TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
CENGİZ KAHRAMAN VE KENAN ÖZYÜREK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/8137)
Karar Tarihi: 20/4/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Hüseyin MECEK
Başvurucular
1. Kenan ÖZYÜREK
2. Cengiz KAHRAMAN
Vekili
Av. Gül ALTAY
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuları darbetmeleri nedeniyle haklarında dava açılan infaz ve koruma memurları ile ilgili olarak etkili soruşturma yapılmadan beraat ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 4/11/2013 tarihinde İstanbul 1. İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. 2013/8137 ve 2013/8144 sayılı başvuruların sırasıyla Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/7/2014,Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihlerinde, kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. 2013/8137 ve 2013/8144 sayılı başvuruların konu yönünden hukuki irtibatları nedeniyle 25/5/2015 tarihinde birleştirilmesine ve incelemenin 2013/8137 sayılı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 20/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 19/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 7/12/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular olay tarihinde Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadırlar.
10. Başvurucular 10/4/2007 tarihinde İnfaz Kurumunun sağlık ünitesinde muayene olmak istemeleri üzerine görevli memurlarca saat 11.00 sıralarında kaldıkları A.1.32 No.lu odadan alınmışlardır. Başvurucular revire gitmeden önce infaz ve koruma memurları tarafından yapılmak istenen aramaya karşı gelerek ayakkabılarını çıkarmak istememişlerdir. Görevliler tarafından yapılan aramadan sonra koridordan revire ilerledikleri sırada başvurucu Kenan Özyürek, A.11.33. No.lu odanın kapısını çalarak orada kalan hükümlü arkadaşlarıyla mazgaldan konuşmak istediğinde görevlilerin uyarısı üzerine başvurucularla infaz ve koruma memurları arasında tartışma çıkmıştır. Olay sırasında başvurucular darbedildiklerini, İnfaz ve Koruma memurları Ş.Ş. ve A.D. ise tehdit ve hakarete maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.
11. Başvurucular 16/4/2007 tarihli dilekçeyle infaz ve koruma memurları tarafından yapılan eylemler ile bundan sonra tedavi sürecindeki aksaklıklarla ilgili olarak suç duyurusunda bulunmuşlardır.
1. Olay Tutanağı
12. İnfaz Kurumunda görevli on bir kişi tarafından tutulan tutanakta 10/4/2007 tarihinde saat 11.23’te A.11.32 No.lu odada kalan Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in revire çıkmak üzere odalarından alınmaya gidildiği sırada aramaları yapılırken ayakkabılarını çıkarmadıkları, slogan attıkları, ayakkabılarının çıkarılmasında zorluk çıkardıkları daha sonra koridorda ilerlerken A.11.33. No.lu odanın kapısına vurarak içerde bulunan hükümlülerle konuşmaya çalıştıkları, uyarıldıklarında ise "Siz ne karışıyorsunuz?" diyerek karşılık verdikleri, A Blok açık görüş mahallinden geçerken Kenan Özyürek’in memurlara tehdit ve hakaret içeren sözler sarf ettiği, bunun üzerine Kenan Özyürek’in ise herhangi bir olaya sebebiyet verilmemesi için odasına geri getirildiği, Cengiz Kahraman’ın ise olay yerine gelen diğer infaz ve koruma memurları tarafından revire götürülmek üzere teslim alındığı ancak Cengiz Kahraman’ın "Arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmam." diyerek memurlarla tartışmaya başladığı, kendini yere atarak odasına gitmemek için direndiği, görevli memurlar tarafından müdahale edilerek odasına götürüldüğü, nöbetçi müdürün bilgisi dâhilinde sonradan her ikisinin de revire götürüldüğü belirtilmiştir.
2. Adli Raporlar
13. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında Ceza İnfaz Kurumunun 10/4/2007 tarihli ve 1489 sayılı Dr. N.S.Y. tarafından tanzim olunan raporunda hastanın görevliler tarafından darbedildiği, sağ bacakta ve belinde ağrısı olduğunu beyan ettiği, yapılan muayenede kesi ve sıyrığa rastlanmadığı, fizik muayenesinde herhangi bir hassasiyetinin bulunmadığı, şikâyetine istinaden dicloflam intra musculer uygulandığı, TA ve nabzın normal olduğu belirtilmiştir.
14. 10/4/2007 tarihli ve 22.00 saatli Dr. M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından tutulan tutanakta saat 21.30’da Cezaevi Müdürlüğünün talebi üzerine Kuruma geldikleri, A.11.32 No.lu odada kalan hasta Cengiz Kahraman’ın Cezaevi revirinde fiziki muayenesinde her iki testisinde minimal ödem ve sağ skrotal ekimozu ve prepisyonunda minimal ekimoz bulunduğu, başkaca bir patoloji saptanmadığı, hastanın iğneyle tedaviyi kabul etmediği, daha önce gelen doktorun da kendisini muayene etmediğini söylediği kayıtlıdır.
15. Sincan Devlet Hastanesinin 11/4/2007 tarihli ve 298591 protokol numaralı Dr. H.P. tarafından yapılan muayene kaydında testis bölgesine darbe alan kişinin testislerinde şişlik ve ödem olduğu, Ankara Numune Hastanesi Üroloji Kliniğine sevkinin uygun olduğu yazılıdır.
16. Üroloji Servisinin talebi üzerine başvurucu Cengiz Kahraman’ın radyoloji filmi çektirilmiştir. Ankara Numune Hastanesi Radyoloji Servisi tarafından verilen 11/4/2007 tarihli raporunda; her iki testis skrotumda ve normal boyutlarda olup konturları düzgün olduğu, sağ testis inferior kesiminde 17x20 mm boyutlarda, düzensiz sınırlı, hipoekokik alan izlendiği, bilateral epididim boyut ve eko yapısı normal olup epididimlerde yer alan kitle lezyonu saptanmadığı, skrotum sağ tarafındanda cilt-cilt altı yumuşak doku ödemli izlendiği, sağda skrotal sıvı minimal arttığı belirtilmiştir.
17. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında Numune Hastanesi üroloji polikliniğinin 11/4/2007 tarihli ve 1226275 sayılı raporunda; sağ skrotumda darp tarif ettiği, fizik muayenede sol skrotum ve testis normal, sağ skrotum ekimotik, testis hassas, sağ skrotumda hafif ödem mevcut, hg: 13.8, TU: 1-2 lokosit, streod USG: sol testis normal, sağ testis inferiarda 17-20 mm hipoekotik hematomla uyumlu görünüm, acil ürolojik cerrahi düşünülmedi, 2 hafta poliklinik kontrolünün uygun olduğu, skrotal elevasyon, saatte 5 dk buz uygulamasının uygun olduğu yazılıdır.
18. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı kararında sağ testiste hematoma neden olan yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif olmadığı, sağ testisteki hematomun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesiyle meydana gelebilecek nitelikte olduğu bildirilmiştir.
3. Başvurucuların Beyanları
19. Başvurucu Kenan Özyürek 5/7/2007 tarihinde Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 20/11/2008 tarihinde Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında olay günü saat 11.20’de revire gitmek üzere infaz ve koruma memurlarının nezaretinde odadan çıktıklarını, A.11.13 No.lu odanın önünden geçerken orada kalan bir hükümlüye selam vermek istediğini ancak görevlilerin buna müdahale ettiklerini, arkasından iteklediklerini, bunun üzerine onlarla tartıştığını, memurların kendilerini revire götürmekten vazgeçerek 11.30’da odalarına geri getirdiklerini, memur A.K.nin kendisine şerefsizler diyerek hakaret ettiğini, kendisini memur M.Ö.nün ittirip duvara çarptırdığını, kendisini odaya bıraktıktan sonra memurların, arkadaşı Cengiz Kahraman’ın bacaklarına ve cinsel organının bulunduğu bölgeye tekme vurduklarını, bunu seslerinden duyarak anladığını ancak fiilen vurma anını görmediğini, saat 12.45’te Cengiz Kahraman’ın ağrıları arttığı için birlikte revire çıktıklarını, kendisi revirde bayan doktora muayene olduktan sonra içeriye Cengiz Kahraman’ın girdiğini, Cengiz Kahraman’ın doktor odasından çıktıktan sonra doktorun kendisiyle ilgilenmediğini söylediğini, hükümlü E.Z.nin havalandırma boşluğundan olayı gördüğünü, bu nedenle tanık olarak dinlenmesi gerektiğini, kendisine hakaret eden itip kakan görevlilerden şikâyetçi olduğunu söylemiştir.
