TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
LOKMAN ATEŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7920)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Hikmet Murat AKKAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Lokman ATEŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ümit OLGUN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, evliliğin nispi butlana bağlı fesih talebiyle 1982
yılında açılan bir davaya ilişkin yargılamanın yenilenmesi talebinin
reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/10/2013 tarihinde Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde belirtilen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 21/3/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü tanınan ek süre içerisinde
19/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
29/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 13/10/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile başvuruya konu dosya
içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu ile N. 22/3/1982 yılında evlenmiştir.
9. Başvurucunun 4/5/1982 tarihinde açtığı davada, N.nin evlenmeden önce başkası ile cinsel ilişkiye
girdiğini, evlilikten bir süre sonra N.nin beş aylık
hamile olduğunu öğrendiğini, bu sebeple eşinin vasfında hataya düştüğünü iddia
ederek Seydişehir Asliye Hukuk Mahkemesindenispi
butlan sebebiyle evliliğin feshi talebinde bulunmuştur.
10. Seydişehir Asliye Hukuk Mahkemesi 28/9/1984 tarihli ve
E.1982/228 ve 1984/484 sayılı karar ile açılan davayı kabul etmiş, eşin
vasfında hata nedeniyle başvurucu ile N.nin
evliliklerinin feshine karar vermiştir. Anılan karar, adli tıptan rapor
alınmaması nedeniyle Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 3/12/1984 tarihli kararı ile
bozulmuştur.
11. Bozma üzerine yapılan yargılama bu sefer aynı mahkemenin
1984/709 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Yargılama sonucunda, Seydişehir
Asliye Hukuk Mahkemesi 25/5/1988 tarihli ve E.1984/709, K.1988/136 sayılı karar
ile davanın reddine hükmetmiştir. Söz konusu kararın gerekçesi özetle şu
şekildedir:
"...
Yapılan yargılama sonunda; 28.9.1984 gün ve
1982/228 E. 1984/484 K. sayılı kararla eşin vasfında hata nedeniyle evliliğin
feshine karar verilmiş, bu kararın Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 3.12.1984
tarihli kararı ile bozulması üzerine bozmaya uyularak yapılan yargılamada; Adli
Tıp Kurumu Başkanlığının tarafların ilişkisinden dünyaya geldiği davalı tarafça
savunulan küçük S.'in tarafların ve küçüğün kan
gruplarına göre tarafların müşterek çocukları olabileceğine dair 21.3.1986
tarihli raporu ile, yine Adli Tıp Kurumu Başkanlığının taraflar ile, küçük S.'in yapılan benzerlik muayenesinde Anatomik ve Fizyonomik olarak benzer taraflarının bulunduğuna dair
22.4.1987 tarihli rapora ve tüm dosya kapsamına istinaden davacının kendisinden
olmayıp evlilik öncesi gayrimeşru ilişkiden dünyaya geldiği iddia ettiği küçük
S.'nin yukarıda anılan raporlara istinaden davacı ile
davalının ilişkilerinden dünyaya gelmiş olduğunun anlaşılmasına bu nedenle
davalı eşin vasfında hataya düşülmediğinin subut
bulmasına istinaden davanın reddi ... cihetine gidil(miştir.) "
12. Yukarıdaki paragrafta belirtilen kararın ne zaman ve ne
suretle kesinleştiği belli olmamakla beraber, başvurucu evliliğin feshine
ilişkin talebin reddinden sonra 31/10/1988 tarihinde boşanma davası açmıştır.
13. Seydişehir Asliye Hukuk Mahkemesi 4/5/1988 tarihli ve 3444
sayılı Kanun'un geçici 1. maddesine ve evlilik birliğinin temelinden
sarsılmasına dayalı boşanma davasında, 18/4/1990 tarihli ve E.1988/449,
K.1990/179 sayılı karar ile başvurucu ve N.nin
boşanmalarına karar vermiştir. Söz konusu boşanma kararı temyiz edilmeksizin
kesinleşmiştir. Boşanma kararı verilmesinin gerekçesi Mahkeme tarafından şöyle
belirtilmiştir:
"...
