TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KASIM İLİMOĞLU
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8136)
|
|
Karar Tarihi: 25/2/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 22/5/2015-29363
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Kasım İLİMOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. İclal İLİMOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Eyüp Cumhuriyet Savcısı iken yaklaşık 18 aylık
sürede 541 adet soruşturma evrakını işlemsiz bıraktığına dair hakkında yapılan
soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin yaklaşık 4 yıl sürdüğünü, görevi ihmal
suçundan haksız olarak mahkum edildiğini, soruşturma raporunu düzenleyen müffetişin tanık olarak dinlenilmesi yönündeki talebinin
reddedilerek tanığa soru sorma hakkının engellendiğini, mahkumiyet kararında
maddi ve hukuki hatalar bulunduğunu, kararın bu nedenle gerekçeli olmadığını,
kanunda düzenlenmemesine karşın kamu göreviyle ilgili
yetkilerin kullanılmasından belli süreyle mahrum edildiğini, doktora eğitiminin
verilen ceza ile engellendiğini belirterek, Anayasa'nın 36., 38. ve 42.
maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 11/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine
doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel
bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 23/11/2014
tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığının görüş yazısı başvurucuya tebliğ
edilmiş ve başvurucu görüş yazısına karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Büyükçekmece Cumhuriyet Savcısı olarak görev
yapmaktadır.
9. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının 11/2/2009
tarih ve 1153 sayılı denetim emirleri gereği, Bakırköy Cumhuriyet
Başsavcılığının denetimi esnasında, başvurucunun Eyüp Cumhuriyet Savcısı olarak
görev yaptığı dönemde 541 adet soruşturma dosyasını 4 aydan 1 yıl 8 aya varan
sürelerle işlemsiz bırakıldığına muttali olunması üzerine Başkanlığa bilgi arz
edilerek soruşturma başlatılmıştır.
10. Soruşturma sonucunda hazırlanan rapor kapsamında Bakanlık
Makamının, 9/11/2009 tarihli oluru ile başvurucu hakkında kovuşturma yapılması
gerekli görüldüğünden, dosya iddianame düzenlenmek üzere İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir.
11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 1/2/2010 tarihli
iddianame ile İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde başvurucu hakkında
görevi ihmal suçundan son soruşturmanın açılmasını talep etmiştir.
12. Mahkeme, 24/3/2010 tarih ve E.2010/52, K.2010/111 sayılı
kararı ile başvurucu hakkında kovuşturma açılmasına yer olmadığına dair karar
vermiştir. Bu karara yapılan itiraz, Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/4/2010
tarihli kararı ile reddedilmiştir.
13. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, 24/6/2010
tarih ve 42078 sayılı yazısıyla Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/4/2010
tarihli kararının kanun yararına bozulmasını talep etmiştir.
14. Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun (CMK) 309. maddesi uyarınca talebe konu kararın
bozulmasına karar vermiştir.
15. Bu karar üzerine İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi,
25/8/2011 tarih ve 2011/587 D. İş sayılı kararıyla başvurucu hakkında görevi
ihmal suçundan son soruşturma açılmasına ve Cumhuriyet Savcısı olan
başvurucunun birinci sınıfa ayrıldığı gözetilerek dosyanın Yargıtay'ın ilgili
Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu karar, Yargıtay 4. Ceza Dairesi
tarafından CMK'nın 170. maddesine uygun olarak
düzenlenmediğinden 3/11/2011 tarihinde mahkemesine iade edilmiştir.
16. İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi, 6/1/2012 tarih ve
2012/36 D. İş sayılı CMK'nın 170. maddesine uygun
kararıyla başvurucu hakkında görevi ihmal suçundan son soruşturma açılmasına ve
Cumhuriyet Savcısı olan başvurucunun birinci sınıfa ayrıldığı gözetilerek
dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir.
17. İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Ceza Dairesi,
7/6/2012 tarih ve E.2012/3, K.2012/29 sayılı kararı ile başvurucuyu 3 ay 3 gün
hapis cezasına mahkum etmiş ve verilen hapis cezasının
1860,00 TL adli para cezasına çevrilmesine karar vermiştir. Ayrıca,
başvurucunun 1 ay 6 gün süre ile kamu görevi ile ilgili hak ve yetkilerin
kullanılmasının yasaklanmasına da tedbiren karar
verilmiştir.
18. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun 9/4/2013 tarih ve E.2012/4.MD-1268, K.2013/124 sayılı kararı
ile onanarak kesinleşmiştir. Onama gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"03. 06.2009 tarihli inceleme tutanağına
göre; Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığında denetimin başladığı 02.02.2009 tarihi
itibarıyla 541 adet soruşturma evrakının 4 aydan 1 yıl 3 ay 8 güne varan
sürelerde işlemsiz bırakıldığının tespit edildiği,
Sanığın, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının
06.09.2007 tarihli iş bölümüne göre; Bakırköy Çocuk Mahkemesinde iddia makamını
temsil etmek, mahkemesinden verilen kararlar ile ilgili yazılı emir, karar
tashihi, muhakemenin iadesi talepleri ve itiraz işlemleri hakkında mütalaa
hazırlamak, yazılı görüş bildirmek, gerektiğinde mahkemesinden verilen kararlar
hakkında Yargıtay yoluna başvurmak, Bakırköy 2. Çocuk Mahkemesince verilen
kararları incelemek, nöbet cetveline göre nöbet görevini ifa etmek, adına
kayıtlı hazırlık evraklarına bakmak ve gerektiğinde verilecek diğer görevleri
yerine getirmekle,
24.10.2007 tarihli iş bölümüne göre; genel
tevzide verilecek soruşturma evraklarına bakmak, Bakırköy 9. İcra Müdürlüğünün
üç aylık ve yıllık teftişini yapmak, Küçükçekmece 4. Asliye Ceza Mahkemesinin
görüldü dosyalarını incelemek, nöbet cetveline göre nöbet görevini ifa etmek,
adına kayıtlı hazırlık evraklarına bakmak, gerektiğinde verilecek diğer
görevleri yerine getirmekle,
15.09.2008 tarihli iş bölümüne göre ise; diğer
görevlerinin yanında Küçükçekmece 9. İcra Müdürlüğünün üç aylık teftişini
yapmakla görevlendirildiği,
Sanığın, denetim dönemi itibariyle
06.09.2007-24.10.2007 tarihleri arasında önceki dönemden devir 627, bir başka
Cumhuriyet savcısından devrolan 54, ilgili dönem aralığında gelen 96 olmak
üzere toplam 777,
24.10.2007-28.01.2009 tarihleri arasında
önceki dönemden devren gelen 630, ilgili dönem aralığında gelen 2.687 adet
olmak üzere toplam 3.317 adet soruşturma evrakına baktığı, görev değişikliği
nedeniyle, 1.480 adet evrakı devrettiği, 742 adet kovuşturmaya yer olmadığına
kararı, 943 adet iddianame, 237 adet görevsizlik-yetkisizlik kararı, 4 adet
fezleke, 45 adet birleştirme kararı, 13 adet ise başka büroya üst yazıyla elden
teslim olmak üzere toplam 1.984 adedini sonuçlandırdığı, denetimin başladığı
tarih itibarıyla uhdesinde 1.372 soruşturma evrakının bulunduğu, 28.01.2009
tarihi itibarıyla uhdesinde bulunan soruşturma evrakının 15 ayrı Cumhuriyet
savcısına dağıtıldığı, 15.05.2009 tarihli listeye göre dağıtılan soruşturma
evrakının 572’sinin karara bağlandığı,
...
