TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ARİF SARIGÜL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8324)
|
|
Karar Tarihi: 23/2/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 24/3/2016-29663
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Arif SARIGÜL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, 1999-2002 dönemlerine ait ödenmeyen sosyal güvenlik
primleri kaynaklı kamu borcu nedeniyle emekli aylığına haciz konulmasının
yasaların geriye yürümezliği ve hukuk devleti ilkeleri ile mülkiyet hakkını
ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/11/2013 tarihinde İstanbul 22. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci
Bölüm Birinci Komisyonunca 16/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm
Başkanı tarafından 26/06/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 21/8/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
3/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı mülga Esnaf ve
Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu
uyarınca 1/10/1999 tarihinde emekli olan ve kendisine emekli aylığı bağlanan
bir kişidir (BAĞ-KUR emeklisi).
9. Başvurucunun daha önce ortağı ve yöneticisi olduğu G.T. Tic. A.Ş.nin 1999-2002 dönemine ait sigorta prim borçları
nedeniyle başvurucunun emekli aylığına 28/4/2008 tarihinde Sosyal Güvenlik
Kurumu (SGK) Muğla İl Müdürlüğünce haciz konulmuştur.
10. Başvurucu, haciz işlemine karşı 30/4/2008 tarihinde Muğla 1.
Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatı ile) şikâyet yolu ile başvurarak
1479 sayılı Kanun'un 67. maddesi uyarınca maaşına uygulanan haciz işleminin
kaldırılmasını ve maaştan kesilen paraların iade edilmesine karar verilmesini
talep etmiştir.
11. Mahkeme; 12/11/2008 tarihli ve E.2008/317, K.2008/374 sayılı
kararında başvurucunun maaşının 1/4'üne konulan hacze rıza göstermemesi üzerine
idarenin 1479 sayılı Kanun'un 67. maddesi gereğince haczi kaldırdığını
belirterek haciz konusunda karar verilmesine yer olmadığına, haciz kaldırılana
kadar maaştan kesilen paraların iade edilmesine hükmetmiştir.
12. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesi
1/4/2010 tarihli ve E.2008/20983, K.2010/4679 sayılı ilamı ile kararı
onamıştır.
13. SGK Muğla İl Müdürlüğü, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 93. maddesinin 17/4/2008
tarihli 5754 sayılı Kanun'la değiştirilen birinci fıkrasının "...Gelir, aylık ve ödenekler; 88 inci maddeye
göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında
haczedilemez." hükmü uyarınca başvurucunun maaşına söz konusu
borçlar nedeniyle tekrar haciz koymuş ve 28/3/2009 tarihinden itibaren
başvurucunun maaşından kesinti yapılmaya başlanmıştır.
14. Haciz işlemi üzerine başvurucu 2/4/2009 tarihinde Muğla 1.
Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatıyla) şikâyet yolu ile başvurarak
emekli maaşının haczedilemez olduğunu, daha önce aynı konuda kesinleşmiş bir
mahkeme kararı bulunduğunu, maaş haczine dayanak alınan 5510 sayılı Kanun'un
93. maddesinin geçmişe etkili bir hüküm olmadığını belirterek haczin
kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
15. Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (iş mahkemesi sıfatıyla);
16/12/2009 tarihli ve E.2009/222, K.2009/865 sayılı kararı ile daha önce aynı
borçtan dolayı başvurucunun maaşına haciz konulduğunu ve 1467 sayılı Kanun'un
67. maddesi uyarınca haczin kaldırıldığını, başvurucunun maaşının 1467 sayılı
Kanun gereği hacze kabil olmadığını ve 5510 sayılı Kanun'un sonradan yürürlüğe
girdiğini belirterek haczin iptaline hükmetmiştir.
16. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 29/3/2011 tarihli ve E.2010/2307, K.2011/2932
sayılı ilamı ile "... "Somut
olayda; davacının Kurumdan almakta olduğu malullük aylığına konulan haczin
dayanağı davacının otel işletmecisi olduğu döneme ilişkin ve 88 inci maddeye
göre takip ve tahsili gereken Kurumun prim, işsizlik sigortası primi ve damga
vergisi alacağı olduğundanve 5510 sayılı Yasanın 93.
maddesinin yürürlüğe girdiği 1.10.2008 tarihinden sonra 28.3.2009 tarihinden
itibaren yapılan haciz işlemi hukuka uygundur." gerekçesine
dayanarak bozmaya hükmetmiştir.
17. Bozma üzerine dosyayı tekrar ele alan Mahkeme, 9/4/2012
tarihli ve E.2011/1102, K.2012/354 sayılı kararı ile bozma ilamında belirtilen
hususlar doğrultusunda ve bozma ilamında belirtilen gerekçeye dayanarak davanın
reddine hükmetmiştir.
18. İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin
1/10/2013 tarihli ve E.2012/12106, K.2013/17799 sayılı ilamı ile onanmıştır.
19. Onama ilamı başvurucuya 25/10/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
20. Başvurucu 4/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
21. 1479 sayılı mülga Kanun’un 67. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Bu kanun gereğince bağlanacak aylıklar,
nafaka borçları dışında, haciz veya başkasına devir ve temlik edilemez.”
22. 5510 sayılı Kanun'un 88. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve
diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri
hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında
Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen
yetkileri kullanır…”
23. 5510 sayılı Kanun'un 93. maddesinin 5754 sayılı Kanun'la
değiştirilen birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Bu Kanun gereğince sigortalılar ve hak
sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının genel
sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Kurum nezdinde doğan
alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler; 88 inci
maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında
haczedilemez. Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin
haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması halinde, icra
müdürü tarafından reddedilir. ...”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 23/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu; maaşına haciz konulmasına neden olan ödenmemiş
SGK primleri kaynaklı borçların 5510 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden
önceki döneme ait olduğunu, daha önce ortağı ve yetkilisi olduğu Şirkete
ilişkin sorumluluğunun geriye dönük uygulanmasının hukuka aykırı olduğunu,
borçların gerçekleşme tarihlerine göre 1467 sayılı Kanun'un uygulanmasının
gerektiğini, yineborçların gerçekleşme tarihleri
dikkate alındığında kendisine herhangi bir tebligat yapılmamasından dolayı
borçların zamanaşımına uğradığını ve daha önce lehine verilen Mahkeme kararı
kazanılış hak olduğu halde olayda kazanılmış hakların geri alınmasıyla
sonuçlanacak şekilde yasaların geçmişe yürütüldüğünü, benzer şekilde geçmişe
dönük uygulama getiren 4/6/2008 tarihli ve 5766 sayılı Kanun'un ilgili hükmünün
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini belirterek hukuk devleti ilkesi
ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yeniden yargılama yapılarak
maaşından haczin kaldırılmasına ve kesilen tutarların iadesine karar
verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun tebligat yapılmamasından dolayı
borçların zamanaşımına uğradığı iddiası, bu konuda başvuru yollarının usulüne
uygun biçimde tüketilip tüketilmediği yönünden incelenecektir. Başvurucunun
emekli aylığından yapılan kesintiyle ilgili şikayetleri ise mülkiyet hakkı
kapsamında incelenecektir.
a. Borcun Zamanaşımına
Uğradığına İlişkin İddia
27. Başvurucu; borçların gerçekleşme tarihleri dikkate
alındığında kendisine herhangi bir tebligat yapılmamasından dolayı borçların
zamanaşımına uğradığını, bu nedenle yapılan müdahale ile haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
28. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır."
29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
30. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
31. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak
ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği
gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle
olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun
Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili
idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip
olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu
süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması
gerekir (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
32. Somut başvuruya konu davada verilen kararlar incelendiğinde
uyuşmazlığın konusunun başvurucunun emekli aylığına yapılan haczin hukuka uygun
olup olmadığına ilişkin olduğu, başvurucunun borcunun zamanaşımına uğradığına
ilişkin bir iddiasının yargılamaya konu edilmediği anlaşılmaktadır.
