TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FUAT TANRIKULU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7916)
|
|
Karar Tarihi: 18/2/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah
PERDECİOĞLU
|
Basvurucu
|
:
|
Fuat
TANRIKULU
|
Vekili
|
:
|
Av. Kamil Tekin SÜREK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işçi
statüsünde çalışılan kamu kurumunda fiilî hizmet süresi zammından
yararlandırılmaması ve bu konuda açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hak
arama hürriyetinin, zorla çalıştırılma yasağının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet
ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/10/2013 tarihinde İstanbul 22. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/10/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu 1/3/1994 tarihinden beri Okmeydanı Eğitim ve
Araştırma Hastanesinde radyoloji teknisyeni olarak çalışmaktadır.
6. Başvurucu 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar
ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 1/12/2008 tarihinde yürürlüğe girmesinin
ardından anılan Kanun’un 40. maddesi uyarınca yaptığı işin niteliği ve iştigal
ettiği iş kolu itibarıyla fiilî hizmet süresi zammından yararlanmaya
başlamıştır.
7. Bununla birlikte başvurucu 10/2/2011 tarihinde İstanbul 6. İş
Mahkemesinde tespit davası açmış, işe başladığı tarih olan 1/3/1994 ile fiilî
hizmet süresi zammından yararlanmaya başladığı Kasım 2008 arası dönemde de
yaptığı iş gereği radyasyona maruz kaldığını belirtmiş, söz konusu dönem için
fiilî hizmet süresi zammını hak ettiğinin tespitine hükmedilmesini ve bu döneme
ilişkin fiilî hizmet zammı süresi primlerinin davalı Sağlık Bakanlığı
tarafından Sosyal Güvenlik Kurumuna yatırılmasına karar verilmesini talep
etmiştir.
8. İstanbul 6. İş Mahkemesi 13/2/2013 tarihli ve E.2011/171,
K.2013/126 sayılı kararı ile “… Tüm deliller
ve dosya kapsamı bu şekilde değerlendirilerek;davacının
davalı işyerinde başlangıçtan beri yaptığı işin aynı iş olduğu ve olumsuz
koşullardan aynı şekilde etkilendiği anlaşılmakta ise de; 5510 sayılı Yasa’nın
01/12/2008 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra 2008 Kasım ayından itibaren
itibari hizmetten yararlandığı, ancak bu tarihten önceki çalışma döneminde
çalıştığı işyerinin 506 sayılı Yasa’da belirtilen işyerlerinden olmadığı…” gerekçesine
dayanarak davanın reddine hükmetmiştir.
9. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 17/6/2013 tarihli ve E.2013/7955, K.2013/13690
sayılı ilamı ile kararı onamıştır.
10. Onama ilamı başvurucuya 1/10/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
11. Başvurucu 30/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
12. 5510 sayılı Kanun’un “Fiili
hizmet süresi zammı” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Aşağıda belirtilen işyerlerinde ve işlerde 4 üncü
maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamında çalışan
sigortalıların prim ödeme gün sayılarına, bu işyerlerinde ve işlerde geçen
çalışma sürelerinin her 360 günü için karşılarında gösterilen gün sayıları,
fiilî hizmet süresi zammı olarak eklenir. 360 günden eksik sürelere ait fiilî
hizmet süresi zammı, 360 gün için eklenen fiilî hizmet süresi ile orantılı
olarak belirlenir. Çalışmanın fiili hizmet süresi zammı kapsamında
değerlendirilebilmesi için, tablonun (13) ve (14) numaralı sıralarında
belirtilen sigortalılar hariç sigortalının kapsamdaki işyerleri ile birlikte
belirtilen işlerde fiilen çalışması ve söz konusu işlerin risklerine maruz
kalması şarttır.
...
Aşağıdaki bentlerden birden fazlasına dahil olanlar için, en yüksek
olan bentten fiilî hizmet süresi zammı uygulanır.
