Malatya
İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde söz konusu ret kararının iptali talebiyle
dava açılmıştır.
84. Mahkemenin
3/6/2010 tarihli ve K.2010/1287 sayılı kararıyla davanın reddine karar
verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...Dava
dosyasının incelenmesinden, davacıların çocuğu olan Ayten Öztürk'ün 27/8/1992
tarihinde Tunceli ili Mazgirt ilçesi Kepektaş köyünden, kimliği belirsiz
kişiler tarafından kaçırıldıktan sonra öldürüldüğünden bahisle 5233 sayılı yasa
kapsamında taraflarına tazminat ödenmesi istemiyle yaptıkları başvurunun
reddine ilişkin Zarar Tespit Komisyonunun 10/10/2006 tarihli kararının iptali
istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığıanlaşılmaktadır.
Olayda; dava
dosyasında mevcut bilgi ve belgeler incelendiğinde; davacı Hıdır Öztürk
tarafından kızı Ayten Öztürk'ün tanımadıkları kişiler tarafından zorla
kaçırıldığı, kızının N.A. tarafından evlenmek maksadıyla rahatsız edildiği ve
kaçırılmış olabileceği, kanaatiyle Kovancılar Cumhuriyet Savcılığına 5/8/1992 tarihinde
şikâyette bulunduğu, yine davacıların Akpazar Jandarma Karakolunda 6/8/1992
tarihinde alınan ifadelerinde, kızlarının kaçırılması ile ilgili olarak market
sahibi Ş.Ç. Ve taksicilik yapan E.A.dan şikâyetçi oldukları, bu arada
davacıların kızı Ayten Öztürk'ün 8/8/1992 günü Elazığı ili Karşıyaka Mahallesi
Kartaltepe Mevkiinde toprağa gömülü cesedinin bulunduğu, yapılan otopside
maktulün boğularak öldürüldüğünün tespit edildiği, davacılar tarafından
şikâyetçi olunan E.A, N.A, Ş.Ç isimli kişiler hakkında,maktulün kaçırılması ve
öldürülmesi olayıyla ilgili olarak Elazığ 1. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan dava
neticesi 5/11/1992 gün ve E.1992/132,K.1992/140 sayılı kararla, sanıklar
hakkında 'atılı suçları işlediklerine dair cezalandırılmalarına yeterli kesin ve
inandırıcı delil elde edilemediğinden beraatlerine' karar verildiği, maktulün
kimler tarafından öldürülmüş olduğu hususunun araştırılmaya devam ettiği
görülmektedir.
Bu durumda; yukarıda anlatılan hususlar dikkate
alınarak yapılan değerlendirme sonucu, davacıların çocuğu Ayten Öztürk'ün terör
veya terörden kaynaklanan bir olaydanötürü kaçırıldığı ve akabinde öldürülmüş
olduğu hususunda herhangi bir tespit, hatta bunu düşündürebilecek bir emare
bulunmadığı, ölüm olayının 5233 sayılı yasa kapsamında değerlendirilmesinin
mümkün olmadığı kanaatiyle davacıların
başvurusunun reddine ilişkin dava konusuişlemde hukuka
aykırılıkbulunmamaktadır.
..."
85.
Başvurucuların temyizi üzerine bu karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin
(Daire)9/5/2012 tarihli ve K.2012/2827sayılı ilamıyla onanmıştır.
86. Başvurucuların
karar düzeltme istemi de Dairenin 11/4/2013 tarihli veK.2013/2738 sayılı ilamı
ile oyçokluğuyla reddedilmiştir. Çoğunluk görüşüne katılmayan üyenin karşıoy
gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Ayten Öztürk'ün öldürülmesi olayının faillerinin
bulunamamış olmasına rağmen, dosyada mevcut itiraf mahiyetindeki açıklamalar ve
Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma ve olayın meydana
geldiği dönemdeki faili meçhul cinayetler bir arada değerlendirildiğinde,
davacıların kızının bir terör eylemi sonucu hayatını kaybettiği kanaati
uyanmaktadır.
...
Uyuşmazlık konusu olayda da kişinin yaşam hakkının
ihlal edildiği, ancak sorumluların da bugüne kadar açığa çıkarılamadığı
görülmektedir.
Bu durumda faili ortaya çıkarılamayan bu cinayetlerden
dolayı Anayasa ve insan haklarına ilişkin sözleşmeler uyarınca yaşam hakkını
korumakla yükümlü olan idari birimlerin, bu tür olaylardan doğabilecek
zararları karşılaması hukuk devleti olmasının gereğidir.
..."
87. Nihai
karar başvuruculara 23/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular otuz
günlük yasal süresi içinde 21/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B.
İlgili Hukuk
1.Ulusal
Hukuk
88. 6/1/1982
tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal
edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine
veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
89. 5233
sayılı Hakkında Kanun’un 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri
veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir.”
90. 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 86. maddesişöyledir:
"(1) Engelleyici sebepler olmadıkçaölü muayenesinden
veya otopsiden önce ölünün kimliği her suretle ve özellikle kendisini
tanıyanlara gösterilerek belirlenir ve elde edilmiş bir şüpheli veya sanık
varsa, teşhis edilmek üzere ölü ona da gösterilir.
(2) Ölünün adli muayenesinde tıbbi belirtiler, ölüm
zamanı ve ölüm nedenini belirlemek için tüm bulgular saptanır.
(3) Bu muayene, Cumhuriyet savcısının huzurunda ve bir
hekim tarafından görevlendirilerek yapılır."
91. 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 102. ve 104. maddelerinin ilgili bölümleri şöyledir:
“Madde 102 - Kanunda başka türlü
yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:
1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır
hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,
2 - Yirmi seneden aşağı olmamak üzere
muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,
... geçmesiyle ortadan kalkar.
Madde 104 - Hukuku amme davasının müruru zamanı,
mahkumiyet hükmü, yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli
makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın
açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan
iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren
yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise
müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak
bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan
müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”
92. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
7. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile
sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan
kanun uygulanır ve infaz olunur.”
93. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından
kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu Kanunu’na 6524 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile eklenen geçici 4.
maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak
başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011
tarihli ve faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturma usul ve esaslarına
ilişkin Genelge'nin ilgili bölümü şöyledir:
“…
50. Faili
meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında,
...
g) Soruşturma evraklarının ilgili
Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece
soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile
yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da
tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip
edilmesi,
…”
2. Uluslararası Hukuk
94. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun
10/12/1984 tarihli ve 39/46 sayılı kararıyla kabul edilen ve onaylanmasına dair
3441 sayılı İşkenceye ve Diğer Zalimane Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya
Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna DairKanun'un dayanak oluşturduğu 29/4/1988 tarihli ve 19799 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya
Alçaltıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 12. maddesi şöyledir:
“Her Taraf Devlet, yetkisi altındaki
ülkelerde bir işkence eyleminin işlendiğine inanmak için ciddi sebepler mevcut
olan her halde, yetkili mercilerin derhal ve tarafsız soruşturma yürütmelerini
sağlayacaktır.”
95. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı
Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin
El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) birinci ekinin 2. maddesi şöyledir:
“Devletler, işkence ve kötü muamele
şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını
sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence
ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır.
Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler
ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma
yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp
uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları
çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel
standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya
açıklanmalıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
96. Mahkemenin
21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
97. Başvurucular; kızlarının güvenlik güçleri ve
MİT adına çalışan M.Y. tarafından zorla kaybettirilerek işkence yapılmak
suretiyle öldürüldüğünü, bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturmasının
yürütülmediğini, ayrıca söz konusu ceza soruşturmasında adı geçen şüpheli M.Y.
hakkında yoklukta tutuklama kararı çıkarılmasına rağmen açtıkları tazminat
davasının, olayın terör ve terörden kaynaklanan bir olay olmadığı gerekçesiyle
reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan
yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminata karar
verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
98. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular
tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların
hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 16).
99. Başvurucular, kızlarının işkence edilerek
ölümüyle sonuçlanan olayda etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi suretiyle
devletin yaşam, kişi hürriyeti ve güvenliği hakları ile işkence ve eziyet
yasağı kapsamında pozitif yükümlülüklerini ihlal ettiği şikâyetlerinin yanında
kızlarının bazı kamu görevlileri ve güvenlik güçleri adına hareket eden kişiler
tarafından zorla kaybettirilerek işkenceye maruz bırakıldığını ve akabinde öldürüldüğünü
ileri sürerek devletin aynı haklar kapsamında negatif yükümlülüklerini de ihlal
ettiğini ileri sürmüşlerdir.
100. Öncelikle belirtilmelidir ki Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında da ifade edildiği gibi işkence
yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme)normatif maddelerinin çoğunluğunun
aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin (2) numaralı fıkrasına
göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya
alınamamaktadır. (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, §
95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM,
terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin
işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları -mağdurun
davranışı ne olursa olsun- kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (Cezmi
Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 93; Labita/İtalya,
§ 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).
101. AİHM'e göre gözaltında tutulan kişilerin
yaşamlarından ve vücut bütünlüklerinden ulusal makamlar sorumludur ve
gözaltında meydana gelen yaralanma, ölüm ve kayboluşlara ilişkin makul bir
açıklama getirme görevi savunmacı devletlere aittir (Er ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 23016, 31/12/2012, § 66; Tanış ve diğerleri/Türkiye, B. No:
65899/93, § 160).
102. Yine AİHM'e göre resmî olarak kolluk
görevlileri tarafından çağrıldığının, bunların kontrolü altında bir yere
girdiğinin ve o tarihten itibaren bir daha haber alınamadığının tespit edilmesi
hâlinde tutulan kişinin yaşamına ve vücut bütünlüğüne yönelik bir açıklama
getirmek zorunludur. Bu gibi şartlar altında, ne olduğuna ilişkin makul bir
açıklama getirmek ve ilgili kişinin yetkililerce alıkonulmadığını ve
özgürlüğünden mahrum bırakılmaksızın salıverildiğini göstermek devletin
görevidir (Tanış ve diğerleri/Türkiye, § 160). Gözaltına alınan bir
kişinin akıbetine ilişkin yetkililerin hesap verme zorunluluğu, kişinin
salıverildiği gösterilene kadar devam etmektedir (Er ve diğerleri/Türkiye,
§ 71).
103.
AİHM, bir başvurucunun kocasının polis gözetiminden salıverildikten sonra
hukuka aykırı şekilde öldürülüşünü konu alan bir kararında bu hesap verme
sorumluluğunugenişleterek dosyada resmî bir salıverme evrakının olmayışının,
başvurucunun kocasının gerçekten salıverildiğini kanıtlamaya ilişkin
yükümlülüğün yerine getirilemediği anlamına geldiğini belirtmiş ve söz konusu
ölümden devletin sorumlu olduğuna karar vermiştir (Süheyle Aydın/Türkiye,
B. No: 25660/94, 24/5/2005, § 154).
104.
AİHM, değinilen karara varırken "Özgürlüğünden yoksun bırakılan herkes,
gerçekten serbest bırakıldıklarına ilişkin güvenilir bir doğrulama sağlanarak
ve ayrıca fiziksel bütünlükleri ve haklarından eksiksiz biçimde yararlanabilme
yetenekleri korunmuş olarak serbest bırakılmalıdır." şeklinde
düzenleme öngören Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 18/12/1992 tarihli ve
47/133 sayılı Bütün Kişilerin Zorla Kaybettirilmeden Korunmasına İlişkin
Deklarasyon'un 11. maddesini dikkate almıştır (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Meryem Çelik ve diğerleri, B. No: 3598/03, 16/4/2013,§ 51).
105.
Diğer taraftan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle
desteklenmelidir. (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 92;
benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89,
22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her
türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir
kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen
birtakım karinelerden de oluşabilir. (Hamdiye Aslan, § 92; benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No:
5310/71, 18/1/1978, § 161; Labita/İtalya, § 121). Bu bağlamda kanıtlar toplanırken
tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır (Tanlı/Türkiye, B.
No: 26129/95, 10/4/2001, § 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir
kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394,
6/3/2014, § 28).
106.
Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde anılan
maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile
ilgili iddialarda bulunulduğu zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir
inceleme yapmalıdır. (Hamdiye Aslan, § 93; benzer yöndeki AİHM kararı
için bkz. Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 32).
107.
Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetler hakkında tam bir inceleme
yapılarak iddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için ise her türlü
şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt,
yukarıda belirtildiği üzere yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da
aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak kaybolan
kişilerin akıbeti hakkında devletin hesap verme yükümlülüğü bulunup bu
yükümlülüğünü yerine getirmediği hâllerde, yaşanan ölümlerden sorumluluğu
bulunduğunu söyleyebilmek için kaybettirilen kişinin devletin nezareti altında
kaldığının -makul şüphenin ötesinde- kesin olarakbelirlenebilmesi gerekir.
108.
Somut olayda başvuru formu ve eklerinde sunulan belgeler ile başvuruya konu
ceza soruşturması ve idari dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgeler,
Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ve işkence ve
eziyet yasağı ile Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği
konusunda bir değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte -makul
şüphenin ötesinde- kanıt unsuru içermemektedir. Olayın gerçekleştiği koşullar,
başka bir ifadeyle ölenin iddia edildiği gibi keyfî olarak devletin nezaretine
alınıp bu sırada işkenceye maruz bırakıldıktan sonra kamu görevlilerince ve bu
görevliler adına hareket eden kişilerce mi öldürüldüğü yoksa üçüncü kişilerce
hürriyetinden yoksun bırakılıp akabinde bu kişilerce mi öldürüldüğü, bir
değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte belirlenebilmiş değildir.
109.
Bu şartlar altında, başvurucuların çocukları A.Ö.nün zorla kaybettirildikten
sonra işkenceye maruz bırakıldığı iddiasının, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan işkence ve eziyet yasağı; akabinde öldürüldüğü
iddiasının ise Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına
alınan yaşam hakkı kapsamında olduğu ve başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin, Anayasa'nın 17. maddesinin sadece etkili soruşturma
yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu ile sınırlı olarak yapılması gerekli ve
yeterli görülmüştür.
