logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Yahya Murat Demirel ve Hüsnü Barbaros Olcay [1.B.], B. No: 2013/7996, 17/2/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YAHYA MURAT DEMİREL VE HÜSNÜ BARBAROS OLCAY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/7996)

 

Karar Tarihi: 17/2/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucu

:

1.Yahya Murat DEMİREL

Vekilleri

:

Av. Köksal BAYRAKTAR, Av. Haluk PEKŞEN, Av. Feride Dilek HELVACI,

Başvurucu

:

2. Hüsnü Barbaros OLCAY

Vekilleri

:

Av. Mehmet ÖZŞAHİN, Av. Esin ÖZŞAHİN, Av. Ersan ÖZŞAHİN, Av. Ümit EĞİNLİOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; haksız olarak tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. 2013/7996 numaralı başvuru 7/11/2013 tarihinde, 2013/8100 ve 2014/8053 numaralı başvurular 8/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

4. 2013/8100 ve 2013/8052 numaralı başvurular, aralarında hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2013/7996 numaralı başvuru ile birleştirilmiştir.

5. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2014tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

8. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 2/2/2015-5/2/2013 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 25/6/2001 tarihli iddianamesiyle başvurucu ile birlikte sekiz kişinin zimmet suçundan cezalandırılması istemiyle İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.

11. İddianameye konu olayların geçtiği tarihte başvurucu Yahya Murat Demirel ... Uluslararası Dış Ticaret A.Ş. ile ... Entegre Orman Ürünleri Sanayi ve Ticaret A.Ş.nin ortağı ve yetkilisi, başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay daTürkiye Halk Bankasının ticari kredilerden sorumlu genel müdür yardımcısı ve yönetim kurulu üyesidir.

12. Başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay 8/8/2001-11/9/2001 tarihleri arasında, diğer başvurucu Yahya Murat Demirel ise 17/8/2001-11/9/2001 tarihleri arasındatutuklu kalmıştır.

13. Yapılan yargılama sonucunda İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesince 28/11/2001 tarihinde sanıklar (başvurucular) hakkında verilen beraat kararı, Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 16/4/2002 tarihli ilamı ve "Demirel Şirketler gurubuna dahil ... A.Ş, D.... Entegre Orman Ürünleri San. Tic. A.Ş., ... Finansal Kiralama A.Ş., ... Yatırım A.Ş.'nin Halk Bankası Levent Şubesinden tamamı ticari nitelikte proje kredileri, ithalat kredileri veya mevcut tesislerin genişletilmesi için gayri nakti kredi kullanma taleplerinin, kredinin tür ve miktarına göre Genel Müdürlük yetkisinde olup sıralı birim görüşü ile Yönetim Kurulu kararıyla onaylanan. Ticari Krediler Müdürünün depesmana yer vermeyecek şekilde kullandırılması görüşü ile şubeye yollanan, kullanıma açılması sağlanan kredi olayında; müdahilin temyiz dilekçesinde belirttiği Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunun 17.9.2001 gün ve 2001/4 sayılı raporu, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu ve dosyada mevcut 16.4.1998 tarihli banka yeminli murakıbı E. S.nin raporudışında rapor varsa bu da temin olunup Başbakanlık Teftiş Kurulunun 6.6.2001/1198 gün ve sayılı ve Hazine Başkontrolörlerince [hazırlanmış] sayılı ön inceleme raporu da celp olunduktan sonra banka ve ticari krediler alanında ve konusunda uzman 3 kişilik bir bilirkişi kurulu marifetiyle, Ticari Krediler Genel Esasları Yönetmeliği, Teminat Mektuplarında Uygulama Talimatı, Dahili Emir ve Banka İç Mevzuatı kuralları dikkate alınarak, davaya konu firmalara kullandırılan kredilerin verilme ve uygulamasında mevzuata aykırı yetki aşımını içeren davranış bulunup bulunmadığı, kredi dönüşümünün hangi şekilde ve ne suretle yapılabileceği, genel esaslara uyulup uyulmadığı, aykırı hallerin tespitinde depasman açığı veya başka nedenden bankanın zararı olup olmadığı saptanmadan, paravan oldukları belirtilen ... Financial S.A., ... International Ltd.'nin bu nitelikte bulunup bulunmadığı netleştirilip, banka elemanı sanıkların bu hali bilip bilmedikleri de belirlenerek, 28.6.2001 tarihli Devlet Bakanı oluru ile soruşturma izni verilen Banka Eski Genel Müdürü Y. A. ve arkadaşları ile ilgili soruşturma akıbeti de araştırıldıktan ve Ankara 2.Asliye Ceza Mahkemesinin 21.2.2001 gün 1999/8-200 esas karar sayılı dosyası da getirtilip sonucuna göre delillerin bir bütün halinde takdiri gerekirken yerinde ve yeterli olmayan gerekçeyle yazılı şekilde beraat kararı verildiği" gerekçesiyle bozulmuştur.

14. İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak yeniden yapılan yargılama sonunda 16/12/2003 tarihli karar ile sanıkların (başvurucuların) beraatlarine karar verilmiştir. Anılan kararın katılan vekili ile yerel Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesi 21/6/2004 tarihli ilamıyla hükmün başvurucular ve üç sanık yönünden bozulmasına, diğer sanıklar yönünden onanmasına karar vermiştir.

15. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 7/7/2004 tarihli ve 29544 sayılı yazı ile "(...) somut olayda Türkiye Halk Bankası yönetici ve çalışanları için TCK'nın 202/son maddesindeki kamu bankalarıyla ve aynı kanunun 219/1 maddesindeki emir ve idare yetkisine sahip olanlarla ilgili ağırlaştırıcı nedenlerin uygulanma olanakları ortadan kaltığından, sanıklar hakkında lehe düzenlemeler içeren 4389 sayılı Bankalar Kanunundaki ceza hükümleri uygulanmalıdır." görüşüne yer vererek Yargıtay 11. Ceza Dairesinin kararına itiraz etmiş, dosya Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmiştir.

16. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 31/5/2005 tarihli ilamıyla sanıkların eylemlerinin bankacılık zimmetini oluşturduğu gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararının bozulmasına karar vermiştir.Anılan ilamın ilgili kısmı şöyledir:

 "Bu değerlendirme ve saptamaların sonucu olarak:

 Yargıtay C.Başsavcılığının suç vasfına ilişkin itirazı isabetli olup, ... A.Ş., ... A.Ş., ... Yatırım A.Ş. ve ...Leasing A.Ş.'ne verilen ve işbu davanın konusunu teşkil eden usulsüz kısmen karşılıksız ve bu itibarla geri dönüşü olmayıp bankaya zarar veren kredilerde banka genel müdürlüğü yetkilileri ile yönetim kurulunun bilinçli tavır ve davranışlarının etkili oluşu sonucu kredilerin firmalar yararına şekillendiği, banka üst yetkili ve sorumlularının kamu taciri durumundaki bankanın hükmü şahsiyetini temsilde ve mal varlığını korumada bilinçli ve eylemli şekilde kusurlu bulundukları, bu nedenle kredilendirme olaylarında banka yöneticilerinin hile ve desiselerle kandırılmalarından sözedilemeyeceği için suçlara "nitelikli dolandırıcılık" vasfı verilmesinde isabet bulunmadığı, varlığı halinde suçun banka zimmeti oluşturacağı, suç tarihinde 765 sayılı TCY.nın 202. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken bu fiillerin suç tarihinden sonra yürürlüğe giren ve lehte hükümler içermesi nedeniyle TCY.nın 2/2. maddesi uyarınca tatbik ve infazı gereken 4389 sayılı Bankalar Yasasının 22. maddesi kapsamında tahlil ve değerlendirilmesi gerektiği, her bir sanığın sorumluluğunun kendi imzası tahtında şekillenen kredilerle sınırlı olacağı aldatıcılık olgusu taşıyan kredi işlemlerindeki sorumluluğun 4389 sayılı Bankalar Yasasının 22/3. madde fıkrasının 2. cümlesi kapsamında değerlendirilmesi icap edeceği sonucuna varılmalıdır."

17. Bozma kararı üzerine dosyayı yeniden ele alan İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi 31/5/2006 tarihinde dosyaya konu suç hakkında yargılama görevinin İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gerekçesi ile görevsizlik kararı vermiştir.

18. İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi 31/7/2006 tarihinde, karşı görevsizlik kararı vermiş ve dosya görev uyuşmazlığının giderilmesi için Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay 5. Ceza Dairesi 30/11/2006 tarihli ilamı ile İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinin görevli olduğuna karar vermiştir.

19. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi 9/6/2008 tarihli kararı ile başvurucuların müteselsilen zimmet suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Yargıtay 11. Ceza Dairesi 8/4/2009 tarihli ilamı ile başvurucular ve bazı sanıklar hakkındaki mahkumiyet hükmünü eksik inceleme sebebiyle bozmuştur.

20. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi, son olarak 30/5/2012 tarihli kararı ile başvurucuların zimmet suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:

"Dosyadaki inceleme raporları, bilirkişi raporları ve belgelere göre;

...

... Şirketler Grubu içerisinde yer alan D... A.Ş., D... A.Ş., ... YATIRIM A.Ş. ve ... LEASING A.Ş.nin dövize natık teminat kredilerinin, Banka Genel Müdürlüğünün bilgi ve kabulü sonrasında yönetim kurulunca onaylandığı, olumsuz istihbarat raporlarının bankanın üst yönetimlerince önemsenmediği, her bir kredi için ayrı istihbarat raporu düzenlenmesi banka iç mevzuatı uyarınca zorunlu iken, buna uyulmayarak önceki istihbarat raporlarıyla yetinildiği, kredilerin teminat olarak alınan ipoteklerin güncel değerlerinin gözetilmediği, ipotek konulan taşınmazların güncel değerlerinin gerçek değerlerinin çok çok altında belirlendiği, banka uzmanlarınca önceden saptanan düşük bedelli değerleri içeren raporlar görmezden gelinerek sonradan düzenlenen yüksek değerler ihtiva eden banka raporlarına itibar edildiği, aynı taşınmazlar üzerine başka kurum ve kuruluşlarca ipotek konmuş olmasına rağmen önceden ve değişik derecelerde konulan bu ipoteklerin varlığının bir sonraki krediyi teminatsız bırakacağının önemsenmediği, ithalat ve ihracat kredilerinin gerçek niteliğini uygun kullanılıp kullanılmadığının araştırılmadığı, bu kredi dilimlerinin kullanılmasında adı geçen .... ve ... adlı firmaların gerçek olup olmadığının ve bunlar tarafından ithalat için düzenlenen faturaların doğru olup olmadığının kontrol edilmemesi sebebiyle bankanın zararına yol açıldığı, yapılan incelemelerden de bu firmaların kağıt üzerinde kalan firmalar olduğu, kredilerin vadeleri gözönüne alındığında son aşamalarda önceden kullandırılan kredilerin ödenmeme ihtimali oluşmasına rağmen kredilendirme talimatlarının da aşılarak yeni kredilerin bu firmalara tesis edildiği ve bu şekildeki depasmanlı işlemlerle bankanın zararının arttırıldığı, her ne kadar işlemler banka şubesi tarafından yapılmış ise de, tüm dosya kapsamından davaya konu olan bankacılık işlemlerinin Bankanın Genel Müdürlüğü ve Yönetim Kurulunun bilgisi ve onayıyla yapılmış olduğu kanaatine varılmıştır.

