TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ZEKİYE AKTAY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8415)
|
|
Karar Tarihi: 17/2/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Zekiye
AKTAY
|
|
|
2. Nisanur AKTAY
|
|
|
3. Tunahan
AKTAY
|
|
|
4. Fatma
AKTAY
|
|
|
5. Mehmet
Ali AKTAY
|
Vekili
|
:
|
Av. Yaşar
ÖZER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; idarenin kusuru sonucu yaşanan sel olayında
yakınlarının yaşamını yitirmesi nedeniyle yaşam hakkının, ölüm sonucunda meydana
gelen maddi ve manevi zararlarının giderilmesi talebiyle açılan tazminat
davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/11/2013 tarihinde İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Başvurucuların 2013/8414, 2013/8416, 2013/8417, 2013/8418 ve
2014/317 numaralı bireysel başvurularının irtibat nedeniyle 2013/8415 sayılı
bireysel başvuru dosyasında birleştirilmelerine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde,
başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 13/7/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
8. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
31/7/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık
görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
9. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP)
üzerinden incelenen olaya ilişkin ceza soruşturması evrakları ve başvuruya konu
dava dosyasının içeriğinden tespit edilebilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucu Zekiye Aktay'ın eşi, başvurucular Tunahan Aktay ve
Nisanur Aktay'ın babası, diğer başvurucular Mehmet
Ali Aktay ve Fatma Aktay'ın ise oğulları olan Murat Aktay (M.A.) 9/9/2009
tarihinde İstanbul ili Başakşehir ilçesinde meydana
gelen selde boğularak yaşamını yitirmiştir.
11. M.A.nın
cesedi, olayın gerçekleştiği bölgeye yakın bir menfezde aynı tarihte bulunup
bir hastanenin morguna götürülmüş ve ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı haberdar
edilmiştir.
12. Aynı olayda M.A. dışında başka kişilerin de yaşamını
yitirdiği anlaşılmıştır.
13. Başvurucuların talebi üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı İtfaiye Daire Başkanlığı Avrupa Yakası İtfaiye Müdürlüğüne bağlı Başakşehir Bölgesi İtfaiye Grup Amirliği tarafından
11/9/2009 tarihinde "su baskını tespit raporu" düzenlenmiştir. Söz
konusu raporda 9/9/2009 tarihinde yağan şiddetli yağmur nedeniyle belirtilen
tarihte yapılan inceleme ve araştırmada olayın meydana geldiği başvuruculara
ait üç katlı binanın bodrum katının sağanak yağış sonucu su baskınına maruz
kaldığının tespit edildiği belirtilmiştir.
1. Ceza Soruşturması
Süreci
14. Olay hakkında Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından 9/9/2009 tarihinde sorumluluğu tespit edilecek kamu görevlileri
hakkında "taksirle öldürme" suçundan resen soruşturma başlatılmış
olup nöbetçi Cumhuriyet savcısı tarafından hastane morgunda bulunan M.A.nın cesedi üzerinde aynı
tarihte ölü muayene ve otopsi işlemi yapılmıştır. Yapılan bu işlem sonucunda
adı geçenin kesin ölüm sebebinin uzun süre suda kalmaya bağlı solunum arresti
sonucu suda boğulmadan ileri geldiği tespit edilmiştir.
15. Yapılan ölü muayene ve otopsi işlemi sırasında kimlik tanığı
olarak dinlenen başvurucu Mehmet Ali Aktay ifadesinde olay günü saat 06.00
sıralarında ölenle birlikte evlerine 100 metre uzaklıkta bulunan ahırlarına
gittiklerini, ahırın yukarısında bulunan Ayamama Deresi'nin aniden taşması
üzerine ahırın suyla dolduğunu, ölenle birlikte olay yerinden uzaklaşmaya
çalıştıklarını, kendisinin ahırın dışına çıkabildiğini ancak öleni
göremediğini, akabinde akrabaları ile birlikte çevrede öleni aramaya
başladıklarını ve bir süre sonra olay yerine 400-500 metre mesafede bulunan bir
menfezde cesedi bulduklarını, olayda kimsenin kastı bulunmayıp ölümün doğal
afet sonucunda gerçekleştiğini, bu nedenle kimseden şikâyetçi olmadığını
söylemiştir.
16. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, aynı olay
nedeniyle birden fazla kişinin yaşamını yitirdiği ve bu kişilerin ölümü
nedeniyle yürütülen diğer soruşturmalar ile M.A.nın yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan olay
nedeniyle yürütülen soruşturma arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu
gerekçesiyle 15/10/2009 tarihinde söz konusu soruşturmaların birleştirilmesine
karar verilmiştir.
17. Birleştirilen soruşturmalara Küçükçekmece Cumhuriyet
Başsavcılığının 2009/33602 numaralı soruşturma dosyası üzerinden devam edilmiş
ve 16/11/2009 tarihinde aynı olayla ilgili olarak kamu görevlileri hakkında
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma yürüttüğü, 2/12/1999 tarihli ve
4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun
hükümleri gereğince soruşturma yetkisinin il Cumhuriyet başsavcısı veya
Cumhuriyet başsavcısı vekiline ait olduğu gerekçesiyle yer bakımından
yetkisizlik kararı verilerek söz konusu soruşturma dosyası İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir.
18. 25/11/2010 tarihinde düzenlenen vekâletname uyarınca
başvurucular Zekiye Akay, Nisanur Akay ve Tunahan
Akay'ın vekili olduğunu beyan eden Avukat Yusuf Erkuştan,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek soruşturma dosyasının onaylı
suretlerinin verilmesini talep etmiştir.
19. İçişleri Bakanlığı tarafından, olay nedeniyle İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürü,
Afet Koordinasyon Merkezi Başkanı, Küçükçekmece Belediye Başkanı, İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığının bir kısım daire başkanı vediğer
görevlileri hakkında 4483 sayılı Kanun kapsamında ön inceleme yapılmış ve
Bakanlığın 27/4/2011 tarihli ve K.2011/215 sayılı kararıyla bu görevliler
hakkında "soruşturma izni verilmemesine" karar verilmiştir.
20. Bu karara itiraz edilmediğinden karar aynı tarihte
kesinleşmiştir.
21. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 26/1/2012 tarihli ve
K.2012/5332 sayılı kararıyla 4483 sayılı Kanun kapsamında haklarında ön
inceleme yapılan ve soruşturma yapılmasına izin verilmemesine karar verilip bu
karar kesinleşen kamu görevlileri hakkındaki evrakın işlemden kaldırılmasına
karar verilmiştir.
22. Başvurucular, bireysel başvuru formunda söz konusu olaya
ilişkin ceza soruşturmasının devam ettiğini ileri sürmüşseler de bu hususa
ilişkin herhangi bir bilgiye formda yer vermemiş ve bu konuda herhangi bir
belge de sunmamışlardır. Başvurucular, ayrıca yürütülen herhangi bir ceza
soruşturmasında sorumlulukları bulunanlardan şikâyetçi olduklarını da ifade
etmemiştir.
23. UYAP aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
gönderilen soruşturma dosyasının incelenmesi neticesinde de olay hakkında
kendilerine ilişkin soruşturma evrakı, İçişleri Bakanlığının soruşturma izni
vermemesi nedeniyle işlemden kaldırılmasına karar verilen kişiler dışında başka
bir kamu görevlisi ya da kişi hakkında bir ceza soruşturması yürütülüp
yürütülmediği kesin olarak belirlenememiştir.
2. İdari Yargıda Açılan Tam Yargı Davası Süreci
24. Başvurucular, yakınlarının yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan
olayın hizmet kusurlarından kaynaklandığını ileri sürerek manevi ve maddi
zararlarının karşılanması talebiyle 11/1/2011 tarihinde İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığı, Başakşehir Belediye Başkanlığı,
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel
Müdürlüğüne başvurmuşlardır.
25. Başvurularının reddedilmesi üzerine de İstanbul 8. İdare
Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tazminat davası (tam yargı) açmışlardır.