Başvurucunun 12/4/2012 tarihinde Mahkeme kaleminde kayda alınan temyiz
dilekçesi incelendiğinde emekli aylığının hacze konu olmasının 5510 sayılı
Kanun hükümlerinin geçmişe yürütülmesi anlamına geldiği ve kazanılmış
haklarının ihlal edildiği ile sınırlı iddiaların ileri sürüldüğü, borcun
zamanaşımına uğradığına dair bir iddianın dile getirilmediği görülmektedir.
33. Bu durumda başvurucunun, borcun zamanaşımına uğradığı
iddiasını somut başvuruya konu davada ileri sürme imkânı varken bu imkândan
yararlanmadığı ve bu iddiasını Mahkemeye esastan inceletemediği anlaşıldığından
somut başvuruda bu iddia yönünden başvuru yollarının usulüne uygun olarak
tüketildiğinin kabul edilmesi mümkün değildir.
34. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu işleme karşı kanunda
öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı usulüne uygun olarak tüketilmeden
bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
35. Başvurucu emekli aylığına haciz konulması nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
37. Başvurucu; maaşına haciz konulmasına neden olan borçların
5510 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önceki döneme ait olduğunu, daha
önce ortağı ve yetkilisi olduğu Şirkete ilişkin sorumluluğunun geriye dönük
uygulanmasının hukuka aykırı olduğunu, borçların gerçekleşme tarihlerine göre
1467 sayılı Kanun'un uygulanmasının gerektiğini, daha önce lehine verilen
Mahkeme kararı kazanılmış hak olduğu hâlde olayda kazanılmış hakların geri
alınmasıyla sonuçlanacak şekilde yasaların geriye yürütülerek uygulandığını,
benzer şekilde geçmişe dönük uygulama getiren 5766 sayılı Kanun'un ilgili
hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal ediliğini
belirterek hukuk devleti ilkesi ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
38. Bakanlık görüş yazısında mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin kanuna dayalı ve kamu yararı amacına yönelik olması olması gerektiği, ayrıca müdahalenin kişiler tarafından
öngörülebilir olması gerektiği ifade edilmiştir.
a. Müdahalenin Varlığı ve
Niteliği
39. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
40. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
41. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) Ek 1 No.lu
Protokol'ün "Mülkiyetin korunması"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
42. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanındaki mülkiyet
hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı
kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup yasal düzenlemeler ile
yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge,
B. No: 2013/2166, 10/6/2015, § 31).
43. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma kapsamında yer alan
mülkiyet hakkı bireylere sosyal güvenlik ödemesi alma hakkı içermemekle beraber
yürürlükteki mevzuatta, önceden prim ödeme şartıyla veya şartsız olarak, sosyal
yardım alma hakkı şeklinde bir ödeme yapılması öngörülmüş ise yargısal
içtihatlara paralel olarak, ilgili mevzuatın aradığı şartları yerine getiren
bireyin mülkiyet hakkı kapsamına giren bir menfaatinin doğduğu kabul
edilmelidir (Hüseyin Remzi Polge, § 36).
44. Başvurucunun ilgili mevzuatta öngörülen şekilde çalışma
süresini ve prim ödeme yükümlülüğünü tamamlayarak emekli olduğu ve emekli
aylığı almaya hak kazandığı konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu durumda
başvurucunun usulüne uygun bir şekilde almaya hak kazandığı emekli aylığının,
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı
kapsamında korunan bir menfaat olduğunun kabulü gerekmektedir.
45. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır. Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla
sınırlama getirilebilir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak
bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir
(Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).
46. Anayasa’nın 35. maddesi ve Sözleşme'ye
Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer
vermiştir. Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. Sözleşme'nin ilk
cümlesi, herkese mülkünden barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa daha
geniş manada mülkiyet hakkını tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise
kişilerin hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere
ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına
almaktadır (Necmiye Çiftçi ve diğerleri,
B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 46).