Kapsamdaki İşler/İşyerleri
|
Kapsamdaki Sigortalılar
|
Eklenecek Gün Sayısı
|
...11) Radyoaktif ve radyoiyanizan
maddelerle yapılan işler
|
Doğal ve yapay radyoaktif, radyoiyonizan maddeler veya bütün diğer korpüsküler emanasyon
kaynakları ile yapılan işlerde çalışanlar.
|
90 gün
|
..."
13. 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nunek 5. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 4/10/2006
tarihli iptal kararından önceki hâli şöyledir:
“506 sayılı Kanuna göre sigortalı sayılanların, aşağıda sayılan
görevlerde geçen sigortalılık sürelerine, bu sürelerin her tam yılı için,
hizalarında gösterilen süreler, sigortalılık süresi olarak eklenir.
Sigortalılar
|
Hizmetin Geçtiği Yer
|
Eklenecek Süre
|
I— a) 212 sayılı Kanunla değiştirilen 5953
sayılı basın mesleğinde çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki münasebetleri düzenliyen kanun kapsamına tabi olarak çalışan
sigortalılar
b) Basın kartı yönetmeliğine göre basın
kartına sahip olmak suretiyle gazetecilik yaparken, kamu kurumlarına giren ve
bu kurumlarda meslekleriyle ilgili görevlerde istihdam edilen sigortalılar
|
5953 sayılı Kanunu Değiştiren 212 sayılı
Kanunun birinci maddesi kapsamına giren işyerleri
Basın müşavirlikleri
|
90 gün
90 gün
|
II— (Değişik bent: 20/06/1987
- 3395/13 md.) Basım ve gazetecilik iş
yerlerinden 1475 sayılı Kanun ve değişikliklerine göre çalışan sigortalılar
|
a) Solunum ve cilt yoluyla vücuda geçen gaz
veya diğer zehirleyici maddelerle çalışılan iş yerleri,
b) Fazla gürültü ve ihtizaz yapıcı makine ve
aletlerle çalışarak iş yapılan işyerleri,
c) Doğrudan doğruya yüksek hararete maruz
bulunarak çalışılan işyerleri,
d) Fazla ve devamlı adali gayret sarf
edilerek iş yapılan işyerleri,
e) Tabii ışığın hiç olmadığı ve münhasıran
suni ışık altında çalı şılan işyerleri,
f) Günlük mesainin yarıdan fazlası saat
20.00’den sonra çalışılarak yapılan işyerleri,
|
90 gün
|
III— (Ek bent: 20/06/1987 – 3395/13 md.) Denizde Gemi adamları, gemi ateşçileri, kömürcüler,
dalgıçlar.
|
|
90 gün
|
IV- (Ek bent: 20/6/1987 -
3395/13 md.) Azotlu
gübre ve şeker sanayiinde, fabrika, atölye, havuz ve depolarda,
trafo binalarında çalışanlar.
|
1. Çelik, demir ve tunç döküm,
2. Zehirli, boğucu, yakıcı, öldürücü ve
patlayıcı gaz, asit, boya işleriyle gaz maskesi ile çalışmayı gerektiren
işlerde,
3. Patlayıcı maddeler yapılmasında,
4. Kaynak işlerinde çalışanlarda.
|
90 gün
|
14. Anayasa Mahkemesinin 4/10/2006 tarihli ve E.2002/157,
K.2006/97 sayılı (27/3/2007 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlanan) kararının ilgili kısmı şöyledir:
“…İtibari hizmet süresinden yararlanmayı gerektiren olgu sanayi kolları
farklı da olsa belli ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerin yapılmasıdır. Bu
nitelikteki işleri yapan kişilerin aynı durumda olmadıkları ileri sürülemez.
Aynı hukuksal durumda bulunanların farklı kurallara tabi tutulması eşitlik
ilkesine aykırılık oluşturacağından itiraz konusu Yasa kuralı Anayasa'nın
eşitlik ilkesine yer veren 10. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
…
17.7.1964 günlü, 506 sayılı “Sosyal Sigortalar Kanunu”nun
Ek 5. maddesinin birinci fıkrasının 20.6.1987 günlü, 3395 sayılı Yasa ile
eklenen IV numaralı bendinde yer alan “Azotlu gübre ve şeker sanayiinde, ...”
ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, …
OYÇOKLUĞUYLA, 4.10.2006 gününde karar verildi.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 18/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu; radyoloji teknisyeni olarak Okmeydanı Eğitim ve
Araştırma Hastanesinde 1/3/1994 tarihinden beri işçi statüsünde çalışmakta
olduğunu, 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra 2008 yılı Kasım
ayından bu yana fiilî hizmet süresi zammından yararlandığını, ancak işe girdiği
tarih ile zamdan yararlanmaya başladığı tarih arasında geçen dönemde fiilî
hizmet süresi zammından yararlanamadığını, oysa aynı işyerinde aynı işi yaptığı
memur statüsündeki kişiler ile toplu iş sözleşmesinde bu duruma ilişkin hüküm
bulunan işçilerin söz konusu zamdan yararlanabildiklerini, benzer konuda
Anayasa Mahkemesi kararı bulunmasına rağmen açtığı davadan sonuç elde edemediğini,
ilgili dönemde fiilî hizmet zammından yararlanamamasından dolayı emekli
olabilmek için daha fazla çalışmak zorunda kalacağını belirterek hak arama
hürriyetinin, zorla çalıştırılma yasağının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve
etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yeniden yargılama
yapılmasına karar verilmesini veya tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
17. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
18. Başvurucunun hak arama hürriyetinin, etkili başvuru hakkının
ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin özünün belirli bir
dönemde fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmamasından kaynaklandığı
anlaşıldığından anılan şikâyetler, mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında
değerlendirilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun fiilî hizmet süresi
zammından yararlanamadığı dönem nedeniyle emekli olabilmek için daha fazla
çalışmak zorunda kalmasından dolayı zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiği
iddiası ayrıca incelenmiştir.
1. Zorla Çalıştırma Yasağının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
19. Başvurucu, fiilî hizmet süresi zammından yararlanamadığı
dönem nedeniyle emekli olabilmek için daha fazla çalışmak zorunda kalacağını
belirterek zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
20. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna
karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının
salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara
yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan
başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça
dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Münis Düşenkalkar, B. No: 2013/1244,
17/7/2014, § 28).
21. Anayasa'nın "Zorla
çalıştırma yasağı" başlıklı 18. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır."
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Kölelik ve zorla çalıştırma yasağı"
başlıklı 4. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"1. Hiç kimse köle ya da kul durumunda
tutulamaz.
2. Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu
çalışmaya tabi tutulamaz."
23. Anayasa'nın 18. maddesinin gerekçesinde angarya, kişinin
emeğinin karşılığını almadan zorla çalıştırılması olarak tanımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da angarya, bir maldan ya da bir
kişinin çalışmasından karşılıksız yararlanma biçiminde tanımlanmıştır.
Hizmetlerin karşılığında kendilerine ücret ödenen kişilerin bu yükümlülük
kapsamındaki çalışmalarının angarya olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı
belirtilmiştir (AYM, E.2011/150, K.2013/30, 14/2/2013).
24. Anayasa'da "zorla çalıştırma" yasaklanmakla
birlikte bu kavramın tanımı yapılmamıştır. Bu kavramın tanımı ve içeriği
belirlenirken temel insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerden ve
ilgili uluslararası otoritelerin yorum ve uygulamalarından yararlanılabilir.
Zorla çalıştırma yasağına ilişkin uluslararası kurallar, 29 No.lu Cebri ve
Mecburi Çalıştırmaya İlişkin ILO Sözleşmesi'nde (ILO Sözleşmesi)düzenlenmiştir.
ILOSözleşmesi'nin 2. maddesinde yapılan ve Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme/AİHS) 4. maddesinde yer alan zorla çalıştırma yasağının kapsamının
belirlenmesinde esas alınan tanıma göre zorla çalıştırma "herhangi bir kişinin ceza tehdidi altında ve bu
kişinin tam isteği olmadan mecbur edildiği tüm iş veya hizmetleri"
ifade etmektedir. Buna göre zorla çalıştırmadan söz edilebilmesi için kişinin
ceza tehdidi altında ve rızası bulunmaksızın çalıştırılması gerekmektedir (AYM,
E.2011/150, K.2013/30, 14/2/2013).