26. Mahkemenin 13/12/2011 tarihli ve K.2011/2041 sayılı
kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü
şöyledir:
"Dava dosyasının incelenmesinden,
İstanbul ilinde 9/9/2009 tarihinde yaşanan yağış nedeniyle taşan Ayamama
Deresinde, sel sularına kapılarak hayatını kaybeden Murat Akay'ın eşi, iki
çocuğu, anne ve babası tarafından davaya konu maddi ve manevi tazminatın
ödenmesi istemiyle 1/1/2011 tarihinde idarelere yapılan başvurunun reddi
üzerine 1/4/2011 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davacıların miras bırakanı Murat
Akay'ın 09.09.2009 tarihinde Ayamama Deresinde sel sularına kapılarak hayatını
kaybettiği, ölen şahsın babası olan davacılardan Mehmet Ali Akay'ın da
imzasının bulunduğu aynı tarihli Adli Tıp Raporu ile ölüm sebebinin suda
boğulma olarak tespit edildiği görülmektedir.
Bu durumda, sel felaketinin ve ölüm olayının
gerçekleştiği 09.09.2009 tarihinden itibaren 1 yıl içinde 9/9/2010 tarihine
kadar ilgili idarelere yapılacak başvurunun reddi üzerine 60 günlük dava açma
süresi içinde davanın açılması gerekirken, eylem tarihinden itibaren 1 yıllık başvuru
süresi geçirildikten sonra 11/01/2011 tarihinde yapılan başvurunun reddi
üzerine 1/4/2011 tarihinde açılan davanın esasının süre aşımı nedeniyle
incelenmesine olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır."
27. Bu karar, başvurucuların "idari eylemlerde dava açma süresinin zararın ve zarara neden olan idari
eylemin bilindiği tarihten itibaren başlayacağının yasanın amir hükmü olduğu,
Danıştay Dairelerinin kararlarında, sürenin eylemin 'idari' olduğunun
öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağının belirtildiği, söz konusu
zararların bir idari eylemden kaynaklanıp kaynaklanmadığını veya hangi idari
kurumun bu zarara neden olduğunu, ilgili davalı kurumlara başvurularından önce
bildiklerine ilişkin bir bilgi veya belgenin dava dosyasında mevcut olmadığı,
ayrıca davalı kurum yöneticileri hakkında yürütülen ceza soruşturmalarının da
henüz sonuçlandırılmadığı, bu nedenlerle davanın süre aşımı gerekçesiyle
reddedilmesinin yasaya aykırı olduğu" gerekçesiyle temyizi
üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 17/10/2012 tarihli ve K.2012/7743 sayılı
kararı ile onanmıştır. Onama kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve
yasaya uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin
reddi ile anılan kararın onanmasına (karar verilmiştir.)"
28. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Dairenin
28/6/2013 tarihli ve K.2013/5644 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
29. Nihai karar başvuruculara 10/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiş
olup başvurucular 11/11/2013 tarihinde yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
30. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı
davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
31. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler
üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
"…
3. Dilekçeler, Danıştayda
daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi,
idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye
tarafından:
…
e) Süre aşımı,
…
Yönlerinden sırasıyla incelenir.
4. Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı
görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek
hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde
hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5
inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en
geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.
…"
32. 2577 sayılı Kanun’un “İlk
inceleme üzerine verilecek karar” kenar başlıklı 15. maddesi
şöyledir:
"1. Danıştay veya idare
ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü
fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;
…
b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde
davanın reddine,
…
Karar verilir.
…"
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
A. Başvurucuların İddiaları
33. Başvurucular; yaşadıkları bölgenin yerleşim için riskli bir
bölge olmasına rağmen idarelerce yerleşime açılması ve söz konusu bölgede
bulunan derenin ıslah çalışmalarının zamanında ve gereği gibi yapılmaması
nedeniyle bu bölgede gerçekleşen sel sonucu yakınlarının öldüğünü, yakınlarıyla
birlikte pek çok kişinin öldüğü bu olaydan sonra idarelerin hizmet kusuru
sonucu yakınlarının ölümü nedeniyle uğradıkları zararlarının tazmini talebiyle
idari yargıda açtıkları davanın ise Mahkemenin ilgili hukuk kurallarını
yorumlamasında yanılgıya düşmesi sonucu süre aşımı gerekçesiyle reddedildiğini,
Mahkemece -hatalı bir yorumla- dava açma süresinin başlangıcı olarak ölümün
gerçekleştiği tarihin esas alındığını, sürenin başlangıç tarihi olarak idarenin
kusurlu olduğunun, başka bir ifadeyle olayın "idari" olduğunun
öğrenildiği tarihin esas alınması gerektiğinin göz ardı edildiğini belirterek
Anayasa'nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkı ile Anayasa'nın 36.
maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. AdilYargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucular idarelerin hizmet kusuru sonucunda meydana
gelen selde yakınlarının ölümü nedeniyle açtıkları tam yargı davasının, hukuk
kurallarının yorumlanmasında yanılgıya düşülmesi suretiyle süre aşımı
gerekçesiyle reddedildiğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
35. Başvurucuların şikâyetinin özü, açtıkları tam yargı
davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle esas yönünden incelenememesininadil yargılanma hakkının güvenceleri
arasında yer alan mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine ilişkindir.
36. Bakanlığın bu iddiaya ilişkin görüşünde, başvuruya konu
somut şikâyetin Anayasa'nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) 6. maddesi kapsamında incelenmesinin doğru olacağı ve bu incelemede
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatlarının dikkate
alınmasının yararlı olacağı belirtilerek başvurucuların şikâyetlerinin
mahkemeye erişim hakkı ile ilişkili olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir.
37. Bakanlığın görüşünde ayrıca AİHM içtihatlarına dayanılarak
mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı; dava açma hakkı ya da başvuru
hakkının, ilgililerin etkin olarak kendilerine bir yükümlülüğü zorunlu kılan
veya meşru çıkarlarına ya da haklarına ihlal teşkil edebilen adli kararlardan
haberdar olabildikleri andan itibaren icra edilmesi gerektiği, bu bağlamda bir
başvuru süresinin yalnızca, başvurucunun geçerli şekilde hareket edebileceğini
ileri sürdüğü günden yani haklarını ihlal eden karardan veya işlemden haberdar
olduğu ya da olabildiği ve bu duruma karşı hareket etmek istediği andan
itibaren başlayabileceği belirtilmiştir.
38. Bakanlık görüşünde, somut olayda ölümün sel felaketi sonucu
gerçekleştiği bilinse bile olayın gerçekleşmesinde idarenin kusurunun olduğunun
ne zaman öğrenildiği veya ne zaman bu ihtimale kanaat getirildiği hususunun
incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği, öncelikle "başvurucuların, bireysel başvuru dilekçelerinde bu
konuda bir açıklama yapmadıkları, idareye başvuru için somut olarak hangi
tarihin dikkate alınması gerektiğini ve buna ilişkin delillerini
bildirmedikleri" ancak bireysel başvurularına ek olarak
sundukları 11/9/2009 tarihli "su baskını tespit raporunun" idareye
yapılacak başvuruda sürenin hesabında dikkate alınıp alınmayacağı hususundaki
takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunun değerlendirildiği ifade edilmiştir.
39. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
40. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesinin dördüncü
fıkrası şöyledir:
"Anayasa ile tanınmış
hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi
kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki
haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre,
Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır."
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi" başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
42. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144,
2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç.,
B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan
Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
43. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelmektedir (Özkan Şen, § 52).
Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren
uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma
ya da kanun yollarına başvuru için süre ve şekil gibi birtakım koşullar
öngörülmesi, dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde katı olmadıkça hukuki
belirlilik ilkesinin gereği olup mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz.
Ne var ki öngörülen koşulların açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması
ya da yorumlanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru
hakkını kullanamadığı takdirde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin
kabulü gerekir (Remzi Durmaz, B.
No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27; Kamil Koç,
B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 59; Neriman
Polat, B. No: 2012/1223, 5/11/2014, § 35).
44. Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda
tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak veya kanun yoluna başvurmak
isteyen kişilerin ilgili mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara
sahip olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da
uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Geffre/Fransa, (k.k) 51307/99,
23/1/2003). Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil
yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da
yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu
doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29;
Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09,
17/9/2013, § 21).
45. Ancak mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak
olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. AİHM; hakkın niteliği gereği, mahkemeye
erişim konusunda devletin birtakım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının
kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle Sözleşmeci devletlerin bu konuda bir takdir
alanına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak bu sınırlamaların; hakkın
özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan araç ile
sınırlama amacı yönünden orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin
hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey
aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,
28/5/1985, § 57; García Manibardo/İspanya,
B. No: 38695/97, 15/2/2000, § 36; Sabri
Güneş/Türkiye, B. No: 27396/06, 24/5/2011, § 56). Devletler bir
davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir
hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği
düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar dava
açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek
seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, §
22).
46. Öte yandan belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya
da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek
süreler hukuk güvenliği ilkesinin gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali
olarak değerlendirilemez. Anılan süreler; mahkemelerin, zamanın geçmesi
nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara
dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini
istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini
sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder. Süre sınırlaması getiren bu
müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup ulaşılmak istenen meşru amaçla
orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama
hürriyetini engellemiş sayılmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
22083/93,22095/93; 22/10/1996, § 51).
47. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız
hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla
birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça
hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık
oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak
yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da
kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§
36-40).
48. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmayı, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermeyi ifade etmektedir (AYM, E.2013/64, K.2013/142,
28/11/2013).
49. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve
yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine
hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından
görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim
hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02,
27/7/2006, § 24).
50. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen
mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuni olması, hakkın özünü
zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve
ölçülü olması, başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 38; İbrahim Can Kişi, B. No:
2012/1052, 23/7/2014, § 36).
51. İdari işlem ve eylemlerin sürekli bir biçimde dava açılma
tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde
yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari davaların açılma süresi kanunlarla
düzenlenmiş; 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca idari eylemlerden dolayı
hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı
bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak
zararlarının tazminini istemeleri, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
hâlinde ise bu konudaki işlemin tebliğ tarihinden ve altmış gün içinde cevap
verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam
yargı davası açmaları gerektiği düzenlenmiştir.
52. AİHM; başvurucuların "kusur
sorumluluğu"na
dayanarak tam yargı davası açtıkları somut olaya benzer olaylarda idareye
başvuru süresinin, idarenin kusurlu olması olasılığından haberdar olunduğu veya
idareye hukuki olarak dava açma imkânına sahip olunduğu andan itibaren
başlayacağını belirtmiş ve sürenin olay tarihinden itibaren hesaplanmasıyla
verilen davanın reddi kararının, mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine karar
vermiştir (Yabansu ve diğerleri/Türkiye B. No: 43903/09,
12/11/2012, § 67).
53. AİHM, askerde meydana gelen ölüm olayıyla ilgili ve "kusursuz sorumluluğa" dayanılarak
açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin olarak kendisine
yapılan başka bir başvuruda ise AYİM'in zararın ölüm
olayıyla meydana geldiğine, bir yıllık idareye başvuru süresinin ölümle ilgili
yapılan kovuşturmanın sonucunda verilen takipsizlik kararının ilgililere tebliğ
tarihi ile değil; ölüm olayının öğrenilmesi ile başlayacağına dair yorumunun
mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir (Canan Eyilmez ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 74704/11, 1/7/2014, §§ 32-34).
54. Somut olayda başvurucular, 2577 sayılı Kanun’da düzenlenen
"dava açma süresinin" mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde
bir şikâyette bulunmamış; anılan sürenin başlangıç tarihinin Mahkemece hatalı
belirlenmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmişlerdir.
55. Başvurucuların yakını olan M.A., 9/9/2009 tarihinde meydana
gelen selde yaşamını yitirmiş; başvuruculardan Mehmet Ali Aktay, olayın
gerçekleştiği tarihte ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan ölü
muayene ve otopsi işlemi sırasında kimlik tanığı sıfatıyla ifade vererek olayın
gelişimini anlatmıştır. Akabinde olay hakkında bir kısım kamu görevlisi
hakkında bir ceza soruşturması başlatılmış, bir kısım başvurucu vekili
25/11/2010 tarihinde bu soruşturma dosyasına vekâletname ibraz ederek dosya
içeriğindeki belgelerin onaylı suretlerini almıştır. Söz konusu soruşturmada
27/4/2011 tarihinde bir kısım kamu görevlisi hakkında soruşturma izni
verilmemesine ilişkin karar verilmiştir. 11/1/2011 tarihinde ise başvurucular
olay nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri zararın karşılanması talebiyle
idareye başvurmuşlardır.
