TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İ. F. A. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8564)
|
|
Karar Tarihi: 17/2/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Aydın ŞİMŞEK
|
Başvurucu
|
:
|
İ. F. A.
|
Vekili
|
:
|
Av. Savaş
BAYTOK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden
(TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi
nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin
(AYİM) yapısından dolayı tarafsız ve bağımsız bir mahkeme olmaması nedeniyle
adil yargılanma hakkının, AYİM Dairesi tarafından verilen karar hakkındaki
karar düzeltme talebinin aynı Daire tarafından karara bağlanması nedeniyle iki
dereceli yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 26/3/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 27/4/2015 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
ulaşılan bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, muvazzaf astsubay statüsünde görev yapmakta iken
yapılan idari tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından 3/2/2012
tarihinde disiplin ve ahlak durumu gözetilerek hakkında “Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir.”
sicili tanzim edilmiştir.
8. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 61. maddesi gereğince
Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun
durumu değerlendirilmiş ve Komisyon, başvurucu hakkında ayırma işlemi
yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar 29/3/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri
Komutanı tarafından onaylandıktan sonra Genelkurmay Başkanının onayına
sunulmuş, Genelkurmay Başkanı tarafından da 31/5/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri
Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun görüldüğü
belirtilmiştir. Bunun üzerine Millî Savunma Bakanlığının 18/6/2012 tarihli ve
2012/09-185 sayılı kararı ile ayırma işlemi onaylanarak kesinleşmiş, 22/6/2012
tarihinde başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir.
9. Başvurucu 30/7/2012 tarihinde; davalı idarece hiçbir gerekçe
gösterilmeksizin disiplinsizlik ve ahlaki durumu nedeniyle ilişiğinin
kesildiğini, ilişik kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin
gösterilmediğini ancak yaşantı biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin
anlaşıldığını, 2011 yılının Kasım ayı içinde üç istihbaratçı tarafından sorguya
alındığını, sorguda kendisinin ve aile fertlerinin özel hayatına ilişkin
sorular sorulduğunu, ifadesini alan kişilerden binbaşı rütbesinde olan birinin
kendisine bağırması, ifade öncesi üç saat boyunca bir odada bekletilmesi, beş
saat süren ifade alma işlemi sırasında sigara içememesi, ifadenin yerin 50
metre altında bir mekânda alınması gibi koşullar nedeniyle bir an önce bu
ortamdan kurtulmak amacıyla ifade metnini imzaladığını; imza aşamasında
imzaladığı belgenin bir önem taşımadığı hususunda kendisine telkinde
bulunulduğunu, bu nedenle çoğu yalan olan ve konuşma ortamında söylediği
sözlere ilişkin ifade tutanağını imzaladığını, ilişik kesmeye dayanak alınan bu
sorgu işleminin usulsüz ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, tesis edilen
ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç
unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptali
istemiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine AYİM Birinci Dairesinde dava
açmıştır.
10. Yargılama sırasında davalı idarenin 28/9/2012 tarihli
yazısının ekinde gönderilen savunmasında, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu'nun 94. maddesinin “Disiplinsizlik
ve ahlaki durum sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası ve
Yönetmelik'in 60. ve 61. maddeleri uyarınca verilen ayırma kararı ve işleminde
hukuka aykırı bir yönün bulunmadığı belirtilmiş; 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 52. maddesi kapsamında gizli
bilgi ve belge gönderildiği bildirilmiştir.
11. AYİM Başsavcılığı; başvurucunun cinsel hayatının kamu görevi
ve asker kişilik sıfatı ile bağdaşmayacak vahamet derecesine ulaşmadığını,
tamamen özel hayatın dokunulmaz sahası içinde değerlendirilmesi gereken mahiyet
arz ettiğini ve sonuç olarak bu hayat tarzı nedeniyle başvurucu hakkında ayırma
sicili tanzim edilmesinin ölçülülük ilkesini ihlal ettiğini, başvurucunun statü
dışına çıkarılması işleminin sebep unsuru yönünden hukuka aykırı olduğunu
belirterek ayırma işleminin iptaline karar verilmesi yönünde düşünce
bildirmiştir.
12. AYİM Birinci Dairesinin 5/2/2013 tarihli ara kararı ile
davalı idarece gönderilen “gizli” ibareli
belgeler arasında yer alan başvurucunun 1/11/2012 tarihli ifadesine ilişkin
tutanakta “Görüşmenin personelin kendi
rızasıyla sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alınacağı kendisine
hatırlatılıp açıklandı.” şeklinde ibareye yer verildiği için
ifadeyle ilgili görüntü ve ses kaydını içerir CD'nin gönderilmesi, ifadenin alınmasına
niçin ihtiyaç duyulduğu ve soruşturmanın mahiyeti hususlarında bilgi verilmesi,
başvurucunun ifadesinde belirtilen hususlarla ilgili başkaca ifade, bilgi ya da
belge bulunup bulunmadığının bildirilmesi talep edilmiştir.