110.
Diğer taraftan başvurucuların, çocuklarının terörle mücadele kapsamında
öldürüldüğünü ileri sürerek idare aleyhine açtıkları tazminat davasının
delillerin takdirindeyanılgıya düşülerek olayın terör veya terörden kaynaklanan
bir olay olmadığı gerekçesiyle reddedildiği iddiasının Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında olduğu
değerlendirilmiş ve söz konusu iddiaya ilişkin inceleme bu madde kapsamında
yapılmıştır.
1.Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a.
Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
111.
Başvurucular, idari yargıda bakılan davada delillere ilişkin hatalı bir
değerlendirme yapılarak taleplerinin reddedilmesi suretiyle adil yargılanma
hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
112.
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
kabul edilemezliğine karar verebilir.”
113.
İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece
mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açıkça keyfîlik içermedikçe
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
114.
5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik ve sosyal
sebeplerle uğranılan zararlarınkapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
115.
5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin belirtilen Kanun kapsamında
değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve Kanun’un kapsamının
belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile bu hususta içtihadi
bir ölçütün belirlenmesi ve somut olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi
noktasındaki takdir, esasen derece mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un
uygulanması bağlamında daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış olan
taleplere ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler
neticesinde de belirtilen hususlara ilişkin iddiaların, maddi olayın ve hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince
değerlendirilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça
dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Sabri Çetin, B. No:
2013/3007, 6/2/2014, §§ 45-50; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye,
B. No: 30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu konudaki takdir esasen derece
mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi kararlarının bariz takdir
hatası veya açıkça keyfîlik içermesi durumunda anayasal bir temel hak veya
özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude Yaşar, B. No:
2013/2738, 16/7/2014, § 93; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §
88).
116.
Somut olayda başvurucuların, devletin içinde yapılandığını iddia ettikleri bazı
grupların güvenlik güçleri adına hareket ederek kızlarını zorla kaybettirip
akabinde işkence etmek sureyle öldürdüğünü ve bu çerçevede oluşan zararlarının
5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdükleri;
Zarar Tespit Komisyonunun bu taleplerini reddetmesi işlemine karşı idari
yargıda açtıkları davanın ise bu olay hakkında yürütülmekte olan ceza
soruşturmasında güvenlik güçleri adına hareket ettiğini iddia ettikleri şüpheli
M.Y. hakkında yoklukta tutuklama kararı çıkartıldığının dikkate alınmaması
suretiyle reddedilmesinin, anayasal haklarını ihlal ettiğini iddia ettikleri
anlaşılmıştır.
117.
İlk Derece Mahkemesinin ve Danıştay Dairesinin söz konusu davanın
reddedilmesine ilişkin gerekçelerinde, olaya ilişkin toplanan tüm delillere ve
yürütülmekte olan ceza soruşturması dosyasındaki bilgi ve belgelere dayanılarak
olayın terör veya terörden kaynaklanan bir olay olduğunun belirlenemediği ve bu
belirsizlik karşısında idareye yüklenebilecek bir sorumluluğun bulunmadığı
sonucuna varıldığı bildirilmiştir.
118.
Yukarıda değerlendirme kısmında değinildiği ve aşağıda olaya ilişkin etkili
ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğünün incelenmesi bölümünde ayrıca
açıklanacağı üzere, bireysel başvuru formu ve eklerinde sunulan belgeler ile
başvuruya konu ceza soruşturması ve dava dosyalarında yer alan bilgi ve
belgelerin, olayın meydana geldiği koşulların kesin olarak belirlenebilmesine
imkân vermediği gözetildiğinde Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir
hatası veya açıkça keyfilik içerdiğinin söylenebilmesi mümkün değildir.
119.
Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun
yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b.
Ceza Soruşturmasının Etkili Yürütülmediğine İlişkin İddia
120.
Başvurucular kızlarının zorla kaybettirilmesi, işkenceye maruz bırakılması ve
akabinde öldürülmesi olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturma yürütülmediğini
iddia etmişlerdir.
121.
Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı
17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma
ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet
yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi
tutulamaz.”
122.
6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol
açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir
hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır.
Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka
yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan
yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B.
No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucular, ölen
kişinin babası ve annesidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır.
123.
Somut başvuruda, başvuruya konu ceza soruşturması derdesttir. Bu nedenle
başvuru yollarının tüketilmesi kuralı açısından bir değerlendirme yapılması
gerekir.
124. Anayasa'nın
148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
125.
6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir.”
126.
Anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi
koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve
olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak
ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle
yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, § 20).
127. Temel
hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu
ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi
idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin
ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri
sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması
esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §
16).
128.
Öncelikle başvuru yollarının tüketilmesi kuralı, bir soruşturmanın
etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapabilmek için mutlak surette gerekli
olmasa da yürütülen soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre makul bir
süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl
sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen koruma
mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır.
129. Ancak
bir soruşturmanın açılmayacağının, soruşturmada ilerleme olmadığının, etkili
bir ceza soruşturması yapılmadığının ve ileride de böyle bir soruşturmanın
yürütüleceği konusunda en ufak gerçekçi bir şans olmadığının farkına vardıkları
veya varmaları gerektiği andan itibaren, başvurucular tarafından yapılan
başvuruların, kabul edilmesine karar verilmelidir. Yaşam hakkı ile ilgili böyle
bir durumda, başvurucular gerekli özeni göstermeli, inisiyatifleri ele
alabilmeli ve şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine
sunabilmelidirler. Öte yandan, soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre çok
uzun sürmesi sonucunda soruşturma süreci tamamlanmadan başvuru yapılması
durumunda, ölenin yakınlarına karşı çok katı bir tutum takınılmadan bir
değerlendirme yapılmalıdır. Ancak bu durumun tespiti, doğal olarak her davanın
şartlarına bağlı olarak değerlendirilecektir (Rahil Dink ve diğerleri,
B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812,
6/10/2015).
130.
Buna göre başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri
açısından kabul edilebilirlik değerlendirmesi yapılırken başvuru yollarının
tüketilmesi yönünde karar verebilmek için devletin, anılan madde kapsamında “etkili
soruşturma yapma” pozitif yükümlülüğünün çerçevesinin ve somut olayda bu
yükümlülüğün ne surette yerine getirildiğinin tespiti gerekmektedir. İç içe
girmiş olması nedeniyle kabul edilebilirlik konusundaki bu değerlendirmenin
esas hakkındaki inceleme ile birlikte yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
2.
Esas Yönünden
i.
Genel İlkeler
131. Anayasa’nın
17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında devletin, pozitif bir yükümlülük
olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin
kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden,
tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Cezmi Demir ve diğerleri, §
105; Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).
132.
Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip
olduğu bu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin bir boyutu da bulunmaktadır. Bu
usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan ölüm, her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvence altına almak ve kamu
görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları
altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 110).
133.
Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından hukuka
aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye
tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde
Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı
5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir
soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir Canan, § 25).
134.
Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin,
negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu
nedenle devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin
güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No:
2012/1017, 18/9/2013, § 29).
135. Usule
ilişkin yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai
bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir.
Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama
olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin,
ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki
soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini
gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
136. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına
alınan haklar kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını
koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların
ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü
değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer
verilen değerlendirmeler, hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin
başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma
hakkı verdiği tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla
sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 56).
137. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli
olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için
soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir.
Dolayısıyla, öldürme ve kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma
bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle
yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı
sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun
sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması
imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme
riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).
138. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve
kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın “etkili” olabilmesi için,
soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden
bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da
kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı
da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için,
öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir
ve diğerleri, § 117).
139. Yukarıda sayılanlara ilave olarak yürütülecek
soruşturmalarda makul bir süratle gerçekleştirilme ve özen gösterilme
zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette bazı durumlarda soruşturmanın veya
kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir.
Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin süratli
hareket etmeleri, yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi,
kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı
eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin
engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No:
2013/6359, 10/12/2014, § 96).
140. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen
tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış
olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa
olsun, yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler.
Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren
belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda
soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak
özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir
Canan, § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
141. Son olarak, yürütülecek ceza soruşturmalarının
etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap
verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine
açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru
menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).
ii. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması
142. Başvurucular, kızlarının kamu görevlileri ve
güvenlik güçleri adına hareket eden kişilerce zorla kaybettirilerek işkence
edilmesi suretiyle öldürülmesi olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması
yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir.
143. Başvuruya konu olayın, özelliğine göre iki
aşamalı olarak incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. İlki,
başvurucuların ölen kızının çalıştığı fabrikadan ayrıldıktan sonra kaybolması
ve başvurucuların bu kaybolmayla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığına
başvurmalarından sonra gerçekleştirilen ilk soruşturma ve akabinde
gerçekleştirilen kovuşturma aşamadır.
144. Başvurucuların, kızlarının kaybolduğunu
bildirmesiyle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında derhâl bir
soruşturma başlatılmış, akabinde başvurucuların gösterdikleri tanıklar
dinlenilmiş ve iddialarında isimleri geçen üçüncü kişiler hakkında soruşturma
genişletilmiştir.
145. Ölene ait cesedin bulunmasından sonra bu
kişiler hakkında kamu davası açılmış, yürütülen yargılama sonucunda sanıkların
mahkûmiyetlerine yeter delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatlerine karar
verilmiştir.
146. Soruşturmanın bu aşamasında ölenin cesedinin
yakınında, birinin üzerinde kan lekesi olduğu soruşturma makamlarınca değerlendirilen
iki erkek mendili bulunmuştur (bkz. §15). Onaylı suretleri gönderilen
soruşturma belgelerinde, söz konusu mendillerden birinde bulunduğu
değerlendirilen kan lekesinin, haklarında kamu davası açılan şüphelilere mi,
öleni mi yoksa bir üçüncü kişiye mi ait olduğu hususunda herhangi bir
soruşturma işlemi gerçekleştirildiğine ilişkin bilgiye ve belgeye
rastlanılmamıştır.
147. Anayasa Mahkemesi, soruşturma evrakında bu
konuda herhangi bir bilgi bulunmadığından, söz konusu tarihteki kriminoloji
bilimi düzeyinin mendil üzerindeki kan lekesinin biyolojik mukayeseye ve
biyolojik verilerin elde edilmesine imkân tanıyıp tanımadığı konusunda kesin
bir yorum yapmayacaktır.
148. Öte yandan, soruşturma belgelerinde bu olayla
bir ilgisi bulunmayan ancak sehven soruşturma dosyasına eklendiği
değerlendirilen 11/8/1992 tarihinde Elazığ ili Karakoçan ilçesinde H.B. isimli
bir kadının kesici bir aletle öldürülmesi olayıyla ilgili olarak maktule ait
kanlı pantolon ve N.B. isimli kişiye ait kanlı bez parçası üzerinde Adli Tıp
Kurumu Başkanlığı Biyolojik İhtisas Dairesince yapılan inceleme sonucunda bu
kurum tarafından düzenlenen 30/9/1992 tarihli raporda, lekelerin aidiyeti
konusunda sağlıklı bir inceleme yapılabilmesi için N.B. adlı kişinin kan
grubunun bildirilmesinin Karakoçan Cumhuriyet Başsavcılığından talep edildiği
görülmüştür.
149. Bu durumda, bu belgeden de hareketle
belirtilen tarihte, A.Ö.nün cesedinin yakınında bulunan mendilin, bu olaydaki
gibi incelenerek üzerindeki lekenin kan lekesi olup olmadığının ve öyle ise
birtakım verilerle kime ait olduğunun bilimsel usullerle incelenip
belirlenebilme imkânın bulunduğu söylenebilecektir.
150. Soruşturmada bu şekilde olay yerinden elde
edilen maddi delil üzerinde bir inceleme yapıldığına ilişkin bilgiye ve belgeye
rastlanılmadığı gibi ölenin cesedi üzerinde kesin tıbbi ölüm nedeni
belirlendiği gerekçesiyle de otopsi işleminin gerçekleştirilmediği ve ceset
üzerinde ölü muayenesi yapılmasıyla yetinildiği de görülmüştür.
151. Öncelikle belirtilmelidir ki soruşturmanın
etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın
kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve
olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri göz önünde bulundurularak
değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda
geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari
ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No:
2013/4668, 16/9/2015, § 68; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Velcea ve
Mazare/Romanya, B. No: 64301/01, 1/12/2009 § 105).
152. Anayasa'nın 17. maddesi kapsamındaki etkili
soruşturma yükümlülüğü bağlamında her olayda değinilen şekilde geçerli bir
asgari işlemler listesi belirlemek mümkün değilse de yetkililerin,
soruşturmanın etkililiğini sağlamak bakımından diğer deliller yanında
kriminalistik bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir
rapor hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması dâhil olmak üzere
söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul
tedbirleri almaları gerekir. (Hüseyin Caruş, § 64; benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Tanrıkulu/Türkiye [BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, §
104; Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).
153. Somut başvuruda söz konusu olay yerinde
bulunan maddi delilin, görgü tanığı olmayan olayın aydınlatılması ve
sorumluların tespiti bakımından kritik bir öneme sahip olduğu kolaylıkla
söylenebilir. Anayasa Mahkemesi bu hususun hiç araştırılmamasını, -olayın faili
ya da faillerinin tespiti bakımından bir sonuca götürebilecek nitelikte olup
olmamasından bağımsız olarak- bir amaç değil uygun araçların kullanılması
yükümlülüğü olan etkili soruşturma yükümlüğü bakımından bu etkililiği en
başından zayıflatan bir eksiklik olarak görmüştür.
