TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAHYA MURAT DEMİREL VE HÜSNÜ BARBAROS OLCAY
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7996)
|
|
Karar Tarihi: 17/2/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
1.Yahya Murat DEMİREL
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Köksal BAYRAKTAR, Av. Haluk
PEKŞEN, Av. Feride Dilek HELVACI,
|
Başvurucu
|
:
|
2. Hüsnü Barbaros OLCAY
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Mehmet ÖZŞAHİN, Av. Esin ÖZŞAHİN,
Av. Ersan ÖZŞAHİN, Av. Ümit EĞİNLİOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; haksız olarak tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması ve yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. 2013/7996 numaralı başvuru 7/11/2013 tarihinde, 2013/8100 ve
2014/8053 numaralı başvurular 8/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
4. 2013/8100 ve 2013/8052 numaralı başvurular, aralarında hukuki
irtibat bulunması nedeniyle 2013/7996 numaralı başvuru ile birleştirilmiştir.
5. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2014tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/1/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
8. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
2/2/2015-5/2/2013 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular,
Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
10. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 25/6/2001 tarihli
iddianamesiyle başvurucu ile birlikte sekiz kişinin zimmet suçundan cezalandırılması
istemiyle İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
11. İddianameye konu olayların geçtiği tarihte başvurucu Yahya
Murat Demirel ... Uluslararası Dış Ticaret A.Ş. ile ... Entegre Orman Ürünleri
Sanayi ve Ticaret A.Ş.nin ortağı ve yetkilisi,
başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay daTürkiye Halk
Bankasının ticari kredilerden sorumlu genel müdür yardımcısı ve yönetim kurulu
üyesidir.
12. Başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay 8/8/2001-11/9/2001 tarihleri
arasında, diğer başvurucu Yahya Murat Demirel ise 17/8/2001-11/9/2001 tarihleri
arasındatutuklu kalmıştır.
13. Yapılan yargılama sonucunda İstanbul 4. Ağır Ceza
Mahkemesince 28/11/2001 tarihinde sanıklar (başvurucular) hakkında verilen
beraat kararı, Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 16/4/2002 tarihli ilamı ve "Demirel Şirketler gurubuna dahil ... A.Ş, D....
Entegre Orman Ürünleri San. Tic. A.Ş., ... Finansal Kiralama A.Ş., ... Yatırım
A.Ş.'nin Halk Bankası Levent Şubesinden tamamı ticari
nitelikte proje kredileri, ithalat kredileri veya mevcut tesislerin
genişletilmesi için gayri nakti kredi kullanma
taleplerinin, kredinin tür ve miktarına göre Genel Müdürlük yetkisinde olup
sıralı birim görüşü ile Yönetim Kurulu kararıyla onaylanan. Ticari Krediler
Müdürünün depesmana yer vermeyecek şekilde
kullandırılması görüşü ile şubeye yollanan, kullanıma açılması sağlanan kredi
olayında; müdahilin temyiz dilekçesinde belirttiği Cumhurbaşkanlığı Devlet
Denetleme Kurulunun 17.9.2001 gün ve 2001/4 sayılı raporu, Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu ve dosyada mevcut 16.4.1998 tarihli banka yeminli murakıbı E. S.nin raporudışında rapor varsa
bu da temin olunup Başbakanlık Teftiş Kurulunun 6.6.2001/1198 gün ve sayılı ve
Hazine Başkontrolörlerince [hazırlanmış] sayılı ön
inceleme raporu da celp olunduktan sonra banka ve ticari krediler alanında ve
konusunda uzman 3 kişilik bir bilirkişi kurulu marifetiyle, Ticari Krediler
Genel Esasları Yönetmeliği, Teminat Mektuplarında Uygulama Talimatı, Dahili
Emir ve Banka İç Mevzuatı kuralları dikkate alınarak, davaya konu firmalara kullandırılan
kredilerin verilme ve uygulamasında mevzuata aykırı yetki aşımını içeren
davranış bulunup bulunmadığı, kredi dönüşümünün hangi şekilde ve ne suretle
yapılabileceği, genel esaslara uyulup uyulmadığı, aykırı hallerin tespitinde depasman açığı veya başka nedenden bankanın zararı olup
olmadığı saptanmadan, paravan oldukları belirtilen ... Financial S.A., ...
International Ltd.'nin bu
nitelikte bulunup bulunmadığı netleştirilip, banka elemanı sanıkların bu hali
bilip bilmedikleri de belirlenerek, 28.6.2001 tarihli Devlet Bakanı oluru ile
soruşturma izni verilen Banka Eski Genel Müdürü Y. A. ve arkadaşları ile ilgili
soruşturma akıbeti de araştırıldıktan ve Ankara 2.Asliye Ceza Mahkemesinin
21.2.2001 gün 1999/8-200 esas karar sayılı dosyası da getirtilip sonucuna göre
delillerin bir bütün halinde takdiri gerekirken yerinde ve yeterli olmayan
gerekçeyle yazılı şekilde beraat kararı verildiği" gerekçesiyle
bozulmuştur.
14. İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak yeniden
yapılan yargılama sonunda 16/12/2003 tarihli karar ile sanıkların
(başvurucuların) beraatlarine karar verilmiştir.
Anılan kararın katılan vekili ile yerel Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz
edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesi 21/6/2004 tarihli
ilamıyla hükmün başvurucular ve üç sanık yönünden bozulmasına, diğer sanıklar
yönünden onanmasına karar vermiştir.
15. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 7/7/2004 tarihli ve 29544
sayılı yazı ile "(...) somut olayda
Türkiye Halk Bankası yönetici ve çalışanları için TCK'nın 202/son maddesindeki
kamu bankalarıyla ve aynı kanunun 219/1 maddesindeki emir ve idare yetkisine
sahip olanlarla ilgili ağırlaştırıcı nedenlerin uygulanma olanakları ortadan kaltığından, sanıklar hakkında lehe düzenlemeler içeren
4389 sayılı Bankalar Kanunundaki ceza hükümleri uygulanmalıdır." görüşüne
yer vererek Yargıtay 11. Ceza Dairesinin kararına itiraz etmiş, dosya Yargıtay
Ceza Genel Kuruluna gönderilmiştir.
16. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 31/5/2005 tarihli ilamıyla
sanıkların eylemlerinin bankacılık zimmetini oluşturduğu gerekçesiyle İlk
Derece Mahkemesinin kararının bozulmasına karar vermiştir.Anılan ilamın ilgili kısmı şöyledir:
"Bu değerlendirme ve saptamaların sonucu olarak:
Yargıtay C.Başsavcılığının suç vasfına
ilişkin itirazı isabetli olup, ... A.Ş., ... A.Ş., ... Yatırım A.Ş. ve
...Leasing A.Ş.'ne verilen ve işbu davanın konusunu
teşkil eden usulsüz kısmen karşılıksız ve bu itibarla geri dönüşü olmayıp bankaya
zarar veren kredilerde banka genel müdürlüğü yetkilileri ile yönetim kurulunun
bilinçli tavır ve davranışlarının etkili oluşu sonucu kredilerin firmalar
yararına şekillendiği, banka üst yetkili ve sorumlularının kamu taciri
durumundaki bankanın hükmü şahsiyetini temsilde ve mal varlığını korumada
bilinçli ve eylemli şekilde kusurlu bulundukları, bu nedenle kredilendirme
olaylarında banka yöneticilerinin hile ve desiselerle kandırılmalarından sözedilemeyeceği için suçlara "nitelikli
dolandırıcılık" vasfı verilmesinde isabet bulunmadığı, varlığı halinde
suçun banka zimmeti oluşturacağı, suç tarihinde 765 sayılı TCY.nın
202. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken bu fiillerin suç tarihinden
sonra yürürlüğe giren ve lehte hükümler içermesi nedeniyle TCY.nın
2/2. maddesi uyarınca tatbik ve infazı gereken 4389 sayılı Bankalar Yasasının
22. maddesi kapsamında tahlil ve değerlendirilmesi gerektiği, her bir sanığın
sorumluluğunun kendi imzası tahtında şekillenen kredilerle sınırlı olacağı
aldatıcılık olgusu taşıyan kredi işlemlerindeki sorumluluğun 4389 sayılı
Bankalar Yasasının 22/3. madde fıkrasının 2. cümlesi kapsamında
değerlendirilmesi icap edeceği sonucuna varılmalıdır."