13. Davalı idare, söz konusu görüntü ve ses kaydının idari
soruşturmanın ardından imha edilmesi nedeniyle gönderilemediğini bildirmiş;
istem konusu diğer hususlara ilişkin başvurucunun 1/11/2011 tarihli ifade
tutanağının yanı sıra inceleme sonuç raporu isimli bir belgeyi Mahkemeye göndermiştir.
14. Başvurucu vekili 27/3/2013 tarihinde davalı idarece
gönderilen “gizli” nitelikli belgelerin bir örneğinin kendisine verilmesi
talebinde bulunmuş ancak Mahkeme, başvurucunun bu talebine ilişkin bir karar
vermemiştir.
15. AYİM Birinci Dairesi 9/4/2013 tarihli ve E.2013/157,
K.2013/458 sayılı kararı ile davayı oy çokluğuyla reddetmiştir. Kararın
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“...
Dava, özlük ve sicil dosyalarında yer alan
bilgi ve belgelerin incelenmesinden; 30.08.2000 tarihinde Astsb.Cvş.
nasbedilen davacının, Hv.Mu.Bçvş. sınıf ve rütbesi ile Diyarbakır 2'nci Hv. Kont.
Grp. K. Bkm. Ş. Md.lüğü Bil. ve Teş. Chz. Atl.
Bilgs./Tes. Sis Tnks. olarak görev
yaptığı esnada, 03.02.2012 tarihinde sıralı sicil üstlerince Astsubay Sicil
Yönetmeliğinin 60'ncı maddesinin (a), (b) ve (e) fıkraları gereğince 'Silahlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir' sicili düzenlendiği, bu sicil üzerine
durumunun Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 61'inci maddesine göre Hv. K.K.Iığı bünyesinde oluşturulan komisyonda incelendiği,
Komisyonun 926 sayılı TSK Personel Kanunun 94'üncü maddesinin (b) fikrası, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunun 39'uncu
maddesinin (e) fıkrası ve Astsubay Sicil Yönetmeliğinin (a), (b) ve (e)
fıkraları gereğince sicil yolu ile Silahlı Kuvvetlerden ilişiğinin kesilmesinin
uygun olacağı hususunun Komutanın tasvibine sunulması yönundeki
kararının 29.03.2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından uygun
bulunduğu, 31.05.2012 tarihinde Genelkurmay Başkanınca Hv.K.K.Iığı
kararına göre işlem yapılmasının uygun görüldüğü, Milli Savunma Bakanlığı’nın
18.06.2012 gün ve 2012/09-185 sayılı kararı ile ayırma işleminin onaylanarak
kesinleştiği, 22.06.2012 tarihinde TSK'dan ilişiği kesilen davacının, söz
konusu ayırma işleminin iptali istemi ile ... iş bu davayı açtığı
anlaşılmıştır.
...
... dava konusu işlem irdelendiğinde; davalı
idarece, 1602 sayılı Kanun'un 52'nci maddesi kapsamında incelenmek üzere
'Gizli' gizlilik dereceli olarak gönderilen belgelerden ve özellikle (bu
belgeler arasında yer alan) Hava Harp Okulu Komutanlığı'nda görevli bazı
personelin Hava Harp Okulu Komutanlığı sinemasında porno film izlediklerinin
tespit edilmesi üzerine başlatılan idari tahkikat kapsamında alınan 01.11.2011
tarihli, hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan okuyup imzaladığı kaydıdüşülen davacıya ait ifade tutanağından; davacının, 15
yaşından beri aralarında kendisinden yaşça büyük (50 yaş) veya küçük
(üniversite hazırlık öğrencisi), evlenmemiş veya dul, emekli astsubay kızı ve
boşanmış bir askeri personelin eşi de bulunan 500'e yakın yerli ve yabancı
bayanla ilişkisi ve cinsel birlikteliği oldugunu,
Eskişehir'de üniversite öğrencisi bir bayanla 3 yıl süren ilişkisi esnasında
lezbiyen ilişki hariç farklı her türlü ilişkiyi yaşadığını, İzmir, Ankara ve
İstanbul'da genelevlere gittiğini ve grup seks ilişkisi yaşadığını, internet
ortamında sosyal paylaşım sitelerine uyelikleri
olduğunu, bu sayede bir çok arkadaş edindiğini ve bunlardan bazıları ile ilişki
yaşadığını, internet ortamında astsubay olduğunu, HHO K.lığında
görev yaptığını ve işini söylediğini, bu bayanlardan 8-10 tanesi ile karşılıklı
olarak soyunarak sanal seks yaptığını beyan eden davacının söz konusu bu
fiillerinin genel ahlak anlayışı ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nin disiplin ve