154. Bunun yanında, olayda cesetteki -cesedin bazı
deformasyonlara uğradığı belirtildiği hâlde bu deformasyonların nitelikleri
itibarıyla cesetteki tüm bulguları haricen tespit etmekte karşılaştırabileceği
zorluklar da dikkate alınmaksızın- tüm bulguların tespit edilebildiğinin
kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya konulduğu bir klasik otopsi işlemi
gerçekleştirilmeyerek sadece harici muayene yapılmasıyla yetinilmesi de faili
belli olmayan ve nedenleri konusunda farklı şüpheler bulunan olayın
gerçekleştirilme koşullarının ortaya çıkarılması bakımından başka bir eksiklik
meydana getirmiştir.
155. Bu aşamadan sonra yürütülen kamu davasında
beraat kararı verilerek Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda
bulunulmasının akabinde ise olayda ikinci aşamaya geçilmiş ve soruşturmaya,
önceki numarası üzerinden fail ya da faillerin belirlenebilmesine yönelik
olarak devam edilmiştir. Bu aşamada, 1993 yılında başvurucu ve başvurucu adına
hareket eden İHD Başkanı ve bir avukatın, Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına
müracaat ederek ölenin, güvenlik güçleri adına çalışan kişilerce zorla
kaybettirildiğini, işkenceye maruz bırakıldığını ve öldürüldüğünü ileri
sürmeleriyle olay başka bir boyut kazanmıştır (bkz. §§ 44-49).
156. Aslında aynı yöndeki iddialar, Elazığ Ağır
Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama sırasında da bir sanık müdafisi
tarafından savunulmuş ve aynı müdafi tarafından, savunmasını güçlendirmek
amacıyla bu konudaki gazete haberi Mahkemeye sunulmuş ancak Mahkemece bu
savunmanın dava konusuyla ilgisi bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Öte yandan,
söz konusu yargılamada, başvurucuların vekilinin de tahkikatın bu savunma
doğrultusunda genişletilmesine karşı çıktığı ve olayın sanık müdafisi
tarafından saptırılmaya çalışıldığını ileri sürüldüğü de görülmüştür (bkz. §§
27-32).
157. Anayasa’nın 17. maddesi gereğince yürütülecek
soruşturmalarda, soruşturma makamlarının olayın gelişimine ve delillerin elde
edilmesine ilişkin ölen kişinin yakınlarının soruşturma kapsamında her türlü
iddialarını ve taleplerini karşılama zorunluluğu bulunmamaktadır (Yavuz
Durmuş ve diğerleri, 2013/6574, 16/12/2015, § 62; benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Sultan Dölek ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34902/10,
28/4/2015 § 81). Soruşturma kapsamında yürütülecek soruşturma
işlemlerinin belirleyicisi, yetkili soruşturma makamlarıdır. Soruşturma
makamları, her bir somut olayın koşullarını ayrıca değerlendirerek bu yönde
makul olan bir yöntem belirleyecektir.
158. Diğer taraftan gerçekleşen bir ölüm olayına
ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevi olmakla
birlikte, Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek
ve başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm yönlerinin aydınlatılması
noktasında soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından atılması
gereken adımları nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini
incelemesi gerekebilmektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No:
2013/2782, 11/3/2015, § 68).
159. Somut olayda soruşturmanın ilk aşamasında
Mahkemece yürütülen yargılama sırasında, başvurucunun ileriki aşamalarda
kendisinin ve kızlarının, Tunceli İl Jandarma Komutanı tarafından Komutanlık
binasına çağrılıp burada bazı sorulara muhatap kaldıklarını anlatmaması ve
vekilinin, güvenlik güçleri adına hareket eden kişilerin olaya karıştığı
savunmasının maddi gerçeği saptırmaya yönelik olduğunu belirtmesi birlikte
nazara alındığında; soruşturmanın ilk aşamasında, olayın güvenlik güçlerinin ve
onlar adına hareket kişilerin eylemi gerçekleştirdiği iddialarına ilişkin
olarak genişletilmemesinde soruşturmamakamlarının bir ihmali ve kusuru
bulunmadığı söylenebilir.
160. Ancak A.Ö.yü taammüden öldürmek suçundan
yargılanan sanıklar hakkında beraat kararı verilmesinden sonra ve olayın failin
ya da faillerinin tespit edilemediği ve aranılması çalışmalarının devam ettiği
1993 tarihinde başvurucu ve başvurucu adına İHD Elazığ Şubesi Başkanı ve bir avukat
tarafından ileri sürülen bu iddiaların, Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen
yargılama sırasında yapılan ve yukarıda değinilen sanık savunmasıyla birlikte
bir bütün olarak anlam ifade ettiği ve bu iddiaların, soruşturmanın aynı
doğrultuda derinleştirilmesi gerekliliği bakımından savunabilir olduğu da
söylenebilir.
161. Öte yandan başvurucu, kızının öldürülmesini,
kaybolmasından önce gerçekleştiğini ileri sürdüğü olaylarla hemen
irtibatlandırmamasına neden olarak kamu görevlilerinin bu tür eylemlere karışabileceğine
ihtimal vermemesi olduğunu ifade etmiştir.
162. Dolayısıyla başvurucunun, kızının kaybolmasını
ve cesedinin bir arazide gömülü olarak bulunmasını, soruşturma makamlarına
ileride ileteceği bu iddialarında belirttiği vakalarla hemen irtibatlandırmasını
ve bu vakaları içeren iddiaları derhâl bu yetkili makamlara iletmesini beklemek
hayatın olağan akışıyla da uygun düşmeyecektir.
163. Açıklandığı üzere başvurucunun ve adına
hareket edenlerin, 1993 tarihinde kızının işkenceye maruz bırakıldığı ve akabinde
öldürüldüğüne ilişkin bir iddiada bulunarak soruşturma makamlarına başvuruda
bulunmalarına rağmen bu makamlarca söz konusu iddiaları araştırmak adına çok
uzun bir süre -2012 yılına kadar- hiçbir adım atılmadığı görülmüştür.
Soruşturma makamlarını çok uzun yıllar sonra bu yönde bir adım atmaya zorlayan
neden ise TBMM İnsan Hakları Komisyonunun, başvurucuyu dinledikten sonra bu
makamlara soruşturmanın akıbetini sorup ayrıca başvurucunun ifadelerini içeren
Komisyon tutanaklarını göndermesi ve başvurucunun 1/2/2012 tarihinde aynı
konuda yeniden birdilekçeyle başvurması olmuştur (bkz. §§ 45-48).
164. Somut olaydaki gibi ölümün nasıl
gerçekleştiğine ve faillerinin kimler olduğuna dair olay yerinden ya da ceset
üzerinden elde edilebilen somut bir bilginin bulunmadığı durumlarda daha çok
önem arz etmekle birlikte, olay hakkında şüpheli herhangi bir şey görmesi ya da
duyması olası kişilerin hiç sorgulanmaması ya da çok geç sorgulanması,
yürütülen soruşturmanın ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya
çıkarılması imkânını zayıflatan önemli bir eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır (Yavuz
Durmuş ve diğerleri, § 61; aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Sultan
Dölek ve diğerleri/Türkiye, § 72).