47. Her iki düzenlemenin üçüncü cümlelerinde ise mülkiyetin
kullanımının kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Anayasa’nın 35.
maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken,
Sözleşmeye Ek (1)No.lu protokolün birinci maddesinin ikinci fıkrası devletlere
mülkiyeti kamu yararına düzenleme ve vergiler ve diğer katkılar ile cezaların
tahsili konusunda gerekli gördükleri yasaları uygulama konusundaki haklarını
saklı tutarak taraf devletlerin genel yarara uygun olarak “mülkiyetin kullanımını kontrol” yetkisine
sahip olduklarını kabul etmektedir. Bununla beraber Anayasa’nın birçok maddesi
ilgili olduğu hususta devlete mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti
düzenleme yetkisi vermektedir (Necmiye
Çiftçi ve Diğerleri, § 47).
48. AİHM’e göre ikinci ve üçüncü
kurallar, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen birinci
kuralın özel görünüm şekilleridir ve bu nedenle genel nitelikli birinci kuralın
ışığı altında anlaşılmaları gerekmektedir (James
ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, §
37).
49. Anayasa'nın 60. maddesinde 'Herkes,
sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli
tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.' denilmektedir. Sosyal güvenlik,
bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin, kendilerinin ve
geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir azaltıcı ve
harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat
standardını güvence altına alabilmek amacıyla kurulan sistemin bütününe verilen
addır. Bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kuruluşları
oluşturularak kişilerin yaşlılık, hastalık, malullük, kaza, ölüm ve işsizlik
gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır
(AYM, E.2009/86, K.2011/70, 28/4/2011).
50. Vergi ve benzeri yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve
katkılarını belirlemeye, değiştirmeye ve ödenmesini güvence altına almaya
yönelik düzenlemeler, Sözleşme metninde ayrıca ifade edilmekle ve Anayasa'da
ayrı hükümlerle düzenlenmiş olmakla birlikte bu düzenlemeler de genel
itibarıyla mülkiyetin kullanımını düzenleme ve kontrol etme amacı taşıdığından
ayrı bir başlık yerine devletin mülklerin kullanımını düzenleme veya mülkiyetin
kamu yararına kullanımını kontrol yetkisi kapsamında incelenmesi gerekir.
51. Bu durumda başvurucunun emekli aylığından, ortağı ve
yöneticisi olduğu Şirketin sosyal güvenlik borçları nedeniyle haciz işlemi
uygulanarak kesinti yapılması şeklindeki müdahalenin, Sözleşme'nin açık hükmü
ve Anayasa'nın 60. maddesinde yer alan devletin gerekli tedbirleri alacağı
hükmü çerçevesinde mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla kullanımının kontrolü
veya düzenlenmesi kapsamında incelenmesi gerekir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
i. Kanunilik
52. Anayasa’nın 35. ve 13. maddelerinde mülkiyet hakkına
getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği
hüküm altına alınmaktadır. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle
hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan
içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini
kabul ederken (Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§
66-68) Anayasa, tüm sınırlamaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek
Sözleşme’den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 31).
53. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki
belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik
koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 56).
54. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan kanunun metni,
bireylerin -gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle- hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının
yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,
22/5/2013).
55. Başvurucu 5510 sayılı Kanun'un emekli olduğu tarihten sonra
yürürlüğe girdiğini ancak bu kanun hükümlerine dayanılarak emekli aylığına
haciz konulduğunu, bu durumun 5510 sayılı Kanun hükümlerinin geriye yürütülmesi
anlamına geldiğini, ayrıca daha önce konulan haciz işleminin hukuki olmadığına
dair kesinleşmiş yargı kararının kazanılmış hak mahiyetinde olduğunu belirterek
yapılan müdahalenin kanuni olmadığını ileri sürmektedir.