ahlak anlayışına açıkça ters düştüğü, davacının TSK'nın itibarını sarsacak
şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu, bu itibarla davacının statüsü
itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum
karşısında kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık
teşkil ettiği, sonuç olarak, davacı hakkında tesis edilen ayırma işleminde
takdir yetkisinin objektif ölçütlerle, hizmet gereklerine uygun, kamu
yararı-birey yararı dengesi gözetilerek ve ölçülü bir şekilde kullanıldığı,
dolayısıyla tesis edilen işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
Diğer taraftan davacı vekilince, davacının
yaklaşık 3 saat bir odada beklemesi, sonradan ifadeye alınması, devamında özellikle
istihbaratçılardan binbaşı olan kişinin kendisine bağırması, yaklaşık 5 saat
ifadede kalıp sigara içmemesi, bu ifadelerin yerin yaklaşık 50 metre altında
alınması, kapalı yer korkusu gibi nedenlerle baskı, kızgınlık ve bir an önce o
ortamdan kurtulmak maksadıyla söz konusu belgeyi imzaladığı, imza aşamasında
herhangi bir önem arz etmediğinin, rutin bir konuşma olduğunun, personelin
sosyal yaşantısının tespitine yonelik bir çalışma
olduğunun, hatta kendilerinin de ara sıra çapkınlık yaptıklarının söylenmesi uzerine, davacının bir çoğu yalan olan, sadece ortamda
söylenmiş söylemleri imzaladığı, bunun neticesinde ilişiğinin kesildiği, ilişik
kesmeye gerekçe gösterilen sorgu işleminin baştan itibaren usulsüz ve hukuki
dayanaktan yoksun olduğu öne sürülmüş ise de; 'Kanuna aykırı olarak elde
edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.' hükmü Anayasa'nın 38'inci
maddesinde yer almaktadır. Bu maddenin başlığı ise 'Suç ve Cezalara İlişkin
Esaslar' şeklindedir. Anayasada 'İdarenin Esasları' başlığı altında ise böyle
bir hükümbulunmamaktadır. Diğer yandan Anayasada
memurların görev ve sorumluluklarını, disiplin kovuşturma usulünü düzenleyen
129'uncu maddesinde, 'Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara
sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.' şeklinde genel bir ilke yer
almaktadır. Suç ve cezaya ilişkin ilkeler ile disiplin hukukuna ilişkin ilkeler
arasinda temelde farklılıklar bulunmaktadır. Kamu
personeli hakkında herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi disiplin
soruşturması yapılabilmektedir. Kamu görevlisi hakkında yargılama yapılıp
beraat kararı verilse dahi bu durum disiplin cezası verilmesine engel bir hal
değildir ...
Davacının bahse konu 01.11.2011 tarihli
ifadesi bir suç isnadıyla ceza soruşturması/kovuşturması kapsamında değil,
disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında
alınmıştır. Davacının bu şekilde tespit edilen ifadesi esnasında iradesinin
fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı bir şekilde
veya yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi
somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmaktadır. Davacı TSK'da görev yapan bir
başçavuştur. Savaş halinde veya olağanüstü durumlarda, ya da normal hizmet
sırasında kendine verilen görevi yapabilmek igin
gerektiğinde canının dahi vermekle yükümlü bir personeldir, bu hususlarda yemin
etmiştir. Bu statüdeki bir personelin bulunduğu ortamdan kurtulmak için
yalan-dolan ifade vermesi dahi tek başına statüsüyle uyuşmamaktadır. Ayrıca
davacı ifade verirken kendisini kurtarmak maksadıyla yalan söylediğini farzetsek dahi; böyle bir durumda kendini ahlaki açıdan
zaaf içerisinde olan bir kişi pozisyonunda gösterecek ifade vermesi de hayatın olagan akışına uygun düşmemektedir. Bu nedenlerle davacının
ifadelerinin içinde bulunduğu gerçekleri yansıttığı değerlendirilmiştir. Sonuç
olarak; davacının bahse konu ifadesinde beyan etmiş oldugu
olaylar maddi vakıa olarak disiplin hukuku kapsamında degerlendirilebilecektir.