 Her ne kadar Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin 2009/1472 esas-2009/4012 sayılı bozma ilamında sanıkların her bir kredilendirmedeki sorumlulukları, olaydaki konum ve yetkileri dikkate alınmak suretiyle somutlaştırılmasının istenmesi doğrultusunda alınan bilirkişi heyeti raporunda sanıklardan banka çalışanı olan tek sanık Hüsnü Barbaros Olcay'a ilişkin olarak; D... A.Ş. ve D... A.Ş., firmalarına tahsis edilen toplam 4.500.000 TL'lik gümrüğe hitaben KDV ertelemesinde kullanılmak üzere yönetim kurulu tarafından onaylanan kredilerin 27/06/1997 tarihinde Levent Şube Müdürlüğü'nün teklifi üzerine, gayri nakdi kredi türü olan kredideki gümrüklere hitaben verilme şartının kaldırılması talebini o tarihte bankanın Genel Müdür Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi olan sanık Hüsnü Barbaros Olcay tarafından verilen onayla kaldırıldığı ve böylece dövize natık teminat mektubu kredisine dönüştüğü, 14/07/1997 tarihli telefon görüşmesine istinaden firmalara dövize natık teminat mektubu metni ile işlem yapılması onayının sanık Hüsnü Barbaros Olcay tarafından verildiği, bankacılıkta münakale denilen uygulamanın krediyi tesis eden makam tarafından yerine getirilmesi gerekirken sanığın yetkisiz şekilde onay alarak işlem yaptığı belirtilerek, bu kredilerin daha sonra ödenerek tahsil edildiği, bu nedenle bankanın bu işlemler sonucunda zararının olmaması sebebiyle bu sanık yönünden zimmet suçunun oluşmayacağı dolayısıyla banka görevlisi olmayan diğer sanıkların zimmet suçuna iştiraklerinin de söz konusu olamayacağı belirtilmiş ise de; yukarıda açıklandığı üzere davanın konusu olan kredilere ilişkin usulsüzlüklerin ve hileli hareketlerin yönetim kurulunun bilgisi ve onayı ile yapıldığının kabul edildiği, sanık Hüsnü Barbaros Olcay'ın yukarıda belirtilen ve numaralandırılan 1, 3, 4, 5, 10, 12 ve 13 numaralı kredi tahsis işlemlerinde imza sahibi olarak sorumluluk üstlendiği, ayrıca sanığın belirtilen ve saptanan iki kredideaktif rol alarak ve insiyatif kullanarak diğer sanıkların hissedarı veya yöneticisi olduğu şirketler lehine işlem yaptırdığı göz önüne alındığında,sonuçolarak Türkiye Halk Bankası A.Ş.'nin suç tarihinde Genel Müdür Yardımcısı ve yönetim kurulu üyesi olan sanık Hüsnü Barbaros Olcay ile sanıklar Yahya Murat Demirel ve G. B.nin oluşturdukları organizasyon çerçevesinde, sanık Yahya Murat Demirel'in sahibi olduğu firmalara usulsuz kredi tahsisi amacıyla, lehlerine kredi verilen şirket yetkilileri sanıklar Ş. A. T. ve E. M. C.'nin iştiraki ile ve tüm sanıkların fikir ve eylem birliği içinde hareketle,yabancı paravan şirketler ile hayalı ihracat işlemlerine dayanılarak bu paravan firmaların düzenledikleri faturalara istinaden bankadan kredi alınması için düzenlenen bono ve poliçelere bankaca aval veya garanti verip, banka garantisinin alınması suretiyle kullanıldığı, bilahare yabancı bankalarda iskonto ettirilen bu kıymetlerin bedellerinin sanıkG. B. tarafından tahsil edildiği, yine D... A.Ş. ve D... A.Ş.'ne tahsis edilen iki adet Türk parası teminat mektubu kredilerinin, dönemin Genel Müdür Yardımcısı iken sonradan istifa edip Yahya Murat Demirelin şirketlerinde yöneticilik yapan sanık H.Barbaros Olcay'ın talimatıyla, tahsis koşullarına aykırı olarak dövize natık teminat mektubu kredisine dönüştürülüp, muhatabının da yönetim kurulu kararına aykırı şekilde T.C. Gümrükleri yerine, ... İnternational LDT. ünvanlı şirket olarak değiştirilip verilen paranın anılan firmalarca aynı şirketin emrine düzenlenen bonoların banka tarafından garanti edilmesi yoluyla kullandırıldığı, bu iki kredi dışında ki diğer banka zararı doğuran kredilerde bankadaki Genel Müdür Yardımcılığı ve yönetim kurulu üyeliği görevlerini kullanarak yukarıda belirtilen 1, 3, 4, 5, 10, 12 ve 13 numara ile belirtilen kredi işlemlerinde hileli hareketlerle bankacılık zimmeti suçunu işlediğikabul edilmiştir.

 ...

 Belirtildiği gibi davaya konu kredilere ilişkin bankacılık işlemlerinin sanık Hüsnü Barbaros Olcay'ın da yer aldığı banka üst yönetiminin bilgisi ve onayı kapsamında gerçekleştirmesi sonucu, banka hükmü şahsiyetinin aldatıldığı ve bankaya ait paranın üçüncü şahıslar tarafından zimmetlenmesine sebebiyet verildiği açıkça ortadadır. Aşağıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere ortaya çıkan sonucun kredileri kullanan ve zimmetine geçiren dava konusu şirket hissedar ve yöneticisi olan diğer sanıkların bilgisi dahilinde gerçekleştiği, bu şekilde diğer sanıklarında banka yöneticisi olan sanık Hüsnü Barbaros Olcay'ın suçuna iştirak ettiği kabul edilmiştir.

 Sanıklardan Yahya Murat Demirel'in dava konusu olan tüm kredilerde şahsi kefaletinin bulunduğu ve kredileri kullanan D... A.Ş, D... A.Ş, ... LEASING A.Ş ve ... YATIRIM AŞ şirketlerinin hissedarı, yetkilisi olduğu, kredilerin kullandırılmasındaki belgelerde imzası bulunmamakla birlikte, 16/2/1996 tarihinde ... İslamic Invesment Banka hitaben 28/02/2001 vadeli 3.000.000 USD'lik dövizi natık teminat mektubu düzenleyip D... A.Ş.ye verildiği, mektup bedelinin 29/02/1996 tarihinde bankaya transfer edilerek firma hesabına alındığı, daha sonra firma hesabına alınan 3.000.000 USD tutarındaki kredi bedelinin 1.000.000 USDkarşılığı Yahya Murat Demirel'in Levent şubesi nezdindeki hesabına, bir kısmının ... FİNANS AŞ, bir kısmınında D... Ş hesabına EFT veya virman yapıldığı, yine ... AVAL GMBH'ye hitaben toplam 5.000.000 USD tutarındaki iki adet DNTM düzenlendiği, bono bedellerinin 31/03/1996 tarihinde 4.825.000 USD olarak bankaya transfer edildiği ve firmanın mevduat hesabına alındığı, daha sonra bu hesaptan bir kısım paraların sanık Yahya Murat Demirel'in mevduat hesabına ve D... A.Ş.nin mevduat hesabına aktarıldığının saptanması, böylece D... AŞ adına bankaca tahsis edilen gayri nakdi kredilerin kullanılması suretiyle alınan nakıd kredilerin, grubun diğer firmalarının hesabına ve ayrıca firmaların yöneticisi konumunda bulunan kişinin hesaplarına aktarılmasının firmaların kredi temininde araç olarak kullanıldığını ve banka kaynaklarının asıl olarak kişilere tahsis edildiğinin kabulüne göre ayrıca D... A.Ş.ye tahsis edilen 26/09/1996 tarihli (4 nolu kredi) ithalat kabul kredisinin işleyişi sırasında 21/10/1996 tanzim tarihli 20/05/1997 vadeli E... şirketi emrine düzenlenmiş 10 adet (toplam 10.905.000 USD'lik) gerçeğe aykırı bonoları tanzim ettiği ve böylece sanık Yahya Murat Demirel'in yukarıda belirtilen tüm kredilere ilişkin olarak gerçekleşen banka zararından sorumlu olduğu ve sanık Hüsnü Barbaros Olcay'ın yukarıda belirtilen eylemlerine iştirak ettiği kabul edilmiştir.

 ...