56. Başvurucunun mülga 1479 sayılı Kanun döneminde emekli
olduğu, 1/10/1999 tarihinden itibaren emekli aylığı almaya başladığı, ortağı ve
yöneticisi bulunduğu Şirketin 1999-2002 yıllarına ilişkin sosyal güvenlik prim
borcu bulunduğu konularında uyuşmazlık bulunmadığı görülmektedir. Uyuşmazlığın
konusu başvurucunun emekli aylığına 5510 sayılı Kanun'a dayanılarak haciz
konulması işlemidir.
57. Konuya ilişkin yasal düzenlemeler incelendiginde
1479 sayılı mülga Kanun'un 67. maddesi uyarınca emekli aylıklarına nafaka borcu
dışında haciz konulmasının mümkün olmadığı, 5510 sayılı Kanun'un 93. maddesinde
17/4/2008 tarihinde yapılan değişiklikle gelir, aylık ve ödeneklerin nafaka
borçları ile aynı Kanun'un 88. maddesine göre takip ve tahsili gereken
alacaklar (SGK alacakları) dışında haczedilemeyeceği hükmü getirilerek bu
tarihten itibaren emekli aylıklarına sosyal güvenlik alacakları nedeniyle haciz
yapılması imkânı sağlandığı görülmektedir.
58. 5510 sayılı Kanun'un 93. maddesinde 17/4/2008 tarihli
değişiklik yapılmadan önce yapılan haciz işlemi başvurucu Mahkemeye
başvurduktan sonra idarece kaldırılmış, Mahkeme de 12/11/2008 tarihli kararıyla
idarenin 1479 sayılı Kanun'un 67. maddesi gereğince haczi kaldırdığını
belirterek haciz konusunda karar verilmesine yer olmadığına karar vermiş ve bu
karar kesinleşmiştir. Bu davada Mahkeme işin esasına girmeden karar verilmesine
yer olmadığına karar verdiğinden ayrıca başvurucunun somut başvuruya konu
ettiği davanın konusu haciz işleminin yeni Kanun'a (5510 sayılı Kanun) göre
yapılan yeni bir işlem olduğu gözönüne alındığında
başvurucunun iddia ettiği gibi daha önce dava yoluyla elde edilmiş bir
kazanılmış hakkın bulunmadığı açıktır.
59. Somut başvuruya konu haciz işlemi 5510 sayılı Kanun'un 93.
maddesinde değişiklik yapılarak sosyal güvenlik alacakları için emekli maaşı
haczinin mümkün kılındığı 17/4/2008 tarihinden sonra 28/3/2009 tarihinden
itibaren uygulanmıştır. Mahkeme tarafından verilen ilk karar Yargıtay 21. Hukuk
Dairesinin 29/3/2011 tarihli ilamı ile "...
"Somut olayda; davacının Kurumdan almakta olduğu malullük aylığına konulan
haczin dayanağı davacının otel işletmecisi olduğu döneme ilişkin ve 88 inci
maddeye göre takip ve tahsili gereken Kurumun prim, işsizlik sigortası primi ve
damga vergisi alacağı olduğundanve 5510 sayılı
Yasanın 93. maddesinin yürürlüğe girdiği 1.10.2008 tarihinden sonra 28.3.2009
tarihinden itibaren yapılan haciz işlemi hukuka uygundur." gerekçesine
dayanılarak bozulmuş ve bozma üzerine dosyayı tekrar ele alan Mahkeme, 9/4/2012
tarihli kararı ile bozma ilamında belirtilen hususlar doğrultusunda ve bozma
ilamında belirtilen gerekçeye dayanarak davanın reddine hükmetmiştir.