Bununla birlikte, sanığın soruşturma
dosyalarıyla ilgili işlemleri zamanında yerine getirme konusunda gerekli
hassasiyet, dikkat ve özeni göstermeyerek dosyaların taraflarının mağduriyetine
neden olup olmadığının tartışılması gerekmektedir. Suç konusu 541 adet
dosyadaki suçlardan dolayı mağdur olan kimselerin kanuni haklarını elde
etmeleri gecikmiş ve soruşturmaların olağan sürede sonuçlanmaması nedeniyle
şüphelilerin hukuksal durumu da askıda tutularak, şartları varsa bir an önce
aklanmaları imkanının önüne geçilmiştir. Bu nedenle, işbölümü
gereği sanık Cumhuriyet savcısına düşen soruşturma evrakından 541 adedinde
haklarında işlem başlatılan şüphelilerin, makul bir sürede bir karar
verilmemesi nedeniyle mağdur oldukları açık olduğu gibi, aynı soruşturmalardaki
suç mağdurlarının işlemsiz bırakma eyleminden mağdur oldukları, buna göre şahsi
hakların ihlal edildiği ve kişi mağduriyetinin gerçekleştiği konusunda tereddüt
bulunmamaktadır.
Buna göre, somut olayda 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununun 257. maddesinde yer alan, “kişilerin mağduriyeti” unsuru
gerçekleştiğinden, bir suç işleme kararı ile 541 adet dosyada hiç işlem
yapmamak şeklinde gerçekleşen ve kişilerin mağduriyetine neden olan eylemin
zincirleme biçimde ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu ve
Özel Dairece sanığın 5237 sayılı TCK’nun lehe kabul
edilen 6086 sayılı Kanun ile değişik 257/2 ve 43/1. maddeleri uyarınca
cezalandırılmasına karar verilmesinin isabetli olduğu kabul
edilmelidir..."
19. Başvurucu, 11/10/2013 tarihinde nihai karardan haberdar
olmuştur.
20. Bireysel başvuru, 11/11/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
21. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan
haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek,
kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız
bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır."
22. 5237 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (5) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Birinci fıkrada sayılan hak ve yetkilerden
birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla hapis cezasına
mahkûmiyet hâlinde, ayrıca, cezanın infazından sonra işlemek üzere, hükmolunan
cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının
yasaklanmasına karar verilir. Bu hak ve
yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla
sadece adlî para cezasına mahkûmiyet hâlinde, hükümde belirtilen gün sayısının
yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının
yasaklanmasına karar verilir. Hükmün kesinleşmesiyle icraya konan yasaklama ile
ilgili süre, adlî para cezasının tamamen infazından itibaren işlemeye başlar.”
23. 24/2/1983 tarih ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanunu'nun "Soruşturma"
kenar başlıklı 82. maddesi şöyledir:
“Hakim ve savcıların
görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçları, sıfat ve görevleri
gereğine uymayan tutum ve davranışları nedeniyle, haklarında inceleme ve
soruşturma yapılması Adalet Bakanlığının iznine bağlıdır. Adalet Bakanı
inceleme ve soruşturmayı, adalet müfettişleri veya hakkında soruşturma
yapılacak olandan daha kıdemli hakim veya savcı eliyle
yaptırılabilir.
Soruşturma ile görevlendirilen hakim ve savcılar, adalet müfettişlerinin 101 inci maddedeki
yetkilerini haizdirler."
24. 2802 sayılı Kanun'un "Kovuşturma kararı ve ilk soruşturma" kenar başlıklı 89.
maddesi şöyledir:
‘‘Hakim ve savcılar
hakkında görevden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle
kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde evrak, Adalet Bakanlığınca
ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza
mahkemesi Cumhuriyet savcılığına; Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili
kuruluşlarında görevli hakim ve savcılar hakkındaki evrak ise Ankara Cumhuriyet
Savcılığına gönderilir.
Cumhuriyet savcısı beş gün içinde
iddianamesini düzenleyerek evrakı, son soruşturmanın açılmasına veya son
soruşturmanın açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza
mahkemesine verir.
İddianamenin bir örneği Ceza Muhakemesi Kanunu
gereğince, hakkında kovuşturma yapılana tebliğ olunur. Bu tebliğ üzerine
ilgili, Kanunda yazılı süre içinde delil toplanmasını ister veya kabul
edilebilir istekte bulunursa bu husus göz önünde tutulur ve gerekirse
soruşturma başkan tarafından derinleştirilir. "
25. 2802 sayılı Kanun'un "Son
soruşturma mercileri" kenar başlıklı 90. maddesi şöyledir:
"Haklarında son soruşturma açılmasına
karar verilenlerden ; birinci sınıfa ayrılmış
olanlarla ağır ceza mahkemeleri heyetine dahil bulunan hakim ve Cumhuriyet
savcılarının, son soruşturmaları Yargıtayın görevli
ceza dairesinde görülür.
Birinci fıkra dışındaki hakim
ve savcıların son soruşturmaları, yargı çevresi içinde bulundukları ağır ceza
mahkemesinde yapılır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 25/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 11/11/2013 tarih ve 2013/8136 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu,
i. Eyüp Cumhuriyet Savcısı olarak görev
yaptığı dönemde soruşturma savcılığı yanında duruşma savcısı olarak da
çalıştığını, yoğun çalışma koşullarında mesaiyi aşan sürelerde çalıştığını,
yıllık izinlerini dahi tam olarak kullanamadığını, aday memur statüsündeki
katipleri yetiştirdiğini, yoğun iş yükü olduğu halde personel yetersizliği
bulunduğunu, görevi ihmal suçundan haksız olarak mahkum edildiğini, emsal
dosyalarda beraat kararı verildiğini, bu kararlar göz önünde bulundurulmayarak
keyfi davranıldığını, kanun yararına bozma üzerine verilen kararın aleyhine
sonuç doğurduğunu, CMK'da aksinin belirtildiğini,
kamuoyuna da yansıyan karalama haberlerinden sonra hakkında ön yargılı şekilde
soruşturma başlatıldığını ve mahkumiyetine karar verildiğini,
ii. Soruşturma raporunu düzenleyen müffetişin tanık olarak dinlenilmesi yönündeki talebinin
reddedildiğini, tanığa soru sorulmasının bu şekilde engellendiğini,
iii. Savunmasının kopyala-yapıştır yöntemiyle karara
işlendiğini, kararda maddi ve hukuki hatalar bulunduğunu, kararın bu nedenlerle
gerekçeli olmadığını,
iv. Dört yılı aşan sürede yargılandığını,
bu sürenin makul olmadığını,
v. Kanunda düzenlenmemesine karşın kamu
göreviyle ilgili yetkilerin kullanılmasından belli süreyle mahrum edildiğini,
vi. Doktora eğitiminin açılan soruşturma
ve verilen ceza ile engellendiğini,
bu nedenlerle, Anayasa’nın 36., 38.
ve 42. maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş,
infazın durdurulması, yargılamanın yenilenmesi ve manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
a. Yargılamanın
Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
28. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
29. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
30. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
31. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,bariz takdir hatası veya açık keyfilik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §
26).
32. Başvurucu, Eyüp Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı
dönemde soruşturma savcılığı yanında duruşma savcısı olarak da çalıştığını,
yoğun çalışma koşullarında mesaiyi aşan sürelerde çalıştığını, yıllık
izinlerini dahi tam olarak kullanamadığını, aday memur statüsündeki katipleri
yetiştirdiğini, yoğun iş yükü olduğu halde personel yetersizliği bulunduğunu,
görevi ihmal suçundan haksız olarak mahkum edildiğini, emsal dosyalarda beraat
kararı verildiğini, bu kararlar göz önünde bulundurulmayarak keyfi
davranıldığını, kamuoyuna da yansıyan karalama haberlerinden sonra hakkında ön
yargılı şekilde soruşturma başlatıldığını ve mahkumiyetine karar verildiğini
belirtmektedir. Dolayısıyla başvurucunun iddialarının özü, derece mahkemesinin
delilleri ve mevzuatı değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas
itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkindir.
33. Başvurucunun, benzer şikayetlerini yargılama sürecinde de
ileri sürdüğü ve bu şikayetlerin Yargıtay 4. Ceza Dairesinin ilk derece
mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın (hükmün) gerekçesinde (s. 2-9) ve hükmün
temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Genel Kurulunun onama ilamında da (s.
2-7) değerlendirmeye tabi tutulduğu görülmektedir.
34. Mahkeme; sanık savunmalarına, soruşturma raporuna, iş
bölümü ve iş cetvellerine, tutanak örneklerine, HSYK'nın
soruşturma/kovuşturma izni verilmesine dair kararlarına dayanarak söz konusu
kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya
sundukları deliller değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak
suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (gerekçeli
karar, s. 8-10).
35. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın
çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından
dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin ve Yargıtayın kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
36. Diğer taraftan başvurucu, Yargıtay 4. Ceza Dairesinin
hakkındaki kovuşturma açılmasına yer olmadığı kararının kanun yararına
bozulmasına karar verdiğini, kanunda aksinin belirtilmesine karşın bozma
kararının aleyhine sonuç doğurduğunu belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde
belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
37. CMK’nın “Duruşmanın
sona ermesi ve hüküm” kenar başlıklı 223. maddesinde, "hüküm"ler; beraat, ceza
verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın
reddi ve düşmesi kararları olarak hüküm altına alınmıştır. Hükümlerden bazıları
(mahkûmiyet ve ceza verilmesine yer olmadığı) uyuşmazlığı esastan çözerken,
bazıları ise (düşme ve davanın reddi) muhakeme bir yargı ile sona ermekle
birlikte, davaya konu uyuşmazlığın esası çözülmez. CMK’nın
309. maddesinin (4) numaralı fıkrasının (c ) bendine
göre de, davanın esasını çözüp de mahkûmiyet dışındaki hükümlere ilişkin kanun yararına bozma,
aleyhte sonuç doğurmaz ve yeniden yargılamayı gerektirmez. Hal böyle olunca,‘‘hüküm” niteliğinde bulunmayan
‘‘kovuşturma açılmasına yer olmadığına” dair kararın kanun yararına
bozulmasıyla başvurucu hakkındaki soruşturma/kovuşturma sürecine devam
edilmesinde bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan bir husus tespit
edilmemiştir.
38. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
39. Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu
görüşe katılmamıştır.
b. Tanık
Sorgulama Hakkının İhlal Edildiği İddiası
40. Başvurucu, soruşturma raporunu düzenleyen müffetişin tanık olarak dinlenilmesi yönündeki talebinin
reddedildiğini ve böylelikle tanığa soru sormasının engellendiğini şikayet etmiştir.
41. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
“Adil yargılanma hakkı” kenar
başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 22).
42. Sözleşme'nin “Adil
yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3)
numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş,
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, …
görülmesini isteme hakkına sahiptir.
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki
asgari haklara sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya
çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında
davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
…”
43. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer
alan “hakkaniyete uygun yargılama”
kavramı, aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında yer alan “suç isnat edilmiş kişi”nin asgari haklarıyla
doğrudan bağlantılıdır. Hakkında bir suç isnadı olan kişiye tanınmış anılan
fıkradaki haklar, (1) numaralı fıkrada yer alan hakkaniyete uygun yargılama
ilkesinin somut görünümleridir. Fakat hakkaniyete uygun yargılama
çerçevesindeki haklar ve ilkeler, (3) numaralı fıkradaki kapsamlı olmayan
listedeki minimum haklarla sınırlı değildir. (3) numaralı fıkrada yer alan
asgari şüpheli/sanık hakları, (1) numaralı fıkrada koruma altına alınmış olan
daha genel nitelikteki “hakkaniyete uygun
yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Bkz. Asadbeyli ve Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05
14729/05 16519/06, 11/12/2012, § 130).
44. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın
yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve
“çelişmeli yargılama” ilkeleri
ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması
şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve
inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere
ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü
ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
45. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme
ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme
yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
Mevcut yargılamada tanıkların ifadelerinin delil olarak kabul edilmesinin doğru
olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp,
Mahkemenin görevi delillerin sunulması da dahil olmak üzere başvuru konusu
yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir.
46. Başvurucunun aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek veya
çektirmek, lehine olan tanıkların da aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar
altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı
Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında
düzenlenmiştir. Bu nedenle başvurucunun, dinlenilmesini talep ettiği tanık ile
yüzleşemediği ve ona soru soramadığı yönündeki iddiasının Anayasa’nın 36. ve
Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında
değerlendirilmesi gerekir.
47. AİHM, ulusal hukuktaki nitelemeye bakmaksızın “tanık” kavramını Sözleşme kapsamında özerk
bir şekilde yorumlamaktadır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/04/2012, § 45). Bu kavram, duruma göre
suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37),
mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya,
B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 97) ve bilirkişi tanıkları (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81-82) da
kapsayabilir. Ayrıca Sözleşme’nin 6 maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d)
bendi, yazılı deliller yönünden de uygulanabilir (Mirilashvili/Rusya,
B. No: 6293/04, 11/12/2008, §§ 158-159).
48. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d)
bendinde ilk olarak, sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme
hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların
tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir duruşmada ve
sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural mutlak olmamakla
birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın
soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı
bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın
hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde
kısıtlanmış olabilir. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine
dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık
tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulamadığı bir dönemde
alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez (B. No:
2013/99, 20/3/2014, § 46).
49. Başvurucunun, hakkında gerçekleştirilen ceza yargılaması
sürecinde tanıklara soru/lar yöneltebilmesi, onlarla
yüzleşebilmesi ve tanıkların beyanlarının doğruluğunu test etme imkânına sahip
olması, adil bir yargılamanın yapılabilmesi bakımından gereklidir. Böylelikle
başvurucu, aleyhindeki tanık beyanlarının zayıf/itibar edilmez noktalarını
ortaya koyup çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak onların güvenilirliğini
huzurda test edebilecek, tanığın inandırıcılığı ve güvenilirliği bakımından
sorduğu sorularla kendi lehine sonuçlar ortaya çıkartabilecek ve yargılama
makamının uyuşmazlık konusu olayı sadece iddia makamının ileri sürdüğü şekliyle
değil savunmanın argümanlarıyla da algılamasını sağlayabilecektir.
50. AİHM, olayın tek delili bir tanık anlatımı ise veya başka
deliller de var olmasına rağmen mahkûmiyet hükmü tek bir tanık anlatımı üzerine
inşa ediliyorsa (tanık beyanı esaslı ve tek delil olarak değerlendirilmiş ise)
bu durumda, bahse konu tanığın muhakkak surette duruşmada dinlenilmesini ve
sanıkla yüzleştirilmesini adil yargılanma hakkı bakımından zaruri görmektedir
(bkz. Sadak ve Diğerleri/Türkiye,
B. No: 29900/96, 29901/96, 29902/96, 29903/96, 17/7/2001). Gerçekten de bu
önemdeki bir tanığa sanığın soru sorabilmesi, onunla yüzleşebilmesi ve
yargılama makamında vicdani kanaatin savunmanın argümanları da gözetilerek
sağlıklı bir şekilde oluşabilmesi için bu bir zorunluluk olarak belirmektedir.
5271 sayılı Kanun’un 210. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre de olayın
delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka
dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı
bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.
51. Mahkemeler, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya
çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi
talebini reddedebilir (Huseyn ve diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05,
45553/05, 35680/05 ve 36085/05, 26/7/2011, § 196). Sözleşme'nin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendinin amacı, sanığın “aynı
koşullar altında” ve “silahların
eşitliği ilkesi”ne
uygun olarak tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır.
Dolayısıyla, bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi
yeterli olmayıp, ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli
olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için neden gerekli olduğunu açıklamak
suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi gerekmektedir (B. No: 2013/99,
20/3/2014, § 47).
52. Başvurucu, soruşturma raporunu düzenleyen müffetişin tanık olarak dinlenilmesi yönündeki talebinin
reddedildiğini, tanığa soru sorulmasının bu şekilde engellendiğini şikayet etmiştir. Başvurucu, yargılamanın 7/6/2012 tarihli
dördüncü celsesinde, denetimden dolayı duyduğu sıkıntılar ve şahsı ile ilgili
olarak sorular sormak için soruşturmayı yapan müfettişin tanık sıfatıyla
dinlenilmesini talep etmiştir. Ancak, başvurucunun, bahsi geçen tanığın
dinlenmesinin somut olay açısından hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin
ortaya çıkması için neden gerekli olduğunu açıklamadığı anlaşılmaktadır. Mahkeme
bu talebi, aynı oturumda verdiği ara kararıyla işin esasına etkili olamayacağı
gerekçesiyle reddetmiştir.
53. Somut olayda, mahkumiyetin delilleri arasında tanık
anlatımının olmadığı, diğer bir deyişle mahkûmiyet hükmünün tanık anlatımları
üzerine inşa edilmediği görülmektedir. İlk Derece Mahkemesi; sanık
savunmalarına, soruşturma raporuna, iş bölümü ve iş cetvellerine, tutanak
örneklerine, HSYK'nın soruşturma/kovuşturma izni
verilmesine dair kararlarına, başvurucunun çıkardığı iş miktarlarını belirtir
yazı cevaplarına ve diğer delillere dayanarak söz konusu kararı vermiştir.
Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller
değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca
ulaşılmıştır (gerekçeli karar, s.
8-10).
54. Açıklanan nedenlerle, tanık sorgulama hakkına yönelik
açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli
Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası
55. Başvurucu, savunmasının kopyala-yapıştır
yöntemiyle karara işlendiğini ve kararda maddi ve hukuki hatalar bulunduğu,
kararın bu nedenlerle gerekçeli olmadığını iddia etmiştir.
56. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
57. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
58. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
59. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak mahkeme
kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece
mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin
değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını,
uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir
yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu
gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün olmaması ve
makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının
ihlalinden söz edilemez (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23)
60. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece
nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal
düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm
arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava
yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini
anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş,
hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri
özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve
buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (B. No: 2013/1235, 13/6/2013,
§ 24).
61. Bununla birlikte derece mahkemelerinin, taraflarca ileri
sürülen tüm iddialara cevap verme zorunluluğu bulunmayıp, hükme esas teşkil
eden gerekçelerin nelerden ibaret olduğunu ortaya koyması yeterlidir. Diğer
taraftan kanun yolu mercilerince; onama, itiraz veya başvurunun reddi kararları
verilmesi hâlinde alt derece mahkemelerinin kararlarında gösterdikleri
gerekçeler kabul edilmiş olacağından, anılan kararlarda ayrıca gerekçe
gösterilmesine gerek bulunmamaktadır (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 25).
Nitekim AİHM içtihatları da bu yöndedir (Van
de Hurk/Hollanda, B. No: 16034/90,
19/4/1994, § 61).
62. Başvuru konusu olayda, İlk Derece Mahkemesi kararının
gerekçesi somut olayla bağlantı kurularak açıklanmış, temyiz mercii tarafından
da İlk Derece Mahkemesinin kararı hukuka aykırı bulunmayarak, temyiz talepleri
gerekçeleri ile reddedilmiştir (§ 18). Dolayısıyla derece mahkemelerinin
kararlarında yer verilen gerekçenin yetersiz veya keyfi olduğu söylenemez.
63. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddialar çerçevesinde bir temel hak ihlalinin olmadığı anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Yargılamanın
Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
64. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan
bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni
ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer
verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle,
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan veya AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
65. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
66. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca
kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların yanı sıra,
cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının makul sürede karara bağlanmasını talep
hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili
makamlar tarafından bildirilmesi olup, kişiye cezai alanda yöneltilen iddianın
suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan suçun pozitif
düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun gerçek niteliğinin, suç için öngörülen
cezanın niteliği ile ağırlığının değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan
fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza
hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi
yapılmaksızın, adil yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B.
No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
67. Başvuru konusu olayda, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu
Başkanlığının 11/2/2009 tarih ve 1153 sayılı denetim emirleri gereğince
başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturmaya konu eylem
kapsamında başvurucudan 6/4/2009 tarihinde savunma istenmiştir. Başvurucu
hakkında isnat olunan suç hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır
(bkz. § 20). Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın
Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku
bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
68. Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili
uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural
olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından
bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veya gözaltı gibi
tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun
bahse konu eylem kapsamında savunmasının istendiği ve böylece isnattan haber
olduğu anlaşılan 6/4/2009 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına
ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir. Ancak devam eden yargılamalara
ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren
başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı
bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel
başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 34; B. No:
2012/625, 9/1/2014, § 32). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından
sürenin bitiş tarihinin, başvurucu hakkındaki suç isnadına ilişkin olarak
verilen mahkumiyet kararının kesinleşme tarihi olan
9/4/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
69. Başvurucunun savunmasının istendiği 6/4/2009 tarihinden
yapılan yargılama sonucunda verilen mahkumiyet
kararının kesinleşmesi arasında 4 yıl 3 günlük bir sürenin geçtiği
görülmektedir. İlk Derece Mahkemesince dosya incelemeye alınmamıştır.
Başvurucunun görevinden kaynaklı olarak Yargıtayın
ilgili Dairesinde görülen dava, 4 celse sonra tamamlanmıştır. Başvurucunun
savunması 28/2/2012 tarihinde alınmıştır.
70. Somut başvuruya konu yargılamada, mahkemece her celse
esaslı işlemlerin yapılması, dosyanın bir kez dahi incelemeye alınmaması,
yargılamanın 4 yıl 3 gün gibi kısa bir sürede tamamlanması, yargılanın
sıfatından kaynaklı olarak güvence sağlanması için mevzuatta soruşturmanın
birden fazla aşamalı olarak düzenlenmiş olması ve ilgili makamların yargılama
sürecinde olumsuz bir tutumunun bulunmaması nazara alındığında; yargılamanın
süresi yönünden kamusal makamlara atfedilebilecek bir kusur bulunmadığı
anlaşılmıştır.
71. Açıklanan nedenlerle, açık ve görünür bir ihlal olmadığı
anlaşılmakla başvurunun bu kısmının "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesi Yönünden
72. Başvurucu, 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesi uyarınca
hakkında verilen 1 ay 6 gün süre ile 'kamu
görevinin kullanılmasıyla ilgi hak ve yetkilerin kullanılmasının yasaklanması
kararının' kanuni dayanağının olmadığını ve bu durumun Anayasa’nın
38. maddesi uyarınca suç ve cezada kanunilik ilkesine aykırı olduğunu ileri
sürmüştür.
73. Anayasa'nın "Suç
ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Kimse, işlendiği zaman yürürlükte
bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu
işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza
verilemez."
74. Sözleşme'nin "Kanunsuz
ceza olmaz" kenar başlıklı 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya
uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu
bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha
ağır bir ceza verilemez."
75. Anayasa'nın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de "suç ve cezada kanunilik" ilkesi
özel olarak güvence altına alınmıştır.
76. Suç ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu
unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin
düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve cezaların
belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve önemi haiz olup, bu kapsamda
kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı
keyfi bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte, buna ek
olarak, suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak
uygulanması sağlanmaktadır (B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 32).
77. Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme
yetkisinin keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi,
kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu
doğrultuda, kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin,
bu ilkeye saygılı hareket etmeleri; suç ve cezalara ilişkin kanuni
düzenlemelerin sınırlarının, yasama organı tarafından belirgin bir şekilde
çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye
dayanmaksızın, düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza
hukukunu uygulamakla görevli yargı organının da kanunlarda belirlenen suç ve
cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir (B. No:2013/849,
15/4/2014, § 33).
78. Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri "belirlilik"tir. Bu ilkeye göre, yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi,
hukuksal güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi
somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını,
bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme
imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen
yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği,
kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete
güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (B. No:2013/849, 15/4/2014,
§34).
79. AİHM, “ceza” kabul
edilen bir tedbir ile cezanın infazı veya icrasını ilgilendiren bir tedbir
arasında ayrım yapmıştır. Bu çerçevede, tedbirin niteliği ve amacının cezanın
indirilmesi veya erken tahliyeye ilişkin bir değişiklik ile ilgili olduğunda bu
tedbirin Sözleşme’nin 7. maddesi kapsamında “ceza”
olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir (Kafkaris/Kıbrıs [BD], 21906/04, 12/2/2008,
§ 142). Bu bakımdan, Anayasa’nın 38. maddesi ile Sözleşme’nin 7. maddesinde
belirtilen “ceza” kavramının ceza
hukuku kapsamındaki tedbirleri de kapsadığında tereddüt bulunmamaktadır.
80. 5237 sayılı Kanun'un 257. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek,
kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız
bir menfaat sağlayan kamu görevlisinin cezalandırılacağı öngörülmüştür. Görevi
ihmalden dolayı mahkûm olan kamu görevlisi hakkında, 5237 sayılı Kanun'un 53.
maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca, hükmolunan cezanın niteliğine göre
değişecek oranda belli hakları kullanmaktan yoksun bırakma tedbirinin
uygulanması da gerekmektedir (§ 22). Dolaysıyla İlk Derece Mahkemesince bu
kapsamda verilen tedbir kararının yasal dayanağının olmadığı ve Anayasa’nın 38.
maddesine aykırı olduğu söylenemez.
81. Açıklanan nedenlerle, açık ve görünür bir ihlal olmadığı
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
3. Eğitim Hakkı Yönünden
82. Anayasa'nın "Eğitim
ve öğretim hakkı ve ödevi" kenar başlıklı 42. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından
yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve
düzenlenir."
83. Sözleşme’ye ek Türkiye'nin taraf olduğu 1 No.lu
Protokol'ün "Eğitim hakkı"
kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"Hiç kimse eğitim hakkından yoksun
bırakılamaz. … "
84. Başvurucu, mevzuatta yüksek lisans ve doktora eğitimi
yapan hakim/savcıların zorunlu eğitim süresince izinli
sayılacakları açıkça ifade edilmesine karşın, hakkında açılan kamu davası ve
verilen mahkumiyet hükmü gereğince doktora eğitiminin fiilen tamamlamasının
önüne geçildiğini, yedinci yılını doldurmasına rağmen tezini hazırlayamadığını,
bu sebeplerle eğitim hakkının ihlal edildiğini şikayet etmiştir.
85. 24/2/1983 tarih ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar
Kanunu'nun 31. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Meslekleriyle ilgili konularda yüksek
lisans veya doktora öğrenimi yapmak isteyenlerle Türkiye ve Ortadoğu Amme
İdaresi Enstitüsüne ve Türkiye Adalet Akademisinde düzenlenecek uzmanlık
programlarına devam etmek isteyen hâkim ve savcıların, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulundan izin almaları şarttır. Ancak, görevle ilişiği kesilmeden ve
görevini aksatmadan belirtilen öğrenimleri yapmak isteyen hâkim ve savcıların,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bilgi vermeleri yeterlidir."
86. Başvuru formu ve ekli belgeler ile Bakanlık görüşünden
anlaşıldığı üzere, başvurucu HSYK'dan doktora yapmak
için izin talep etmediği, görevle ilişiği kesilmeden ve görevini aksatmadan
belirtilen öğrenimleri yapmak istediğine dair 18/10/2007 dilekçe ile HSYK'ya bilgi verdiği anlaşılmaktadır.
87. 6216 sayılı Kanun'un,
"Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi"
kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
88. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzüğün 59. maddesinin ilgili
fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili
delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa
hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki
iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).
89. Başvurucunun, kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali
nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa
hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine
eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia
edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti
yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle
ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (B. No:
2013/276, 9/1/2014, § 20).
90. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak
olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin
açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü
başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu tarafından soyut şekilde, hakkında
açılan kamu davası ve verilen mahkumiyet hükmü gereğince eğitim hakkının ihlal
edildiği ileri sürülmekte olup, bu hakkın nasıl ihlal edildiğine (doktora
eğitimini görevini aksatmadan yapmasının ne şekilde engellendiğine) ilişkin
bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığı görülmektedir.
91. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
ihlal iddialarının başvurucu tarafından kanıtlanamamış olması nedeniyle,
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin
"açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı
iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Üye Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Tanık sorgulama hakkının ihlal
edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
4. Yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmadığı iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
OYBİRLİĞİYLE,
5. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin
ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
6. Eğitim hakkının ihlal edildiği
iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına OY BİRLİĞİYLE,
25/2/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY YAZISI
Olayın Özeti ve Başvurucunun Talebi:
1. Cumhuriyet savcısı olan başvurucu hakkında, Eyüp Cumhuriyet
Savcısı olarak görev yaptığı dönemde Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu
Başkanlığının 11/2/2009 tarihli ve 1153 sayılı denetim emri gereği
gerçekleştirilen denetimler esnasında çok sayıda soruşturma dosyasını uzun
sürelerle işlemsiz bıraktığının tespit edilmesi üzerine rapor hazırlanmış ve bu
rapor kapsamında Bakanlık Makamının 9/11/2009 tarihli oluru ile hakkında
kovuşturma yapılması istemi ile dosya, iddianame düzenlenmek üzere İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
2. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 1/2/2010 tarihli iddianame
ile İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde başvurucu hakkında görevi ihmal
suçundan son soruşturmanın açılmasını talep etmiştir.
3. Mahkeme, 24/3/2010 tarihli ve E.2010/52, K.2010/111 sayılı
kararı ile başvurucu hakkında kovuşturma açılmasına yer olmadığına karar
vermiştir.
4. Karara karşı itiraz edilmiş, itiraz mercii olan Beyoğlu 1.
Ağır Ceza Mahkemesi 7/4/2010 tarihli kararıyla itirazı kesin olarak
reddetmiştir.
5. Bunun üzerine Adalet bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü,
24/6/2010 tarihli ve 42078 sayılı yazısıyla, Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinin
7/4/2010 tarihli kararının kanun yararına bozulmasını talep etmiştir.
6. Dosyanın iletildiği Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi kanunu’nun (CMK) 309. maddesi
uyarınca talebe konu kararın bozulmasına karar vermiştir.
7. Bunu izleyen süreç, çeşitli aşamalardan geçerek, başvurucunun
Yargıtay 4. Ceza Dairesinde yargılanarak mahkumiyeti ile sonuçlanmıştır.
Yargıtay Dairesi, 7/6/2012 tarihli ve E.2012/3, K.2012/29 sayılı kararı ile
başvurucuyu 3 ay 3 gün hapis cezasına mahkum etmiş, bu
cezayı 1860 TL para cezasına çevirmiştir. Ayrıca başvurucunun 1 ay 6 gün
süreyle, kamu görevinin kullanılmasıyla ilgili hak ve yetkilerinin yasaklanmasına
karar verilmiştir.
8. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun 9/4/2013 tarihli ve E.2012/4.MD-1268, K.2013/124 sayılı kararı
ile onanarak kesinleşmiştir.
9. Bu karardan 11/10/2013 tarihinde haberdar olan başvurucu,
süresi içerisinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
10. Başvurucunun iddiaları esas itibariyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği yolundadır. Bu kapsamda başvurucu, CMK’nun
309. maddesinde düzenlenen kanun yararına bozma müessesesinin kendisi hakkında
yanlış uygulandığını, kanun yararına bozma sonucu verilen kararın aleyhe sonuç
doğurmaması gerektiğini öne sürmüştür.
11. Başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edilip
edilmediği incelenirken öncelikle ceza hukukunda öteden beri mevcut olan kanun
yararına bozma müessesesinin amacına ve 5271 sayılı CMK’daki
düzenlenme şekline bakılmalıdır.
Kanun Yararına Bozma Müessesesinin
Değerlendirilmesi:
12. 5271 sayılı CMK’da “kanun yararına bozma” adı altında düzenlenen
müessese, önceki ceza usul mevzuatımızda “yazılı emir ile bozma” adıyla
düzenlenmişti. Önceki ve şimdiki düzenlemelerin esasları aynı olup, bu
müessesenin amacının yeni bir yargılama yapmak değil, hukukun yanlış
uygulanması halinde bunun düzeltilerek, mahkemelerce ilerideki uygulamalarında
aynı yanlışa düşülmesini önlemek olduğu hususunda doktrinde tam bir görüş
birliği bulunmaktadır.
13. Adalet Bakanlığının resmi internet sitesinde, doktrindeki
görüşlere ve geçmiş uygulamalara da uygun olarak, konu hakkında şu
açıklamalarda bulunulmaktadır:
“Olağanüstü bir kanun yolu olan kanun yararına
temyizin amacı, hukuk kurallarının yanlış uygulanması halinde, hukukun yanlış
uygulandığını tespit edip, yasanın kesin hükümde belirttiği biçimde
uygulanamayacağının açıkça duyurulması, böylece ilerideki uygulamalarda bu
yolda yanlışa düşme ihtimalinin önlenip mahkemenin uyarılmasından ve uygulamada
birliğin sağlanmasından ibarettir. Söz konusu kesin kararlar,
Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına temyizi üzerine Yargıtay tarafından
incelenir. Yargıtay hukukun yanlış uygulanmış olduğu kanısına varırsa, hükmü
kanun yararına bozar. Bu bozma kararı Resmi Gazetede
yayımlanarak, kanunların yurdun her yerinde aynı şekilde uygulanması sağlanır.
Yargıtay bozma kararı çözümlenmiş olan
çekişmeye tesir etmez. Kanun yararına bozma
üzerine, mahkeme tekrar yargılama yapıp bozmaya uygun olarak yeni bir hüküm
veremeyeceği gibi, kanun yararına bozma kararına karşı direnme kararı da
veremez. Kısacası mahkeme kanun yararına bozma kararı üzerine hiçbir işlem
yapamayacağı gibi kanun yararına temyiz mevcut hükmün hukuki neticelerini de
ortadan kaldırmaz. Yargıtay’ca, Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına
temyiz talebi reddedilirse Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu ret kararına
karşı karar düzeltme yoluna başvuramaz. Taraflar da karar düzeltme yoluna
başvuramazlar.”
14. CMK’nun 309. maddesinin (4)
numaralı fıkrasının (c) bendinde de bozma nedenlerinin, davanın esasını çözüp
de mahkumiyet dışındaki hükümlere ilişkin ise, aleyhte
sonuç doğurmayacağı ve yeniden yargılamayı gerektirmeyeceği öngörülmüştür.
15. Kanunda yer alan şartların dışında, doktrinde de kanun
yararına temyizin istisnai oluşunun, uygulamanın da sınırlı olmasını
gerektirdiği ifade edilmiştir. Hakim görüşe göre bu
yol, kanun yararına kabul edildiğinden hiçbir şekilde sanık aleyhine sonuç
vermemelidir (N. Kunter, Muhakeme
Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 8.Baskı, sh1056). Ayrıca,
sadece hukuki meseleye ilişkin olan kararlar
için kanun yararına temyiz yoluna başvurulmalıdır. Maddi olaya ilişkin ve
sadece o davayı ilgilendiren hataların bu yolla düzeltilmesinde kanun yararı
bulunduğu söylenemez (a.g.e. sh.1058).
16. Öte yandan, kanun yararına temyizin yargılama usul
kurallarının yanlış uygulanması nedeniyle de yapılabileceği genel kabul
görmektedir. Ancak bazı müelliflere göre usul kurallarına karşı kanun yararına
bozma yoluna gidildiğinde yargılamaya kaldığı yerden devam edilerek, sonuçta
sanığın daha aleyhine bir hüküm verilmesine engel bir hal yoktur. Çoğunluktaki
görüşe göre ise böyle bir durum, “kanun yararına” bozma kurumunun amacı ile
bağdaşmaz (N.Kunter, a.g.e. sh.1063; Özbakan,
Hulusi: Açıklamalı, İçtihatlı ve Gerekçeli Askeri
Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Kanunu, Cilt 2, Ankara 1989, sh.1072;
Yurtcan, Erdener Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Şerhi
ve İlgili Mevzuatı Cilt 3, İstanbul 1988, sh.996).
17. Kanun yararına bozma kurumunun istisnai ve kendine özgü
niteliği Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 13.6.2006 tarih ve 2006/151-157 sayılı
kararında şu şekilde açıklanmıştır:
“… Öte yandan, yasa yararına bozma kurumu, kesin hükmün otoritesini etkileyen, ileri sürülen
hukuka aykırılıkların saptanması ile sınırlı ve bu aykırılıkların savunma
hakkını kısıtlama veya kaldırma sonucunu doğurduğu yahut hükmü etkilediğinin
belirlenmesi durumunda, hükmün bu nedenlerle dolaylı olarak bozulmasını
gerektiren, olağanüstü yasa yoludur.
Yargıtay’ın
olağan yasa yolu olan temyiz denetimi sırasında yasaya ve yargısal kararlara
dayalı olarak gerçekleştirdiği uygulamaların tümünün, yasa yararına bozma
kurumunda da geçerli olduğu söylenemez. Dolayısıyla, Yargıtay’ın öğretici ve
yol gösterici niteliği gereği temyiz denetimi sırasında uyguladığı “kabule göre
bozma” yöntemine, istisnai ve olağanüstü bir yol olan yasa yararına bozma
istemi üzerine yapılan incelemede başvurulması, sistemin özüne aykırıdır. …”
18. Kanun yararına bozmanın, gerekçe, kanıtların
değerlendirilmesi gibi maddi sorunları kapsamadığı, Yargıtay 2. Ceza
Dairesi’nin “eşe karşı müessir fiil” suçuyla ilgili bir dosyaya ilişkin olarak
verdiği, 25.6.2009 tarihli ve E.2009/17546, K.2009/30596 sayılı kararında çok
açık bir dille anlatılmıştır. Kararın ilgili bölümü şöyledir:
“5271 sayılı Ceza Muhakemesi kanunu’nun 309. maddesinde yer alan “kanun yararına bozma”
istinaf ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar ve hükümlere
karşı başvurulan olağanüstü bir yasa yoludur.
