TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MAKBULE TALAY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8592)
|
|
Karar Tarihi: 6/1/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 11/3/2016-29650
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucu
|
:
|
Makbule TALAY
|
Vekili
|
:
|
Av. Nejdet EDEMEN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, yakının ölümü ile
sonuçlanan olaya ilişkin soruşturma ve akabinde yapılan kovuşturmanın makul
sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 19/11/2013 tarihinde Van 5.
Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca
18/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 13/2/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği
bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü
8/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne
karşı beyanlarını 4/5/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile
Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden incelenen başvuruya konu dava dosyası
içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun oğlu olan Şükrü Talay
(Ş.T.) 29/8/1997 tarihinde arkadaşları M.Ç. ve İ.T. ile Van ili merkezinden
köyüne gitmek üzere İ.T.ye ait kamyonetle yola çıkmıştır.
9. Aynı tarihte Van ilinde geçici
görevli bulunan Hakkari Emniyet Müdürlüğü Özel Hareket
Şube Müdürlüğünde görevli olan bir kısım polis memuru, Hakkari iline gitmek
üzere saat 14.00 sıralarında araçlarıyla yola çıkmış, saat 15.10’da Van-Hakkari
kara yolu üzerinde bulunan Güzeldere mevkiine
geldikleri sırada bir kamyoneti yolda ters çeviren terör örgütü mensupları ile
ağır silahlı çatışmaya girmiştir.
10. Çatışma sonucunda terör örgütü
mensupları olay yerinden kaçarak uzaklaşmış, o sırada Albayrak Jandarma
Komutanlığında görevli bulunan uzman çavuş M.T.ye, Güzeldere
geçidinden polis memurlarının bulunduğu bölgeye doğru şüpheli bir aracın
gelmekte olduğu telsiz anonsu ile bildirilmiş, bunun üzerine M.T., durumu hemen
polis memurlarına iletmiştir.
11. Polis memurları, bu bilgi üzerine
Van istikametinden gelen araçları durdurarak araçta bulunan kişileri aramaya
başlamışlar, bu sırada aynı istikametten gelmekte olan Ş.T. ve arkadaşlarının
içinde bulunduğu aracı da durdurmuşlardır.
12. Polis memurlarının arama
yapılacağından bahisle Ş.T. ve arkadaşlarına araçtan inmelerini söylemeleri
üzerine M.Ç. ve İ.T. bu isteğe uymuş ancak Ş.T. bu isteği reddetmiştir.
13. Akabinde bu polis memurlarından
bazıları, Ş.T.yi çekerek
araçtan indirmiş; silah dipçiği ile vurmaya ve tekmelemeye başlamışlardır. Bu
arada olay yerine gelen Uzman Çavuş M.T. ve jandarma erleri, bu memurların
Ş.T.ye daha fazla vurmalarına engel olup olayı sonlandırmıştır.
14. Bir süre dipçiklenip
tekmelenen ve aldığı darbelerin şiddeti nedeniyle yerde yaralı bir vaziyette
kalan Ş.T., olay yerinde durdurulan başka bir araçta bulunan tanık Ö.K.
tarafından bir jandarma erinin de yardımıyla kucaklanarak aracına
götürülmüştür.
15. Tanık İ.T., tedavi için doktora
gitmeyi kabul etmeyen Ş.T.yi
başvurucunun (Ş.T.nin annesi) bulunduğu köye
götürmüştür. Ş.T., olayın gerçekleştiği ve annesinin yanına geldiği tarihten
iki gün sonra 31/8/1997 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
16. Başkale Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından olay hakkında derhâl soruşturma başlatılmış, nöbetçi Cumhuriyet
Savcısınca aynı tarihte Ş.T.ye ait ceset üzerinde ölü muayene ve otopsi
işlemleri yapılmış, çeşitli bölgelerinde birçok darp ve cebir izi tespit
edilerek hakkında sistematik otopsi işlemine karar verilmiştir.
17. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1.
İhtisas Kurulunun (Adli Tıp Kurumu) 19/6/1998 tarihli raporunda “maktulün tüm vücuduna yönelik ağır ve yaygın künt travmalara maruz kaldığı, travmatik
değişimlerin genişliği ve yaygın doku için kanamaların ağırlığı dikkate
alındığında, maktulün, yaygın künt genel beden
travmasına maruz kalmış olduğu ve bu travmaların ölümde etkili olacağı, ancak
olayın gelişimi ve olgunun öyküsü bilinmediğinden mevcut verilerle ölüm
sebebinin belirlenemediği” tespitine yer verilmiştir.