 Görüldüğü gibi davaya konu olan zararın ödenmediği, buna göre indirim yapılamayacağı ayrıca yukarıdaki her üç kanunda da hapis cezasının yanında oluşan zarara endeksli yüksek miktardaki adli para cezasınında bulunduğu, ayrıca bu üç kanunda mahkemece ayrıca zararın ödettirilmesine karar verileceği hükmüde bulunmakta olup, 5237 sayılı TCK'nun 62. Maddesi ile 59. Maddesindeki indirim oranınında aynı olduğu göz önüne alındığında suçtan sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nun 247. maddesinin 1. ve 2. fıkralarının sanıkların lehine olduğu açık olduğundan aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

21. Yargıtay 11. Ceza Dairesi 9/10/2013 tarihli ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararınıonamıştır.

22. Başvurucular7/11/2013-8/11/2013tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

23. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 202. maddesi şöyledir:

"Görevi sebebiyle kendisine tevdi olunan veya muhafaza, denetim veya sorumluluğu altında bulunan para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları zimmetine geçiren memura altı yıldan oniki yıla kadar ağır hapis ve meydana gelen zararın bir misli kadar ağır para cezası verilir.

Yukarıdaki fıkrada gösterilen cürüm, dairesini aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmiş ise faile oniki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç misli kadar ağır para cezası verilir.

Zararın, kovuşturma yapılmadan önce tamamiyle ödenmiş olması halinde yukarıdaki fıkralarda yazılı cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte biri indirilir.

 Meydana gelen zararın ödenmemesi halinde mahkemece ödettirilmesine re'sen hükmolunur.

Bu fiiller kamu bankaları aleyhine işlenmiş ise faile verilecek ceza üçte bir oranında artırılır."

24. 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu'nun 22. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

“Banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları görevleri dolayısıyla kendilerine tevdi olunan veya muhafazaları, denetim veya sorumlulukları altında bulunan bankaya ait para veya sair varlıkları zimmetlerine geçirirlerse altı yıldan on iki yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkum edilirler. Bu fıkrada gösterilen suç, bankayı aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmişse faile on iki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç katı kadar ağır para cezası verilir. Ayrıca meydana gelen zararın ödenmemesi halinde mahkemece re'sen ödettirilmesine hükmolunur. Zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamıyla ödenmiş olması halinde cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte bir oranında indirilir.”

25. 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 160. maddesi şöyledir:

"Görevi nedeniyle zilyetliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları kendisinin ya da başkasının zimmetine geçiren banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları, altı yıldan oniki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkûm edilirler.

Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde faile on iki yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası verilir; ancak, adli para cezasının miktarı bankanın uğradığı zararın üç katından az olamaz. Ayrıca meydana gelen zararın ödenmemesi hâlinde mahkemece re'sen ödettirilmesine hükmolunur.

Faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bir bankanın; hukuken veya fiilen yönetim ve denetimini elinde bulundurmuş olan gerçek kişi ortaklarının, kredi kuruluşunun kaynaklarını, kredi kuruluşunun emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde doğrudan veya dolaylı olarak kendilerinin veya başkalarının menfaatlerine kullandırmak suretiyle, kredi kuruluşunu her ne suretle olursa olsun zarara uğratmaları zimmet olarak kabul edilir. Bu fiilleri işleyenler hakkında on yıldan yirmi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur; ancak, adlî para cezasının miktarı bankanın uğradığı zararın üç katından az olamaz. Ayrıca, meydana gelen zararın müteselsilen ödettirilmesine karar verilir.

Soruşturma başlamadan önce, zimmete geçirilen para veya para yerine geçen evrak veya senetlerin veya diğer malların aynen iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi hâlinde, verilecek cezanın üçte ikisi indirilir.

Kovuşturma başlamadan önce, gönüllü olarak, zimmete geçirilen para veya para yerine geçen evrak veya senetlerin veya diğer malların aynen iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi hâlinde, verilecek cezanın yarısı indirilir. Bu durumun hükümden önce gerçekleşmesi hâlinde, verilecek cezanın üçte biri indirilir.

Zimmet suçunun konusunu oluşturan para veya para yerine geçen evrak veya senetlerin veya diğer malların değerinin azlığı nedeniyle, verilecek ceza üçte birden yarıya kadar indirilir.

26. 26/9/2004 tarihli ve 52371 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 247. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 17/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

28. Başvurucular;

i. Mahkûmiyet kararına konu edilen yedi kredi hakkında dava açılmadığı hâlde "davasız yargılama olmaz ilkesi"ne aykırı olarak cezalandırıldıklarını,

ii. İşlendiği iddia olunan eylemin "hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma suçu" kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini çünkü zimmet suçunun özgü suç niteliğinde olduğunu, bu suçların özelliğinin failinin memur olması gerektiğini, Halk Bankasının ise 2000 yılında itibaren özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösteren anonim şirket statüsüne geçtiğini, bu sebeple banka yöneticisi olan kişilerin memur gibi cezalandırılamayacaklarını, eylem belirtilen şekilde vasıflandırıldığında 765 sayılı Kanun'un 102. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu, düşme kararı yerine haksız olarak mahkûmiyet kararı verildiğini, davaya konu yedi krediye ait ana paranın kısmi faiziyle birlikte soruşturma başlamadan önce ödendiğini ancak bu hususun hiçbir şekilde değerlendirilmediğini,

iii. Teminat olarak gösterilen söz konusu gayrimenkullerin kredi tahsis tarihlerindeki gerçek değerleriyle ilgili raporu düzenleyen bilirkişilerden M.K.nın yemin ettirildiği 1/12/2010 tarihi itibarıyla gayrimenkul değerleme uzmanı sertifikası almaya hak kazanmadığını, kıymet takdir raporunda teminat teşkil edecek 109 parselin hiçbir şekilde değerlendirilmediğini, mütalaaları yazılı olarak sunulan uzmanlardan Prof. Dr. O.A.nın duruşmada hazır edilmesine rağmen dinlenilmediğini, bilirkişilerin tarafsızlıkları ve yetersizlikleriyle ilgili ileri sürülen itirazların ve uzman mütalaalarında belirtilen hususların dikkate alınmadığını, yeniden bilirkişi raporu alınmadığını, suçun vasfına yönelik bilirkişi incelemesi yaptırılmadığını,

iv. Davanın Yargıtay incelemesinin Yargıtay 5. Ceza Dairesinde görülmesi gerektiğini ancak anılan Dairenin görevsizlik kararı vererek dosyayı Yargıtay 11. Ceza Dairesine gönderdiğini, bu durumun ise "kanuni hâkim güvencesine" aykırı olduğunu,

v. Kullanılan kredilerin kısmen ödenmemesi neticesinde grup şirketlerine TMSF tarafından el konulması ve 1999 yılında yaşanan depremin taşınmaz fiyatlarında değişiklikoluşturması hususlarının dikkate alınmadığını, şahsi teminat olarak gösterilen kişilerin mali durumlarının araştırılmadığını, Halk Bankasındaki birtakım usulsüzlüklerin bankanın iç işleyişiyle ilgili olduğunu, zimmet suçunda ana paranın dikkate alınması gerektiğini, faizin ödenmemesinin suçun oluşumuna etkisinin olmadığını, Halk Bankasından alınan kredilerin herhangi bir icra takibine veya cezai takibata girişilmeksizin ödendiğini, bunun ise zimmet kastıyla hareket edilmediğinin göstergesi olduğunu,