20. Başvurucu Cengiz Kahraman 5/7/2007 ve 25/3/2008 tarihlerinde Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 20/11/2008 tarihinde Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında Kenan Özyürek’le birlikte iki infaz ve koruma memuru nezaretinde A.11.33 No.lu odanın önünden geçerken Kenan'ın odada kalan bir hükümlüye merhaba demek istediğini, görevli memurlarla sert bir şekilde tartışmaya girdiğini, memurun eliyle Kenan’ı ittirdiğini,Kenan’ın da beni ittirme, ne söylüyorsan sözlü olarak söyle dediğini, bunun üzerine tartışma çıktığını, daha sonra Kenan’ı odasına geri götürdüklerini, kendisi malta (Cezaevi koridoru) kısmında beklediği sırada sanık Ş.Ş.nin hakaret ettiğini ve hayalarına tekme vurduğunu, yere düşünce bacaklarına da vurduğunu, bu sırada başka bir infaz ve koruma memurunun da bacaklarına vurarak sizin onurunuzu sinkaf edeyim şeklinde küfrettiğini, daha sonra karga tulumba odasına götürüldüğünü, fenalaştığı için kendisini doktora götürdüklerini, cezaevindeki bayan doktorun kendisini hiç muayene etmeden, darp edilen yere bakmadan ağrı kesici iğne yaptığını, odasına geri döndükten sonra cinsel organının çevresinde şişkinlik olduğunu ve kan toplandığını görmesi üzerine tekrar revire çıkmak istediğini ancak revire götürmediklerini, aynı günün akşamı revire tekrar götürdüklerini, sağlık merkezinden bir başka doktorun kendisini başından savmak istercesine hiçbir şeyin yok, ağrı kesici yapıp göndereyim dediğini, bunun tedavi yöntemi olmadığını söyleyerek hastaneye sevkini istediğini ancak sevk yapmadıklarını, ertesi gün tekrar şişkinlik olunca revire gittiğini, kanaması olduğu tespit edilince Sincan Devlet Hastanesine sevk edildiğini, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, darp olayının maltada olduğunu, bu nedenle kamera görüntülerinde yer alması gerektiğini, kendisinin darbedildiği anı gösteren kamera görüntülerinin birileri tarafından silindiği kanaatinde olduğunu, kendisini yaralayan kişinin Ş.Ş. isimli memur olduğunu ancak kendisi yere düşünce tekme atan diğer görevlinin kim olduğunu bilmediğini beyan etmiştir.
4. Sanıklar Ş.Ş. ve A.K.nin Savunmaları
21. Sanık Ş.Ş. 12/7/2007 tarihli Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 19/9/2008 tarihli Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında, başvurucuları olay günü revire götürmek üzere odalarından çıkardıklarında üst aramalarını bahane ederek slogan attıklarını, ilerdeki koğuşta bulunan aynı örgüt mensubu diğer hükümlülerle selamlaşmak ve onları da slogana eşlik ettirmek için yüksek sesle bağırıp Cezaevinin huzurunu bozduklarını, kendilerini uyardıklarını, bu şekilde davranırlarsa revire gidemeyeceklerini söylediklerini, daha sonra bu kişileri odalarına geri götürürken Cengiz’in kendini yere attığını, yerden kaldırarak odasına bıraktıklarını, Cengiz’in ayağıyla karnına vurduğunu, odalarda kamera olmadığını, Cengiz’in nasıl yaralandığını bilmediğini, Cezaevinde hükümlülerin üçer kişilik odalarda kaldıklarını, odalarında kendilerini yaralamış olabileceklerini söylemiştir.
22. Sanık A.K. 10/7/2007 tarihli Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 19/9/2008 tarihli Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında olay günü A Blok'ta görevli olduğu sırada duyduğu sese doğru yöneldiğinde Cengiz Kahraman’ın "Onursuz aramaya son." şeklinde slogan attığını, ayrıca kendisini yerden yere atmaya çalıştığını, daha sonra Cengiz’in "Arkadaşım revire gitmiyorsa ben de gitmiyorum." dediğini, bunun üzerine zor kullanma yetki sınırını aşmadan adı geçen tutuklu Cengiz’i odasına götürdüklerini, kimseyi darp etmediğini, hükümlülerin idareyi zor durumda bırakmak için birbirlerini darbettiklerini söylemiştir.
5. Kamera İzleme Tutanağı
23. Cumhuriyet savcısı 25/3/2008 tarihinde İnfaz Kurumunda keşif yaparak kamera kayıtlarını incelemiştir. Olayla ilgili olarak 10/4/2007 tarihli kayıtların tutulduğu A Blok 11. koridorun görüntülendiği kameranın incelenmesi neticesinde saat 11.23’te tutukluların bulunduğu oda kapısının açıldığı, bir grup infaz ve koruma memurunun kapı açık olduğu hâlde oda önünde beklediği, tutukluların üst aramalarının yapıldığı, 11.25’te başvurucuların üç infaz ve koruma memuru nezaretinde götürüldüğü, bu sırada başvurucu Kenan Özyürek’in bir odanın yanında geçerken odanın mazgalına doğru eğildiği, bir şeyler söylediği ancak ne söylediğinin anlaşılmadığı, görevli infaz ve koruma memurunun uyarısı ile yürümeye devam edildiği, A Blok'tan B Blok'a geçişin görüntülendiği 2 No.lu kameranın incelenmesi neticesinde saat 11.19’da başvurucu Cengiz Kahraman’ın yürümemek için infaz koruma memurlarına direndiği, üç infaz koruma memurunun Cengiz Kahraman’ı el ve kollarından tutmak suretiyle götürdüğü, 11.19’da iki infaz koruma memurunun tutuklu başvurucu Kenan Özyürek'i el ve kollarından tutmak suretiyle götürdüğü ancak başvuruculara karşı herhangi bir darp ve cebrin uygulanmadığının tespit edilmiştir.
6. Tanık Beyanları
24. İnfaz ve koruma memuru E.D., M.Ö., M.G. ve Ö.D.,6/7/2007, İnfaz ve Koruma Memuru E.G. 13/7/2007 tarihli beyanlarında şüpheli A.K.nin beyanlarıyla aynı mahiyette ifade vermişlerdir.
25. Cezaevi Müdür Yardımcısı A.Y.D. 6/7/2007 tarihli beyanında olay günü nöbetçi müdür yardımcısı olarak görevli olduğunu, personelin hükümlüler Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman'ın revire çıkarken slogan attıklarını ve aramaya karşı mukavemet gösterdiklerini, bu nedenle odalarına geri konulduklarını ve adı geçen hükümlüleri tekrar revire çıkmak istediklerini söylediklerini, kendisinin adı geçen hükümlülerin tekrar revire çıkmaları için görevli memurlara talimat verdiğini, aynı zamanda hükümlülerin bulunduğu bloğa giderek hükümlüler revire gidene kadar yanlarında refakat ettiğini, adı geçen hükümlülere zor kullanma yetki sınırının aşılması suretiyle etkili eylemde bulunulmadığını söylemiştir.
26. İnfaz ve Koruma Memuru İ.A. 14/11/2007 tarihli beyanında olay tarihinde mahkûmların bulunduğu koridorda A Blok'ta vardiya memuru olarak görevli olduğunu, İnfaz ve Koruma Memurları M.Ö. ve E.D.nin birlikte Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’i müracaatları doğrultusunda sağlık kontrolüne götürmek üzere geldiklerini, iki mahkûmu aldıklarını, üstlerinde arama yaptıklarını, başvurucuların ayakkabı aramasını engellemek için direndiklerini, "Onursuz aramaya son." diyerek slogan attıklarını, koridorda ilerken A.11.33 No.lu odanın hizasına geldiklerinde memurların uyarılarına rağmen burada kalan mahkûmlarla mazgaldan konuşmak istediklerini,memurların uyarması üzerine memurlarla tartışmaya başladıklarını, memurların elleriyle onların omuzlarından işaret ederek devam etmelerini ve koridorda durmamalarını söylediklerini, memurlar tarafından herhangi bir cebir kullanılmadığını, sadece sözlü olarak tartıştıklarını, A Blok'ta sabit görevli olduğu için A Blok'tan çıkıldıktan sonra ne olduğunu görmediğini, beş dakika sonra yine her iki memur refakatinde A Blok'a döndüklerinde Cengiz ile Kenan'ın memurlarla tartıştıklarını, muayeneye gitmek istemediklerini anladığını, vazgeçip geri geldikleri için her ikisini de odalarına geri konduğunu, koğuş kilitlendikten sonra aradan iki üç saat geçince Cengiz Kahraman’ın revire gitmek istediğini söylediğini, müdahale ekibinin gelerek Cengiz’i revire götürdüğünü söylemiştir.
27. Cezaevi Müdür Yardımcısı F.Ç. 14/11/2007 tarihli beyanında olayla ilgili doğrudan bilgisinin olmadığını söylemiştir.
28. İnfaz ve Koruma Memuru T.G. 19/11/2007 tarihli beyanında olay yerine sonradan geldiğinde hükümlülerin odalarına sakinleştirilmek üzere geri götürüldüklerini, aralarında herhangi bir fiilî kavga olayının olmadığını, Kenan Özyürek’in doktora gitmek istediğini söylediğini, 15-20 dakika sonra onları odalarından çıkarıp doktora götürdüklerini, Cengiz Kahraman'a yönelik herhangi bir darp eylemlerinin olmadığını, onların da görevlilere yönelik fiilî bir eylemlerinin bulunmadığını, sadece sözlü tartışmaya girdiklerini, Cengiz Kahraman'ın kendisine karşı etkili eylemde bulunduğunu söylemediğini beyan etmiştir.
29. İnfaz ve Koruma Memuru A.A. 20/11/2007 tarihli beyanında olay günü hükümlülerin revire gitmeden önce üst aramasına direnmeleri nedeniyle odalarına geri götürmek üzere koridorda ilerlerken birisinin kendini yere attığını "Biz kendimizi aratmayız, sizin devletinizi tanımayız, bizi neden burada tutsak tutuyorsunuz, şerefsizler!" diyerek kendilerine hakaret ettiklerini, kendilerini darbetmediklerini söylemiştir.