60. Başvurucunun emekli aylığına 28/3/2009 tarihinden sonra
haciz konulmuş ve kesinti yapılmaya başlanmıştır. Bu durumda başvurucunun
emekli aylığına haciz işlemi uygulanabilmesine imkan
tanıyan 5754 sayılı ve 17/4/2008 tarihli düzenleme ile 5510 sayılı Kanun'un 93.
maddesinde yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 8/5/2008 tarihinden sonra
28/3/2009 tarihinde ve ileriye dönük aylıklardan kesinti yapılacak şekilde
uygulanan haciz işleminin kanunların geriye yürütülmesi anlamı taşımadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
61. Başvurucu 5766 sayılı Kanun'da yer alan benzer düzenlemenin
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal ediliğini ileri
sürmektedir. Anayasa Mahkemesinin 28/4/2011 tarihli ve E.2009/39, K.2011/68
sayılı bahsedilen kararı incelendiğinde 5766 sayılı Kanun'da esas olarak bir
kamu alacağı ile ilgili bireylerin sorumluluklarını arttıran ve müteselsil
sorumluluk getiren düzenlemelerin, Kanun'un geçici 1. maddesi ile yürürlük
tarihi itibari ile tahsil edilmemiş alacaklara da uygulanmasının hukuk
kurallarının geriye yürütülmesi anlamına geldiği ve hukuk güvenliği ilkesi ile
bağdaşmadığı gerekçesiyle iptal edildiği görülmektedir. Somut başvuruya konu
davada ise kamu alacağı karşısında başvurucunun sorumluluğu artırılmamakta,
yalnızca başvurucunun zaten var olan sorumluluğu kapsamında emekli aylığına haciz
yapılmasına imkân tanınmaktadır.
62. Yukarıda belirtilen düzenlemeler incelendiğinde
anlaşılabilir nitelikte oldukları, Resmî Gazete'de ve
ilgili kurumların internet sitelerinde yayımlandıkları ve ulaşılabilir
oldukları, ayrıca müdahaleye konu işlemin kanuni dayanaklarının muhtemel
sonuçlarının ileriye dönük işlemler için öngörülebilir nitelikte olduğu
sonucuna ulaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
63. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya bireysel
çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün
kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirmek hedefine yönelmek
durumundadır. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme
organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu
belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda bir
uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması
yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları
açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde açıkça temelden
yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının kamu yararı
tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz. Müdahalenin kamu
yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, §§ 34-36).
64. Kamu yararı doğası gereği geniş bir kavramdır. Neyin
toplumun genel çıkarına olduğu konusunda da çok farklı görüşlerin ortaya
çıkması kaçınılmazdır. Neyin kamu yararına olduğu, yasama ve yürütme
organlarının siyasi, ekonomik ve sosyal tercihlerine göre farklılaşabileceği
gibi değişen ekonomik, sosyal ve siyasi koşullar kamu yararı amacı ile yapılan
bir iş ya da hizmetin değiştirilmesini gerekli kılabilir (Habibe Kalender ve diğerleri, B. No:
2013/3845, 1/12/2015, § 33).
65. 5510 sayılı Kanun'un 93. maddesinin 17/4/2008 tarihinde
değiştirilen birinci fıkrası ile "...Gelir,
aylık ve ödenekler; 88 inci maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile
nafaka borçları dışında haczedilemez." hükmü getirilmiştir.5754
sayılı Kanun'un genel gerekçesinde sosyal sigortalar sisteminin finansman
sorununun kamu finansmanı üzerinde yarattığı baskının başta enflasyon olmak
üzere temel ekonomik göstergeleri olumsuz olarak etkilediği, sosyal güvenlik
sisteminin kendisinin ülke ekonomisinde istikrarsızlık yaratan ana sebep hâline
geldiği ifade edilmiştir. 5510 sayılı Kanun'un 93. maddesinde yapılan
değişiklikle sosyal güvenlik alacaklarının tahsilinin sağlanmaya çalışıldığı ve
özellikle sosyal güvenlik alacağının muhataplarının emekli olmaları hâlinde
emekli aylıklarının haczedilemezliği nedeniyle alacak
tahsilini imkânsız hâle getiren uygulamaya son verildiği anlaşılmaktadır.