Dava
evlilik birliğinin temelinden sarsılması ve 3444 sayılı yasanın geçici birinci
maddesine dayalı boşanma davası olup dinlenen tanık beyanlarından davalının
hamileliği nedeniyle tarafların evlilikten 35-40 gün sonra ayrıldıkları ve bu
nedenle geçinemedikleri sabit olmuş böylece Mart 1982 de evlendiklerinden
ayrılıkları Mayıs 1982 sonlarına tekabül etmekte dava tarihinde de fiili
ayrılık süresi 5 yılı çoktan geçmiş olup ve ayrılığın taraflar arasındaki
şiddetli geçimsizliğe dayalı olduğu da anlaşılmaktadır. Hamilelik nedeniyle
taraflar arasında geçimsizlik çıkıp evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı ve
bir araya gelmelerinin eşler ve çocuk açısından bir yararı olmayacağı
anlaşılmakla bu yönden de boşanmaya karar vermek gerekmiştir. Her ne kadar
çocuğun davacıdan olabileceği adli tıp kurumu raporu ile ve evliliğin feshi
davası sonunda verilen kesinleşmiş kararla belirlenmiş ise de daima davacı
açısından bir şüphenin bulunduğu bu durumun da evlilik birliğinin iyi bir
şekilde yürümesine engel olacağı açıktır. Tüm bu nedenlerle tarafların
boşanmalarına karar vermek gerekmiştir. ..."
14. Başvurucu bu karardan yaklaşık 20 yıl sonra, nispi butlan
sebebiyle evliliğin feshi davasına ilişkin Seydişehir Asliye Hukuk Mahkemesinin
25/5/1988 tarihli ve E.1984/709, K.1988/136 sayılı kararına yönelik olarak
Seydişehir Asliye Hukuk Mahkemesinden 26/3/2010 tarihinde yargılamanın
yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu yargılamanın yenilenmesi talebinde
bulunurken özetle kan örneklerinden yararlanarak ihtimallere dayalı düzenlenen
adli tıp raporlarının bulunduğunu, gelişen teknolojik gelişmelerle DNA testi
ile gerçek durumun tam olarak ortaya çıkacağını, bunun hem kendisinin hem de S.nin yararına olduğunu ileri sürmüş; 18/6/1927 tarihli ve
1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 445. maddesinin birinci
bendine göre yeniden yargılama talep etmiştir.
15. Seydişehir Asliye Hukuk Mahkemesi 1/7/2010 tarihli ve
E.2010/113, K.2010/259 sayılı karar ile talebin reddine karar vermiştir.
16. Kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 23/2/2012 tarihli ve E.2010/17167, K.2012/3660 sayılı
ilam ile Yerel Mahkeme kararın bozulmasına karar vermiştir. Bozma gerekçesi şu
şekildedir:
"Yargılamanın iadesi
bir dava olarak dilekçe ile iptali istenen hükmü veren mahkemeden istenir. Dava
dilekçesinde aranan koşulların bu dilekçede de bulunması ve mahkemece de yeni
bir dava gibi yeni esas numarası verilmesi gerekir. Hükmü veren mahkemenin
idari veya kanuni bir tasarrufla kaldırılması veya işin esası ile ilgili kararı
vermek görevinin değiştirilmesi durumunda bunun yerine geçen mahkemeye bu
başvurunun yapılması gerekir. 5133 Sayılı Yasa ile değişik 4787 Sayılı Aile
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4/1.maddesi
4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun üçüncü kısmı hariç
olmak üzere ikinci kitabından kaynaklanan davaların Aile Mahkemesinin görevi
içerisine girdiğini belirtmiştir. Aynı Kanunun 2/2. maddesinde ise Aile
mahkemesi bulunmayan yerlerde Asliye Hukuk Mahkemelerinin Aile Mahkemesi
sıfatıyla bu işlere bakacağı düzenlenmiştir. Mahkemenin görevi kamu düzeni ile
ilgilidir. Açıklanan nedenlerle görev konusu nazara alınarak davaya Aile
Mahkemesi sıfatıyla bakılması gerekirken, Asliye Hukuk Mahkemesi olarak işin esası
hakkında karar verilmesi doğru olmamıştır."