Davacının yukarıda açıklanan fiil ve hareketleri gerçekleştirmiş olduğunu beyan
ederek ifadesini imzalamış olduğu göz önüne alınarak dava konusu işlemde bu
yönüyle de hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
16. Karara katılmayan Daire Başkanının karşı oy yazısında
aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir:
“… başta disiplin cezaları olmak üzere idari
yaptırımların, ceza hukuku yaptırımlarına en yakın ve benzeyen işlemler olduğu;
Anayasa’nın temel hak ve hürriyetleri teminat altına alan hükümlerinin bu alanı
da kapsadığı bir vakıadır. Bu itibarla Anayasa’nın 38’nci maddesinin 6’ncı
fıkrasındaki ‘kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul
edilemez’ hükmü ile kamu görevlilerine teminat sağlayan 128’nci maddesindeki
kanunilik ve 129’uncu maddesindeki savunma alınmaksızın disiplin cezası
verilememesine ilişkin hükümlerin bir ilke olarak kabulü ve gerek idari
yaptırımların yapı ve nitelikleri gerek tesis/soruşturma süreci ile çelişmediği
ölçüde ceza muhakemesindeki delil yasaklarının kıyasen uygulanması
gerekmektedir …
…
... ortada mülakat şeklinde, kendisi aleyhine
TSK’den çıkarılmasını sağlayacak yoğunlukta bilgi veren ve aynı zamanda savunma
olarak değerlendirilmesi istenen, yukarıda belirtilen hal ve şartlarda elde
edilen bir tutanak mevcuttur. Ayırma işleminin tek dayanağı olan bu tutanağın
durup dururken kendiliğinden, idare ajanlarının etki ve katkısı bulunmaksızın
ve tamamen davacının iradesiyle oluşturulmadığı yadsınamaz bir vakıadır. Bu
ifade tutanağındaki soru ve cevaplar karşılaştırıldığında, önce ilgilinin uzun
süre tanık-şüpheli-sanık arası bir statüde sorgulandığı, bilahare alınan
bilgilere göre ifadeye dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Esasen, davacının, kendi
aleyhine idare de dahil hiçbir kişinin bilgi alanına ve aleniyetine kavuşmamış
bilgi vermesi sağlanırken, bunun aynı zamanda savunma olarak kabulü gibi bir
paradoks ortaya çıkmıştır. Oysa tutanakta davacıya yüklenen kusurlu fiillere
ilişkin isnatlara yer verilmemiştir.
…
Davacı, kendisine doğru söylemesi halinde
kendisine dokunulmayacağı şeklinde telkinde bulunulduğunu iddia etmiştir.
Davacının ifadesi dikkate alındığında, idareye güvenerek ikrar ve tevil yoluna
gitmeksizin samimi açıklamalar yaptığı, (kendi ikrarı olmasaydı) idarenin
hiçbir şekilde bilmesi ve öğrenmesi mümkün olmayan tamamen özel hayatlara
ilişkin bilgiler verdiği anlaşılmaktadır. Abartılı gözükmekle beraber bu
bilgilerin aleyhine bilgi toplayan idareye re’sen
arzı, hayatın olağan akışına ve oluşa aykırı olduğu gibi, temel hak ve
hürriyetlerin özünü ve sınırlarını zorlayan bir uygulamadır… Kendisi aleyhine
tanıklık yapmaya zorlanamaması ilkesi, askeri disiplin hukukunda da geçerli bir
ilkedir…
… disiplin soruşturmasının, ceza hukuku
kovuşturmasından ayrı ve farklı olduğu, aynı usul ve esaslara tabi olmadığı
bilinen bir husustur. Ancak, bu durum, Anayasa’daki temel hak ve hürriyetler
rejimine bağlı kalınmayacağı ve bunları korumaya matuf mevzuatın tamamen göz
ardı edileceği anlamına gelmemektedir. Aksinin kabulü halinde; disiplin
soruşturmasında da, işkence, baskı, hipnoz vb. gibi
yasak yöntemlerle veya hukuka aykırı dinleme, arama, el koyma gibi usullerle
elde edilen delillere itibar edilmesi, daha da önemlisi yasaklanan usullerle
delil toplamaya icazet verilmesi yolu açılmış olur.
…
Sonuç olarak, somut olayda ayırmanın tek
delili olarak gösterilen ifadenin temininde aydınlatma yükümlülüğüne ilişkin
kuralların tam işletilmediği; davacının bilgisine başvurma adı altında kendi
aleyhine tanıklık yapmasının sağlandığı ve savunma hakkının göz ardı edildiği;
ilgilinin hangi sebeple ve ne şekilde soruşturulduğu konusunda bir bilgi
bulunmadığı; davacının verdiği abartılı sayılabilecek ve bugüne kadar gün
yüzüne çıkmamış özel hayata ilişkin malumatın başka olgu ve bulgularla
desteklenmediği; üstelik ses ve video kaydı yapıldığı belirtildiği halde ara
kararı üzerine imha edildiği şeklinde verilen cevabın ifadenin delil niteliği
konusunda kuşku doğurduğu; benzeri diğer uygulamalardan farklı olarak başkaca
hiçbir delil aracı ve delil başlangıcı bulunmadığı dikkate alındığında, davacı
hakkında tesis edilen disipline ilişkin ayırma yaptırımının şekil/usul unsuru
yönünden hukuka aykırı olduğunu düşünüyorum.
