TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CENGİZ TOPEL ÇELİKOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8049)
|
|
Karar Tarihi: 18/2/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah
PERDECİOĞLU
|
Basvurucu
|
:
|
Cengiz Topel
ÇELİKOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Sema
ASAR ÇELİKOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan alacak davasında
usul kurallarına aykırı işlemler tesis edilmesi, mahkeme ve Yargıtay
kararlarının yetersiz gerekçeye dayanması, temyiz aşamasında duruşma talebi
olmasına rağmen bu talebe ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmaması,
yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması ve mevcut kanuni düzenlemeye rağmen
bölge adliye mahkemelerinde istinaf incelemeleri henüz başlamadığı için kanun
yolu denetiminde etkin bir hukuki koruma sağlanamaması nedenleriyle adil
yargılanma ve üç dereceli yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/11/2013 tarihinde İstanbul 22. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/2/2015tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 7/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 4/6/2015 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu; 26/10/2007 tarihinde Bakırköy 11. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtığı vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan alacak davasında,
davalılar ile arasında tanzim olunan 1/1/1987 başlangıç 25/12/2000 imza tarihli
vekâlet ücret sözleşmesi kapsamında davalıların kök murisi A.N.İ.nin
terekesinin davalılar adına intikali ve yine davalılar murisi D.İ.nin terekesinin tasfiyesi kapsamında işlemler takip
ettiğini, ancak 4/9/2007 tarihli azil işlemi ile vekâlet ilişkisinin son
bulduğunu, ardından 6/9/2007 tarihinde keşide ettiği ihtarname ile o güne kadar
davalılar adına yapmış olduğu işlemler neticesinde almaya hak kazandığı vekâlet
ücretlerinin ödenmesine dair müzakere talebinde bulunduğunu ancak talebin
yanıtsız bırakıldığını, bu defa murisler A.N.İ. ve D.İ. terekesinde davalılar
adlarına intikal eden ve edecek değerler üzerinden hesaplanacak %15 oranında
ödenmesi kararlaştırılan vekâlet ücret alacağı olan 58.750 TL’nin ödenmesi için
5/10/2007 tarihinde ihtarda bulunduğunu, bu ihtarın da karşılıksız kaldığını
belirtmiş; bu nedenle vekâlet sözleşmesinden doğan alacağın tespiti ile fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 58.750 TL avukatlık ücretinin
davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
8. Davalı taraf; başvurucunun iddialarına karşı davanın yerinde
olmadığını, yapılan vekâlet sözleşmesinin Avukatlık Ücret Tarifesine uygun
olmadığını, bu nedenle aleyhlerine açılan davanın reddedilmesi gerektiğini
ifade etmiştir.
9. Yargılamaya Bakırköy 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/966
sıra sayısında başlanmış, 18/7/2008 tarihli celsede davalı tarafın tanığı
dinlenmiş, başvurucu ise tanık dinleme işlemine muvafakatının
bulunmadığını zapta geçirtmiştir.
10. Aynı celsede Bakırköy 11. Asliye Hukuk Mahkemesi,
başvurucunun delil listesinde belirttiği ancak eksik olduğu tespit edilen
delillerin toplanması yönünde karar vermiştir.
11. Sonraki celse olan 21/10/2008 tarihli celsede ise Bakırköy
11. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucunun eksik delilleri konusunda ilgili
yerlere müzekkere yazılmasına karar vermiştir.
12. Yargılamanın ilerleyen safhalarında 16/3/2010 tarihli
celsede, başvurucunun 21/10/2008 tarihli dilekçesi ile sunduğu dava konusuna
yönelik görülen bir adet ödeme makbuzunun dava dosyasına konulmasına, söz
konusu makbuz da gözetilerek ek bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiştir.
13. Yargılama boyuncadeliller
toplanmış, dava konusu ile ilgili görülen birtakım dava dosyaları incelenmiş,
tanık dinlenmiş, bilirkişi raporları ve ek raporlar aldırılmıştır.
14. Bu kapsamda Avukat bilirkişi K.K. tarafından başvurucunun
bakiye vekâlet ücreti alacağı bulunduğu yönünde düzenlenen 25/1/2010 tarihli
rapor İlk Derece Mahkemesine sunulmuş, tarafların rapora itirazları üzerine
aynı bilirkişiden ek rapor alınmasına karar verilmiş,düzenlenen ek raporda da başvurucunun
vekâlet ücreti alacağı olduğu yönünde görüş bildirilmiştir.
15. Sunulan ek rapora da taraflarca itirazlarda bulunulması
üzerine Bakırköy 11. Asliye Hukuk Mahkemesi, 17/6/2010 tarihli oturumda
dosyanın yeniden bilirkişiye tevdiine, bilirkişi olarak hukukçu D.D.nin belirlenmesine karar vermiştir.
16. Yargılama sürerken Bakırköy 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin
kapatılması üzerine yargılamaya Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin
E.2010/424 sıra sayılı dosyasında devam edilmiştir.
17. Hukukçu bilirkişi D.D. tarafından hazırlanan rapor
19/10/2010 tarihinde Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesine sunulmuş; raporda,
taraflar arasında imzalanan vekâlet ücreti sözleşmesinin kurulduğu tarihte
yürürlükte olan 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 2/5/2001
tarihli ve 4667 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten önceki 163. maddesi ile
taraflar arasındaki somut olayların özellikleri dikkate alındığında
başvurucunun davalılardan herhangi bir vekâlet ücretialacağı
bulunmadığı yönünde tespit yapılmıştır.