17. Bozma üzerine bakılan davada bozmaya uyulmuş, Seydişehir
Adliyesinde müstakil bir aile mahkemesi olmaması nedeniyle dosyaya Aile
Mahkemesi sıfatıyla bakılmasına karar verilmiş ve yargılamaya devam olunmuştur.
18. Başvurucunun talebi, Seydişehir Asliye Hukuk Mahkemesinin
Aile Mahkemesi sıfatıyla baktığı davada da reddedilmiştir. Talebin reddedilme
sebebi ile bozma öncesi verilen kararın gerekçesi aynıdır. Ret gerekçesi özetle
şöyledir:
"...
HUMK'un bahse konu yargılamanın yenilenmesini düzenleyen maddelerinde
yargılamanın yenilenmesi sebepleri arasındabilimsel gelişmelerherhangi bir şekilde işlenmemiştir. Diğer
taraftan bahse konugelişmeleryeni gelişmeler
değildir. DavacıSeydişehir ilçe Merkezinde yaşamakta olupbilimsel gelişmelerden haberdar olmayacakbir
kişi de değildir. Hemyargılamanın yenilenmesi sebepleridavamız bakımındandavacının
iddia ettiğisebepyönü ileoluştuğusöylenemez,
hem de yargılamanın yenilenmesisüreyetabidir.
Yenilenme sebepleriöğrenildikten sonra ilgili yasa
maddelerinde belirlenen süre içerisinde davanın açılması gerekir. Davacının
iddia ettiği bilimsel gelişmelerden yeni haberdar olması hayatın olağan
akışından değildir. İki yönü ile dedava şartları oluşmadığındanreddi gerekmiştir."
19. Seydişehir Asliye Hukuk Mahkemesinin Aile Mahkemesi
sıfatıyla verdiği bu kararın temyizi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi
6/5/2013 tarihli ve E.20086, K.2013/12641 sayılı karar ile hükmün onanmasına
karar vermiştir.
20. Başvurucunun karar düzeltme isteği 23/9/2013 tarihli ve
E.2013/15823, K.2013/21509 sayılı kararla reddedilerek Yerel Mahkeme kararı
belirtilen tarihte kesinleşmiştir.
21. Anılan ilam başvurucuya 24/10/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
22. Başvurucu 31/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
23. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun geçici 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"(1) Bu Kanunun yargı
yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte
açılmış olan davalarda uygulanmaz."
24. 1086 sayılı Kanun'un 445. maddesi şöyledir:
"Katiyen verilen veya katiyet iktisap etmiş olan kararlar hakkında
aşağıdaki sebeplere binaen iadei muhakeme talep
olunabilir:
1 – Muhakeme esnasında esbabı mücbireye veya lehine hükmolunan tarafın fiiline binaen
elde edilemiyen bir senet veya vesikanın hükmün
itasından sonra ele geçirilmiş olması,
2 – Hükme esas ittihaz olunan senedin
sahteliğine karar verilmiş veyahut senedin sahte olduğu mahkeme veya bir mevkii
resmide ikrar olunmuş veya sahtelik hakkındaki karar hükümden evvel ittihaz
olunup iadei muhakeme talebinde bulunan kimsenin,
hüküm zamanında bundan haberi bulunmamış olması,
3 – Hükme esas ittıhaz
olunan bir ilam hükmü fesih ve nakzolunarak kaziyei muhkeme teşkil etmek suretiyle külliyen mürtefi
olması,
4 – Şahadeti hükme esas ittihaz olunan şahidin
hükümden sonra yalan şahadetle mahküm edilmiş olması,
5 – Ehlihibrenin kasten hilafı hakikat ihbaratta bulunduğunun hükmen tahakkuk etmesi,
6 – Mahkümunlehin
yalan yere yemin ettiği ikrarı veya beyyinei
tahririye ile sabit olmuş olması,
7 – Mahkümunleh
tarafından hükme müessir diğer bir hile ve hud'anın
kullanılmış olması,
8 – Vekil ve mümessil olmıyan
kimseler huzuriyle davanın rüyet ve hükmedilmiş
olması,
9 – Davayı rüyetten istinkaf etmeğe kanunen
mecbur olan hakim huzuriyle
muhakemenin rüyet ve hükmedilmiş olması,
10 – İki tarafı ve sebebi müddehit
bir dava hakkında sadır olan bir ilama mugayir yeni bir ilam suduruna sebep olabilecek bir madde yokken yine o mahkeme
veya diğer bir mahkeme tarafından evvelki ilamın hükmü hilafında bir hüküm ve
karar verilmiş olup da her iki ilamın katiyet kesbetmesi.
11- (Ek: 23/1/2003 – 4793/1 md.) Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya
Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.
(Ek: 16/7/1981 -
2494/33 md.) Birinci fıkranın 4, 5 ve 6 ncı bentlerindeki hallerde
yargılamanın iadesinin istenebilmesi, bu sebeplerin kesinleşmiş bir ceza mahkümiyet kararı ile belirlenmiş olması şartına bağlıdır.
Delil yokluğundan başka bir sebeple ceza kovuşturmasına başlanamamış veya karar
verilememiş ise, ceza mahkemesi kararı aranmaz. Bu takdirde yargılamanın iadesi
sebeplerinin varlığının, yargılamanın iadesi davasında öncelikle ispat edilmesi
gerekir.
25. 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk
Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 9.
maddesi şöyledir:
"Evliliğin kurulması ve
sona ermesi, Türk Medenî Kanunu hükümlerine tâbidir.
Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden
önce eski hukuka göre kurulmuş olan evlilikler, Türk Medenî Kanununa göre de
geçerliliğini korur; eski hukuka göre sona ermiş olan evlilikler, bu Kanuna
göre de sona ermiş sayılır.
Eski hukuka göre geçerli olmayan evlenmenin
iptali, Türk Medenî Kanunu hükümlerine tâbidir.
Türk Medenî Kanununun evliliğin genel
hükümlerine ilişkin düzenlemeleri, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce
kurulmuş olan evlilikler hakkında da geçerlidir."
26. 3444 sayılı 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin Bazı
Maddelerinin ve 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 49. maddesinin Değiştirilmesine
Dair Kanun ile değişik 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin
134. maddesi şu şekildedir:
"Evlilik birliği, müşterek hayatı sürdürmeleri kendilerinden
beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa eşlerden her biri boşanma
davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde,
davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır.
Bununla beraber ıbu itiraz, hakkın kötüye
kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar
bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.
Evlilik en az bir yıl sürmüşse, eşlerin
birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde
evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı
verilebilmesi için, hâkimin bizzat tarafları dinleyerek iradelerin serbestçe
açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların
durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır.
Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini nazara alarak bu anlaşmada gerekli
gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü
halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde 150 nci maddenin (3) numaralı bendi hükmü uygulanmaz.
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış
bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten
itibaren üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa olsun müşterek hayat
yeniden kurulamamışsa eşlerden birinin talebi üzerine boşanmaya karar
verilir."
27. 3444 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesi şu şekildedir:
" Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten önce;
a)
Açılan boşanma davaları devam etmekte olanlar,
b)
Açılan boşanma davaları karara bağlanmış olmakla birlikte henüz kesinleşmemiş
olanlar,
c) Açılan boşanma davaları reddedilmiş ve bu karar kesinleşmiş olmakla
birlikte, kesinleşme tarihinden itibaren henüz üç yıl geçmemiş olanlar,
d) Boşanma davası açmamış olanlar,
Boşanma sebeplerinden birine dayalı olarak (a), (b) ve (c)
bentlerindeki hallerde üç yıl, (d) bendindeki halde beş yıl fiilen ayrı kalmış
ve eşleriyle aralarında müşterek hayat yeniden kurulamamış ise, bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde başvurmaları halinde
mahkemece boşanma kararı verilir."