…”
17. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin
8/10/2013 tarihli ve E.2013/990, K.2013/945 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
18. Anılan karar, başvurucuya 30/10/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 26/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
20. Anayasa Mahkemesinin 16/11/2015 tarihli ara yazısı ile
yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun TSK’dan ilişiğinin kesilmesi
işlemine dayanak oluşturan belgelerin gönderilmesi istenmiştir.
21. Hava kuvvetleri Komutanlığının 1/12/2015 tarihli yazısında,
idari işlemin dayanağını oluşturan belgelerin gönderildiği belirtilmiştir.
22. Anılan belgelerin incelenmesinden Hava Harp Okulu
Komutanlığının Hava Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiği 15/6/2011 tarihli
yazıda, başvurucunun Hava Harp Okulu sinema salonunda pornografik içerikte film
izleyen bazı kişilere zaman zaman katılması nedeniyle uyarı cezası ile
cezalandırıldığının belirtildiği ve kritik Muhabere Elektrıonik
Bilgi Sistemleri (MEBS) kadrolarına görevlendirilmemesi önerisinde bulunulduğu
görülmüştür. Öte yandan Hava Kuvvetleri Komutanlığınca yürütülen bir idari
tahkikat kapsamında 1/11/2011 tarihinde istihbarata karşı koyma hassasiyetleri
çerçevesinde ÜÇOK Harekat Merkez Komutanlığı
Diyarbakır karargahında başvurucunun ifadesinin alındığı, ifade tutanağına “Görüşmenin personelin kendi rızasıyla sesli ve
görüntülü olarak kayıt altına alınacağı kendisine hatırlatılıp açıklandı.”
ibaresinin yazıldığı görülmüştür. Söz konusu ifade metninde hangi kapsamda
başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu
anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı karartılmış
olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır.
Anılan ifade metninde başvurucuya nerelerde görev yaptığı ve kimlerle ikamet
ettiği, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanıp kullanmadığı, eşcinsel ve biseksüel kişilerle ilişki yaşayıp yaşamadığı ve bu
kişilerle grup şeklinde ilişkiye girip girmediği, adli boyutu olan bir olayın
içinde olup olmadığı, herhangi bir kişi ya da grup ile tartışma yaşayıp
yaşamadığı, aldığı disiplin cezaları, ne sıklıkla yurt dışına çıktığı gibi
hususlarının sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun anılan soruları yanıtladığı ve
ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır.
B. İlgili Hukuk
23. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı
Kuvvetleri Personel Kanunu’nun “Çeşitli
nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem”
kenar başlıklı 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası
şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle
ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle
Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen
astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı
Kanunu hükümleri uygulanır.
Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar
hakkındaki sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere
gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve
kimler tarafından yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi
astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura
tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı
Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.”
24. Yönetmelik’in işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları nedeniyle ayırma
usulleri” kenar başlıklı 60. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik
veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı
Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir
veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine
bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:
a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması,
ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması,
b. Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve
hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi,
c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137)
Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması,
...
e. Türk Silâhlı
Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması,
...”
25. Yönetmelik’in işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma
sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı
61. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle
ayırma iki şekilde yapılır.
a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince
başlatılması:
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle
ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman
düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret
konulmaz. Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki
kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı
maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate
vardıklarını belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde
Kalması Uygun Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri
ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin
yazılmasını sağladıktan sonra, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel
Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler.
...
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel
Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu
siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle
karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının
başkanlığında personel, istihbarat ve harekât başkanları, personel ve tayin
dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel
yönetim şube müdürleri ve adlî müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan
komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve
Yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden
incelendikten sonra bir değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin
şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi veya belge isteğinde bulunulabilir.
Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu
kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanının onayına sunar ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet
Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından
emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına
konur ve bunların görev yerleri değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı,
Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan
personelin dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay
Başkanlığına gelen dosyalar, personel başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine
edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve
Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından,
durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi gerekli görülenler hakkındaki
istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında gündeme alınarak haklarında
kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır. Genelkurmay Başkanının,
durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek görmediği astsubayların
dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Komutanlığına iade edilir. Bu gibi astsubaylar hakkında, Kuvvet Komutanı,
Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının daha önce verdiği
karara göre işlem yapılır...
Bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yazılı
fiillerden dolayı haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde
Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmesi gereken astsubaylar ile mevcut
belgelerin ast kademelere intikali sakıncalı görülen astsubaylar hakkında, bu
belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanı tarafından sicil düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicile
göre kesin işlem yapılır.
b. Ayırma işlemlerinin personel
başkanlıklarınca başlatılması:
Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili
düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya
Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki
safahatı kapsayacak şekilde sicil belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi
hakkındaki özel dosyaların incelenmesi sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri,
birden fazlası veya hepsine birden uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu
maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler.