25. AİHM tarafından da AİHS'in 4.
maddesinin yorumlanmasında ILO Sözleşmesi'nde yer alan tanıma başvurulmaktadır
(Sliadin/Fransa, B. No: 73316/01, 26/10/2005, §§
115, 116). AİHM içtihatlarında "zorla veya zorunlu" bir çalışmanın
tespitinde iki ayrı durumun varlığı aranmaktadır. Bunlardan ilki, kişinin yaptığı
çalışmanın yasal zorunluluk veya yükümlülük gereği olması ya da kendi iradesi
dışında çalışmaya zorlanması; ikincisi ise bu çalışmanın kişiye sıkıntı verici,
kişiyi usandırıcı ya da bunaltıcı veya meşakkatli olmasıdır. AİHM; serbestçe
yapılmış bir sözleşme gereğince yapılması gereken işin, taraflardan biri
taahhüdünü yerine getirmediğinde yaptırımla karşılaşması nedeniyle zorla
çalıştırma sayılamayacağını belirtmektedir (Münis Düşenkalkar, § 33).
26. Başvuru konusu olayda bir kamu idaresiyle yaptığı sözleşmeye
istinaden ve ücreti mukabili radyoloji teknisyeni olarak çalışmakta olan
başvurucu; işe başladığı tarih olan 1/3/1994’ten itibaren fiilî hizmet
zammından yararlandırılması gerektiğini, aksi takdirde emekli olabilmek için
daha fazla çalışmak zorunda kalacağını ifade etmekle birlikte yaptığı işin
karşılığı olarak kendisine ücret ödenmediğinden veya istemediği bir işin
kendisine zorla yaptırıldığından şikâyet etmemektedir.
27. Bu durumda başvurucu radyoloji teknisyeni olarak bir kamu
kurumunda yaptığı çalışmayı kamu idaresiyle yaptığı sözleşmeye istinaden ve
ücreti mukabili gerçekleştirmektedir. Başvurucunun bu işte zorla
çalıştırıldığına dair bir emare de ortaya konmamıştır. Dolayısıyla zorla
çalıştırma yasağı yönünden başvurucuya bir müdahalenin bulunmadığı açıktır.
28. Açıklanan nedenlerle zorla çalıştırma yasağı hususunda bir
müdahalenin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, işe başladığı 1/3/1994 tarihinden 2008 yılı Kasım
ayına kadar geçen sürede fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmaması
nedeniyle maddi kaybının olduğunu ve Anayasa Mahkemesinin iptal hükmüne rağmen
açtığı davadan da sonuç alamadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmektedir.
30. Bu durumda öncelikle başvurucunun başvuruya konu olayda
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı
kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığının tartışılması
gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu,
B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 25; Muzaffer Gölen, B. No: 2013/3430, 10/6/2015, § 32).
31. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
32. Sözleşme'ye Ek (1) No.lu Protokol'ün
"Mülkiyetin korunması"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
33. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu
gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın, Anayasa'da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
34. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir
kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı,
kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu
hususun istisnası olarak belli durumlarda bir
"ekonomik değer" veya
icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti", Anayasa'nın ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal
Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).
35. Meşru beklenti; makul bir şekilde ortaya konmuş icra
edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne
veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir
yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir.
Ayrıca AİHM, özünde “varlık”
olarak kabul görebilecek bir şahsi menfaatin, ulusal mahkemelerin yerleşmiş
içtihadı gibi yalnızca ulusal hukukta yeterli bir temeli olması hâlinde mümkün
olabileceği görüşündedir (Arzu Batmaz,
B. No: 2013/7915, 16/9/2015, § 34).
36. Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında
olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde
iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanınma mevzuat
hükümleri ve yargı kararları ile yapılabilecektir (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845,
20/11/2014, § 37).
37. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
öncelikle böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, §§ 36,
37).
