TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CENGİZ KAHRAMAN VE KENAN ÖZYÜREK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8137)
|
|
Karar Tarihi: 20/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Hüseyin MECEK
|
Başvurucular
|
:
|
1. Kenan ÖZYÜREK
|
|
|
2. Cengiz KAHRAMAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Gül ALTAY
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan
başvurucuları darbetmeleri nedeniyle haklarında dava açılan infaz ve koruma
memurları ile ilgili olarak etkili soruşturma yapılmadan beraat ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle işkence ve kötü
muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular 4/11/2013 tarihinde İstanbul 1. İş
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. 2013/8137 ve 2013/8144 sayılı başvuruların sırasıyla
Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/7/2014,Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca
31/12/2013 tarihlerinde, kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. 2013/8137 ve 2013/8144 sayılı başvuruların konu
yönünden hukuki irtibatları nedeniyle 25/5/2015 tarihinde birleştirilmesine ve
incelemenin 2013/8137 sayılı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 20/10/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 19/11/2015 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
7/12/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular
vekili, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular olay tarihinde Ankara 1 No.lu F Tipi
Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadırlar.
10. Başvurucular 10/4/2007 tarihinde İnfaz Kurumunun
sağlık ünitesinde muayene olmak istemeleri üzerine görevli memurlarca saat
11.00 sıralarında kaldıkları A.1.32 No.lu odadan alınmışlardır. Başvurucular
revire gitmeden önce infaz ve koruma memurları tarafından yapılmak istenen
aramaya karşı gelerek ayakkabılarını çıkarmak istememişlerdir. Görevliler
tarafından yapılan aramadan sonra koridordan revire ilerledikleri sırada
başvurucu Kenan Özyürek, A.11.33. No.lu odanın kapısını çalarak orada kalan
hükümlü arkadaşlarıyla mazgaldan konuşmak istediğinde görevlilerin uyarısı
üzerine başvurucularla infaz ve koruma memurları arasında tartışma çıkmıştır.
Olay sırasında başvurucular darbedildiklerini, İnfaz ve Koruma memurları Ş.Ş.
ve A.D. ise tehdit ve hakarete maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.
11. Başvurucular 16/4/2007 tarihli dilekçeyle infaz ve
koruma memurları tarafından yapılan eylemler ile bundan sonra tedavi
sürecindeki aksaklıklarla ilgili olarak suç duyurusunda bulunmuşlardır.
1. Olay
Tutanağı
12. İnfaz Kurumunda görevli on bir kişi tarafından
tutulan tutanakta 10/4/2007 tarihinde saat 11.23’te A.11.32 No.lu odada kalan
Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in revire çıkmak üzere odalarından alınmaya
gidildiği sırada aramaları yapılırken ayakkabılarını çıkarmadıkları, slogan
attıkları, ayakkabılarının çıkarılmasında zorluk çıkardıkları daha sonra
koridorda ilerlerken A.11.33. No.lu odanın kapısına vurarak içerde bulunan
hükümlülerle konuşmaya çalıştıkları, uyarıldıklarında ise "Siz ne
karışıyorsunuz?" diyerek karşılık verdikleri, A Blok açık görüş
mahallinden geçerken Kenan Özyürek’in memurlara tehdit ve hakaret içeren sözler
sarf ettiği, bunun üzerine Kenan Özyürek’in ise herhangi bir olaya sebebiyet
verilmemesi için odasına geri getirildiği, Cengiz Kahraman’ın ise olay yerine
gelen diğer infaz ve koruma memurları tarafından revire götürülmek üzere teslim
alındığı ancak Cengiz Kahraman’ın "Arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de
çıkmam." diyerek memurlarla tartışmaya başladığı, kendini yere atarak
odasına gitmemek için direndiği, görevli memurlar tarafından müdahale edilerek
odasına götürüldüğü, nöbetçi müdürün bilgisi dâhilinde sonradan her ikisinin de
revire götürüldüğü belirtilmiştir.
2. Adli
Raporlar
13. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında Ceza İnfaz
Kurumunun 10/4/2007 tarihli ve 1489 sayılı Dr. N.S.Y. tarafından tanzim olunan
raporunda hastanın görevliler tarafından darbedildiği, sağ bacakta ve belinde
ağrısı olduğunu beyan ettiği, yapılan muayenede kesi ve sıyrığa rastlanmadığı,
fizik muayenesinde herhangi bir hassasiyetinin bulunmadığı, şikâyetine
istinaden dicloflam intra musculer uygulandığı, TA ve nabzın normal olduğu
belirtilmiştir.
14. 10/4/2007 tarihli ve 22.00 saatli Dr. M.K. ve Sağlık
Memuru E.T. tarafından tutulan tutanakta saat 21.30’da Cezaevi Müdürlüğünün talebi
üzerine Kuruma geldikleri, A.11.32 No.lu odada kalan hasta Cengiz Kahraman’ın
Cezaevi revirinde fiziki muayenesinde her iki testisinde minimal ödem ve
sağ skrotal ekimozu ve prepisyonunda minimal ekimoz bulunduğu, başkaca bir
patoloji saptanmadığı, hastanın iğneyle tedaviyi kabul etmediği, daha önce
gelen doktorun da kendisini muayene etmediğini söylediği kayıtlıdır.
15. Sincan Devlet Hastanesinin 11/4/2007 tarihli ve
298591 protokol numaralı Dr. H.P. tarafından yapılan muayene kaydında testis
bölgesine darbe alan kişinin testislerinde şişlik ve ödem olduğu, Ankara Numune
Hastanesi Üroloji Kliniğine sevkinin uygun olduğu yazılıdır.
16. Üroloji Servisinin talebi üzerine başvurucu Cengiz
Kahraman’ın radyoloji filmi çektirilmiştir. Ankara Numune Hastanesi Radyoloji
Servisi tarafından verilen 11/4/2007 tarihli raporunda; her iki testis
skrotumda ve normal boyutlarda olup konturları düzgün olduğu, sağ testis
inferior kesiminde 17x20 mm boyutlarda, düzensiz sınırlı, hipoekokik alan
izlendiği, bilateral epididim boyut ve eko yapısı normal olup epididimlerde yer
alan kitle lezyonu saptanmadığı, skrotum sağ tarafındanda cilt-cilt altı
yumuşak doku ödemli izlendiği, sağda skrotal sıvı minimal arttığı
belirtilmiştir.
17. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında Numune Hastanesi
üroloji polikliniğinin 11/4/2007 tarihli ve 1226275 sayılı raporunda; sağ
skrotumda darp tarif ettiği, fizik muayenede sol skrotum ve testis normal, sağ
skrotum ekimotik, testis hassas, sağ skrotumda hafif ödem mevcut, hg: 13.8, TU:
1-2 lokosit, streod USG: sol testis normal, sağ testis inferiarda 17-20 mm
hipoekotik hematomla uyumlu görünüm, acil ürolojik cerrahi düşünülmedi, 2 hafta
poliklinik kontrolünün uygun olduğu, skrotal elevasyon, saatte 5 dk buz
uygulamasının uygun olduğu yazılıdır.
18. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında İstanbul Adli Tıp
Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı kararında sağ
testiste hematoma neden olan yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir
durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek şekilde hafif olmadığı, sağ testisteki hematomun sert ve künt
bir cismin doğrudan havalesiyle meydana gelebilecek nitelikte olduğu
bildirilmiştir.
3. Başvurucuların
Beyanları
19. Başvurucu Kenan Özyürek 5/7/2007 tarihinde Sincan
Cumhuriyet Başsavcılığında 20/11/2008 tarihinde Sincan 1. Asliye Ceza
Mahkemesinde verdiği beyanlarında olay günü saat 11.20’de revire gitmek üzere
infaz ve koruma memurlarının nezaretinde odadan çıktıklarını, A.11.13 No.lu
odanın önünden geçerken orada kalan bir hükümlüye selam vermek istediğini ancak
görevlilerin buna müdahale ettiklerini, arkasından iteklediklerini, bunun
üzerine onlarla tartıştığını, memurların kendilerini revire götürmekten
vazgeçerek 11.30’da odalarına geri getirdiklerini, memur A.K.nin kendisine
şerefsizler diyerek hakaret ettiğini, kendisini memur M.Ö.nün ittirip duvara
çarptırdığını, kendisini odaya bıraktıktan sonra memurların, arkadaşı Cengiz
Kahraman’ın bacaklarına ve cinsel organının bulunduğu bölgeye tekme
vurduklarını, bunu seslerinden duyarak anladığını ancak fiilen vurma anını
görmediğini, saat 12.45’te Cengiz Kahraman’ın ağrıları arttığı için birlikte
revire çıktıklarını, kendisi revirde bayan doktora muayene olduktan sonra
içeriye Cengiz Kahraman’ın girdiğini, Cengiz Kahraman’ın doktor odasından
çıktıktan sonra doktorun kendisiyle ilgilenmediğini söylediğini, hükümlü
E.Z.nin havalandırma boşluğundan olayı gördüğünü, bu nedenle tanık olarak
dinlenmesi gerektiğini, kendisine hakaret eden itip kakan görevlilerden
şikâyetçi olduğunu söylemiştir.
20. Başvurucu Cengiz Kahraman 5/7/2007 ve 25/3/2008
tarihlerinde Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 20/11/2008 tarihinde Sincan 1.
Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında Kenan Özyürek’le birlikte iki
infaz ve koruma memuru nezaretinde A.11.33 No.lu odanın önünden geçerken
Kenan'ın odada kalan bir hükümlüye merhaba demek istediğini, görevli memurlarla
sert bir şekilde tartışmaya girdiğini, memurun eliyle Kenan’ı
ittirdiğini,Kenan’ın da beni ittirme, ne söylüyorsan sözlü olarak söyle
dediğini, bunun üzerine tartışma çıktığını, daha sonra Kenan’ı odasına geri
götürdüklerini, kendisi malta (Cezaevi koridoru) kısmında beklediği sırada
sanık Ş.Ş.nin hakaret ettiğini ve hayalarına tekme vurduğunu, yere düşünce
bacaklarına da vurduğunu, bu sırada başka bir infaz ve koruma memurunun da
bacaklarına vurarak sizin onurunuzu sinkaf edeyim şeklinde küfrettiğini, daha
sonra karga tulumba odasına götürüldüğünü, fenalaştığı için kendisini doktora
götürdüklerini, cezaevindeki bayan doktorun kendisini hiç muayene etmeden, darp
edilen yere bakmadan ağrı kesici iğne yaptığını, odasına geri döndükten sonra
cinsel organının çevresinde şişkinlik olduğunu ve kan toplandığını görmesi
üzerine tekrar revire çıkmak istediğini ancak revire götürmediklerini, aynı
günün akşamı revire tekrar götürdüklerini, sağlık merkezinden bir başka
doktorun kendisini başından savmak istercesine hiçbir şeyin yok, ağrı kesici
yapıp göndereyim dediğini, bunun tedavi yöntemi olmadığını söyleyerek hastaneye
sevkini istediğini ancak sevk yapmadıklarını, ertesi gün tekrar şişkinlik
olunca revire gittiğini, kanaması olduğu tespit edilince Sincan Devlet
Hastanesine sevk edildiğini, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk
edildiğini, darp olayının maltada olduğunu, bu nedenle kamera görüntülerinde
yer alması gerektiğini, kendisinin darbedildiği anı gösteren kamera
görüntülerinin birileri tarafından silindiği kanaatinde olduğunu, kendisini
yaralayan kişinin Ş.Ş. isimli memur olduğunu ancak kendisi yere düşünce tekme
atan diğer görevlinin kim olduğunu bilmediğini beyan etmiştir.