30. Tanık Dr. H.P. duruşmadaki beyanında olay tarihlerinde 1,5 yıl kadar Cezaevinde görev yaptığını, Cengiz Kahraman’ı isim olarak hatırladığını, o tarihte bu tür iddialarla tutuklu ve hükümlülerin geldiğini, Cengiz Kahraman'ı ne şekilde ve ne sebeple hastaneye sevk ettiğini hatırlamadığını, sevk yazılarındaki imzaların kendisine ait olduğunu, olayı hayal meyal hatırladığını, Cezaevinde doktor olarak görev yaparken tutuklu ve hükümlüler müracaat ettiklerinde tıbbi olarak gerekli görmediği takdirde hastaneye kimseyi sevk etmediğini, Cengiz Kahraman’ı hastaneye sevk ettiğine göre mutlaka tıbbi bir zorunluluk bulunduğunu, olay günü kendisini mesai haricinde çağırdıklarını, Cengiz Kahraman'ın testislerinde bir şişlik bulunduğunu hatta oradaki sağlık görevlilerinin başlarına bir iş gelebileceği endişesiyle hastaneye sevk edilmemesi eğiliminde olduklarını, buna rağmen durumun ciddi olduğunu bildiği için hastaneye sevk ettiğini söylemiştir.
31. Tanık Dr. N.S.Y. duruşmadaki beyanında Sincan Sağlık Grup Başkanlığında görevli olduğunu, zaman zaman geçici görevle Cezaevine de gittiğini, tutuklu ve hükümlüler müracaat ettiklerinde muayenelerini yapıp bulguları sağlık fişlerine yazdığını, olayı hatırlamadığını, hükümlü Cengiz’e ait sağlık fişindeki yazılarla imzanın kendisine ait olduğunu, Cezaevine dışardan geçici olarak gittikleri ve cezaevi uygulamasını tam olarak bilmedikleri için oranın uygulamaları ile ilgili orada görevli bulunan sağlık memurlarından zaman zaman yardım aldıklarını, kendilerini etkileyip yönlendirebildiklerini, kargaşa sırasında belki Cengiz’in testislerine bakmamış ve sözlü beyanlarına göre ilaç uygulamış olabileceğini söylemiştir.
32. Tanık hükümlü E.Z. duruşmadaki beyanında hükümlüler Cengiz ve Kenan’ı önceden tanıdığını, kaldığı odanın havalandırma penceresinden koridorun kısmen göründüğünü, olay sırasında infaz koruma memurlarının Cengiz ve Kenan’ı döverek koridordan götürdüklerini, onların da "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek." şeklinde slogan attığını, sonrasında gürültü olduğunu, isimlerini bilmediği uzun boylu, kel esmer bir infaz koruma memuru ile kısa boylu, kıvırcık saçlı bir infaz koruma memurunun Cengiz ve Kenan'ı döverek götürdüklerini gördüğünü, başka memurların da olduğunu ancak onların vurduğunu görmediğini söylemiştir.
7. İddianame
33. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 23/5/2008 tarihli iddianame ile başvurucular hakkında kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve direnme, görevli İnfaz Koruma Memurları A.K. ve Ş.Ş. hakkında ise zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili bölümleri şöyledir:
“…şikayetçi şüpheliler Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman'ın, bulundukları Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun sağlık ünitesinde istedikleri muayene ve tedavileri yapılmak üzere görevli infaz koruma memurlarınca, odalarından olay günü saat 11.23 sıralarında alındıklarında, yapılmak istenen arama işlemine şüphelilerin, ayakkabılarını çıkarmayı redderek,"onursuz aramaya son" diyerek slogan atıp, arama yaptırmak istemediklerini söyledikleri, ayakkabılarını çıkarmayarak istenen arama işlemini engellemek için direndikleri, görevli memurlar tarafından zorla ayakkabıları çıkarılarak yapılan aramadan sonra, görevlilernezaretinde koridordan revire doğru ilerlerken, önünden geçmekte oldukları ve içerisindeki tutuklu-hükümlü arkadaşlarıyla konuşmak için A.11.33 numaralı odanın kapısını çalıp, içerideki tutuklu arkadaşıyla mazgaldan konuşmaya çalıştığında, görevli memurların uyarısı üzerine, şüpheli Kenan Özyürek'in, "...size ne, siz ne karışıyorsunuz..." şeklinde sözler sarf ettiğinde çıkan tartışmada, görevli infaz koruma memurlarına, "...şerefsizler" diyerek hakaret ettiği,
Görevli memurların olayı yatıştırmak ve şüpheli Kenan Özyürek'i sakinleşmesinden sonra revire götürmek üzere odasına götürdükleri, şüpheli Cengiz Kahraman'ın görevli memurlara, " ...arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmıyorum..." diyerek odasına gitmek istediğini söyleyerek slogan atıp, görevli şikâyetçi memurlarla aralarında çıkan tartışma sırasında kendisini yere atarak odasına gitmemekte protesto amaçlı direndiği, görevli şikâyetçi memurlar tarafından zor kullanılarak kollarından tutulup, yerden kaldırılarak odasına götürüldüğü,
Şikayetçi şüpheli Cengiz Kahraman'ın odasında görevlilerin kendisine vurduğu, tekme attıkları şikâyetiyle alındığı, ceza infaz kurumu nöbetçi müdürünün bilgisi dâhilinde infaz kurumu revirinde tıbbi fiziki muayene uygulandığı, Sincan Devlet Hastanesinin 11/4/2007 tarihli ve 1226274 sayılı üroji muayenesinde; testis bölgesine darbe alan şikayetçinin testislerinde şişlik ve ödem olduğunun ifade edildiği;
Şikayetçi Cengiz Kahraman 5/7/2007 ve 13/5/2008 günlü ifadelerinde, olay günü revire götürülmek üzere bir arkadaşıyla odasından alındığını, iki infaz koruma memuru nezaretinde, A.11.33 numaralı odanın önünden geçmekte oldukları esnada arkadaşının bir hükümlüye merhaba demek istemesi üzerine, görevliler ile aralarında tartışma çıktığını, görevlilerin kendilerini revire götürmediklerini, odalarına götürmek istediklerini, arkadaşını odasına götürdüklerini, iki görevli nezaretinde maltada beklerken şüpheli görevlilerden birinin tekme ile hayalarına vurduğunu, düştüğü yerde diğer şüpheli görevlinin de tekme ile vurduğunu beyan ettiği;
Şüpheli görevlilerin olay sırasında şikâyetçiyi, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı raporunda belirlendiği şekilde, ‘Sağ testisinde hematoma neden olan yaralanmasının, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmayacak nitelikte’ kasten yaraladıkları…”
8. Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar
34. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığının 23/5/2008 tarihli kararı ile haklarında soruşturma yapılan şüpheli İnfaz ve Koruma Memurları T.Ş., İ.A., A.Y.D., M.Ö., M.G., Ö.D., E.D., E.G., A.A. ile isimleri karar başlığında açıkça belirtilmeyen Cezaevi revirinde görevli doktor ve sağlık memurları hakkında hakaret ve görevi kötüye kullanma suçlarından yapılan soruşturmada delil yetersizliğinden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
35. Kararın başvuruculara ve şüphelilere tebliğ edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
9. Yargılama Sonucunda Verilen Karar
36. Davanın görüldüğü Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesi 21/10/2010 tarihli ve E.2008/386, K.2010/584 sayılı kararı ile başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından, sanık A.K. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan beraatlerine, temyizi kabil olarak sanık Ş.Ş.nin ise başvurucu Cengiz Kahraman'a karşı zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan neticeten 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“…
Mahkememizce yapılan yargılamada iddia, savunma, tutanaklar, cezaevi tabipliği sağlık fişi örnekleri, adli tıp raporu, tanık anlatımları ve tüm dosya kapsamından edinilen kanaate nazaran; Müşteki sanıklar Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman’ın Sincan 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü oldukları, olay günü cezaevi revirine muayene amacıyla gitmek için idareden talepte bulundukları, taleplerinin kabul edilmesi üzerine her iki müşteki sanığın görevli infaz koruma memurları nezaretinde revire götürmek amacıyla odalarından alındığı, odalarından alınırken üst araması yapıldığında, ayakkabıların da görevlilerce aranmak istemesi üzerine onursuz aramaya son şeklinde slogan attıkları ve ayakkabılarını çıkartmadıkları, ayakkabıların infaz koruma memurları tarafından çıkartılarak arandıktan sonra her iki şahsın revire götürülmek üzere koridora çıkarıldığı, koridorda hareket halindeyken koridor üzerinde bulunan oda kapılarının mazgallarından odalarda bulunan arkadaşları ile selamlaşmak istedikleri, infaz koruma memurlarının bu duruma engel olmak amacıyla adı geçenleri kontrol etmek istediklerinde şahısların slogan atarak karşılık verdiği, şahısların slogan atması üzerine infaz koruma memurlarının yanlarına gelen diğer görevlilerle birlikte müşteki sanık Kenan Özyürek’i odasına götürmeye çalıştıkları, Cengiz Kahraman’ın da Kenan’ın odasına götürülmesi nedeniyle revire gitmekten vazgeçtiği, bu esnada her iki şahsın kendilerini yere atarak slogan atmaya başladıkları, infaz koruma memurlarının da bu şahısları kollarından tutup sürükleyerek odalarına götürdükleri sırada sanık infaz koruma görevlisi Ş.Ş.nin Cengiz Kahraman’ın testis bölgesine tekme ile vurduğu ve güç kullanarak Cengiz ve Kenan’ın odalarına götürüldüğü, Cengiz’in aldığı darbe nedeniyle testisinin şişmesi üzerine muayene olmak amacıyla idareye başvurduğu, cezaevi revirine çıkartıldığı, 10/4/2007 tarihinde revirde görevli olan doktor N.S.Y.nin Cengiz Kahraman’ı muayene etmeksizin ağrı kesici uygulayıp koğuşuna geri gönderdiği, ağrı kesicinin etkisinin azalması; vurulan yerin ağrısının ve şişliğinin artması üzerine hastaneye sevk edilmek için doktora çıkmak istediği, geç saatlerde gelen doktora gidip durumu anlattığında doktor M.K.nin de ciddi bir şey olmadığı, ağrı kesici yapıp göndermek istediğini söylemesi üzerine müşteki sanık Cengiz’in bu tedaviyi kabul etmediği, ertesi gün müşteki sanık Cengiz’in ısrarla idareye başvurması üzerine yeniden revire çıkartıldığı, revirde o gün görevli bulunan doktor H.P.nin Cengiz’i muayene ettiği ve acil hastaneye sevk edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdiği, tanık olarak beyanı alınan doktorun anlatımına göre orada bulunan sağlık görevlilerinin başlarına bir iş gelebileceği endişesi ile Cengiz’in hastaneye sevk edilmemesi yönünde doktora telkinde bulundukları, ancak buna rağmen doktorun Cengiz’i önce Sincan Devlet Hastanesine, daha ileri bir sağlık kuruluşuna gitmesi gerektiğine yönelik Sincan Devlet Hastanesinin görüşüne dayanarak Ankara Numune Hastanesine sevk ettiği anlaşılmıştır. Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı kararına göre Cengiz Kahraman’ın sağ testisindeki hematom şeklinde yaralanmanın sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile meydana gelebilecek nitelikte bir yaralanma olduğu, bu yaralanmanın kişinin hayatını tehlikeye sokan bir yaralanma olmadığı ayrıca basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Her ne kadar cezaevi görevlisi olan sanıklar kişideki bu yaralanmanın cezaevi idaresini zor durumda bırakmak amacına yönelik kendi kendilerine meydana getirilen bir yaralanma olduğunu iddia etmişlerse de olayın oluş şekli, cezaevinde bulunan doktorların biraz da yaptıkları işin önemini kavrayamamaları ve geçici süreli cezaevinde istihdam edilmiş olmalarının da vermiş olduğu deneyimsizlikle sürekli cezaevinde çalışan ve cezaevi idaresi ve görevlilerini koruma düşüncesiyle hareket eden cezaevi personelinin yönlendirmesiyle ısrarla müşteki sanık Cengiz Kahraman’ı muayene etmekten ve testis bölgesinde oluşan yaralamayı belirtir rapor düzenlemekten ve hatta dışarıda bir hekim tarafından muayene yapıldığı taktirde olay ortaya çıkacağı düşüncesiyle yaralıyı ileri bir sağlık kuruluşuna sevk etmekten kaçınmaları dikkate alındığında, bu yaralanmanın cezaevi görevlileri tarafından oluşturulduğu, bu görevlinin de müşteki sanık Cengiz Kahraman’ın testis bölgesine tekme atan Ş.Ş. olduğu kanaati hasıl olmuştur. Her ne kadar sanık Ş.Ş. müşteki sanık Cengiz Kahraman'a vurmadığını savunmuşsa da, gerek Ş.Ş.nin anlatımı, gerekse dosyada beyanı bulunan diğer kişinin söyledikleri dikkate alındığında Ş.Ş.nin müşteki sanıklar Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman koridorda slogan attıklarında Cengiz Kahraman’a fiziki müdahale ettiği sabit olup, sanık Cengiz Kahraman da kendisine tekme atanın Ş.Ş. olduğu yönünde teşhiste bulunmuştur. Öte yandan müşteki sanık A.K. hakkında da yaralama suçundan kamu davası açılmışsa da bu olaylar olduğu esnada cezaevinde bulunan A.K.nin herhangi bir şekilde müşteki sanıklar Cengiz ve Kenan’a yönelik fiziki müdahalede bulunduklarına dair dosyada herhangi bir delil yoktur.
Müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’e atılı suçlar görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memurlara görevleri nedeniyle hakaret etmektir. Duruşmada anlatımları saptanan ve cezaevinde infaz koruma memuru olarak görev yapan tanıkların hemen hemen tamamı müşteki sanıklar Cengiz Kahkaman ve Kenan Özyürek’in sadece insanlık onuru işkenceyi yenecek ve onursuz aramaya son şeklinde slogan attıkları, bunun haricinde görevlilere hakaret ettiklerini duymadıklarını dile getirmişlerdir. Bu durumda müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in slogan atmak dışında hakaret oluşturabilecek nitelikte bir söz sarf etmedikleri sonucuna ulaşılmış, örgüt üyesi oldukları ve bu suçtan mahkûm oldukları iddia edilen bu kişilerin örgüt disiplini çerçevesinde kendilerinin ve arkadaşlarının direncini arttıracak nitelikte slogan atmalarının ötesinde adi suç oluşturabilecek oluşturacak tarzda bu nevi küfür ve hakaret kelimelerini kullanmaları pek alışılagelen bir husus değildir. Bu sebeple bu iki şahsın hakaret suçunu işlemedikleri sonucu hasıl olmuştur. TCK'da düzenlenen görevli memura direnme suçunun unsurları cebir ve tehdittir. Yerleşmiş uygulamaya göre bir kişinin kendisini yere atması ya da demokratik hakkını kullanma olarak nitelendirilebilecek şekilde slogan atması cebir olarakdeğerlendirilmemektedir. Ayrıca cezaevinde hükümlü olarak bulunan ve her yönüyle özgürlüğü kısıtlanmış ve devletin tam hakimiyeti altında yer alan kişilerin bu kişileri kontrol etmek üzerine eğitim almış ve her türlü donanıma sahip infaz koruma memurlarına TCK anlamında görevlerini yaptırmamak için direnebileceklerini düşünmek mümkün değildir. Duruşmada anlatımları saptanan ve cezaevi görevlisi olan tanıkların hemen hemen tamamına yakını yine müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in diğer müşteki sanıkları tehdit ettiklerine ilişkin de bir beyandabulunmamışlardır. Sayılan nedenlerle müşteki sanıklar Cengiz Kahkaman ve Kenan Özyürek’in görevli memura direnme ve hakaret suçlarını işlemedikleri sonucuna ulaşılmış ve tüm bu hususlar dikkate alındığında müşteki sanık Ş.Ş.nin kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine, diğer sanıkların atılı suçlardan ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiştir. Her ne kadar sanık Ş.Ş. hakkında TCK’nın 86/3-d maddesinin de uygulanması talep edilmişse de sıfatı gereği zor kullanma yetkisini haiz kamu görevlisi hakkında işlemiş olduğu kasten yaralama suçu nedeniyle bu madde ile cezasının arttırılması mümkün olmadığından bu maddenin uygulanmasına ilişkin talebin reddine karar vermek gerekmiş ve bu sebeple aşağıdaki hüküm kurulmuştur.”
37. Başvurucular vekilinin sanık Ş.Ş. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yaptığı itiraz, Ankara Batı (Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2010 tarihli ve 2010/2548 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Dosyada ret kararının başvuruculara tebliğ edildiğine dair herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.
38. Başvurucular vekilinin sanık A.K. hakkında verilen beraat kararını temyiz etmeleri üzerine Yargıtay 4. Ceza Dairesi 4/6/2013 tarihli ve E.2011/19584, K.2013/17364 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama kararı başvurucular vekiline 3/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
39. Başvurucular 4/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
1. Ulusal Hukuk
a. Ulusal Mevzuat
40. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile ve (3) numaralıfıkrasının (d) bendi şöyledir:
"...
(2) (Ek: 31/3/2005 tarihli ve 5328 sayılı Kanun) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
...
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
işlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
41. 5237 sayılı Kanun’un “İşkence” kenar başlıklı 94. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
42. 5237 sayılı Kanun'un “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:
“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”
43. 5237 sayılı Kanun’un “Görevi yaptırmamak için direnme” kenar başlıklı 258. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
44. 5237 sayılı Kanun’un “Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” kenar başlıklı 279. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“ Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
45. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı 33. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kurumların iç güvenliği, Adalet Bakanlığına bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.”
46. 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) “Güvenlik ve gözetim servisi“ kenar başlıklı 22. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.”
47. İnfaz Tüzüğü’nün “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı 44. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Kurumların iç güvenliği, Bakanlığa bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.
(2) Açık kurumlar ile çocuk eğitim evlerindeki idare ile infaz ve koruma görevlileri; firarların önlenmesi, asayiş ve disiplinin sağlanması için gözetim ve denetimle yükümlüdürler.”
48. İnfaz Tüzüğü’nün “Kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir
“(1) Kapalı kurumlarda oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hâllerde açılır:
a) Cezaevi tabibine, revir, hamam ve berbere gitme, başka odaya nakil,
b) Hastane ve duruşmaya gönderme ve başka kuruma nakil,
c) Salıverilme, ziyaret, arama, sayım, denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları, kurumda çalıştırma,
d) Kurullara çağrılma,
e) Ölüm, deprem veya yangın gibi olağanüstü hâller,
f) Kurum idaresince gerekli görülen hâller.
(2) Hükümlüler, yukarıda sayılan hâller dışında, diğer odalardaki hükümlüler ve kurum görevlileri ile temasta bulunamazlar.”
49. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesi şöyledir:
(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,
gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.
…
(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;
a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine,
b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,
c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,
karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.
(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.
…”
50. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Kişilerin uğradıkları zararlar”kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“(Değişik: 6/6/1990 tarihli ve 3657 sayılı Kanun) Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.
(Ek: 26/3/2002 tarihli ve 4748 sayılı Kanun) İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.