56. Başvurucular, yakınlarının ölümüyle sonuçlanan olayın
idarelerin "kusurundan" kaynaklandığını ileri sürerek zararlarının
giderilmesi için tazminat davası açmış; söz konusu dava, süre aşımı nedeniyleMahkemece reddedilmiştir.
57. Bu şekilde süre aşımı nedeniyle tazminat davaları reddedilen
başvurucular, yakınlarının ölümü sonucunda idarelerin kusurları nedeniyle
uğradıklarını ileri sürdükleri zararların tazmini konusundaki taleplerini
inceletme imkânından mahrum bırakılmışlardır. Ortaya çıkan bu sonuç,
başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturmuştur.
58. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği
temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak bireysel başvuruya konu davadaki
olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması,
yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile
kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas
yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye
tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece
ve derece mahkemelerinin kararları açık keyfîlik
içermedikçe kararlardaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde
ele alınamaz. Bu çerçevede derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde
açık keyfîlik ve bariz takdir hatası bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
59. Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin görevi, usul
kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve
değerlendirmelerini denetlemek olmayıp usule ilişkin uygulamanın, kişinin
mahkemeye erişim hakkını Anayasa’ya aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını
denetlemektir (Neriman Polat, §
33).
60. Bu bağlamda yapılan değerlendirmede başvurucuların, sadece
olayda idarenin kusurunun bulunduğunu idareye başvurdukları tarihte
öğrendiklerini belirttikleri ancak ölüm olayının gerçekleştiği tarihte idarenin
kusurunu ortaya çıkaran veya buna kanaat getirmelerine neden olan bir durum
yokken sonrasında ortaya çıkan yeni bir durum nedeniyle söz konusu kusur ve bu
kusurun doğurduğu zararı öğrendiklerini ileri sürmedikleri anlaşılmıştır.
62. Başvurucuların idareye başvurdukları tarihte ve akabinde
açtıkları tam yargı davasında, idarenin kusurunu ölüm olayından sonra ve ortaya
çıkan yeni bir durum nedeniyle öğrendiklerini ileri sürmedikleri gibi bireysel
başvuru formunda da bu hususta bir açıklamada bulunmadıkları görülmüştür.
62. Yukarıda değinilen AİHM kararında da belirtildiği üzere
kusurlu sorumluluğa dayanılarak açılan tam yargı davalarında; idareye başvuru
süresinin, idarenin kusurlu olması olasılığından haberdar olunduğu veya idareye
hukuki olarak dava açma imkânına sahip olunduğu andan itibaren başlayabileceği
somut olayın kendine özgü koşullarına göresöylenebilecektir.
Ancak somut olayda bireysel başvuru formu ve eklerinde sunulan belgelerle
başvuruya konu dava dosyasının incelenmesinden idarenin kusuru ve bu kusurun
doğurduğu zararın, ölüm olayından sonra yapılan -ceza soruşturması da dâhil-
değişik araştırma ve incelemelerle ortaya çıktığı, bu itibarla başvurucuların
ortaya çıkan bu yeni durum nedeniyle olayda idarenin kusurunu ve bu kusurun
doğurduğu zararı öğrendiklerini söyleyebilmeyi mümkün kılan herhangi bir durum
tespit edilememiştir.
63. İlk Derece Mahkemesi de dava açma süresinin hesabında aynı
yönde bir tespitte bulunamadığı gibi başvurucuların da idarenin kusurundan
kaynaklandığını ileri sürdükleri zararı hangi tarihte öğrenebilecekleri, başka
deyişle eylemin idariliğinin ne zaman öğrenildiği ya
da eylemin idariliği ihtimaline ne zaman kanaat
getirildiği hakkında herhangi bir olay ve olgu ileri sürmemeleri nedeniyle İlk
Derece Mahkemesi, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde yer alan bir yıllık
süreyi, olayın meydana geldiği tarihten itibaren işleterek davanın süre aşımı
nedeniyle reddi gerektiğine kanaat getirmiştir.