18. Soruşturmada Cumhuriyet
Savcılığınca olay hakkında görgüleri olduğu tespit edilen tanıkların ifadeleri
alınmış, ilgili Emniyet Müdürlüğünden olay tarihinde söz konusu bölgede görevli
olan personelin açık kimliklerinin bildirilmesi ile fotoğraflarının
gönderilmesi istenmiş, sonrasında şüphelilere ait bu fotoğraflar tanıklara
gösterilmek suretiyle teşhis işlemi yaptırılmıştır.
19. Yapılan bu işlemlerden sonra
Cumhuriyet Başsavcılığının 19/10/1998 tarihli kararı ile şüphelilerin kamu görevlisi
olduğu gerekçesiyle haklarında görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyası
Hakkari Valiliğine gönderilmiş; Hakkari İl İdare Kurulunun 26/9/1999 tarihli ve
1999/43 numaralı “lüzumu muhakeme kararı”
ile şüpheliler Özel Harekat polis memurları M.A., M.Ö., H.B., M.İ., E.Y. ve
U.D. hakkında kastı aşmak suretiyle öldürme suçundan ayrı ayrı
cezalandırılmaları talebiyle Hakkari Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası
açılmıştır.
20. Davaya bakan Hakkari
Ağır Ceza Mahkemesi, suç yerinin Van iline bağlı Başkale ilçesi olması
nedeniyle 12/3/2001 tarihinde yer bakımından yetkisizlik kararı vererek dosyayı
Van 1. Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) göndermiştir.
21. Dava dosyası yetkisizlik kararı ile
uhdesine gelen Van 1. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sırasında
başvurucu davaya müdahil sıfatıyla katılmış ve oğlunun, ölmeden önce kendisini
darp edenlerin Özel Harekât Timi mensupları olduğunu söylediğini ifade ederek
eylemi gerçekleştirenlerden şikâyetçi olduğunu bildirmiştir.
22. Mahkemece görgü tanıklarının
ifadeleri yeniden alınmış ve sanıkların sorgulamaları yapılmıştır. Sanıklar
savunmalarında üzerlerine atılı suçlamaları reddetmişlerdir. İfadeleri alınan
tanıkların, sanık polis memurlarından bir kısmını teşhis edip bu memurların
yargılamaya konu eylemi gerçekleştirdiklerini beyan ettikleri anlaşılmıştır.
23. Mahkemece yapılan yargılama
sonucunda verilen 28/4/2004 tarihli ve K.2004/94 sayılı karar ile mevcut delil
durumuna göre sanıklardan M.T., U.D. ve E.Y.nin
beraatlarına; M.Ö., M.A., M.İ. ve H.B.nin ise ayrı
ayrı 13 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına ve ömür boyu kamu
hizmetlerinden men edilmelerine karar verilmiştir.
24. Kararın temyiz edilmesi sonucunda
dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15/6/2005 tarihli ve
2004/200491 sayılı yazısı ile suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun genel ve özel kısımlarında yer alan
yeni ve değişik düzenlemeler nedeniyle yeniden değerlendirilmek üzere Mahkemeye
iade edilmiştir.
25. Söz konusu yazıya istinaden
Mahkemece yeniden yapılan yargılama sonucunda 21/7/2006 tarihli ve K.2006/268
sayılı karar ile suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun’un ceza
miktarı bakımından lehlerine olduğu kabul edilerek sanıkların bu kez ayrı ayrı
11 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
26. Temyiz edilmesi üzerine anılan
karar, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 7/2/2008 tarihli ve K.2008/724 sayılı
kararında “olay ile ölüm arasında iki günlük
sürenin geçmiş olması da nazara alınarak; maktulün ölümü ile olay arasında
illiyet bağının bulunup bulunmadığı, maktulün olaydan önce de hasta olduğu
söylenmesi de göz önüne bulundurularak ölümün gerçekleşmesinde başkaca ortak
neden bulunup bulunmadığına dair rapor alınarak, alınan bu rapor sonucuna göre
sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken yazılı şekilde eksik
inceleme sonucu hüküm kurulması” gerekçesi ile bozulmuştur.
27. Bozma kararı gereği Mahkemece Adli
Tıp Kurumundan bu konuyla ilgili yeniden rapor aldırılmış olup Kurumunun
11/8/2010 tarihli raporunda “kişinin
ölümünün, olay ile ölüm arasında geçen süre dikkate alındığında; yumuşak doku
kanaması ve gelişen komplikasyonlardan meydana gelmiş olduğunun ve kişinin
maruz kaldığı bildirilen travma ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğunun
kabulü gerektiği” belirtilmiştir.