12 nci maddeyle bu maddede belirtilen zararların nevi, miktarlarının tespiti, takibi, amirlerin sorumlulukları ve yapılacak işlemlerle ilgili diğer hususlar Başbakanlıkça düzenlenecek yönetmelikle belirlenir.”
b. Danıştay ve Yargıtay Kararları
51. Danıştay 10. Dairesinin 6/2/2009 tarihli ve E.2006/1212, K.2009/652 sayılı kararı şöyledir:
“Bir cinayet soruşturması nedeniyle 3 gün süre ile gözaltında tutulan davacının bu süre içerisinde kendisine kötü muamelede bulunulduğundan ve işkence edildiğinden bahisle duyulan acı ve üzüntünün karşılığı 200.000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açılmıştır.
Dava konusu olayda, 6.5.2002 tarihinde İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından gözaltına alınan davacının gözaltı süresince kolluk kuvvetince yapılan sorgulamasında kötü muameleye ve işkenceye maruz kaldığı hususunun İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nca düzenlenen 26.7.2002 tarih ve 246 sayılı rapor ve dosyadaki diğer bilgi ve belgeler uyarınca sabit olduğundan, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini, genel ahlakı ve Anayasa'da yazılı hak ve hürriyetleri korumakla görevli kılınan polisin, bu yetkiyi kullanırken kanunen tanımlanan görev alanı dışına çıkmak suretiyle davacıya hukuka aykırı eylem ve işlemi ile verdiği zararı tazminle yükümlü olduğu gerekçesiyle" davanın kısmen kabulü ile, kişisel durumu, olayın oluş şekli ve niteliği göz önüne alındığında sorgulama sırasında kötü muamele ve işkenceye maruz kalan davacı lehine 100.000 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine, davacının fazlaya ilişkin tazminat isteminin reddine karar verilmiştir.
Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verilmiştir. Anayasanın sözü edilen maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" ibaresinin; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idareye karşı açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etmeyi amaçladığında kuşkuya yer bulunmamaktadır. Bu hüküm karşısında, gözaltında bulunduğu sürece davacıya kötü muamelede bulunan ve işkence yapan ilgililerin kişisel kusuru bulunduğu açık olduğundan, hükmedilen tazminatı ödeyecek olan idarenin, sorumluluğu saptanan ilgili kişi veya kişilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesi Anayasa hükmü gereği bulunmaktadır.
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz istemlerinin reddi ile İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 30.3.2005 tarih ve E:2003/1410, K:2005/492 sayılı kararının onanmasına, idare aleyhine hükmedilen tazminatın bu olayda kişisel kusuru bulunan kişi ya da kişilere rücu edilmesi için kararın bir örneğinin Maliye Bakanlığına tebliğine 6.2.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
52. Danıştay 10. Dairesinin 28.9.2010 tarihli ve E.2007/5028, K.2010/6974 sayılı kararı şöyledir:
Uyuşmazlık konusu olayda, her ne kadar davacılar yakınının gözaltında iken işkence yapılarak ölümüne neden olunduğundan bahisle görevli polis memurlarının hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin ceza mahkemesi kararı Yargıtay tarafından temyizen incelenerek, işkence yapıldığına ilişkin yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, faili meçhul bir suçun soruşturması kapsamında ailesine ve Cumhuriyet Savcısına haber verilmeksizin mevzuata aykırı bir şekilde gözaltına alınan davacılar yakınının bir gün süreyle gözaltında tutulduktan sonra salıverme işlemleri yapıldığı sırada büroda iki kez düşerek şiddetli şekilde kafasını yere çarpmasına karşın, görevli polis memurlarınca yeterli özen gösterilmeksizin 2-3 saat beklendikten sonra hastaneye götürülmesi nedeniyle davacılar yakınının kafa travmasına bağlı komplikasyon sonucunda ölmesinde, kamu görevlilerinin ağır ihmali ile görevlerini yerine getirmemeleri nedeniyle ağır hizmet kusuru bulunan davalı idarenin, olay nedeniyle davacıların uğradığı maddi ve manevi zararları tazmin etmesi gerekmektedir.
53. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/03/2014 tarihli ve E.2014/3432, K.2014/4712 sayılı kararı şöyledir:
Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy. K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.
Davaya konu edilen olayda, memur olan davalının görevini yerine getirirken işkence yaptığı iddia edilerek, manevi tazminat istemiyle dava açıldığına göre, Anayasanın 129/5. maddesi gereğince kamu görevlisi hakkında adli yargı yerinde dava açılamayacağından kast ve kusur aranmaksızın husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekir.
Mahkemece bu yön gözetilerek, davanın husumetten reddedilmesi gerekirken, işin esasının incelenmiş olmasıusul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bu sebeple de bozulması gerekmiştir.
54. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27/1/2014 tarihli ve E.2014/219, K.2014/930 sayılı kararı şöyledir:
Davaya konu edilen olayda; davacı, hırsızlık olayı nedeniyle gözaltına alındığını, gözaltında iken Derik Jandarma komutanlığında görevli astsubay olan davalı tarafından işkence gördüğünü, davalının işkence suçundan yargılanıp cezalandırılmasına karar verildiğini, olay nedeniyle kemiklerinin kırıldığını, iş göremezlik zararının oluştuğunu belirterek maddi ve manevi tazminatisteminde bulunmuştur.
Şu durumda,mahkemece kamu görevlisi olan davalıhakkında, kusurunadayanılarak açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçe ile işin esası incelenerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.”
2. Uluslararası Hukuk
55. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin 2. maddesi şöyledir:
“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.”
56. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesi şöyledir:
“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir.Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır.
6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:
(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğinklinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;
(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;
(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.
(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;
(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı;
6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
57. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurular incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
58. Başvurucular; Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulundukları 10/4/2007 tarihinde revire gitmek üzere arama yapılarak odalarından çıkarıldıklarını, başvurucu Kenan’ın koridorda giderken başka bir odada bulunan arkadaşlarına mazgaldan selam vermek istemesi üzerine görevliler tarafından sert bir şekilde uyarıldığını, başvurucu Kenan’ın görevli M.Ö. tarafından çekiştirildiğini, başvurucu Kenan’ı görevlilerce iteklenerek odaya geri götürüldüğünü, diğer başvurucu Cengiz Kahraman’ın da buna tepki olarak revire gitmek istemediğini, odasına dönmek istediğini söylemesi üzerine görevli Ş.Ş.nin küfrederek testislerine tekme vurduğunu, görevlilerin hep birlikte Cengiz Kahraman’ı darbettikten sonra odasına götürdüklerini, odada ağrılarının artması üzerine revirde bulunan Bayan Doktor N.S.Y. tarafından muayene edilmeden sadece ağrı kesici yapılarak odasına geri gönderildiğini, ağrılarının geçmemesi üzerine aynı gün saat 21.30’da Doktor M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından ağrı kesici yapılmak istendiğini ancak kendisinin kabul etmediğini, ertesi gün 11/4/2007’de üçüncü bir doktor tarafından muayene edildiğinde ilk olarak Sincan Devlet Hastanesine, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, bu olay nedeniyle infaz ve koruma memuru sanıklar A.K. ve Ş.Ş. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açıldığını, yargılamada Cezaevinden kamera kayıtlarının getirtilip incelenmesi taleplerinin reddedildiğini, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında açılan davadan beraat kararı, sanık Ş.Ş. hakkında ise atılı suçtan mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirterek;
i. İnfaz Kurumunda başvurucuları tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Protokolü’nün 1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını, her iki sanığın eyleminin 5237 sayılı Kanun’un 94. maddesinde düzenlenen işkence suçunu oluşturduğunu, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin işkence ve kötü muamele oluşturan eylemin cezasız kalmasına yol açtığını, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının,
ii. Sanıklar hakkında açılan kamu davalarının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının,
iii. Sanıkların işkence ve kötü muamelelerinin ortaya çıkmasına rağmen bunların cezalandırılmasını ve başvuruculara tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlallerin tespiti ile “miktarı daha sonra belirlenecek” maddi ve manevi zararının tazmini talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
59. Başvurucular; İnfaz Kurumunda maruz kaldıkları yaralama eylemlerinden dolayı infaz ve koruma memuru olan sanıklar hakkında açılan kamu davaları neticesinde verilen kararlar nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, sanıkların cezalandırılmasını ve başvuruculara tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin, işkence ve kötü muamelenin ortaya çıkmasına rağmen bunların cezalandırılmasını sağlayan etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler ise de bu hususlarda işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutunda değerlendirme yapılacağından adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkı yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır. Bu nedenle başvurular, Anayasa’nın 17. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağı ve bu yasakla bağlantılı olarak tazminat ödenmesini sağlayacak sistemin bulunmaması yönünden Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkı kapsamında incelenmiştir.
60. Sanık Ş.Ş. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, itiraz üzerine Ankara Batı (Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2010 tarihli ret kararıyla, diğer sanık A.K. hakkında aynı suçtan verilen beraat kararı Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 4/6/2013 onama kararıylaşüpheli sağlık görevlileri hakkında verilen 23/5/2008 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar farklı zamanlarda kesinleşmekle birlikte anılan aşamaların tek bir olay bazında farklı kişilerin sorumluluklarına yönelik olduğu gözetildiğinde kovuşturma bir bütün olarak değerlendirilmiş ve Yargıtay kararının verildiği tarih kesinleşme tarihi olarak esas alınmıştır (S.D., B. No: 2013/3017, 16/12/2015; § 69).
