TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
VAHAP AKAY VE RUHSAR AKAY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7963)
|
|
Karar Tarihi: 20/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah
PERDECİOĞLU
|
Başvurucular
|
:
|
1. Vahap
AKAY
|
|
|
2. Ruhsar AKAY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; Türkiye İmar Bankası TAŞ'ın (Banka) yetkisiz olarak
devlet iç borçlanma senedi satışında devletin sorumluluğunun bulunması, zararın
tazmini için açılan davanın dava devam ederken çıkarılan kanuna dayanılarak
reddedilmesi sonucu devam eden yargı sürecine müdahâlede
bulunulması nedenleri ile adil yargılanma, mülkiyet ve etkili başvuru
haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/10/2013 tarihinde Çanakkale 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek
bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/8/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
13/10/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular tarafından
Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular Bankadan başvuru formunda belirtilmeyen çeşitli
tarihlerde devlet iç borçlanma senedi (DİBS) satın alma işlemi yapmışlardır.
9. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Bankanın
Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından 21/11/1990 tarihinde aracılık
faaliyetlerinin durdurulmasına ve borsa üyelik belgesi iptal edilmiş olmasına
rağmen çeşitli gazete ve televizyonlarda ilan ve reklamlar vererek bono ve
tahvil piyasası işlemleri yapmaya devam ettiğini, çifte kayıt tuttuğunu ya da
DİBS işlemlerini kayıtlarına yansıtmadığını özellikle 2002 yılından sonra yoğun
olarak müşterilere satılan DİBS’lerin neredeyse
tamamının karşılıksız çıktığını ve açığa satılmış olduğunu tespit ederek
3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı kararı ile 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı
mülga Bankalar Kanunu’nun 14. maddesinin 3 numaralı fıkrası uyarınca adı geçen
Bankanın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinlerini kaldırmış;
Bankanın yönetim ve denetimini de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF)
intikal ettirmiştir.
10. Bu gelişmeler üzerine başvurucular Bankanın denetlenmesinde
gereken dikkat ve özeni göstermedikleri gerekçesiyle hizmet kusurlarının
bulunduğunu belirterek uğradıkları 269.446,60 TL zararın faiziyle birlikte
giderilmesi istemiyle BDDK ve SPK aleyhine 19/4/2004 tarihinde Ankara 5. İdare
Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır.
11. Yapılan yargılama sonunda Ankara 5. İdare Mahkemesinin
26/5/2006 tarihli ve E.2004/1480, K.2006/1462 sayılı kararıyla başvurucuların
uğradıkları zararın meydana gelmesinde davalı idarelerin hizmet kusurlarının
bulunduğu belirtilerek davanın DİBS işlem tutarı olan 173.909,10 TL üzerinden
kısmen kabulüne karar verilmiştir.
12. Ankara 5. İdare Mahkemesinin bu kararına karşı davalı
idareler tarafından temyiz kanun yoluna başvurulmuş, dosya temyiz aşamasında
iken 24/5/2007 tarihli ve 5667 sayılı Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat
Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet
İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesi Hakkında
Kanun ile 13/7/2007 tarihli ve 2007/12398 sayılı Bankacılık İşlemleri Yapma ve
Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince
Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesine
İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Karar (BKK) yürürlüğe girmiştir.
13. Temyiz incelemesi sonucunda Danıştay Onüçüncü
Dairesinin 25/2/2008 tarihli ve E.2007/11877, K.2008/2728 sayılı ilamıyla adı
geçen Banka aracılığıyla satın alınan devlet iç borçlanma senetlerinin
ödenmelerine dair yeni yasal düzenleme ve Bakanlar Kurulu Kararı dikkate
alınarak yeniden bir karar verilmek üzere kararın bozulmasına ve yeniden bir
karar verilmek üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine
hükmedilmiştir.
14. Öte yandan başvurucular tarafından 5667 sayılı Kanun ve
2007/12398 sayılı Karar uyarınca ilgili idareye müracaatta bulunulması üzerine
başvuruculara ibraname imzalamaları sonucunda iç borçlanma senedi karşılığı
olarak 17/1/2008 tarihinde ayrı ayrı 111.448,79 TL olmak üzere toplamda
222.897,58 TL ödeme yapılmıştır.
