TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ARİF ÇELEBİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7917)
|
|
Karar Tarihi:18/11/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Arif ÇELEBİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Ali KIRDÖK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutukluluğun yasal dayanağının olmadığı ve makul
olmayan bir süredir devam ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 28/10/2013 tarihinde İstanbul 22. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 6/1/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 3/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği
görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 21/2/2014 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğünün birçok ilde eş zamanlı yürüttüğü yasa dışı MLKP (Marksist
Leninist Komünist Parti) örgütüne yönelik operasyon kapsamında 8/9/2006 tarihinde
gözaltına alınmış ve 12/9/2006 tarihinde tutuklanmıştır.
8. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 17/5/2007 tarihinde 2006/1013
Soruşturma sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında anayasal düzeni silahlı
ayaklanma yoluyla değiştirmeyi amaçlayan silahlı terör örgütünü yönetme, sahte
kimlik kullanma, patlayıcı madde bulundurma, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı
Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet etme
suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açmıştır.
9. İddianamenin kabul edilmesinden sonra İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2007/303 sayılı dosyasında yürütülen davanın ilk duruşması
26/10/2007 tarihinde yapılmıştır.
10. Başvurucu, yargılama süresince birçok kez tahliye talebinde
bulunmuş ancak bu tahliye talepleri benzer gerekçelerle reddedilmiştir.
11. Son olarak İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 2/9/2013 tarihli
kararıyla başvurucunun tahliye talebini reddetmiştir. Bu karara karşı başvurucu
4/9/2013 tarihinde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiş, İstanbul
11. Ağır Ceza Mahkemesi 24/9/2013 tarihli ve 2013/448 Değişik İş sayılı kararı
ile itirazın reddine karar vermiş ve bu karar 11/10/2013 tarihinde başvurucu
vekiline tebliğ edilmiştir.
12. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 5/11/2013 tarihli ve
E.2007/303, K.2013/192 sayılı kararıyla başvurucunun, üzerine atılı suçların
bir kısmı yönünden mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar
vermiştir.
13. Bu karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.
14. Başvurucu 28/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
15. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin kapatılmasından sonra
İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesi 8/5/2014 tarihinde yurt dışına çıkmamak
suretiyle başvurucunun adli kontrol altına alınmasına ve tahliye edilmesine
karar vermiştir.
B. İlgili
Hukuk
16. Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Kanun, kanun hükmünde kararname
veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal
kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi
Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.”
17. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkemece iptaline karar verilen
kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya
bunların belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede
yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Mahkeme gerekli gördüğü hâllerde,
Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe
gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabilir.”
18. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun
10. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
“Türk Ceza
Kanununun
305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeleri
hariç olmak üzere, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci
Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama
süresi iki kat olarak uygulanır.”
19. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Birinci
fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası
verilir.”
20. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
100. maddesi şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
yer alan;
…
11.
Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311,
312, 313, 314, 315)”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 18/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 28/10/2013 tarihli ve 2013/7917 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
22. Başvurucu, anayasal düzeni silahlı ayaklanma yoluyla
değiştirmeyi amaçlayan silahlı terör örgütünü yönetme, sahte kimlik kullanma,
patlayıcı madde bulundurma ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet etme suçlamaları
nedeniyle 12/9/2006 tarihinden beri tutuklu olması nedeniyle tutukluluğunun
kanuni süreyi aşması ve formül gerekçelerle tutukluluğunun devamına karar
verilmesinden bahisle Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen özgürlük ve
güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliye ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı,
ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı görüldüğünden
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Tutukluluğun Kanuni
Süreyi Aştığı İddiası
24. Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli iptal kararıyla
birlikte tutukluluğunun kanuni dayanağının kalmadığını ileri sürmüştür.
25. Başvurucunun kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu
şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde
değerlendirilmesi gerekir.
26. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla
tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak
suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.”
27. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra
aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda
gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 42).
28. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve
hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu
sınırlamaların; Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü,
Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceğine ilişkin kural ile uyumludur (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).
29. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların kanunda
belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari
organlara ve derece mahkemelerine aittir. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı
bireyi keyfî şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup maddede
öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların
maddenin amacına uygun olması ve keyfî uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu
nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil
ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince başvurucunun tutukluluk
durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten
yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise hukuk devleti ilkesi gereği, keyfîliği önlemek için, uygulanmasında yeterli ölçüde
erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince
incelenmesi gerekir ( Ramazan Aras, B.