18. Başvurucu, sunulan bilirkişi raporuna itiraz ederek
bilirkişi raporları arasında karşıtlık ortaya çıktığını belirtmiş; bir hukukçu
bilirkişi ve bir hesap bilirkişisi tarafından düzenlenecek yeni bir bilirkişi
raporu aldırılması yönünde talepte bulunmuştur.
19. Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucunun talebi
doğrultusunda 7/6/2011 tarihli ara kararı ile dosyanın tekrar bilirkişiye tevdi
edilmesine karar vermiş, dava dosyası rapor hazırlanmak üzere hukukçu öğretim
üyesi bilirkişi A.A.ya tevdi
edilmiştir.
20. Bilirkişi A.A. tarafından hazırlanan rapor 24/10/2011
tarihinde İlk Derece Mahkemesine sunulmuş; raporda, taraflar arasında
düzenlenen avukatlık ücret sözleşmesinin 4. maddesinin 1136 sayılı Kanun'un
164. maddesine uygun olmadığı,dolayısıyla
söz konusu sözleşmenin geçersiz olduğu, bu bağlamda daha önce hukukçu bilirkişi
D.D. tarafından düzenlenerek 19/10/2010 tarihinde Mahkemeye sunulan raporun
hukuken daha isabetli olduğu belirtilmiştir.
21. Bilirkişi A.A. tarafından düzenlenen raporun sunulmasının
ardından Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi, 6/1/2012 tarihli ve E. 2010/424,
K.2011/352 sayılı kararı ile "... Dava
avukatlık ücret alacağından kaynaklı alacak davası olup tarafların
bildirdikleri deliller, yapılan işler ile ilgili dosyalar ve tanıkları
dinlenilmiş, dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmış, itiraz üzerine uzman
bilirkişi A.A. resen seçilmiş, A.A. vermiş olduğu raporunda, 15/10/2010 tarihli
raporun da uygun olduğunu, bu rapora karşı davalıların itirazının olmadığı,
davacılar vekili yeniden hesaplama yapılmasını talep etmiş ise de önceki
raporların nitelikleri ve olaya uygun oluşları nedeni ile yeniden rapor alınma
talebi kabule şayan görülmediğinden ve yukarıda anlatıldığı üzere raporlar ile
de davacının ücret alacağının olmadığı bildirilmiş olduğundan..." gerekçesine
dayanarak iddia ispat edilememiş olduğundan davanın reddine hükmetmiştir.
22. İlk Derece Mahkemesinin davayı reddetmesi üzerine başvurucu
kararı temyiz etmiş, temyiz dilekçesinde incelemenin duruşmalı olarak yapılması
talebinde bulunmuştur.
23. Temyiz incelemesi sonunda Yargıtay 13. Hukuk Dairesi,
18/6/2012 tarihli ve E.2012/5459, K.2012/15638 sayılı ilamı ile "... Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı
delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin
takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde olmayan bütün temyiz
itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA"karar vermiştir.
24. Yargıtay onama ilamı üzerine bu defa başvurucu karar
düzeltme talebinde bulunmuş, bu talep de Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 9/7/2013
tarihli ve E.2012/26331, K.2013/19083 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Kararın
ilgili bölümü şöyledir:
"... Dosyadaki yazılara, mahkeme
kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre HUMK.nun 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiç birine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE,
..."
25. Başvurucu, karar düzeltme talebinin reddedildiğini
11/10/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir.
26. Başvurucu 1/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
27. 1136 sayılı Kanun'un"Avukatlık ücreti" kenar başlıklı 164. maddesi şöyledir:
"Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan
meblâğı veya değeri ifade eder.
Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya
hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti
olarak kararlaştırılabilir.
İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki
mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.
Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti
kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna
bildirilir. Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar
arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin
belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete
ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava
ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını
incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın
emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin
değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti
olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık
asgari ücret tarifesi uygulanır. "
28. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun "Senetle ispat
zorunluluğu" kenar başlıklı 200. maddesi şöyledir:
"(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi,
devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla
yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat
olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan
kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk
Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.
(2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci
fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık
dinlenebilir. "
29. 6100 sayılı Kanun’un “Delil başlangıcı” kenar başlıklı 202.
maddesi şöyledir:
“(1)
Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık
dinlenebilir.
(2) Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına
yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve
kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya
gönderilmiş belgedir.”
30. 6100 sayılı Kanun'un "Bilirkişiye
başvurulmasını gerektiren hâller"kenar başlıklı 266. maddesi
şöyledir:
"(1) Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi
gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden,
bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin
gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda
bilirkişiye başvurulamaz. "
31. 6100 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesi şöyledir:
“(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli
Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve
Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci
maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve
başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki
hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(2)Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama
tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında,
kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı
Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin
uygulanmasına devam olunur.
(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu
mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı
olmayan hükümleri uygulanır. ”
32. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu'nun 275. maddesi şöyledir:
"Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde
bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hakimlik mesleğinin
gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda
bilirkişi dinlenemez."