17. Bozma kararı üzerine dosyayı yeniden ele alan İstanbul 4.
Ağır Ceza Mahkemesi 31/5/2006 tarihinde dosyaya konu suç hakkında yargılama
görevinin İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gerekçesi ile
görevsizlik kararı vermiştir.
18. İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi 31/7/2006 tarihinde, karşı
görevsizlik kararı vermiş ve dosya görev uyuşmazlığının giderilmesi için
Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay 5. Ceza Dairesi 30/11/2006
tarihli ilamı ile İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinin görevli olduğuna karar
vermiştir.
19. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi 9/6/2008 tarihli kararı ile
başvurucuların müteselsilen zimmet suçundan 12 yıl 6
ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Yargıtay 11. Ceza
Dairesi 8/4/2009 tarihli ilamı ile başvurucular ve bazı sanıklar hakkındaki mahkumiyet hükmünü eksik inceleme sebebiyle bozmuştur.
20. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi, son olarak 30/5/2012
tarihli kararı ile başvurucuların zimmet suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları
şöyledir:
"Dosyadaki inceleme raporları, bilirkişi
raporları ve belgelere göre;
...
... Şirketler Grubu içerisinde yer alan D...
A.Ş., D... A.Ş., ... YATIRIM A.Ş. ve ... LEASING A.Ş.nin
dövize natık teminat kredilerinin, Banka Genel
Müdürlüğünün bilgi ve kabulü sonrasında yönetim kurulunca onaylandığı, olumsuz
istihbarat raporlarının bankanın üst yönetimlerince önemsenmediği, her bir
kredi için ayrı istihbarat raporu düzenlenmesi banka iç mevzuatı uyarınca
zorunlu iken, buna uyulmayarak önceki istihbarat raporlarıyla yetinildiği,
kredilerin teminat olarak alınan ipoteklerin güncel değerlerinin gözetilmediği,
ipotek konulan taşınmazların güncel değerlerinin gerçek değerlerinin çok çok
altında belirlendiği, banka uzmanlarınca önceden saptanan düşük bedelli
değerleri içeren raporlar görmezden gelinerek sonradan düzenlenen yüksek
değerler ihtiva eden banka raporlarına itibar edildiği, aynı taşınmazlar
üzerine başka kurum ve kuruluşlarca ipotek konmuş olmasına rağmen önceden ve
değişik derecelerde konulan bu ipoteklerin varlığının bir sonraki krediyi
teminatsız bırakacağının önemsenmediği, ithalat ve ihracat kredilerinin gerçek
niteliğini uygun kullanılıp kullanılmadığının araştırılmadığı, bu kredi
dilimlerinin kullanılmasında adı geçen .... ve ... adlı firmaların gerçek olup
olmadığının ve bunlar tarafından ithalat için düzenlenen faturaların doğru olup
olmadığının kontrol edilmemesi sebebiyle bankanın zararına yol açıldığı,
yapılan incelemelerden de bu firmaların kağıt üzerinde kalan firmalar olduğu,
kredilerin vadeleri gözönüne alındığında son
aşamalarda önceden kullandırılan kredilerin ödenmeme ihtimali oluşmasına rağmen
kredilendirme talimatlarının da aşılarak yeni kredilerin bu firmalara tesis
edildiği ve bu şekildeki depasmanlı işlemlerle
bankanın zararının arttırıldığı, her ne kadar işlemler banka şubesi tarafından
yapılmış ise de, tüm dosya kapsamından davaya konu olan bankacılık işlemlerinin
Bankanın Genel Müdürlüğü ve Yönetim Kurulunun bilgisi ve onayıyla yapılmış
olduğu kanaatine varılmıştır.
Her ne kadar Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin 2009/1472 esas-2009/4012
sayılı bozma ilamında sanıkların her bir kredilendirmedeki sorumlulukları,
olaydaki konum ve yetkileri dikkate alınmak suretiyle somutlaştırılmasının
istenmesi doğrultusunda alınan bilirkişi heyeti raporunda sanıklardan banka çalışanı
olan tek sanık Hüsnü Barbaros Olcay'a ilişkin olarak; D... A.Ş. ve D... A.Ş.,
firmalarına tahsis edilen toplam 4.500.000 TL'lik gümrüğe hitaben KDV
ertelemesinde kullanılmak üzere yönetim kurulu tarafından onaylanan kredilerin
27/06/1997 tarihinde Levent Şube Müdürlüğü'nün teklifi üzerine, gayri nakdi
kredi türü olan kredideki gümrüklere hitaben verilme şartının kaldırılması
talebini o tarihte bankanın Genel Müdür Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi olan
sanık Hüsnü Barbaros Olcay tarafından verilen onayla kaldırıldığı ve böylece
dövize natık teminat mektubu kredisine dönüştüğü,
14/07/1997 tarihli telefon görüşmesine istinaden firmalara dövize natık teminat mektubu metni ile işlem yapılması onayının
sanık Hüsnü Barbaros Olcay tarafından verildiği, bankacılıkta münakale denilen
uygulamanın krediyi tesis eden makam tarafından yerine getirilmesi gerekirken
sanığın yetkisiz şekilde onay alarak işlem yaptığı belirtilerek, bu kredilerin
daha sonra ödenerek tahsil edildiği, bu nedenle bankanın bu işlemler sonucunda
zararının olmaması sebebiyle bu sanık yönünden zimmet suçunun oluşmayacağı
dolayısıyla banka görevlisi olmayan diğer sanıkların zimmet suçuna
iştiraklerinin de söz konusu olamayacağı belirtilmiş ise de; yukarıda
açıklandığı üzere davanın konusu olan kredilere ilişkin usulsüzlüklerin ve
hileli hareketlerin yönetim kurulunun bilgisi ve onayı ile yapıldığının kabul
edildiği, sanık Hüsnü Barbaros Olcay'ın yukarıda belirtilen ve numaralandırılan
1, 3, 4, 5, 10, 12 ve 13 numaralı kredi tahsis işlemlerinde imza sahibi olarak
sorumluluk üstlendiği, ayrıca sanığın belirtilen ve saptanan iki kredideaktif rol alarak ve insiyatif
kullanarak diğer sanıkların hissedarı veya yöneticisi olduğu şirketler lehine
işlem yaptırdığı göz önüne alındığında,sonuçolarak
Türkiye Halk Bankası A.Ş.'nin suç tarihinde Genel
Müdür Yardımcısı ve yönetim kurulu üyesi olan sanık Hüsnü Barbaros Olcay ile
sanıklar Yahya Murat Demirel ve G. B.nin