28. 743 sayılı Kanun'un 125. maddesi şöyledir:
"Feshine hükmolunan bir evlenmeden doğan çocukların nesebi, baba ve
anaları hüsnü niyet sahibi olmasalar bile sahihtir. ,
Çocuklar
ile ana ve baba arasındaki haklar ve borçlar, boşanma hükümlerine tabidir."
29. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
157. maddesi şöyledir:
"Mahkemece butlanına
karar verilen bir evlilikten doğan çocuklar, ana ve baba iyiniyetli olmasalar
bile evlilik içinde doğmuş sayılırlar.
Çocuklar ile ana ve baba arasındaki ilişkilere boşanmaya ilişkin
hükümler uygulanır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin
10/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu; 1982 yılında açılan davada Yerel Mahkemenin 1986
tarihli ve ihtimale dayalı adli tıp raporuna dayanarak talebini kabul
etmediğini ve evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı gerekçesiyle
boşandıklarını, Türk Medeni Kanunu'nun 287. maddesi ve mülga Medeni Kanun'un
243. maddelerinin yok sayıldığını, bilimsel gelişmeler sonucunda artık DNA
testi ile S.nin babasının kendisi olup olmadığının
kesin olarak mümkün hâle geldiğini ancak bilimsel gelişmenin HUMK kapsamında
yargılamanın yenilenmesi sebebi görülmediğini ve DNA testi bilimsel olarak
keşfedilmeden önce babalığa ilişkin biyolojik tespit yaptıramamış başvurucuya
şu anda bu imkânın verilmediğini, 18/4/1990 tarihinde kesinleşen kararla
sonuçlanan davaya ilişkin olarak yeniden yargılama talebinde bulunduğunu,
talebinin kabul edilmediğini, Yargıtay tarafından karar düzeltme isteğinin
reddedilerek kararın kesinleştiğini, kimsenin kendisinden olduğuna şüphe
duyduğu bir çocuğa babalık yapmaya zorlanamayacağını, isteğinin DNA testi
yapılması olduğunu, gerçek babanın kim olduğunun yaşadığı yerde de bilindiğini,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) daha önce benzer bir konuda Türkiye
ile ilgili bir kararının bulunduğunu, aynı zamanda mevcut duruma göre öldüğünde
nüfus kayıtlarında çocuğu gözüken kişinin kendisinin mirasçısı olacağını belirterek
Anayasa'nın 17. ve 20. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; yeniden
yargılama yönünde karar verilmesini ve yaşanılan manevi zarardan dolayı
tazminat verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
32. Başvurucu, eski eşi N.den doğan
çocuğun kendisinden olmadığını, daha önce bu sebeple 1982 yılında dava
açtığını, açılan davanın yaklaşık 30 yıl önceki adli tıp raporuna dayanarak
reddedildiğini, doğan çocuğun kendisinden olmadığından emin olduğunu, mevcut
teknolojik gelişmeler ışığında bu hususu ispatlama imkânının elinden alındığını
iddia ederek yeniden yargılama talep etmiştir.
33. Bakanlık görüşünde, başvurunun esasına ilişkin olarak görüş
bildirilmiş ve devletin ulusal düzenlemelere ilişkin tanınan takdir marjı ile
hukuki kesinlik ilkesi arasında izlenen meşru amaçla orantılı, hakkın özünü
zedelemeyecek şekilde uygun bir dengenin kurulması gerektiğini belirtmiştir.
34. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında ifadelerini
yinelemiştir.
35. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan
kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un, "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir."
37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda
bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle
derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi
koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 19-20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
38. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru
yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını
tüketme kuralı ne kesin ne de şeklî olarak uygulanabilir bir kuraldır. Bu
kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate
alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde bir takım başvuru
yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile
başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması
gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının
tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin
başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A, B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28).
39. Somut olayda başvurucunun dile getirdiği şikâyetlerinin
temelinde, N.den doğan çocuğun babasının kendisi
olmadığı hususu ve evliliğin nispi butlan nedeniyle feshi talebiyle 1982
yılında açtığı davanın kabul edilmemesine ilişkin olmak üzere yeniden yargılama
talebinin reddedilmesi yatmaktadır.
40. Başvuruya konu olan bu davanın 1988 yılında reddedilmesine
müteakiben başvurucu bu sefer evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı
gerekçesiyle N.ye boşanma davası açmış; yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı
üzere (bkz. § 13) Mahkeme, başvurucunun talebini 1990 yılında kabul ederek
tarafların boşanmasına hükmetmiştir.
41. Başvurucunun yeniden yargılama talebiyle başvurduğu davanın
niteliği nispi butlan nedeniyle evliliğin feshi olmasına rağmen başvurucunun
amacı evlilik birliği içinde doğduğu kabul edilen ve nüfus kayıtlarında babası
olarak gözüktüğü S.nin kendisinden olmadığını ispat
etmektir.
42. Yapılan incelemeler sırasında başvurucu, gerek 2010 yılında
yazdığı gerekse de bireysel başvuru dilekçesinde belirttiği olaylarda neden soy
bağının reddi davası açmadığını belirtmemiştir. Başvurucu sadece 1990 yılında
boşanmaya hükmeden Mahkemenin, Türk Medeni Kanunu'nun ilgili hükümlerini göz
ardı ettiğini belirtmekle yetinmiştir. Hatta başvuru formunda kamu gücünün
işlemlerine dair olayların tarih sırasına göre özetinin doğru bir
nitelendirmeyle yapılmadığı söylenebilir (bkz. § 31). Bu kapsamda, başvurucunun
1990 yılında boşanmasına rağmen neden evliliğin feshi davasına ilişkin bir
davada verilen karara yönelik olarak yeniden yargılama talep ettiği
anlaşılamamaktadır.
43. Bunun yanında başvurucunun, 2010 yılında yeniden yargılama
talebinde bulunmak yerine, soy bağının reddi davası yoluyla eski eşi N.ye ve
S.ye bir dava açmasının önünde kesin hüküm nedeniyle bir engel de yoktur.
Nitekim maddi anlamda kesin hüküm niteliğinde bir itirazla karşılaşılması için
oluşması gereken şartlar somut olayda bulunmamaktadır. Keza yeniden yargılama
talebi kabul edilse dahi daha sonra tarafların boşanmasına karar verildiği
dikkate alındığında başvurucunun şikâyet ettiği hususa yönelik bir sonuç
alınması mümkün değildir.
44. Bu kapsamda" Hem yargılamanın
yenilenmesi sebepleri davamız bakımından davacının iddia ettiği sebep yönü ile oluştuğu
söylenemez, hem de yargılamanın yenilenmesi süreye tabidir" şeklindeki
Yerel Mahkemenin gerekçesine bakıldığında bu konuya işaret edilmektedir. Yine
başvurucunun konuya ilişkin belirttiği AİHM kararı da davaların niteliği
itibarıyla uyuşmamaktadır (Tavlı/Türkiye,
B. No: 11449/02, 9/11/2006, § 6). AİHM önünde sonuçlandırılmış bu davanın
temelinde, soy bağının reddine ilişkin taleple açılan bir dava söz konusudur.
45. Sonuç olarak başvurucunun evliliğin nispi butlan nedeniyle
feshine yönelik açılan davaya müteallik yeniden yargılama talebinin kabul
edilmemesi üzerine yaptığı başvurunun, ileri sürülen şikâyetler açısından bir
çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili bir yol olmadığı
anlaşılmaktadır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek
için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği
söylenemez.
46. Açıklanan nedenlerle başvurunun, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
10/3/2016 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.