vi. Mahkûmiyet hükmünde bazı idari kurumlarca hazırlanan raporlaradayanıldığını, aynı tahsis kararlarına imza atan diğer Banka yöneticileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesine karşın kendilerinin haksız olarak mahkûm edildiklerini, bunun sonucu olarak da cezaların şahsiliği ilkesi ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini, bir sorumluluk varsa bu sorumluluğun ekspertiz raporu düzenleyen Banka elemanlarına ait olduğunu, kaldı ki başvuruculardan Hüsnü Barbaros Olcay'ın 23/9/1997 tarihinde Halk Bankasından ayrıldığını, davaya konu birtakım poliçe ve bonoların Halk Bankası Levent Şubesindeki yetkililerince imzalandığını, kredi tahsis edilen şirketlerin paravan şirket olmadığını, bunun müffetiş raporuyla doğrulandığını,

vii. Haksız olarak tutuklandıklarını, tutuklama sebepleri bulunmadığı hâlde özgürlüklerinden mahrum edildiklerini,

viii. Yargılamanın yaklaşık on iki yılda tamamlanabildiğini belirterek Anayasa'nın 19., 36., 37., ve 38. maddelerininihlal edildiğini ileri sürmüşler; yargılanmanın yenilenmesi talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu nedenle başvurucuların tutuklama konusundaki şikâyetlerininkişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, diğer iddialarının Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

30. Başvurucular, haksız olarak tutuklandıklarını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. Buna göre başvurunun kabul edilebilir bulunabilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olması gerekmektedir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür. Bu ilkeler temelinde yapılan değerlendirmede başvurucuların tutukluluk hâli, tahliye kararının verildiği 11/9/2001 tarihinde sona ermiş olduğundan başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir(Osman Büyüksu, B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§ 24-29).

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia

32. Başvurucular cezaların şahsiliği ilkesi ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edilerek haksız yere mahkûm edildiklerini, atılı eylemin zamanaşımına uğradığını kaldı ki zimmet suçunda ana paranın dikkate alınması gerektiğini, faizin ödenmemesinin suçun oluşumuna etkisinin olmadığını, zimmet kastıyla hareket etmediklerini, kredi tahsis edilen şirketlerin paravan şirket olmadığını, bunun müffetiş raporuyla doğrulandığını, özel şirket yöneticisi konumunda olan banka yöneticilerinin memur gibi cezalandırılamayacağını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

33. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 "Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

35. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

36. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027,12/2/2013, § 26).

37. Başvurucular, delillerin eksik ve hatalı şekilde değerlendirilerek mahkûmiyetlerine karar verilmek suretiyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini belirtmektedir. Dolayısıyla başvurucuların iddialarının özü, Derece Mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir. Mahkeme; sanık savunmalarına, inceleme ve bilirkişi raporlarına, telefon teyit tutanaklarına, banka cevaplarına ve diğer delillere dayanarak söz konusu kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (gerekçeli karar, s. 8-43).

38. Başvurucular; yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadıklarına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadıklarına ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadıkları gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.

39. Başvurucular ayrıca kendilerine yüklenen suçun gerektirdiği cezanın türü ve üst sınırı itibarıyla tabi olduğu, suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan ve lehe olan 765 sayılı Kanun’un 102. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen dava zamanaşımı gerçekleştiğinden, haklarındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesi gerekirken onanmasına karar verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

40. Dava zamanaşımı, belli koşulların gerçekleşmesi hâlinde devletin cezalandırma hakkından vazgeçmesidir. 5237 sayılı Kanun’un 72. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre dava zamanaşımı resen uygulanır ve bundan şüpheli, sanık ve hükümlü vazgeçemez. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca da lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir. Şüphesiz Kanun'un zamanaşımı hükümleri de lehe/aleyhe değerlendirmede dikkate alınacaktır.

41. 765 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin belirtilen Kanun’un zamanaşımına ilişkin hükümleri kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ile lehe kanunun hangisi olduğunun belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ve uygulanması noktasındaki takdir, esasen derece mahkemelerine aittir. Söz konusu yargılamada lehe/aleyhe kanun hükümlerinin yorumu, maddi vakıaların belirlenen ölçütler çerçevesinde değerlendirilmesi ve başvurucuların eylemine temas eden suçun dava zamanaşımının dolup dolmadığının tespitinde takdir, esasen derece Mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi durumunda Anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir.

42. Bu çerçevede İlk Derece Mahkemesi, başvuruculara isnat olunan eylemin sonradan yürürlüğe giren ve daha lehe olan5237 sayılı Kanun'un 247. maddesinin (1) numaralı fıkrasına uygun suçu oluşturduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre eylem, 765 sayılı Kanun 202. maddesine de temas etmektedir ancak 5237 sayılı Kanun daha lehedir. 5237 sayılı Kanun'un 66. maddesinin (6) numaralı fıkrası uyarınca zamanaşımı, zincirleme suçlarda son suçun işlendiği günden itibaren işlemeye başlar. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararının incelenmesinde başvurucunun mahkûm olduğu zincirleme suçlarının işlendiği tarihlerin 1996-1998 yılları içinde olduğu belirtilmiş fakat somut bir tarih belirlenememiş ise de zamanaşımını kesen sebepler dikkate alındığında derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içerdiğine ilişkin bir bulguya rastlanmamıştır.

43. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Bilirkişi İncelemesi Yaptırılması Taleplerinin Gerekçesiz Reddedildiğine, Duruşmada Hazır Edilen Uzman Kişinin Dinlenmediğine, Bilirkişilerin Tarafsız Olmadıklarına ve Mesleki Bakımdan Yetersiz Olduklarına İlişkin İddialar

44. Başvurucular, teminat olarak gösterilen söz konusu gayrimenkullerin kredi tahsis tarihlerindeki gerçek değerleriyle ilgili raporu düzenleyen bilirkişilerden M.K.nın yeminin yaptırıldığı 1/12/2010 tarihi itibarıyla gayrimenkul değerleme uzmanı sertifikası almaya hak kazanmadığını, mütalaaları yazılı olarak sunulan uzmanlardan Prof. Dr. O.A.nın duruşmada hazır edilmesine rağmen dinlenilmediğini, bilirkişilerin tarafsızlıkları ve yetersizlikleriyle ilgili ileri sürülen itirazların dikkate alınmadığını, yeniden bilirkişi raporu alınmadığını, uzman mütalaalarında belirtilen hususların dikkate alınmadığını, suçun vasfına yönelik bilirkişi incelemesi yaptırılmadığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

45. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38). Somut başvurunun dayanağını oluşturan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhildir.

46. Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:

“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”

47. Sözleşme’de bilirkişilerin mahkeme önünde dinlenmesi ile ilgili özel bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak AİHM, ulusal hukuktaki nitelemeye bakmaksızın “tanık” kavramını Sözleşme kapsamında özerk bir şekilde yorumlamakta ve bilirkişilik kurumunu, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan tanık dinletme hakkından yola çıkarak “silahların eşitliği ilkesi” ile bağlantı kurarak değerlendirmektedir (Bönisch/Avusturya, B. No: 8658/79, 6/5/1985, § 32; Brandstetter/Avusturya, B. No: 11170/84, ... , 28/8/1991, § 42).

48. Diğer yandan AİHM, bilirkişi raporlarının kapsamını oldukça geniş bir şekilde yorumlamaktadır. Bilirkişi raporlarının yazılı ya da sözlü olabileceği gibi inceleme konuları açısından da bilimsel, teknik ya da olay analizleri şeklinde olabileceğini kabul etmektedir (Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, ... , 25/7/2013, § 717).

49. AİHM’e göre savunma makamının tanık dinletme taleplerinin gerekliliği ya da bilirkişi raporu benzeri delilerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları ulusal mahkemelerin yetkisi dâhilindedir (S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44). Ulusal mahkemeler, Sözleşme’yle uyumlu olmak koşuluyla somut davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi talebini reddedebilir (Huseyn ve diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05, 45553/05, 35680/05 ve 36085/05, 26/7/2011, § 196).

50. AİHM’e göre savunma makamının katılımı olmaksızın bilirkişi raporu alınması, savunma makamının daha sonra davaya bakan mahkeme önünde bu raporu inceleme ve itiraz etme imkânına sahip olması koşuluyla Sözleşme kapsamında herhangi bir sorun teşkil etmeyebilir (Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 704).

51. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

52. Ceza muhakemesinde bilirkişi atanması konusu 5271 sayılı Kanun’un 63. maddesinde düzenlenmiştir. Madde metninde çözümü; uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına resen Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcinin istemi üzerine karar verilebileceği ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda bilirkişinin dinlenemeyeceği hükme bağlanmıştır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasında da bilirkişi atanması ve gerekçe gösterilerek sayısının birden çok olarak saptanması konusunda yetkinin hâkim veya mahkemeye ait olduğu belirtilmiştir.

53. 5271 sayılı Kanun’un 67. maddesinin (1) numaralı fıkrasında incelemenin tamamlanmasını müteakip bilirkişinin yaptığı işlemleri ve vardığı sonuçları açıklayan bir raporu, kendisinden istenen incelemeleri yaptığını ayrıca belirterek imzalayıp ilgili mercie vereceği veya göndereceği, (3) numaralı fıkrasında bilirkişi raporunda hâkim tarafından yapılması gereken hukuki değerlendirmelerde bulunulamayacağı ifade edilmiştir.

54. Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Savunma makamının tanık dinletme taleplerinin gerekliliği ya da bilirkişi raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 68). Mahkemenin görevi delillerin sunulması da dâhil olmak üzere başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Diğer yandan bilirkişilerin duruşma sırasında dinlenmesine karar verme yetkisi de derece mahkemelerine aittir. Kural olarak hâkim ya da mahkeme, Kanun’da sayılan durumlar haricinde bilirkişi incelemesi yaptırmak zorunda olmadığı gibi hâkim ya da mahkeme bilirkişilerce hazırlanan raporlarla da bağlı değildir.Derece Mahkemesi, bir davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği uzman bilirkişilerin duruşmada dinlenmesi taleplerini, gerekçelerini ortaya koymak koşuluyla usul ekonomisi ilkesi de dikkate alındığında reddedebilir; bilirkişi mütalaasına uymayan bir karar verebilir.

55. Yargılama sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35). Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).

56. Somut olay açısından başvurucuların; bilirkişi incelemesin yaptırılması taleplerin reddedildiğine, duruşmada hazır edilen uzman kişinin dinlenilmediğine, bilirkişilerin tarafsız olmadığına ve mesleki yeterliğe sahip olmadıklarına ilişkin iddialarının yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığı bakımından gözönünde bulundurulması ve “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ile "gerekçeli karar hakkının" ihlal edilip edilmediğinin tespit edilmesi gerekir.

57. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, soruşturma aşamasında düzenlenen bilirkişi raporlarının bir kısmını değerlendirmeye esas almış, bir kısmını ise delil değerlendirmesinin doğrudan Mahkemeye ait olması gerekçesiyle hükme esas almamıştır. İlk Derece Mahkemesi ayrıca bazı raporları niçin hükme esas almadığının gerekçelerini de ayrıntılı olarak açıklamıştır.

58. İncelenen dosya kapsamından savunma makamının dosyada yer alan bilirkişi raporlarını inceleme, reddetme, bu raporlara itiraz etme ve Derece Mahkemesinden yeni bir bilirkişi incelemesi yapılmasını talep etme imkânı bulamadığına dair bir bulguya rastlanamamıştır. Kaldı ki başvurucular bu durumla ilgili itirazları dile getirmişler ve farklı uzman görüşlerini Mahkemeye sunmuşlardır. Yapılan değerlendirme sonucunda ulaşılan sonucun farklı olması, resen alınan bilirkişi raporlarına etkili olarak itiraz edilemediği anlamına gelmez. Ayrıca hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgi ile çözülmesi olanaklı konulardan olan "suç vasfına yönelik olarak" bilirkişi incelemesi yaptırılmamasında da bariz bir takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmamaktadır.

59. Somut olayda sanık vekilleri tarafından daha önce hazır edilen Prof. Dr. B.Ö. ve uzman G.G.nin mütalaaları alınmıştır. 5271 sayılı Kanun'un 67. maddesi uyarınca mütalaasını sunanlardan Prof. Dr. O.A. ise 4/4/2012 tarihli oturumda hazır edilmesine rağmen "uzmanların görüşlerini yazılı olarak bildirdikleri de göz önüne alınarak dosyaya bir yenilik getirmeyeceği" gerekçesiyle dinlenilmemiştir. Yargıtay anılan uzmanın dinlenmemesini zimmet suçunun sabit görülmesi nedeniyle sonuca etkili görmemiştir.Kaldı ki başvurucuların anılan uzmanın dinlenmesinin niçin önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için niçin gerekli olduğunu açıklamak suretiyle dinletme talebinde bulunmadıkları anlaşılmaktadır.