38. Anayasa'nın ve Sözleşme’nin ortak koruma kapsamında yer alan
mülkiyet hakkı bireylere bir tür sosyal güvenlik ödemesi alma hakkı içermemekle
beraber yürürlükteki mevzuatta -önceden prim ödeme şartıyla veya şartsız
olarak- sosyal yardım alma hakkı şeklinde bir ödeme yapılması öngörülmüş ise
yargısal içtihatlara paralel olarak ilgili mevzuatın aradığı şartları yerine
getiren bireyin mülkiyet hakkı kapsamına giren bir menfaatinin doğduğu kabul
edilmelidir (Hüseyin Remzi Polge, B. No:2013/2166, 25/6/2015, § 36; İbrahim Mete, B. No:2013/2495, 8/9/2015, §
34).
39. Ancak somut olayda başvurucunun hâlihazırda fiilî hizmet
süresi zammından yararlanıp yararlanmadığı hususu ihtilaf konusu değildir.
İhtilaf konusu, başvurucunun işe başladığı 1/3/1994 tarihi ile 5510 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte fiilî hizmet süresi zammından
yararlanmaya başladığı 2008 yılı Kasım ayı arasında kalan dönemde fiilî hizmet
süresi zammından yararlandırılmaması ve ilgili dönem için fiilî hizmet süresi
zammı primlerinin ödenmemesi nedeniyle erken emekli olamamasından kaynaklanan
zararın tazmini talebidir.
40. Anayasa'nın ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkının fiilî hizmet süresi zammına ilişkin olarak bireylere bir
güvence sağlamadığı açıktır. Bununla birlikte bireyler, ancak zamdan yararlanılması
konusunda kanuni düzenleme veya içtihatlarda yeterli dayanağın olması hâlinde
bu yöndeki bir talepleri mülkiyet hakkı kapsamında kabul edilerek güvencelerden
yararlandırılabilir. Öyleyse bu aşamada değerlendirilmesi gereken husus,
başvurucunun talep ettiği dönemde fiilî hizmet süresi zammından
yararlandırılması gerektiği iddiasının kanuni düzenlemeler veya yargısal
içtihatlar ile desteklenip desteklenmediği, böylece başvurucunun iddiasının
Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki güvence hükmüne uygulama alanı sağlayacak
yeterlilikte meşru beklenti oluşturup oluşturmadığıdır.
41. Fiilî hizmet süresi zammına ilişkin düzenlemeler 5510 sayılı
Kanun yürürlüğe girmeden önce başvurucunun da tabi olduğu 506 sayılı Kanun’un
ek 5. maddesi ile ortaya konmuştur (bkz. § 13). Söz konusu madde ile 506 sayılı
Kanun’a göre sigortalı sayılanlardan maddede belirtilen hizmetleri ifa etmekte
olanların sigortalılık sürelerine, bu sürelerin her tam yılı için hizmetlerinin
türüne göre sigortalılık süresi eklenmesi öngörülmüştür.
42. Ancak radyoloji teknisyeni olan başvurucunun iştigal etmekte
olduğu hizmet kolu, anılan kanun hükmünde fiilî hizmet süresi zammından
yararlandırılacak kapsamdaki sigortalılar arasında yer almamaktadır. Bu durumda
başvurucu, fiilî hizmet süresi zammından yararlanacak hizmet kollarını
düzenleyen 506 sayılı mülga Kanun’un ek 5. maddesi hükmü kapsamı dışında
kalmaktadır.
43. Yargıtayın bu konuya ilişkin bir
Hukuk Genel Kurulu kararında da 506 sayılı Kanun’un ek 5. maddesi ile getirilen
düzenleme ile tanınan fiilî hizmet süresi olanağından yararlanmak için maddede
yazılı fiziksel koşulların gerçekleşmesinin tek başına yeterli olmadığı,
Kanun’un öngördüğü biçimde iş kolu ve işyeri koşullarının birlikte gerçekleşme
zorunluluğu bulunduğu ifade edilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
21/3/2012 tarihli ve E.2012/21-6, K.2012/222 sayılı kararı).
44. Başvurucu ayrıca 506 sayılı Kanun’un ek 5. maddesi hükmünün
itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine taşındığını, Anayasa Mahkemesinin verdiği
4/10/2006 tarihli iptal kararı sonucu fiilî hizmet zammından yararlandırılması
gerektiğini ileri sürmüştür.
