TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HACER KAHRAMAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7935)
Karar Tarihi: 20/4/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör Yrd.
Fatih ALKAN
Başvurucu
Hacer KAHRAMAN
Vekili
Av. Özlem SAKALLI BOZDAĞ
Av. Onur Yüksel BOZDAĞ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; öğretmen olarak görev yapan başvurucu hakkında yapılan soruşturmalar neticesinde idari görevinin geri alınmasının ve disiplin cezaları verilmesinin mobbing (psikolojik taciz) oluşturması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, idare tarafından mahremiyetine ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması ve ifşa edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/10/2013 tarihinde Kırıkkale İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 9/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyaları içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, kimya teknolojisi öğretmeni ve kimya teknolojileri alanı bölüm şefi unvanıyla görev yaptığı Hacı Hidayet Doğruer Çok Programlı Lisesi müdürü hakkında okulu kendi koyduğu kurallara göre yönettiği, şahsi menfaatlerine öncelik verdiği, çalışanlar arasında ayrımcılık yaptığı, geçinemediği öğretmenleri rencide ettiği, yıldırmak amacıyla kendisine karşı açık bir tavır içinde olduğu ve psikolojik baskı uyguladığı gerekçeleriyle idari yönden soruşturulması talebiyle 28/2/2012 tarihinde Bahşılı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne dilekçe sunmuştur.
9. Hakkında soruşturma yapılması istenen okul müdürü tarafından 3/4/2012 tarihinde aynı makama sunulan dilekçe ile başvurucu hakkında muhakkik görevlendirilmesi talep edilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:
“i. 2011-2012 eğitim ve öğretim dönemi içerisinde sürekli olarak sevkli olduğu, sağlık kuruluşuna gittiğini beyan ettiği saatler ile sağlık kuruluşuna başvurduğu saatlerin uyuşmadığı,
ii. Planlama ve bakım-onarım görevleri sırasında laboratuar yerine kütüphane ve öğretmenler odasında zaman geçirdiği,
iii. Bölüm şefliği görevinden kaynaklanan yönetim ve koordinasyon görevini yapmadığı, bu görevleri alanındaki diğer öğretmenlere bıraktığı,
iv. İkinci dönem alan zümre toplantısını yapmayıp, kağıt üzerinde yapılmış gibi gösterdiği ve ikinci dönem ders zümre toplantılarını organize etmediği,
v. 19/3/2012, 26/3/2012 ve 2/4/2012 tarihlerinde nöbetçi olduğu halde görevine geç geldiği ve İstiklal Marşı törenlerine katılmadığı,
vi. Alan ve bölümlerde tutulması gereken tüketim malzemeleri sarf defterini tutmadığı, idare tarafından yapılan uyarıları da dikkate almadığının tespit edildiği,
vii. Bölüm öğretmenleri ve okul idaresi ile iletişim ve işbirliğine yanaşmaması nedeniyle okuldaki iş ve işlemleri aksattığı...”
10. Bölüm şefliği görevini yürüten başvurucunun planlama, bakım ve onarım görevlerini aksattığı gerekçesiyle okul idaresi tarafından farklı tarihlerde sevkli olduğu sağlık kuruluşlarına giriş-çıkış saatleri ile poliklinik kayıtları sorulmuş ve bu kapsamda bilgi edinilmiştir.
11. Başvurucu ve görev yaptığı okulun müdürü hakkında idari yönden soruşturmalar yürütülmüş ve her ikisi hakkında Kırıkkale Valiliği İl Milli Eğitim Müdürlüğü Eğitim Denetmenleri Başkanlığınca 19/6/2012 tarihli ve 663.07/8 sayılı soruşturma raporu düzenlenmiştir. Söz konusu raporda, okul müdürü hakkındaki iddiaların sübut bulmadığı, dolayısıyla herhangi bir işlem yapılmasına yer olmadığı; başvurucu hakkındaki “2011-2012 eğitim-öğrenim dönemi içerisinde sürekli olarak sevkli olduğu, sağlık kuruluşuna gittiğini beyan ettiği saatler ile sağlık kuruluşuna başvurduğu saatlerin uyuşmadığı” şeklindeki iddianın, tedavilerin başlangıç ve bitiş saatlerinin belirlenmesi ile ilgili yasal bir düzenlemenin olmayışı ve tedavilerin belirli saatlerle sınırlandırılmayan bir süreç olduğu gerekçesiyle sübut bulmadığı, diğer iddiaların ise 10/6/1930 tarihli ve 1702 sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun’un 20. maddesi ile 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125. maddesi gereğince disiplin yönünden ayrı ayrı ihtar cezası gerektirdiği ve idari yönden, kimya teknolojisi alanı bölüm şefi olan başvurucunun bu göreve atanma onayının geri alınması gerektiği şeklinde teklif getirilmiştir.
12. Anılan raporda soruşturulan okul müdürü hakkında yapılan değerlendirmeler şöyledir:
"Okulu yasa ve yönetmeliklere göre değil kendi koyduğu kurallara göre yönettiği iddiasıyla ilgili olarak; ... tanık olarak ifadelerine başvurulanların benzer ifadelerinde okul müdürü Yalçın Bey’in okulu yasa ve yönetmeliklere göre değil kendi koyduğu kurallara göre yönettiği iddiasının doğru olmadığını, bu tür bir duruma ve yasa ve yönetmeliklere aykırı bir durumuna tanık olmadıklarını, okul müdürünün okulu yasa ve yönetmelikler çerçevesinde yönetmekte olduğunu belirtmekle, hizmetli Gani B. ifadesinde okul müdürünün 2010 yılında okuldaki doğalgaz arızasını Hacer Hanım’ın İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne ve yetkililere bildirelim demesine karşı müdür beyin Hacer Hanım’a bunu yaparsanız beni karşınızda bulursunuz, köprüleri yıkarsanız sözlerini duymadığını, böyle bir konuşma duymadığını ifade etmekle ... iddia sübut bulmamaktadır.
Okulun menfaatleri yerine şahsi ilişkilerine öncelik tanıdığı ile ilgili olarak; ... tanık olarak ifadelerine başvurulanların benzer ifadelerinde okul müdürleri Yalçın Bey’in okulun menfaatleri yerine şahsi ilişkilerine öncelik tanıdığı iddiasına tanık olmadıklarını, Yalçın Bey’in okulun menfaatlerini koruduğunu ve gözettiğini, eğitim ve öğretimi, öğrencilerin menfaatlerini ön plana almakta olduğunu, okulu daha iyi geliştirmek için elinden geleni yapmakta olduğunu ifade etmekle ... iddia sübut bulmamaktadır.
Çalışanlar arasında ve ders programı, ek derslerin öğretmenlere dağıtılması ... vs. gibi konularda öğretmenler arasında ayrım yaptığı iddiasıyla ilgili olarak; ... tanık olarak ifadelerine başvurulanların benzer ifadelerinde okul müdürünün çalışanlar arasında ve ders programı, ek derslerin öğretmenlere dağıtılması ... vs. gibi konularda öğretmenler arasında ayrım yaptığı iddiasına tanık olmadıklarını, okul müdürü Yalçın Bey’in ders programlarını yaparken öğretmenlerin görüşlerini aldığını, adil, eşit bir şekilde programı yaptığının ifade edilmesiyle, programdaki değişikliğindeki düzenlemenin öğretmen Gülüzar K.’nın rapor alması nedeniyle olduğunun, Gülüzar K.’nın rapor sonrası göreve başladıktan sonra eski programa dönüldüğünün, yapılan program değişikliğinde öğretmenlerin mevcut görevlerinin, boş günlerinin, boş ders saatlerinin gözönünde bulundurularak hazırlandığının ve Hacer KAHRAMAN’ın bu değişiklikten sadece bir ders saatinin eksildiğinin, bölüm öğretmenleri arasında ders sayısı açısından yıl içerisinde anlamlı bir farklılığın olmadığının anlaşılmasıyla ... iddia sübut bulmamaktadır.
Ayrıca geçinemediği öğretmenleri öğrencilerin önünde rencide ettiği iddiası ile ilgili olarak; ... tanık olarak ifadelerine başvurulanların benzer ifadelerinde okul müdürünün herhangi bir öğretmeni, Hacer Hanım’ı, personeli veya başka birini öğrencilerin, öğretmenlerin, personelin yanında veya başka bir yerde rencide ettiğine, rencide edici bir sözüne, psikolojik bir baskı uyguladığına tanık olmadıklarını ifade etmekle ... iddia sübut bulmamaktadır.”