60. Yargıtay ilamında bilirkişilerin tarafsız olmadıklarına, yetersiz olduklarına ve yeniden bilirkişi raporu alınması taleplerinin reddedilmesine ilişkin başvurucular tarafından ileri sürülen iddialara yönelik aşağıdaki değerlendirmeler yer almaktadır:

"... Ceza Genel Kurulunun 31.05.2005 gün ve 2004/158 Esas, 2005/58 sayılı kararı ileDairemizin 08.04.2009 gün ve 2009/1472 Esas, 2009/4017 sayılı kararlarında sanıklara yüklenen nitelikli zimmet suçunun sübuta erdiğinin kabul edildiği de gözetilerek; bu kararlarda bahsedilen kredilere karşılık üzerlerinde ipotek tesis edilen taşınmazların, “kredi tahsis tarihlerindeki gerçek satış değerlerinin” bu konuda ehil gayrimenkul uzmanları vasıtasıyla değerlendirilmesi amacıyla gayrimenkul ekspertiz uzmanlarından oluşturulan bilirkişi kurulunca düzenlenen ve hükme esas alındığı anlaşılan 21.01.2011 tarihli heyet raporundaki değerlendirmenin, kredilerin tahsisine yönelik olarak ipotek konulan gayrimenkullerin imar durumları, yollara, orman ve çalılıklara olan uzaklıkları gibi somut tespitler yapıldıktan sonra gayrimenkullerin bulundukları belediyelerce ilan edilen emlak değerleri ile çevre emlakçılardan edinilen bilgi ve belgelere dayalı olarak yapıldığının anlaşılması ve söz konusu gayrimenkullerin kredi tahsis tarihlerindeki gerçek değerlerinin kredilere karşılık verilen ipotek değerlerinin yaklaşık 1/10'u oranınında olduğunun dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden de tespit edilebilmesi karşısında; anılan raporu düzenleyen bilirkişilerden M. K. nın yeminin yaptırıldığı 01.12.2010 tarihi itibariyle gayrimenkul değerleme uzmanı sertifikası almaya hak kazanmaması ve (...) zimmet suçunun sabit görülmesi nedeniyle sonuca etkili görülmemiş, bahsedilen Genel Kurul kararında açıklandığı üzere; suçun azmettireni Y. M. D. Nin en yakın yardımcısı ve ... A.Ş., ...A.Ş., ... A.Ş. de yönetici ve ortak durumunda olup, aynı zamanda bir kısım ithalat kredisinde paravan olarak kuruldukları sabit olan ve dış firma olarak anılan TFP'nin genel direktörü olup, kredilerin konusu paraları tahsil eden durumunda bulunan sanık G. B.'nin kimi kredilerin alınmasında etkin rol oynadığının belirlenmesi karşısında; bazı belgelerde adına atılan imzaların kendisine ait olmadığı yönündeki savunmanın suçun oluşumuna etkisi bulunmayacağından bu konudagrafoloji uzmanı olmayan bilirkişiden rapor alınmış olması esasa etkili görülmeyerek, aksi yöndeki savunmalara itibar edilememiştir. "

61. Somut olayda İlk Derece Mahkemesinin gerekçeli kararında, on üç farklı raporun irdelendiği, onuncu rapor olarak başvurucu ve diğer sanık vekilleri tarafından daha önce hazır edilen Prof. Dr. B.Ö., Prof. Dr. O.A. ve uzman G.G.nin beyanları olduğu (gerekçeli karar, s. 26) görülmektedir. Somut olayda başvurucuların bilirkişi raporlarına itiraz etme konusunda farklı bir muameleye tabi tutulduklarına dair somut bir olgu bulunmamakta olup mahkûmiyet hükmü duruşmada başvurucular ve vekilleri huzurunda tartışılmış delillere dayandırılmıştır. Diğer taraftan başvuru dosyası incelendiğinde “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvuruculara delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir delil de bulunmamaktadır. Derece mahkemelerince yeniden bilirkişi raporu alınması taleplerin ve bilirkişilerin tarafsızlıkları ve ehliyetlerine yönelik itirazların makul gerekçelerle değerlendirildiği görülmüştür.

62. Açıklanan nedenlerle başvurunun kısmının açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. İddianamede Belirtilmeyen Eylemlerden Dolayı Mahkûm Edildiklerine İlişkin İddia

63. Başvurucular, mahkûmiyet kararına konu edilen krediler hakkında dava açılmadığı hâlde "davasız yargılama olmaz ilkesi"ne aykırı olarak cezalandırıldıklarını, bu sebeplerle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

64. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 38).

65. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkralarının ilgili kısımları şöyledir:

“(1) Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.

....

 (3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

 a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;

 b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;

 …”

66. AİHM “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması (Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992 §§ 49, 50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde (Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980 § 33) yorumlanması gerekmektedir.

67. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendinde hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden … ayrıntılı olarak haberdar edilmek” hakkı, kişinin savunmasını hazırlayabilmesi için getirilmiş bir güvencedir. 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında güvence altına alınmış olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında (3) numaralı fıkranın (a) bendi, cezai konularda hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmasının temel ön koşulu olarak şüpheli veya sanığa detaylı bilgi verilmesini öngörmektedir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, §35).

68. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendi, bilgilendirmenin şekline ilişkin herhangi bir yükümlülük içermemekle birlikte bu güvence, şüpheliye veya sanığa hakkındaki “suçlamayı bildirme” konusunda özel bir çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu nedenle (a) bendi uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin hangi fiil nedeniyle suçlandığını ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu içermeli ve detaylı olmalıdır. Ceza kovuşturmasında esaslı bir yeri olan iddianamenin tebliğ edilmesiyle sanığın, yazılı bir biçimde suçlamaların maddi ve hukuki temelinden resmî olarak haberdar olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan yargılama sırasında suçun hukuki niteliğinin değişmesi hâlinde de sanığa yöneltilen suçlamanın değişen hukuki niteliği ve nedenleri hakkında bildirim yapılması gerekmektedir (Erol Aydeğer, § 36).

69. Ayrıca AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (a) bendi ile hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak” hakkına yer verilen (b) bentlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu, suçlamanın nedeni ve niteliği hakkında bilgilendirilme hakkının, şüphelinin veya sanığın savunmasını hazırlama hakkı ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No: 25444/94, 25/3/1999, § 54).

70. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendi, bilgilendirmenin şekline ilişkin herhangi bir yükümlülük içermemekle birlikte bu güvence, şüpheliye veya sanığa hakkındaki "suçlamayı bildirme" konusunda özel bir çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu nedenle (a) bendi uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin hangi fiil nedeniyle suçlandığını ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu içermeli ve detaylı olmalıdır (Gea Catalan/İspanya, B. No: 19160/91, 10/2/1995, § 26).