No: 2012/239, 2//7/2013, § 45).
30. Tutuklamaya ilişkin hükümler 5271 sayılı Kanun’un 100. ve
devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre kişi ancak hakkında suç
işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir
tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama
nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (Murat
Narman, § 45).
31. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki
yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hâllerde gerekçesi gösterilerek
uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği
belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin
azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
32. Yargılandığı davada başvurucuya isnat edilen fiiller, 3713
sayılı Kanun'un 10. maddesinin beşinci fıkrası kapsamında olup aynı fıkrada, bu
fiiller bakımından 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
öngörülen tutuklama sürelerinin iki katı olarak uygulanacağı hükme
bağlanmıştır. Dolayısıyla başvurucuya isnat olunan fiiller bakımından
uygulanacak toplam tutukluluk süresinin uzatma süreleri dâhil azami on yıl
olabileceği anlaşılmaktadır (Veli Küçük, B.
No: 2013/6099, 16/7/2014, § 35).
33. 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrası, Anayasa
Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli ve E.2012/100, K.2013/84 sayılı kararında,
“Ceza hukukunun, toplumun kültür
ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgili bulunması nedeniyle
suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem
tercihinde bulunulması devletin ceza siyaseti ile ilgilidir. Bu bağlamda hukuk
devletinde, ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler bakımından kanun koyucu Anayasa'nın
temel ilkelerine ve ceza hukukunun ana kurallarına bağlı kalmak koşuluyla,
toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayıldıkları takdirde
hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla karşılanmaları gerektiği, hangi
hal ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da hafifletici öğe olarak kabul edileceği
gibi konularda takdir yetkisine sahip olduğu gibi ceza yargılamasına ilişkin
kurallar belirleme ve bu çerçevede mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri,
işleyişi, yargılama usulleri ve yapısı hakkında da Anayasa kurallarına bağlı
olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine sahiptir.
Ceza
yargılamasına ilişkin kuralları ve bu kapsamda suç türlerine göre tutukluluk
sürelerini belirlemek kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında bulunmakla
birlikte, gerek ulusal mevzuatta ve uygulamada gerekse de Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, ilk derece
mahkemelerince sanığın suçlu bulunarak mahkûm edilmesinden sonraki sürecin
tutukluluk olarak değerlendirilmediği de nazara alındığında, dava konusu
kuralda düzenlenen azami tutukluluk süresinin demokratik bir hukuk devletinde
kabul edilemeyecek kadar uzun olduğu, bu yönüyle kuralda tutuklamanın adeta bir
ceza olarak uygulanabilmesine imkân tanınarak, tutuklama tedbiriyle ulaşılmak
istenen hukuki yarar ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı arasındaki makul
dengenin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı aleyhine bozulmasına neden olunduğu…”
gerekçesiyle iptal edilmiştir.
34. İptal kararının yürürlüğe gireceği gün sorununu da inceleyen
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 153. maddesi ile 6216 sayılı Kanun’un 66.
maddesinin (3) numaralı fıkrası hükümlerine göre söz konusu iptal kararının
derhâl uygulanmasını “kamu düzenini ihlal
edici nitelikte” görerek iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından bir yıl sonra yürürlüğe
girmesine karar vermiştir.
35. Somut olayda başvurucu, Anayasa Mahkemesinin anılan kararı
üzerine tutukluluk hâline son verilmesi istemiyle 18/7/2013 tarihinde İstanbul
10. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur. Başvurucunun talebi İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2/9/2013 tarihli kararı ile “Tutuklu
sanıkların üzerilerine atılı suçların niteliği,
mevcut delil durumu, arama ve yakalama tutanakları, arama sırasında ele geçen
belge içerikleri, vahim nitelikteki silahlar ve patlayıcı maddeler, doküman ve
bilgisayar inceleme tutanakları, fiziki takip tutanakları ve tüm dosya
kapsamına göre sanıkların kuvvetli suç şüphesi altında bulunmaları, atılı
suçların CMK 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, arama ve
yakalamalar sırasında sanıkların bir çoğunun sahte olduğu iddia olunan kimlik
ve belgelerle yakalanmış olması nedeniyle kaçacakları ve saklanacakları
konusunda olgular bulunması, sanıkların üzerine atılı suçun ağırlığına göre serbest
kalmaları halinde kaçma şüphesinin karine olarak kabul edilmesinde zorunluluk
bulunması, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada sanıklar
açısından yetersiz kalacağı ve Anayasa'nın 13. Maddesinde ifade olunan
"Ölçülülük" ilkesi uyarınca sanıklar hakkında daha hafif koruma
önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı ve CMK'nın 100 maddesindeki şartlar devam etmesi dikkate
alınarak” reddedilmiştir.