66. Bahsedilen düzenlemeler, 1999 yılında başlayıp 2008 yılına
kadar süren bir dönemde işsizlik sigortası getirilmesi, sistemin kapsamının
genişletilmesini ve tek sağlık sigortası ile tek sosyal güvenlik sistemi
kurmayı ve sistemin açıklarını azaltmayı amaçlayan bir dizi sosyal güvenlik
reformu kapsamındagerçekleştirilmiştir. Anılan
düzenlemelerle sosyal güvenlik prim alacaklarının emekli aylıklarına yapılacak
haciz yoluyla da sorumlularından tahsil edilmesinin genel amacı, sosyal
risklerin etkilerini azaltmaya ve asgari hayat standartlarını güvence altına
almayı temin etmeye yönelik olarak sosyal güvenlik sisteminin finansmanını
sağlamak ve sürdürülebilir bir sistem oluşturmak olup yapılan tahsilat sadece
bu amaçla kullanılmakta ve sistemin içinde kalmaktadır.
67. Sosyal güvenlik hizmetlerinde aktüeryal
denge, mevcut ve gelecekteki varlıkların toplamının yine mevcut ve gelecekteki
yükümlülüklerin toplamına eşit olması ve sistemdeki bireylere verilen
taahhütlerin, sistem tarafından karşılanabilir olması anlamına gelmekte olup (Yasemin Mutlu, B. No: 2013/1426,
25/3/2014, § 60), sosyal güvenlik alacaklarının tahsili amacıyla emekli
aylıklarına haciz konulabilmesine imkân tanıyan hükmün, genel sosyal güvenlik
sisteminin mali yapısının korunması ve sosyal güvenlik planlaması çerçevesinde
toplumun korunmaya daha çok muhtaç olan fertlerinin de bu sosyal güvenlik
şemsiyesi altına alınması bakımından zorlayıcı nitelikteki kamu yararı taşıdığı
açıktır.
68. Sosyal güvenlik sisteminin finansmanını sağlayarak ve aktüeryal dengeleri koruyarak sürdürülebilir bir sistem
oluşturma ve sosyal güvenlik alacaklarını tahsil ederek sistemin açıklarını azlatma açıkça kamu yararı amacı güttüğünden müdahalenin
meşru amacının bulunduğu açıktır.
iii. Ölçülülük
69. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
70. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları
ancak kanunun öngördüğü usullerle ve kamu yararı gereği sınırlanabilir.
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet
haklarının sınırlanması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin
hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.
71. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”,
öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını; “gereklilik”, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu
olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade
etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
§ 38).
72. Anayasa ve Sözleşme’de yer alan ve
yukarıda yer verilen üçüncü kurallar devlete mülkiyetin kullanımı veya
mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi
vermektedir. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme yetkisinin kullanımında da kanunilik, meşruluk ve ölçülülük
ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır (Benzer yönde
AİHM kararı için bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010,
§§ 83, 84). Buna göre mülkiyet hakkının düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı
amacıyla ve kanunla kullanılmalıdır. Mülk kullanımını düzenleyen bir tedbir söz
konusu olduğunda adil dengenin sağlanıp sağlanmadığını belirlemek için dikkate
alınacak faktörlerden biri de tazminat ödenmemesi olmakla birlikte bu faktör
tek basına, 1 No.lu Ek Protokolün 1. maddesinin ihlalini oluşturamaz (Depalle/Fransa, § 91; Brosset-Triboulet ve diğerleri/Fransa [BD], B. No:
34078/02, 29/3/2010, § 94).