165. Bu kapsamda -özellikle de olayın gerçekleştiği
zamanda ve yerde- ilk anda yürütülecek soruşturma işlemleri çok büyük önem arz
etmektedir. Geçen zamanla birlikte kaçınılmaz bir şekilde delillerin
kaybolması, tanıkların yer değiştirmesi ve yaşananları hatırlamanın güçleşmesi
gibi nedenlerle delil toplama ve olayın gerçekleşme şeklini belirlemenin
giderek zorlaşacağı açıktır (Yavuz Durmuş ve diğerleri, § 62; benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Saygı/Türkiye, B. No: 37715/11, 27/1/2015,
§ 48) .
166. Başvuruya konu soruşturmada ileri sürülen
eylemlerin bazı kamu görevlileri ve güvenlik güçleri adına hareket eden kişiler
tarafından gerçekleştirildiği iddiasının, olayın gerçekleştiği tarihten çok
uzun bir zaman sonra araştırılmaya başlanması ve öncesinde başkaca bir
soruşturma işlemi gerçekleştirilmeyerek sadece ne surette yerine getirildiği de
anlaşılamayan şekilde olayın faillerinin daimi olarak aranılması, delil
toplanmasını ve olayın gerçekleşme şeklinin ortaya çıkarılması bakımından bir
sonuca varılmasını, başlı başına güçleştiren bir durum meydana getirmiştir.
167. Söz konusu başvuru, olay ve olgular bölümünde
açıklandığı üzere belli bir tarihte ve ülkemizin belli bir bölgesinde güvenlik
güçlerine bağlı bulunduğu iddia edilen bazı grupların, faili meçhul olaylara
karıştıklarına ve bu olayın da anılan olaylardan biri olduğuna ilişkin iddialar
içermektedir. Somut olayda, iddialar hakkında yukarıda değinilen inceleme
Komisyonlarının faaliyet göstermeye başlamasından ve bu konuda bazı raporlar
yayımlayıp bu raporların kamuoyunda tartışılmaya başlanmasından önce, bu tür grupların
varlığının, ileri sürüldüğü gibi zorla kaybettirme, işkence ve kanun dışı
öldürmeye dâhil olup olmadıklarının ve olmuşlarsa derecesinin araştırılması
yönünde soruşturma makamlarınca herhangi bir adım atıldığına dair bir delilin
mevcut olmaması, soruşturmanın etkililiğini zayıflatan en önemli unsur
olmuştur.
168. TBMM İnsan Hakları Komisyonun yazısı ve
akabinde başvurucu Hıdır Öztürk'ün vekili aracılığıyla başvurusu üzerine
yetkili makamlar, soruşturmayı, güvenlik güçleri adına hareket ettiği iddia edilen
kişiler ve bazı kamu görevlilerinin bu olaya karıştıkları iddiası yönünden
kısmen derinleştirmişler ve bu yönde başvurucunun, bazı tanıkların ve
şüphelilerin bir kısmının ifadelerini almışlardır.
169. Ancak bu aşamada da, -yukarıda değinildiği
üzere delillerin toplanması bakımından bazı güçlüklerin bulunduğu
değerlendirilebilmekle birlikte- olayın aydınlatılmasına ve sorumluların
tespitine imkân verebilecek bazı adımların atılmadığı görülmüştür.
170. Bunlardan ilki, A.Ö.nün resmî makamlar
tarafından zorla kaybettirildiği iddialarına ilişkin olarak bazı tanıklarca bu
iddiaları doğrulayan şekilde yeri ve zamanı bildirilen vakalara ilişkin
soruşturmanın derinleştirilmemesidir. Soruşturmada tanık olarak dinlenen ve
olay tarihinde Jandarma İstihbarat Astsubayı olarak görev yapan H.O., A.Ö.nün
nezarete alınarak işkenceye maruz bırakıldığı, akabinde de öldürüldüğü
bilgisine sahip olduğunu belirterek, A.Ö.nün kaybolmasına ilişkin kayıtların,
Mazgirt İlçe Jandarma Komutanlığı ve kendisi tarafından tutulup muhafaza
edildiğini ileri sürmüştür (bkz. §§ 72, 73).
171. Başvuruya konu eylemleri gerçekleştirenlerin,
güvenlik güçlerinin bilgisi ve rızasıyla onlar adına hareket eden, bu güçlerden
eylemlerini kolaylaştırıcı nitelikte yardım alan üçüncü kişiler olduğu ve bu
kişilerin oluşturduğu yapılanmanın da yasa dışı olduğunun ileri sürülmesi
nedeniyle, A.Ö. iddia edildiği gibi zorla alıkonulmuş ve akabinde bir süre
tutulmuş olsa bile bu durumun resmî kayıtlara alınmayarak konunun gizlenmiş
olabileceği akla gelebilirse de istihbarat biriminde görev yapan tanığın, bu
olayın kaydının tutulduğunu söylediği ve tutulan kayıtlar hakkında
açıklamalarda bulunarak bazı bilgiler verdiği anlaşılmıştır.
172. Dolayısıyla aradan geçen zamana ve olaya kamu
görevlilerinin de karıştığı iddialarına rağmen zorla kaybettirme ve işkence
edilerek öldürme gibi çok ciddi insan hakları ihlallerinin
gerçekleştirildiğinin ileri sürüldüğü başvuruda, olayın faillerine ulaşmak için
her türlü ihtimalin gözden geçirilmesinin yanında söz konusu bilgiyi veren
kişinin bu yönde bilgisi olabilecek bir kamu görevlisi oluşunun da dikkate
alınması gerekirken böyle bir kaydın mevcudiyeti araştırılmamıştır.
173. Bu tür kayıp olaylarında, güvenlik güçleri
tarafından, başvurucuların yakınlarının alınıp mensubu bulundukları birim
üslerine götürüldüğünün tespit edilebildiği durumlarda, burada gözaltına
alınışlarına ve sonrasında salıverişlerine ilişkin bir kaydın tutulmaması,
başlı başına, hürriyeti yoksun kılma eyleminde sorumluluğu bulunan kişilerin
suça karıştıklarını saklamalarına, eylemlerinin izlerini örtmelerine ve tutulan
kişilerin akıbeti açısından hesap verme sorumluluğundan kaçmalarına yardımcı
olmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Er ve diğerleri, §
104).
174. Yukarıda değinilen Süheyle Aydın kararında
da belirtildiği üzere (bkz. § 103), bir kişinin gözaltına alınmasından sonra
dosyada resmi bir salıverme evrakının olmayışı, devletin,
kişininyaşamlarına ve vücut bütünlüklerine zarar verilmeden salıverildiğini
ispat yükümlülüğünü yerine getiremediği anlamına gelebilmekte ve gözaltına
alınmadan sonra gerçekleşen ölümden dolayı devletin sorumluluğu söz konusu
olabilmektedir.