36. Başvurucu, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/9/2013
tarihli kararına itiraz etmiş ancak itiraz İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin
24/9/2013 tarihli ve 2013/448 Değişik İş sayılı kararında “üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti,
gerektirdiği ceza miktarı, kuvvetli suç şüphesinin bulunması, mevcut delil
durumu ve tutuklulukta geçirdikleri süreler göz önüne alınarak mahkemesince
verilen tutukluluk hallerinin devamına dair kararda herhangi bir isabetsizlik
bulunmadığının anlaşıldığı” gerekçesiyle reddedilmiştir.
37. Anayasa Mahkemesinin birçok
içtihadında, tutukluluk süresinin hesaplanmasında ilk derece mahkemesi önünde
yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerektiği, yargılanmakta
olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilen bir kişinin hukuki
durumunun “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıktığı ve tutma
nedeninin ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma hâline
dönüştüğü, bu bakımdan temyiz aşamasında geçen sürelerin tutukluluk süresinin
değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamayacağı belirtilmiştir (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, §
41).
38. Somut olayda
başvurucu, 8/9/2006 tarihinde gözaltına
alınması ile İlk Derece Mahkemesinin 5/11/2013 tarihli kararı üzerine hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi arasında yaklaşık 7 yıl 2 ay “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmuştur. Her ne kadar 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin
beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi tarafından 4/7/2013 tarihinde iptal edilmişse
de iptal kararının derhâl uygulanmasının kamu düzenini ihlal edeceği değerlendirilerek
iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de
yayımlanmasından bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir.
Başvurucunun Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu 28/10/2013 tarihi
itibarıyla söz konusu iptal hükmü yürürlüğe girmemiştir. Bu hâliyle başvurucunun tutuklu kaldığı süre 3713
sayılı Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrasında
öngörülen on yıllık azami süreyi aşmamıştır (Veli
Küçük, § 41).
39. Açıklanan nedenlerle tutukluluğun ilgili Kanun’da belirlenen azami süreyi
aştığı yönündeki şikâyetler ile
ilgili olarak Anayasa’nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “kanunilik”
şartının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Tutukluluğun Makul
Süreyi Aştığı İddiası
40. Başvurucu
uzun bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürmüştür.
41. Başvurucunun uzun bir süredir tutuklu olduğuna ilişkin
bu şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası çerçevesinde
değerlendirilmesi gerekir.
42. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde
yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır
bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye
bağlanabilir.”
43. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza
soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede
bitirilmesini, soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
44. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir
ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak
bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine
göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz.” şeklinde ifade edilen masumiyet karinesi, yargılama
süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını
gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen
Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda
haklı bulunabilir (Murat Narman, §
61).
45. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak,
öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu
yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından
incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve
olayların ortaya konması gerekir (Murat
Narman, § 62).
46. Tutuklama tedbirine; kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli
belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delilleri yok
etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir.
Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı
için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin
kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte
gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde
yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği incelenmelidir. Davanın
karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi
faktörler; sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate
alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup
olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Murat
Narman, § 63).
47. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının
ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak serbest bırakılma
taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan
kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler
çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne
alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç
işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya
birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk
hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat
Narman, §§ 63, 64).
48. Bir kişinin gerekçeden
tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve
tutukluluğunun uzatılması kabul edilemez. Bununla beraber
tutukluluğu meşru kılan gerekçeler
gösterilerek bir zanlı ya da sanığın
tutuklanmasının keyfî olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı
derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama
kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu
çerçevede değerlendirilmemelidir (Kemal Aktaş
ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
49. İtiraz veya temyiz merciinin itiraz veya temyiz incelemesine
konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda buna
ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak gerekçeli
karar hakkına aykırılık teşkil etmez (Kemal
Aktaş ve Selma Irmak, § 46).
50. Somut olayda başvurucu, Anayasa Mahkemesinin anılan kararı
üzerine tutukluluk hâline son verilmesi istemiyle 18/7/2013 tarihinde İstanbul
10. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur. Başvurucunun talebi İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2/9/2013 tarihli kararında “Tutuklu
sanıkların üzerlerine atılı suçların niteliği, mevcut delil durumu, arama ve
yakalama tutanakları, arama sırasında ele geçen belge içerikleri, vahim
nitelikteki silahlar ve patlayıcı maddeler doküman ve bilgisayar inceleme
tutanakları, fiziki takip tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre sanıkların
kuvvetli suç şüphesi altında bulunmaları, atılı suçların CMK 100/3 maddesinde
sayılan katalog suçlardan olması, arama ve yakalamalar sırasında sanıkların bir
çoğunun sahte olduğu iddia olunan kimlik ve belgelerle yakalanmış olması
nedeniyle kaçacakları ve saklanacakları konusunda olgular bulunması, sanıkların
üzerine atılı suçun ağırlığına göre serbest kalmaları halinde kaçma şüphesinin
karine olarak kabul edilmesinde zorunluluk bulunması, tutuklamaya alternatif
koruma tedbirlerinin bu aşamada sanıklar açısından yetersiz kalacağı ve
Anayasa'nın 13. Maddesinde ifade olunan "Ölçülülük" ilkesi uyarınca
sanıklar hakkında daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri
uygulanmasının yetersiz kalacağı ve CMK'nın 100
maddesindeki şartlar devam etmesi dikkate alınarak tahliye talebinde bulunan
sanıklar müdafilerinin tahliye taleplerinin reddi” gerekçesiyle
reddedilmiştir.
51. Başvurucunun İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/9/2013
tarihli kararına itirazı, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/9/2013 tarihli
ve 2013/448 Değişik İş sayılı kararında “üzerlerine
atılı suçun vasıf ve mahiyeti, gerektirdiği ceza miktarı, kuvvetli suç
şüphesinin bulunması, mevcut delil durumu ve tutuklulukta geçirdikleri süreler
göz önüne alınarak mahkemesince verilen tutukluluk hallerinin devamına dair
kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığının anlaşıldığı” gerekçesiyle
reddedilmiştir.
52. Başvurucunun tahliye talebi,
üzerine atılı suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında sayılan suçlardan olması ve kaçma şüphesinin varlığı gerekçesiyle bu
karara karşı yapılan itiraz da benzer gerekçelerle reddedilmiştir. Suçluluğu
hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler; ancak kaçmalarını, delilleri yok
etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi
tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilirler.
Bu şartların tutukluluk süresince devam ediyor olması tutukluluğun devamının
hukuka uygunluğu ve meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla
birlikte bu durumun, devam edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle
ortaya konması ve yürütülen işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir (Murat Narman, § 70).
53. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun
daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan
tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak
kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin tutuklu olarak
yargılanmakta olduğu davada mahkûmiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi
itibarıyla da tutukluluk hâli sona erer (Murat
Narman, §§ 66, 67). Somut olayda başvurucunun
tutukluluk süresi 8/9/2006 tarihinde
gözaltına alınması ile İlk Derece Mahkemesinin 5/11/2013 tarihli kararı üzerine
hapis cezası ile cezalandırılması arasında 7 yıl 1 ay 28 gündür.
54. Derece mahkemelerince verilen
tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri
incelendiğinde bu gerekçelerin tutukluluğun devamını haklı gösterecek içerikte
olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. 7 yılı aşan bir
tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu
söylenemez. Bu çerçevede başvurucunun İlk Derece Mahkemesi önündeki
yargılaması devam ederken tutuklu bulunduğu süre makul olarak
değerlendirilemez.
55. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutukluluk süresinin uzun
olduğu yönündeki şikâyeti ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
56. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
57. Başvurunun incelenmesi neticesinde Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
58. Başvurucu 30.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
59. Başvurucuya özgürlük ve
güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi
edilemeyecek ölçüdeki manevi zararının varlığı ve somut olayın özelliklerini
dikkate alarak net 9.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
61. Kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Tutukluluğun yasal
dayanağının olmadığı ve makul olmayan bir süredir devam ettiğine ilişkin
iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Kanun’da belirtilen azami
tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Tutukluluk
süresinin makul olmadığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 9.000 TL
manevi tazminat ödenmesine ve tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan
198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Kararın bir örneğinin
Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmesine,
F. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört
ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
18/11/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.