64. Bu itibarla İlk Derece Mahkemesince zararı doğuran olayın
meydana geldiği tarih esas alınarak açılan davada süre aşımı bulunduğu şeklinde
yapılan değerlendirmenin, başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik aşırı
katı, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren
nitelikte bir yorum olduğu söylenemeyeceğinden başvurucuların mahkemeye erişim
haklarının ihlal edildiği iddialarınınaçıkça
dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır.
65. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine
ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
66. Başvurucular, yakınlarının idarelerin hizmet kusuru
sonucunda meydana gelen selde yaşamını yitirmesi nedeniyle yaşam haklarının
ihlal edildiğini de ileri sürmüşlerdir.
67. Bakanlığın bu iddiaya ilişkin görüşünde, Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme yetkisinin zaman bakımından
başlangıcının 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinde düzenlenen hükümlere
göre 23/9/2012 tarihi olduğu, somut başvuruya konu olayın ise 9/9/2009
tarihinde gerçekleştiği belirtilerek incelemede bu hususun dikkate alınması
gerektiği ifade edilmiştir.
68. Bakanlık görüşünde olayın gerçekleştiği tarihe dikkat
çekilerek başvurunun, zaman bakımından kabul edilemez olup olmadığı hususunda
bir değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiş ise de Anayasa Mahkemesi,
yaşamı koruma yükümlülüğü bakımından inceleme yaptığı önceki başvurularda zaman
bakımından yetkisinin hesabında kural olarak başvuru konusu ölüm olaylarına
ilişkin başvuru yollarının kesinleşme tarihini esas alırken otuz günlük başvuru
süresinin hesabında ise başvuru yollarının kesinleşme tarihinin başvurucular
tarafından öğrenilme tarihini esas almıştır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013).
69. Bu itibarla somut başvuruya konu olayda devletin,
yakınlarının yaşam hakkını kamusal makamların eylemlerinden ve ihmallerinden
kaynaklanan risklere karşı koruma yükümlülüğünü ihlal ettiği ileri sürülerek
açılan ve başvuruya konu şikâyetler ve olay dikkate alındığında yaşam hakkı
açısından etkili bir başvuru yolu olarak kabul edilebilecek tam yargı davası
sonucunda 13/12/2011 tarihinde verilen İstanbul 8. İdare Mahkemesi kararının,
Danıştay Sekizinci Dairesinin 28/6/2013 tarihinde başvurucuların karar düzeltme
taleplerini reddetmesiyle aynı tarihte kesinleştiği gözönünde
bulundurulduğunda somut başvurunun zaman bakımından kabul edilemez nitelikte
olduğunu söyleyebilmeyi mümkün kılan bir nedenin bulunmadığı görülmektedir.
70. Diğer taraftan başvurunun zaman bakımından kabul edilemez
nitelikte olduğunu söyleyebilmeyi mümkün kılan bir neden bulunmamakla birlikte
başvuru, başvuru yollarının tüketilmesi kuralı bakımından ayrıca
incelenmelidir.
71. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
72. 6216 sayılı Kanun'un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri
sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal
başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir.”
73. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
74. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia
edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği
gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle
olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun
Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili
idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip
olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu
süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması
gerekir (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
75. Somut olayda başvurucuların, Anayasa’nın 17. maddesi
uyarınca yaşam haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açısından etkili
kabul edilebilecek bir başvuru yolu olan tam yargı davasını, yukarıda adil
yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkin yapılan
değerlendirmede de belirtildiği üzere yasal süresi içinde açmadıkları ve bu
nedenle davalarının süre aşımı nedeniyle reddedildiği anlaşılmıştır.
76. Bu durumda başvurucuların, yaşam haklarının ihlal edildiğine
ilişkin şikâyetlerini yetkili idari ve yargısal mercilere süresinde iletip
iddialarının öncelikle bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve çözüme
kavuşturulması bakımından gereken özeni göstermedikleri sonucuna varılmıştır.
77. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderinin tahsilinin başvurucuların mağduriyetine
sebep olacağı anlaşıldığından 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca
başvurucuların yargılama giderini ödemekten tamamen MUAF TUTULMALARINA
17/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.