175. Somut olayda yukarıda değerlendirme bölümünde
de ifade edildiği üzere ölenin gözaltına alındığı, makul şüphenin ötesinde yeterli
kanıt unsuru ile desteklenmediğinden devletin maddi yükümlülüğü bakımından
belirtilen karardaki gibi bir değerlendirmeyapılabilmesi bu aşamada mümkün
olmamakla birlikte, somut olayda başvurucunun kızlarının zorla kaybettirildiği
akabinde işkence edilmek suretiyle öldürüldüğü iddiaları bakımından, adı geçen
tanığın ifadesinde beyan ettiği gibi A.Ö.nün gözaltında tutulduğu, varlığı
iddia edilen bir belgeyle ortaya çıkarabilirse, bu belgenin, sonrasında
gerçekleşen ölüm olayının sorumluların tespit edilmesinde anahtar bir rol
oynayacağında tereddüt bulunmamaktadır.
176. Böyle bir kaydın varlığının araştırılmamasının
yanında, adı geçen tanığın ifadelerinde, başvuruya konu olaya ilişkin
bilgilerinin bulunduğunu ileri sürdüğü bazı güvenlik güçleri mensuplarının
olduğunu, bu görevlilerin kimliklerini de beyan ederek bildirmesine rağmen
(bkz. § 73) soruşturmada, bu kişilerin ifadelerine başvurulması için de bir
girişimde bulunulmadığı görülmüştür. Keza bu kişinin ifadesinde adı geçen ve
yurt dışında ikamet edip burada olaya ilişkin bir mülakat verdiği başka
belgelerden de anlaşılan A.A.nın, bulunduğu yerde resmi makamlar aracılığıyla
ifadesinin alınabilmesi amacına yönelik bir adımın da atılmadığı anlaşılmıştır.
177. Ayrıca A.Ö.nün Diyarbakır ilinde getirildiği
yer ve getiriliş tarihi konusunda bazı tanıklarca açık ve kesin ifadelerde
bulunulmasına rağmen, belirtilen tarih ve yerde görev yapan ve görevi ve
statüsü gereği bu olayla ilgili bilgisi ve görgüsü olabilecek kişiler
belirlenmeye çalışılarak olayın bu yönüyle aydınlatılmaya çalışılmadığı
görülmüştür.
178. Aynı durum, başvurucu Hıdır Öztürk'ün olaydan
önce Tunceli İl Jandarma Komutanlığına kızlarıyla birlikte çağrıldığı ve burada
önce Alay Komutanı sonrasında da M.Y. isimli kişiyle görüştükleri iddiası bakımından
da geçerlidir. Söz konusu iddia ile ilgili olarak adı geçen şüpheli Alay
Komutanın ifadesine başvurulduğu ve bu kişinin suçlamaları reddettiği
görülmekle birlikte, iddiaya konu tarihte söz konusu Komutanlıkta görev yapan
ve bu konuda bilgisi olabilecek personelin de belirlenmeye çalışılarak bu iddia
ve savunmanın doğruluğu ölçülmemiştir.
179. Bu konuda başvurucunun hayatta olan kızlarının
da ifadeleri alınmamış, olayın aydınlatılması bakımından başvurucudan farklı ve
ayrıntılı beyanlarda bulunma ihtimalleri üzerinde durulmamıştır.
180. Soruşturmada bir başka eksiklik de A.Ö.nün
işkence edilerek öldürüldüğü iddialarının araştırılması bakımından
gerçekleştirilen soruşturma işlemlerine ilişkindir. Öncelikle, ölü muayene
tutanağında ölenin cesedinin fotoğraflandırıldığının belirtildiği görülmüştür
(bkz. § 18). Gerçekten böyle ise, bu delilin, ölenin yüz ve vücudundaki
deformasyonların öldürülmesinden sonra aradan geçen zamandan mı kaynaklandığı
yoksa iddialarda ileri sürüldüğü gibi bir muameleye mi maruz kaldığını ortaya
çıkarmak bakımından hangi sebeple incelenip değerlendirilmediği
anlaşılamamıştır.
181. Nedenleri ve gerçekleştirilme koşullarında
farklı şüpheler bulunan olayda klasik otopsi işleminin gerçekleştirilmeyip ölü
muayenesiyle yetinilmesi, yukarıda ifade edildiği üzere cesetteki tüm
bulguların, gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân
verecek nitelikte tespit edilebildiğini söyleyebilmeyi mümkün kılmadığından
söz konusu fotoğrafların, olayın bu yönüyle aydınlatılmasında kritik öneme
sahip olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
182. Bu tespitlerden Anayasa Mahkemesinin
görevinin, herhangi bir soruşturma ya da davada bilirkişi raporu veya uzman
mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek olduğu sonucu
çıkarılmamalıdır. Bilirkişi raporu ve benzeri delillerin kabul edilebilirliği
ve değerlendirilmesi hususları soruşturma makamlarının yetkisi dâhilindedir (Ahmet
Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991, 20/6/2014, §§ 59,60).
183. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin, bilirkişilerin
vardığı sonuçları, mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer
vererek sahip olduğu bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığı yönünden
irdeleme görevi de bulunmamaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59).
184. Anayasa Mahkemesi, yine görevi
olmadığından değerlendirmelerinde bu tür sorunların incelenmesi durumunda,
başvuruya konu davaların ya da soruşturmaların nasıl sonuçlanacağıyla
ilgilenmemektedir. Anayasa Mahkemesinin inceleme görevi, soruşturma
makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu
usul yükümlülüğünün somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin ya da ne
ölçüde yerine getirildiğinin nesnel bir şekilde belirlenmesiden ibarettir (Cemil
Danışman,§ 110).
185. Esasen olayların oluşumuna ilişkin delillerin
değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Murat Atılgan,
B. No: 2013/9047, 7/5/2015,§ 44). Görülmekte olan bir davada ya da yürütülmekte
olan bir soruşturmada, delilleri değerlendirmek kural olarak derece
mahkemelerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi
olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini
koymak değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, §
29; Jasar/“Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti”, B. No: 69908/01,
15/2/2007, § 49).
186. Bu nedenle, etkili soruşturma yükümlülüğü
kapsamında başvuru konusu olaylar açısından yer verilen somut tespitlerin,
hiçbir şekilde, Anayasa Mahkemesince kişilerin masumiyetine veya suçlululuğuna
ilişkin bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilmemesi gerekir. Genel
ilkelerde de ifade edildiği üzere etkili soruşturma yükümlülüğü bir amaç değil
uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi tarafından,
etkili soruşturma yükümlülüğü açısından toplanan veya toplanmayan tüm delillere
ilişkin bir değerlendirmede bulunulurken, bu delillerin olayın aydınlatılması
ve varsa sorumluların tespiti üzerindeki muhtemel olumlu veya olumsuz sonuçları
hakkında herhangi bir yorum yapılmamakta olup bu yükümlülük kapsamında yapılan
değerlendirmelerde, sadece, kendine özgü koşulları ve pratik gerçekleri dikkate
alınan başvuruya konu somut soruşturmaların, bir bütün olarak olayı tüm
yönleriyle aydınlatabilecek ve varsa sorumluların tespitine yarayabilecek
deliller toplanarak yürütülüp yürütülmediği ve soruşturma makamlarının bu
delillerin toplanması için makul olan tüm tedbirleri alıp almadıkları
incelenmektedir.