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
61. Kabul edilebilirliğe ilişkin Bakanlık görüşünde; başvuru konusu olayların 10/4/2007 tarihinde meydana gelmesi, şüpheli Ş.Ş. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 28/12/2010 tarihinde kesinleşmesi; kesinleşen bu karar her ne kadar başvuruculara tebliğ edilmemiş ise de başvurucuların bir avukatla temsil edilmeleri nedeniyle kesinleşen bu kararı dosyanın Yargıtay tarafından karara bağlandığı 4/6/2013 tarihinden önce öğrenmelerinin gerekmesi; başvurucu Kenan Özyürek’in işkence ve kötü muameleye maruz kalmasıyla ilgili olarak dosya kapsamında somut bir bilgi ve belgenin bulunmamasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki, otuz günlük süre kuralı ve açıkça dayanaktan yoksunluk değerlendirilmesinde nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.
a. Başvurucu Kenan Özyürek’in İleri Sürdüğü İhlale İlişkin İddialar
62. Başvurucu Kenan Özyürek 10/4/2007 tarihinde, infaz kurumunda maruz kaldığı eylemler nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı ve bu hakla bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."
64. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."
65. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı, başvurucunun "güncel bir hakkının ihlal edilmesi", bu ihlalden dolayı kişinin "kişisel olarak" ve "doğrudan" etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin "mağdur" olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977,9/1/2014, § 42).
66. Bu üç temel koşula ilave olarak 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine ancak Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS/Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasıyla başvurulabilir. Buradan çıkan sonuca göre Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bir hakkı doğrudan etkilenmeyen kişi "mağdur" statüsü kazanamaz (Onur Doğanay, § 43).
67. Başvuru konusu kararın dayanağı olan iddianame ile infaz ve koruma memuru olan sanıklar Ş.Ş ve A.K. hakkında sadece başvurucu Cengiz Kahraman’a yönelik yaralama eylemi nedeniyle zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açılmıştır. Sanıkların başvurucu Kenan Özyürek’e yönelik olarak işlendiği iddiasıyla herhangi bir suçtan kamu davası açılmadığı (bkz. § 33), bu nedenle başvurucunun mağduru olduğu bir eylem ve dolayısıyla ihlal edilmiş bir anayasal bir hakkı bulunmadığı gibi diğer başvurucu Cengiz Kahraman’a karşı gerçekleştirilen eylem nedeniyle de güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenmemiştir. Bu durumda Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararda başvurucunun anayasal haklarına bir müdahalede bulunulduğu söylenemeyeceğinden başvurucunun bireysel başvuru yapma hakkı mevcut değildir.
68. Açıklanan nedenlerle başvurucunun mağdur sıfatı taşımadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İleri Sürdüğü İhlal İddiaları
i. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İşkence ve Kötü Muamele Yasağı ile Bağlantılı Şekilde Tazminat Ödenmesini Sağlayacak Etkili Bir Hukuk Yolunun Bulunmadığı İddiasıyla İlgili Olarak Anayasa’nın 40. Maddesinde Güvence Altına Alınan Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
69. Başvurucu, cezaevinde maruz kaldığı işkence ve kötü muamele fiillerinin her türlü kuşkudan uzak bir şekilde ortaya çıkmış olmasına rağmen kendisine tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun fiilen oluşturulmamış olması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
70. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
71. Anayasa’nın 129. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”
72. Anayasa'nın 40. ve Sözleşme'nin 13. maddelerindeki ifadeler dikkate alındığında etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaların, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bu hakkın ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için kişinin, hangi temel hak ve özgürlüğü bağlamındaki etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorusuna cevap verilebilmelidir. Bir başka ifadeyle etkili başvuru hakkı bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır. (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §§ 33, 34).
73. Etkili başvuru hakkının kullanılabilmesi için temel hak ve özgürlüklerden birinin ihlal edilmiş olması bir ön koşul değildir. Etkili başvuru hakkı, Anayasa’ya aykırılığı iddia edilen bir konuda kendisinin zarar gördüğünü düşünen kişinin hem iddiaları hakkında karar verilmesini, hem de mümkünse zararının giderilmesini sağlamak için hukuki bir yola başvurma hakkını gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, § 64). Başka bir deyişle Anayasa’da düzenlenen temel hak ve özgürlüklerden birinin savunulabilir düzeyde ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu ileri süren herkes, Anayasa’nın 40. maddesi kapsamında etkili başvuru hakkına sahiptir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kaya/Türkiye, B. No: 158/96, 19/2/1998, §107; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72…, 25/3/1983, § 113). Bir kimsenin, Anayasa’da tanınan hak ve özgürlüklerden birinin ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak olumlu ya da olumsuz karar alabileceği bir çözüm merciinin bulunmaması durumunda bu hak ihlal edilmiş olacaktır.
74. Etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarda, öncelikle başvurucunun ihlal edildiğini ileri sürdüğü anayasal bir hak çerçevesinde tüketilmesi gereken herhangi bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının, bulunuyorsa bunun uygulamada telafi imkânı sağlayacak nitelikte olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Başvurucu, kamu görevlilerinin işledikleri işkence ve kötü muamele eyleminden doğan zararının giderilebileceği hiçbir hukuki yolun bulunmadığını ileri sürmüş olup mevcut olan herhangi bir başvuru yolunun uygulamada etkisiz olduğundan bahisle zararının tazmini amacıyla doğrudan bireysel başvuruda bulunmuş değildir. Bu nedenle başvurunun konusunun 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ve diğer bir kabul edilmezlik nedeni olan başvuru yollarının tüketilmesi ile ilgili olmadığı değerlendirilmiştir.
75. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
76. Başvurucu her ne kadar devletin hizmet kusuru nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararının tazmini için etkili bir hukuk yolunun bulunmadığını ileri sürmüş ise de Anayasa’nın 129. ve 657 sayılı Kanun’un 13. maddelerinde (bkz. § 50) genel olarak kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan dolayı idare aleyhine tazminat davası açılabileceği düzenlenmiş; Yargıtay ve Danıştay kararlarında da başvuru konusu olaya benzer şekilde işkence ve kötü muamele fiilleri nedeniyle idare aleyhine tam yargı davası açılabileceği kabul edilmiştir (bkz. §§ 53-56). Bu nedenle başvurucunun ileri sürdüğü zararının tazmini için hukuki bir yolun mevcut olmadığı iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
77. Açıklanan nedenlerle işkence ve kötü muamele yasağı ile bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili hukuk yolunun bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak bir ihlal tespit edilmediğinden başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddiası
78. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir.
2. Esas Yönünden
79. Başvurucu Cengiz Kahraman, hükümlü olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda infaz ve koruma memurları tarafından darbedildiğini, kendisini tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen adli raporların İstanbul Protokolü’nün1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını, sanıklar hakkında açılan kamu davalarının makul sürede sonuçlandırılmadığını, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında açılan davadan beraat kararı, sanık Ş.Ş. hakkında ise atılı suçtan mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu kararın işkence ve kötü muamele oluşturan eylemin cezasız kalmasına yol açtığını, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
80. Bakanlığın işkence ve kötü muamele yasağının maddi bakımdan ihlal edilip edilmediğine dair görüşünde, başvurucunun Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de söz konusu şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesi çerçevesinde incelenmesi gerektiği, başvurucu Cengiz Kahraman’ın Cezaevinde kötü muamele gördüğüne dair iddianın Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesinin kararıyla ortaya çıktığı, bu bağlamda başvurucu Cengiz Kahraman bakımından Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği hususunun değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu bildirilmiştir.
81. Bakanlığın işkence ve kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edilip edilmediğine dair görüşünde, başvurucunun 10/4/2007 tarihinde Cezaevinde kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin iddiası üzerine geciktirilmeksizin soruşturma başlatıldığı, Cumhuriyet savcısı tarafından kamera görüntülerinin izlenerek tutanak altına alındığı, başvurucuların ve tüm tanıkların ifadelerinin alındığı, açılan kamu davası sonucunda başvurucu Cengiz Kahraman’a yönelik eylem nedeniyle İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş. hakkında mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, diğer sanık A.K. hakkında beraat kararı verildiği, beraat kararının temyiz edilmesi sonucunda 4/6/2013 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından kararın onanarak kesinleştiği belirtilerek kovuşturma süresinin ve infaz ve koruma memurları hakkında disiplin soruşturması yapılmamasının yapılacak değerlendirmede dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
82. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesi -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğu içerirken pozitif yükümlülük, hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.
a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
83. Başvurucu; hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda infaz ve koruma memurları tarafından darbedildiğini, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında beraat, diğer sanık Ş.Ş. hakkında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilerek işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
84. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
85. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
86. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
87. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).
88. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’in normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları, mağdurun davranışı ne olursa olsun kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).
89. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği sırada meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
90. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
91. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek, “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).
92. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. AİHM; fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978,; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007.) Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
93. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).
94. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).
95. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa, § 104). Aynı ilke, özgürlükten yoksun bulundukları ve ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabi oldukları değerlendirildiğinde ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlüler için de geçerli olacaktır (S.D., § 90).
96. Anayasa'nın 17. maddesi, cezaevinde güvenliği sağlamak, düzeni korumak ve suç işlenmesini önlemek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda mevzuata uygun olarak ve sadece kaçınılmaz hâllerde aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca, kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81, 82).
97. Cezaevinde oldukları için dış dünyayla ilişkileri kesilen veya kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı olmayan başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılması mümkündür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 99).
98. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hâllerde son derece dikkatli davranması gerekmektedir. Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlükler, Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
99. 10/7/2007 tarihinde İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuların revire götürülmek üzere odalarına gidildiğinde aramaları yapılırken ayakkabılarını çıkarmadıkları, koridorda ilerlerken başka bir odada bulunan hükümlülerle konuşmaya çalıştıkları, görevliler tarafından uyarıldıklarında Kenan Özyürek’in tehdit ve hakaret içeren sözler sarf etmesi üzerine odasına geri getirildiği, bunun üzerine Cengiz Kahraman’ın da "Arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmam." diyerek memurlarla tartışmaya başladığı, kendini yere atarak odasına gitmemek için direndiği, görevli memurlar tarafından müdahale edilerek odasına götürüldüğü şeklinde tutanak tutularak başvurucular hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.
100. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın Ankara Numune Hastanesi üroloji polikliniği tarafından tanzim olunan raporunda sağ skrotumda darp tarif ettiği, fizik muayenede sol skrotum ve testis normal, sağ skrotum ekimotik, testis hassas, sağ skrotumda hafif ödem mevcut, sağ testis inferiarda 17-20 mm hipoekotik hematomla uyumlu görünüm bulunduğu belirtilmiş; İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun raporunda yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif olmadığı, sağ testisteki hematomun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesiyle meydana gelebilecek nitelikte olduğu bildirilmiştir.
101. Başvurucu Cengiz Kahraman beyanlarında Cezaevi koridorunda beklediği sırada İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş.nin testislerine tekme vurduğunu, yere düşünce kim olduğunu bilmediği başka bir infaz ve koruma memurunun da bacaklarına vurduğunu söylemiştir. Sanık Ş.Ş., başvurucu Cengiz Kahraman’ın nasıl yaralandığını bilmediğini, hükümlülerin Cezaevinde üçer kişilik odalarda kaldıklarını, kendi kendilerini yaralamış olabileceklerini, sanık A.K., hükümlülerin idareyi zor durumda bırakmak için birbirlerini darbettiklerini söylemiştir.
102. Devletin koruma ve gözetimi altında bulunan başvurucuda doktor raporlarıyla tespit edilen yaralanma nedeniyle işkence ve kötü muamele iddiasının savunulabilir düzeyde ciddi olduğu, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve başvurucunun iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün artık devlete ait olduğu (bkz. §97) ancak şüpheli infaz ve koruma memurlarının savunmalarının yaralanmanın sebebine ilişkin makul, tatminkâr ve ikna edici bir açıklama getirmediği anlaşılmıştır.
103. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında verilen doktor raporları, başvurucu Cengiz Kahraman’ın beyanları ve kamera kayıtlarına göre infaz ve koruma memurları ile başvurucular arasında başvurucuların revire götürülmeleri sırasında Cezaevi koridorunda tartışma olduğu, başvurucu Cengiz’in cinsel organının bulunduğu bölgeden yaralandığı sabit ise de bu yaranın nerede ve kaç kişi tarafından gerçekleştirildiği konusunda iddia ve savunmalar arasında çelişkiler bulunmaktadır.
104. Anayasa Mahkemesi, soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından verilen kararları maddi vakıa ve hukuki yönden inceleyen bir merci değildir (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 53). Yapılan yargılama sonucunda başvurucu Cengiz Kahraman’ın İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş. tarafından darbedildiğine ilişkin iddiaları, cezaevi koridorunu gösteren kamera kayıtlarının incelenmesinde görevliler tarafından hükümlülerin ayakkabı aramaları sırasında darbedildiklerine dair bir görüntünün bulunmadığına ilişkin tespit, başvurucu Kenan Özyürek’in yaralandığına ilişkin herhangi bir iddiasının ve adli raporunun bulunmaması ve diğer deliller gözönünde bulundurularak Mahkemece tanık E.Z.nin her iki başvurucunun darbedildiğine dair beyanlarına itibar edilmeyerek şüpheli A.K.nin delil yetersizliğinden beraatiyle eylemin şüpheli Ş.Ş.tarafından gerçekleştirildiğine karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rolün ikincil nitelikte olması, delilleri değerlendirmenin kural olarak kovuşturma makamlarının görevi kapsamında bulunması nedeniyle Mahkeme tarafından yapılan bu tespitten ayrılmak için bir neden görülmemektedir.
105. Başvurucuların ayakkabılarını aratmak istememesi üzerine infaz ve koruma memuru tarafından arama yapmak amacıyla bir müdahalede bulunulmadığı, başvurucuların her ikisinin de aramaları yapıldıktan sonra revire gitmek üzere koridorda ilerlerken diğer başvurucu Kenan Özyürek'in A.11.33 No.luodada kalan hükümlülerle konuşması üzerine odasına geri götürülmesine karşı tepki göstermesi üzerine başvurucu Cengiz'in de odasına geri götürüldüğü ancak kamera izleme tutanağından anlaşılacağı üzere (bkz. § 23)bu sırada başvurucunun darbedilmediği, başvurucunun kamera görüntüsü kapsamında kalmayan odasına götürüldükten sonra darbedildiği anlaşıldığından kullanılan güçle gerçekleştirilmek istenen amacın meşru ve orantılı olup olmadığı konusunda ayrıca inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.
106. Başvuruya konu olayda, devletin negatif yükümlülüğüne aykırıeylemnedeniyle yürütülen yargılama sonucunda bir sanık Ş.Ş. hakkında kasten yaralama eyleminden on ay hapis cezası ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir. Mahkemece verilen bu cezanın maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlayabilecek nitelikte olup olmadığının belirlenmesi amacıyla eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan kötü muamele türlerinden işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasaklarından hangisi kapsamında kaldığı, başka bir ifadeyle eylemin vasfının tespit edilmesi gerekir.
107. Hükümlü olarak devletin gözetim ve koruması altında bulunan başvurucunun adli raporlarına göre sağ bacak ve belinde ağrı şikâyetinin olduğu, her iki testisinde ödem ve ekimoz bulunduğu, sağ testiste 17-20 mm boyutunda hipoekoik alan izlendiği, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı tespit edilen yaralanma asgari ağırlık eşiğini aşmıştır. Başvurucu, insan onuruna aykırı bu eylem neticesinde bedensel ve ruhsal yönden acı çekmiştir. İnfaz ve koruma memuru/memurları tarafından başvurucu kaldığı odaya götürüldükten sonra meşru bir amaç olmaksızın darbedilmiş olupbelli bir amaçla bir plan dâhilinde meydana gelmeyen, anlık bir şekilde oluşan eylem işkence seviyesine varan çok ağır ve zalimane mahiyet taşımamaktadır. Anayasa Mahkemesininbir kararında da vücudunun muhtelif yerlerinde basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanan hükümlüye karşı gerçekleştirilen eylem eziyet kapsamında değerlendirildiğinden (S.D., § 98), başvuru konusu olayda da bu değerlendirmeden ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
108. Aşağıda eziyet yasağının usul boyutunun incelenmesinde ayrıntıları açıklanacağı üzere maruz kalınan kötü muamele nedeniyle kamu görevlisi olan sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının başvurucu açısından yeterli giderim sağlamadığı, ayrıca herhangi bir disiplin işleminin uygulandığına ilişkin bir veri de bulunmadığından başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilemeyecektir. Bu nedenle her ne kadar İlk Derece Mahkemesi, devletin negatif yükümlülüğüne aykırı olacak şekilde eziyet yasağını ihlal ettiğini tespit etmiş ise de yaptırım yetersiz olduğundan yasağın maddi boyutu ihlal edilmiştir.
109. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi yönden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
109. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
110 İşkence ve kötü muameleyle ilgili tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).
111. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
112. İşkence ve kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu koşulların tespiti hâlinde kötü bir muamelenin varlığından bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).
113. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
114. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu amaçla yetkililer mağdurun iddialarıyla ilgili ayrıntılı ifadesini almalı, tıbbi bulguların özellikle de yaraların sebebine ilişkin objektif bir analiz yapmalıdır. Soruşturmada yaranın sebebini veya sorumlu kişiyi ortaya çıkarma yeteneğini sakatlayan bir kusur, bu standartla çelişme riski yaratacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
115. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).
116. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebeplerin ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).
117. Başvurucu Cengiz Kahraman, Ceza İnfaz Kurumunda revire gitmek istemesi üzerine infaz ve koruma memuru/memurları tarafından darbedildikten sonra revirde bulunan Bayan Dr. N.S.Y. tarafından muayene edilmeden sadece ağrı kesici verilerek odasına geri gönderildiğini, ağrılarının geçmemesi üzerine aynı gün saat 21.30’da Doktor M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından kendisine ağrı kesici verilmek istendiğini ancak kendisinin kabul etmediğini, ertesi gün 11/4/2007 tarihinde üçüncü bir doktor tarafından muayene edildiğinde ilk olarak Sincan Devlet Hastanesine, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, Cezaevinde doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu, Dr. N.S.Y.nin duruşmadaki ifadesinde Cezaevindeki uygulamaları bilmediğinden sağlık memurlarının yönlendirmesi sonucunda başvurucunun testislerine bakmadan rapor yazmış ve tedavi uygulamış olabileceğini dair beyanlarının da bu hususu teyit ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, Cezaevinden kamera kayıtlarının getirtilip incelenmesi talebinin reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
118. Başvurucu darbedildikten sonra infaz ve koruma memurları tarafından olayla ilgili tutanak düzenlenmiş ancak bu tutanakta başvurucunun yaralandığına dair herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Başvurucular tarafından 16/4/2007 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulması üzerine bu yazının Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi için yazılan üst yazıda başvurucular hakkında idari soruşturma başlatıldığı bildirilmiştir. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın yaralanmasından sonra Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olayın soruşturma yapılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmemesi nedeniyle soruşturmanın gecikmeli olarak başlamasına sebebiyet verilmiştir.
119. Başvurucu, kendisini Cezaevinde tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Protokolü’nün 1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını ileri sürmüştür.