oluşturdukları organizasyon çerçevesinde, sanık Yahya Murat Demirel'in sahibi
olduğu firmalara usulsuz kredi tahsisi amacıyla,
lehlerine kredi verilen şirket yetkilileri sanıklar Ş. A. T. ve E. M. C.'nin iştiraki ile ve tüm sanıkların fikir ve eylem birliği
içinde hareketle,yabancı paravan şirketler ile hayalı
ihracat işlemlerine dayanılarak bu paravan firmaların düzenledikleri faturalara
istinaden bankadan kredi alınması için düzenlenen bono ve poliçelere bankaca
aval veya garanti verip, banka garantisinin alınması suretiyle kullanıldığı,
bilahare yabancı bankalarda iskonto ettirilen bu
kıymetlerin bedellerinin sanıkG. B. tarafından tahsil
edildiği, yine D... A.Ş. ve D... A.Ş.'ne tahsis
edilen iki adet Türk parası teminat mektubu kredilerinin, dönemin Genel Müdür
Yardımcısı iken sonradan istifa edip Yahya Murat Demirelin
şirketlerinde yöneticilik yapan sanık H.Barbaros
Olcay'ın talimatıyla, tahsis koşullarına aykırı olarak dövize natık teminat mektubu kredisine dönüştürülüp, muhatabının
da yönetim kurulu kararına aykırı şekilde T.C. Gümrükleri yerine, ... İnternational LDT. ünvanlı şirket
olarak değiştirilip verilen paranın anılan firmalarca aynı şirketin emrine
düzenlenen bonoların banka tarafından garanti edilmesi yoluyla kullandırıldığı,
bu iki kredi dışında ki diğer banka zararı doğuran kredilerde bankadaki Genel
Müdür Yardımcılığı ve yönetim kurulu üyeliği görevlerini kullanarak yukarıda
belirtilen 1, 3, 4, 5, 10, 12 ve 13 numara ile belirtilen kredi işlemlerinde
hileli hareketlerle bankacılık zimmeti suçunu işlediğikabul
edilmiştir.
...
Belirtildiği gibi davaya konu kredilere ilişkin bankacılık işlemlerinin
sanık Hüsnü Barbaros Olcay'ın da yer aldığı banka üst yönetiminin bilgisi ve
onayı kapsamında gerçekleştirmesi sonucu, banka hükmü şahsiyetinin aldatıldığı
ve bankaya ait paranın üçüncü şahıslar tarafından zimmetlenmesine sebebiyet
verildiği açıkça ortadadır. Aşağıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere ortaya
çıkan sonucun kredileri kullanan ve zimmetine geçiren dava konusu şirket
hissedar ve yöneticisi olan diğer sanıkların bilgisi dahilinde gerçekleştiği,
bu şekilde diğer sanıklarında banka yöneticisi olan sanık Hüsnü Barbaros
Olcay'ın suçuna iştirak ettiği kabul edilmiştir.
Sanıklardan Yahya Murat Demirel'in dava konusu olan tüm kredilerde
şahsi kefaletinin bulunduğu ve kredileri kullanan D... A.Ş, D... A.Ş, ...
LEASING A.Ş ve ... YATIRIM AŞ şirketlerinin hissedarı, yetkilisi olduğu,
kredilerin kullandırılmasındaki belgelerde imzası bulunmamakla birlikte,
16/2/1996 tarihinde ... İslamic Invesment
Banka hitaben 28/02/2001 vadeli 3.000.000 USD'lik
dövizi natık teminat mektubu düzenleyip D... A.Ş.ye
verildiği, mektup bedelinin 29/02/1996 tarihinde bankaya transfer edilerek
firma hesabına alındığı, daha sonra firma hesabına alınan 3.000.000 USD
tutarındaki kredi bedelinin 1.000.000 USDkarşılığı
Yahya Murat Demirel'in Levent şubesi nezdindeki hesabına, bir kısmının ...
FİNANS AŞ, bir kısmınında D... Ş hesabına EFT veya
virman yapıldığı, yine ... AVAL GMBH'ye hitaben
toplam 5.000.000 USD tutarındaki iki adet DNTM düzenlendiği, bono bedellerinin
31/03/1996 tarihinde 4.825.000 USD olarak bankaya transfer edildiği ve firmanın
mevduat hesabına alındığı, daha sonra bu hesaptan bir kısım paraların sanık
Yahya Murat Demirel'in mevduat hesabına ve D... A.Ş.nin
mevduat hesabına aktarıldığının saptanması, böylece D... AŞ adına bankaca
tahsis edilen gayri nakdi kredilerin kullanılması suretiyle alınan nakıd kredilerin, grubun diğer firmalarının hesabına ve
ayrıca firmaların yöneticisi konumunda bulunan kişinin hesaplarına
aktarılmasının firmaların kredi temininde araç olarak kullanıldığını ve banka
kaynaklarının asıl olarak kişilere tahsis edildiğinin kabulüne göre ayrıca D...
A.Ş.ye tahsis edilen 26/09/1996 tarihli (4 nolu
kredi) ithalat kabul kredisinin işleyişi sırasında 21/10/1996 tanzim tarihli
20/05/1997 vadeli E... şirketi emrine düzenlenmiş 10
adet (toplam 10.905.000 USD'lik) gerçeğe aykırı
bonoları tanzim ettiği ve böylece sanık Yahya Murat Demirel'in yukarıda
belirtilen tüm kredilere ilişkin olarak gerçekleşen banka zararından sorumlu
olduğu ve sanık Hüsnü Barbaros Olcay'ın yukarıda belirtilen eylemlerine iştirak
ettiği kabul edilmiştir.
...
Görüldüğü gibi davaya konu olan zararın
ödenmediği, buna göre indirim
yapılamayacağı ayrıca yukarıdaki her üç kanunda da hapis cezasının yanında
oluşan zarara endeksli yüksek miktardaki adli para cezasınında
bulunduğu, ayrıca bu üç kanunda mahkemece ayrıca zararın ödettirilmesine karar
verileceği hükmüde bulunmakta olup, 5237 sayılı TCK'nun 62. Maddesi ile 59. Maddesindeki indirim oranınında aynı olduğu göz önüne alındığında suçtan sonra
yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nun 247. maddesinin
1. ve 2. fıkralarının sanıkların lehine olduğu açık olduğundan aşağıdaki
şekilde hüküm kurulmuştur."
21. Yargıtay 11. Ceza Dairesi 9/10/2013 tarihli ilamı ile İlk
Derece Mahkemesinin kararınıonamıştır.
22. Başvurucular7/11/2013-8/11/2013tarihlerinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
23. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun
202. maddesi şöyledir:
"Görevi sebebiyle kendisine tevdi olunan
veya muhafaza, denetim veya sorumluluğu altında bulunan para veya para yerine
geçen evrak veya senetleri veya diğer malları zimmetine geçiren memura altı
yıldan oniki yıla kadar ağır hapis ve meydana gelen
zararın bir misli kadar ağır para cezası verilir.