4. Sanıklar
Ş.Ş. ve A.K.nin Savunmaları
21. Sanık Ş.Ş. 12/7/2007 tarihli Sincan Cumhuriyet
Başsavcılığında 19/9/2008 tarihli Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği
beyanlarında, başvurucuları olay günü revire götürmek üzere odalarından
çıkardıklarında üst aramalarını bahane ederek slogan attıklarını, ilerdeki
koğuşta bulunan aynı örgüt mensubu diğer hükümlülerle selamlaşmak ve onları da
slogana eşlik ettirmek için yüksek sesle bağırıp Cezaevinin huzurunu bozduklarını,
kendilerini uyardıklarını, bu şekilde davranırlarsa revire gidemeyeceklerini
söylediklerini, daha sonra bu kişileri odalarına geri götürürken Cengiz’in
kendini yere attığını, yerden kaldırarak odasına bıraktıklarını, Cengiz’in
ayağıyla karnına vurduğunu, odalarda kamera olmadığını, Cengiz’in nasıl
yaralandığını bilmediğini, Cezaevinde hükümlülerin üçer kişilik odalarda
kaldıklarını, odalarında kendilerini yaralamış olabileceklerini söylemiştir.
22. Sanık A.K. 10/7/2007 tarihli Sincan Cumhuriyet
Başsavcılığında 19/9/2008 tarihli Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği
beyanlarında olay günü A Blok'ta görevli olduğu sırada duyduğu sese doğru
yöneldiğinde Cengiz Kahraman’ın "Onursuz aramaya son."
şeklinde slogan attığını, ayrıca kendisini yerden yere atmaya çalıştığını, daha
sonra Cengiz’in "Arkadaşım revire gitmiyorsa ben de
gitmiyorum." dediğini, bunun üzerine zor kullanma yetki sınırını
aşmadan adı geçen tutuklu Cengiz’i odasına götürdüklerini, kimseyi darp
etmediğini, hükümlülerin idareyi zor durumda bırakmak için birbirlerini
darbettiklerini söylemiştir.
5. Kamera
İzleme Tutanağı
23. Cumhuriyet savcısı 25/3/2008 tarihinde İnfaz
Kurumunda keşif yaparak kamera kayıtlarını incelemiştir. Olayla ilgili olarak
10/4/2007 tarihli kayıtların tutulduğu A Blok 11. koridorun görüntülendiği
kameranın incelenmesi neticesinde saat 11.23’te tutukluların bulunduğu oda
kapısının açıldığı, bir grup infaz ve koruma memurunun kapı açık olduğu hâlde
oda önünde beklediği, tutukluların üst aramalarının yapıldığı, 11.25’te başvurucuların
üç infaz ve koruma memuru nezaretinde götürüldüğü, bu sırada başvurucu Kenan
Özyürek’in bir odanın yanında geçerken odanın mazgalına doğru eğildiği, bir
şeyler söylediği ancak ne söylediğinin anlaşılmadığı, görevli infaz ve koruma
memurunun uyarısı ile yürümeye devam edildiği, A Blok'tan B Blok'a geçişin
görüntülendiği 2 No.lu kameranın incelenmesi neticesinde saat 11.19’da
başvurucu Cengiz Kahraman’ın yürümemek için infaz koruma memurlarına direndiği,
üç infaz koruma memurunun Cengiz Kahraman’ı el ve kollarından tutmak suretiyle
götürdüğü, 11.19’da iki infaz koruma memurunun tutuklu başvurucu Kenan
Özyürek'i el ve kollarından tutmak suretiyle götürdüğü ancak başvuruculara
karşı herhangi bir darp ve cebrin uygulanmadığının tespit edilmiştir.
6. Tanık
Beyanları
24. İnfaz ve koruma memuru E.D., M.Ö., M.G. ve
Ö.D.,6/7/2007, İnfaz ve Koruma Memuru E.G. 13/7/2007 tarihli beyanlarında
şüpheli A.K.nin beyanlarıyla aynı mahiyette ifade vermişlerdir.
25. Cezaevi Müdür Yardımcısı A.Y.D. 6/7/2007 tarihli beyanında
olay günü nöbetçi müdür yardımcısı olarak görevli olduğunu, personelin
hükümlüler Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman'ın revire çıkarken slogan
attıklarını ve aramaya karşı mukavemet gösterdiklerini, bu nedenle odalarına
geri konulduklarını ve adı geçen hükümlüleri tekrar revire çıkmak istediklerini
söylediklerini, kendisinin adı geçen hükümlülerin tekrar revire çıkmaları için
görevli memurlara talimat verdiğini, aynı zamanda hükümlülerin bulunduğu bloğa
giderek hükümlüler revire gidene kadar yanlarında refakat ettiğini, adı geçen
hükümlülere zor kullanma yetki sınırının aşılması suretiyle etkili eylemde
bulunulmadığını söylemiştir.
26. İnfaz ve Koruma Memuru İ.A. 14/11/2007 tarihli
beyanında olay tarihinde mahkûmların bulunduğu koridorda A Blok'ta vardiya
memuru olarak görevli olduğunu, İnfaz ve Koruma Memurları M.Ö. ve E.D.nin
birlikte Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’i müracaatları doğrultusunda sağlık
kontrolüne götürmek üzere geldiklerini, iki mahkûmu aldıklarını, üstlerinde
arama yaptıklarını, başvurucuların ayakkabı aramasını engellemek için
direndiklerini, "Onursuz aramaya son." diyerek slogan
attıklarını, koridorda ilerken A.11.33 No.lu odanın hizasına geldiklerinde
memurların uyarılarına rağmen burada kalan mahkûmlarla mazgaldan konuşmak
istediklerini,memurların uyarması üzerine memurlarla tartışmaya başladıklarını,
memurların elleriyle onların omuzlarından işaret ederek devam etmelerini ve
koridorda durmamalarını söylediklerini, memurlar tarafından herhangi bir cebir
kullanılmadığını, sadece sözlü olarak tartıştıklarını, A Blok'ta sabit görevli
olduğu için A Blok'tan çıkıldıktan sonra ne olduğunu görmediğini, beş dakika
sonra yine her iki memur refakatinde A Blok'a döndüklerinde Cengiz ile Kenan'ın
memurlarla tartıştıklarını, muayeneye gitmek istemediklerini anladığını,
vazgeçip geri geldikleri için her ikisini de odalarına geri konduğunu, koğuş
kilitlendikten sonra aradan iki üç saat geçince Cengiz Kahraman’ın revire
gitmek istediğini söylediğini, müdahale ekibinin gelerek Cengiz’i revire götürdüğünü
söylemiştir.
27. Cezaevi Müdür Yardımcısı F.Ç. 14/11/2007 tarihli
beyanında olayla ilgili doğrudan bilgisinin olmadığını söylemiştir.
28. İnfaz ve Koruma Memuru T.G. 19/11/2007 tarihli
beyanında olay yerine sonradan geldiğinde hükümlülerin odalarına sakinleştirilmek
üzere geri götürüldüklerini, aralarında herhangi bir fiilî kavga olayının
olmadığını, Kenan Özyürek’in doktora gitmek istediğini söylediğini, 15-20
dakika sonra onları odalarından çıkarıp doktora götürdüklerini, Cengiz
Kahraman'a yönelik herhangi bir darp eylemlerinin olmadığını, onların da
görevlilere yönelik fiilî bir eylemlerinin bulunmadığını, sadece sözlü
tartışmaya girdiklerini, Cengiz Kahraman'ın kendisine karşı etkili eylemde
bulunduğunu söylemediğini beyan etmiştir.
29. İnfaz ve Koruma Memuru A.A. 20/11/2007 tarihli
beyanında olay günü hükümlülerin revire gitmeden önce üst aramasına direnmeleri
nedeniyle odalarına geri götürmek üzere koridorda ilerlerken birisinin kendini
yere attığını "Biz kendimizi aratmayız, sizin devletinizi tanımayız,
bizi neden burada tutsak tutuyorsunuz, şerefsizler!" diyerek
kendilerine hakaret ettiklerini, kendilerini darbetmediklerini söylemiştir.
30. Tanık Dr. H.P. duruşmadaki beyanında olay
tarihlerinde 1,5 yıl kadar Cezaevinde görev yaptığını, Cengiz Kahraman’ı isim
olarak hatırladığını, o tarihte bu tür iddialarla tutuklu ve hükümlülerin
geldiğini, Cengiz Kahraman'ı ne şekilde ve ne sebeple hastaneye sevk ettiğini
hatırlamadığını, sevk yazılarındaki imzaların kendisine ait olduğunu, olayı
hayal meyal hatırladığını, Cezaevinde doktor olarak görev yaparken tutuklu ve
hükümlüler müracaat ettiklerinde tıbbi olarak gerekli görmediği takdirde
hastaneye kimseyi sevk etmediğini, Cengiz Kahraman’ı hastaneye sevk ettiğine
göre mutlaka tıbbi bir zorunluluk bulunduğunu, olay günü kendisini mesai
haricinde çağırdıklarını, Cengiz Kahraman'ın testislerinde bir şişlik
bulunduğunu hatta oradaki sağlık görevlilerinin başlarına bir iş gelebileceği
endişesiyle hastaneye sevk edilmemesi eğiliminde olduklarını, buna rağmen durumun
ciddi olduğunu bildiği için hastaneye sevk ettiğini söylemiştir.
31. Tanık Dr. N.S.Y. duruşmadaki beyanında Sincan Sağlık
Grup Başkanlığında görevli olduğunu, zaman zaman geçici görevle Cezaevine de
gittiğini, tutuklu ve hükümlüler müracaat ettiklerinde muayenelerini yapıp
bulguları sağlık fişlerine yazdığını, olayı hatırlamadığını, hükümlü Cengiz’e
ait sağlık fişindeki yazılarla imzanın kendisine ait olduğunu, Cezaevine
dışardan geçici olarak gittikleri ve cezaevi uygulamasını tam olarak
bilmedikleri için oranın uygulamaları ile ilgili orada görevli bulunan sağlık
memurlarından zaman zaman yardım aldıklarını, kendilerini etkileyip
yönlendirebildiklerini, kargaşa sırasında belki Cengiz’in testislerine bakmamış
ve sözlü beyanlarına göre ilaç uygulamış olabileceğini söylemiştir.
32. Tanık hükümlü E.Z. duruşmadaki beyanında hükümlüler
Cengiz ve Kenan’ı önceden tanıdığını, kaldığı odanın havalandırma penceresinden
koridorun kısmen göründüğünü, olay sırasında infaz koruma memurlarının Cengiz
ve Kenan’ı döverek koridordan götürdüklerini, onların da "İnsanlık
onuru işkenceyi yenecek." şeklinde slogan attığını, sonrasında gürültü
olduğunu, isimlerini bilmediği uzun boylu, kel esmer bir infaz koruma memuru
ile kısa boylu, kıvırcık saçlı bir infaz koruma memurunun Cengiz ve Kenan'ı
döverek götürdüklerini gördüğünü, başka memurların da olduğunu ancak onların
vurduğunu görmediğini söylemiştir.