45. Başvurucunun bu iddiasının incelenmesinde ise söz konusu
Kanun hükmünde yer alan “Azotlu gübre ve
şeker sanayiinde” ibaresinin, Anayasa'nın 10. maddesine aykırı olduğu
gerekçesi ve iptal edilmesi istemiyle Anayasa Mahkemesi önüne taşındığı,
yapılan inceleme sonucu 4/10/2006 tarihli ve E.2002/157, K.2006/97 sayılı karar
ile “…İtibari hizmet süresinden yararlanmayı
gerektiren olgu sanayi kolları farklı da olsa belli ağır, riskli ve sağlığa
zararlı işlerin yapılmasıdır. Bu nitelikteki işleri yapan kişilerin aynı
durumda olmadıkları ileri sürülemez. Aynı hukuksal durumda bulunanların farklı
kurallara tabi tutulması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağından itiraz konusu
Yasa kuralı Anayasa'nın eşitlik ilkesine yer veren 10. maddesine aykırıdır.”
gerekçesine dayanarak söz konusu ibarenin iptaline hükmedildiği anlaşılmıştır.
Bu durumda iptal kararından sonra fabrika, atölye, trafo binaları, havuz ve
depolarda çalışanların maddede sayılan dört tip işin yapılmasında doksan gün
fiilî hizmet süresi zammından yararlanması mümkün hâle gelmiş ancak söz konusu
kararın başvurucunun iştigal ettiği hizmet kolunu kapsayan bir etkisi
olmamıştır.
46. Dolayısıyla 5510 sayılı Kanun yürürlüğe girene kadar
uygulanmaya devam edilen 506 sayılı Kanun’un ek 5. maddesi hükmü,
gerek ilk düzenlenen hâliyle gerekse Anayasa Mahkemesinin iptal kararından
sonra aldığı son hâliyle başvurucunun talep ettiği dönem için başvurucunun işi
ve çalışma yeri dikkate alındığında kendisinin fiilî hizmet zammından
yararlanmasına imkân tanıyan bir kural niteliğinde değildir. Başvurucu, talep
ettiği dönem için fiilî hizmet süresi zammından yararlanabileceği yönünde
yerleşik bir yargı içtihadı da ortaya koymamıştır.
47. Ayrıca sonradan yürürlüğe girmiş kanunlar yürürlük tarihleri
itibarıyla hüküm ifade ettiklerinden -kanun koyucu aksine bir düzenleme
getirmedikçe- geçmişte meydana gelmiş olaylara uygulanamaz. Bu bağlamda 2008
yılı Kasım ayından itibaren başvurucunun fiilî hizmet süresi zammından
yararlanmasını sağlayan 5510 sayılı Kanun da aksine bir hüküm içermediğinden
Kanun’un kendinden önceki döneme uygulanması mümkün olmamaktadır.
48. Bu durumda somut başvuru konusu olayda başvurucunun 5510
sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önceki çalışma döneminde fiilî hizmet süresi
zammından yararlanması talebinin, yürürlükteki kanun hükümleri veya konuyla
ilgili yargı içtihatları tarafından desteklenmediği ve mülkiyet hakkı
kapsamında meşru beklenti olarak nitelendirmeye yetecek somutlukta olmadığı
anlaşılmış; dolayısıyla başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen
mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
49. Öte yandan başvurucunun aynı işyerinde aynı işi yaptığı memur
statüsündeki kişiler ile Toplu İş Sözleşmesi'nde bu duruma ilişkin hüküm
bulunan işçilerin geçmişten beri fiilî hizmet süresi zammından yararlandıkları
için Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine
yönelik iddiasının, anılan Anayasa maddesindeki ifadeler dikkate alındığında
soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme
kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele
alınması gerekir (Onurhan Solmaz, § 33). Bu çerçevede başvurucunun
mülkiyet hakkına yönelik bir müdahalenin bulunmadığının anlaşılması nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetinin incelemesinde eşitlik
ilkesi yönünden ayrıca değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi
kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
18/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.