Yukarıdaki fıkrada gösterilen cürüm, dairesini
aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette
bulunmak suretiyle işlenmiş ise faile oniki yıldan
aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç misli kadar ağır
para cezası verilir.
Zararın, kovuşturma yapılmadan önce tamamiyle ödenmiş olması halinde yukarıdaki fıkralarda
yazılı cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte biri
indirilir.
Meydana gelen zararın ödenmemesi halinde mahkemece ödettirilmesine re'sen hükmolunur.
Bu fiiller kamu bankaları aleyhine işlenmiş
ise faile verilecek ceza üçte bir oranında artırılır."
24. 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu'nun
22. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile
diğer mensupları görevleri dolayısıyla kendilerine tevdi olunan veya
muhafazaları, denetim veya sorumlulukları altında bulunan bankaya ait para veya
sair varlıkları zimmetlerine geçirirlerse altı yıldan on iki yıla kadar ağır
hapis cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkum edilirler. Bu fıkrada gösterilen suç, bankayı
aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette
bulunmak suretiyle işlenmişse faile on iki yıldan aşağı olmamak üzere ağır
hapis ve meydana gelen zararın üç katı kadar ağır para cezası verilir. Ayrıca
meydana gelen zararın ödenmemesi halinde mahkemece re'sen
ödettirilmesine hükmolunur. Zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamıyla
ödenmiş olması halinde cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş
ise üçte bir oranında indirilir.”
25. 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 160.
maddesi şöyledir:
"Görevi nedeniyle zilyetliği kendisine
devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu para veya para
yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları kendisinin ya da
başkasının zimmetine geçiren banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer
mensupları, altı yıldan oniki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılacakları
gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkûm edilirler.
Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya
yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde faile on iki yıldan az olmamak
üzere hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası
verilir; ancak, adli para cezasının miktarı bankanın uğradığı zararın üç
katından az olamaz. Ayrıca meydana gelen zararın ödenmemesi hâlinde mahkemece re'sen ödettirilmesine hükmolunur.
Faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen
bir bankanın; hukuken veya fiilen yönetim ve denetimini elinde bulundurmuş olan
gerçek kişi ortaklarının, kredi kuruluşunun kaynaklarını, kredi kuruluşunun
emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde doğrudan veya dolaylı
olarak kendilerinin veya başkalarının menfaatlerine kullandırmak suretiyle,
kredi kuruluşunu her ne suretle olursa olsun zarara uğratmaları zimmet olarak
kabul edilir. Bu fiilleri işleyenler hakkında on yıldan yirmi yıla kadar hapis
ve yirmibin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur;
ancak, adlî para cezasının miktarı bankanın uğradığı zararın üç katından az
olamaz. Ayrıca, meydana gelen zararın müteselsilen
ödettirilmesine karar verilir.
Soruşturma başlamadan önce, zimmete geçirilen
para veya para yerine geçen evrak veya senetlerin veya diğer malların aynen
iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi hâlinde, verilecek
cezanın üçte ikisi indirilir.
Kovuşturma başlamadan önce, gönüllü olarak,
zimmete geçirilen para veya para yerine geçen evrak veya senetlerin veya diğer
malların aynen iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi
hâlinde, verilecek cezanın yarısı indirilir. Bu durumun hükümden önce
gerçekleşmesi hâlinde, verilecek cezanın üçte biri indirilir.
Zimmet suçunun konusunu oluşturan para veya
para yerine geçen evrak veya senetlerin veya diğer malların değerinin azlığı
nedeniyle, verilecek ceza üçte birden yarıya kadar indirilir.
26. 26/9/2004 tarihli ve 52371 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 247.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Görevi nedeniyle zilyedliği
kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı
kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını
sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı
oranında artırılır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 17/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
28. Başvurucular;
i. Mahkûmiyet
kararına konu edilen yedi kredi hakkında dava açılmadığı hâlde "davasız
yargılama olmaz ilkesi"ne aykırı olarak
cezalandırıldıklarını,
ii. İşlendiği iddia olunan eylemin "hizmet sebebiyle güveni
kötüye kullanma suçu" kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini çünkü
zimmet suçunun özgü suç niteliğinde olduğunu, bu suçların özelliğinin failinin
memur olması gerektiğini, Halk Bankasının ise 2000 yılında itibaren özel hukuk
hükümlerine göre faaliyet gösteren anonim şirket statüsüne geçtiğini, bu
sebeple banka yöneticisi olan kişilerin memur gibi cezalandırılamayacaklarını,
eylem belirtilen şekilde vasıflandırıldığında 765 sayılı Kanun'un 102.
maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu, düşme kararı
yerine haksız olarak mahkûmiyet kararı verildiğini, davaya konu yedi krediye
ait ana paranın kısmi faiziyle birlikte soruşturma başlamadan önce ödendiğini
ancak bu hususun hiçbir şekilde değerlendirilmediğini,
iii. Teminat olarak gösterilen söz konusu gayrimenkullerin kredi
tahsis tarihlerindeki gerçek değerleriyle ilgili raporu düzenleyen
bilirkişilerden M.K.nın yemin ettirildiği 1/12/2010
tarihi itibarıyla gayrimenkul değerleme uzmanı sertifikası almaya hak
kazanmadığını, kıymet takdir raporunda teminat teşkil edecek 109 parselin
hiçbir şekilde değerlendirilmediğini, mütalaaları yazılı olarak sunulan
uzmanlardan Prof. Dr. O.A.nın duruşmada hazır
edilmesine rağmen dinlenilmediğini, bilirkişilerin tarafsızlıkları ve
yetersizlikleriyle ilgili ileri sürülen itirazların ve uzman mütalaalarında
belirtilen hususların dikkate alınmadığını, yeniden bilirkişi raporu
alınmadığını, suçun vasfına yönelik bilirkişi incelemesi yaptırılmadığını,
iv. Davanın Yargıtay incelemesinin Yargıtay 5. Ceza Dairesinde
görülmesi gerektiğini ancak anılan Dairenin görevsizlik kararı vererek dosyayı
Yargıtay 11. Ceza Dairesine gönderdiğini, bu durumun ise "kanuni hâkim güvencesine"
aykırı olduğunu,
v. Kullanılan kredilerin kısmen ödenmemesi neticesinde grup
şirketlerine TMSF tarafından el konulması ve 1999 yılında yaşanan depremin
taşınmaz fiyatlarında değişiklikoluşturması
hususlarının dikkate alınmadığını, şahsi teminat olarak gösterilen kişilerin
mali durumlarının araştırılmadığını, Halk Bankasındaki birtakım usulsüzlüklerin
bankanın iç işleyişiyle ilgili olduğunu, zimmet suçunda ana paranın dikkate
alınması gerektiğini, faizin ödenmemesinin suçun oluşumuna etkisinin
olmadığını, Halk Bankasından alınan kredilerin herhangi bir icra takibine veya
cezai takibata girişilmeksizin ödendiğini, bunun ise zimmet kastıyla hareket
edilmediğinin göstergesi olduğunu,
vi. Mahkûmiyet hükmünde bazı idari kurumlarca hazırlanan raporlaradayanıldığını, aynı tahsis kararlarına imza atan
diğer Banka yöneticileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesine karşın kendilerinin haksız olarak mahkûm edildiklerini, bunun
sonucu olarak da cezaların şahsiliği ilkesi ile suç ve cezaların kanuniliği
ilkesinin ihlal edildiğini, bir sorumluluk varsa bu sorumluluğun ekspertiz
raporu düzenleyen Banka elemanlarına ait olduğunu, kaldı ki başvuruculardan
Hüsnü Barbaros Olcay'ın 23/9/1997 tarihinde Halk Bankasından ayrıldığını,
davaya konu birtakım poliçe ve bonoların Halk Bankası Levent Şubesindeki
yetkililerince imzalandığını, kredi tahsis edilen şirketlerin paravan şirket
olmadığını, bunun müffetiş raporuyla doğrulandığını,
vii. Haksız olarak tutuklandıklarını, tutuklama sebepleri
bulunmadığı hâlde özgürlüklerinden mahrum edildiklerini,
viii. Yargılamanın
yaklaşık on iki yılda tamamlanabildiğini belirterek Anayasa'nın 19., 36., 37.,
ve 38. maddelerininihlal edildiğini ileri sürmüşler;
yargılanmanın yenilenmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu nedenle başvurucuların tutuklama
konusundaki şikâyetlerininkişi hürriyeti ve güvenliği
hakkı, diğer iddialarının Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma
hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
30. Başvurucular, haksız olarak tutuklandıklarını belirterek
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü
başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. Buna göre başvurunun
kabul edilebilir bulunabilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai
işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olması
gerekmektedir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru
incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür. Bu ilkeler temelinde
yapılan değerlendirmede başvurucuların tutukluluk hâli, tahliye kararının
verildiği 11/9/2001 tarihinde sona ermiş olduğundan başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir(Osman Büyüksu,
B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali
Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§
24-29).