Komisyon, inceleme ve değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile
Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının
onayına sunar...
Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında
Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile
Genelkurmay Başkanı tarafından ‘Silâhlı Kuvvetlerde
Kalması Uygun Değildir’ şeklinde sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu
maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.”
26. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Kanunu’nun “Disiplin”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir.
Askerliğin temeli disiplindir.
Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi
kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.”
27. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber
ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine
bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi
ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve
atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi
geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden
kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
28. 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri
hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır.
Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:
…
(h). İyi ahlâk sahibi
olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker,
esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan,
dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan,
yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin
yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu,
lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 17/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu; ayırma işlemine mesnet olan ve 1602 sayılı
Kanun'un 52. maddesi kapsamında Mahkemeye gönderilen belgelerin bir nüshasının
tarafına verilmesini istemesine rağmen kendisine bu belgeleri inceleme imkânı
verilmediğini, AYİM tarafından bu konuda olumlu veya olumsuz bir karar
verilmeden davanın reddedilereksavunma hakkının
kısıtlanıp silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini, TSK'dan ayırma
nedenleri arasında sayılan disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle ayırma
hâlinin yargılama sırasında kanundan çıkarıldığı hâlde somut olayda
uygulanmasının işlemi sebep unsuru yönüyle sakatlayarak adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini, ayırma işleminin tek dayanağının hukuka aykırı yöntemlerle
alınan ve başka kanıtlarla desteklenmeyen ifadesine dayandırılıp Anayasa'nın 38
maddesinde belirtilen ''Hiç kimse
kendisini... suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye
zorlanamaz.'' ilkesinin ihlal edildiğini; AYİM'de
hâkim sınıfından olmayan subay üyelerin bulunması, tek dereceli yargılama
yapılması, karar düzeltme talebinin aynı Dairece incelenmesi nedenleriyle
bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma şartının gerçekleşmediğini; AYİM
Birinci Dairesi tarafından verilen karar düzeltme talebinin reddine dair
kararın gerekçesiz olduğunu ileri sürmüş ve yeniden yargılanmasına karar
verilmesi ile birlikte tazminat talebinde bulunmuştur.
31. Başvurucu 17/8/2015 tarihli dilekçesi ile mahrem alanına
ilişkin bilgiler içeren başvuru hakkında verilecek kararın yayımlanması söz
konusu olabileceğinden kimliğinin gizli tutulmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, özel hayatına ilişkin bazı
bilgilerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edildiği ve bu bilgilere dayanılarak
hakkında ayırma işlemi tesis edildiği şikâyetinin Anayasa’nın 20. maddesi ile
güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı; kuruluşu ve yapısal
sorunları nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmayan AYİM'de yargılandığı şikâyetinin, Anayasa’nın 36. maddesi
ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkı; AYİM Dairesi tarafından
verilen karar hakkındaki karar düzeltme talebinin aynı daire tarafından karara
bağlanması şikâyetinin ise iki dereceli yargılama hakkı kapsamında incelenmesi
uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinin Yapısından Kaynaklandığı İleri Sürülen Nedenlerle Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucu, AYİM'de hâkim sınıfından
olmayan subay üyelerin bulunması nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir mahkemede
yargılanma şartının gerçekleşmediğini ileri sürmüştür.
34. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel
haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık
olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular
açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet
Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013,
§ 24).
35. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha
önce incelenirken belirtildiği üzere AYİM’in oluşumu,
statüsü ve görevleri Anayasa ve ilgili Kanun'da hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askeri hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve
ilgili kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri
yönünden askeri hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı,
kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline
ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı
görülmektedir (Hikmet Balabanoğlu,
§ 35).
36. AYİM'in yapısı nedeniyle ileri
sürülen bağımsız ve tarafsız olmadığına yönelik iddiaları, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) de dayanaktan yoksun bulmuştur (Yavuz/Türkiye (k.k.), B. No: 29870/96, 25/5/2000).
37. Başvurucunun, bu karardan ayrılmayı gerektirecek herhangi
bir yönü bulunmayanbu kısımdaki iddialarının
açıklanan nedenlerle Derece Mahkemesi kararlarında açık bir ihlal tespit
edilmediğinden açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. İki Dereceli
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu, AYİM Dairesi tarafından verilen karar hakkındaki
karar düzeltme taleplerinin aynı Daire tarafından karara bağlanması nedeniyle
adil yargılanmadığını ileri sürmüştür.
39. Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
40. Sözleşme’ye ek 7. No.lu
Protokol’ün 2. maddesinde cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı
tanınmış ise de Türkiye bu Protokol’e taraf olmadığı gibi başvuru konusu olay
da bir ceza yargılaması değildir.
41. Başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği AYİM nezdinde
temyiz yani iki dereceli yargılanma hakkı, Anayasa’da güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerden olmadığı gibi Sözleşme’nin ve buna ek Türkiye’nin
taraf olduğu protokollerden herhangi birinin kapsamına da girmemektedir (Mahir Akarsu, B. No: 2012/1096, 20/2/2014,
§§ 42-45).
42. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu ihlal iddialarının
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Özel Hayatın Gizliliği
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
44. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı
emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara
el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat
içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma
kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
45. Anayasa’nın 20. maddesinde özel hayatın gizliliği hakkı
düzenlenmiştir. Özel hayat, geniş bir kavram olup kapsayıcı bir tanımının
yapılması oldukça zordur. Bununla beraber bu kavram; kişinin maddi ve manevi
bütünlüğü, fiziksel ve sosyal kimliği, bireyin ismi, cinsel yönelimi, cinsel
yaşamı gibi unsurları korumaktadır (Ahmet
Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015,§
46). Kişisel bilgiler ve veriler, kişisel gelişim, aile hayatı vb. konular da
bu hakkın içinde yer almaktadır.
46. Özel hayat, "özel bir sosyal hayat" sürdürmeyi
yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir "özel
hayatı" güvence altına almaktadır. Bu yönü ile değerlendirildiğinde bahsi
geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas
kurma hakkını da içermektedir. AİHM içtihatlarında mesleki hayat çerçevesinde
yürütülen faaliyetlerin "özel hayat" kavramı dışında tutulamayacağı
belirtilmektedir. Mesleki hayata getirilen sınırlamalar; bireyin, sosyal
kimliğini yakınlarında bulunan insanlarla olan ilişkilerini geliştirme şeklinde
yansıtabildiği ölçüde Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamına girebilmektedir. Bu
noktada belirtmek gerekir ki insanların büyük çoğunluğu, dış dünya ile olan
ilişkilerini geliştirme olanaklarını en çok mesleki hayatları çerçevesinde
yürüttükleri faaliyet kapsamında elde etmektedir (Özpınar/Türkiye, B. No. 20999/04, 19/10/2010, § 45; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, §
29).
47. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak, bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin;
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması; kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (AYM, E. 2009/1, K. 2011/82, 18/5/2011; E.
1986/24, K. 1987/7,1/3/1987; Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 37).
48. AİHM, mesleki hayat çerçevesinde kişilerin özel hayatı
hakkında sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari sonuçların, buna ek olarak
kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden alınmalarının
özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, §§ 47, 48).
a. Müdahalenin Varlığı
49. Somut başvuru açısından başvurucunun askerlik görevinden
sadece mesleki nedenlerle yürütülen bir disiplin soruşturması neticesinde
çıkarılmamış olduğu söylenebilir. “Disiplinsizlik ve ahlaki durum” sebebiyle
TSK’dan ayırma işlemine tabi tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat
sürecinden, TSK’dan ayırma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere
başvuruya konu süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış
ve ilişkilerinin en önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel
yaşamına ait unsurlar gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının
başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
50. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta; ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
51. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
52. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede, yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
53. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı, her somut olayın kendi koşulları içinde
değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
54. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü Anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki,
§ 36).
55. Başvuruya konu disiplin uygulaması ve devam eden yargısal
sürecin926 sayılı Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b)
fıkrası ile Yönetmelik’in işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61. maddeleri
uyarınca yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
56. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayatın gizliliği
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
57. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat
düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde
çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla
tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından
disiplin cezalarının amacı; kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin
gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir.
Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların
hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 211
sayılı Kanun’un 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır.
Ayrıca askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış, disiplinin muhafazası
ve idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı
düzenlenmiştir.
58. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması meşru amacı
kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin
hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve
eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi, belirtilen meşru
temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir
statüye girmeyi kabul eden kişilerin, sivillere getirilemeyecek bazı
sınırlamaların askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan
kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 41).
59. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin, askerî disiplinin
korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla
millî güvenliğin korunması amacını taşıdığı; bunun da Anayasa'nın 20. maddesi
çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Bir Toplumda Gerekli
Olma ve Ölçülülük
60. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir. Devletin ayrıca özel ve aile hayatın gizliliği hakkını etkili
olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır.
Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı eylemleri bakımından dahi özel ve
aile hayatına saygı hakkının korunması için gerekli önlemlerin alınması ödevini
de içermektedir (Ata Türkeri, §
42).
61. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa'nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa'da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, sınırlamada öngörülen meşru
amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı, sınırlandırmayla
ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin
kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
62. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını; başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına
yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal
ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak
değerlendirilemez (Ata Türkeri, §
44).
63. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan derece
mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayata saygı
hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı
bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Bekir
Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 54)
64. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal hayat
sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle kamu
görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat unsurları
açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla birlikte bu
kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu gibi asgari
güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Özpınar/Türkiye, § 72).
65. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47).
66. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova, 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik Krallık, B. No:
28945/95, 10/5/2001, § 72; Blecic/Hırvatistan; B. No: 59532/00, 29/7/2004,
§ 68).
67. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda yapılan idari bir tahkikat kapsamında Hava
Kuvvetleri Komutanlığınca başvurucunun ifadesinin alındığı, başvurucunun cinsel
hayatına dair hususların başvurucunun yalnızca 1/11/2011 tarihli ifadesinden
öğrenilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu ifade metninde, başvurucu
hakkında idari tahkikat başlatıldığının belirtilmediği gibi hangi kapsamda
başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun da belirtilmemiş olduğu ancak
başvurucunun kendisine sorulan soruları yanıtladığı ve cinsel hayatına ilişkin
mahrem tüm hususları (detaylı bir şekilde) içeren ifade metnini imzaladığı
anlaşılmıştır. Başvurucunun ifade alma işleminin sesli ve görüntülü olarak
kayıt altına alındığı belirtilmişse de söz konusu kaydın idari tahkikatın
tamamlanması ile birlikte imha edildiği belirtilerek Mahkemeye gönderilmediği
görülmüştür.
68. Başvurucu; ifade alma işlemi öncesinde bir odada üç saat
boyunca bekletilmesi, ifade alma işlemi sırasında kendisinin rütbece üstü olan
bir subayın kendisine bağırması, ifade alma işleminin sürdüğü beş saat boyunca
sigara içememesi, ifadesinin yerin 50 metre altında bir ortamda alınması
nedenleriyle baskı, kızgınlık ve bir an önce ortamdan kurtulmak düşüncesiyle
ifade tutanağını imzaladığını, kendisine imzaladığı tutanağın bir önem arz
etmediğinin, rutin bir konuşma olduğunun söylenilerek iradesinin fesada
uğratıldığını, ifadesinin hukuka aykırı yöntemlerle alındığını, bu şekilde özel
hayatına ilişkin elde edilen ve çoğu gerçek olmayan bilgilere dayanılarak
hakkında ayırma işlemi tesis edildiğini ileri sürmüştür.
69. AYİM Birinci Dairesinin 9/4/2013 tarihli ve E.2013/157,
K.2013/458 sayılı kararında başvurucunun anılan iddiaları değerlendirilmiş,
bahse konu 1/11/2011 tarihli ifadenin bir suç isnadıyla ceza
soruşturması/kovuşturması kapsamında değil, disiplin hukuku çerçevesinde
değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve başvurucunun
bu şekilde tespit edilen ifadesi sırasında iradesinin fesada uğratıldığı,
yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle
alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt
bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
70. Somut olayda, başvurucunun söz konusu ifadesinin belirli ve
somut filler belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı konusunda
bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden şüpheli
duruma getirmektedir. AYİM kararında, başvurucunun belirtilen iddialarına
rağmen anılan ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, nasıl
olup da başvurucunun özel hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını
öğrencilik yıllarından itibaren tüm detaylarıyla anlatmasının sağlandığı
hususunun ortaya konulmadığı, söz konusu soyut nitelikteki ifadede belirtilen
hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK’dan ilişiğinin kesilmesi işlemine karşı
açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme kararında
başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatı
üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya konulmadığı
gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin de
detaylı şekilde açıklanmadığı görülmektedir. Bu durumda muhakeme sırasında açık
ve somut bir biçimde öne sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte
olduğu anlaşılan başvurucunun söz konusu ifadelerinin alındığı koşullara
yönelik iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile yanıt verilmemesi ve
başvurucunun özel hayatına ilişkin hususların mesleği üzerindeki etkisinin
açıklanmaması nedenleriyle AYİM kararının başvurucunun mahremiyet hakkına
müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği
kabul edilmelidir.
71. Buna göre başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
72. Başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına
alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varıldığından,
Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan hakların ihlal edildiği
yönündeki diğer iddialarının ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanunun
50. Maddesi Yönünden
73. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
74. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte tazminat talep
etmiştir.
75. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
76. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
77. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
78. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması
talebinin KABULÜNE,
B. 1. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısından kaynaklandığı
ileri sürülen nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın
bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM Birinci Dairesine
GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun
tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 198,35
TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin,
kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden
itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin
sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ
UYGULANMASINA,
H. Kararın
bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
17/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.