15. Danıştay Onüçüncü Dairesinin
25/2/2008 tarihli bozma ilamına uyan Ankara 5. İdare Mahkemesi 6/10/2009
tarihli ve E.2009/1320, K.2009/1256 sayılı kararıyla yasal düzenleme ile
giderilecek olan zararın tazmini istemiyle açılan davanın konusu kalmadığı
gerekçesine dayanarak dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir.
16. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi sonucu
Danıştay Onüçüncü Dairesi 5/12/2011 tarihli ve
E.2010/679, K.2011/5577 sayılı ilamıyla onamaya hükmetmiş; karar düzeltme
istemini de 2/7/2013 tarihli ve E.2012/380, K.2013/1974 sayılı ilamıyla reddetmiştir.
17. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvuruculara
13/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucular 8/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
19. Anayasa Mahkemesince 9/2/2016 tarihinde TMSF Başkanlığına
müzekkere yazılarak başvurucuların 5667 sayılı Kanun uyarınca talepte bulunup
bulunmadığı hususun bildirilmesi ile talepte bulunulmuş ise ödeme yapılıp
yapılmadığı hususunun bildirilmesi istenmiştir.
20. TMSF Başkanlığınca Anayasa Mahkemesine gönderilen 1/3/2016
tarihli cevap yazısında başvurucuların 5667 sayılı Kanun kapsamında 4/12/2007
tarihinde talepte bulundukları ve bu talep doğrultusunda 15/1/2008 tarihinde
Ziraat Bankası A.Ş. Çanakkale şubesine her bir başvurucu adına ayrı ayrı
111.448,79 TL tutarında ödeme yapıldığı ilgili şube tarafından da bu ödemenin
17/1/2008 tarihinde başvuruculara ödendiği bildirilmiş, yazı ekinde bu
işlemlere ilişkin bilgi ve belgeler sunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
21. 4389 sayılı mülga Kanun’un 10.
ve 16. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:
“Madde 10
...
2. ...
b) Tasarruf mevduatı, gerçek kişiler tarafından bu nam altında
açtırılan ve ticari işlemlere konu olmayan mevduattır. ...
…
3. 17.2.1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin rehinlere ve
22.4.1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanununun
alacağın devir ve temlikine ilişkin hükümleri ile diğer kanunların verdiği
yetkiler ve koyduğu yükümlülükler saklı kalmak şartıyla, mevduat sahiplerinin
mevduatlarını geri alma hakları hiçbir suretle sınırlandırılamaz. Mevduat
sahibi ile banka arasında vade ve ihbar süresi hakkında kararlaştırılan şartlar
saklıdır.”
“Madde 16
...
3. Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankada mevduat
sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik tedbirleri alır.
Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankanın 17 nci maddede sayılan
ilgililerinin mal, hak ve alacaklarına Fonun talebi üzerine mahkeme tarafından
teminat şartı aranmaksızın ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz konulabilir. Bu
şekilde alınan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karar tarihinden
itibaren altı ay içinde dava ve icra-iflas takibine konu olmaz ise
kendiliğinden ortadan kalkar. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme
izninin kaldırıldığı tarihten itibaren bankanın alacaklıları, alacaklarını
temlik edemez veya bu sonucu doğurabilecek işlemleri yapamazlar. Fon, yönetim
ve denetimi kendisine intikal eden bankadaki sigortalı mevduatı doğrudan veya
ilan edeceği başka bir banka aracılığı ile ödeyerek, mevduat sahipleri yerine
bankanın doğrudan doğruya iflasını ister. Bu görev ve yetki münhasıran Fona
aittir. ...”
22. 5667 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
“(1) Mülga 18/6/1999 tarihli ve
sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin
(3) numaralı fıkrası uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun
3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı Kararı ile bankacılık işlemleri yapma ve mevduat
kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketi tarafından,
Banka bünyesinde karşılığında Devlet iç borçlanma senedi bulunmamasına rağmen
ikincil piyasada Devlet iç borçlanma senedi satışı adı altında toplanan
tutarlar, başvuru hâlinde bu Kanunda belirlenen esaslar çerçevesinde Hazine
Müsteşarlığınca ihraç edilecek özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri
kullanılmak suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu aracılığıyla ödenir.
(2) Bu Kanun uyarınca yapılacak ödemelerde; hak sahipliğinin tespitinde
Müflis Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketinin kayıtları esas alınır. Hak
sahiplerinden talep toplanması, talep toplamanın şekli ve süresi, hak
sahipliğinin ispatında aranacak belgeler, ödemeye aracı olacak bankanın
tespiti, nakden ve defaten yapılacak ödemenin şekli ve süresi ile kesinleşmiş
idarî yargı kararlarına veya bu nitelikteki kararlara dayalı icra takiplerine
ilişkin her türlü ödemeler, uygulanacak faiz oranı ile faizin başlangıç tarihi,
hak sahiplerine yapılacak ödeme nedeniyle istenebilecek ibraname ve diğer
belgelerin içeriği ile ödemelere ilişkin diğer usûl
ve esaslar Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.
(3) Bu Kanun kapsamında yapılacak ödemelerde, Türkiye İmar Bankası Türk
Anonim Şirketine Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla yatırılan tutarları
ifade eden işlem tutarları esas alınır.”
23. 5667 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1) Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla Türkiye İmar Bankası
Türk Anonim Şirketine yatırılan tutarlar nedeniyle idarî yargı mercilerinde
açılan davalar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır.”
24. 5667 sayılı Kanun'un 1. maddesine göre Bakanlar Kurulu
tarafından çıkarılan 13/7/2007 tarihli ve 2007/12398 sayılı "Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul
Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet İç
Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesine İlişkin Esas
ve Usuller Hakkında Karar"ın
(BKK) 1, 3 ve 4. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:
"MADDE 1-
(1) Bu
Kararın amacı; bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan
Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet iç borçlanma senedi satışı
adı altında toplanan tutarların ödenmesine ilişkin esas ve usullerin
düzenlenmesidir.”
“MADDE 3-
1) Banka tarafından toplanan işlem tutarları
ve bu Kararın 4 üncü maddesinin altıncı fıkrası
uyarınca işleyecek faizleri, bu Karar hükümlerine göre başvuran hak
sahiplerine, ekte yer alan taahhütname ve ibraname ödeme sırasında Ödeme
Bankası tarafından alınmak kaydıyla, Fon aracılığıyla ödenir. Fon tarafından,
bu fıkra kapsamında aktarılan tutarlara ilişkin bilgiler yazılı ve elektronik
ortamda BDDK, SPK ve Müsteşarlığa bildirilir.
(2) Bu Karar kapsamında kesinleşmiş idari
yargı kararlarına dayanan her türlü ödemeler; hak sahiplerinin kesinleşme
şerhli ilam ve aşağıdaki belgelerle birlikte BDDK ve SPK'ya ayrı ayrı yapacakları
yazılı başvuru üzerine, anılan idarelerin Fona yapacakları ortak bildirimini
müteakip, Fon tarafından ödeme tarihine kadar hesaplanacak faizleri ile
birlikte Ödeme Bankasına altmış gün içinde aktarılır.
...”
"MADDE 4-
(1) 3 üncü maddenin
birinci fıkrası kapsamında ödeme talep edenkişiler
tarafından, bu Kararın yayımı tarihinden itibaren yirmi gün içinde, iadeli taahhütlüposta yolu ile veya özel şirketler aracılığıyla
imza karşılığı teslim suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu adına başvuru
merkezi olarak belirlenen “Büyükdere Caddesi Bentekİşhanı
No:47 K:1Mecidiyeköy 34387 Şişli – İstanbul” adresine başvurulur.
...
(6) Bu madde kapsamındaki ödemelerde anapara
olarak işlem tutarı esas alınır. Söz konusu tutara, 19/1/2004 tarihinden bu
maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru süresinin son gününe kadar,
Türkiye İstatistik Kurumunca bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru
süresinin son günü itibarıyla açıklanmış olan en son Tüketici Fiyat Endeks
sayısının, tahakkuk dönemi başlangıç tarihinde açıklanmış en son Tüketici Fiyat
Endeks sayısına bölünmesi ile bulunan oran üzerinden faiz tahakkuk ettirilir.
...