120. 10/4/2007 tarihinde saat 11.30 sıralarında başvuru konusu olayın meydana gelmesinden sonra Dr. N.S.Y. tarafından tanzim edilen 1489 sayılı Ceza İnfaz Kurumu raporunda; sağ bacakta ve belinde ağrı olduğunu söyleyen kişinin yapılan muayenesinde kesi ve sıyrığa rastlanmadığı, fizik muayenede herhangi bir hassasiyeti olmadığı, Diclafrom ampul uygulandığı kayıtlıdır. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 2. maddesinde devletlerin, işkence ve kötü muamele şikâyetleri ve bildirimlerinin anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlü olduğu, açık bir şikâyetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa soruşturma yapılması gerektiği belirtilmiştir. Protokol’ün Birinci Eki’nin 6. maddesinde de işkence ve kötü muayene iddialarında adli muayenenin yapılma usulü düzenlenmiştir. Anılan rapor, 6. maddeye aykırı şekilde tanzim edilmiştir. Bu maddede devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda muayene yapılması gerektiği belirtilmişken hekim, odada kimlerin bulunduğunu rapora yazmadığı gibi adı geçen hekimin duruşmadaki beyanlarından Cezaevindeki sağlık görevlilerinin kendisini etkilemiş olabileceğini, başvurucunun testislerine bakmadan muayene etmiş olabileceğini ifade etmiştir. Sonraki raporlarda testiste hematom bulunduğunun belirtildiği, olay öyküsünün rapora dercedilmediği, muayene edilen kişinin görüşüne raporda yer verilmediği, hekim tarafından raporun bir suretinin işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili makama gönderilmediği anlaşılmıştır.
121. Aynı gün başvurucunun şikâyetlerinin devam etmesi üzerine saat 21.30’da Cezaevi revirinde Dr. M.K. tarafından yapılan muayene sonucundaki raporda, başvurucunun her iki testisinde minimal ödem ve ekimoz olduğu, tedavi uygulanmak istendiği ancak kişinin tedaviyi kabul etmediği bildirilmiştir. Bu raporun da İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesindeki şartları taşımadığı, muayene sırasında üçüncü kişinin bulunup bulunmadığı, olayın öyküsünün ve muayene edilenin görüşlerinin raporda yer almadığı, raporun işkence ve kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara gönderilmediği anlaşılmıştır.
122. Başvurucunun şikâyet dilekçesinde muayene sırasındaki eksiklikler açıkça anlatılmasına, sonradan Sincan Devlet Hastanesi ve Ankara Numune Hastanesince tanzim edilen raporlar ve çektirilen USG raporuyla Ceza İnfaz Kurumunda tanzim edilen ilk rapor arasında önemli sayılabilecek çelişkiler bulunmasına rağmen ilgili doktorlar hakkında yapılan soruşturmada muayeneyi gerçekleştiren ve hakkında soruşturma yapılan hekimlerin savunmaları alınmadan ve raporlardaki çelişkiler değerlendirilmeden 23/5/2008 tarihli ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, keza Dr. N.S.Y.nin duruşmada verdiği beyanında başvurucuyu muayene sırasında başvurucunun testislerine bakmamış olabileceğini söylediği anlaşılmıştır. Ayrıca kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın şüpheliler kısmında hakkında soruşturma yapılan doktorlar ve sağlık görevlilerin kimlik bilgilerine yer verilmemiştir. Öte yandan bu kararın ne başvuruculara ne de şüpheliye tebliğ edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
123. Başvurucu Cengiz Kahraman; kamera görüntülerinde darbedildiği kısmın silinmiş olabileceğini, bu nedenle kayıtlarda görüntülerin yer almamış olabileceğini, kamera kayıtlarının yeniden incelenmesi talebinin Mahkemece değerlendirilmediğini ileri sürmüştür.
124. Olayın Cumhuriyet Başsavcılığına başvurucular tarafından bildirildiği 16/4/2007 tarihinde ilk olarak teknik nitelikli delillerden olan kamera kayıtlarının muhafaza edilerek incelenmesi gerekmesine rağmen şikâyet tarihten yaklaşık on bir ay sonra Cumhuriyet savcısı tarafından keşif yapılıp cezaevine gidilerek kayıtlar incelenmiştir. Kamera kayıtlarının incelenmesinde başvurucunun darp edildiğine dair bir görüntünün bulunmadığı tutanağa geçirilmiş ise de kayıtlar uzman bir bilirkişiden yardım alınmadan incelenmiş, kayıtlarda tahribat yapılıp yapılmadığına ilişkin herhangi bir araştırma yapılmadığı anlaşılmıştır. Kayıtların olayın üzerinden bu kadar uzun bir süre geçtikten sonra incelenmesi, başvurucu tarafından yargılama sırasında ifade edildiği üzere kayıtlarda tahribat yapıldığı kuşkusuna yol açması nedeniyle soruşturmanın tarafı olan başvurucuların yargı teşkilatına olan güvenini zedeleyebileceği açıktır.
125. Başvurucular ayrıca, işkence ve kötü muamele ile ilgili olarak sanıklar hakkında açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle bir başka usul yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
126. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde olayın gerçekleşmesi üzerine düzenlenen tutanağın İnfaz Kurumunun en üst amiri tarafından Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesi gerekirken ancak altı gün sonra 16/4/2007 tarihinde başvurucular tarafından suç duyurusunda bulunulması üzerine Cumhuriyet Savcılığının olaydan haberdar edildiği, 23/5/2008 tarihinde soruşturma tamamlanarak kamu davası açıldığı, yaklaşık 2 yıl 5 ay sonra Mahkeme tarafından 21/10/2010 tarihinde karar verildiği, bu kararın temyiz edilmesi üzerine 4/6/2013 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından hükmün onanarak kesinleştiği, soruşturma ve kovuşturmanın bütün olarak yaklaşık 6 yıl 2 ay sürdüğü, toplam dört sanık bulunan dosyanın yargılamasının bu kadar uzun sürmesini gerektirecek nitelikte kapsamlı olmadığı anlaşıldığından davanın makul sürede sonuçlandırıldığı söylenemeyecektir.
127. Yürütülen yargılama sonucunda eziyet yasağının ihlali niteliği taşıyan kasten yaralama eyleminin gerçekleştiğinin tespit edildiği ancak soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan faillerin suç nedeniyle hesap vermelerinin sağlanması ve fiilleriyle orantılı bir ceza almaları koşulunun yerine getirilmekten uzak şekilde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
128. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmekte; işkence ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün olacaktır (S.D., §§100, 101).
129. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda, bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan oldukça uzak kalınmakta; kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır (S.D., 102).
130. İlk Derece Mahkemesince sabit görülen eylemin nitelik ve ağırlığı dikkate alındığında, sanık Ş.Ş. hakkında verilen 10 ay hapis cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına kararı sonucunda, sanığın deneme süresi içerisinde suç işlememesi hâlinde bu cezanın hiç vaki olmamış sayılarak adli ve memuriyet siciline yansımayacaktır. Verilen bu karar cezanın infazının ertelenmesinden daha güçlü bir etkiye sahiptir ve sanığın cezadan muaf tutulması ile sonuçlanmaktadır (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46).
131. Sonuç olarak 10/4/2007 tarihinde olayın gerçekleşmesi üzerine düzenlenen tutanağın Ceza İnfaz Kurumu tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmediği, başvurucular tarafından 16/4/2007 tarihinde suç duyurusunda bulunulmasına rağmen tahrip edilebilecek ve kaybolabilecek nitelikte delil soruşturmada en önemli delil olan kamera kayıtlarının olaydan yaklaşık on bir ay geçtikten sonra incelendiği, gerçeğe aykırı rapor düzenlediği iddia edilen doktorların savunmaları alınmadan ve raporlar arasında bulunan çelişkilerin nedeni araştırılmadan kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, duruşmada başvurucuyu ilk kez muayene eden Dr. N.S.Y tarafından başvurucunun yaralandığı bölgeyi görmeden ve Cezaevi görevlilerinin etkisi altında rapor tanzim etmiş olabileceği yönündeki beyanı üzerine herhangi bir işlem yapılmadığı, soruşturma ve kovuşturmanın makul sürede tamamlanmadığı, sanık Ş.Ş. hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, bu nedenlerle eziyet yasağıyla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmadığı anlaşılmıştır.
132. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
133. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
134. Başvurucu Cengiz Kahraman işkence ve kötü muamele yasağının ihlalinin tespiti, miktarı sonradan belirlenecek maddi ve manevi zararının giderilmesini talep etmiştir.
135. Başvurucu Cengiz Kahraman yönünden eziyet yasağının esas ve usul bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
136. Eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için sanık Ş.Ş.nin yeniden yargılanmasında, gerçeğe aykırı olarak düzenlediği iddia olunan doktor raporlarıyla ilgili olarak yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesine ve Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
137. Eziyet yasağının esas ve usul yönünden ihlali nedeniyle yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucu Cengiz Kahraman’a net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
138. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu maddi yönden zarar gördüğüne dair herhangi bir belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
139. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucu Cengiz Kahraman’aödenmesine karar verilmesi gerekir.
140. Başvurucu Kenan Özyürek’in başvurusunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle reddine karar verildiğinden adına yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurucu Kenan Özyürek’in işkence ve kötü muamele yasağı ile bu hakla bağlantılı olarak etkli başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın işkence ve kötü muamele yasağı ile bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucu Cengiz Kahraman yönünden eziyet yasağının esas ve usul bakımından İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. 1. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen hekimler ve sağlık görevlileri yönünden yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
2. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanık Ş.Ş. yönünden yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucu Cengiz Kahraman’a net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCU CENGİZ KAHRAMAN’A ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Başvurucu Kenan Özyürek için, yapılan yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.