Yasa
yararına bozma yolu, yasaların eşit olarak, daha doğrusu aynı (tek) biçimde
uygulanmasını sağlamak için salt yasa yararına benimsenmiş olağanüstü bir yasa
yoludur. Yargıtay’ın hukuki sorunlarla ilgili bozma yetkisi de temyiz yoluna
oranla çok sınırlıdır. Çünkü, temyiz yasa
yolundaki bozma yetkisinin, olağandışı bir yasa yolu olan yasa yararına bozmada
da kullanılması, yargının kesinlik otoritesine (hüküm dokunulmazlığına) ters
düşer. Bundan dolayı “Yasa yararına bozma” yasa yolunun olağandışılığının ve
ayrık nitelikte olmasının, duyarlılıkla korunması ve belirgin salt hukuki
yanılgılarda bu yola gidilmesi zorunludur.
Bu bağlamda ele alındığında;
gerekçe, kanıtların değerlendirilmesi gibi maddi sorunlar yasa yararına
bozmanın dışındadır. Yine hukuka aykırılıkla ilgili olmayan, yalnız maddi/fiili
ve takdiri sorunlarla ilgili olan, Yargıtay’ın ilk derece mahkemelerinin yerine
geçerek karar veremeyeceği ve düzeltme yapamayacağı konularda bu yola gidilmesi
olanaksızdır. Başka bir deyişle,
yasa yararına bozma üzerine yeniden yargılamayı gerektirmeyecek konularda,
Yargıtay’ın ilk derece mahkemesi yerine geçerek bir düzeltme yapabileceği
sorunlarla sınırlıdır. …”
Kanun Yararına Bozma Müessesesi Karşısında
Başvurucunun Durumunun Değerlendirilmesi:
19. Başvuruya konu olayda, uyuşmazlık, cumhuriyet savcısı olan
başvurucunun elinde çok sayıda işlem yapılmamış dosya bulunmasının, görevi
ihmal suçundan yargılanması için yeterli neden teşkil edip etmediğiyle
ilgilidir. Diğer bir ifadeyle uyuşmazlık, başvurucunun yargılanmasına, yani
hakkında son soruşturma açılmasına ilişkin usul kurallarının yanlış
uygulanmasıyla ilgili değil, somut olayda iddianame düzenlenmesi ve yargılanma
için yeterli delil bulunup bulunmamasıyla ilgilidir.
20. Başvurucu cumhuriyet savcısı olduğundan, 2802 sayılı kanun
gereğince hakkındaki ilk soruşturma mercii Ağır Ceza Mahkemesi, son soruşturma
mercii ise Yargıtay ilgili ceza dairesidir.
21. Adalet Bakanlığı, müfettişlerce yapılan inceleme sonucunda,
başvurucunun görevi ihmal suçunu işlediği ve bu suçtan dolayı hakkında
kovuşturma aşamasına geçilmesi gerektiği kanaatine varmış; buna karşılık
İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi, delilleri etraflıca değerlendirdikten ve
gerekçeli kararında tartıştıktan sonra, mevcut delillere nazaran, kovuşturmaya
yer olmadığına karar vermiştir. İtiraz üzerine, itiraz mercii sıfatıyla Beyoğlu
1. Ağır Ceza Mahkemesi de itirazı reddetmek suretiyle 4. Ağır Ceza Mahkemesinin
gerekçelerine ve kararına katılmış, başvurucu hakkında kovuşturma yapılması
yolu, bahse konu müfettiş incelemesi ve deliller yönünden, kesin olarak
kapatılmıştır. İtirazı yapan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı her ne kadar
delillerin değerlendirmesinin yargı yeri olan Yargıtay ilgili Dairesince
yapılması gerektiğini ve İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinin delil
değerlendirmesi yapmaya yetkili olmadığını ileri sürmüş ise de, kovuşturma
kararını veren merci ile kovuşturmayı yapacak merciler yasada ayrı ayrı
belirlendiğinden ve esasen delillerin değerlendirilmesi yetkisinin ilk derece
mahkemesine ait olduğunda kuşku bulunmadığından, Yargıtay Ceza Dairesinin
maddi/fiili olaya ilişkin görevinin ancak kovuşturmanın açılmasından sonra
başlayacağı açıktır. Buna göre, Ağır Ceza Mahkemelerinin kararlarında usuli yönden hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
22. Adalet bakanlığının yaptığı kanun yararına bozma istemi,
ilgili Ağır Ceza Mahkemelerince verilen kararların maddi olaya ilişkin
isabetsizliği ile yani delillerin değerlendirilmesiyle ilgilidir. Adalet
Bakanlığına göre mevcut deliller, ceza kovuşturması için yeterlidir. Ancak
Mahkemeler aksi görüşte olup, bu hususta kesin kararlarını vermişlerdir.
23. CMK’nun 309. maddesinin (1) fıkrasının
ve (4) numaralı fıkrasının (c) bendinin birlikte değerlendirilmesinden, hakim
veya mahkeme tarafından verilip de istinaf veya temyiz aşamalarından
geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümde hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen
Adalet Bakanlığının o karar veya hükmün Yargıtay’ca bozulması istemini, yasal
nedenlerini belirterek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak
bildirebileceği; bozma nedenlerinin, davanın esasını çözüp de mahkumiyet
dışındaki hükümlere ilişkin ise, aleyhte sonuç doğurmayacağı ve yeniden
yargılamayı gerektirmeyeceği belirtilmiştir.
24. Başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen
kesin karardan sonra ortaya çıkan durumu, CMK 309. madde kapsamında işin
esasını çözen bir karar olup olmadığı noktasından değerlendirmek gerekmektedir.
25. Kanunda “davanın esasını”
çözen karar veya hükümden söz edilmiştir. Kanun yararına bozma yasa yolu,
esasen itiraz ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya
hükümler için uygulanabilir. Dava sözcüğünün, soruşturma evresi ile başlayan,
iddianame tanzimi ile devam eden, iddianamenin kabulü ile kovuşturma aşamasına
geçen, bu ikinci aşamada iddia ve savunmanın ortaya konması, delillerin takdiri
ve nihayet delillerin değerlendirilerek hüküm kurulması suretiyle son aşamaya
gelen, bu aşamadan sonra da temyize tabi olan yargı sürecinin bütünü içerisinde
yer alan aşamaları ifade etmek amacıyla kullanıldığı ileri sürülemez. Zira o
takdirde itiraz ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşme koşulunun
pratikte anlamı kalmayacaktır. Bu nedenle “dava” sözcüğünün “bir mahkemenin
elinde çözmekle görevli olduğu, ceza hukuku alanına giren uyuşmazlık” şeklinde
anlaşılması gerekir.
26. Anayasa’nın, Anayasa’ya aykırılığın mahkemelerce ileri
sürülmesini düzenleyen 152. maddesinde “bir davaya
bakmakta olan mahkemenin” başvuru koşulları belirtilmiş ve Anayasa Mahkemesi
belli bir süre içerisinde kararını vermezse, başvuran mahkemenin “davayı” yürürlükteki kanun hükümlerine
göre sonuçlandırması öngörülmüştür.