73. Sosyal güvenlik, devlet tarafından üstlenilen önemli bir
sorumluluk olup bu sorumluluğun gereklerinin sağlıklı bir şekilde yerine
getirilebilmesi için birtakım düzenlemeler yapılması kaçınılmazdır. Dolayısıyla
devletin sosyal güvenlik alanına ilişkin takdir yetkisi geniştir. AİHM de
sosyal güvenliğe ilişkin düzenlemelerin değiştirilmeye açık olduğunu, yasama
organının bu konuda engellenemeyeceğini, kanunlara veya mahkeme kararlarına
dayalı olarak tanınmış emeklilik haklarının, gerektiğinde geçmişe etkili yeni
kanunlarla değiştirilebileceğini kabul etmektedir (Arras ve diğerleri/İtalya, B. No: 17972/07, 14/2/2012, § 81; Maggio ve diğerleri/İtalya B. No: 46286/09...,
31/5/2011, § 60; Maurice/Fransa
[BD], B. No: 11810/03, 6/1/2005, § 81; Draon/Fransa [BD], B. No: 1513/03, 6/1/2005, § 73; Kuznetsova/Rusya [BD], B. No: 67579/01, 7/6/2007, §
50).
74. Anayasa'nın 65. maddesinde "Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen
görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek malî
kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir." hükmüne
yer verilmiştir. Sosyal güvenlik sisteminde bir dizi reform yapan
düzenlemelerin yeni maliyetlere neden olacağı ve bu maliyetlerin ise sistemin
tarafları arasında paylaşılması gerektiği açıktır.
75. Sosyal güvenlik sisteminin finansmanı; çalışanlar,
işverenler ve Hazine katkısı ile gerçekleştirilmekte; ayrıca sistemin açıkları
da kamu kaynakları ile genel bütçeden karşılanmaktadır. Sosyal güvenlik
sisteminde yeni reformlar yapılarak sistemin kapsamı, hizmetlerin niteliği ve
niceliğinin arttırılması istendiğinde başvurulacak kaynakların yine sayılan
unsurlar olduğu, ayrıca başvuru konusu müdahale ile sosyal güvenlik
alacaklarının tahsilinin amaçlandığı, bu nedenle müdahale aracının elverişli ve
müdahalenin de gerekli olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır.
76. 5510 sayılı Kanun'un 93. maddesinin 17/4/2008 tarihinde
değiştirilen birinci fıkrası ile sosyal güvenlik alacaklarının emekli
aylıklarına haciz uygulanarak tahsiline imkân tanınmıştır. Bahsedilen uygulama
daha önce sorumlu bulunduğu sosyal güvenlik borcunu ödemeyen ilgililere yönelik
olarak kamu borcunun tahsili amacıyla ve Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten
sonraki emekli aylıklarına uygulanmak üzere getirilmiştir.
77. 5510 sayılı Kanun'un 88. maddesinde geçen "Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer
alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri
hariç, diğer maddeleri uygulanır." hükmü gereği 21/7/1953
tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 71.
maddesine göre emekli aylıklarının haczolunacak
miktarı aylığın üçte biri ile dörtte biri arasında tespit edilmektedir. Somut
başvuruya konu davada da başvurucunun emekli aylığının dörtte birinin (%25)
hacze konu edildiği anlaşılmaktadır.
78. Bahsedilen düzenlemenin muhataplarının sosyal güvenlik
borçlarını ödemeyen borçlular olduğu ve başvurucunun, büsbütün emekli
aylığından veya aylık miktarının belirli bir asgari standardın altına
düşmemesine ilişkin güvenceden mahrum bırakılmamış olduğu, emekli aylığından
Kanun'da öngörülen %25 oranında bir miktar kesinti ile borcunu ödemesinin temin
edilmeye çalışıldığı, bu durumun da başvurucuya ödenen emekli aylığı üzerinde
kısmi sonuç doğurduğu, bu çerçevede yukarıda ifade edilen zorlayıcı nitelikte
kamu yararı amacına dayanan düzenlemenin ve başvurucunun emekli aylığına haciz
konulması işleminin, başvurucuyu ağır ve tahammül edilemez bir yük altına
sokmadığı, müdahalenin amacı ile başvurucuya yüklenen külfetin orantılı olduğu
sonucuna varılmıştır.
79. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Borcun zamanaşımına uğradığına ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
23/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.