(10) Bu maddenin birinci fıkrasında yer alan
yirmi günlük sürenin bitiminden sonra yapılacak başvurular ile süresi
içerisinde yapılmış olmakla birlikte bu maddenin dördüncü fıkrası hükmü saklı
kalmak kaydı ile evrakı eksik olan başvurulara ilişkin ödemeler, gecikmeli
talebin Fona ulaştığı veya eksik bilgi ve belgelerin tamamlanarak Fona
ulaştırıldığı tarihten itibaren altmış gün içinde Fon tarafından, altıncı fıkra
çerçevesinde hak sahiplerine ödenmek üzere Ödeme Bankasına aktarılır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
26. Başvurucular açtıkları dava görülmekte iken çıkarılan 5667
sayılı Kanun ile yargılamaya müdahale edildiğini, bunun sonucunda Mahkemece
davanın konusu kalmadığı gerekçesiylekarar
verilmesine yer olmadığına hükmedildiğini, söz konusu Kanun ile öngörülen giderim
yolunun da gerçek zararlarını karşılamadığını belirterek adil yargılanma,
mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler; 520.235
TL tutarındaki zararlarının bireysel başvuru tarihinden itibaren işleyecek
faizi ile tazminine hükmedilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
27. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
28. Başvurucuların 5667 sayılı Kanun ile yetkisiz DİBS
satışından dolayı uğranılan zararın giderimi yoluna gidildiği ancak uğranılan
gerçek zararının karşılanmadığı şikâyetinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası
kapsamında; yargılama devam ederken yapılan düzenlemeler ile yargılamaya
müdahale edildiği şikâyetinin silahların eşitliği ilkesinin ihlali iddiası
kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
29. Başvurucular yetkisiz DİBS satışı nedeniyle uğradıkları zararın
5667 sayılı Kanun ve 2007/12398 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'nda öngörülen
giderim yolunda giderilmeye çalışıldığını ancak bu yolun zararının tamamını
karşılamada yetersiz kaldığını belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
30. Bakanlığın görüş yazısında, özetle konuya ilişkin Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına değinilmekle birlikte 5667 sayılı
Kanun ve ilgili Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca başvuruculara anapara ile
TEFE-TÜFE faizi eklenmek sureti ile ödeme yapılması imkânının bulunduğu, ihlal
iddiaları değerlendirilirken başvurucuların bu imkândan yararlanıp
yaralanmadığı hususunun dikkate alınması gerektiği, bu kapsamda başvurucuların
mülkiyet hakkınına müdahalede bulunulup
bulunulmadığı, müdahalenin varlığının tespiti hâlinde ise meşru amaç yasallık,
kamu yararı ve adil denge kriterleri yönünden değerlendirmenin Anayasa
Mahkemesince yapılabileceğinin gerektiği belirtilmiştir.
31. Başvurucular Bakanlığın görüşüne karşı herhangi bir beyanda
bulunmamışlardır.
32. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. ...”
33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
34. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip
olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel
başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından
yapılabilir.”
35. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin
bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı
fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi
için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar,
başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya
işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun “güncel bir hakkının ihlal edilmesi” bu ihlalden dolayı
kişinin “kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların
sonucunda başvurucunun kendisinin “mağdur”
olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur
Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).
36. Bireysel başvuruda “mağdur”
kavramı davada menfaat veya dava ehliyeti kuralları gibi kurallardan bağımsız
bir şekilde yorumlanmaktadır. Bu kavramın yorumu günümüzde toplumun koşulları
ışığında değişime tabi olup bu kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde
uygulanmalıdır (Arman Mazman,
B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 40).
37. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bir hakkın ihlaline
karar verilebilmesi için mağdurluk statüsünün ve/veya başvuruya konu olan kamu
gücü kullanımına dayalı temel nedenlerin başvuru hakkında karar verileceği
zamana kadar devam etmesi gerekir. Mağdurluk statüsünün devamı konusunda
değerlendirme yapılırken başvurucunun şikâyet ettiği hususların hâlâ mevcut
olup olmadığı ve muhtemel hak ihlalinin etkilerinin giderilip giderilmediği
incelenmelidir (Arman Mazman,
§ 41).
38. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır. Anayasa’ya göre bu hak mutlak bir hak olmayıp ancak kamu yararı
amacıyla ve kanunla bu hakka sınırlama getirilebilir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No:
2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).
39. Mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde
kullanılabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı olmayıp
özellikle başvurucuların kamu makamlarından meşru beklentilerinin olduğu
tedbirler ile mülkünden etkili bir biçimde yararlanabilmeleri arasında doğrudan
bir bağ bulunduğu durumlarda ayrıca pozitif koruma önlemlerinin de alınması
gerekmektedir (Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, §
134).
40. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan
Anayasa’nın 5. maddesi kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri
kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir.
Bahsedilen Anayasa hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin
gerçekleştirilmesine yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir.
Anayasa’nın pek çok maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve
gerçekleştirilmesi için devletin alacağı tedbirlerden bahsedilmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No:
2012/1035, 17/7/2014, § 38).
41. Bireylerin Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) ortak koruma alanında bulunan temel haklara özel hukuk kişileri
tarafından yapılan müdahaleler sonucu haklarının zarar gördüğü kimi durumlarda
devlete atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilir. Devletin bu tür haksız
müdahalelere karşı bireylerin mülkiyet hakkının korunması için etkili iç hukuk
yolları ihdas ederek yapılan müdahalelere karşı özellikle mahkemelere başvurmak
suretiyle koruma talep edebilmelerini sağlaması ve yapılacak yargılamalarda
özel kişilerin çatışan hakları arasında tercih yaparken mahkemelerce Anayasaya
uygun yorumla temel hakların korunması gerekmektedir. Böylelikle devlet, etkili
bir iç hukuk yolu ihdas ederek adalet ve hakkaniyete uygun bir yargılama ortamı
oluşturarak üzerine düşen görevi yerine getirmiş olacaktır (Türkiye Emekliler Derneği, § 39).
42. Somut başvuruya konu davada başvurucuya elinde DİBS olmadan
ve ikincil piyasada bunları satma yetkisi bulunmayan Banka tarafından
karşılığında bedeli alınarak DİBS satışı gerçekleştirilmiştir. Satışı yapan ve
başvurucuların zararına neden olan Banka bir özel hukuk tüzel kişisidir.
Başvurucuyu mülkünden mahrum bırakan işlemin kamu gücü kullanılmasından
kaynaklanmadığında bir şüphe bulunmamaktadır (Turgay
Şen, B. No: 2013/6941, 6/1/2016, § 40).
43. Bununla birlikte Anayasa’nın 167. maddesinin ilk fıkrasında “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet
piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici
tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve
kartelleşmeyi önler.” denmektedir. 4389 sayılı mülga Kanun ve
19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu da bahsedilen Anayasa hükmü
ile devlete verilen finansal piyasaların güven içinde çalışması ve tasarruf
sahiplerinin haklarının korunması amacıyla çıkarılmıştır. Nitekim 5411 sayılı
Kanun’un 1. maddesinde bu amaç “Bu Kanunun
amacı, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanmasına, kredi sisteminin
etkin bir şekilde çalışmasına, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin
korunmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir.” şeklinde
ifade edilmiştir. Bahsedilen Kanunlar ile birçok kanun bu amacı gerçekleştirmek
için kamu kurumları (BDDK, TMSF ve SPK gibi) ihdas ederek finans piyasalarının
güven ve istikrarını sağlama ve tasarruf sahiplerinin haklarını koruma görevini
bu kurumlar vasıtasıyla devlete yüklemiş ve bu amaçla mevduat sigortası gibi
sistemler kabul etmiştir (Turgay Şen, §
41).
44. Mali piyasalarda faaliyet gösteren kurumların düzenlenmesi
ve denetlenmesi devletin görevleri arasında yer almakta olup bu görevin yerine
getirilmemesinde başta ilgili kamu kurumları olmak üzere kamu sorumluluğu
bulunduğu açıktır. Bu çerçevede karşılığı olmayan DİBS satışı nedeniyle
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol kapsamında pozitif yükümlülüklerinin
Mahkemece de tespit edildiği şekilde gereği gibi yerine getirilmediği
anlaşılmaktadır.
45. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük
ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Bunun yanında
ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme
yükümlülüğü, somut olayın koşullarına bağlı olarak düzenleme/kontrol yetkisinin
kullanıldığı durumlarda gerekmeyebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, §§ 83, 84, 91).
46. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümünce incelenerek 6/1/2016
tarihinde karara bağlanan ve incelenmekte olan başvuru ile aynı şikâyetlerin
ileri sürüldüğü Turgay Şen başvurusu
kapsamında konu ile ilgili TMSF'den bilgi istenmiş
cevap olarak sunulan 20/11/2015 tarihli yazıda 5667 sayılı Kanun kapsamında
Bankanın karşılığı olmayan DİBS satışı nedeniyle Kanun'un yayım tarihinden
19/10/2015 tarihine kadar toplam elli dört etapta 22.095 hesapta 26.140 işlem
karşılığı 725.044.483,41 TL anapara olmak üzere 965.324.216,36 TL ödeme
yapıldığı 2007/12398 sayılı BKK’nın 4. maddesinin
onuncu fıkrasında geçen sürenin hak düşürücü süre olarak uygulanmadığı ve
ilgili belgeler tamamlanarak başvurulması hâlinde altmış gün içinde ilgilisine
ödeme yapıldığı, hâlen bu kapsamda kendilerine başvurmayan doksan yedi hak
sahibinin bulunduğu belirtilmiştir (Turgay
Şen, § 49).
47. Somut başvuruya konu davada başvurucular karşılığı
bulunmayan DİBS satışı nedeniyle DİBS'lerin işlem
tutarı olan 269.446,60 TL'nin işletilecek faizi ile birlikte ödenmesi talebinde
bulunmuşlar;Mahkemece
26/5/2006 tarihli karar ile DİBS'lerin işlem bedeli
olarak tespit edilen 173.909,10 TL tutarın dava tarihinden (19/4/2004) itibaren
işleyecek yasal faizi ile birlikte BDDK ve SPK’dan yarı yarıya tahsil edilerek
başvuruculara ödenmesine hükmedilmiştir. Karar temyiz aşamasında iken yürürlüğe
giren 5667 sayılı Kanun'la TMSF’ye başvurulması
hâlinde Bankaya DİBS almak amacıyla yatırılan bedelin işlem tarihinden ödeme
tarihine kadar tüketici fiyatları endeksi uygulanarak ödeneceği hükmü
getirildiğinden Danıştay 13. Dairesi karar verilmesine yer olmadığı
gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuş ve Mahkeme bozma kararına
uymuş, bu karar da temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek 2/7/2013 tarihinde
kesinleşmiştir. Bu arada başvurucular da 4/12/2007 tarihinde anılan Kanun
kapsamında idareye başvurmuşlar ve ibraname imzalamaları sonucunda iç borçlanma
senedi karşılığı olarak 17/1/2008 tarihinde toplam 222.897,58 TL ödeme
almışlardır. Başvurucular kendilerine ödeme yapılması ile birlikte 5667 sayılı
Kanun ile getirilen başvuru yolunun tüm zararlarını gidermediği gerekçesiyle
ilgili yargılama süreci kesinleştikten sonra Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunmuşlardır.
48. Başvurucular kendilerine satıldığını kabul ettiği DİBS’ler nedeniyle oluşan zararları için 5667 sayılı Kanun
ile getirilen giderim yolunun yetersiz kaldığını iddia etmektedirler.
49. Başvurucuların söz konusu iddiası daha önce bir başka
bireysel başvurunun konusu olarak Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümünün 6/1/2006
tarihli kararında değerlendirilmiştir (Turgay
Şen).