13. Anılan raporda soruşturulan başvurucu hakkında disiplin cezası verilmesi teklifini içeren değerlendirmelerin bulunduğu ilgili kısımlar şöyledir:
"Planlama, bakım, onarım görevleri sırasında laboratuar yerine kütüphane ve öğretmenler odasında zaman geçirdiği iddiasıyla ilgili olarak; ... okul idaresince 12.3.2012, 20.3.2012 ve 2.4.2012 tarihli müdür yardımcılarının tuttuğu tutanakla tespit edildiğini belirtmekle, müdür yardımcıları ... ifadelerinde bu durumu tutanaklarla tespit ettiklerini belirtmekle ve bu durumun tutanaklarla belirlendiğinin görülmesiyle öğretmen Nilgün Ç. ifadesinde Hacer Hanım’ın planlama, bakım, onarım görevleri sırasında genelde öğretmenler odasında olduğunu görüyor olduğunu ifade etmekle öğretmen Hacer KAHRAMAN ifadesinde planlar doğrultusunda plana uygun olarak yapması gereken işlerini aksatmadan yaptığını, bunun yanında ek olarak laboratuarlarla ilgili risk eylem planları, risk analizleri, malzeme kullanım talimatları gibi bilgisayarda yapması gereken işlerinde olduğunu ve bu işleri de dizüstü bilgisayarda zor yaptığı için kütüphane veya öğretmenler odasındaki bilgisayarda yaptığını kabullenmekle iddia sübut bulmaktadır. Sübutbulan bu hususla ilgili olarak ... Hacer KAHRAMAN’ın “Talimatname ve emirler mucibinde yapılması lazım olan vazifelerin ifasında kusur etmek” eyleminin faili durumunda olduğu ve fiilinin 1702 sayılı Kanunun 20/1. maddesi kapsamına girdiği anlaşılmaktadır.
Alan şefliği görevinden kaynaklanan yönetim ve koordinasyon görevini yapmadığı, bu görevleri alanındaki diğer öğretmenlere bıraktığı iddiasıyla ilgili olarak Hacer KAHRAMAN alan şefliği görevinden kaynaklanan yönetim ve koordinasyon görevini yürüttüğünü belirtse de, okul müdürü Yalçın K. ifadesinde öğretmen Hacer KAHRAMAN’ın alan şefliği görevinden kaynaklanan bölüm öğretmenleri arasında iş bölümünü yapamıyor olduğunu, 2011-2012 eğitim öğretim yılında sene başında ders programının hazırlanması amacıyla alan derslerinin alan öğretmenlerine dağıtımını kendisi yapamamış öğretmenler arasında bu nedenle huzursuzluk çıktığını, 2011 yılı METEF fuarına hazırlanmak amacıyla Hacer Hanım’a görev verildiğini ancak tarafından hiçbir hazırlık yapılmamış olduğunu, alana alınacak malzemelerle ilgili bölüm öğretmenlerinin görüşlerine dikkat etmeyip kendi görüşünde ısrarcı olduğunu ifade etmiş, müdür yardımcısı Fatih K. ifadesinde öğretmen Hacer KAHRAMAN’ın bölümle ilgili yönetim ve organize faaliyetlerini yapmaktan kaçındığını, bölümle ilgili işlerin diğer bölüm öğretmenleri tarafından yürütüldüğünü görüyor olduğunu, bölüm öğretmenleri arasındaki koordinasyon ve iş bölümü sürecinde sorumluluk almamakta olduğunu, ... diğer yedi öğretmenin benzer ifadelerle Hacer Hanım’ın bölüm şefi olarak bölümdeki diğer öğretmenlerle koordinasyonu sağlayamadığını ifade etmeleri ve kimya laboratuarının durumu ile ilgili olarak tutulan tutanağın görülmesiyle, öğretmen Hacer KAHRAMAN’ın alan şefliği görevinden kaynaklanan yönetim ve koordinasyon görevlerini aksattığı ve bu görevleri alandaki diğer öğretmenlerin zaman zaman yaptığı hususu sübut bulmaktadır. ... Hacer KAHRAMAN’ın “Talimatname ve emirler mucibinde yapılması lazım olan vazifelerin ifasında kusur etmek” eyleminin faili durumunda olduğu ve fiilinin 1702 sayılı Kanunun 20/1. maddesi kapsamına girdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca idari yönden, öğretmen Hacer KAHRAMAN’ın alan şefliği görevinden kaynaklanan yönetim ve koordinasyon görevlerini aksattığı anlaşıldığından, kimya teknolojisi alanı bölümü şefi olarak atanma görev onayının geri alınmasının uygun olacağı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.
...
19/3/2012, 26/3/2012 ve 2/4/2012 tarihlerinde nöbetçi olduğu halde görevine geç geldiği ve İstiklal Marşı törenlerine katılmadığı iddiasıyla ilgili olarak, ... müdür yardımcıları ve nöbetçi öğretmen tarafından tutulan ve tutanaklar ve bu kişilerin benzer ifadelerinde Hacer Hanım’ın belirtilen günlerde sabah nöbet görevine geç geldiğini ve istiklal Marşı törenlerine katılamadığını tutanaklarla tespit ettiklerini belirtmekle ve tutanaklarda da bu durumun görülmesiyle, Hacer KAHRAMAN ifadesinde bu günlerde arkadaşının arabası ile geldiğinden biraz geciktiğini, nöbet görevine geç geldiğini kabullenmekle iddia sübut bulmaktadır. Sübut bulan bu hususla ilgili olarak ... Hacer KAHRAMAN’ın “Talimatname ve emirler mucibinde yapılması lazım olan vazifelerin ifasında kusur etmek” eyleminin faili durumunda olduğu ve fiilinin 1702 sayılı Kanunun 20/1. maddesi kapsamına girdiği anlaşılmaktadır.
Mesleki Teknik Eğitim Yönetmeliğine göre alan ve bölümlerde tutulması gereken “Tüketim Malzemeleri Sarf Defterini” tutmadığı, idare tarafından yapılan uyarıları da dikkate almadığının tespit edildiği iddiasıyla ilgili olarak; ... Hacer KAHRAMAN ifadesinde tutulması gereken tüketim malzemeleri defterini bilgisayar ortamında tuttuğunu, ancak okul bilgisayarların laptoplardan birinde virüs bulunduğu için bütün klasörlerdeki dosyalarının silindiğini, defalarca kurtarmaya çalıştığını, ancak kurtaramadığını belirtmekle iddia sübut bulmaktadır. . Sübut bulan bu hususla ilgili olarak ... Hacer KAHRAMAN’ın “Talimatname ve emirler mucibinde yapılması lazım olan vazifelerin ifasında kusur etmek” eyleminin faili durumunda olduğu ve fiilinin 1702 sayılı Kanunun 20/1. maddesi kapsamına girdiği anlaşılmaktadır.
Hacer KAHRAMAN’ın bölüm öğretmenleri ve okul idaresi ile işbirliğine yanaşmaması nedeniyle okuldaki iş ve işlemlerin aksadığı iddiası ile ilgili olarak; ... öğretmenler Ali A., Nilgün Ç., Murat E., Orhan Ç., Hakan Şahin E. benzer ifadelerinde Hacer Hanım’ın alan şefi olması nedeniyle okul idaresi ve kimya bölümü öğretmenleri arasındaki koordinasyon görevi sorumluluğunda bir birlik sağlayamıyor olduğunu, alan şefliğinden kaynaklanan görevlerini tam olarak yerine getirememesi nedeniyle aksaklıklar ortaya çıkıyor olduğunu,bölümün idari işlerinde aksaklıkların ortaya çıkıyor olduğunu, Gülüzar K. bu durumun Hacer Hanım’ın iletişim biçiminden kaynaklandığını düşünüyor olduğunu, İsmail K. kimya bölümü olarak aralarında koordineli bir şekilde işbirliği içerisinde işleri yürütemediklerini, Aynur A. bölüm şefi Hacer Hanım’ın okul idaresinin bölüm işleri ile ilgili söylediklerini bazen yapmama gibi bir tutum içerisine girdiğini birkaç defa gördüğünü ifade etmekle, Hacer KAHRAMAN ifadesinde okul idaresinin kendisine bölüm şefi olarak bildireceği bazı konularda yerine diğer arkadaşlardan birine kasıtlı olarak bildiriyor olmasının alan şefi olarak kendisini dikkate almadığını gösteriyor olduğunu ve bunun da idareyle alan şefi olarak aralarındaki iş ve işlemlerin aksamasına neden olduğunu belirtmekte, ifadelerden öğretmen Hacer KAHRAMAN’ın alan şefi olarak alan öğretmenleri ve okul idaresi ile koordinasyonu sağlayamadığı, bu durumda iş ve işlemlerde aksaklıklara neden olduğu hususu sübut bulmaktadır. Sübut bulan bu hususla ilgili olarak ... Hacer KAHRAMAN’ın “Görevin işbirliği içinde yapılması ilkesine aykırı davranışlarda bulunmak” eyleminin faili durumunda olduğu ve fiilinin 1702 sayılı Kanunda tam karşılığının olmadığı, 657 sayılı Kanunun 125/A-h maddesi kapsamına girdiği anlaşılmaktadır. Hacer KAHRAMAN’ın alan şefi olarak alan öğretmenleri ve okul idaresi arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlayamadığı ve bunun da iş ve işlemlerin aksamasına neden olduğu anlaşıldığından ... Hacer KAHRAMAN’ın kimya teknolojisi alanı bölüm şefi olarak atanma görev onayının geri alınmasının uygun olacağı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.”
14. Söz konusu raporda getirilen teklif dikkate alınarak Kırıkkale Valiliğinin 18/7/2012 tarihli ve 11136 sayılı kararıyla başvurucunun kimya teknolojileri alanı bölüm şefliği görevlendirmesi iptal edilerek asli görevi olan aynı okul kimya teknolojileri öğretmenliğine döndürülmesine karar verilmiştir. Okul müdürü hakkında ise iddialar sübut bulmadığı gerekçesiyle herhangi bir işlem yapılmamıştır.
15. Ayrıca anılan rapora karşı başvurucunun 19/7/2012 tarihinde savunması alınmış ve başvurucu hakkında Bahşılı İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünün 2/8/2012 tarihli ve 679-1077 sayılı işlemiyle aşağıdaki şekilde disiplin cezaları verilmiştir:
“i. Planlama, bakım, onarım görevleri sırasında laboratuar yerine kütüphane ve öğretmenler odasında zaman geçirdiğinizle ilgili fiiliniz mesleki yönden yasak fiillere ilişkin özel kanun olan 1702 sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun’un 20/1 maddesi kapsamında “İHTAR” cezası ile tecziye edilmeniz gerekmekte ise de; savunmanız yeterli bulunduğundan herhangi bir işleme gerek bulunmamıştır.
ii. Bölüm öğretmenleri ve okul idaresi ile işbirliğine yanaşmamanız nedeniyle okuldaki iş ve işlemlerin aksadığıyla ilgili mesleki yönden yasaklı fiillere ilişkin özel Kanun olan 1702 sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun’da tam ve açık karşılığının bulunmaması nedeni ile genel nitelikte yasal bir düzenleme olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125/A-h maddesi gereğince “UYARMA” cezası ile tecziye edilmesi gerekirken, geçmiş hizmetleriniz sırasında olumlu davranışlarınız tarafımdan değerlendirilmiş olup, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125. maddesinin E/k fıkrasından sonra gelen 2. paragraf göz önünde bulundurularak cezai tayinine gerek görülmemiştir.
iii. Alan şefliği görevinden kaynaklanan yönetim ve koordinasyon görevini yapmayarak, bu görevleri diğer öğretmenlere bıraktığınızla ilgili olarak 19/7/2012 tarihli savunmanız yeterli görülmemiştir. 1702 sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun’un 20/1 maddesi gereğince “İHTAR” cezası ile tecziye edildiniz.
iv. 19/3/2012, 26/3/2012 ve 2/4/2012 tarihlerinde nöbetçi olduğunuz halde göreve geç geldiğiniz ve İstiklal Marşı törenlerine katılmadığınızla ilgili olarak 19/7/2012 tarihli savunmanız yeterli görülmemiştir. 1702 sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun’un 20/1 maddesi gereğince “İHTAR” cezası ile tecziye edildiniz.
v. Mesleki Teknik Eğitim Yönetmeliğine göre alan ve bölümlerde tutulması gereken tüketim malzemeleri sarf defterini tutmadığınız, idare tarafından yapılan uyarıları da dikkate almadığınızla ilgili olarak 19/7/2012 tarihli savunmanız yeterli görülmemiştir. 1702 sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun’un 20/1 maddesi gereğince “İHTAR” cezası ile tecziye edildiniz.”
16. 3/8/2012 tarihinde tebliğ edilen söz konusu disiplin cezası işlemine karşı başvurucu tarafından 9/8/2012 tarihinde yapılan itiraz, Kırıkkale İl Millî Eğitim Müdürlüğünün 13/8/2012 tarihli yazısı ile reddedilmiştir.
17. Başvurucu tarafından Bahşılı İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne sunulan 3/8/2012 tarihli dilekçe ile bilgi edinme hakkı kapsamında kendisi hakkında düzenlenen soruşturma dosyasının rapor ve eklerinin birer suretinin kendisine verilmesi talep edilmiş ve idare tarafından 7/8/2012 tarihli yazı ile soruşturma raporunun ilgili sayfaları ile sonuç, kanaat ve teklif bölümlerinin bir sureti başvurucuya verilmiştir. Yine aynı makama başvurucu tarafından sunulan 10/8/2012 tarihli dilekçe ile 28/2/2012 tarihli şikâyet dilekçesinin akıbeti sorularak soruşturma dosyasının bir sureti talep edilmiş; idarenin 14/8/2012 tarihli cevap yazısı ile söz konusu iddialar sübut bulmadığından işlem yapılmadığı şeklinde başvurucuya bilgi verilmiştir. Ayrıca başvurucu tarafından görev yaptığı Okul Müdürlüğüne sunulan 12/4/2013 tarihli iki farklı dilekçe ile kendisi hakkındaki planlama, bakım ve onarım görevleri ile ilgili aylık ve haftalık çalışmaların bir örneği ile nöbet defterinin belirli tarihlerdeki sayfalarının birer suretleri talep edilmiş; 25/4/2013 tarihli cevap yazısı ile talep edilen hususların 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun 19. maddesi kapsamına girdiği gerekçesiyle talep reddedilmiştir.
18. Başvurucu; görev yaptığı okulun idarecisi tarafından psikolojik tacizlere varan işlem ve eylemlere maruz kaldığını, sürekli olarak soruşturulma baskısı hissettiğini, haksız yere ve yıldırma amacıyla hakkında başlatılan ve sistematik bir hâl alan soruşturmaların çalışma barışını olumsuz olarak etkilediğini, takdir yetkisi kötüye kullanılarak bölüm şefliği görevinden alındığını, disiplin cezalarının gerçek dışı ithamlara dayanılarak verildiğini ileri sürerek hakkında verilen disiplin cezalarının iptali ile bölüm şefliği görevinden alınması işleminin iptali istemiyle 28/9/2012 tarihinde Kırıkkale İdare Mahkemesinde iki ayrı dava açmıştır.
19. Disiplin cezalarının iptali istemiyle açılan dava Kırıkkale İdare Mahkemesinin 1/3/2013 tarihli ve E.2012/535, K.2013/87 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“..davacının Hacı Hidayet Doğruer Çok Programlı Lisesi'nde Kimya bölümü alan şefi olarak görev yaptığı dönemde, alan şefliği görevinin vermiş olduğu sorumlulukların yerine getirilmesinde aksamalara meydan verdiği için bazıişlerin Kimya Teknolojisi Alanı Kimya Dalı Laboratuar Şefi Nilgün Ç. tarafından yerine getirildiği, alan şefliği görevinden kaynaklanan bölüm öğretmenleri arasında iş bölümü ve koordinasyon ilişkisini yapamaması nedeniyle öğretmenler arasında huzursuzluklara sebep olması nedeniyle yasal mevzuat hükümleri çerçevesinde alan şefi olarak kendisine yüklenilmiş olan vazifelerin ifasında kusurunun bulunduğunun sübuta erdiği, bu çerçevede davacının bu eylemlerininyürütmekte olduğu alan şefliği görevininkendisine yüklediği hizmet, görev ve sorumluluk yükümlülüklerine aykırı olduğu, alan şefi olarak yerine getirmesi gereken görev ve emirlerin ifasında kusurlu davrandığı sonuç ve kanaatine varıldığından, davacının eylemine uyan 1702 sayılı Kanun’un 20. maddesinin 1. fıkrası gereğince ihtar cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.”
20. Bölüm şefliği görevinden alınma işleminin iptali istemiyle açılan dava Kırıkkale İdare Mahkemesinin 1/3/2013 tarihli ve E.2012/537, K.2013/88 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“..davacının Hacı Hidayet Doğruer Çok Programlı Lisesi Kimya Teknolojisi Alan Şefi olarakgörev yaptığı dönemde, alan şefliği görevinin vermiş olduğu sorumlulukların yerine getirilmesinde aksamalara meydan verdiği için bazıişlerin Kimya Teknolojisi Alanı Kimya Dalı Laboratuar Şefi Nilgün Ç. tarafından yerine getirildiği, alan şefliği görevinden kaynaklanan bölüm öğretmenleri arasında iş bölümü ve koordinasyon ilişkisini yapamaması nedeniyle öğretmenler arasında huzursuzluklara sebep olunduğunun sabit olması karşısında, sorumluluğunda bulunan birimdeki hizmetleri ilgili mevzuat hükümlerine göre yürütmekle yükümlü olan davacının yöneticilik vasfına ilişkin alan şefliği görevinin üzerinden alınmasına ilişkin dava konusuişlemdekamu yararı ve hizmet gerekleri yönündenhukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatinevarılmıştır.”
21. İtiraz incelemesi neticesinde kararın usul ve yasaya uygun bulunduğu gerekçesiyle ilk dava açısından Kırıkkale Bölge İdare Mahkemesinin 29/5/2013 tarihli ve E.2013/375, K.2013/372 sayılı ilamı ile, ikinci dava açısından aynı Mahkemenin 29/5/2013 tarihli ve E.2013/350, K.2013/373 sayılı ilamı ile kararlar onanmıştır.
22. Başvurucunun karar düzeltme talebi, yine aynı Mahkemenin 10/9/2013 tarihli ve E.2013/650, K.2013/634 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 1/10/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
23. Başvurucu 31/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
24. 1702 sayılı Kanun’un 20. maddesi şöyledir:
“İhtar ve tevbih cezaları şu hareketlere karşı verilir:
1- Talimatname ve emirler mucibince yapılması lazım olan vazifelerin ifasında kusur etmek (bu halin neticesinde bir şahıs veya müessese zarar görürse zararın mahiyet ve derecesine göre daha ağır ceza verilebilir);
2 - Mektep dahil ve haricinde muallimlik vakarına uymayacak hareketlerde bulunmak;
3- Arkadaşlarına ve talebesine karşı kaba muamelede bulunmak ve kaba lisan kullanmak;
4- Amirlerine karşı hürmetsiz tavır göstermek;
5- Talebenin vazifelerini tashih etmemek;
6- Yoklama ve imtihan evrakını idareye vaktinde teslim etmemek;
7- Vazifeye geç gelmek veya vazifeden erken çıkmak.
Yukarki hallerin ilk defasında ihtar, tekrarında tevbih cezası verilir.”
25. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” başlıklı 125. maddesinin uyarma cezası ile ilgili bölümü şöyledir:
"...
A- Uyarma : Memura, görevinde ve davranışlarında daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile bildirilmesidir.
Uyarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
a) Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımında kayıtsızlık göstermek veya düzensiz davranmak,
b) Özürsüz veya izinsiz olarak göreve geç gelmek, erken ayrılmak, görev mahallini terketmek,
c) Kurumca belirlenen tasarruf tedbirlerine riayet etmemek,
d) Usulsüz müracaat veya şikayette bulunmak,
e) Devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak,
f) Görevine veya iş sahiplerine karşı kayıtsızlık göstermek veya ilgisiz kalmak,
g) Belirlenen kılık ve kıyafet hükümlerine aykırı davranmak,
h) Görevin işbirliği içinde yapılması ilkesine aykırı davranışlarda bulunmak.
...”
26. Türkiye açısından 27/9/2006 tarihinde onaylanan ve 9/4/2007 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 3/5/1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın “Onurlu çalışma hakkı” başlıklı 26. maddesi şöyledir:
"Akit Taraflar, tüm çalışanların onurlu çalışma haklarının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak,
1. Çalışanların işyerinde ya da işle bağlantılı cinsel taciz konusunda bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunun engellenmesini desteklemeyi ve çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik tüm uygun önlemleri almayı;
2. Çalışanların birey olarak işyerinde ya da işle bağlantılı olarak maruz kaldıkları kınanılacak ya da açıkça olumsuz ya da suç oluşturan, yinelenen eylemler konusunda bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunların engellenmesini desteklemeyi ve çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik tüm uygun önlemleri almayı taahhüt ederler.”
27. 4982 sayılı Kanun’un “İdari soruşturmaya ilişkin bilgi veya belgeler” başlıklı 19. maddesi şöyledir:
“Kurum ve kuruluşların yetkili birimlerince yürütülen idarî soruşturmalarla ilgili olup, açıklanması veya zamanından önce açıklanması hâlinde;
a) Kişilerin özel hayatına açıkça haksız müdahale sonucunu doğuracak,
b) Kişilerin veya soruşturmayı yürüten görevlilerin hayatını ya da güvenliğini tehlikeye sokacak,
c) Soruşturmanın güvenliğini tehlikeye düşürecek,
d) Gizli kalması gereken bilgi kaynağının açığa çıkmasına neden olacak veya soruşturma ile ilgili benzeri bilgi ve bilgi kaynaklarının temin edilmesini güçleştirecek,
Bilgi veya belgeler, bu Kanun kapsamı dışındadır.”
28. 3/7/2002 tarihli ve 24804 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Mesleki ve Teknik Eğitim Yönetmeliği’nin “Şefler” başlıklı 259. maddesi şöyledir:
“Kurumlarda, Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul ve Kurumların Yönetici ve Öğretmenlerinin Norm Kadrolarına İlişkin Yönetmelik hükümlerine ve uygulanan mesleki eğitim programlarının tür ve özelliklerine göre alan/bölüm, atölye, tesis, laboratuar şeflikleri oluşturulur. Şefliklere; atölye, laboratuar ve meslek dersleri öğretmenleri arasından müdürün önerisi ile valilikçe atama yapılır.”
29. 2617 sayılı Tebliğler Dergisi’nde yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Mesleki ve Teknik Eğitim Okul ve Kurumlarında Alan/Bölüm, Atölye ve Laboratuvar Şefliklerine İlişkin Yönerge’nin (Yönerge) 10. maddesi şöyledir:
"(1) Alan/bölüm, atölye ve laboratuar şefleri, şeflik görevinden ayrılma isteğinde bulunabilirler.
(2) Ayrıca;
a) Haklarında yapılan adli ve idari soruşturma sonucu hazırlanan raporların yetkili amir ve kurullarca değerlendirilmesi sonucuna göre alan/bölüm, atölye ve laboratuar şefliği görevi üzerinden alınması uygun bulunanların,
b) Sicil raporlarına göre son iki yıl sicili üst üste 76 puanın altında değerlendirilenlerin,
c) Son iki yıl sicili üst üste olumsuz değerlendirilenlerin görevlendirilmeleri valilikçe iptal edilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
31. Başvurucu; görev yaptığı okulun idarecisi tarafından öğrencilerin ve diğer öğretmenlerin önünde rencide edici söz ve davranışlara maruz kaldığını, 2011-2012 eğitim ve öğretim dönemi boyunca kadınsal hastalıklarından dolayı belirli dönemlerde sağlık kuruluşlarına başvurmak zorunda kaldığını ancak idare tarafından kendisine şüphe ile yaklaşılarak sağlık durumu hakkında ilgili kurumlar ile yazışmalar yapıldığını, bu yazışmalarla giriş-çıkış saatleri ile sağlığına ilişkin özel birtakım bilgilerin sorgulandığını, ayrıca mahremiyetine ilişkin bu bilgilerin hakkındaki soruşturma kapsamında ifade veren mesai arkadaşlarına da sorulduğunu, bu nedenle özel hayat alanına dâhil olan hastalığıyla ilgili birtakım bilgileri açıklamak zorunda kaldığını, bunun dışında idare tarafından çalışma şartlarının kasıtlı olarak ağırlaştırıldığını, hakkında yürütülen idari soruşturmada dosya içeriğine erişememesi nedeniyle savunma hakkının gözetilmediğini, kamu gücünü elinde bulunduran idareden talep ettiği bilgi ve belgelerin kendisine verilmediğini, ayrıca ayrımcılık yapılarak ifadelerin okul müdürünün odasında alındığını ve içeriklerinin çarpıtıldığını, bölüm şefliği görevini yerine getirdiği halde risk analizlerinin ve zümre toplantılarının yapılmadığı, tutulması gereken defter ve kayıtların tutulmadığı ve görevlerin zamanında yerine getirilmediği gibi gerekçelerle hakkında haksız yere disiplin cezaları verildiğini ve bölüm şefliği görevinin geri alındığını, tüm bu süreçte idare tarafından asılsız iddialarla üzerine gelindiğini, mobbinge maruz kaldığını belirterek Anayasa’nın 10., 20., 36., 50. ve 74. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlallerin tespiti ile hak ihlallerinin giderilmesi için yapılması gerekenlere hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
33. Başvurucunun;
i. İdare tarafından kendisine karşı rencide edici davranışlar sergilenmesi, hakkındaki bilgi ve belgelere erişme imkânının sağlanmaması, dayanaksız ve gerçek dışı ithamlarla hakkında soruşturmalar açılarak idari görevinin alınması ve disiplin cezaları verilmesi suretiyle kendisine mobbing uygulandığını ileri sürdüğü şikâyetinin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı,
ii. İdare tarafından sağlığı hakkında özel hayatına ilişkin birtakım bilgi ve belgelerin toplandığı ve bu bilgilerin ifşa edildiği yönünde ayrıca ileri sürülen şikâyetinin özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
a. Özel Hayata Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucu, görev yaptığı okulun idarecileri tarafından tedavi amacıyla başvurduğu sağlık kuruluşlarından mahremiyetine ilişkin birtakım bilgi ve belgelerin istendiğini ve bunların ifşa edildiğini belirterek mobbing iddiası dışında ayrıca özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
38. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin; başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne de şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; İlhan/Türkiye, B. No: 22277/93, 27/7/2000, §§ 56-64).
39. Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 20).
40. Somut olay incelendiğinde başvurucunun muzdarip olduğu sağlık sorunlarının tedavisi için başvurduğu sağlık kuruluşlarına idare tarafından resmî yazılar yazılarak giriş ve çıkış saatlerinin sorulduğu, gelen cevap yazılarının sürekli sevkli olduğundan görevlerini aksattığı iddiasıyla başvurucu hakkında başlatılan idari soruşturmaya delil olarak eklendiği, soruşturma neticesinde söz konusu iddianın sübut bulmadığı gerekçesiyle başvurucu aleyhine herhangi bir disiplin cezası verilmediği, başvurucunun başka eylemlerinden dolayı tesis edilen disiplin cezası işlemleri ile idari görevinin geri alınması işlemine karşı idari yargıda dava açma yoluna gidildiği ancak mahremiyetine ilişkin bilgi ve belgelerin toplandığı ve ifşa edildiği iddiasının yürütülen dava sürecinde dile getirilmediği anlaşılmaktadır.
41. Hukuk sistemimizde hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu dikkate alındığında özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından hukuki tazmin yolunun yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu görülmektedir (S.S.A., § 31; Murat Durmaz, B. No: 2013/5956, 15/4/2014, § 33).
42. Sonuç olarak başvurucu tarafından her ne kadar özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddia edilmişse de Anayasa Mahkemesi önünde ileri sürülen anılan ihlal iddiasının derece mahkemeleri önünde ileri sürülmediği, dolayısıyla ihlalin giderilmesi için kendilerine tanınan bütün imkânların kullanılmadığı ve diğer yargı organlarına ihlalin ortadan kaldırılması fırsatı tanınmadan başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için gerekli olan tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirilmediği anlaşılmaktadır (Benzer Anayasa Mahkemesi kararı için bkz. Hakan Coşkuner, B. No: 2013/4785, 15/4/2014, § 31)
43. Açıklanan nedenlerle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden ya da yürütülen dava sürecinde dile getirilmeden, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma ve Geliştirme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvurucu, idare tarafından sistematik olarak psikolojik baskılara maruz bırakıldığını, bu doğrultuda bölüm şefliği görevinden alındığını ve dayanaksız iddialarla hakkında soruşturmalar açılıp disiplin cezaları verildiğini belirterek idarenin mobbing niteliğindeki işlem ve eylemleri nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
45. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun ihlal iddialarını ortadan kaldıracak ya da zararlarını tazmin edecek bir hukuk yoluna başvurulmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde başvuru dilekçesindeki görüş ve taleplerini tekrar etmiştir.
46. Somut başvuruda mobbing nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiası Kırıkkale İdare Mahkemesinde yürütülen yargılamalarda dile getirilmiş ve derece mahkemeleri tarafından dava konusu işlemlerin başta amaç yönünden hukukiliği olmak üzere geçerlilik koşulları bu iddialar kapsamında değerlendirilmiştir. Söz konusu yargılamalar neticesinde verilebilecek iptal kararlarının, idari görevin sonlandırılması işlemi ile disiplin cezalarının tesis edilmesi işlemlerini ortadan kaldırması ve başvurucunun maruz kaldığı eylem ve işlemlerin haksız olduğunun hüküm altına alınması sonucunu doğuracağı dikkate alındığında idarenin eylem ve işlemlerine konu olan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından tüketilen yargısal yolların başvurucunun zararlarını giderebilecek yeterlilikte olduğu anlaşıldığından başvuru yollarının tüketildiği sonucuna varılmıştır.
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Başvurucunun iddialarına karşılık (bkz. § 44), Bakanlık tarafından esasa ilişkin bir görüş bildirilmemiştir.
49. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
50. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"Hiç kimseye işkence veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz."
51. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme'nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin kendini gerçekleştirme ve kendine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
52. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kimseye "işkence", "eziyet" yapılamayacağı ve kimsenin "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiş olup bu hüküm, Sözleşme'nin 3. maddesi kapsamında güvence altına alınmış olan hukuksal çıkarları kapsamaktadır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında bir yoğunluk farkı bulunmakta olup kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en ağır şekilde zarar veren muamelelerin "işkence", bu seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin "eziyet", küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22).
53. Ancak bir eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Somut olaydaki veriler ışığında belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
54. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında da başvuru konusu iddiaların Sözleşme'nin 3. maddesinin güvence kapsamında yer alması için minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul edilmekte; acımasız, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın ağır ve kasıt içeren şekli olarak kabul edilen işkencenin, şiddetli acı veya eziyet uygulanması, acının kasıtlı olarak uygulanması ve bilgi almak, cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir muameleyi içermesi gerektiği benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce uygulanan ve gerçek yaralar, en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren muameleler ise insanlık dışı muamele olarak değerlendirilmektedir. Küçük düşürücü muamelenin ise mağdurlarda korku ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikte olan muameleleri ifade ettiği kabul edilmekte ancak söz konusu muamelenin amacının ilgili kişiyi küçük düşürmek veya alçaltmak olup olmadığı ve sonuçları itibarıyla mağdurun kişiliğini Sözleşme'nin 3. maddesi ile uyuşmayan bir olumsuzlukta etkileyip etkilemediği üzerinde durulmaktadır (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 34).
55. Yukarıda yer verilen tespitlerden de anlaşılacağı üzere doğası gereği cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol açması ve bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkün olmakla birlikte belirtilen eylemlerin Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu kavramların Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen muadilleri olan işkence, eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak nitelendirilebilmesi için mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir (Işıl Yaykır, § 35).
56. Belirtilen tespitler ışığında somut başvuru incelendiğinde başvurucu, öğretmen olarak görev yaptığı okulun idarecileri tarafından hastalığına ilişkin özel birtakım bilgi ve belgelerin toplanarak soruşturmaya konu edilmesi, kendisine karşı rencide edici davranışlar sergilenmesi, keyfî şekilde idari görevinin geri alınması ve gerçek dışı ithamlarla hakkında disiplin cezaları verilmesi suretiyle kendisine mobbing uygulandığını belirterek uğradığı manevi zararlar nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucu tarafından iddia edilen eylemlerin fiziksel ve manevi etkileri, süresi ve yoğunluk derecesi gibi unsurların değerlendirilmesi neticesinde kişilik haklarını ihlal edici tarzda başvurucu üzerinde fiziksel ve ruhsal etkilerinin olması mümkün olmakla birlikte özellikle kamu görevlisi olan başvurucunun yetişkin bir birey olması ve mesleki statüsü de dikkate alındığında Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari eşiği aştığı söylenemez.