187. Kaldı ki ölüm olaylarına ilişkin
soruşturmaların, olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini ortaya koyacak
şekilde yürütülmesi yerine sadece bu olaya belirli bir kişinin karıştığı veya
hiçbir şekilde bu kişinin karışmasının söz konusu olmadığını ortaya koyacak
şekilde yürütülmesi, usul yükümlülüğünü karşılamak için yeterli değildir (Turan
Uytun ve Kevzer Uytun,B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 89; benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Sultan Dölek ve diğerleri, § 69). Yukarıda da
ifade edildiği gibi (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57) soruşturma
makamlarının yükümlülüğü ölüm nedeninin ortaya çıkarılmasını da içermektedir.
188. Bu bakımdan, somut soruşturma açısından da
delil toplamaya ilişkin yukarıda yer verilen tespitlere, somut olaya belirli
kişilerin karıştığının veya hiçbir şekilde karışmamasının söz konusu
olmadığının ortaya çıkarılması yönünden değil soruşturma makamlarının,
Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında olayın nedenini ve sorumluların ortaya
çıkarılmasını sağlamaya ilişkin etkili soruşturma yükümlülüğünü yerine getirip
getirmediklerinin ya da ne ölçüde yerine getirdiklerinin nesnel bir şekilde
belirlenebilmesi açısından yer verilmiştir.
189. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi
kural olarak, başvurucuların yakınının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının
açıldığı, titiz ve hızlı bir çalışma sonucunda elde edilen deliller ışığında
soruşturma ve ilk derece yargılama makamlarının, olayların seyrini aydınlatmak
istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm sebeplerini
kesin olarak saptamaya ve sorumlu kişilerin cezalandırılmasına imkân verdiği kanısına
varılan durumlarda, yürütülen soruşturmaların ve davaların, derinliği ve
ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması
koşuluyla yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya
çelişkili olduklarının ileri sürülemeyeceğini kabul etmektedir (Sadık Koçak
ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014 , § 95).
190. Diğer taraftan soruşturmanın makul bir özen ve
süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit, başvuruya konu olayın kendi
koşullarına, soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların
niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel
olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık
gösterebilecektir (Fahriye Erkek ve diğerleri, § 91).
191. Burada önemli olan husus, soruşturmaların;
başvurucuların, soruşturmanın süratle ve özenle sonuçlandırılmasındaki
menfaatlerinin niteliği dikkate alındığında başlı başına, özelde başvurucuların
ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını
sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız
kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından, yeterli sürat ve özenin
gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Fahriye Erkek ve
diğerleri, § 91).
192. Tüm bu değerlendirmeler ışığında, soruşturma
makamlarının, olayın gerçekleştiği yer ve zamanda toplanması mümkün olan
delillerin elde edilebilmesi için kendilerinden beklenen tüm makul tedbirleri
almadıkları gibi akabinde de olayın nedenini aydınlatmak için herhangi bir
somut adım attıkları tespit edilememiş, bu makamların soruşturmanın
etkililiğinin sağlanabilmesi için atabildikleri tek adımın, olaydan 18 yıl
sonra 16/2/2010 tarihinde soruşturmada kıdemli bir kolluk memuru görevlendirmek
ve bu memur vasıtasıyla çalışmayı daha titiz ve kapsamlı bir şekilde
yürütebilmeyi ummak olduğu görülmüştür (bkz. § 37).
193. Soruşturmanın bir bütün olarak, başvurucuların
iddiaları ve bu iddialara ilişkin tespit edilen soruşturma eksiklikleri bir
yana bırakıldığında dahi yaşam hakkının kasten ihlal edilmesiyle sonuçlanan
olayın nedenini aydınlatmada ve sorumluları tespit etmede yetersiz kaldığı
görülmektedir.
194. Soruşturma makamlarının, olayın gelişimine ve
delillerin elde edilmesine ilişkin başvurucuların her iddiasını ve talebini
karşılama zorunluluğu bulunmamakta ise deanılan makamların, olayın koşullarını,
bu iddialardan bağımsız olarak değerlendirerek yürütülecek soruşturma
işlemlerini resen belirledikleri ve akabinde bu yönde makul olan bir yöntemi
uygulamaya koydukları da söylenememektedir.
195. Ayrıca soruşturma makamlarının,
gerçekleştirilmesi gereken soruşturma işlemlerini resen belirledikten sonra bu
işlemleri, olayların seyrinin aydınlatılmak istenildiğinden kuşku duyulmayacak
ve ölüm nedenini kesin olarak saptamaya ve sorumlu kişilerin cezalandırılmasına
imkân verecek nitelikte uygulamaya koydukları tespit edilemediği hâlde
başvurucuların iddialarını araştırmak adına titiz ve hızlı bir çalışma
yürüttükleri de tespit edilememiştir.
196. Dolayısıyla soruşturma kapsamında ölüm
olayının nedenini ortaya çıkarmak için gerekli adımların zamanında ve yeterli
bir şekilde atıldığının söylenemeyeceği, sorumluların tespitine yarayabilecek
bütün delillerin toplanması konusunda ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü
gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi
açısından gerekli sürat ve özenin gösterilmediği ve bu şekilde soruşturmanın
çok uzun bir süre sonuca götürecek hiçbir işlem yürütülmeksizin sürüncemede
bırakılarak Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği yeterlilik ve süratte bir
inceleme içermediği sonucuna varılmıştır.
197. Bu nedenle etkili yürütülmediği için herhangi
bir ilerleme kaydedilemeyen bu soruşturmaya mevcut hâliyle devam edilmesi
durumunda soruşturmada etkili olmak adına en ufak gerçekçi bir şansın bulunduğu
söylenemeyecek olup başvurucuların da bu durumun farkına varmalarından sonra
etkililiği kalmayan bu soruşturmaya yönelik olarak bireysel başvuruda
bulundukları kanaatine varılmıştır.
198. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17.
maddesinin usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi
Yönünden
199. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
200. Başvurucular, 150.000 TL maddi ve
250.000 TL manevi olmak üzere toplamda 400.000 TL tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
201. Anayasa'nın 17. maddesinin usul
boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
202. İhlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için kararın bir örneğinin Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesi gerekir.
203. Anayasa'nın 17. maddesinin usul
boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvuruculara -ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesine karar verildiği de gözetilerek- müştereken net 50.000 TL manevi
tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
204. Başvuru hakkında yapılan inceleme
sonucunda Anayasa’nın 17. maddesinin, esasının ihlal edildiği hususunda bir
karar verilmemiş, bununla birlikte usul boyutunun ihlal edildiğine
hükmedilmiştir. Başvurucular da uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile
ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamışlardır. Anayasa
Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını
iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması
gerekir. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olmaları
nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
205. Dosyadaki belgelerden tespit
edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL
yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa'nın 17. maddesinin usul
boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin usul boyutunun İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 17. maddesinin
usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için Elazığ
Cumhuriyet BaşsavcılığınaGÖNDERİLMESİNE,
D.Başvuruculara Anayasa'nın 17. maddesinin usul
boyutunun ihlali nedeniyle müştereken net 50.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden
oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben
başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.