27. Anayasa Mahkemesinin
yerleşik içtihatlarıyla “dava” sözcüğünün iddianame ile başlayıp duruşmalarla
devam eden kovuşturma süreci anlamında değil, mahkemenin elindeki, çözümlemekle
görevli olduğu uyuşmazlık şeklinde kabul ve tatbik edildiği açıktır.
28. Başvuruya konu olayda davanın, yani uyuşmazlığın esası,
maddi/fiili durumun değerlendirilmesine yani, başvurucunun elinde çok sayıda
işlem yapılmamış dosya bulunmasının yargılanmayı gerektirip gerektirmeyeceğine
karar verilmesinden ibarettir. Olayda, bir kanun hükmünün yorumuna veya
uygulanmasına ilişkin bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
29. Yukarıdaki açıklamalar karşısında, başvurucu hakkında kanun
yararına bozma yoluna gidilmesi mümkün değil iken bu yola gidilmesi, bozma
sonucunda da mahkumiyete yol açılması mümkün değil iken sonuçta ceza tertip
edilmesi, başvurucunun adil yargılanma hakkını ihlal etmiştir.
Adalet Bakanlığının Konumunun Silahların
Eşitliği İlkesi Yönünden Değerlendirilmesi:
30. Kanun yararına bozma istemiyle Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına başvurma yetkisi 5271 sayılı Kanunun ilk halinde Adalet Bakanına
verilmişti. Daha sonra 5560 sayılı Kanunun 26. maddesiyle yasada değişiklik
yapılarak, yetki Adalet Bakanlığı’na verilmek suretiyle genişletilmiştir.
Böylece, siyasi bir kişilik olan Bakanın şahsına verilen bir yetki, genel
idarenin bir parçası olan Bakanlık bürokrasisine devredilmiştir.
31. Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk
devleti olduğu; 9. maddesinde yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılacağı, 138. maddesinde mahkemelerin bağımsızlığı, 139.
maddesinde hakimlik ve savcılık teminatı, 140. maddesinde de hakimlik ve
savcılık mesleği düzenlenmiştir. Anayasa’nın bu hükümlerine göre sav-savunma ve
hüküm vermeden oluşan yargının üç ayağından biri olan iddia makamının da
bağımsızlığı ve tarafsızlığı asıldır. Adalet Bakanlığının da kanun yararına
bozma yolunu kullanırken tarafsızlıkla davranması gerektiği, kişilerin leh veya aleyhine bir sonuç elde etmek gayesiyle hareket
edemeyeceği açıktır.
32. CMK’nun 309. maddesinin (2)
numaralı fıkrasına göre Adalet bakanlığı, bir karar veya hükmün Yargıtay’ca
bozulma istemini, yasal nedenlerini belirterek Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı’na bildirir; maddenin (3) numaralı fıkrasına göre de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, bu nedenleri aynen
yazarak karar veya hükmün bozulması istemini içeren yazısını
Yargıtay’ın ilgili ceza dairesine verir. Bu fıkralar gereğince, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının Adalet Bakanlığının talebi üzerinde bir inceleme
veya değerlendirme yapma yetkisi bulunmayıp, üstlendiği görev, bir yazının,
işlemi yapacak merciine iletilmesinden ibarettir.
33. Adalet bakanlığının istemini ilgili ceza dairesine ileten
başsavcılık yazısının tebliğname veya her ne ad
altında olursa olsun gerçek anlamda bir hukuki görüş içermediği, bu durumda kanun yararına bozma incelemesinde Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının iddia makamı olarak devreden çıkartıldığı açıktır.
Böylelikle, iddia makamı görevleri, kanun yararına bozma istemiyle sınırlı
olarak, Adalet Bakanlığı bürokratlarına devredilmiş olmaktadır.
34. Konuya başvurucunun yönünden bakıldığında, soruşturma ve
cezalandırma isteyen makam olan Adalet Bakanlığının aynı zamanda olağanüstü bir
kanun yolu olan yasa yararına bozma isteminde bulunan ve Yargıtay ceza
dairesine sunulacak tebliğnamenin içeriğini
belirleyen makam olduğu görülmektedir. Başka bir ifadeyle hem ilk soruşturma
makamı olmak hem de son soruşturma yolunu açacak olan merci nezdinde savcılık
görevi, Adalet bakanlığının uhdesinde birleşmiştir.
35. Ceza hukukunda “silahların
eşitliği” ilkesi gereği, cumhuriyet savcılarına, mağdura, katılana
ve suçtan zarar görene verilmiş olan suçlamak, cezalandırma istemek yetkisinin
karşılığında şüpheli, sanık veya müdafilerine de iddia tarafı ile aynı ölçüde usuli imkanlardan faydalanarak kendini savunmak imkanı tanınmıştır. Savunma tarafına verilmeyen yeni ve
farklı kanun yollarının iddia tarafına verilmesi, “silahların eşitliği”
ilkesini zedeleyebilir.
36. Olayda, Yargıtay 4. Ceza Dairesi Adalet Bakanlığı istemi
doğrultusunda kanun yararına bozma kararı vermiş, dosyanın gönderildiği
İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi de başvurucu hakkında görevi ihmal suçundan
son soruşturma açılmasına ve cumhuriyet savcısı olan başvurucunun birinci
sınıfa ayrıldığı gözetilerek dosyanın Yargıtayın
ilgili ceza dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Ağır Ceza mahkemesi ile
Yargıtay Dairesi arasında bazı usuli eksikliklerin
giderilmesi için yapılan geri gönderme işlemi de tamamlandıktan sonra ilk
derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılması için dosya tekrar Yargıtay 4.
Ceza Dairesine gelmiş ve yapılan yargılama mahkumiyetle sonuçlanmıştır.
37. Olayda başvurucunun Yargıtay 4. Ceza Dairesinin kanun
yararına bozma kararı verdiği safhada görüşlerini tam olarak ortaya koymak,
savunmasını ve kanun yararına bozma işlemine karşı itirazda bulunmak olanağı
bulduğu söylenemez. Ayrıca, kanun yararına bozma üzerine son soruşturmanın
açılmasına karar verilmek üzere dosyanın gönderildiği İstanbul 18. Ağır Ceza
Mahkemesinin de Yargıtayın kanun yararına bozma
kararına direnme olanağı bulunmamaktadır.
38. Bu durumda, hem soruşturma hem
iddia makamı olan Adalet Bakanlığının, başvurucunun kullanma olanağı bulunmayan
bazı olağanüstü usul hükümlerinden yararlanarak, cezalandırılmasını istediği
başvurucu hakkında İstanbul 4. Ağır Ceza mahkemesi tarafından verilip, Beyoğlu
1. Ağır Ceza Mahkemesince itirazın reddi suretiyle kesinleşen kovuşturmaya yer
olmadığı kararını olağanüstü yasa yolundan yararlanarak kaldırttığı ve Yargıtayda yargılatarak cezaya çarptırdığı anlaşılmaktadır.
Bu süreçte “silahların eşitliği” ilkesine uyulmamıştır.
Sonuç:
39. - Kanun yararına bozma kurumunun
amaç ve mahiyetine aykırı olarak, ilk derece mahkemesine ait olan delilleri
değerlendirme ve takdir hakkının Yargıtay’ca kullanılması,
- Yasadaki düzenlemelere
aykırı olarak, uyuşmazlığın esası ilk derece mahkemesinde çözüldüğü halde
yeniden yargılama yapılarak aleyhte sonuca gidilmesi,
- Bu süreçte “silahların eşitliği”
ilkesinin uygulanmamış olması nedenleriyle,
Başvurucunun Anayasa’nın
36. maddesinde yer alan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesiyle
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmak
gerekmiştir.
|
|
|
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|