57. Belirtilen nedenlerle başvurucunun şikâyetinin maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
a. Genel İlkeler
58. Anayasa'nın 5. maddesi şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
59. Anayasa'nın 12. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.”
60. Anayasa’nın 12. maddesine göre herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Bu genel nitelikteki anayasal düzenleme ile bireylerin kişilik değerlerine yönelen ve zarar veren olumsuz tutum ve davranışlar dışlanmaktadır. Yine Anayasa’nın 17. maddesine göre bireylerin fiziksel ve ruhsal bütünlüğü "maddi ve manevi varlık" kapsamında ele alınıp korunmaktadır. Böylece bireylerin sağlıklı bir yaşam sürebilmeleri açısından kendi varlıklarını koruma ve geliştirme hakkına sahip olmaları sıkı şekilde anayasal güvence altına alınmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 5. maddesinde, bireylerin maddi ve manevi varlıklarının gelişmesi için gerekli şartların hazırlanması devletin temel amaç ve görevlerinden biri olarak sayılmaktadır. Bu doğrultuda devlet, bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan fiziksel ve ruhsal bütünlüğe keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlü kılınmaktadır.
61. Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir."
62. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olup özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal çıkarlardan biri de bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkıdır. Bu hak kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak özel hayata etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Sevim Akat Eşki, § 26; Ercan Kanar, B. No: 2013/533, 9/1/2014, § 52; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, §§ 23, 24, 27).
63. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen "özel hayat" kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
64. Kişinin bireyselliğinin yani bir kişiyi diğerlerinden ayıran ve onu bireyselleştiren niteliklerin hukuken tanınması ve bu unsurların güvence altına alınması son derece önemlidir. Birçok uluslararası insan hakları belgesinde "kişiliğin korunması ve serbestçe geliştirilmesi" kavramına yer verilmekle beraber Sözleşme kapsamında bu kavrama açıkça işaret edilmediği görülmektedir (Sevim Akat Eşki, § 27).
65. Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında "bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi" kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir (Sevim Akat Eşki, § 28). Anayasa’nın 17. maddesinde, herkesin maddi ve manevini koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen hak, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan hakka karşılık gelmektedir.
66. Bireyler için çoğu zaman bir zorunluluk olan iş yaşamının barındırdığı olumlu ya da olumsuz niteliklerin başta bireylerin beden ve ruh sağlıklarına olan etkisi dikkate alındığında bu nitelikler genel yaşam kalitesinin belirlenmesinde önemli bir ölçü oluşturmaktadır. Bu kapsamda, Anayasa’nın 5., 12. ve 17. maddelerindeki genel düzenlemelerin yanında Anayasa’nın 49. maddesinde yer verilen “Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, .. ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” şeklindeki anayasal hüküm de maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı çerçevesinde bireylerin fiziksel ve ruhsal olarak zarar görmeyecekleri, asgari koşulları sağlanmış sağlıklı bir çalışma ortamı içinde bulunabilmelerini güvence altına almaktadır.
67. Mobbing olarak tabir edilen ve çalışanlara yönelik iş yerlerinde gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma, dışlama, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan, mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine ve özellikle ruh sağlıklarına zarar veren, bireylerin yaşamlarına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine ulaşan, kasıtlı biçimdeki olumsuz tutum ve davranışlar bütünü olarak tanımlanan psikolojik taciz niteliğindeki eylem, işlem ya da ihmallerin gerek Anayasa gerekse Sözleşme ile güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması, geliştirilmesi ve gerçekleştirilmesi hakkı bağlamında korunmayacağı açıktır. Mobbing mahiyetindeki bu tür davranışların önlenmesi için tedbirler alınması ve gerçekleştirildiğine yönelik şikâyetlerin etkili şekilde incelenmesi anayasal bir gereklilik olduğu gibi yıldırıcı ve kasıtlı tutumlara maruz kalanların uğradıkları maddi ve manevi zararların giderilip sorumluların yasal çerçevede cezalandırılmaları da bu gerekliliğin bir devamını oluşturmaktadır.
68. Çalışanların adil çalışma koşulları altında güvenli ve sağlıklı ortamlarda çalışmaları ile ilgili hususlar, insan hakları ile ilgili diğer birtakım uluslararası hukuk belgelerinde de yer almaktadır. Örneğin Türkiye’nin 27/9/2006 tarihinde onayladığı 3/5/1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 26. maddesinde, tüm çalışanların onurlu çalışma haklarının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak çalışanların birey olarak iş yerinde ya da işle bağlantılı olarak maruz kaldıkları kınanacak ya da açıkça olumsuz ya da suç oluşturan, tekrarlanarak devam eden eylemler konusunda bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunların engellenmesi konusunda desteklenmesi ve çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik tüm uygun önlemlerin alınması taraf devletlerin taahhüdü olarak düzenlenmiştir (bkz. § 26).
69. Bireylerin çalışma ortamlarında maruz kaldıklarını ileri sürdükleri eylem, işlem ya da ihmallerin mobbing olarak nitelendirilmesi her somut olayın kendi bütünlüğü içinde değerlendirilmesiyle mümkündür. Müdahalelerin iş yeri ile ilgili, iş yerinde çalışan diğer şahıslar tarafından süreklilik arz edecek şekilde tekrarlanan, sistemli ve kasıtlı, yıldırma ve dışlama amaçlı; mağdurun kişiliğinde, mesleki durumunda ve sağlığında zarar ortaya çıkaran nitelikte olması gerekir. Müdahalelerin neden olduğu sonuçların boyutu; mağdurun konumuna, muamelelerin süresine, sıklığına, kim ya da kimler tarafından gerçekleştirildiğine, mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumuna kadar birçok faktöre göre değişebilmektedir.
70. Mevzuatın yorumlanmasıyla ilgili sorunları çözmek, öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Sistemli olarak sürdürüldüğü iddia edilen psikolojik tacizlerin nihai ve somut görünümü olduğu anlaşılan idari görevin sonlandırılması ve disiplin cezalarının tesis edilmesi şeklindeki işlemlerin hukukiliğinin incelenmesinde olayın tüm tarafları ile doğrudan temas hâlinde bulunan derece mahkemelerinin olayın koşullarını değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda bulunduğu tartışmasızdır. Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu kuralların yorumunun Anayasa’ya uygun olup olmadığını belirlemekle sınırlıdır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, derece mahkemeleri tarafından izlenen usulü denetleme ve özellikle mahkemelerce işlemlere dayanak teşkil eden mevzuat hükümleri yorumlanıp uygulanırken Anayasa’nın 17. maddelerindeki güvencelerin gözetip gözetilmediği, müdahalelerin varlığının tespiti hâlinde bu müdahalelerin kanunilik ilkesine dayandırılıp dayandırılmadığı ve müdahaleyi haklı kılan diğer anayasal sebeplerin var olup olmadığı ile tüm süreç ele alındığında söz konusu eylem, işlem ya da eylemlerin kişinin maddi ve manevini varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlali anlamına gelip gelmediği hususlarında her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirmeler yapmak yetkisine sahiptir.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
i. Müdahalenin Varlığı
71. Somut başvuru açısından, başvurucunun görev yaptığı kamu kurumunda mesleki nedenlerle yürütülen bir soruşturma neticesinde idari görevinin geri alındığı ve üç kez ihtar disiplin cezasıyla cezalandırıldığı açıktır. Soruşturmaya konu edilen eylemler ile soruşturma raporu içeriğinden ve idarenin aldığı kararlardan anlaşıldığı üzere başvuruya konu edilen süreç açısından müdahale iddiaları başvurucunun kurum içindeki ve dışındaki birtakım davranışlarının disiplin talimatlarına aykırı olduğu gerekçesiyle kendisine yönelik ithamlarda bulunulması ve neticede idari görevinden alınıp disiplin cezalarıyla cezalandırılması şeklindedir. Bu şartlar altında, belirli yoğunlukta devamlılık gösterdiği belirtilen birçok eylem ve işleme dayanılarak verilen disiplin cezası kararları ile idari görevin sonlandırılması kararının, başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
72. Anayasa'nın 17. maddesinde maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı açısından herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki, § 33).
73. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
74. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa'da yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
Kanunilik
75. Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa hukukunda önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki, § 36).
76. Başvuruya konu disiplin cezası uygulamaları ve idari görevin sonlandırılması ile devam eden yargısal sürecin 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendi ile 1702 sayılı Kanun’un 20. maddesi ve Mesleki ve Teknik Eğitim Yönetmeliği temelinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
Meşru Amaç
77. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde çalışmasını sağlamak, onur ve saygınlığını korumak amacıyla tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından disiplin cezalarının amacı; kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir. Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 657 sayılı Kanun’un 124. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacı ile ...” ifadesi de disiplin cezalarının belirtilen amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi belirtilen meşru temellere dayanmaktadır (Sevim Akat Eşki, § 43). Ayrıca bölüm şefliği görevinin sonlandırılması ile ilgili olarak bunun idari bir görev olduğu ve adli ya da idari soruşturma sonucu hazırlanan raporların yetkili amir ve kurullarca değerlendirilmesi sonucuna göre bölüm şefliğinden alınması uygun bulunanların idare tarafından işlem şartlarının hukukiliği gözetilerek görevlendirmelerin iptal edilebileceği dikkate alındığında bu müdahalenin kamu hizmetinin sürekliliğinin sağlanması ve kamu yararının gözetilmesi gibi meşru temellere dayandığı anlaşılmaktadır.
Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve Ölçülülük
78. Kanuni dayanağı bulunan ve meşru amaç taşıyan müdahalelerin ihlal teşkil etmemesi için Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen demokratik toplum düzeninde gereklilik, hakkın özüne dokunmama ve ölçülülük şeklindeki güvence ölçütlerine uygun olması gerekir.
79. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil; koşulları, nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 71).
80. Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup bu yönüyle her temel hak açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu çerçevede hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz hâle getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların hakkın özüne dokunduğu kabul edilmelidir. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı bağlamında da bu hakkın ortadan kaldırılması, hakkın kullanılamaz hâle getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin bu hakkın özünü zedeleyeceği açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesi anlamına gelen orantılılık unsurlarını içermektedir (Marcus Frank Cerny, § 72; AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).
81. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu denge, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının sınırlandırılmasında da gözönünde bulundurulmalıdır. Sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,sınırlandırma ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir. Bu noktada belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlandırma yapılıp yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkını ihlal ettiği iddia edilen eylem ve işlemlerin temelini oluşturan meşru amaç karşısında bireye düşen fedakârlığın ağırlığının gözönünde bulundurulması ve gözetilen genel yararın gerekleri ile bireyin temel hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi zorunludur (Marcus Frank Cerny, § 73).
82. Kamusal makamların bir hakkın sınırlandırılması sürecinde iki ayrı aşamada takdir yetkisi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, sınırlama ölçütünün seçimidir. İkincisi ise ilgili sınırlama ölçütü çerçevesinde izlenen meşru amacı gerçekleştirmek üzere yapılan sınırlamanın gerekliliğidir. Ancak kamusal makamlara tanınan bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp ihlal iddiasına konu önlemin anayasal temel hak ve özgürlüklerle bağdaşır olması yani müdahaleyi meşrulaştırmak üzere kullanılan argümanların elverişli, zorunlu ve orantılı olması gerekir (Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 108).
83. Belirtilen takdir yetkisi, her bir vakıa özelinde ayrı bir kapsama sahiptir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği ve bunun birey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı daralmakta veya genişlemektedir (Bülent Polat, § 109).
84. Bireyin maddi ve manevi varlığına veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğunda takdir yetkisi daha dardır. İş yaşamının olağan stres ve yorgunluğunun dışında çalışan bireyleri sistematik olarak kasıtlı psikolojik tacizlerle yıldırmak suretiyle maddi ve manevi bütünlüklerine yönelen saldırılar söz konusu olduğunda ise bu tür müdahalelerin meşru görülebilmesi mümkün olmamalıdır. Zira maddi ve manevi varlığın korunması hakkının, bireyin ruhsal bütünlüğünün zarar görmemesi ve sağlıklı bir iş ortamında yaşamın sürdürülebilmesi için gerekli olan en temel haklardan biri olduğu açıktır.
85. Öte yandan personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda, kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Her idari işlem ve eylemin amacının kamu yararını sağlamak olduğu dikkate alındığında söz konusu takdir yetkisi amacı dışında bireylerin ruhsal bütünlüklerini zedeleyecek şekilde kullanılamaz. İş yaşamında gerek idarecilerin gerekse aynı konumdaki diğer çalışanların kimi eylem ve işlemleri bireyin psikolojik olarak yıpranmasına ve yılmasına neden olabilmektedir. Özellikle disiplin soruşturmaları yapılarak çalışanların disiplin cezaları ile cezalandırıldığı ya da idari bir görev üstlenenlerin görevlerinden alındığı durumlarda yoğunluğuna ve sürekliliğine göre etkileri her olaydaki koşullara göre kişiden kişiye değişen, sübjektif bir algı olan, kişinin maddi ve manevi varlığına zarar verebilen psikolojik taciz kavramı ortaya çıkabilmektedir.
86. Bu noktada her somut olay bazında yapılacak değerlendirmelerle olaya özgü objektif kriterleri belirlemek ve mobbing anlamına gelebilecek maddi ve manevi varlığın korunması hakkını sınırlayan müdahaleler söz konusu olduğunda bireylerin asgari güvence ölçütlerinden faydalanmalarını sağlamak gerekir. Özellikle bireylerin anılan temel hakkı ile kamu hizmetinin aksatılmadan gereği gibi yürütülmesini gerektiren meşru menfaat arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının gözönünde bulundurulması zorunludur.
87. Ayrıca kişinin maddi ve manevi varlığının etkili şekilde korunabilmesi ve geliştirilebilmesi için usule ilişkin güvencelerin de gözetilmesi gerekir (Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 48). AİHM kararlarına göre Sözleşme'nin 8. maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç, başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72; Blecic/Hırvatistan; B. No: 59532/00, 29/7/2004, § 68).
88. Başvuruya konu disiplin işlemleri ile idari görevin geri alınması işleminin yukarıda belirtilen meşru temellere dayandığı açık olmakla birlikte başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkına bir müdahale teşkil ettiği anlaşılan sınırlamaların, belirtilen hakkın özüne dokunarak hakkı anlamsız kılacak ölçüde olmaması gerekmektedir. Bu noktada, somut başvuru özelinde başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesi çerçevesindeki bireysel yararı ile kamunun yararı ya da yine bir başka bireyin yararı arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığı incelenmelidir.
89. Başvuru konusu idari ve yargısal sürecin değerlendirilmesinden başvurucunun kimya teknolojisi öğretmeni ve aynı zamanda kimya teknolojisi bölüm şefi olarak görev yaptığı okulun müdürü tarafından hakkında soruşturma yapılması talebiyle 3/4/2012 tarihinde sunulan talep dilekçesi doğrultusunda ihlale neden olduğu ileri sürülen süreç başlamış ve başvurucu hakkındaki yedi iddia, görevlendirilen il eğitim denetmenleri tarafından başvurucunun okul müdürü hakkındaki iddiaları ile birlikte soruşturulmuştur. Okul müdürü ile başvurucunun yakın tarihlerde birbirleri hakkında verdikleri soruşturma talepli dilekçeler ile soruşturma kapsamında alınan ifadelerde dile getirdikleri beyanlar dikkate alındığında bir süredir devam eden anlaşmazlıklarının bulunduğu açıktır. Okulun genel sevk ve idaresi ile görevli olan okul müdürü ile bölüm şefi olan başvurucu arasındaki bu anlaşmazlığa bağlı olarak gerçekleştirildiği ileri sürülen eylem ve işlemlerin başvurucunun psikolojik tacizlere maruz bırakılarak maddi ve manevi varlığına zarar verildiği şeklinde değerlendirilebilmesi için sürece ilişkin tüm hususların incelenmesi ve kamu yararı ile başvurucunun bireysel yararı arasında adil bir dengenin kurulamamış olması gerekir.
90. Başvurucu hakkında soruşturulan yedi iddia, başvurucunun maruz kaldığını ileri sürdüğü psikolojik tacizlerin nedeni olarak belirtilen eylem ve işlemlerden oluştuğundan söz konusu idari soruşturma ile bu sürecin tümden ele alınıp değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla idari soruşturmanın hem içerik hem de usul yönünden etkililiğinin incelenmesi ile hem soruşturmaya konu eylem ve işlemlerin beden ve ruh bütünlüğünü zedeleyip zedelemediği hem de bizatihi soruşturma yapılması ve neticesinde tesis edilen işlemler ile başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının göz ardı edilip edilmediği hususları ortaya konmuş olacaktır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi özellikle müdahalelerin ölçülülüğü noktasında derece mahkemelerinin ileri sürdüğü gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını incelemek durumundadır.