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
32. Başvurucular cezaların şahsiliği ilkesi ile suç ve cezaların
kanuniliği ilkesinin ihlal edilerek haksız yere mahkûm edildiklerini, atılı
eylemin zamanaşımına uğradığını kaldı ki zimmet suçunda ana paranın dikkate
alınması gerektiğini, faizin ödenmemesinin suçun oluşumuna etkisinin
olmadığını, zimmet kastıyla hareket etmediklerini, kredi tahsis edilen
şirketlerin paravan şirket olmadığını, bunun müffetiş
raporuyla doğrulandığını, özel şirket yöneticisi konumunda olan banka
yöneticilerinin memur gibi cezalandırılamayacağını belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
33. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz.”
34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
35. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında
ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
36. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027,12/2/2013, § 26).
37. Başvurucular, delillerin eksik ve hatalı şekilde
değerlendirilerek mahkûmiyetlerine karar verilmek suretiyle adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini belirtmektedir. Dolayısıyla başvurucuların
iddialarının özü, Derece Mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada
isabet edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir.
Mahkeme; sanık savunmalarına, inceleme ve bilirkişi raporlarına, telefon teyit
tutanaklarına, banka cevaplarına ve diğer delillere dayanarak söz konusu kararı
vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları
deliller değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir
sonuca ulaşılmıştır (gerekçeli karar,
s. 8-43).
38. Başvurucular; yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadıklarına, karşı tarafça
sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadıklarına ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadıkları gibi Mahkemenin
kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
39. Başvurucular ayrıca kendilerine yüklenen suçun gerektirdiği
cezanın türü ve üst sınırı itibarıyla tabi olduğu, suç tarihi itibarıyla
yürürlükte bulunan ve lehe olan 765 sayılı Kanun’un 102. maddesinin üçüncü
fıkrasında öngörülen dava zamanaşımı gerçekleştiğinden, haklarındaki kamu
davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesi gerekirken onanmasına karar
verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
40. Dava zamanaşımı, belli koşulların gerçekleşmesi hâlinde
devletin cezalandırma hakkından vazgeçmesidir. 5237 sayılı Kanun’un 72.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre dava zamanaşımı resen uygulanır ve
bundan şüpheli, sanık ve hükümlü vazgeçemez. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca da lehe olan hüküm, önceki
ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan
sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir. Şüphesiz
Kanun'un zamanaşımı hükümleri de lehe/aleyhe değerlendirmede dikkate
alınacaktır.
41. 765 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun’un zamanaşımına ilişkin hükümleri kapsamında değerlendirilip
değerlendirilmeyeceği hususu ile lehe kanunun hangisi olduğunun belirlenmesi
noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ve uygulanması noktasındaki takdir,
esasen derece mahkemelerine aittir. Söz konusu yargılamada lehe/aleyhe kanun
hükümlerinin yorumu, maddi vakıaların belirlenen ölçütler çerçevesinde
değerlendirilmesi ve başvurucuların eylemine temas eden suçun dava
zamanaşımının dolup dolmadığının tespitinde takdir, esasen derece Mahkemelerine
ait olmakla beraber derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası veya
açık keyfîlik içermesi durumunda Anayasal bir temel
hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir.
42. Bu çerçevede İlk Derece Mahkemesi, başvuruculara isnat
olunan eylemin sonradan yürürlüğe giren ve daha lehe olan5237 sayılı Kanun'un
247. maddesinin (1) numaralı fıkrasına uygun suçu oluşturduğunu belirtmiştir.
Mahkemeye göre eylem, 765 sayılı Kanun 202. maddesine de temas etmektedir ancak
5237 sayılı Kanun daha lehedir. 5237 sayılı Kanun'un 66. maddesinin (6)
numaralı fıkrası uyarınca zamanaşımı, zincirleme suçlarda son suçun işlendiği
günden itibaren işlemeye başlar. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli
kararının incelenmesinde başvurucunun mahkûm olduğu zincirleme suçlarının
işlendiği tarihlerin 1996-1998 yılları içinde olduğu belirtilmiş fakat somut
bir tarih belirlenememiş ise de zamanaşımını kesen sebepler dikkate alındığında
derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içerdiğine ilişkin bir bulguya rastlanmamıştır.
43. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Bilirkişi İncelemesi
Yaptırılması Taleplerinin Gerekçesiz Reddedildiğine, Duruşmada Hazır Edilen
Uzman Kişinin Dinlenmediğine, Bilirkişilerin Tarafsız Olmadıklarına ve Mesleki
Bakımdan Yetersiz Olduklarına İlişkin İddialar
44. Başvurucular, teminat olarak gösterilen söz konusu
gayrimenkullerin kredi tahsis tarihlerindeki gerçek değerleriyle ilgili raporu
düzenleyen bilirkişilerden M.K.nın yeminin
yaptırıldığı 1/12/2010 tarihi itibarıyla gayrimenkul değerleme uzmanı
sertifikası almaya hak kazanmadığını, mütalaaları yazılı olarak sunulan uzmanlardan
Prof. Dr. O.A.nın duruşmada hazır edilmesine rağmen
dinlenilmediğini, bilirkişilerin tarafsızlıkları ve yetersizlikleriyle ilgili
ileri sürülen itirazların dikkate alınmadığını, yeniden bilirkişi raporu
alınmadığını, uzman mütalaalarında belirtilen hususların dikkate alınmadığını,
suçun vasfına yönelik bilirkişi incelemesi yaptırılmadığını belirterek adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
45. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan
Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının
somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer
verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 38). Somut başvurunun dayanağını oluşturan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhildir.