71. 5271 sayılı Kanun'un 225. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen fiil ile bu fiilin isnat edildiği fail hakkında verilir. Buna göre bir fiil nedeniyle dava açıldığının kabul edilebilmesi için o fiilin iddianamede açıkça gösterilmesi gerekir. İddianamede anlatılan ve çerçevesi çizilen fiilin dışına çıkılarak dava konusu yapılmayan bir fiil nedeniyle yargılama yapılması ve davasız fiilden dolayı hüküm kurulması savunma hakkının ihlali niteliğindedir. Bu bakımdan sanık, savunma yapmadan önceüzerine atılı suçun ne olduğunu ve hangi kanun maddelerinin uygulanacağını anlamalı; buna göre savunmasını yapabilmeli ve kendisine delillerini sunma imkânı sağlanarak savunma hakkı kısıtlanmamalıdır.

72. Somut olayda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 25/6/2001 tarihli2001/20603 soruşturma sayılı iddianamesi ile çeşitli miktarlardaki kredilerin Halk Bankası A.Ş. tarafından belirtilen şirketlere tahsis edildiği, tahsis edilen kredilerin bir bölümünün yurt dışında yerleşik görülen şirketler üzerine düzenlenen poliçe ve bonoların yurt dışındaki bankalara veya forfaiting şirketlerine iskonto ettirilmesi yolu ile kullanıldığı, bu kredilerin büyük bir kısmının geri ödenmediği, kredilerin usulsüz olarak Şube tarafından belirlenen miktardan fazla olarak verildiği belirtilerek sanıkların birlikte Halk Bankası A.Ş.yi dolandırdıklarından bahisle cezalandırılmaları talep edilmiştir. İddianamede kredilerin miktar ve tarihleri ile hangi şirkete tahsis edildikleri olay örgüsünde belirtilmiştir.

73. Anılan iddianamede başvuruculara ve diğer şüphelilere yüklenen suçun unsurlarını oluşturan fiilin nelerden ibaret olduğu açıklanmıştır. İddianamede bu kredilerin hangileri olduğu ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Yargılama sürecinde bahse konu kredilerle ilgili bilgilerin daha da somutlaştırıldığı, bunlara yönelik olarak savunma hakkının "fiilen ve etkili" olarak kullanılmasının sağlandığı, duruşmaların büyük çoğunluğunda aleyhteki iddia ve görüşlere karşı beyanda bulunulduğu görülmüştür.

74. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iv. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

75. Başvurucular, davanın Yargıtay incelemesinin Yargıtay 5. Ceza Dairesinde görülmesi gerektiğini ancak anılan Dairenin görevsizlik kararı vererek dosyayı Yargıtay 11. Ceza Dairesine gönderdiğini, bu durumun ise "kanuni hâkim güvencesine" aykırı olduğunu, bu sebeplerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

76. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurularda“kanuni hâkim güvencesi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. Bu ilkeler temelinde yapılan değerlendirmede kanuni hâkim güvencesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına, başka bir ifadeyle sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur. Yargı organları arasındaki yetki ve göreve ilişkin yeni iş bölümünün doğal sonucu olarak dosyaların ilgili Yargıtay Dairesine gönderilmesi kanuni hâkim güvencesine aykırı değildir (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, §§ 75-81; Deniz Seki, B. No: 2014/5170, 25/6/2015, §§ 47-57).

77. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

v. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

78. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

79. Başvurucular yargılamanın yaklaşık on iki yılda tamamlanabildiğini, bu nedenle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir

80. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).

81. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların yanı sıra cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının makul sürede karara bağlanmasını talep hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi olup kişiye cezai alanda yöneltilen iddianın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde iddia olunan suçun pozitif düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun gerçek niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın adil yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).

82. Başvuru konusu olayda başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay 8/8/2001-11/9/2001 tarihleri arasında, diğer başvurucu Yahya Murat Demirel ise 17/8/2001-11/9/2001 tarihleri arasındatutuklu kalmıştır. Haklarında zimmet suçundan adli soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular hakkında isnat olunan bu suçlar 5237 sayılı Kanun’da ve 765 sayılı Kanun’da hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucular hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın, Anayasa’nın 36. maddesinin sağladığı güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).

83. Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup somut başvuru açısından bu tarih, başvurucuların bahse konu suçlar kapsamında gözaltına alındıkları ve böylece isnattan haberdar oldukları anlaşılan 8/8/2001 ve 17/8/2001'dir. Sürenin bitiş tarihi ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı, bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52; B.E., § 34). Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, Yargıtay 11. Ceza Dairesince hükmün onandığı 9/10/2013'tür.

84. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde başvurucuların gözaltına alındığı 8/8/2001 ve 17/8/2001 tarihleri ile İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/5/2012 tarihli kararı arasında 10 yıl 9 ay 22 günlük bir sürenin geçtiği görülmektedir. Davanın kanun yolu (temyiz) aşaması ise 1 yıl 4 ay 9 gün sürmüş, yargılama bir bütün olarak on iki yılı aşan bir sürede tamamlanabilmiştir.

85. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemelerdeki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B.E., §§ 23-44).

86. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve on iki yılı aşan bir sürede tamamlanan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

87. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

88. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

89. Başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay 250.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Diğer başvurucu tazminat talebinde bulunmamıştır.

90. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

91. Başvurucuların tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin olarak yaklaşık on iki yılda tamamlanan yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay'a net 15.900 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

92. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay'ın bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

93. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı ödenmesinekarar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Bilirkişi incelemesi yaptırılması taleplerinin gerekçesiz reddedildiğine, duruşmada hazır edilen uzman kişinin dinlenilmediğine, bilirkişilerin tarafsız olmadığı ve mesleki bakımdan yetersiz olduklarına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. İddianamede belirtilmeyen eylemlerden dolayı mahkûm edildiklerine ilişkiniddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. Kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

6. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay'a net 15.900 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderlerinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

17/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Yahya Murat Demirel ve Hüsnü Barbaros Olcay [1.B.], B. No: 2013/7996, 17/2/2016, § …)
   
Başvuru Adı YAHYA MURAT DEMİREL VE HÜSNÜ BARBAROS OLCAY
Başvuru No 2013/7996
Başvuru Tarihi 7/11/2013
Karar Tarihi 17/2/2016
Birleşen Başvurular 2013/8053, 2013/8100

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, haksız olarak tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Makul sürede yargılanma hakkı (ceza) İhlal Manevi tazminat
Kanun yolu şikâyeti Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı (hukuka aykırı deliller, bariz takdir hatası vs.) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Suçlamayı (İsnadı) Öğrenme Hakkı (ceza) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı (ceza) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutukluluk (suç süphesi ve tutuklama nedeni) Zaman Bakımından Yetkisizlik

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 765 Türk Ceza Kanunu 202
4389 Bankalar Kanunu 22
5411 Bankacılık Kanunu 160
5237 Türk Ceza Kanunu 247
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi