TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
KASIM İLİMOĞLU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/8136)
Karar Tarihi: 25/2/2015
R.G. Tarih- Sayı: 22/5/2015-29363
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Raportör
Akif YILDIRIM
Başvurucu
Kasım İLİMOĞLU
Vekili
Av. İclal İLİMOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Eyüp Cumhuriyet Savcısı iken yaklaşık 18 aylık sürede 541 adet soruşturma evrakını işlemsiz bıraktığına dair hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin yaklaşık 4 yıl sürdüğünü, görevi ihmal suçundan haksız olarak mahkum edildiğini, soruşturma raporunu düzenleyen müffetişin tanık olarak dinlenilmesi yönündeki talebinin reddedilerek tanığa soru sorma hakkının engellendiğini, mahkumiyet kararında maddi ve hukuki hatalar bulunduğunu, kararın bu nedenle gerekçeli olmadığını, kanunda düzenlenmemesine karşın kamu göreviyle ilgili yetkilerin kullanılmasından belli süreyle mahrum edildiğini, doktora eğitiminin verilen ceza ile engellendiğini belirterek, Anayasa'nın 36., 38. ve 42. maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 11/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 23/11/2014 tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığının görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu görüş yazısına karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Büyükçekmece Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmaktadır.
9. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının 11/2/2009 tarih ve 1153 sayılı denetim emirleri gereği, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının denetimi esnasında, başvurucunun Eyüp Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı dönemde 541 adet soruşturma dosyasını 4 aydan 1 yıl 8 aya varan sürelerle işlemsiz bırakıldığına muttali olunması üzerine Başkanlığa bilgi arz edilerek soruşturma başlatılmıştır.
10. Soruşturma sonucunda hazırlanan rapor kapsamında Bakanlık Makamının, 9/11/2009 tarihli oluru ile başvurucu hakkında kovuşturma yapılması gerekli görüldüğünden, dosya iddianame düzenlenmek üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 1/2/2010 tarihli iddianame ile İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde başvurucu hakkında görevi ihmal suçundan son soruşturmanın açılmasını talep etmiştir.
12. Mahkeme, 24/3/2010 tarih ve E.2010/52, K.2010/111 sayılı kararı ile başvurucu hakkında kovuşturma açılmasına yer olmadığına dair karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz, Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/4/2010 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
13. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, 24/6/2010 tarih ve 42078 sayılı yazısıyla Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/4/2010 tarihli kararının kanun yararına bozulmasını talep etmiştir.
14. Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun (CMK) 309. maddesi uyarınca talebe konu kararın bozulmasına karar vermiştir.
15. Bu karar üzerine İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi, 25/8/2011 tarih ve 2011/587 D. İş sayılı kararıyla başvurucu hakkında görevi ihmal suçundan son soruşturma açılmasına ve Cumhuriyet Savcısı olan başvurucunun birinci sınıfa ayrıldığı gözetilerek dosyanın Yargıtay'ın ilgili Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu karar, Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından CMK'nın 170. maddesine uygun olarak düzenlenmediğinden 3/11/2011 tarihinde mahkemesine iade edilmiştir.
16. İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi, 6/1/2012 tarih ve 2012/36 D. İş sayılı CMK'nın 170. maddesine uygun kararıyla başvurucu hakkında görevi ihmal suçundan son soruşturma açılmasına ve Cumhuriyet Savcısı olan başvurucunun birinci sınıfa ayrıldığı gözetilerek dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir.
17. İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 7/6/2012 tarih ve E.2012/3, K.2012/29 sayılı kararı ile başvurucuyu 3 ay 3 gün hapis cezasına mahkum etmiş ve verilen hapis cezasının 1860,00 TL adli para cezasına çevrilmesine karar vermiştir. Ayrıca, başvurucunun 1 ay 6 gün süre ile kamu görevi ile ilgili hak ve yetkilerin kullanılmasının yasaklanmasına da tedbiren karar verilmiştir.
18. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 9/4/2013 tarih ve E.2012/4.MD-1268, K.2013/124 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Onama gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"03. 06.2009 tarihli inceleme tutanağına göre; Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığında denetimin başladığı 02.02.2009 tarihi itibarıyla 541 adet soruşturma evrakının 4 aydan 1 yıl 3 ay 8 güne varan sürelerde işlemsiz bırakıldığının tespit edildiği,
Sanığın, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 06.09.2007 tarihli iş bölümüne göre; Bakırköy Çocuk Mahkemesinde iddia makamını temsil etmek, mahkemesinden verilen kararlar ile ilgili yazılı emir, karar tashihi, muhakemenin iadesi talepleri ve itiraz işlemleri hakkında mütalaa hazırlamak, yazılı görüş bildirmek, gerektiğinde mahkemesinden verilen kararlar hakkında Yargıtay yoluna başvurmak, Bakırköy 2. Çocuk Mahkemesince verilen kararları incelemek, nöbet cetveline göre nöbet görevini ifa etmek, adına kayıtlı hazırlık evraklarına bakmak ve gerektiğinde verilecek diğer görevleri yerine getirmekle,
24.10.2007 tarihli iş bölümüne göre; genel tevzide verilecek soruşturma evraklarına bakmak, Bakırköy 9. İcra Müdürlüğünün üç aylık ve yıllık teftişini yapmak, Küçükçekmece 4. Asliye Ceza Mahkemesinin görüldü dosyalarını incelemek, nöbet cetveline göre nöbet görevini ifa etmek, adına kayıtlı hazırlık evraklarına bakmak, gerektiğinde verilecek diğer görevleri yerine getirmekle,
15.09.2008 tarihli iş bölümüne göre ise; diğer görevlerinin yanında Küçükçekmece 9. İcra Müdürlüğünün üç aylık teftişini yapmakla görevlendirildiği,
Sanığın, denetim dönemi itibariyle 06.09.2007-24.10.2007 tarihleri arasında önceki dönemden devir 627, bir başka Cumhuriyet savcısından devrolan 54, ilgili dönem aralığında gelen 96 olmak üzere toplam 777,
24.10.2007-28.01.2009 tarihleri arasında önceki dönemden devren gelen 630, ilgili dönem aralığında gelen 2.687 adet olmak üzere toplam 3.317 adet soruşturma evrakına baktığı, görev değişikliği nedeniyle, 1.480 adet evrakı devrettiği, 742 adet kovuşturmaya yer olmadığına kararı, 943 adet iddianame, 237 adet görevsizlik-yetkisizlik kararı, 4 adet fezleke, 45 adet birleştirme kararı, 13 adet ise başka büroya üst yazıyla elden teslim olmak üzere toplam 1.984 adedini sonuçlandırdığı, denetimin başladığı tarih itibarıyla uhdesinde 1.372 soruşturma evrakının bulunduğu, 28.01.2009 tarihi itibarıyla uhdesinde bulunan soruşturma evrakının 15 ayrı Cumhuriyet savcısına dağıtıldığı, 15.05.2009 tarihli listeye göre dağıtılan soruşturma evrakının 572’sinin karara bağlandığı,
...
Bununla birlikte, sanığın soruşturma dosyalarıyla ilgili işlemleri zamanında yerine getirme konusunda gerekli hassasiyet, dikkat ve özeni göstermeyerek dosyaların taraflarının mağduriyetine neden olup olmadığının tartışılması gerekmektedir. Suç konusu 541 adet dosyadaki suçlardan dolayı mağdur olan kimselerin kanuni haklarını elde etmeleri gecikmiş ve soruşturmaların olağan sürede sonuçlanmaması nedeniyle şüphelilerin hukuksal durumu da askıda tutularak, şartları varsa bir an önce aklanmaları imkanının önüne geçilmiştir. Bu nedenle, işbölümü gereği sanık Cumhuriyet savcısına düşen soruşturma evrakından 541 adedinde haklarında işlem başlatılan şüphelilerin, makul bir sürede bir karar verilmemesi nedeniyle mağdur oldukları açık olduğu gibi, aynı soruşturmalardaki suç mağdurlarının işlemsiz bırakma eyleminden mağdur oldukları, buna göre şahsi hakların ihlal edildiği ve kişi mağduriyetinin gerçekleştiği konusunda tereddüt bulunmamaktadır.
Buna göre, somut olayda 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 257. maddesinde yer alan, “kişilerin mağduriyeti” unsuru gerçekleştiğinden, bir suç işleme kararı ile 541 adet dosyada hiç işlem yapmamak şeklinde gerçekleşen ve kişilerin mağduriyetine neden olan eylemin zincirleme biçimde ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu ve Özel Dairece sanığın 5237 sayılı TCK’nun lehe kabul edilen 6086 sayılı Kanun ile değişik 257/2 ve 43/1. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesinin isabetli olduğu kabul edilmelidir..."
19. Başvurucu, 11/10/2013 tarihinde nihai karardan haberdar olmuştur.
20. Bireysel başvuru, 11/11/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
21. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
22. 5237 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Birinci fıkrada sayılan hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, ayrıca, cezanın infazından sonra işlemek üzere, hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilir. Bu hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla sadece adlî para cezasına mahkûmiyet hâlinde, hükümde belirtilen gün sayısının yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilir. Hükmün kesinleşmesiyle icraya konan yasaklama ile ilgili süre, adlî para cezasının tamamen infazından itibaren işlemeye başlar.”
23. 24/2/1983 tarih ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun "Soruşturma" kenar başlıklı 82. maddesi şöyledir:
“Hakim ve savcıların görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçları, sıfat ve görevleri gereğine uymayan tutum ve davranışları nedeniyle, haklarında inceleme ve soruşturma yapılması Adalet Bakanlığının iznine bağlıdır. Adalet Bakanı inceleme ve soruşturmayı, adalet müfettişleri veya hakkında soruşturma yapılacak olandan daha kıdemli hakim veya savcı eliyle yaptırılabilir.
Soruşturma ile görevlendirilen hakim ve savcılar, adalet müfettişlerinin 101 inci maddedeki yetkilerini haizdirler."
24. 2802 sayılı Kanun'un "Kovuşturma kararı ve ilk soruşturma" kenar başlıklı 89. maddesi şöyledir:
‘‘Hakim ve savcılar hakkında görevden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde evrak, Adalet Bakanlığınca ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet savcılığına; Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında görevli hakim ve savcılar hakkındaki evrak ise Ankara Cumhuriyet Savcılığına gönderilir.
Cumhuriyet savcısı beş gün içinde iddianamesini düzenleyerek evrakı, son soruşturmanın açılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine verir.
İddianamenin bir örneği Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince, hakkında kovuşturma yapılana tebliğ olunur. Bu tebliğ üzerine ilgili, Kanunda yazılı süre içinde delil toplanmasını ister veya kabul edilebilir istekte bulunursa bu husus göz önünde tutulur ve gerekirse soruşturma başkan tarafından derinleştirilir. "
25. 2802 sayılı Kanun'un "Son soruşturma mercileri" kenar başlıklı 90. maddesi şöyledir:
"Haklarında son soruşturma açılmasına karar verilenlerden ; birinci sınıfa ayrılmış olanlarla ağır ceza mahkemeleri heyetine dahil bulunan hakim ve Cumhuriyet savcılarının, son soruşturmaları Yargıtayın görevli ceza dairesinde görülür.
Birinci fıkra dışındaki hakim ve savcıların son soruşturmaları, yargı çevresi içinde bulundukları ağır ceza mahkemesinde yapılır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 25/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/11/2013 tarih ve 2013/8136 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu,
i. Eyüp Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı dönemde soruşturma savcılığı yanında duruşma savcısı olarak da çalıştığını, yoğun çalışma koşullarında mesaiyi aşan sürelerde çalıştığını, yıllık izinlerini dahi tam olarak kullanamadığını, aday memur statüsündeki katipleri yetiştirdiğini, yoğun iş yükü olduğu halde personel yetersizliği bulunduğunu, görevi ihmal suçundan haksız olarak mahkum edildiğini, emsal dosyalarda beraat kararı verildiğini, bu kararlar göz önünde bulundurulmayarak keyfi davranıldığını, kanun yararına bozma üzerine verilen kararın aleyhine sonuç doğurduğunu, CMK'da aksinin belirtildiğini, kamuoyuna da yansıyan karalama haberlerinden sonra hakkında ön yargılı şekilde soruşturma başlatıldığını ve mahkumiyetine karar verildiğini,
ii. Soruşturma raporunu düzenleyen müffetişin tanık olarak dinlenilmesi yönündeki talebinin reddedildiğini, tanığa soru sorulmasının bu şekilde engellendiğini,
iii. Savunmasının kopyala-yapıştır yöntemiyle karara işlendiğini, kararda maddi ve hukuki hatalar bulunduğunu, kararın bu nedenlerle gerekçeli olmadığını,
iv. Dört yılı aşan sürede yargılandığını, bu sürenin makul olmadığını,
v. Kanunda düzenlenmemesine karşın kamu göreviyle ilgili yetkilerin kullanılmasından belli süreyle mahrum edildiğini,
vi. Doktora eğitiminin açılan soruşturma ve verilen ceza ile engellendiğini,
bu nedenlerle, Anayasa’nın 36., 38. ve 42. maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, infazın durdurulması, yargılamanın yenilenmesi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
28. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
29. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
30. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
31. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
32. Başvurucu, Eyüp Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı dönemde soruşturma savcılığı yanında duruşma savcısı olarak da çalıştığını, yoğun çalışma koşullarında mesaiyi aşan sürelerde çalıştığını, yıllık izinlerini dahi tam olarak kullanamadığını, aday memur statüsündeki katipleri yetiştirdiğini, yoğun iş yükü olduğu halde personel yetersizliği bulunduğunu, görevi ihmal suçundan haksız olarak mahkum edildiğini, emsal dosyalarda beraat kararı verildiğini, bu kararlar göz önünde bulundurulmayarak keyfi davranıldığını, kamuoyuna da yansıyan karalama haberlerinden sonra hakkında ön yargılı şekilde soruşturma başlatıldığını ve mahkumiyetine karar verildiğini belirtmektedir. Dolayısıyla başvurucunun iddialarının özü, derece mahkemesinin delilleri ve mevzuatı değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkindir.
33. Başvurucunun, benzer şikayetlerini yargılama sürecinde de ileri sürdüğü ve bu şikayetlerin Yargıtay 4. Ceza Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın (hükmün) gerekçesinde (s. 2-9) ve hükmün temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Genel Kurulunun onama ilamında da (s. 2-7) değerlendirmeye tabi tutulduğu görülmektedir.
34. Mahkeme; sanık savunmalarına, soruşturma raporuna, iş bölümü ve iş cetvellerine, tutanak örneklerine, HSYK'nın soruşturma/kovuşturma izni verilmesine dair kararlarına dayanarak söz konusu kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (gerekçeli karar, s. 8-10).
35. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin ve Yargıtayın kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
36. Diğer taraftan başvurucu, Yargıtay 4. Ceza Dairesinin hakkındaki kovuşturma açılmasına yer olmadığı kararının kanun yararına bozulmasına karar verdiğini, kanunda aksinin belirtilmesine karşın bozma kararının aleyhine sonuç doğurduğunu belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
37. CMK’nın “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” kenar başlıklı 223. maddesinde, "hüküm"ler; beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararları olarak hüküm altına alınmıştır. Hükümlerden bazıları (mahkûmiyet ve ceza verilmesine yer olmadığı) uyuşmazlığı esastan çözerken, bazıları ise (düşme ve davanın reddi) muhakeme bir yargı ile sona ermekle birlikte, davaya konu uyuşmazlığın esası çözülmez. CMK’nın 309. maddesinin (4) numaralı fıkrasının (c ) bendine göre de, davanın esasını çözüp de mahkûmiyet dışındaki hükümlere ilişkin kanun yararına bozma, aleyhte sonuç doğurmaz ve yeniden yargılamayı gerektirmez. Hal böyle olunca,‘‘hüküm” niteliğinde bulunmayan ‘‘kovuşturma açılmasına yer olmadığına” dair kararın kanun yararına bozulmasıyla başvurucu hakkındaki soruşturma/kovuşturma sürecine devam edilmesinde bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan bir husus tespit edilmemiştir.
38. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
39. Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.
b. Tanık Sorgulama Hakkının İhlal Edildiği İddiası
40. Başvurucu, soruşturma raporunu düzenleyen müffetişin tanık olarak dinlenilmesi yönündeki talebinin reddedildiğini ve böylelikle tanığa soru sormasının engellendiğini şikayet etmiştir.
41. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
42. Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
…”
43. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “hakkaniyete uygun yargılama” kavramı, aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında yer alan “suç isnat edilmiş kişi”nin asgari haklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Hakkında bir suç isnadı olan kişiye tanınmış anılan fıkradaki haklar, (1) numaralı fıkrada yer alan hakkaniyete uygun yargılama ilkesinin somut görünümleridir. Fakat hakkaniyete uygun yargılama çerçevesindeki haklar ve ilkeler, (3) numaralı fıkradaki kapsamlı olmayan listedeki minimum haklarla sınırlı değildir. (3) numaralı fıkrada yer alan asgari şüpheli/sanık hakları, (1) numaralı fıkrada koruma altına alınmış olan daha genel nitelikteki “hakkaniyete uygun yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Bkz. Asadbeyli ve Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05 14729/05 16519/06, 11/12/2012, § 130).
44. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
45. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27). Mevcut yargılamada tanıkların ifadelerinin delil olarak kabul edilmesinin doğru olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi delillerin sunulması da dahil olmak üzere başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir.
46. Başvurucunun aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek veya çektirmek, lehine olan tanıkların da aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında düzenlenmiştir. Bu nedenle başvurucunun, dinlenilmesini talep ettiği tanık ile yüzleşemediği ve ona soru soramadığı yönündeki iddiasının Anayasa’nın 36. ve Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
47. AİHM, ulusal hukuktaki nitelemeye bakmaksızın “tanık” kavramını Sözleşme kapsamında özerk bir şekilde yorumlamaktadır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/04/2012, § 45). Bu kavram, duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37), mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 97) ve bilirkişi tanıkları (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81-82) da kapsayabilir. Ayrıca Sözleşme’nin 6 maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi, yazılı deliller yönünden de uygulanabilir (Mirilashvili/Rusya, B. No: 6293/04, 11/12/2008, §§ 158-159).
48. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ilk olarak, sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural mutlak olmamakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olabilir. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulamadığı bir dönemde alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez (B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46).
49. Başvurucunun, hakkında gerçekleştirilen ceza yargılaması sürecinde tanıklara soru/lar yöneltebilmesi, onlarla yüzleşebilmesi ve tanıkların beyanlarının doğruluğunu test etme imkânına sahip olması, adil bir yargılamanın yapılabilmesi bakımından gereklidir. Böylelikle başvurucu, aleyhindeki tanık beyanlarının zayıf/itibar edilmez noktalarını ortaya koyup çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak onların güvenilirliğini huzurda test edebilecek, tanığın inandırıcılığı ve güvenilirliği bakımından sorduğu sorularla kendi lehine sonuçlar ortaya çıkartabilecek ve yargılama makamının uyuşmazlık konusu olayı sadece iddia makamının ileri sürdüğü şekliyle değil savunmanın argümanlarıyla da algılamasını sağlayabilecektir.
50. AİHM, olayın tek delili bir tanık anlatımı ise veya başka deliller de var olmasına rağmen mahkûmiyet hükmü tek bir tanık anlatımı üzerine inşa ediliyorsa (tanık beyanı esaslı ve tek delil olarak değerlendirilmiş ise) bu durumda, bahse konu tanığın muhakkak surette duruşmada dinlenilmesini ve sanıkla yüzleştirilmesini adil yargılanma hakkı bakımından zaruri görmektedir (bkz. Sadak ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 29900/96, 29901/96, 29902/96, 29903/96, 17/7/2001). Gerçekten de bu önemdeki bir tanığa sanığın soru sorabilmesi, onunla yüzleşebilmesi ve yargılama makamında vicdani kanaatin savunmanın argümanları da gözetilerek sağlıklı bir şekilde oluşabilmesi için bu bir zorunluluk olarak belirmektedir. 5271 sayılı Kanun’un 210. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre de olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.
51. Mahkemeler, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi talebini reddedebilir (Huseyn ve diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05, 45553/05, 35680/05 ve 36085/05, 26/7/2011, § 196). Sözleşme'nin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların eşitliği ilkesi”ne uygun olarak tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla, bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için neden gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi gerekmektedir (B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 47).
52. Başvurucu, soruşturma raporunu düzenleyen müffetişin tanık olarak dinlenilmesi yönündeki talebinin reddedildiğini, tanığa soru sorulmasının bu şekilde engellendiğini şikayet etmiştir. Başvurucu, yargılamanın 7/6/2012 tarihli dördüncü celsesinde, denetimden dolayı duyduğu sıkıntılar ve şahsı ile ilgili olarak sorular sormak için soruşturmayı yapan müfettişin tanık sıfatıyla dinlenilmesini talep etmiştir. Ancak, başvurucunun, bahsi geçen tanığın dinlenmesinin somut olay açısından hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için neden gerekli olduğunu açıklamadığı anlaşılmaktadır. Mahkeme bu talebi, aynı oturumda verdiği ara kararıyla işin esasına etkili olamayacağı gerekçesiyle reddetmiştir.
53. Somut olayda, mahkumiyetin delilleri arasında tanık anlatımının olmadığı, diğer bir deyişle mahkûmiyet hükmünün tanık anlatımları üzerine inşa edilmediği görülmektedir. İlk Derece Mahkemesi; sanık savunmalarına, soruşturma raporuna, iş bölümü ve iş cetvellerine, tutanak örneklerine, HSYK'nın soruşturma/kovuşturma izni verilmesine dair kararlarına, başvurucunun çıkardığı iş miktarlarını belirtir yazı cevaplarına ve diğer delillere dayanarak söz konusu kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (gerekçeli karar, s. 8-10).
54. Açıklanan nedenlerle, tanık sorgulama hakkına yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası
55. Başvurucu, savunmasının kopyala-yapıştır yöntemiyle karara işlendiğini ve kararda maddi ve hukuki hatalar bulunduğu, kararın bu nedenlerle gerekçeli olmadığını iddia etmiştir.
56. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
57. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
58. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
59. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23)
60. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24).
61. Bununla birlikte derece mahkemelerinin, taraflarca ileri sürülen tüm iddialara cevap verme zorunluluğu bulunmayıp, hükme esas teşkil eden gerekçelerin nelerden ibaret olduğunu ortaya koyması yeterlidir. Diğer taraftan kanun yolu mercilerince; onama, itiraz veya başvurunun reddi kararları verilmesi hâlinde alt derece mahkemelerinin kararlarında gösterdikleri gerekçeler kabul edilmiş olacağından, anılan kararlarda ayrıca gerekçe gösterilmesine gerek bulunmamaktadır (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 25). Nitekim AİHM içtihatları da bu yöndedir (Van de Hurk/Hollanda, B. No: 16034/90, 19/4/1994, § 61).
62. Başvuru konusu olayda, İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesi somut olayla bağlantı kurularak açıklanmış, temyiz mercii tarafından da İlk Derece Mahkemesinin kararı hukuka aykırı bulunmayarak, temyiz talepleri gerekçeleri ile reddedilmiştir (§ 18). Dolayısıyla derece mahkemelerinin kararlarında yer verilen gerekçenin yetersiz veya keyfi olduğu söylenemez.
63. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar çerçevesinde bir temel hak ihlalinin olmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
64. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan veya AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
65. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
66. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların yanı sıra, cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının makul sürede karara bağlanmasını talep hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi olup, kişiye cezai alanda yöneltilen iddianın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan suçun pozitif düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun gerçek niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın, adil yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
67. Başvuru konusu olayda, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının 11/2/2009 tarih ve 1153 sayılı denetim emirleri gereğince başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturmaya konu eylem kapsamında başvurucudan 6/4/2009 tarihinde savunma istenmiştir. Başvurucu hakkında isnat olunan suç hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır (bkz. § 20). Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
68. Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun bahse konu eylem kapsamında savunmasının istendiği ve böylece isnattan haber olduğu anlaşılan 6/4/2009 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 34; B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucu hakkındaki suç isnadına ilişkin olarak verilen mahkumiyet kararının kesinleşme tarihi olan 9/4/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
69. Başvurucunun savunmasının istendiği 6/4/2009 tarihinden yapılan yargılama sonucunda verilen mahkumiyet kararının kesinleşmesi arasında 4 yıl 3 günlük bir sürenin geçtiği görülmektedir. İlk Derece Mahkemesince dosya incelemeye alınmamıştır. Başvurucunun görevinden kaynaklı olarak Yargıtayın ilgili Dairesinde görülen dava, 4 celse sonra tamamlanmıştır. Başvurucunun savunması 28/2/2012 tarihinde alınmıştır.
70. Somut başvuruya konu yargılamada, mahkemece her celse esaslı işlemlerin yapılması, dosyanın bir kez dahi incelemeye alınmaması, yargılamanın 4 yıl 3 gün gibi kısa bir sürede tamamlanması, yargılanın sıfatından kaynaklı olarak güvence sağlanması için mevzuatta soruşturmanın birden fazla aşamalı olarak düzenlenmiş olması ve ilgili makamların yargılama sürecinde olumsuz bir tutumunun bulunmaması nazara alındığında; yargılamanın süresi yönünden kamusal makamlara atfedilebilecek bir kusur bulunmadığı anlaşılmıştır.
71. Açıklanan nedenlerle, açık ve görünür bir ihlal olmadığı anlaşılmakla başvurunun bu kısmının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesi Yönünden
72. Başvurucu, 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesi uyarınca hakkında verilen 1 ay 6 gün süre ile 'kamu görevinin kullanılmasıyla ilgi hak ve yetkilerin kullanılmasının yasaklanması kararının' kanuni dayanağının olmadığını ve bu durumun Anayasa’nın 38. maddesi uyarınca suç ve cezada kanunilik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
73. Anayasa'nın "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez."
74. Sözleşme'nin "Kanunsuz ceza olmaz" kenar başlıklı 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez."
75. Anayasa'nın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de "suç ve cezada kanunilik" ilkesi özel olarak güvence altına alınmıştır.
76. Suç ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve önemi haiz olup, bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfi bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte, buna ek olarak, suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması sağlanmaktadır (B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 32).
77. Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi, kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda, kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin, bu ilkeye saygılı hareket etmeleri; suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının, yasama organı tarafından belirgin bir şekilde çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın, düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organının da kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir (B. No:2013/849, 15/4/2014, § 33).
78. Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri "belirlilik"tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (B. No:2013/849, 15/4/2014, §34).
79. AİHM, “ceza” kabul edilen bir tedbir ile cezanın infazı veya icrasını ilgilendiren bir tedbir arasında ayrım yapmıştır. Bu çerçevede, tedbirin niteliği ve amacının cezanın indirilmesi veya erken tahliyeye ilişkin bir değişiklik ile ilgili olduğunda bu tedbirin Sözleşme’nin 7. maddesi kapsamında “ceza” olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir (Kafkaris/Kıbrıs [BD], 21906/04, 12/2/2008, § 142). Bu bakımdan, Anayasa’nın 38. maddesi ile Sözleşme’nin 7. maddesinde belirtilen “ceza” kavramının ceza hukuku kapsamındaki tedbirleri de kapsadığında tereddüt bulunmamaktadır.
80. 5237 sayılı Kanun'un 257. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisinin cezalandırılacağı öngörülmüştür. Görevi ihmalden dolayı mahkûm olan kamu görevlisi hakkında, 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca, hükmolunan cezanın niteliğine göre değişecek oranda belli hakları kullanmaktan yoksun bırakma tedbirinin uygulanması da gerekmektedir (§ 22). Dolaysıyla İlk Derece Mahkemesince bu kapsamda verilen tedbir kararının yasal dayanağının olmadığı ve Anayasa’nın 38. maddesine aykırı olduğu söylenemez.
81. Açıklanan nedenlerle, açık ve görünür bir ihlal olmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Eğitim Hakkı Yönünden
82. Anayasa'nın "Eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi" kenar başlıklı 42. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir."
83. Sözleşme’ye ek Türkiye'nin taraf olduğu 1 No.lu Protokol'ün "Eğitim hakkı" kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. … "
84. Başvurucu, mevzuatta yüksek lisans ve doktora eğitimi yapan hakim/savcıların zorunlu eğitim süresince izinli sayılacakları açıkça ifade edilmesine karşın, hakkında açılan kamu davası ve verilen mahkumiyet hükmü gereğince doktora eğitiminin fiilen tamamlamasının önüne geçildiğini, yedinci yılını doldurmasına rağmen tezini hazırlayamadığını, bu sebeplerle eğitim hakkının ihlal edildiğini şikayet etmiştir.
85. 24/2/1983 tarih ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 31. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Meslekleriyle ilgili konularda yüksek lisans veya doktora öğrenimi yapmak isteyenlerle Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsüne ve Türkiye Adalet Akademisinde düzenlenecek uzmanlık programlarına devam etmek isteyen hâkim ve savcıların, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan izin almaları şarttır. Ancak, görevle ilişiği kesilmeden ve görevini aksatmadan belirtilen öğrenimleri yapmak isteyen hâkim ve savcıların, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bilgi vermeleri yeterlidir."
86. Başvuru formu ve ekli belgeler ile Bakanlık görüşünden anlaşıldığı üzere, başvurucu HSYK'dan doktora yapmak için izin talep etmediği, görevle ilişiği kesilmeden ve görevini aksatmadan belirtilen öğrenimleri yapmak istediğine dair 18/10/2007 dilekçe ile HSYK'ya bilgi verdiği anlaşılmaktadır.
87. 6216 sayılı Kanun'un, "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
88. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzüğün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).
89. Başvurucunun, kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 20).
90. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu tarafından soyut şekilde, hakkında açılan kamu davası ve verilen mahkumiyet hükmü gereğince eğitim hakkının ihlal edildiği ileri sürülmekte olup, bu hakkın nasıl ihlal edildiğine (doktora eğitimini görevini aksatmadan yapmasının ne şekilde engellendiğine) ilişkin bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığı görülmektedir.
91. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının başvurucu tarafından kanıtlanamamış olması nedeniyle, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
4. Yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
5. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
6. Eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına OY BİRLİĞİYLE,
25/2/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY YAZISI
Olayın Özeti ve Başvurucunun Talebi:
1. Cumhuriyet savcısı olan başvurucu hakkında, Eyüp Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı dönemde Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının 11/2/2009 tarihli ve 1153 sayılı denetim emri gereği gerçekleştirilen denetimler esnasında çok sayıda soruşturma dosyasını uzun sürelerle işlemsiz bıraktığının tespit edilmesi üzerine rapor hazırlanmış ve bu rapor kapsamında Bakanlık Makamının 9/11/2009 tarihli oluru ile hakkında kovuşturma yapılması istemi ile dosya, iddianame düzenlenmek üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
2. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 1/2/2010 tarihli iddianame ile İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde başvurucu hakkında görevi ihmal suçundan son soruşturmanın açılmasını talep etmiştir.
3. Mahkeme, 24/3/2010 tarihli ve E.2010/52, K.2010/111 sayılı kararı ile başvurucu hakkında kovuşturma açılmasına yer olmadığına karar vermiştir.
4. Karara karşı itiraz edilmiş, itiraz mercii olan Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi 7/4/2010 tarihli kararıyla itirazı kesin olarak reddetmiştir.
5. Bunun üzerine Adalet bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, 24/6/2010 tarihli ve 42078 sayılı yazısıyla, Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/4/2010 tarihli kararının kanun yararına bozulmasını talep etmiştir.
6. Dosyanın iletildiği Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi kanunu’nun (CMK) 309. maddesi uyarınca talebe konu kararın bozulmasına karar vermiştir.
7. Bunu izleyen süreç, çeşitli aşamalardan geçerek, başvurucunun Yargıtay 4. Ceza Dairesinde yargılanarak mahkumiyeti ile sonuçlanmıştır. Yargıtay Dairesi, 7/6/2012 tarihli ve E.2012/3, K.2012/29 sayılı kararı ile başvurucuyu 3 ay 3 gün hapis cezasına mahkum etmiş, bu cezayı 1860 TL para cezasına çevirmiştir. Ayrıca başvurucunun 1 ay 6 gün süreyle, kamu görevinin kullanılmasıyla ilgili hak ve yetkilerinin yasaklanmasına karar verilmiştir.
8. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 9/4/2013 tarihli ve E.2012/4.MD-1268, K.2013/124 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
9. Bu karardan 11/10/2013 tarihinde haberdar olan başvurucu, süresi içerisinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
10. Başvurucunun iddiaları esas itibariyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yolundadır. Bu kapsamda başvurucu, CMK’nun 309. maddesinde düzenlenen kanun yararına bozma müessesesinin kendisi hakkında yanlış uygulandığını, kanun yararına bozma sonucu verilen kararın aleyhe sonuç doğurmaması gerektiğini öne sürmüştür.
11. Başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediği incelenirken öncelikle ceza hukukunda öteden beri mevcut olan kanun yararına bozma müessesesinin amacına ve 5271 sayılı CMK’daki düzenlenme şekline bakılmalıdır.
Kanun Yararına Bozma Müessesesinin Değerlendirilmesi:
12. 5271 sayılı CMK’da “kanun yararına bozma” adı altında düzenlenen müessese, önceki ceza usul mevzuatımızda “yazılı emir ile bozma” adıyla düzenlenmişti. Önceki ve şimdiki düzenlemelerin esasları aynı olup, bu müessesenin amacının yeni bir yargılama yapmak değil, hukukun yanlış uygulanması halinde bunun düzeltilerek, mahkemelerce ilerideki uygulamalarında aynı yanlışa düşülmesini önlemek olduğu hususunda doktrinde tam bir görüş birliği bulunmaktadır.
13. Adalet Bakanlığının resmi internet sitesinde, doktrindeki görüşlere ve geçmiş uygulamalara da uygun olarak, konu hakkında şu açıklamalarda bulunulmaktadır:
“Olağanüstü bir kanun yolu olan kanun yararına temyizin amacı, hukuk kurallarının yanlış uygulanması halinde, hukukun yanlış uygulandığını tespit edip, yasanın kesin hükümde belirttiği biçimde uygulanamayacağının açıkça duyurulması, böylece ilerideki uygulamalarda bu yolda yanlışa düşme ihtimalinin önlenip mahkemenin uyarılmasından ve uygulamada birliğin sağlanmasından ibarettir. Söz konusu kesin kararlar, Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına temyizi üzerine Yargıtay tarafından incelenir. Yargıtay hukukun yanlış uygulanmış olduğu kanısına varırsa, hükmü kanun yararına bozar. Bu bozma kararı Resmi Gazetede yayımlanarak, kanunların yurdun her yerinde aynı şekilde uygulanması sağlanır.
Yargıtay bozma kararı çözümlenmiş olan çekişmeye tesir etmez. Kanun yararına bozma üzerine, mahkeme tekrar yargılama yapıp bozmaya uygun olarak yeni bir hüküm veremeyeceği gibi, kanun yararına bozma kararına karşı direnme kararı da veremez. Kısacası mahkeme kanun yararına bozma kararı üzerine hiçbir işlem yapamayacağı gibi kanun yararına temyiz mevcut hükmün hukuki neticelerini de ortadan kaldırmaz. Yargıtay’ca, Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına temyiz talebi reddedilirse Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu ret kararına karşı karar düzeltme yoluna başvuramaz. Taraflar da karar düzeltme yoluna başvuramazlar.”
14. CMK’nun 309. maddesinin (4) numaralı fıkrasının (c) bendinde de bozma nedenlerinin, davanın esasını çözüp de mahkumiyet dışındaki hükümlere ilişkin ise, aleyhte sonuç doğurmayacağı ve yeniden yargılamayı gerektirmeyeceği öngörülmüştür.
15. Kanunda yer alan şartların dışında, doktrinde de kanun yararına temyizin istisnai oluşunun, uygulamanın da sınırlı olmasını gerektirdiği ifade edilmiştir. Hakim görüşe göre bu yol, kanun yararına kabul edildiğinden hiçbir şekilde sanık aleyhine sonuç vermemelidir (N. Kunter, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 8.Baskı, sh1056). Ayrıca, sadece hukuki meseleye ilişkin olan kararlar için kanun yararına temyiz yoluna başvurulmalıdır. Maddi olaya ilişkin ve sadece o davayı ilgilendiren hataların bu yolla düzeltilmesinde kanun yararı bulunduğu söylenemez (a.g.e. sh.1058).
16. Öte yandan, kanun yararına temyizin yargılama usul kurallarının yanlış uygulanması nedeniyle de yapılabileceği genel kabul görmektedir. Ancak bazı müelliflere göre usul kurallarına karşı kanun yararına bozma yoluna gidildiğinde yargılamaya kaldığı yerden devam edilerek, sonuçta sanığın daha aleyhine bir hüküm verilmesine engel bir hal yoktur. Çoğunluktaki görüşe göre ise böyle bir durum, “kanun yararına” bozma kurumunun amacı ile bağdaşmaz (N.Kunter, a.g.e. sh.1063; Özbakan, Hulusi: Açıklamalı, İçtihatlı ve Gerekçeli Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Kanunu, Cilt 2, Ankara 1989, sh.1072; Yurtcan, Erdener Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Şerhi ve İlgili Mevzuatı Cilt 3, İstanbul 1988, sh.996).
17. Kanun yararına bozma kurumunun istisnai ve kendine özgü niteliği Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 13.6.2006 tarih ve 2006/151-157 sayılı kararında şu şekilde açıklanmıştır:
“… Öte yandan, yasa yararına bozma kurumu, kesin hükmün otoritesini etkileyen, ileri sürülen hukuka aykırılıkların saptanması ile sınırlı ve bu aykırılıkların savunma hakkını kısıtlama veya kaldırma sonucunu doğurduğu yahut hükmü etkilediğinin belirlenmesi durumunda, hükmün bu nedenlerle dolaylı olarak bozulmasını gerektiren, olağanüstü yasa yoludur.
Yargıtay’ın olağan yasa yolu olan temyiz denetimi sırasında yasaya ve yargısal kararlara dayalı olarak gerçekleştirdiği uygulamaların tümünün, yasa yararına bozma kurumunda da geçerli olduğu söylenemez. Dolayısıyla, Yargıtay’ın öğretici ve yol gösterici niteliği gereği temyiz denetimi sırasında uyguladığı “kabule göre bozma” yöntemine, istisnai ve olağanüstü bir yol olan yasa yararına bozma istemi üzerine yapılan incelemede başvurulması, sistemin özüne aykırıdır. …”
18. Kanun yararına bozmanın, gerekçe, kanıtların değerlendirilmesi gibi maddi sorunları kapsamadığı, Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin “eşe karşı müessir fiil” suçuyla ilgili bir dosyaya ilişkin olarak verdiği, 25.6.2009 tarihli ve E.2009/17546, K.2009/30596 sayılı kararında çok açık bir dille anlatılmıştır. Kararın ilgili bölümü şöyledir:
“5271 sayılı Ceza Muhakemesi kanunu’nun 309. maddesinde yer alan “kanun yararına bozma” istinaf ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar ve hükümlere karşı başvurulan olağanüstü bir yasa yoludur.
Yasa yararına bozma yolu, yasaların eşit olarak, daha doğrusu aynı (tek) biçimde uygulanmasını sağlamak için salt yasa yararına benimsenmiş olağanüstü bir yasa yoludur. Yargıtay’ın hukuki sorunlarla ilgili bozma yetkisi de temyiz yoluna oranla çok sınırlıdır. Çünkü, temyiz yasa yolundaki bozma yetkisinin, olağandışı bir yasa yolu olan yasa yararına bozmada da kullanılması, yargının kesinlik otoritesine (hüküm dokunulmazlığına) ters düşer. Bundan dolayı “Yasa yararına bozma” yasa yolunun olağandışılığının ve ayrık nitelikte olmasının, duyarlılıkla korunması ve belirgin salt hukuki yanılgılarda bu yola gidilmesi zorunludur.
Bu bağlamda ele alındığında; gerekçe, kanıtların değerlendirilmesi gibi maddi sorunlar yasa yararına bozmanın dışındadır. Yine hukuka aykırılıkla ilgili olmayan, yalnız maddi/fiili ve takdiri sorunlarla ilgili olan, Yargıtay’ın ilk derece mahkemelerinin yerine geçerek karar veremeyeceği ve düzeltme yapamayacağı konularda bu yola gidilmesi olanaksızdır. Başka bir deyişle, yasa yararına bozma üzerine yeniden yargılamayı gerektirmeyecek konularda, Yargıtay’ın ilk derece mahkemesi yerine geçerek bir düzeltme yapabileceği sorunlarla sınırlıdır. …”
Kanun Yararına Bozma Müessesesi Karşısında Başvurucunun Durumunun Değerlendirilmesi:
19. Başvuruya konu olayda, uyuşmazlık, cumhuriyet savcısı olan başvurucunun elinde çok sayıda işlem yapılmamış dosya bulunmasının, görevi ihmal suçundan yargılanması için yeterli neden teşkil edip etmediğiyle ilgilidir. Diğer bir ifadeyle uyuşmazlık, başvurucunun yargılanmasına, yani hakkında son soruşturma açılmasına ilişkin usul kurallarının yanlış uygulanmasıyla ilgili değil, somut olayda iddianame düzenlenmesi ve yargılanma için yeterli delil bulunup bulunmamasıyla ilgilidir.
20. Başvurucu cumhuriyet savcısı olduğundan, 2802 sayılı kanun gereğince hakkındaki ilk soruşturma mercii Ağır Ceza Mahkemesi, son soruşturma mercii ise Yargıtay ilgili ceza dairesidir.
21. Adalet Bakanlığı, müfettişlerce yapılan inceleme sonucunda, başvurucunun görevi ihmal suçunu işlediği ve bu suçtan dolayı hakkında kovuşturma aşamasına geçilmesi gerektiği kanaatine varmış; buna karşılık İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi, delilleri etraflıca değerlendirdikten ve gerekçeli kararında tartıştıktan sonra, mevcut delillere nazaran, kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. İtiraz üzerine, itiraz mercii sıfatıyla Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi de itirazı reddetmek suretiyle 4. Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçelerine ve kararına katılmış, başvurucu hakkında kovuşturma yapılması yolu, bahse konu müfettiş incelemesi ve deliller yönünden, kesin olarak kapatılmıştır. İtirazı yapan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı her ne kadar delillerin değerlendirmesinin yargı yeri olan Yargıtay ilgili Dairesince yapılması gerektiğini ve İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinin delil değerlendirmesi yapmaya yetkili olmadığını ileri sürmüş ise de, kovuşturma kararını veren merci ile kovuşturmayı yapacak merciler yasada ayrı ayrı belirlendiğinden ve esasen delillerin değerlendirilmesi yetkisinin ilk derece mahkemesine ait olduğunda kuşku bulunmadığından, Yargıtay Ceza Dairesinin maddi/fiili olaya ilişkin görevinin ancak kovuşturmanın açılmasından sonra başlayacağı açıktır. Buna göre, Ağır Ceza Mahkemelerinin kararlarında usuli yönden hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
22. Adalet bakanlığının yaptığı kanun yararına bozma istemi, ilgili Ağır Ceza Mahkemelerince verilen kararların maddi olaya ilişkin isabetsizliği ile yani delillerin değerlendirilmesiyle ilgilidir. Adalet Bakanlığına göre mevcut deliller, ceza kovuşturması için yeterlidir. Ancak Mahkemeler aksi görüşte olup, bu hususta kesin kararlarını vermişlerdir.
23. CMK’nun 309. maddesinin (1) fıkrasının ve (4) numaralı fıkrasının (c) bendinin birlikte değerlendirilmesinden, hakim veya mahkeme tarafından verilip de istinaf veya temyiz aşamalarından geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümde hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığının o karar veya hükmün Yargıtay’ca bozulması istemini, yasal nedenlerini belirterek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirebileceği; bozma nedenlerinin, davanın esasını çözüp de mahkumiyet dışındaki hükümlere ilişkin ise, aleyhte sonuç doğurmayacağı ve yeniden yargılamayı gerektirmeyeceği belirtilmiştir.
24. Başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kesin karardan sonra ortaya çıkan durumu, CMK 309. madde kapsamında işin esasını çözen bir karar olup olmadığı noktasından değerlendirmek gerekmektedir.
25. Kanunda “davanın esasını” çözen karar veya hükümden söz edilmiştir. Kanun yararına bozma yasa yolu, esasen itiraz ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümler için uygulanabilir. Dava sözcüğünün, soruşturma evresi ile başlayan, iddianame tanzimi ile devam eden, iddianamenin kabulü ile kovuşturma aşamasına geçen, bu ikinci aşamada iddia ve savunmanın ortaya konması, delillerin takdiri ve nihayet delillerin değerlendirilerek hüküm kurulması suretiyle son aşamaya gelen, bu aşamadan sonra da temyize tabi olan yargı sürecinin bütünü içerisinde yer alan aşamaları ifade etmek amacıyla kullanıldığı ileri sürülemez. Zira o takdirde itiraz ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşme koşulunun pratikte anlamı kalmayacaktır. Bu nedenle “dava” sözcüğünün “bir mahkemenin elinde çözmekle görevli olduğu, ceza hukuku alanına giren uyuşmazlık” şeklinde anlaşılması gerekir.
26. Anayasa’nın, Anayasa’ya aykırılığın mahkemelerce ileri sürülmesini düzenleyen 152. maddesinde “bir davaya bakmakta olan mahkemenin” başvuru koşulları belirtilmiş ve Anayasa Mahkemesi belli bir süre içerisinde kararını vermezse, başvuran mahkemenin “davayı” yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırması öngörülmüştür.
27. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarıyla “dava” sözcüğünün iddianame ile başlayıp duruşmalarla devam eden kovuşturma süreci anlamında değil, mahkemenin elindeki, çözümlemekle görevli olduğu uyuşmazlık şeklinde kabul ve tatbik edildiği açıktır.
28. Başvuruya konu olayda davanın, yani uyuşmazlığın esası, maddi/fiili durumun değerlendirilmesine yani, başvurucunun elinde çok sayıda işlem yapılmamış dosya bulunmasının yargılanmayı gerektirip gerektirmeyeceğine karar verilmesinden ibarettir. Olayda, bir kanun hükmünün yorumuna veya uygulanmasına ilişkin bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
29. Yukarıdaki açıklamalar karşısında, başvurucu hakkında kanun yararına bozma yoluna gidilmesi mümkün değil iken bu yola gidilmesi, bozma sonucunda da mahkumiyete yol açılması mümkün değil iken sonuçta ceza tertip edilmesi, başvurucunun adil yargılanma hakkını ihlal etmiştir.
Adalet Bakanlığının Konumunun Silahların Eşitliği İlkesi Yönünden Değerlendirilmesi:
30. Kanun yararına bozma istemiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvurma yetkisi 5271 sayılı Kanunun ilk halinde Adalet Bakanına verilmişti. Daha sonra 5560 sayılı Kanunun 26. maddesiyle yasada değişiklik yapılarak, yetki Adalet Bakanlığı’na verilmek suretiyle genişletilmiştir. Böylece, siyasi bir kişilik olan Bakanın şahsına verilen bir yetki, genel idarenin bir parçası olan Bakanlık bürokrasisine devredilmiştir.
31. Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu; 9. maddesinde yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı, 138. maddesinde mahkemelerin bağımsızlığı, 139. maddesinde hakimlik ve savcılık teminatı, 140. maddesinde de hakimlik ve savcılık mesleği düzenlenmiştir. Anayasa’nın bu hükümlerine göre sav-savunma ve hüküm vermeden oluşan yargının üç ayağından biri olan iddia makamının da bağımsızlığı ve tarafsızlığı asıldır. Adalet Bakanlığının da kanun yararına bozma yolunu kullanırken tarafsızlıkla davranması gerektiği, kişilerin leh veya aleyhine bir sonuç elde etmek gayesiyle hareket edemeyeceği açıktır.
32. CMK’nun 309. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Adalet bakanlığı, bir karar veya hükmün Yargıtay’ca bozulma istemini, yasal nedenlerini belirterek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirir; maddenin (3) numaralı fıkrasına göre de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, bu nedenleri aynen yazarak karar veya hükmün bozulması istemini içeren yazısını Yargıtay’ın ilgili ceza dairesine verir. Bu fıkralar gereğince, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Adalet Bakanlığının talebi üzerinde bir inceleme veya değerlendirme yapma yetkisi bulunmayıp, üstlendiği görev, bir yazının, işlemi yapacak merciine iletilmesinden ibarettir.
33. Adalet bakanlığının istemini ilgili ceza dairesine ileten başsavcılık yazısının tebliğname veya her ne ad altında olursa olsun gerçek anlamda bir hukuki görüş içermediği, bu durumda kanun yararına bozma incelemesinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının iddia makamı olarak devreden çıkartıldığı açıktır. Böylelikle, iddia makamı görevleri, kanun yararına bozma istemiyle sınırlı olarak, Adalet Bakanlığı bürokratlarına devredilmiş olmaktadır.
34. Konuya başvurucunun yönünden bakıldığında, soruşturma ve cezalandırma isteyen makam olan Adalet Bakanlığının aynı zamanda olağanüstü bir kanun yolu olan yasa yararına bozma isteminde bulunan ve Yargıtay ceza dairesine sunulacak tebliğnamenin içeriğini belirleyen makam olduğu görülmektedir. Başka bir ifadeyle hem ilk soruşturma makamı olmak hem de son soruşturma yolunu açacak olan merci nezdinde savcılık görevi, Adalet bakanlığının uhdesinde birleşmiştir.
35. Ceza hukukunda “silahların eşitliği” ilkesi gereği, cumhuriyet savcılarına, mağdura, katılana ve suçtan zarar görene verilmiş olan suçlamak, cezalandırma istemek yetkisinin karşılığında şüpheli, sanık veya müdafilerine de iddia tarafı ile aynı ölçüde usuli imkanlardan faydalanarak kendini savunmak imkanı tanınmıştır. Savunma tarafına verilmeyen yeni ve farklı kanun yollarının iddia tarafına verilmesi, “silahların eşitliği” ilkesini zedeleyebilir.
36. Olayda, Yargıtay 4. Ceza Dairesi Adalet Bakanlığı istemi doğrultusunda kanun yararına bozma kararı vermiş, dosyanın gönderildiği İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi de başvurucu hakkında görevi ihmal suçundan son soruşturma açılmasına ve cumhuriyet savcısı olan başvurucunun birinci sınıfa ayrıldığı gözetilerek dosyanın Yargıtayın ilgili ceza dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Ağır Ceza mahkemesi ile Yargıtay Dairesi arasında bazı usuli eksikliklerin giderilmesi için yapılan geri gönderme işlemi de tamamlandıktan sonra ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılması için dosya tekrar Yargıtay 4. Ceza Dairesine gelmiş ve yapılan yargılama mahkumiyetle sonuçlanmıştır.
37. Olayda başvurucunun Yargıtay 4. Ceza Dairesinin kanun yararına bozma kararı verdiği safhada görüşlerini tam olarak ortaya koymak, savunmasını ve kanun yararına bozma işlemine karşı itirazda bulunmak olanağı bulduğu söylenemez. Ayrıca, kanun yararına bozma üzerine son soruşturmanın açılmasına karar verilmek üzere dosyanın gönderildiği İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesinin de Yargıtayın kanun yararına bozma kararına direnme olanağı bulunmamaktadır.
38. Bu durumda, hem soruşturma hem iddia makamı olan Adalet Bakanlığının, başvurucunun kullanma olanağı bulunmayan bazı olağanüstü usul hükümlerinden yararlanarak, cezalandırılmasını istediği başvurucu hakkında İstanbul 4. Ağır Ceza mahkemesi tarafından verilip, Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesince itirazın reddi suretiyle kesinleşen kovuşturmaya yer olmadığı kararını olağanüstü yasa yolundan yararlanarak kaldırttığı ve Yargıtayda yargılatarak cezaya çarptırdığı anlaşılmaktadır. Bu süreçte “silahların eşitliği” ilkesine uyulmamıştır.
Sonuç:
39. - Kanun yararına bozma kurumunun amaç ve mahiyetine aykırı olarak, ilk derece mahkemesine ait olan delilleri değerlendirme ve takdir hakkının Yargıtay’ca kullanılması,
- Yasadaki düzenlemelere aykırı olarak, uyuşmazlığın esası ilk derece mahkemesinde çözüldüğü halde yeniden yargılama yapılarak aleyhte sonuca gidilmesi,
- Bu süreçte “silahların eşitliği” ilkesinin uygulanmamış olması nedenleriyle,
Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesiyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmak gerekmiştir.
Üye