46. Sözleşme'nin “Adil
yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı ve (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş,
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, …
görülmesini isteme hakkına sahiptir.
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki
asgari haklara sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya
çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında
davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”
47. Sözleşme’de bilirkişilerin mahkeme
önünde dinlenmesi ile ilgili özel bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak AİHM, ulusal
hukuktaki nitelemeye bakmaksızın “tanık” kavramını Sözleşme kapsamında özerk
bir şekilde yorumlamakta ve bilirkişilik kurumunu, Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan tanık dinletme hakkından yola
çıkarak “silahların eşitliği ilkesi” ile bağlantı kurarak değerlendirmektedir (Bönisch/Avusturya, B. No: 8658/79, 6/5/1985, §
32; Brandstetter/Avusturya, B. No: 11170/84, ... , 28/8/1991, § 42).
48. Diğer yandan AİHM, bilirkişi raporlarının kapsamını oldukça
geniş bir şekilde yorumlamaktadır. Bilirkişi raporlarının yazılı ya da sözlü
olabileceği gibi inceleme konuları açısından da bilimsel, teknik ya da olay
analizleri şeklinde olabileceğini kabul etmektedir (Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B. No: 11082/06, ... , 25/7/2013, § 717).
49. AİHM’e göre savunma makamının
tanık dinletme taleplerinin gerekliliği ya da bilirkişi raporu benzeri
delilerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları ulusal
mahkemelerin yetkisi dâhilindedir (S.N./İsveç,
B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44). Ulusal mahkemeler, Sözleşme’yle
uyumlu olmak koşuluyla somut davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı
olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi talebini
reddedebilir (Huseyn ve diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05,
45553/05, 35680/05 ve 36085/05, 26/7/2011, § 196).
50. AİHM’e göre savunma makamının
katılımı olmaksızın bilirkişi raporu alınması, savunma makamının daha sonra
davaya bakan mahkeme önünde bu raporu inceleme ve itiraz etme imkânına sahip
olması koşuluyla Sözleşme kapsamında herhangi bir sorun teşkil etmeyebilir (Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 704).
51. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın
yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri
ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması
şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve
inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda delillere
ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü ışığında
değerlendirilmesi gerekir (Muhittin Kaya ve
Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret
Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
52. Ceza muhakemesinde bilirkişi atanması konusu 5271 sayılı
Kanun’un 63. maddesinde düzenlenmiştir. Madde metninde çözümü; uzmanlığı, özel
veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına
resen Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcinin istemi üzerine karar
verilebileceği ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile
çözülmesi olanaklı konularda bilirkişinin dinlenemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasında da bilirkişi atanması ve gerekçe gösterilerek
sayısının birden çok olarak saptanması konusunda yetkinin hâkim veya mahkemeye
ait olduğu belirtilmiştir.
53. 5271 sayılı Kanun’un 67. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
incelemenin tamamlanmasını müteakip bilirkişinin yaptığı işlemleri ve vardığı
sonuçları açıklayan bir raporu, kendisinden istenen incelemeleri yaptığını
ayrıca belirterek imzalayıp ilgili mercie vereceği veya göndereceği, (3)
numaralı fıkrasında bilirkişi raporunda hâkim tarafından yapılması gereken
hukuki değerlendirmelerde bulunulamayacağı ifade edilmiştir.
54. Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi
raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir.
Savunma makamının tanık dinletme taleplerinin gerekliliği ya da bilirkişi
raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları
derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir (Sencer
Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 68).
Mahkemenin görevi delillerin sunulması da dâhil olmak üzere başvuru konusu
yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Diğer
yandan bilirkişilerin duruşma sırasında dinlenmesine karar verme yetkisi de
derece mahkemelerine aittir. Kural olarak hâkim ya da mahkeme, Kanun’da sayılan
durumlar haricinde bilirkişi incelemesi yaptırmak zorunda olmadığı gibi hâkim
ya da mahkeme bilirkişilerce hazırlanan raporlarla da bağlı değildir.Derece
Mahkemesi, bir davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağını
değerlendirdiği uzman bilirkişilerin duruşmada dinlenmesi taleplerini,
gerekçelerini ortaya koymak koşuluyla usul ekonomisi ilkesi de dikkate
alındığında reddedebilir; bilirkişi mütalaasına uymayan bir karar verebilir.
55. Yargılama sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen
iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın
sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili
olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35). Aksi bir
tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus
hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini
gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak
ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat
ve diğerleri, § 39).
56. Somut olay açısından başvurucuların; bilirkişi incelemesin
yaptırılması taleplerin reddedildiğine, duruşmada hazır edilen uzman kişinin
dinlenilmediğine, bilirkişilerin tarafsız olmadığına ve mesleki yeterliğe sahip
olmadıklarına ilişkin iddialarının yargılamanın bir bütün olarak adil olup
olmadığı bakımından gözönünde bulundurulması ve “silahların eşitliği” ve “çelişmeli
yargılama” ilkeleri ile "gerekçeli karar hakkının" ihlal edilip
edilmediğinin tespit edilmesi gerekir.
57. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, soruşturma aşamasında
düzenlenen bilirkişi raporlarının bir kısmını değerlendirmeye esas almış, bir
kısmını ise delil değerlendirmesinin doğrudan Mahkemeye ait olması gerekçesiyle
hükme esas almamıştır. İlk Derece Mahkemesi ayrıca bazı raporları niçin hükme
esas almadığının gerekçelerini de ayrıntılı olarak açıklamıştır.
58. İncelenen dosya kapsamından savunma makamının dosyada yer
alan bilirkişi raporlarını inceleme, reddetme, bu raporlara itiraz etme ve
Derece Mahkemesinden yeni bir bilirkişi incelemesi yapılmasını talep etme
imkânı bulamadığına dair bir bulguya rastlanamamıştır. Kaldı ki başvurucular bu
durumla ilgili itirazları dile getirmişler ve farklı uzman görüşlerini
Mahkemeye sunmuşlardır. Yapılan değerlendirme sonucunda ulaşılan sonucun farklı
olması, resen alınan bilirkişi raporlarına etkili olarak itiraz edilemediği
anlamına gelmez. Ayrıca hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgi ile
çözülmesi olanaklı konulardan olan "suç vasfına yönelik olarak"
bilirkişi incelemesi yaptırılmamasında da bariz bir takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmamaktadır.
59. Somut olayda sanık vekilleri tarafından daha önce hazır
edilen Prof. Dr. B.Ö. ve uzman G.G.nin mütalaaları
alınmıştır. 5271 sayılı Kanun'un 67. maddesi uyarınca mütalaasını sunanlardan
Prof. Dr. O.A. ise 4/4/2012 tarihli oturumda hazır edilmesine rağmen "uzmanların görüşlerini yazılı olarak
bildirdikleri de göz önüne alınarak dosyaya bir yenilik getirmeyeceği"
gerekçesiyle dinlenilmemiştir. Yargıtay anılan uzmanın dinlenmemesini zimmet
suçunun sabit görülmesi nedeniyle sonuca etkili görmemiştir.Kaldı ki başvurucuların anılan uzmanın
dinlenmesinin niçin önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için niçin
gerekli olduğunu açıklamak suretiyle dinletme talebinde bulunmadıkları
anlaşılmaktadır.