33. 1086 sayılı mülga Kanun'un 288. maddesi şöyledir:
"Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi,
yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin,
yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri dörtyüzmilyon
lirayı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir.
Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma
(ibra) gibi herhangi bir sebeple dörtyüzmilyon
liradan aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz."
34. 1086 sayılı mülga Kanun'un 289. maddesi şöyledir:
"288 inci madde uyarınca senetle ıspatı
gereken hususlarda yukardaki hükümler hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakatı halinde tanık dinlenebilir. "
35. 1086 sayılı mülga Kanun'un 292. maddesi şöyledir:
"Senetle ispatı lazımgelen hususlarda
tahriri bir mukaddimei beyyine
mevcut olursa şahit istimaı caizdir.
Mukaddimei beyyine müddeabihin
tamamen sübutuna kafi olmamakla beraber bunun vukuuna
delalet eden ve aleyhine ibraz edilmiş olan taraf canibinden verilen evrak ve
vesaiktir."
36. 1086 sayılı mülga Kanun'un 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı
Kanun'un 16. maddesi ile yapılan değişiklikten önceki 427. maddesi şöyledir:
"... Alacağın tamamının dava edilmiş
olması halinde, hükümde, asıl isteminin kabul edilmeyen bölümü onmilyon lirayı geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur; şu
kadar ki karşı tarafça temyiz yoluna başvurulması halinde, düzenleyeceği cevap
dilekçesinde temyize ilişkin itirazlarını ileri sürmesi mümkündür.
438 inci maddenin birinci fıkrasındaki ikiyüz
milyon liralık duruşma sınırı ile 440 ıncı maddenin
üçüncü fıkrasının birinci bendindeki yüzelli milyon
liralık karar düzeltme sınırının belirlenmesinde yukarıdaki fıkra hükmü kıyasen
uygulanır.
..."
37. 1086 sayılı mülga Kanun'un 5236 sayılı Kanun'un 16. maddesi ileyapılan değişiklikten önceki 438. maddesi şöyledir:
"Yargıtay temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar. Ancak tüzelkişiliğin
feshine veya genel kurul kararlarının iptaline, evlenmenin butlanına veya
feshine, boşanma veya ayrılığa, velayete, nesebe ve kısıtlamaya ilişkin
davalarla miktar veya değeri ikiyüzmilyon lirayı aşan
alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz dilekçesi veya cevap
dilekçesinden duruşma yapılmasını istemiş ise, Yargıtayca
bir gün belli edilerek taraflara usulen tebligat yapılır. Tebliğ tarihi ile
duruşma günü arasında en az onbeş gün bulunması
gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye bakılmaz. Tebligat gideri verilmemişse
duruşma isteği dikkate alınmaz.
...
Duruşma günü belli edilen hallerde Yargıtay, tarafları veya gelen
tarafı dinledikten sonra ve taraflardan hiç biri
gelmemiş ise dosya üzerinde inceleme yaparak kararını o gün tefhim eder.
..."
38. 1086 sayılı mülga Kanun'un 440. maddesinin (I) numaralı
fıkrası şöyledir:
"I. Yargıtay
kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki
sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir:
1 – Temyiz dilekçesi ve kanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle- karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp
hükme etkisi olan itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması,
2 –
Yargıtay kararında birbirine aykırı fıkralar bulunması,
3 – Yargıtay incelemesi sırasında hükmün
esasını etkileyen belgelerde bir hile veya sahteliğin ortaya çıkması.
4 – Yargıtay kararının usul ve kanuna aykırı bulunması"
39. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 2. maddesi şöyledir:
"Görev, kesin hüküm, Yargıtayda duruşma,
karar düzeltme ve senetle ispata ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar, 1 Ocak
1990 tarihinden itibaren dört katı olarak uygulanır. Bu uygulama nedeniyle
görevsizlik kararı verilemez."
40. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 3. maddesi şöyledir:
"Görev, kesin hüküm, Yargıtayda duruşma,
karar düzeltme, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında
muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar,
1.1.1998 tarihinden itibaren iki, 1.1.2000 tarihinden itibaren dört katı olarak
uygulanır. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı
verilemez."
41. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 4. maddesi şöyledir:
"Görev, kesin hüküm, istinaf, temyiz, Yargıtayda
duruşma, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında muhakeme
usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar; her takvim yılı
başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların; o yıl için
213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca
Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında
artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların onmilyon lirayı aşmayan kısımları
dikkate alınmaz. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı
verilemez.
Yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere
uygulanan parasal sınırların artışı, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce
ilk derece mahkemelerince nihaî olarak karara bağlanmış davalar ile bölge
adliye mahkemesi kararı üzerine yeniden bakılan davalarda ve Yargıtayın bozma kararı üzerine kararı bozulan mahkemece
yeniden bakılan davalarda uygulanmaz."
42. 1086 sayılı mülga Kanun'un geçici 2. maddesi şöyledir:
"Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı
Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş,
Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci
maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce
aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 26.9.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla
yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına
devam olunur."
43. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun
mükerrer 298. maddesi şöyledir:
"...B) Yeniden değerleme oranı, yeniden değerleme yapılacak yılın
Ekim ayında (Ekim ayı dahil) bir önceki yılın aynı dönemine göre Devlet
İstatistik Enstitüsünün Toptan Eşya Fiyatları Genel Endeksinde meydana gelen
ortalama fiyat artış oranıdır. Bu oran Maliye Bakanlığınca Resmî Gazete ile
ilân edilir. ..."
44. 17/11/2011 tarihli ve 28115 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 410 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu
Genel Tebliği şöyledir:
"Bilindiği üzere, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298
inci maddesinin (B) fıkrasında “Yeniden değerleme oranı, yeniden değerleme
yapılacak yılın Ekim ayında (Ekim ayı dahil) bir önceki yılın aynı dönemine
göre Türkiye İstatistik Kurumunun Üretici Fiyatları Genel Endeksinde meydana
gelen ortalama fiyat artış oranıdır. Bu oran Maliye Bakanlığınca Resmî Gazete
ile ilan edilir.” hükmü yer almaktadır.
Bu hüküm uyarınca yeniden değerleme oranı 2011 yılı için % 10,26 (on virgül yirmi altı) olarak tespit edilmiştir.
Bu oran, aynı zamanda 2011 yılına ait son geçici vergi dönemi için de
uygulanacaktır.
..."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
45. Mahkemenin 18/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
46. Başvurucu; 26/10/2007 tarihinde Bakırköy 6. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtığı vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan alacak davasına ilişkin
yargılama sürecinde İlk Derece Mahkemesince delil listesinin sebepsiz ve
usulüne aykırı olarak kabul edilmediğini, kanuni delil ikamesi gereken
savunmalar hakkında muvafakat etmediği hâlde tanık dinlendiğini ve fiilî
meseleye ilişkin avukatlık hizmetinin ifasına yönelik işlemlerin izahı ve avukatlık
ücret hesabı dışında görevi olan hukuki mesele konusunda bilirkişiden görüş
istendiğini, bu suretle yargılamanın usul kurallarına aykırı olarak
yapıldığını, delil celp taleplerinin zamanında karara bağlanmaması ve davalı
tarafın yersiz mehil taleplerinin kabul edilmesi sureti ile de yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmadığını, İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay
kararlarının yetersiz gerekçelere dayandığını, temyiz aşamasında duruşma talebi
olmasına rağmen bu talebine ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadığını ve
mevcut kanuni düzenlemeye karşın bölge adliye mahkemelerinde istinaf
incelemeleri henüz başlamadığı için hem somut olay denetiminin hem de hukukilik
denetiminin yapılma olanağının bulunmadığını belirterek adil yargılanma
hakkının ve üç dereceli mahkeme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş;
ihlallerin tespit edilmesini, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini
ve manevi zararlarının tazminine hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
48. Başvurucunun, İlk Derece Mahkemesince delil listesinin
sebepsiz ve usulüne aykırı olarak kabul edilmediği, kanuni delil ikamesi
gereken savunmalar hakkında muvafakat etmediği hâlde tanık dinlendiği ve fiilî
meseleye ilişkin avukatlık hizmetinin ifasına yönelik işlemlerin izahı ve
avukatlık ücret hesabı dışında görevi olan hukuki mesele konusunda bilirkişiden
görüş istendiği yönündeki şikâyetlerinin usul kurallarının hatalı uygulandığı
iddiası kapsamında; İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının yetersiz
gerekçelere dayandığı şikâyetinin ise gerekçeli karar hakkının ihlali iddiası
kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
49. Öte yandan başvurucunun, mevcut kanuni düzenlemeye karşın
bölge adliye mahkemelerinde istinaf incelemeleri henüz başlamadığı için hem
somut olay denetiminin hem de hukukilik denetiminin yapılma olanağının
bulunmadığı, temyiz aşamasında duruşma talebi olmasına rağmen bu talebine
ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadığı ve yargılamanın makul sürede
sonuçlanmadığı şikâyetleri ayrı başlıklar altında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Usul Kurallarının
Hatalı Uygulandığına İlişkin İddia
50. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesince delil listesinin sebepsiz
ve usulüne aykırı olarak kabul edilmediğini, kanuni delil ikamesi gereken
savunmalar hakkında muvafakat etmediği hâlde tanık dinlendiğini ve fiilî meseleye
ilişkin avukatlık hizmetinin ifasına yönelik işlemlerin izahı ve avukatlık
ücret hesabı dışında hakimin görevi olan hukuki mesele konusunda bilirkişiden
görüş istendiğini, dolayısıyla yargılamanın usul kurallarına aykırı olarak
yapıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir."
52. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna
karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının
salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara
yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan
başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça
dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
53. Somut başvuruda daAnayasa
Mahkemesinin görevi, usul kurallarının uygulanması konusunda derece
mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerini denetlemek olmayıp usule ilişkin
uygulamaların, başvurucunun Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde
(Sözleşme/AİHS) güvence altına alınan hakları yönünden, bir ihlal oluşturup
oluşturmadığının ortaya konulabilmesidir. Bu bağlamda usul kurallarının, hukuki
güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu
adaletin tecelli etmesine hizmet etmesi gerekmektedir.
54. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de bu konuda, usul
kurallarına yönelik iç hukuk düzenlemelerinin yorumlanmasında başlıca görevin
ulusal makamlarda olduğu, bu bağlamda kendisinin yerel mahkemelerin yerini
alamayacağı ve buradaki rolünün yalnızca iç hukuk kurallarının yerel
mahkemelerce yorumlanmasının ortaya çıkardığı sonucun Sözleşme ile olan uyumunu
saptamak ile sınırlı olduğu görüşlerinibenimsemektedir
(Brualla Gomez De La Torre/İspanya, B. No: 26737/95, 19/12/1997, § 31; Péréz De Rada Cavanilles/İspanya,
B. No: 28090/95, 28/10/1998, § 43).
55. Somut olayda Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi yürüttüğü
yargılama kapsamında 18/7/2008 tarihli duruşma tutanağından tespit edildiği
üzere başvurucunun muvafakatı olmamasına rağmen
davalı tarafın tanığını dinlemiş, başvurucunun delil listesinde bildirdiği
ancak eksik olan delillerin toplanmasına karar vermiş, yargılamanın ilerleyen
aşamalarında resmî kurumlar ile yazışmalar yapmış, dava dosyası ile ilişkili
görülen diğerdava dosyalarını incelemiş, tarafların
talepleri doğrultusunda üç farklı bilirkişiden raporlar ve ek raporlar
aldırmış, söz konusu raporlara ilişkin taraf beyanlarını toplamış ve yargılama
sonunda, üçüncü olarak alınan ve ikinci rapor ile aynı doğrultuda olan
bilirkişi raporunu gözönüne alarak davanın reddine
hükmetmiştir.
56. Başvurucu öncelikle bu süreçte delil listesinin sebepsiz ve
usulüne aykırı olarak kabul edilmediğinden şikâyet etmektedir.
57. Anılan yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde söz
konusu şikâyete yönelik somut bir veriye rastlanmadığı gibi yargılamaya ilişkin
duruşma tutanaklarının tetkikinde, İlk Derece Mahkemesinin 18/7/2008 tarihli
celsede, başvurucunun delil listesinde bildirdiği ancak eksik olan delillerin
toplanması, 21/10/2008 tarihli celsede başvurucunun eksik delillerine yönelik
olarak ilgili yerlere müzekkere yazılması, yine 16/3/2010 tarihli celsede
başvurucunun talebi üzerine başvurucu tarafından sunulan uyuşmazlık konusu ile
ilgili görülen bir adet ödeme makbuzunun dava dosyasına alınması yönünde ara
kararları verdiği görülmekte (bkz. §§ 10-12), bu belirlemeler dışında başvurucu
tarafından da Anayasa Mahkemesine söz konusu şikâyetini somutlaştıran herhangi
bir bilgi veya belge sunulmadığı, açıklamada bulunulmadığı anlaşılmaktadır.
58. Başvurucu ayrıca aynı yargılama sürecinde, kanuni delil
ikamesi gereken savunmalar hakkında muvafakat etmediği hâlde tanık dinlendiğini
ileri sürmüştür.
59. Bu kapsamda yapılan incelemede ise İlk Derece Mahkemesinin,
18/7/2008 tarihli oturumda davalı tarafın tanığını, başvurucunun muvafakat
etmemesine rağmen dinlediği (bkz. § 9) ancak bu dinlemenin, yargılamanın bu
safhasında yürürlükte bulunan 1086 sayılı mülga Kanun'un 292. maddesinde yer
verilen, senetle ispatı gereken bir hususta yazılı delil başlangıcının varlığı
hâlinde, karşı tarafın muvafakatı olmasa dahi tanık
dinlenebileceğine yönelik düzenleme bağlamında bir dinleme olduğu, dolayısıyla
şikâyet edilen tanık dinleme işleminin usul kurallarına herhangi bir aykırılık
içermediği tespit edilmiştir.
60. Başvurucu, söz konusu yargılama sürecinin usul kurallarına
aykırı olarak yapıldığı şikâyetleri dâhilinde son olarak, fiilî meseleye
ilişkin avukatlık hizmetinin ifasına yönelik işlemlerin izahı ve avukatlık
ücret hesabı dışında hakimin görevi olan hukuki mesele
konusunda bilirkişiden görüş istendiğinden şikâyet etmiştir.
61. İlgili şikâyetin incelenmesi neticesinde ise somut yargılama
faaliyeti dâhilinde İlk Derece Mahkemesince, tarafların iddiaları ve talepleri
doğrultusunda üç ayrı bilirkişiden bilirkişi raporları ve bunlara ek raporlar
alındığı, yargılamanın her safhasında söz konusu raporların taraflara
iletildiği ve tarafların raporlara karşı beyanlarının alındığı, birinci ve
ikinci bilirkişi raporları arasında dava konusu vekâlet ücret sözleşmesinin
geçerliliği hususunda ihtilaf oluşması nedeniyle, ihtilafı gidermek üzere
üçüncü olarak alınan bilirkişi raporunun da vekâlet ücret sözleşmesinin
geçersiz olduğu yönünde ikinci bilirkişi raporu doğrultusunda tespitler
içerdiği, söz konusu süreçlerde başvurucunun, alınan raporların inceleme konusu
üzerinde herhangi bir itirazının olmadığı, yargılamanın sonunda İlk Derece
Mahkemesinin, ikinci ve üçüncü bilirkişi raporları doğrultusunda davanın reddine
hükmettiği ve bu hükmün Yargıtay denetiminden geçerek onandığı hususları gözönüne alınıp yargılama süreci bir bütün olarak
değerlendirildiğinde bu şikâyetin, başvuruya konu edilen yargılamanın adil
olarak sonuçlanması üzerinde etkili olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun bireysel başvuruya konu
ettiği yargılama sürecinin usul kurallarına aykırı olarak yürütüldüğü iddiası
yönünden yapılan incelemede, yargılama sürecinde herhangi bir keyfîliğin ya da usul kurallarını ihlal eden eden bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla
söz konusu iddia açısından açık ve görünür bir ihlal olmadığı anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
63. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının
yetersiz gerekçelere dayandığını belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
64. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır."
65. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının
gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama
hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
66. Ancak derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara
yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber, ileri sürülen iddialardan biri
kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması söz konusu ise mahkeme bu hususa
belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir. Böyle bir durumda dahi ileri
sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli olabilir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
67. Öte yandan temyiz mercinin
yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması halinde bunu ya aynı
gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada
önemli olan husus, temyiz mercinin bir şekilde
temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin
kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
68. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, yargılama sürecinde
tarafların taleplerini dikkate alarak bilirkişi raporları ve bunlara ek
raporlar aldırmış; yargılama sürecinin sonunda üçüncü kez alınan bilirkişi
raporunun, ikinci bilirkişi raporunu doğruladığını, söz konusu rapora davalı
tarafın itirazının olmadığını, başvurucunun ise yeniden hesaplama talep
etmesine rağmen önceki raporlar doğrultusunda yeni bir rapor alınmasına gerek
olmadığını belirtmiş; bu bağlamda bilirkişi raporları ile başvurucunun ücret
alacağının olmadığının ortaya konulduğunu ifade etmiş ve bu tespitlere
dayanarak iddianın ispat edilemediği kabulü üzerinden hareketle davanın reddine
hükmetmiştir (bkz. § 21). Yargıtay tarafından da İlk Derece Mahkemesince
verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerek
hüküm onanmış,karar düzeltme
istemi de Kanun’da sayılan hâllere uygun bulunmayarak reddedilmiştir. (bkz. §§ 23, 24). Dolayısıyla somut olayda Mahkeme ve Yargıtay
kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
69. Açıklanan nedenlerle gerekçeli karar hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurucunun bu yöndeki iddiası da açıkça dayanaktan yoksun bulunmuştur.
c. Üç Dereceli Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
70. Başvurucu, kanunla kurulmuş olmasına rağmen bölge adliye
mahkemelerinin faaliyete geçmemesi nedeniyle kanun yolu denetiminde etkin bir
hukuki koruma sağlanamadığını belirterek üç dereceli yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
71. Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra AİHS ve Türkiye’nin taraf
olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle
Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanı dışında kalan
bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
72. Hak arama özgürlüğü Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenmiş
ve anılan maddede hak arama hürriyeti için herhangi bir sınırlama nedeni
öngörülmemiş ise de Anayasa’nın; mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri,
işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini öngören 142. ve
davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını ifade eden 141. maddelerinin,
hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır
(Set Makina Ticaret Ltd. Şti., B.No:2013/816,
6/2/2014, § 46).
73. Anayasa’da, “mahkemelerin
kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin”
kanunla düzenlenmesi öngörülmüştür. Buna göre usul kanunlarının Anayasa’ya
uygun olmak koşuluyla düzenlenmesi kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır (Tufan Şahin, B. No: 2012/799, 26/3/2013, §
19). Anayasa’da tüm mahkeme kararlarına karşı bölge adliye mahkemelerine
başvurulabilmesi hakkını içeren bir kurala yer verilmemiştir.
74. Dolayısıyla başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği bölge
adliye mahkemeleri nezdinde kanun yolu incelemesi ve ardından temyiz incelemesi
yapılması yani üç dereceli yargılanma hakkı, Anayasa’da güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerden olmadığı gibi AİHS ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokollerden herhangi birinin kapsamına da girmemektedir.
75. Açıklanan nedenlerle söz konusu ihlal iddiasının Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşıldığından,
başvurunun bu bölümünün konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Temyiz Aşamasında Duruşma Yapılmamasına
İlişkin İddia
76. Başvurucu, temyiz aşamasında duruşma talebi olmasına rağmen
bu talebine ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadığını ileri sürmüştür.
77. Başvurucunun söz konusu iddiası, yargılama sürecinde temyiz
aşamasında sözlü beyanda bulunmasına imkân tanınmamış olmasına yönelik
olduğundan ilgili iddianın aleni yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun
görülmüştür.
78. 6216 sayılıKanun'un 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir."
79. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna
karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının
salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara
yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan
başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça
dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
80. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının temel unsurlarından biri de Anayasa'nın 141. maddesinde
düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın
açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak
yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu yönüyle anılan ilke hukuk
devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birini oluşturur. Özellikle
ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması silahların eşitliği
ilkesinin ve savunma hakkının güvencesini oluşturur. Ancak bu her türlü
yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılmasının zorunlu olduğu anlamına gelmez.
Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün
azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve
duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz (Musa Yılmaz Acar, B. No: 2013/664,
17/9/2013, § 32).
81. Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “aleni yargılama” hakkının tanınması,
zorunlu olarak “sözlü yargılama” hakkını
da içerir. Bununla birlikte Sözleşme’nin bu maddesinde yer alan söz konusu
yükümlülük mutlak değildir (Adnan Altın,
B. No: 2013/9748, 7/1/2016, § 44).
82. Yargılamada, tarafların şüpheye yer vermeyecek şekilde bu
haklarından vazgeçmesi ve kamu yararının sözlü yargılama yapılmasını gerekli
kıldığı bir durumun bulunmaması hâlinde duruşma yapılmayabilir. Vazgeçmenin,
açıkça veya zımnen yapılması mümkündür. Duruşma yapılmasına ilişkin talebin
sürdürülmemesi ya da hiç ileri sürülmemesi, zımnen vazgeçmeye örnek
gösterilebilir. Bunun yanında dava dosyası ve tarafların yazılı görüşleri
temelinde yeterince çözülemeyen hukuki ve olgusal herhangi bir sorunla
karşılaşılmaması örneğinde olduğu gibi yargılamanın istisnai koşulları da
duruşma yapılmasını gerektirmeyebilir (Adnan
Altın, § 46).
83. AİHM, özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık
olmayan veya olaylarla ilgili hiçbir tartışmanın bulunmadığı, oldukça teknik
davalar ile mahkemelerin tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere
dayanarak, adil ve makul bir biçimde karar verebilecekleri davalar için duruşma
yapılmasının gerekli olmayabileceğini belirtmiştir (Adnan Altın, § 47).
84. Yargılamaya taraf olan kişilerin hakkaniyetli yargılama
temelinde beyanlarını sözlü vermesinin gerektiği durumlarda sözlü yargılama
yapılmaması yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engelleyebilir.
Dolayısıyla, sadece dosyaya dayanılarak tatmin edici bir çözümün
sağlanamayacağı olaylarda, sözlü yargılamanın yapılması gerekebilir. Sözlü
yargılamaya karar vermede, davaya konu meselelerin çokluğu değil, niteliği önem
kazanacaktır (Adnan Altın, § 48).
85. 1086 sayılı mülga Kanun'un 5236 sayılı Kanun'un 16. maddesi ileyapılan değişiklikten önceki 438. maddesinde, temyiz
incelemesinin kural olarak dosya üzerinden yapılacağı hüküm altına alınmakla
birlikte sınırlı olarak sayılan bazı istisnai durumlarda temyiz incelemesi için
duruşma açılacağı belirtilmiştir. Yine aynı maddede bu istisnalardan biri
olarak, uyuşmazlık miktarı iki yüz milyon lirayı aşan alacak davalarına ilişkin
temyiz incelemesinin, taraflardan birinin talebi üzerine duruşmalı olarak
yapılması düzenlenmiştir.
86. Anılan Kanun maddesinde yer verilen söz konusu iki yüz
milyon liralık sınır, ilgili maddenin yürürlüğe girdiği tarihte geçerli olan
bir miktar olup bu miktar yine 1086 sayılı Kanun'un geçici 4. maddesi uyarınca
her yıl güncellenmektedir. Bu bağlamda başvurucunun duruşmalı olarak temyiz
talebinde bulunduğu 2012 senesinde söz konusu duruşma sınırı miktarının
güncellenmiş değeri 17.220 TL olmaktadır.
87. Somut olayda bireysel başvuruya konu edilen alacak davasında,
talep olunan 58.750 TL alacak miktarının tamamı İlk Derece Mahkemesince
reddedilmiştir. Bu doğrultuda temyizde duruşma talep edebilme sınırının
hesaplanmasına yönelik 1086 sayılı Kanun'un 5236 sayılı Kanun ile yapılan
değişiklikten önceki 427. Maddesi dikkate alındığında, İlk Derece Mahkemesi
kararına yönelik temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması gerektiği
ortaya çıkmaktadır. Ancak başvurucu tarafından temyiz talebinde bulunularak
temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmiş ise de (bkz. § 22),
Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin temyiz incelemesini dosya üzerinden yaptığı
anlaşılmıştır.
88. Temyiz yolu ilk derece mahkemesi kararlarına karşı
başvurulabilen, ilk derece mahkemeleri önüne taşınmış vakaların, bu
mahkemelerce usulüne uygun olarak incelenip incelenmediğinin ve özellikle
ilgili vakalara kanunların doğru uygulanıp uygulanmadığının kontrol edildiği
olağan kanun yoludur. 1086 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri de temyiz yoluna
müracaatlarda kural olarak incelemenin dosya üzerinden yapılacağını, istisnai
durumlarda ise duruşmalı olarak incelemenin zorunlu bir usul olduğunu kurala
bağlamıştır.
89. 1086 sayılı mülga Kanun'un temyiz yoluna ilişkin hükümleri
incelendiğinde tarafların sınırlı olarak sayılan hâllerde temyiz incelemesinin
duruşmalı olarak yapılmasını talep edebileceklerinin, talep üzerine Yargıtayın duruşma için belirleyeceği günü taraflara tebliğ
edeceğinin, belirlenen günde Yargıtayın tarafları
veya gelen tarafı dinledikten sonra ve eğer taraflardan hiçbiri gelmemiş ise
dosya üzerinden inceleme yapabileceğinin hüküm altına alındığı görülmektedir.