50. Anılan kararda, başvurucunun takip ettiği yargılama
sürecinin sonunda elde etmek istediği sonuç ile 5667 sayılı Kanun'da belirtilen
giderim yoluna başvurması hâlinde elde edeceği sonuç arasında mağduriyetin
giderilmesi yönünden ciddi bir farklılık bulunmadığı tespit edilmekle birlikte
mali piyasalarda faaliyet gösteren kurumların düzenlenmesi ve denetlenmesinin
devletin görevleri arasında yer aldığı belirtilmiştir. Ayrıca özel kişiler
arasında sözleşmeden kaynaklanan başvuru konusu zararın Bankanın kötü niyetli
yönetilmesi sonucu ortaya çıktığı, burada devletin sorumluluğunun pozitif
yükümlülükler kapsamında bulunduğu ve özel kişiler arasında yapılan sözleşmede
tarafların sözleşmenin yerine getirilmemesi nedeniyle oluşabilecek zarar
riskinin taraflar üzerinde olduğu daha düşük getirili ve daha düşük riskli
sözleşme yerine daha yüksek getiri sağlayan daha yüksek riskli sözleşmeyi
tercih edenlerin sorumluluğunun da gözönünde
bulundurularak bir dengeleme yapılmasının mülkiyet hakkının ihlali anlamına
gelmeyeceği ifade edilmiş; bu kapsamda daha önce karşılaşılmamış bir yolsuzluk
tipi olarak ikincil piyasalarda satış yetkisi bulunmadan ve/veya elinde DİBS
olmadan bireylere satış yapan Banka, sahip ve yönetiminin sebep olduğu Bankaya
el konmasını gerektirecek boyutta ciddi zararının ve Bankaya mevduat veya diğer
finansman enstrümanları almak için yatırdıkları tasarrufları hileli işlemlerle
ellerinden alınmış binlerce mudinin zararını
gidererek bankacılık sisteminin tekrar istikrar ve güvene kavuşturulması ile
devam eden binlerce davanın yargısal yollar tüketilmeden gerek yargıya iş yükü
olmasının gerekse zarara uğrayan mudilerin yargı külfetlerine katlanmasının
önüne geçmeyi amaçlayan 5667 sayılı Kanun'la getirilen düzenlemenin öngörülen
kamu yararı ile mudilerin mülkiyet hakları arasında sağlanması gereken adil
dengeyi koruduğu sonucuna ulaşılmış; ayrıca 5667 sayılı Kanun'la öngörülen başvuru
yolunun mülkiyet hakkını, sorumluluğu büyük oranda devlette kabul ederek
koruyan bir mekanizma olduğu, sorumluluklar arasında adil denge sağladığı,
ekonominin gerektirdiği kamu yararı ile kişilerin mülkiyet hakkının korunması
arasında adil dengeyi garanti altına aldığı, ilgili çözüm yolunun başvurucu
üzerinde aşırı ve ağır bir yük oluşturmadığı, başvurucunun iddia ettiği gibi
davası görülmeye devam etse dahi Danıştay içtihadının işlem bedelini kanuni
faizle ödenmesi yönünde olduğu ve bu yönde bir karar ile ödenecek meblağın 5667
sayılı Kanun yoluyla yapılacak ödemeden ciddi manada farklı olmayacağı ifade
edilerek anılan Kanun ile getirilen çözüm yolunun tüketilmesi gereken etkili
bir yol olduğu hüküm altına alınmıştır (Turgay
Şen, §§ 53-62).
58. AİHM de yetkisiz DİBS satışı nedeniyle 5667 sayılı Kanun
yoluna başvurduktan sonra taahhütname ve ibraname imzalatılması ile
zararlarının tam karşılanmamasından şikâyet eden başvuranların, ödemeleri kabul
etme konusunda devlet makamlarının baskısına maruz kalmadıklarını, bu kapsamda
söz konusu düzenlemenin temel amacının bankacılık sistemi ve mali sistemi
desteklemek ve bankacılığın etkinliğini güvence altına almak, bankacılık
sisteminin devamlılığı ile bu bankalarda hesapları olan kişilere yapılacak
ödemeler arasında bir denge sağlamak olduğu ve bu kapsamda müdahalenin meşru
amacının bulunduğunu ifade etmiş; bu kapsamda 5667 sayılı Kanun'a ilişkin
hükümler gereğince alacaklılar arasında adil yönetimin sağlandığını ve ulusal
ekonominin gerektirdiği genel yararın gerekleri ile kişilerin mülkiyet hakkının
korunması arasında adil dengenin garanti altına alındığını ve müdahalenin
başvuranlar üzerinde aşırı ve ağır bir yük oluşturmadığını değerlendirmiş ve
ilgili şikâyetler yönünden başvuruları kabul edilemez bulmuştur (Erdem ve Egin-Erdem/Türkiye,
B. No: 28431/06, 17/11/2009).
59. Bu kapsamda somut başvuruya konu şikâyet
değerlendirildiğinde başvurucuların 5667 sayılı Kanun'da öngörülen yola
başvurduğu ve kendilerine 17/1/2008 tarihinde toplam 222.897,58 TL ödeme yapıldığı,
bu bağlamda ve yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında (bkz. §§ 57, 58)
başvurucuların mağduriyetinin 17/1/2008 tarihinde sona ermiş olduğu sonucuna
varılmıştır.