60. Yargıtay ilamında bilirkişilerin tarafsız olmadıklarına,
yetersiz olduklarına ve yeniden bilirkişi raporu alınması taleplerinin
reddedilmesine ilişkin başvurucular tarafından ileri sürülen iddialara yönelik
aşağıdaki değerlendirmeler yer almaktadır:
"... Ceza Genel Kurulunun 31.05.2005 gün
ve 2004/158 Esas, 2005/58 sayılı kararı ileDairemizin
08.04.2009 gün ve 2009/1472 Esas, 2009/4017 sayılı kararlarında sanıklara
yüklenen nitelikli zimmet suçunun sübuta erdiğinin kabul edildiği de
gözetilerek; bu kararlarda bahsedilen kredilere karşılık üzerlerinde ipotek
tesis edilen taşınmazların, “kredi tahsis tarihlerindeki gerçek satış
değerlerinin” bu konuda ehil gayrimenkul uzmanları vasıtasıyla
değerlendirilmesi amacıyla gayrimenkul ekspertiz uzmanlarından oluşturulan
bilirkişi kurulunca düzenlenen ve hükme esas alındığı anlaşılan 21.01.2011
tarihli heyet raporundaki değerlendirmenin, kredilerin tahsisine yönelik olarak
ipotek konulan gayrimenkullerin imar durumları, yollara, orman ve çalılıklara
olan uzaklıkları gibi somut tespitler yapıldıktan sonra gayrimenkullerin
bulundukları belediyelerce ilan edilen emlak değerleri ile çevre emlakçılardan
edinilen bilgi ve belgelere dayalı olarak yapıldığının anlaşılması ve söz
konusu gayrimenkullerin kredi tahsis tarihlerindeki gerçek değerlerinin
kredilere karşılık verilen ipotek değerlerinin yaklaşık 1/10'u oranınında olduğunun dosya içerisindeki bilgi ve
belgelerden de tespit edilebilmesi karşısında; anılan raporu düzenleyen
bilirkişilerden M. K. nın yeminin yaptırıldığı
01.12.2010 tarihi itibariyle gayrimenkul değerleme uzmanı sertifikası almaya
hak kazanmaması ve (...) zimmet suçunun sabit görülmesi nedeniyle sonuca etkili
görülmemiş, bahsedilen Genel Kurul kararında açıklandığı üzere; suçun
azmettireni Y. M. D. Nin en yakın yardımcısı ve ...
A.Ş., ...A.Ş., ... A.Ş. de yönetici ve ortak durumunda olup, aynı zamanda bir
kısım ithalat kredisinde paravan olarak kuruldukları sabit olan ve dış firma
olarak anılan TFP'nin genel direktörü olup,
kredilerin konusu paraları tahsil eden durumunda bulunan sanık G. B.'nin kimi kredilerin alınmasında etkin rol oynadığının
belirlenmesi karşısında; bazı belgelerde adına atılan imzaların kendisine ait
olmadığı yönündeki savunmanın suçun oluşumuna etkisi bulunmayacağından bu konudagrafoloji uzmanı olmayan bilirkişiden rapor alınmış
olması esasa etkili görülmeyerek, aksi yöndeki savunmalara itibar
edilememiştir. "
61. Somut olayda İlk Derece Mahkemesinin gerekçeli kararında, on
üç farklı raporun irdelendiği, onuncu rapor olarak başvurucu ve diğer sanık
vekilleri tarafından daha önce hazır edilen Prof. Dr. B.Ö., Prof. Dr. O.A. ve
uzman G.G.nin beyanları olduğu (gerekçeli karar, s. 26) görülmektedir.
Somut olayda başvurucuların bilirkişi raporlarına itiraz etme konusunda farklı
bir muameleye tabi tutulduklarına dair somut bir olgu bulunmamakta olup
mahkûmiyet hükmü duruşmada başvurucular ve vekilleri huzurunda tartışılmış
delillere dayandırılmıştır. Diğer taraftan başvuru dosyası incelendiğinde
“silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı olarak
başvuruculara delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun
olanakların sağlanmadığına ilişkin bir delil de bulunmamaktadır. Derece
mahkemelerince yeniden bilirkişi raporu alınması taleplerin ve bilirkişilerin
tarafsızlıkları ve ehliyetlerine yönelik itirazların makul gerekçelerle
değerlendirildiği görülmüştür.
62. Açıklanan nedenlerle başvurunun kısmının açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar
verilmesi gerekir.
iii. İddianamede Belirtilmeyen
Eylemlerden Dolayı Mahkûm Edildiklerine İlişkin İddia
63. Başvurucular, mahkûmiyet kararına konu edilen krediler
hakkında dava açılmadığı hâlde "davasız
yargılama olmaz ilkesi"ne
aykırı olarak cezalandırıldıklarını, bu sebeplerle adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
64. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme'nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmelidir (Güher Ergun ve diğerleri,
§ 38).
65. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) ve (3) numaralı
fıkralarının ilgili kısımları şöyledir:
“(1) Herkes davasının, … cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla
kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık
olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.
....
(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa
sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip
olmak;
…”
66. AİHM “hakkaniyete
uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini
saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça
ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza
yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun
temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre
hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için yargılamanın
yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin savunma hakkının yeterince ve tam
olarak kullanılması ile uyumlu olması (Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992 §§ 49, 50) ve bu
hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde (Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980 § 33)
yorumlanması gerekmektedir.
67. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a)
bendinde hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve
sebebinden … ayrıntılı olarak haberdar edilmek” hakkı, kişinin
savunmasını hazırlayabilmesi için getirilmiş bir güvencedir. 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında güvence altına alınmış olan hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı kapsamında (3) numaralı fıkranın (a) bendi, cezai konularda hakkaniyete
uygun bir yargılama yapılmasının temel ön koşulu olarak şüpheli veya sanığa
detaylı bilgi verilmesini öngörmektedir (Erol
Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, §35).
68. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a)
bendi, bilgilendirmenin şekline ilişkin herhangi bir yükümlülük içermemekle
birlikte bu güvence, şüpheliye veya sanığa hakkındaki “suçlamayı bildirme”
konusunda özel bir çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu
nedenle (a) bendi uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin hangi fiil
nedeniyle suçlandığını ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu içermeli
ve detaylı olmalıdır. Ceza kovuşturmasında esaslı bir yeri olan iddianamenin
tebliğ edilmesiyle sanığın, yazılı bir biçimde suçlamaların maddi ve hukuki
temelinden resmî olarak haberdar olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan
yargılama sırasında suçun hukuki niteliğinin değişmesi hâlinde de sanığa
yöneltilen suçlamanın değişen hukuki niteliği ve nedenleri hakkında bildirim
yapılması gerekmektedir (Erol Aydeğer, § 36).
69. Ayrıca AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (a) bendi ile
hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Savunmasını
hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak” hakkına
yer verilen (b) bentlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu, suçlamanın nedeni
ve niteliği hakkında bilgilendirilme hakkının, şüphelinin veya sanığın
savunmasını hazırlama hakkı ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir
(Pélissier ve Sassi/Fransa
[BD], B. No: 25444/94, 25/3/1999, § 54).
70. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a)
bendi, bilgilendirmenin şekline ilişkin herhangi bir yükümlülük içermemekle
birlikte bu güvence, şüpheliye veya sanığa hakkındaki "suçlamayı
bildirme" konusunda özel bir çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret
etmektedir. Bu nedenle (a) bendi uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin
hangi fiil nedeniyle suçlandığını ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu
içermeli ve detaylı olmalıdır (Gea Catalan/İspanya, B. No: 19160/91, 10/2/1995, §
26).
71. 5271 sayılı Kanun'un 225. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen fiil ile bu fiilin isnat
edildiği fail hakkında verilir. Buna göre bir fiil nedeniyle dava açıldığının
kabul edilebilmesi için o fiilin iddianamede açıkça gösterilmesi gerekir.
İddianamede anlatılan ve çerçevesi çizilen fiilin dışına çıkılarak dava konusu
yapılmayan bir fiil nedeniyle yargılama yapılması ve davasız fiilden dolayı hüküm
kurulması savunma hakkının ihlali niteliğindedir. Bu bakımdan sanık, savunma
yapmadan önceüzerine atılı suçun ne olduğunu ve hangi
kanun maddelerinin uygulanacağını anlamalı; buna göre savunmasını yapabilmeli
ve kendisine delillerini sunma imkânı sağlanarak savunma hakkı
kısıtlanmamalıdır.
72. Somut olayda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 25/6/2001
tarihli2001/20603 soruşturma sayılı iddianamesi ile çeşitli miktarlardaki
kredilerin Halk Bankası A.Ş. tarafından belirtilen şirketlere tahsis edildiği, tahsis
edilen kredilerin bir bölümünün yurt dışında yerleşik görülen şirketler üzerine
düzenlenen poliçe ve bonoların yurt dışındaki bankalara veya forfaiting
şirketlerine iskonto ettirilmesi yolu ile
kullanıldığı, bu kredilerin büyük bir kısmının geri ödenmediği, kredilerin
usulsüz olarak Şube tarafından belirlenen miktardan fazla olarak verildiği
belirtilerek sanıkların birlikte Halk Bankası A.Ş.yi
dolandırdıklarından bahisle cezalandırılmaları talep edilmiştir. İddianamede
kredilerin miktar ve tarihleri ile hangi şirkete tahsis edildikleri olay
örgüsünde belirtilmiştir.
73. Anılan iddianamede başvuruculara ve diğer şüphelilere
yüklenen suçun unsurlarını oluşturan fiilin nelerden ibaret olduğu
açıklanmıştır. İddianamede bu kredilerin hangileri olduğu ayrıntılı olarak
belirtilmiştir. Yargılama sürecinde bahse konu kredilerle ilgili bilgilerin
daha da somutlaştırıldığı, bunlara yönelik olarak savunma hakkının "fiilen
ve etkili" olarak kullanılmasının sağlandığı, duruşmaların büyük
çoğunluğunda aleyhteki iddia ve görüşlere karşı beyanda bulunulduğu
görülmüştür.
74. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
75. Başvurucular, davanın Yargıtay incelemesinin Yargıtay 5.
Ceza Dairesinde görülmesi gerektiğini ancak anılan Dairenin görevsizlik kararı
vererek dosyayı Yargıtay 11. Ceza Dairesine gönderdiğini, bu durumun ise "kanuni hâkim güvencesine"
aykırı olduğunu, bu sebeplerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
76. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurularda“kanuni hâkim güvencesi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. Bu ilkeler
temelinde yapılan değerlendirmede kanuni hâkim güvencesi yargılama makamlarının
suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya
yargıcın atanmasına, başka bir ifadeyle sanığa veya davanın taraflarına göre
hâkim atanmasına engel oluşturur. Yargı organları arasındaki yetki ve göreve
ilişkin yeni iş bölümünün doğal sonucu olarak dosyaların ilgili Yargıtay
Dairesine gönderilmesi kanuni hâkim güvencesine aykırı değildir (Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, §§ 75-81; Deniz
Seki, B. No: 2014/5170, 25/6/2015, §§ 47-57).
77. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
78. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
79. Başvurucular yargılamanın yaklaşık on iki yılda
tamamlanabildiğini, bu nedenle makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir
80. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
81. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca
kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların yanı sıra
cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının makul sürede karara bağlanmasını talep
hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili
makamlar tarafından bildirilmesi olup kişiye cezai alanda yöneltilen iddianın
suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde iddia olunan suçun pozitif
düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun gerçek niteliğinin, suç için öngörülen
cezanın niteliği ile ağırlığının değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan
fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza
hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi
yapılmaksızın adil yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B.
E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
82. Başvuru konusu olayda başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay
8/8/2001-11/9/2001 tarihleri arasında, diğer başvurucu Yahya Murat Demirel ise
17/8/2001-11/9/2001 tarihleri arasındatutuklu kalmıştır.
Haklarında zimmet suçundan adli soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular
hakkında isnat olunan bu suçlar 5237 sayılı Kanun’da ve 765 sayılı Kanun’da
hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucular
hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın, Anayasa’nın 36. maddesinin
sağladığı güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).
83. Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili
uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural
olarak kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından
bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veya gözaltı gibi
tedbirlerin uygulandığı an olup somut başvuru açısından bu tarih,
başvurucuların bahse konu suçlar kapsamında gözaltına alındıkları ve böylece
isnattan haberdar oldukları anlaşılan 8/8/2001 ve 17/8/2001'dir. Sürenin bitiş
tarihi ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir. Ancak devam
eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da
yapılabilmesi olanağı bulunduğundan değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş
anı, bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52; B.E., § 34). Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından
sürenin bitiş tarihi, Yargıtay 11. Ceza Dairesince hükmün onandığı
9/10/2013'tür.
84. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde
başvurucuların gözaltına alındığı 8/8/2001 ve 17/8/2001 tarihleri ile İstanbul
4. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/5/2012 tarihli kararı arasında 10 yıl 9 ay 22
günlük bir sürenin geçtiği görülmektedir. Davanın kanun yolu (temyiz) aşaması
ise 1 yıl 4 ay 9 gün sürmüş, yargılama bir bütün olarak on iki yılı aşan bir
sürede tamamlanabilmiştir.
85. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemelerdeki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiştir (B.E., §§ 23-44).
86. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken
usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya
koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve on iki yılı
aşan bir sürede tamamlanan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
87. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
88. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
89. Başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay 250.000 TL maddi, 250.000 TL
manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Diğer başvurucu tazminat talebinde
bulunmamıştır.
90. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
91. Başvurucuların tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin olarak
yaklaşık on iki yılda tamamlanan yargılama süresi dikkate alındığında yargılama
faaliyetinin uzunluğu nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay'a net 15.900 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
92. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay'ın bu konuda
herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine
karar verilmesi gerekir.
93. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ayrı
ayrı ödenmesinekarar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Bilirkişi incelemesi yaptırılması taleplerinin gerekçesiz
reddedildiğine, duruşmada hazır edilen uzman kişinin dinlenilmediğine,
bilirkişilerin tarafsız olmadığı ve mesleki bakımdan yetersiz olduklarına
ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. İddianamede belirtilmeyen eylemlerden dolayı mahkûm
edildiklerine ilişkiniddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay'a net 15.900 TL manevi
tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35
TL yargılama giderlerinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
17/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.