91. Kırıkkale İl Millî Eğitim Müdürlüğünün 275 ve 413 sayılı soruşturma oluru ile yürütülen soruşturma kapsamında, il eğitim denetmenleri tarafından okul müdürü ve başvurucu ile birlikte aynı okulda görev yapan ve aralarında başvurucu ile aynı bölümde çalışanların da olduğu on üç öğretmenin ve aynı okulda çalışan üç hizmetlinin tanık sıfatıyla ifadelerinin alındığı, ders dağıtım çizelgelerinin ve başvurucu hakkında farklı tarihlerde tutulan tutanakların incelendiği ve başvurucunun ayakta tedavi beyan belgelerinin soruşturma dosyasına eklendiği görülmüştür. Soruşturma dosyasının içeriği incelendiğinde toplanan belgelerin ve özellikle başvurucu ile aynı çalışma ortamını paylaşan diğer öğretmenlerin tanıklıklarına başvurulup sürecin detaylı şekilde irdelenmesinin soruşturmaya konu edilen iddiaların gerçekliğini ortaya koyacak yeterlilikte olduğu anlaşılmaktadır.
92. Başvurucunun bölüm şefliği görevinden kaynaklanan yönetim ve koordinasyon görevini yapmadığı, bu görevleri bölümdeki diğer öğretmenlere bıraktığı iddiasıyla ilgili olarak yürütülen soruşturmada, özellikle başvurucu ile aynı bölümde görev yapan öğretmenlerin beyanlarının alınmış olması önemlidir. Bu özellikteki dört kimya teknolojisi öğretmeni dinlenmiş ve üçü tarafından başvurucu hakkındaki soruşturmaya konu iddiaları doğrulayacak şekilde, biri tarafından ise olay hakkında bilgi sahibi olmadığı şeklinde beyanlar verilmiştir. Ayrıca başvurucunun sorumluluğunda yapılması gereken zümre toplantılarının zamanında yapılmadığı, başvurucu hakkında tutulan 12/3/2012, 20/3/2012 ve 2/4/2012 tarihli tutanaklarda planlama, bakım ve onarım görevi için atölyede olması gereken başvurucunun öğretmenler odasında ve kütüphanede vakit geçirdiği yine 3/4/2012 tarihinde bir müdür yardımcısı ve iki kimya teknolojisi öğretmeni tarafından tutulan tutanakta, başvurucunun sorumluluğundaki atölyenin dağınık şekilde bırakıldığı tespit edilerek bu hususlar imza altına alınmıştır. Soruşturma neticesinde tüm hususlar gözönünde bulundurularak bu iddia bakımından başvurucuya 1702 sayılı Kanun’un 20. maddesine dayanılarak ihtar cezası verilmiştir.
93. Başvurucunun nöbetçi olduğu hâlde görevine geç geldiği ve İstiklal Marşı törenlerine katılmadığı iddiası ile ilgili olarak 19/3/2012, 26/3/2012 ve 2/4/2012 tarihlerinde müdür yardımcıları ve nöbetçi öğretmenin imzalarıyla tutulan tutanakların ve bu yöndeki tanık ifadelerinin soruşturma dosyasına eklendiği ve başvurucunun da ifadesinde hakkındaki bu iddiayı doğrulayan beyanlarda bulunduğu görülmüştür. Yine başvurucunun bölümlerde tutulması gereken tüketim malzemeleri sarf defterini tutmadığı ve idare tarafından yapılan uyarıları da dikkate almadığı iddiasıyla ilgili olarak başvurucunun ifadesinde hakkındaki bu iddiayı doğrulayan beyanlarda bulunduğu görülmüştür. Bu iki iddia bakımından da başvurucuya 1702 sayılı Kanun’un 20. maddesine dayanılarak iki ayrı ihtar cezası verilmiştir.
94. Başvurucunun bölüm öğretmenleri ve okul idaresi ile iş birliğine yanaşmaması nedeniyle okuldaki iş ve işlemlerin aksadığı iddiasıyla ilgili olarak bu tür davranışlar sergilediği yönünde tanık beyanları olmasına rağmen bu iddia ile ilgili başvurucuya herhangi bir disiplin cezası verilmemiştir. Ayrıca başvurucunun sürekli sevkli olarak görevini aksattığı iddiasıyla ilgili olarak sağlık kuruluşuna başvuru saati ve tedavinin bitiş saati ile ilgili bir yasal düzenlemenin bulunmadığı ve tedavinin de süre ile sınırlandırılamayacak bir süreç olduğu gerekçesiyle başvuru hakkındaki iddianın sübut bulmadığı sonucuna ulaşılmış ve başvurucuya herhangi bir disiplin cezası verilmemiştir (bkz. § 15).
95. Bu kapsamda yapılan idari soruşturmada başvurucunun tüm savunmalarının değerlendirilmiş olması, tanık ifadelerine eksiksiz başvurulması, ilgili belgelerin toplanıp incelenmesi, disiplin suçu oluşturan eylemlerin sübut bulduğunun soruşturmacılar tarafından ayrıntılı olarak gerekçelendirilerek tespit edilmesi ve ihtar disiplin cezasının niteliği dikkate alındığında 1702 sayılı Kanun’un 20. maddesine dayanılarak verilen ihtar disiplin cezalarının makul ve ölçülü bir müdahale olduğu ve bu hususta Derece Mahkemelerinin gerekçelerini ilgili ve yeterli şekilde oluşturdukları anlaşılmaktadır.
96. Ayrıca başvurucunun usule ilişkin gerekler gözetilerek gerçekleştirilen idari soruşturma neticesinde hazırlanan raporların yetkili amir ve kurullarca değerlendirilmesiyle bölüm şefliği görevinin geri alınması hususunda idarenin ilgili Yönerge (bkz. § 29) gereğince kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden takdir yetkisini kullandığı, söz konusu işlemin makul, öngörülebilir ve ölçülü bir müdahale olduğu ve Derece Mahkemelerince ilgili ve yeterli gerekçelerle iddiaların karşılandığı değerlendirilmektedir.
97. Başvurucuya yönelik gerçekleştirilen işlemlerin ayrı ayrı incelenmesinin yanında idarenin genel tutumunun dayandığı saiklerin irdelenmesi, en azından iddia edildiği gibi başvurucuyu sindirerek onu psikolojik olarak baskı tutmak kastıyla hareket edilip edilmediği hususunda genel bir değerlendirmenin ayrıca yapılması gerekir. Somut olay açısından başvurucu ile birlikte ve aynı idari kadroyla çalışan diğer öğretmenlerin ifadeleri belirleyici olabilir. Bu kapsamda başvurucuyla aynı okulda görev yapan ve ifadeleri alınan on üç öğretmen ile üç hizmetlinin ifade tutanakları incelendiğinde tümü tarafından, okul müdürünün başvurucu dâhil olmak üzere herhangi bir öğretmeni, personeli ya da başvurucuyu öğrencilerin ve öğretmenlerin yanında rencide etmediği, bu amaçla bir söz söylemediği ve psikolojik olarak baskı uygulamadığı şeklinde beyanlar verildiği görülmüştür.
98. Öte yandan tüm bu süreçte başvurucunun hakkındaki bilgi ve belgelere erişme imkânının sağlanmadığı ileri sürülmüş ise de disiplin cezalarının iptali istemiyle İdare Mahkemesinde açılan dava dosyası içeriğinde yer alan soruşturma raporu dâhil diğer bilgi ve belgelerin başvurucu tarafından incelenebilme imkânın elde edildiği anlaşılmaktadır.
99. Ayrıca başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen yukarıda değerlendirilenler dışında kişinin maddi ve manevi varlığını korumasını ve geliştirmesini güvenceleyen anayasal hakkın nasıl ihlal edildiğine ilişkin olarak ihlal iddiasına konu eylem, işlem ve ihmallerin içeriklerine dair başka kanıtlamada bulunulmadığı görülmektedir.
100. Sonuç olarak yukarıda belirtilen sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesinden başvurucuya yönelik eylem ve işlemlerin başvurucuyu sindirmek, dışlamak ve psikolojik olarak yıpratmak kastıyla sistematik biçimde gerçekleştirildiğine ve bu iddiaların sürekli olarak soruşturmalara konu edildiğine ilişkin bir sonuca ulaşılmadığı, idari görevin geri alınmasından ve hakkında disiplin cezaları verilmesinden ibaret müdahalelerin amaçlanan hedefler açısından makul ve ölçülü olduğu, söz konusu eylem ve işlemlerin başvurucunun yaşamına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine ulaşmadığından hakkın özüne dokunmadığı, Derece Mahkemelerinin gerekçelerini bu yönde ilgili ve yeterli şekilde oluşturdukları ve netice itibarıyla müdahalenin demokratik bir toplumda gereklilik ve ölçülülük ilkesine uygun olduğu kanaatine varılmıştır.
101. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.