7. İddianame
33. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığınca
düzenlenen 23/5/2008 tarihli iddianame ile başvurucular hakkında kamu
görevlisine görevinden dolayı hakaret ve direnme, görevli İnfaz Koruma
Memurları A.K. ve Ş.Ş. hakkında ise zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın
aşılması suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili bölümleri
şöyledir:
“…şikayetçi şüpheliler Kenan Özyürek ve
Cengiz Kahraman'ın, bulundukları Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı
Ceza İnfaz Kurumunun sağlık ünitesinde istedikleri muayene ve tedavileri
yapılmak üzere görevli infaz koruma memurlarınca, odalarından olay günü saat 11.23
sıralarında alındıklarında, yapılmak istenen arama işlemine şüphelilerin,
ayakkabılarını çıkarmayı redderek,"onursuz aramaya son" diyerek
slogan atıp, arama yaptırmak istemediklerini söyledikleri, ayakkabılarını
çıkarmayarak istenen arama işlemini engellemek için direndikleri, görevli
memurlar tarafından zorla ayakkabıları çıkarılarak yapılan aramadan sonra,
görevlilernezaretinde koridordan revire doğru ilerlerken, önünden geçmekte
oldukları ve içerisindeki tutuklu-hükümlü arkadaşlarıyla konuşmak için A.11.33
numaralı odanın kapısını çalıp, içerideki tutuklu arkadaşıyla mazgaldan
konuşmaya çalıştığında, görevli memurların uyarısı üzerine, şüpheli Kenan
Özyürek'in, "...size ne, siz ne karışıyorsunuz..." şeklinde sözler
sarf ettiğinde çıkan tartışmada, görevli infaz koruma memurlarına,
"...şerefsizler" diyerek hakaret ettiği,
Görevli memurların olayı yatıştırmak ve
şüpheli Kenan Özyürek'i sakinleşmesinden sonra revire götürmek üzere odasına
götürdükleri, şüpheli Cengiz Kahraman'ın görevli memurlara, " ...arkadaşım
revire çıkmıyorsa ben de çıkmıyorum..." diyerek odasına gitmek istediğini
söyleyerek slogan atıp, görevli şikâyetçi memurlarla aralarında çıkan tartışma
sırasında kendisini yere atarak odasına gitmemekte protesto amaçlı direndiği,
görevli şikâyetçi memurlar tarafından zor kullanılarak kollarından tutulup,
yerden kaldırılarak odasına götürüldüğü,
Şikayetçi şüpheli Cengiz Kahraman'ın
odasında görevlilerin kendisine vurduğu, tekme attıkları şikâyetiyle alındığı,
ceza infaz kurumu nöbetçi müdürünün bilgisi dâhilinde infaz kurumu revirinde
tıbbi fiziki muayene uygulandığı, Sincan Devlet Hastanesinin 11/4/2007 tarihli
ve 1226274 sayılı üroji muayenesinde; testis bölgesine darbe alan şikayetçinin
testislerinde şişlik ve ödem olduğunun ifade edildiği;
Şikayetçi Cengiz Kahraman 5/7/2007 ve
13/5/2008 günlü ifadelerinde, olay günü revire götürülmek üzere bir arkadaşıyla
odasından alındığını, iki infaz koruma memuru nezaretinde, A.11.33 numaralı
odanın önünden geçmekte oldukları esnada arkadaşının bir hükümlüye merhaba
demek istemesi üzerine, görevliler ile aralarında tartışma çıktığını,
görevlilerin kendilerini revire götürmediklerini, odalarına götürmek
istediklerini, arkadaşını odasına götürdüklerini, iki görevli nezaretinde
maltada beklerken şüpheli görevlilerden birinin tekme ile hayalarına vurduğunu,
düştüğü yerde diğer şüpheli görevlinin de tekme ile vurduğunu beyan ettiği;
Şüpheli görevlilerin olay sırasında
şikâyetçiyi, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 11/2/2008 tarihli ve 615
sayılı raporunda belirlendiği şekilde, ‘Sağ testisinde hematoma neden olan
yaralanmasının, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile
giderilebilecek ölçüde hafif olmayacak nitelikte’ kasten yaraladıkları…”
8. Kovuşturmaya
Yer Olmadığına Dair Karar
34. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığının
23/5/2008 tarihli kararı ile haklarında soruşturma yapılan şüpheli İnfaz ve
Koruma Memurları T.Ş., İ.A., A.Y.D., M.Ö., M.G., Ö.D., E.D., E.G., A.A. ile
isimleri karar başlığında açıkça belirtilmeyen Cezaevi revirinde görevli doktor
ve sağlık memurları hakkında hakaret ve görevi kötüye kullanma suçlarından
yapılan soruşturmada delil yetersizliğinden kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilmiştir.
35. Kararın başvuruculara ve şüphelilere tebliğ
edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
9. Yargılama
Sonucunda Verilen Karar
36. Davanın görüldüğü Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza
Mahkemesi 21/10/2010 tarihli ve E.2008/386, K.2010/584 sayılı kararı ile
başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından,
sanık A.K. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle
kasten yaralama suçundan beraatlerine, temyizi kabil olarak sanık Ş.Ş.nin ise
başvurucu Cengiz Kahraman'a karşı zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması
suretiyle kasten yaralama suçundan neticeten 10 ay hapis cezasıyla
cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına itirazı kabil
olmak üzere karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“…
Mahkememizce yapılan yargılamada iddia,
savunma, tutanaklar, cezaevi tabipliği sağlık fişi örnekleri, adli tıp raporu,
tanık anlatımları ve tüm dosya kapsamından edinilen kanaate nazaran; Müşteki
sanıklar Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman’ın Sincan 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza
İnfaz Kurumunda hükümlü oldukları, olay günü cezaevi revirine muayene amacıyla
gitmek için idareden talepte bulundukları, taleplerinin kabul edilmesi üzerine
her iki müşteki sanığın görevli infaz koruma memurları nezaretinde revire
götürmek amacıyla odalarından alındığı, odalarından alınırken üst araması
yapıldığında, ayakkabıların da görevlilerce aranmak istemesi üzerine onursuz
aramaya son şeklinde slogan attıkları ve ayakkabılarını çıkartmadıkları,
ayakkabıların infaz koruma memurları tarafından çıkartılarak arandıktan sonra
her iki şahsın revire götürülmek üzere koridora çıkarıldığı, koridorda hareket
halindeyken koridor üzerinde bulunan oda kapılarının mazgallarından odalarda
bulunan arkadaşları ile selamlaşmak istedikleri, infaz koruma memurlarının bu
duruma engel olmak amacıyla adı geçenleri kontrol etmek istediklerinde
şahısların slogan atarak karşılık verdiği, şahısların slogan atması üzerine
infaz koruma memurlarının yanlarına gelen diğer görevlilerle birlikte müşteki
sanık Kenan Özyürek’i odasına götürmeye çalıştıkları, Cengiz Kahraman’ın da
Kenan’ın odasına götürülmesi nedeniyle revire gitmekten vazgeçtiği, bu esnada
her iki şahsın kendilerini yere atarak slogan atmaya başladıkları, infaz koruma
memurlarının da bu şahısları kollarından tutup sürükleyerek odalarına
götürdükleri sırada sanık infaz koruma görevlisi Ş.Ş.nin Cengiz Kahraman’ın
testis bölgesine tekme ile vurduğu ve güç kullanarak Cengiz ve Kenan’ın
odalarına götürüldüğü, Cengiz’in aldığı darbe nedeniyle testisinin şişmesi
üzerine muayene olmak amacıyla idareye başvurduğu, cezaevi revirine
çıkartıldığı, 10/4/2007 tarihinde revirde görevli olan doktor N.S.Y.nin Cengiz
Kahraman’ı muayene etmeksizin ağrı kesici uygulayıp koğuşuna geri gönderdiği,
ağrı kesicinin etkisinin azalması; vurulan yerin ağrısının ve şişliğinin artması
üzerine hastaneye sevk edilmek için doktora çıkmak istediği, geç saatlerde
gelen doktora gidip durumu anlattığında doktor M.K.nin de ciddi bir şey
olmadığı, ağrı kesici yapıp göndermek istediğini söylemesi üzerine müşteki
sanık Cengiz’in bu tedaviyi kabul etmediği, ertesi gün müşteki sanık Cengiz’in
ısrarla idareye başvurması üzerine yeniden revire çıkartıldığı, revirde o gün
görevli bulunan doktor H.P.nin Cengiz’i muayene ettiği ve acil hastaneye sevk
edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdiği, tanık olarak beyanı alınan
doktorun anlatımına göre orada bulunan sağlık görevlilerinin başlarına bir iş
gelebileceği endişesi ile Cengiz’in hastaneye sevk edilmemesi yönünde doktora
telkinde bulundukları, ancak buna rağmen doktorun Cengiz’i önce Sincan Devlet Hastanesine,
daha ileri bir sağlık kuruluşuna gitmesi gerektiğine yönelik Sincan Devlet
Hastanesinin görüşüne dayanarak Ankara Numune Hastanesine sevk ettiği
anlaşılmıştır. Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı
kararına göre Cengiz Kahraman’ın sağ testisindeki hematom şeklinde yaralanmanın
sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile meydana gelebilecek nitelikte bir
yaralanma olduğu, bu yaralanmanın kişinin hayatını tehlikeye sokan bir
yaralanma olmadığı ayrıca basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek
nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Her ne kadar cezaevi görevlisi olan sanıklar
kişideki bu yaralanmanın cezaevi idaresini zor durumda bırakmak amacına yönelik
kendi kendilerine meydana getirilen bir yaralanma olduğunu iddia etmişlerse de
olayın oluş şekli, cezaevinde bulunan doktorların biraz da yaptıkları işin
önemini kavrayamamaları ve geçici süreli cezaevinde istihdam edilmiş
olmalarının da vermiş olduğu deneyimsizlikle sürekli cezaevinde çalışan ve
cezaevi idaresi ve görevlilerini koruma düşüncesiyle hareket eden cezaevi
personelinin yönlendirmesiyle ısrarla müşteki sanık Cengiz Kahraman’ı muayene
etmekten ve testis bölgesinde oluşan yaralamayı belirtir rapor düzenlemekten ve
hatta dışarıda bir hekim tarafından muayene yapıldığı taktirde olay ortaya
çıkacağı düşüncesiyle yaralıyı ileri bir sağlık kuruluşuna sevk etmekten
kaçınmaları dikkate alındığında, bu yaralanmanın cezaevi görevlileri tarafından
oluşturulduğu, bu görevlinin de müşteki sanık Cengiz Kahraman’ın testis
bölgesine tekme atan Ş.Ş. olduğu kanaati hasıl olmuştur. Her ne kadar sanık
Ş.Ş. müşteki sanık Cengiz Kahraman'a vurmadığını savunmuşsa da, gerek Ş.Ş.nin
anlatımı, gerekse dosyada beyanı bulunan diğer kişinin söyledikleri dikkate
alındığında Ş.Ş.nin müşteki sanıklar Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman koridorda
slogan attıklarında Cengiz Kahraman’a fiziki müdahale ettiği sabit olup, sanık
Cengiz Kahraman da kendisine tekme atanın Ş.Ş. olduğu yönünde teşhiste
bulunmuştur. Öte yandan müşteki sanık A.K. hakkında da yaralama suçundan kamu
davası açılmışsa da bu olaylar olduğu esnada cezaevinde bulunan A.K.nin
herhangi bir şekilde müşteki sanıklar Cengiz ve Kenan’a yönelik fiziki
müdahalede bulunduklarına dair dosyada herhangi bir delil yoktur.
Müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve
Kenan Özyürek’e atılı suçlar görevi yaptırmamak için direnme ve görevli
memurlara görevleri nedeniyle hakaret etmektir. Duruşmada anlatımları saptanan
ve cezaevinde infaz koruma memuru olarak görev yapan tanıkların hemen hemen
tamamı müşteki sanıklar Cengiz Kahkaman ve Kenan Özyürek’in sadece insanlık
onuru işkenceyi yenecek ve onursuz aramaya son şeklinde slogan attıkları, bunun
haricinde görevlilere hakaret ettiklerini duymadıklarını dile getirmişlerdir.
Bu durumda müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in slogan atmak
dışında hakaret oluşturabilecek nitelikte bir söz sarf etmedikleri sonucuna
ulaşılmış, örgüt üyesi oldukları ve bu suçtan mahkûm oldukları iddia edilen bu
kişilerin örgüt disiplini çerçevesinde kendilerinin ve arkadaşlarının direncini
arttıracak nitelikte slogan atmalarının ötesinde adi suç oluşturabilecek
oluşturacak tarzda bu nevi küfür ve hakaret kelimelerini kullanmaları pek
alışılagelen bir husus değildir. Bu sebeple bu iki şahsın hakaret suçunu
işlemedikleri sonucu hasıl olmuştur. TCK'da düzenlenen görevli memura direnme
suçunun unsurları cebir ve tehdittir. Yerleşmiş uygulamaya göre bir kişinin
kendisini yere atması ya da demokratik hakkını kullanma olarak
nitelendirilebilecek şekilde slogan atması cebir olarakdeğerlendirilmemektedir.
Ayrıca cezaevinde hükümlü olarak bulunan ve her yönüyle özgürlüğü kısıtlanmış
ve devletin tam hakimiyeti altında yer alan kişilerin bu kişileri kontrol etmek
üzerine eğitim almış ve her türlü donanıma sahip infaz koruma memurlarına TCK
anlamında görevlerini yaptırmamak için direnebileceklerini düşünmek mümkün
değildir. Duruşmada anlatımları saptanan ve cezaevi görevlisi olan tanıkların
hemen hemen tamamına yakını yine müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan
Özyürek’in diğer müşteki sanıkları tehdit ettiklerine ilişkin de bir
beyandabulunmamışlardır. Sayılan nedenlerle müşteki sanıklar Cengiz Kahkaman ve
Kenan Özyürek’in görevli memura direnme ve hakaret suçlarını işlemedikleri
sonucuna ulaşılmış ve tüm bu hususlar dikkate alındığında müşteki sanık Ş.Ş.nin
kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine, diğer sanıkların atılı suçlardan ayrı
ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiştir. Her ne kadar sanık Ş.Ş. hakkında
TCK’nın 86/3-d maddesinin de uygulanması talep edilmişse de sıfatı gereği zor
kullanma yetkisini haiz kamu görevlisi hakkında işlemiş olduğu kasten yaralama
suçu nedeniyle bu madde ile cezasının arttırılması mümkün olmadığından bu
maddenin uygulanmasına ilişkin talebin reddine karar vermek gerekmiş ve bu
sebeple aşağıdaki hüküm kurulmuştur.”
37. Başvurucular vekilinin sanık Ş.Ş. hakkında verilen
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yaptığı itiraz, Ankara Batı
(Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2010 tarihli ve 2010/2548 Değişik İş
sayılı kararı ile reddedilmiştir. Dosyada ret kararının başvuruculara tebliğ
edildiğine dair herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.
38. Başvurucular vekilinin sanık A.K. hakkında verilen
beraat kararını temyiz etmeleri üzerine Yargıtay 4. Ceza Dairesi 4/6/2013
tarihli ve E.2011/19584, K.2013/17364 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar
vermiştir. Onama kararı başvurucular vekiline 3/10/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
39. Başvurucular 4/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
1. Ulusal Hukuk
a. Ulusal Mevzuat
40. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
"Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (2) numaralı
fıkrası ile ve (3) numaralıfıkrasının (d) bendi şöyledir:
"...
(2) (Ek: 31/3/2005 tarihli ve 5328
sayılı Kanun) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir
tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun
şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına
hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
...
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu
nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
...
işlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın,
verilecek ceza yarı oranında artırılır."
41. 5237 sayılı Kanun’un “İşkence” kenar başlıklı
94. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir kişiye karşı insan onuruyla
bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade
yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları
gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis
cezasına hükmolunur.”
42. 5237 sayılı Kanun'un “Zor kullanma yetkisine
ilişkin sınırın aşılması” kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:
“Zor kullanma yetkisine sahip kamu
görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği
ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin
hükümler uygulanır.”
43. 5237 sayılı Kanun’un “Görevi yaptırmamak için
direnme” kenar başlıklı 258. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kamu görevlisine karşı görevini
yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
44. 5237 sayılı Kanun’un “Kamu görevlisinin suçu
bildirmemesi” kenar başlıklı 279. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“ Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı
gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili
makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu
görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
45. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Kurumların iç güvenliği” kenar
başlıklı 33. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kurumların iç güvenliği, Adalet
Bakanlığına bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik
görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.”
46. 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) “Güvenlik ve gözetim servisi“ kenar
başlıklı 22. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve
koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma,
saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif
fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru
savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor
kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin
alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor
kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.”
47. İnfaz Tüzüğü’nün “Kurumların iç güvenliği” kenar
başlıklı 44. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Kurumların iç güvenliği, Bakanlığa
bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri,
gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.
(2) Açık kurumlar ile çocuk eğitim
evlerindeki idare ile infaz ve koruma görevlileri; firarların önlenmesi, asayiş
ve disiplinin sağlanması için gözetim ve denetimle yükümlüdürler.”
48. İnfaz Tüzüğü’nün “Kapıların açılmaması ve temasın
önlenmesi” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir
“(1) Kapalı kurumlarda oda ve koridor kapıları
kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hâllerde açılır:
a) Cezaevi tabibine, revir, hamam ve
berbere gitme, başka odaya nakil,
b) Hastane ve duruşmaya gönderme ve
başka kuruma nakil,
c) Salıverilme, ziyaret, arama, sayım,
denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları, kurumda çalıştırma,
d) Kurullara çağrılma,
e) Ölüm, deprem veya yangın gibi
olağanüstü hâller,
f) Kurum idaresince gerekli görülen
hâller.
(2) Hükümlüler, yukarıda sayılan hâller
dışında, diğer odalardaki hükümlüler ve kurum görevlileri ile temasta
bulunamazlar.”
49. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesi şöyledir:
“…
(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa
yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2)
veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler
saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında
bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan
mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik
özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak
yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya
kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin
suretiyle tamamen giderilmesi,
gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7
md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmez.
…
(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl
süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.)
Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan
fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli
serbestlik tedbiri olarak;
a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması
halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim
programına devam etmesine,
b) Bir meslek veya sanat sahibi olması
halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden
bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,
c) Belli yerlere gitmekten
yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da
takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,
karar verilebilir. Denetim süresi içinde
dava zamanaşımı durur.
…
(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim
süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine
ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan
hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.
…”
50. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu’nun “Kişilerin uğradıkları zararlar”kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
“(Değişik: 6/6/1990 tarihli ve 3657
sayılı Kanun) Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları
zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili
kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce
tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili
personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar,
cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir.
Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.
(Ek: 26/3/2002 tarihli ve 4748 sayılı
Kanun) İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele
suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda
Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında
da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.
12 nci maddeyle bu maddede belirtilen
zararların nevi, miktarlarının tespiti, takibi, amirlerin sorumlulukları ve
yapılacak işlemlerle ilgili diğer hususlar Başbakanlıkça düzenlenecek
yönetmelikle belirlenir.”
b. Danıştay ve Yargıtay Kararları
51. Danıştay 10. Dairesinin 6/2/2009 tarihli ve
E.2006/1212, K.2009/652 sayılı kararı şöyledir:
“Bir cinayet soruşturması nedeniyle 3
gün süre ile gözaltında tutulan davacının bu süre içerisinde kendisine kötü
muamelede bulunulduğundan ve işkence edildiğinden bahisle duyulan acı ve
üzüntünün karşılığı 200.000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte
ödenmesi istemiyle dava açılmıştır.
…
Dava konusu olayda, 6.5.2002 tarihinde
İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından gözaltına alınan
davacının gözaltı süresince kolluk kuvvetince yapılan sorgulamasında kötü
muameleye ve işkenceye maruz kaldığı hususunun İstanbul Üniversitesi İstanbul
Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nca düzenlenen 26.7.2002 tarih ve 246
sayılı rapor ve dosyadaki diğer bilgi ve belgeler uyarınca sabit olduğundan,
yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini, genel ahlakı ve Anayasa'da
yazılı hak ve hürriyetleri korumakla görevli kılınan polisin, bu yetkiyi
kullanırken kanunen tanımlanan görev alanı dışına çıkmak suretiyle davacıya
hukuka aykırı eylem ve işlemi ile verdiği zararı tazminle yükümlü olduğu
gerekçesiyle" davanın kısmen kabulü ile, kişisel durumu, olayın oluş şekli
ve niteliği göz önüne alındığında sorgulama sırasında kötü muamele ve işkenceye
maruz kalan davacı lehine 100.000 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru
tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine,
davacının fazlaya ilişkin tazminat isteminin reddine karar verilmiştir.
…
Anayasanın 129. maddesinin 5.
fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken
işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek
kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare
aleyhine açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verilmiştir. Anayasanın
sözü edilen maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" ibaresinin;
kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle
idareye karşı açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde idarenin ödemek
zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden
tahsil etmeyi amaçladığında kuşkuya yer bulunmamaktadır. Bu hüküm karşısında,
gözaltında bulunduğu sürece davacıya kötü muamelede bulunan ve işkence yapan
ilgililerin kişisel kusuru bulunduğu açık olduğundan, hükmedilen tazminatı
ödeyecek olan idarenin, sorumluluğu saptanan ilgili kişi veya kişilere yasal
yollar çerçevesinde rücu etmesi Anayasa hükmü gereği bulunmaktadır.
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai
kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka
uygun olup, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını
gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz istemlerinin reddi ile İstanbul
2. İdare Mahkemesinin 30.3.2005 tarih ve E:2003/1410, K:2005/492 sayılı
kararının onanmasına, idare aleyhine hükmedilen tazminatın bu olayda kişisel
kusuru bulunan kişi ya da kişilere rücu edilmesi için kararın bir örneğinin
Maliye Bakanlığına tebliğine 6.2.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
52. Danıştay 10. Dairesinin 28.9.2010 tarihli ve
E.2007/5028, K.2010/6974 sayılı kararı şöyledir:
“…
Uyuşmazlık konusu olayda, her ne kadar
davacılar yakınının gözaltında iken işkence yapılarak ölümüne neden
olunduğundan bahisle görevli polis memurlarının hapis cezasıyla
cezalandırılmasına ilişkin ceza mahkemesi kararı Yargıtay tarafından temyizen
incelenerek, işkence yapıldığına ilişkin yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle
bozulmuş ise de, faili meçhul bir suçun soruşturması kapsamında ailesine ve Cumhuriyet
Savcısına haber verilmeksizin mevzuata aykırı bir şekilde gözaltına alınan
davacılar yakınının bir gün süreyle gözaltında tutulduktan sonra salıverme
işlemleri yapıldığı sırada büroda iki kez düşerek şiddetli şekilde kafasını
yere çarpmasına karşın, görevli polis memurlarınca yeterli özen
gösterilmeksizin 2-3 saat beklendikten sonra hastaneye götürülmesi nedeniyle
davacılar yakınının kafa travmasına bağlı komplikasyon sonucunda ölmesinde,
kamu görevlilerinin ağır ihmali ile görevlerini yerine getirmemeleri nedeniyle
ağır hizmet kusuru bulunan davalı idarenin, olay nedeniyle davacıların uğradığı
maddi ve manevi zararları tazmin etmesi gerekmektedir.
…”
53. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/03/2014 tarihli ve
E.2014/3432, K.2014/4712 sayılı kararı şöyledir:
“…
Kamu görevlilerinin yetkilerini
kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu
kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin
emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır.
(T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy. K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu
konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan
Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde
düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması
yönünde önemli bir teminattır.
Davaya konu edilen olayda, memur olan
davalının görevini yerine getirirken işkence yaptığı iddia edilerek, manevi
tazminat istemiyle dava açıldığına göre, Anayasanın 129/5. maddesi gereğince
kamu görevlisi hakkında adli yargı yerinde dava açılamayacağından kast ve kusur
aranmaksızın husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekir.
Mahkemece bu yön gözetilerek, davanın
husumetten reddedilmesi gerekirken, işin esasının incelenmiş olmasıusul ve
yasaya uygun düşmediğinden kararın bu sebeple de bozulması gerekmiştir.
…”
54. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27/1/2014 tarihli ve
E.2014/219, K.2014/930 sayılı kararı şöyledir:
“…
Davaya konu edilen olayda; davacı,
hırsızlık olayı nedeniyle gözaltına alındığını, gözaltında iken Derik Jandarma
komutanlığında görevli astsubay olan davalı tarafından işkence gördüğünü,
davalının işkence suçundan yargılanıp cezalandırılmasına karar verildiğini,
olay nedeniyle kemiklerinin kırıldığını, iş göremezlik zararının oluştuğunu
belirterek maddi ve manevi tazminatisteminde bulunmuştur.
Şu durumda,mahkemece kamu görevlisi olan
davalıhakkında, kusurunadayanılarak açılan davanın husumet yönünden reddine
karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçe ile işin esası
incelenerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun
düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.”
2. Uluslararası
Hukuk
55. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği,
İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların
Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun
(İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin 2. maddesi şöyledir:
“Devletler, işkence ve kötü muamele
şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını
sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence
ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır.
Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler
ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma
yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp
uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları
çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel
standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya
açıklanmalıdır.”
56. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesi
şöyledir:
“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında
çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde
davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş
onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun
biçimde yürütülmelidir.Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet
görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda,
kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır.
6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen
sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından
aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:
(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan
kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene
yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan
yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme
yapılan yerin tanımı (örneğinklinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı
sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii
olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup
olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye
yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;
(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen
işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman
gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil
olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;
(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene:
Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların
renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen
bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.
(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve
psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin
değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken
başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;
(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan
kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından
imzalanmalı;
6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve
rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı
kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene
süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de
yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele
iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu
raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak,
Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte
bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor
başka kimseye verilmemelidir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
57. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvurular incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
58. Başvurucular; Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak
bulundukları 10/4/2007 tarihinde revire gitmek üzere arama yapılarak
odalarından çıkarıldıklarını, başvurucu Kenan’ın koridorda giderken başka bir
odada bulunan arkadaşlarına mazgaldan selam vermek istemesi üzerine görevliler
tarafından sert bir şekilde uyarıldığını, başvurucu Kenan’ın görevli M.Ö.
tarafından çekiştirildiğini, başvurucu Kenan’ı görevlilerce iteklenerek odaya
geri götürüldüğünü, diğer başvurucu Cengiz Kahraman’ın da buna tepki olarak
revire gitmek istemediğini, odasına dönmek istediğini söylemesi üzerine görevli
Ş.Ş.nin küfrederek testislerine tekme vurduğunu, görevlilerin hep birlikte
Cengiz Kahraman’ı darbettikten sonra odasına götürdüklerini, odada ağrılarının
artması üzerine revirde bulunan Bayan Doktor N.S.Y. tarafından muayene
edilmeden sadece ağrı kesici yapılarak odasına geri gönderildiğini, ağrılarının
geçmemesi üzerine aynı gün saat 21.30’da Doktor M.K. ve Sağlık Memuru E.T.
tarafından ağrı kesici yapılmak istendiğini ancak kendisinin kabul etmediğini,
ertesi gün 11/4/2007’de üçüncü bir doktor tarafından muayene edildiğinde ilk
olarak Sincan Devlet Hastanesine, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk
edildiğini, bu olay nedeniyle infaz ve koruma memuru sanıklar A.K. ve Ş.Ş.
hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası
açıldığını, yargılamada Cezaevinden kamera kayıtlarının getirtilip incelenmesi
taleplerinin reddedildiğini, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında açılan
davadan beraat kararı, sanık Ş.Ş. hakkında ise atılı suçtan mahkûmiyet ve
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirterek;
i. İnfaz Kurumunda başvurucuları tedavi eden doktorlar
tarafından düzenlenen raporların İstanbul Protokolü’nün 1 No.lu Eki’nin 6.
maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını, her iki sanığın eyleminin
5237 sayılı Kanun’un 94. maddesinde düzenlenen işkence suçunu oluşturduğunu,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin işkence ve kötü
muamele oluşturan eylemin cezasız kalmasına yol açtığını, bu nedenle
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele
yasağının,
ii. Sanıklar hakkında açılan kamu davalarının makul
sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının,
iii. Sanıkların işkence ve kötü muamelelerinin ortaya
çıkmasına rağmen bunların cezalandırılmasını ve başvuruculara tazminat ödenmesini
sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle Anayasa’nın 40.
maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, ihlallerin tespiti ile “miktarı daha sonra belirlenecek” maddi ve
manevi zararının tazmini talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
59. Başvurucular; İnfaz Kurumunda maruz kaldıkları
yaralama eylemlerinden dolayı infaz ve koruma memuru olan sanıklar hakkında
açılan kamu davaları neticesinde verilen kararlar nedeniyle işkence ve kötü
muamele yasağının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının, sanıkların cezalandırılmasını ve başvuruculara tazminat ödenmesini
sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle işkence ve kötü
muamele yasağıyla bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına
alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı
olmayıp olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir
Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular yargılamanın uzun
sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin, işkence ve kötü muamelenin ortaya
çıkmasına rağmen bunların cezalandırılmasını sağlayan etkili bir hukuki
sistemin bulunmaması nedeniyle Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğini
ileri sürmüşler ise de bu hususlarda işkence ve kötü muamele yasağının usul
boyutunda değerlendirme yapılacağından adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru
hakkı yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır. Bu nedenle başvurular,
Anayasa’nın 17. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen işkence ve kötü muamele
yasağı ve bu yasakla bağlantılı olarak tazminat ödenmesini sağlayacak sistemin
bulunmaması yönünden Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkı
kapsamında incelenmiştir.
60. Sanık Ş.Ş. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin
sınırın aşılması suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararı, itiraz üzerine Ankara Batı (Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesinin
28/12/2010 tarihli ret kararıyla, diğer sanık A.K. hakkında aynı suçtan verilen
beraat kararı Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 4/6/2013 onama kararıylaşüpheli
sağlık görevlileri hakkında verilen 23/5/2008 tarihli kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararlar farklı zamanlarda kesinleşmekle birlikte anılan
aşamaların tek bir olay bazında farklı kişilerin sorumluluklarına yönelik
olduğu gözetildiğinde kovuşturma bir bütün olarak değerlendirilmiş ve Yargıtay
kararının verildiği tarih kesinleşme tarihi olarak esas alınmıştır (S.D.,
B. No: 2013/3017, 16/12/2015; § 69).
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
61. Kabul edilebilirliğe ilişkin Bakanlık görüşünde;
başvuru konusu olayların 10/4/2007 tarihinde meydana gelmesi, şüpheli Ş.Ş.
hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 28/12/2010
tarihinde kesinleşmesi; kesinleşen bu karar her ne kadar başvuruculara tebliğ
edilmemiş ise de başvurucuların bir avukatla temsil edilmeleri nedeniyle
kesinleşen bu kararı dosyanın Yargıtay tarafından karara bağlandığı 4/6/2013
tarihinden önce öğrenmelerinin gerekmesi; başvurucu Kenan Özyürek’in işkence ve
kötü muameleye maruz kalmasıyla ilgili olarak dosya kapsamında somut bir bilgi
ve belgenin bulunmamasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki, otuz
günlük süre kuralı ve açıkça dayanaktan yoksunluk değerlendirilmesinde nazara
alınması gerektiği bildirilmiştir.
a. Başvurucu Kenan Özyürek’in İleri Sürdüğü İhlale
İlişkin İddialar
62. Başvurucu Kenan Özyürek 10/4/2007 tarihinde, infaz
kurumunda maruz kaldığı eylemler nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı ve bu
hakla bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki
sistemin bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 40. maddesinde
güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, "Bireysel
başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna
ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."
64. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına
sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale yol
açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir
hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."
65. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına
sahip olanlar" başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru
yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir
kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön
koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar, başvuruya konu edilen
ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da
ihmalinden dolayı, başvurucunun "güncel bir hakkının ihlal edilmesi",
bu ihlalden dolayı kişinin "kişisel olarak" ve "doğrudan"
etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin
"mağdur" olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No:
2013/1977,9/1/2014, § 42).
66. Bu üç temel koşula ilave olarak 6216 sayılı Kanun'un
"Bireysel başvuru hakkı" başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine ancak Anayasa'da güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS/Sözleşme) ve
buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin
ihlal edildiği iddiasıyla başvurulabilir. Buradan çıkan sonuca göre Anayasa’da
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Sözleşme ve buna ek
Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bir hakkı doğrudan etkilenmeyen
kişi "mağdur" statüsü kazanamaz (Onur Doğanay, § 43).
67. Başvuru konusu kararın dayanağı olan iddianame ile
infaz ve koruma memuru olan sanıklar Ş.Ş ve A.K. hakkında sadece başvurucu
Cengiz Kahraman’a yönelik yaralama eylemi nedeniyle zor kullanma yetkisine
ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açılmıştır. Sanıkların başvurucu
Kenan Özyürek’e yönelik olarak işlendiği iddiasıyla herhangi bir suçtan kamu
davası açılmadığı (bkz. § 33), bu nedenle başvurucunun mağduru olduğu bir eylem
ve dolayısıyla ihlal edilmiş bir anayasal bir hakkı bulunmadığı gibi diğer
başvurucu Cengiz Kahraman’a karşı gerçekleştirilen eylem nedeniyle de güncel ve
kişisel bir hakkı doğrudan etkilenmemiştir. Bu durumda Ankara Batı (Sincan) 1.
Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararda başvurucunun anayasal
haklarına bir müdahalede bulunulduğu söylenemeyeceğinden başvurucunun bireysel
başvuru yapma hakkı mevcut değildir.
68. Açıklanan nedenlerle başvurucunun mağdur sıfatı
taşımadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İleri Sürdüğü İhlal
İddiaları
i. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İşkence ve Kötü Muamele
Yasağı ile Bağlantılı Şekilde Tazminat Ödenmesini Sağlayacak Etkili Bir Hukuk
Yolunun Bulunmadığı İddiasıyla İlgili Olarak Anayasa’nın 40. Maddesinde Güvence
Altına Alınan Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
69. Başvurucu, cezaevinde maruz kaldığı işkence ve kötü
muamele fiillerinin her türlü kuşkudan uzak bir şekilde ortaya çıkmış olmasına
rağmen kendisine tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun fiilen
oluşturulmamış olması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesiyle bağlantılı olarak
etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
70. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması”
kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı
Kanun’la eklenen fıkra) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun
yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından
vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin
edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
71. Anayasa’nın 129. maddesinin dördüncü fıkrası
şöyledir:
“Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları,
kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun
olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”
72. Anayasa'nın 40. ve Sözleşme'nin 13. maddelerindeki
ifadeler dikkate alındığında etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine yönelik
iddiaların, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve
Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak
ele alınması gerekir. Bu hakkın ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi
için kişinin, hangi temel hak ve özgürlüğü bağlamındaki etkili başvuru hakkının
kısıtlandığı sorusuna cevap verilebilmelidir. Bir başka ifadeyle etkili başvuru
hakkı bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp temel hak ve
özgürlüklerin kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına
alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır. (Onurhan Solmaz, B. No:
2012/1049, 26/3/2013, §§ 33, 34).
73. Etkili başvuru hakkının kullanılabilmesi için temel
hak ve özgürlüklerden birinin ihlal edilmiş olması bir ön koşul değildir.
Etkili başvuru hakkı, Anayasa’ya aykırılığı iddia edilen bir konuda kendisinin
zarar gördüğünü düşünen kişinin hem iddiaları hakkında karar verilmesini, hem
de mümkünse zararının giderilmesini sağlamak için hukuki bir yola başvurma
hakkını gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klass ve
diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, § 64). Başka bir deyişle
Anayasa’da düzenlenen temel hak ve özgürlüklerden birinin savunulabilir düzeyde
ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu ileri süren herkes, Anayasa’nın 40.
maddesi kapsamında etkili başvuru hakkına sahiptir (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Kaya/Türkiye, B. No: 158/96, 19/2/1998, §107; Silver
ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72…, 25/3/1983, § 113). Bir
kimsenin, Anayasa’da tanınan hak ve özgürlüklerden birinin ihlal edildiği
iddiasıyla ilgili olarak olumlu ya da olumsuz karar alabileceği bir çözüm
merciinin bulunmaması durumunda bu hak ihlal edilmiş olacaktır.
74. Etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddialarda, öncelikle başvurucunun ihlal edildiğini ileri sürdüğü anayasal bir
hak çerçevesinde tüketilmesi gereken herhangi bir başvuru yolunun bulunup
bulunmadığının, bulunuyorsa bunun uygulamada telafi imkânı sağlayacak nitelikte
olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Başvurucu, kamu görevlilerinin
işledikleri işkence ve kötü muamele eyleminden doğan zararının giderilebileceği
hiçbir hukuki yolun bulunmadığını ileri sürmüş olup mevcut olan herhangi bir başvuru
yolunun uygulamada etkisiz olduğundan bahisle zararının tazmini amacıyla
doğrudan bireysel başvuruda bulunmuş değildir. Bu nedenle başvurunun konusunun
6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ve diğer
bir kabul edilmezlik nedeni olan başvuru yollarının tüketilmesi ile ilgili
olmadığı değerlendirilmiştir.
75. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul
edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
76. Başvurucu her ne kadar devletin hizmet kusuru
nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararının tazmini için etkili bir hukuk
yolunun bulunmadığını ileri sürmüş ise de Anayasa’nın 129. ve 657 sayılı
Kanun’un 13. maddelerinde (bkz. § 50) genel olarak kamu görevlilerinin
yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan dolayı idare aleyhine tazminat
davası açılabileceği düzenlenmiş; Yargıtay ve Danıştay kararlarında da başvuru
konusu olaya benzer şekilde işkence ve kötü muamele fiilleri nedeniyle idare
aleyhine tam yargı davası açılabileceği kabul edilmiştir (bkz. §§ 53-56). Bu
nedenle başvurucunun ileri sürdüğü zararının tazmini için hukuki bir yolun
mevcut olmadığı iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
77. Açıklanan nedenlerle işkence ve kötü muamele yasağı
ile bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili hukuk yolunun
bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak bir ihlal tespit edilmediğinden başvurunun
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ii. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İşkence ve Kötü Muamele
Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddiası
78. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar
verilmiştir.
2. Esas
Yönünden
79. Başvurucu Cengiz Kahraman, hükümlü olarak bulunduğu
ceza infaz kurumunda infaz ve koruma memurları tarafından darbedildiğini,
kendisini tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen adli raporların İstanbul
Protokolü’nün1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun
olmadığını, sanıklar hakkında açılan kamu davalarının makul sürede
sonuçlandırılmadığını, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında açılan davadan
beraat kararı, sanık Ş.Ş. hakkında ise atılı suçtan mahkûmiyet ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu kararın işkence ve kötü
muamele oluşturan eylemin cezasız kalmasına yol açtığını, bu nedenle
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele
yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
80. Bakanlığın işkence ve kötü muamele yasağının maddi
bakımdan ihlal edilip edilmediğine dair görüşünde, başvurucunun Anayasa’nın 40.
maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüş ise de söz konusu şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesi çerçevesinde
incelenmesi gerektiği, başvurucu Cengiz Kahraman’ın Cezaevinde kötü muamele
gördüğüne dair iddianın Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesinin
kararıyla ortaya çıktığı, bu bağlamda başvurucu Cengiz Kahraman bakımından
Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini
yerine getirip getirmediği hususunun değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin
takdirinde olduğu bildirilmiştir.
81. Bakanlığın işkence ve kötü muamele yasağının usul
yönünden ihlal edilip edilmediğine dair görüşünde, başvurucunun 10/4/2007
tarihinde Cezaevinde kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin iddiası üzerine
geciktirilmeksizin soruşturma başlatıldığı, Cumhuriyet savcısı tarafından
kamera görüntülerinin izlenerek tutanak altına alındığı, başvurucuların ve tüm
tanıkların ifadelerinin alındığı, açılan kamu davası sonucunda başvurucu Cengiz
Kahraman’a yönelik eylem nedeniyle İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş. hakkında
mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, diğer
sanık A.K. hakkında beraat kararı verildiği, beraat kararının temyiz edilmesi
sonucunda 4/6/2013 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından kararın
onanarak kesinleştiği belirtilerek kovuşturma süresinin ve infaz ve koruma
memurları hakkında disiplin soruşturması yapılmamasının yapılacak
değerlendirmede dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
82. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin
incelenmesi -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi
ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin
negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı
muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğu içerirken pozitif yükümlülük,
hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili
bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma
yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu,
negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün
iki unsurundan biri olan soruşturma yükümü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.
a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
83. Başvurucu; hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz
Kurumunda infaz ve koruma memurları tarafından darbedildiğini, yargılama
sonucunda sanık A.K. hakkında beraat, diğer sanık Ş.Ş. hakkında ise hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilerek işkence ve kötü muamele
yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
84. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü
fıkraları şöyledir:
"Herkes, … maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
85. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan
maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü
fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına
alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
86. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 81).
87. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında
ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm
bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların
gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet,
bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten
korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752,
17/9/2013, § 51).
88. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok
kararında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel
değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’in normatif maddelerinin
çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin (2) numaralı
fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile
askıya alınamamaktadır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999,
§ 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM,
terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin
işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları, mağdurun
davranışı ne olursa olsun kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (Labita/İtalya,
§ 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).
89. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine
ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari
eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak
değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal
etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem
taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara
muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir Ayrıca kötü
muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği sırada meydana gelip gelmediğinin
tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 83).
90. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi
üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade
edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen
ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin
“işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için
anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele
kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın
Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti
insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme
yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret”
suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı
anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
91. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi
ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence”
olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin
ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı
Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde
“işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak
amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi
kapsadığı belirtilerek, “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 85).
92. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış,
uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun
maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak
tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir
muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine
geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli
bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. AİHM; fiziksel saldırı, darp,
psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği
bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin
kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir
süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri
“insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik Krallık,
B. No: 5310/71, 18/1/1978,; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No:
48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88,
7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41, 42;
Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007.) Bu nitelikteki muameleler
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak
nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
93. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek
şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran
veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye
sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir
Canan, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak kişi üzerinde uygulanan
muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir
etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).
94. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini
oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde
değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı
ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı
durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü
muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da
alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın
belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir
muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda
insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle
bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde
olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı
davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler,
engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan
bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle
bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 90).
95. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken
gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği
durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama
getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma
yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları
ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların
ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa, § 104). Aynı ilke,
özgürlükten yoksun bulundukları ve ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve
kontrolüne tabi oldukları değerlendirildiğinde ceza infaz kurumunda bulunan
tutuklu ve hükümlüler için de geçerli olacaktır (S.D., § 90).
96. Anayasa'nın 17. maddesi, cezaevinde güvenliği
sağlamak, düzeni korumak ve suç işlenmesini önlemek için güç kullanımını
yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda mevzuata uygun olarak
ve sadece kaçınılmaz hâllerde aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri
tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul
edilmektedir. Ayrıca, kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel
güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller prensip
olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Ali
Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81, 82).
97. Cezaevinde oldukları için dış dünyayla ilişkileri
kesilen veya kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek
doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı
olmayan başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele davranışları
yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın güçlüğü
nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarına ilişkin
olarak ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca
ulaşılması mümkündür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 99).
98. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin
incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup
bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü
üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hâllerde son derece dikkatli davranması
gerekmektedir. Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin
incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede
güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili
iddialarda bulunulduğu zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir
inceleme yapmalıdır. Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri
değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan Anayasa
Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları
değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele
iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman ceza
hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı
tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi Anayasa’da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlükler, Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu
protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa
Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir
bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan derece mahkemelerinin
bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu
mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de
kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
99. 10/7/2007 tarihinde İnfaz Kurumunda hükümlü olarak
bulunan başvurucuların revire götürülmek üzere odalarına gidildiğinde aramaları
yapılırken ayakkabılarını çıkarmadıkları, koridorda ilerlerken başka bir odada
bulunan hükümlülerle konuşmaya çalıştıkları, görevliler tarafından
uyarıldıklarında Kenan Özyürek’in tehdit ve hakaret içeren sözler sarf etmesi
üzerine odasına geri getirildiği, bunun üzerine Cengiz Kahraman’ın da "Arkadaşım
revire çıkmıyorsa ben de çıkmam." diyerek memurlarla tartışmaya
başladığı, kendini yere atarak odasına gitmemek için direndiği, görevli
memurlar tarafından müdahale edilerek odasına götürüldüğü şeklinde tutanak
tutularak başvurucular hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.
100. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın Ankara Numune Hastanesi
üroloji polikliniği tarafından tanzim olunan raporunda sağ skrotumda
darp tarif ettiği, fizik muayenede sol skrotum ve testis normal, sağ skrotum
ekimotik, testis hassas, sağ skrotumda hafif ödem mevcut, sağ testis
inferiarda 17-20 mm hipoekotik hematomla uyumlu görünüm bulunduğu
belirtilmiş; İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun raporunda yaralanmanın
kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin
basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif olmadığı, sağ testisteki
hematomun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesiyle meydana gelebilecek
nitelikte olduğu bildirilmiştir.
101. Başvurucu Cengiz Kahraman beyanlarında Cezaevi
koridorunda beklediği sırada İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş.nin testislerine tekme
vurduğunu, yere düşünce kim olduğunu bilmediği başka bir infaz ve koruma
memurunun da bacaklarına vurduğunu söylemiştir. Sanık Ş.Ş., başvurucu Cengiz
Kahraman’ın nasıl yaralandığını bilmediğini, hükümlülerin Cezaevinde üçer
kişilik odalarda kaldıklarını, kendi kendilerini yaralamış olabileceklerini,
sanık A.K., hükümlülerin idareyi zor durumda bırakmak için birbirlerini
darbettiklerini söylemiştir.
102. Devletin koruma ve gözetimi altında bulunan
başvurucuda doktor raporlarıyla tespit edilen yaralanma nedeniyle işkence ve
kötü muamele iddiasının savunulabilir düzeyde ciddi olduğu, söz konusu
yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve
başvurucunun iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün artık
devlete ait olduğu (bkz. §97) ancak şüpheli infaz ve koruma memurlarının
savunmalarının yaralanmanın sebebine ilişkin makul, tatminkâr ve ikna edici bir
açıklama getirmediği anlaşılmıştır.
103. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında verilen doktor
raporları, başvurucu Cengiz Kahraman’ın beyanları ve kamera kayıtlarına göre
infaz ve koruma memurları ile başvurucular arasında başvurucuların revire
götürülmeleri sırasında Cezaevi koridorunda tartışma olduğu, başvurucu
Cengiz’in cinsel organının bulunduğu bölgeden yaralandığı sabit ise de bu
yaranın nerede ve kaç kişi tarafından gerçekleştirildiği konusunda iddia ve
savunmalar arasında çelişkiler bulunmaktadır.
104. Anayasa Mahkemesi, soruşturma ve kovuşturma
makamları tarafından verilen kararları maddi vakıa ve hukuki yönden inceleyen
bir merci değildir (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015, §
53). Yapılan yargılama sonucunda başvurucu Cengiz Kahraman’ın İnfaz ve Koruma
Memuru Ş.Ş. tarafından darbedildiğine ilişkin iddiaları, cezaevi koridorunu
gösteren kamera kayıtlarının incelenmesinde görevliler tarafından hükümlülerin
ayakkabı aramaları sırasında darbedildiklerine dair bir görüntünün
bulunmadığına ilişkin tespit, başvurucu Kenan Özyürek’in yaralandığına ilişkin
herhangi bir iddiasının ve adli raporunun bulunmaması ve diğer deliller
gözönünde bulundurularak Mahkemece tanık E.Z.nin her iki başvurucunun
darbedildiğine dair beyanlarına itibar edilmeyerek şüpheli A.K.nin delil
yetersizliğinden beraatiyle eylemin şüpheli Ş.Ş.tarafından gerçekleştirildiğine
karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rolün ikincil nitelikte
olması, delilleri değerlendirmenin kural olarak kovuşturma makamlarının görevi
kapsamında bulunması nedeniyle Mahkeme tarafından yapılan bu tespitten ayrılmak
için bir neden görülmemektedir.
105. Başvurucuların ayakkabılarını aratmak istememesi
üzerine infaz ve koruma memuru tarafından arama yapmak amacıyla bir müdahalede
bulunulmadığı, başvurucuların her ikisinin de aramaları yapıldıktan sonra
revire gitmek üzere koridorda ilerlerken diğer başvurucu Kenan Özyürek'in
A.11.33 No.luodada kalan hükümlülerle konuşması üzerine odasına geri
götürülmesine karşı tepki göstermesi üzerine başvurucu Cengiz'in de odasına
geri götürüldüğü ancak kamera izleme tutanağından anlaşılacağı üzere (bkz. §
23)bu sırada başvurucunun darbedilmediği, başvurucunun kamera görüntüsü
kapsamında kalmayan odasına götürüldükten sonra darbedildiği anlaşıldığından
kullanılan güçle gerçekleştirilmek istenen amacın meşru ve orantılı olup
olmadığı konusunda ayrıca inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.
106. Başvuruya konu olayda, devletin negatif
yükümlülüğüne aykırıeylemnedeniyle yürütülen yargılama sonucunda bir sanık Ş.Ş.
hakkında kasten yaralama eyleminden on ay hapis cezası ve hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına hükmedilmiştir. Mahkemece verilen bu cezanın maruz kaldığı
kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlayabilecek nitelikte
olup olmadığının belirlenmesi amacıyla eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında sayılan kötü muamele türlerinden işkence, eziyet ve insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasaklarından hangisi kapsamında kaldığı,
başka bir ifadeyle eylemin vasfının tespit edilmesi gerekir.
107. Hükümlü olarak devletin gözetim ve koruması altında
bulunan başvurucunun adli raporlarına göre sağ bacak ve belinde ağrı
şikâyetinin olduğu, her iki testisinde ödem ve ekimoz bulunduğu, sağ
testiste 17-20 mm boyutunda hipoekoik alan izlendiği, basit tıbbi
müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı tespit edilen yaralanma asgari
ağırlık eşiğini aşmıştır. Başvurucu, insan onuruna aykırı bu eylem neticesinde
bedensel ve ruhsal yönden acı çekmiştir. İnfaz ve koruma memuru/memurları
tarafından başvurucu kaldığı odaya götürüldükten sonra meşru bir amaç
olmaksızın darbedilmiş olupbelli bir amaçla bir plan dâhilinde meydana
gelmeyen, anlık bir şekilde oluşan eylem işkence seviyesine varan çok ağır ve
zalimane mahiyet taşımamaktadır. Anayasa Mahkemesininbir kararında da vücudunun
muhtelif yerlerinde basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanan
hükümlüye karşı gerçekleştirilen eylem eziyet kapsamında değerlendirildiğinden
(S.D., § 98), başvuru konusu olayda da bu değerlendirmeden ayrılmayı
gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
108. Aşağıda eziyet yasağının usul boyutunun
incelenmesinde ayrıntıları açıklanacağı üzere maruz kalınan kötü muamele
nedeniyle kamu görevlisi olan sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararının başvurucu açısından yeterli giderim sağlamadığı, ayrıca
herhangi bir disiplin işleminin uygulandığına ilişkin bir veri de
bulunmadığından başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından
bahsedilemeyecektir. Bu nedenle her ne kadar İlk Derece Mahkemesi, devletin
negatif yükümlülüğüne aykırı olacak şekilde eziyet yasağını ihlal ettiğini
tespit etmiş ise de yaptırım yetersiz olduğundan yasağın maddi boyutu ihlal
edilmiştir.
109. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi
yönden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
b. Anayasa’nın
17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel
İlkeler
109. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu
görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları
altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 110).
110 İşkence ve kötü muameleyle ilgili tüm adli
kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına
yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul
altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır
saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin
vermemelidir. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları
ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların
koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve
suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri
gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari
ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine
getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).
111. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar
başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî
bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların
belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı
olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve
bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak
kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün
olacaktır (Tahir Canan, § 25).
112. İşkence ve kötü muamele konusundaki iddialar, uygun
delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek
için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki
bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen
birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu koşulların tespiti hâlinde kötü
bir muamelenin varlığından bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394,
6/3/2014, § 28).
113. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin
maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde
uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç
yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan
burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin,
başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da
cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza
kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
114. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli
olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için
soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir.
Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir
şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer,
olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya
da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara
dayanmamalıdır. Bu amaçla yetkililer mağdurun iddialarıyla ilgili ayrıntılı
ifadesini almalı, tıbbi bulguların özellikle de yaraların sebebine ilişkin
objektif bir analiz yapmalıdır. Soruşturmada yaranın sebebini veya sorumlu
kişiyi ortaya çıkarma yeteneğini sakatlayan bir kusur, bu standartla çelişme
riski yaratacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
115. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek
başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış
olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa
olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet
yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin
belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda
soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak
özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir
Canan, § 25).
116. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan
soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir.
Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen
sebeplerin ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü
muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka
aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi,
herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun
güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız
ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
117. Başvurucu Cengiz Kahraman, Ceza İnfaz Kurumunda
revire gitmek istemesi üzerine infaz ve koruma memuru/memurları tarafından
darbedildikten sonra revirde bulunan Bayan Dr. N.S.Y. tarafından muayene
edilmeden sadece ağrı kesici verilerek odasına geri gönderildiğini, ağrılarının
geçmemesi üzerine aynı gün saat 21.30’da Doktor M.K. ve Sağlık Memuru E.T.
tarafından kendisine ağrı kesici verilmek istendiğini ancak kendisinin kabul
etmediğini, ertesi gün 11/4/2007 tarihinde üçüncü bir doktor tarafından muayene
edildiğinde ilk olarak Sincan Devlet Hastanesine, oradan da Ankara Numune
Hastanesine sevk edildiğini, Cezaevinde doktorlar tarafından düzenlenen
raporların İstanbul Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu, Dr. N.S.Y.nin duruşmadaki
ifadesinde Cezaevindeki uygulamaları bilmediğinden sağlık memurlarının
yönlendirmesi sonucunda başvurucunun testislerine bakmadan rapor yazmış ve
tedavi uygulamış olabileceğini dair beyanlarının da bu hususu teyit ettiğini,
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, Cezaevinden kamera
kayıtlarının getirtilip incelenmesi talebinin reddedildiğini belirterek
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele
yasağının usul yönünden ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
118. Başvurucu darbedildikten sonra infaz ve koruma
memurları tarafından olayla ilgili tutanak düzenlenmiş ancak bu tutanakta
başvurucunun yaralandığına dair herhangi bir açıklama yapılmamıştır.
Başvurucular tarafından 16/4/2007 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına suç
duyurusunda bulunulması üzerine bu yazının Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesi için yazılan üst yazıda başvurucular hakkında idari soruşturma
başlatıldığı bildirilmiştir. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın yaralanmasından sonra
Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olayın soruşturma yapılmak üzere Cumhuriyet
Başsavcılığına bildirilmemesi nedeniyle soruşturmanın gecikmeli olarak
başlamasına sebebiyet verilmiştir.
119. Başvurucu, kendisini Cezaevinde tedavi eden
doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Protokolü’nün 1 No.lu
Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını ileri sürmüştür.
120. 10/4/2007 tarihinde saat 11.30 sıralarında başvuru
konusu olayın meydana gelmesinden sonra Dr. N.S.Y. tarafından tanzim edilen
1489 sayılı Ceza İnfaz Kurumu raporunda; sağ bacakta ve belinde ağrı olduğunu
söyleyen kişinin yapılan muayenesinde kesi ve sıyrığa rastlanmadığı, fizik
muayenede herhangi bir hassasiyeti olmadığı, Diclafrom ampul uygulandığı
kayıtlıdır. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 2. maddesinde devletlerin,
işkence ve kötü muamele şikâyetleri ve bildirimlerinin anında ve etkili bir
biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlü olduğu, açık bir şikâyetin olmadığı
durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa
soruşturma yapılması gerektiği belirtilmiştir. Protokol’ün Birinci Eki’nin 6.
maddesinde de işkence ve kötü muayene iddialarında adli muayenenin yapılma
usulü düzenlenmiştir. Anılan rapor, 6. maddeye aykırı şekilde tanzim
edilmiştir. Bu maddede devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının
mevcut olmadığı bir ortamda muayene yapılması gerektiği belirtilmişken hekim,
odada kimlerin bulunduğunu rapora yazmadığı gibi adı geçen hekimin duruşmadaki
beyanlarından Cezaevindeki sağlık görevlilerinin kendisini etkilemiş
olabileceğini, başvurucunun testislerine bakmadan muayene etmiş olabileceğini
ifade etmiştir. Sonraki raporlarda testiste hematom bulunduğunun
belirtildiği, olay öyküsünün rapora dercedilmediği, muayene edilen kişinin
görüşüne raporda yer verilmediği, hekim tarafından raporun bir suretinin
işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili makama
gönderilmediği anlaşılmıştır.
121. Aynı gün başvurucunun şikâyetlerinin devam etmesi
üzerine saat 21.30’da Cezaevi revirinde Dr. M.K. tarafından yapılan muayene
sonucundaki raporda, başvurucunun her iki testisinde minimal ödem ve ekimoz
olduğu, tedavi uygulanmak istendiği ancak kişinin tedaviyi kabul etmediği
bildirilmiştir. Bu raporun da İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6.
maddesindeki şartları taşımadığı, muayene sırasında üçüncü kişinin bulunup
bulunmadığı, olayın öyküsünün ve muayene edilenin görüşlerinin raporda yer
almadığı, raporun işkence ve kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili
olanlara gönderilmediği anlaşılmıştır.
122. Başvurucunun şikâyet dilekçesinde muayene
sırasındaki eksiklikler açıkça anlatılmasına, sonradan Sincan Devlet Hastanesi
ve Ankara Numune Hastanesince tanzim edilen raporlar ve çektirilen USG
raporuyla Ceza İnfaz Kurumunda tanzim edilen ilk rapor arasında önemli
sayılabilecek çelişkiler bulunmasına rağmen ilgili doktorlar hakkında yapılan
soruşturmada muayeneyi gerçekleştiren ve hakkında soruşturma yapılan hekimlerin
savunmaları alınmadan ve raporlardaki çelişkiler değerlendirilmeden 23/5/2008
tarihli ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, keza Dr. N.S.Y.nin
duruşmada verdiği beyanında başvurucuyu muayene sırasında başvurucunun
testislerine bakmamış olabileceğini söylediği anlaşılmıştır. Ayrıca
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın şüpheliler kısmında hakkında
soruşturma yapılan doktorlar ve sağlık görevlilerin kimlik bilgilerine yer
verilmemiştir. Öte yandan bu kararın ne başvuruculara ne de şüpheliye tebliğ
edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
123. Başvurucu Cengiz Kahraman; kamera görüntülerinde
darbedildiği kısmın silinmiş olabileceğini, bu nedenle kayıtlarda görüntülerin
yer almamış olabileceğini, kamera kayıtlarının yeniden incelenmesi talebinin
Mahkemece değerlendirilmediğini ileri sürmüştür.
124. Olayın Cumhuriyet Başsavcılığına başvurucular
tarafından bildirildiği 16/4/2007 tarihinde ilk olarak teknik nitelikli
delillerden olan kamera kayıtlarının muhafaza edilerek incelenmesi gerekmesine
rağmen şikâyet tarihten yaklaşık on bir ay sonra Cumhuriyet savcısı tarafından
keşif yapılıp cezaevine gidilerek kayıtlar incelenmiştir. Kamera kayıtlarının
incelenmesinde başvurucunun darp edildiğine dair bir görüntünün bulunmadığı
tutanağa geçirilmiş ise de kayıtlar uzman bir bilirkişiden yardım alınmadan
incelenmiş, kayıtlarda tahribat yapılıp yapılmadığına ilişkin herhangi bir
araştırma yapılmadığı anlaşılmıştır. Kayıtların olayın üzerinden bu kadar uzun
bir süre geçtikten sonra incelenmesi, başvurucu tarafından yargılama sırasında
ifade edildiği üzere kayıtlarda tahribat yapıldığı kuşkusuna yol açması
nedeniyle soruşturmanın tarafı olan başvurucuların yargı teşkilatına olan
güvenini zedeleyebileceği açıktır.
125. Başvurucular ayrıca, işkence ve kötü muamele ile
ilgili olarak sanıklar hakkında açılan kamu davasının makul sürede
sonuçlandırılmaması nedeniyle bir başka usul yükümlülüğünün ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
126. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik
soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması
gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde olayın gerçekleşmesi
üzerine düzenlenen tutanağın İnfaz Kurumunun en üst amiri tarafından Cumhuriyet
Savcılığına gönderilmesi gerekirken ancak altı gün sonra 16/4/2007 tarihinde
başvurucular tarafından suç duyurusunda bulunulması üzerine Cumhuriyet
Savcılığının olaydan haberdar edildiği, 23/5/2008 tarihinde soruşturma
tamamlanarak kamu davası açıldığı, yaklaşık 2 yıl 5 ay sonra Mahkeme tarafından
21/10/2010 tarihinde karar verildiği, bu kararın temyiz edilmesi üzerine
4/6/2013 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından hükmün onanarak
kesinleştiği, soruşturma ve kovuşturmanın bütün olarak yaklaşık 6 yıl 2 ay
sürdüğü, toplam dört sanık bulunan dosyanın yargılamasının bu kadar uzun
sürmesini gerektirecek nitelikte kapsamlı olmadığı anlaşıldığından davanın
makul sürede sonuçlandırıldığı söylenemeyecektir.
127. Yürütülen yargılama sonucunda eziyet yasağının
ihlali niteliği taşıyan kasten yaralama eyleminin gerçekleştiğinin tespit
edildiği ancak soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan faillerin
suç nedeniyle hesap vermelerinin sağlanması ve fiilleriyle orantılı bir ceza
almaları koşulunun yerine getirilmekten uzak şekilde hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
128. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız
kalmasını ifade etmekte; işkence ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak
sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde
cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması
şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan
mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin
gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün olacaktır
(S.D., §§100, 101).
129. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında
orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda, bu tür eylemlerin
önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan oldukça uzak
kalınmakta; kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat
aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi
sonucu doğmaktadır (S.D., 102).
130. İlk Derece Mahkemesince sabit görülen eylemin
nitelik ve ağırlığı dikkate alındığında, sanık Ş.Ş. hakkında verilen 10 ay
hapis cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına kararı
sonucunda, sanığın deneme süresi içerisinde suç işlememesi hâlinde bu cezanın
hiç vaki olmamış sayılarak adli ve memuriyet siciline yansımayacaktır. Verilen
bu karar cezanın infazının ertelenmesinden daha güçlü bir etkiye sahiptir ve
sanığın cezadan muaf tutulması ile sonuçlanmaktadır (Benzer yönde AİHM kararı
için bkz. Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46).
131. Sonuç olarak 10/4/2007 tarihinde olayın
gerçekleşmesi üzerine düzenlenen tutanağın Ceza İnfaz Kurumu tarafından
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmediği, başvurucular tarafından 16/4/2007
tarihinde suç duyurusunda bulunulmasına rağmen tahrip edilebilecek ve
kaybolabilecek nitelikte delil soruşturmada en önemli delil olan kamera
kayıtlarının olaydan yaklaşık on bir ay geçtikten sonra incelendiği, gerçeğe
aykırı rapor düzenlediği iddia edilen doktorların savunmaları alınmadan ve
raporlar arasında bulunan çelişkilerin nedeni araştırılmadan kovuşturmaya yer
olmadığına karar verildiği, duruşmada başvurucuyu ilk kez muayene eden Dr. N.S.Y
tarafından başvurucunun yaralandığı bölgeyi görmeden ve Cezaevi görevlilerinin
etkisi altında rapor tanzim etmiş olabileceği yönündeki beyanı üzerine herhangi
bir işlem yapılmadığı, soruşturma ve kovuşturmanın makul sürede tamamlanmadığı,
sanık Ş.Ş. hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği,
bu nedenlerle eziyet yasağıyla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmadığı
anlaşılmıştır.
132. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
133. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
134. Başvurucu Cengiz Kahraman işkence ve kötü muamele
yasağının ihlalinin tespiti, miktarı sonradan belirlenecek maddi ve manevi
zararının giderilmesini talep etmiştir.
135. Başvurucu Cengiz Kahraman yönünden eziyet yasağının
esas ve usul bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
136. Eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için sanık Ş.Ş.nin yeniden yargılanmasında, gerçeğe aykırı olarak
düzenlediği iddia olunan doktor raporlarıyla ilgili olarak yeniden soruşturma
yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Ankara Batı
(Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesine ve Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
137. Eziyet yasağının esas ve usul yönünden ihlali
nedeniyle yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucu Cengiz Kahraman’a net 30.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
138. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi
için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu maddi yönden zarar gördüğüne dair
herhangi bir belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
139. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç
ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucu
Cengiz Kahraman’aödenmesine karar verilmesi gerekir.
140. Başvurucu Kenan Özyürek’in başvurusunun kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle reddine karar verildiğinden adına yapılan
yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurucu Kenan Özyürek’in işkence ve kötü muamele
yasağı ile bu hakla bağlantılı olarak etkli başvuru hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın işkence ve kötü muamele
yasağı ile bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuk
yolunun bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak etkili başvuru hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın işkence ve kötü muamele
yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucu Cengiz Kahraman yönünden eziyet yasağının
esas ve usul bakımından İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. 1. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması amacıyla hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilen hekimler ve sağlık görevlileri yönünden yeniden soruşturma yapılmak
üzere Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
2. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması amacıyla hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilen sanık Ş.Ş. yönünden yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Batı (Sincan)
1. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucu Cengiz Kahraman’a net 30.000 TL manevi
tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCU CENGİZ KAHRAMAN’A ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Başvurucu Kenan Özyürek için, yapılan yargılama
giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.