90. Bu açıdan somut olay değerlendirildiğinde dava konusu
uyuşmazlık miktarının temyizde duruşma yapılabilmesi için Kanun'da öngörülen
sınırın üzerinde olduğu ve başvurucunun duruşma yapılması yönündeki talebine
karşın incelemenin dosya üzerinden yapıldığı anlaşılmış ise de başvuru konusu
yargılamanın niteliği dikkate alındığında başvurucunun kişisel özellikleri,
davranışları gibi sözlü yargılamayı zorunlu kılan olguların Yargıtayın
kararını doğrudan etkileme potansiyeline sahip olmadığı, Yargıtayın,
dava dosyasının içeriği, yazılı belgeler ve beyanlara istinaden uyuşmazlığı
hakkaniyete uygun bir şekilde sonlandırma imkânına sahip olduğu, başka bir
ifadeyle, şikâyet konusu temyiz incelemesinin yazılı sunumlar temelinde hüküm
vermeye elverişli bir yapıda olduğu, nitekim Kanunda tarafların duruşmaya
gelmemeleri hâlinde incelemenin dosya üzerinden yapılmasına imkân tanındığı
anlaşılmıştır.
91. Bunların yanında, kanunda tanınmış usule ilişkin bir hakkın
mahkeme tarafından resen kullandırılmamasının, yargılamayı her durumda adil
olmaktan uzaklaştırmayacağı hususu ile birlikte başvurucunun da Anayasa
Mahkemesine, sözlü yargılama yapılması hâlinde daha önce sunduğu belge ve
delillerin dışında yargılamanın sonucunu etkileyebilecek nitelikte, esasa
yönelik hangi beyan veya delilleri sunacağına ilişkin bir açıklamada
bulunmadığı anlaşılmıştır.
92. Açıklanan nedenlerle yargılamanın bütünü gözönüne
alındığında aleni yargılanma hakkına yönelik açık ve görünür bir ihlal
bulunmadığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
e. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığına
İlişkin İddia
93. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan söz
konusu iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
94. Başvurucu, delil celp taleplerinin zamanında karara
bağlanmaması ve davalı tarafın yersiz mehil taleplerinin kabul edilmesi sureti
ile 26/10/2007 tarihinde açtığı alacak davasının makul sürede sonuçlanmadığını
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
95. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul
sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının, adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki
yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun, davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı belirtilmiş (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 34–59) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir (Gülseren Gürdal ve diğerleri, B. No:
2013/1115, 5/12/2013; Semira Babayiğit ve diğerleri, B. No: 2013/3283,
19/12/2013; Haydar İzgi, B. No:
2012/673, 19/12/2013).
96. Başvuru konusu olay, Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açılan
tazminat davasına ilişkindir. 1086 sayılı mülga Kanun ile 6100 sayılı Kanun'da
yer alan usul hükümlerine göre yürütülen ve medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan somut yargılama faaliyetinin makul süre değerlendirmesinde sürenin
başlangıcı, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye
başlandığı tarih olup (Güher Ergun ve diğerleri,
§ 50) somut başvuru açısından bu tarih 26/10/2007'dir.
97. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup (Güher Ergun ve diğerleri, § 52) somut
başvuru açısından söz konusu tarih karar düzeltme talebinin Yargıtay 13. Hukuk
Dairesince reddedildiği 9/7/2013'tür.
98. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
yargılamanın konusunun vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlığa ilişkin
alacak talebi olduğu, 26/10/2007 tarihinde açılan davada İlk Derece
Mahkemesinin esasa ilişkin kararını 6/1/2012 tarihinde verdiği, bu kararın
Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 18/6/2012 tarihli ilamı ile onandığı ve karar
düzeltme isteminin de 9/7/2013 tarihinde reddedildiği, böylece İlk Derece Mahkemesi
kararının kesinleşerek yargılamanın sona erdiği anlaşılmıştır.
99. Başvurunun değerlendirilmesi sonucunda başvuruya konu alacak
davasının; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler
dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzak olduğu anlaşılmıştır.
Başvurucuların, tutum ve davranışlarıyla ve usul haklarını kullanırken özensiz
davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da gözlemlenmemiştir.
Dolayısıyla somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektirecek bir
yön bulunmadığı ve yaklaşık altı yıl devam eden yargılama sürecinde makul
olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
100. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
101. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
102. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ve üç dereceli
yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespitine, yeniden yargılama yapılmasına,
bölge adliye mahkemelerinin kurulması ve faaliyete geçmesi yönünde idareden
işlem tesisinin istenmesine ve manevi tazminata hükmedilmesine karar
verilmesini talep etmiştir.
103. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
104. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlalin sonuçlarının
ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan zararları
karşılığında başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
105. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Usul kurallarının hatalı uygulandığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması,
3. Üç dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın konu bakımından yetkisizlik,
4. Temyiz aşamasında duruşma yapılmaması nedeniyle aleni
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUKLARINA,
5. Yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
18/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.