60. Açıklanan nedenlerle başvurucuların mülkiyet hakkına yönelik
şikâyet yönünden mağdurluk statüsünü kaybettikleri anlaşıldığından başvurunun
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
61. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri silahların
eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule
ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin
diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını
makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına
gelmektedir (Yaşasın Aslan, B.
No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Kural olarak başvurucular davanın karşı
tarafına tanınan bir avantajın kendisine zarar vermiş olduğunu veya bu durumdan
olumsuz etkilendiğini ispat etmek zorunda değildirler. Taraflardan birine
tanınan diğerine tanınmayan avantajın, fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna
dair delil bulunmasa da silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılabilir (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793,
18/9/2014, § 37).
62. Devletin-kendisi taraf olsun ya da olmasın- davanın
taraflarından birini diğerine nazaran önemli ölçüde avantajlı hâle getiren
kanuni düzenlemeler yapması, silahların eşitliği ilkesi ve dolayısıyla
yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmesi kuralına aykırılık oluşturur. Bir
başka ifadeyle yasama organının, yargılamadaki taraflardan birinin lehine sonuç
doğuracak şekilde kanun çıkarttığı durumlarda, davanın taraflarının eşit konumda
olduğu söylenemez. Bunun için yargısal süreci etkilediği iddia edilen
düzenlemenin taraflardan birinin davadaki başarı şansını önemli ölçüde
azaltması, ortaya çıkan bu sonuç ile kanuni düzenleme arasında bir illiyet bağı
bulunması ve bu illiyet bağını kesen veya zayıflatan başka etken ortaya
çıkmamış olması gerekir (Zekiye Şanlı,
B. No: 2012/931, 26/6/2014, § 72).
63. Somut başvuruya konu davada 5667 sayılı Kanun'un yürürlüğe
girmesiyle başvurucunun davası ve benzer davalar hakkında karar verilmesine yer
olmadığına karar verilmiştir. Bu yönde kararın verilmesinin nedeni 5667 sayılı
Kanun'un yeni bir idari başvuru yolu sunması ve devam eden davaların bu yolla
çözümünü öngörmesidir.
64. Yukarıda anlatıldığı gibi 5667 sayılı Kanun'la öngörülen
yeni başvuru yolu, yargı yoluna gerek kalmadan mudilerin haklarını korumayı
amaçlamakta olup başvurucunun davası İlk Derece Mahkemesinde çıkan karar veya Danıştayın verdiği hükümle kesinleşmiş olsa elde edeceği
bedele yakın bir bedeli yargı masrafları ve süreçlerine katlanmadan elde
etmesini temin etmeyi amaçlamaktadır. Öngörülen bu yol başvurucuyu ve diğer
mudileri dezavantajlı duruma düşürme veya davanın esasını oluşturan tazminatı
devlet lehine kaldırmayı amaçlayan bir düzenleme olmayıp dava konusu edilmiş
bedeli (başvurucuların DİBS alımı işlemine konu ettikleri anapara miktarını)
enflasyon farkı ilave ederek yargısal yollara gerek kalmaksızın pratik ve hızlı
bir biçimde ödemeyi sağlamaktadır. Bu düzenlemenin kamu yararını sağlamanın
yanında uzun yargısal süreçler ve talep fazlası için aleyhe hükmedilen vekâlet
ücreti ve harçlar gibi yargı masraflarına katlanmadan sonuç almaya imkân
verdiğinden başvurucu dâhil benzer durumda olan mudilerin de yararını sağlamaya
yönelik olduğu açıktır. Nitekim 22.095 hesap sahibinin tamamına yakını bu yola
başvurarak Bankaya yatırdığı bedeli enflasyon farkıyla birilikte
tahsil etmiştir (Turgay Şen, §
66).
65. Açıklanan nedenlerle başvurucuların silahların eşitliği
ilkesinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.