28. Mahkemenin 25/4/2011 tarihli ve
K.2011/259 sayılı kararı ile sanıkların yeniden ayrı ayrı 11 yıl 8 ay hapis
cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
29. Sanıklar tarafından temyiz edilen
bu karar, Dairenin 18/9/2012 tarihli ve K.2012/6591 sayılı kararıyla bu kez “bozmadan sonra sanıklar müdafilerinin duruşmaya
çağrılmaması suretiyle savunma haklarının kısıtlanmış olması”
gerekçesi ile yeniden bozulmuştur.
30. Mahkeme tarafından, bozma kararına
uyularak anılan eksiklikler giderilmiş olup 12/6/2013 tarihli ve K.2013/341
sayılı karar ile sanıkların 11 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına yeniden
karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Olay
günü bir görev nedeniyle Van ilinde bulunan Hakkari Emniyet Müdürlüğü Özel
Hareket Şube Müdürlüğünde görevli polis memuru olan sanıkların, Hakkari iline
gitmek üzere saat 14.00 sularında P… ve L… marka araçlarla yola çıktıkları,
saat 15.10 sularında Güzeldere mevkiine geldikleri
sırada, bir kamyoneti yola ters bir şekilde durduran teröristler ile silahlı
çatışmaya girdikleri, bu çatışma sonucunda teröristlerin olay mahallini kaçarak
terk ettikleri, bu sırada Albayrak Jandarma Karakolunda görevli Uzman Çavuş M.T.’ye geçitte şüpheli bir aracın geldiği hususunun
telsizle anons edildiği, M.T.’nin bu durumu sanıklara
aktarması üzerine sanıkların Van istikametinden gelen araçları durdurarak
aramaya başladıkları, bu sırada İ.T.’nin kullandığı
kamyonetle Van ilinden Başkale istikametine gitmekte olan maktul Şükrü Talay
ile M.Ç.’nin de içinde bulunduğu kamyoneti sanıkların
durdurarak bu şahısları araçtan aşağıya indirdikleri, maktul Şükrü Talay’ın
araçtan inmek istemediğini beyan etmesi üzerine, bu şahsı araçtan çekerek
indirdikleri, sanıklar M.Ö., M.İ., H.B. ve M.A.’nın
silah dipçikleri ve tekmelerle Şükrü Talay’a vurmaya başladıkları, olay
mahallinde bulunan Jandarma Uzman Çavuş M.T. ile Jandarma erlerinin araya
girmeleri sonucu eylemin son bulduğu, ancak aldığı darbeler sonucu Şükrü’nün
ayağa kalkamayacak halde olup yerde süründüğü, tanık Ö. K.’nin
Şükrü’yü kucaklayarak araca bindirdiği, İ.T.’nin
M.Ç.’yi de alarak Şükrü ile birlikte Güzelsu köyüne
gittikleri, sabaha kadar kamyonun içinde kaldıkları, İ.T.’nin
Şükrü’yü doktora götürmek istemesine rağmen, Şükrü’nün istememesi ve ısrarı
sonucu kamyonla Başkale İlçesi Güleçler köyüne geldikleri, İ.T’nin
Şükrü’yü annesi Makbule Talay’a teslim ettiği, Şükrü’nün Adli Tıp Kurumu 1.
İhtisas Kurulunun 19/6/1998 tarihli raporunda belirtildiği üzere tüm vücuduna
yönelik ağır ve yaygın künt travmalar sonucu
31/8/1997 günü saat 05:00 sularında öldüğü anlaşılmıştır.
Olay mahallinde bulunan tanık M.T.’nin teşhis tutanağında, sanıklar M.Ö., M.İ., H.B. ve M.A.’yı teşhis ederek kavgaya karışan şahıslar oldukları, olay
mahallinde bulunan diğer sanıkların kavgaya karışmadıklarına dair beyanı, tanık
İ.T.’nin teşhis tutanağında sanıklar M.İ. ve M.A.’yı teşhis eden beyanı, tanık M.Ç.’nin
maktul Şükrü’ye vuran şahısların 4-5 kişi olduklarına dair 16/2/1998 tarihli
Savcılık beyanı, tanık Ö.K.’nin ‘Şükrü Talay’ın
başında 4 tane görevli olduğunu zannettiğim kişiler vardı, bunlar Şükrü’ye
dipçik ve tekmelerle vuruyorlardı’ diye 9/3/1999 tarihinde, Polis Baş Müfettişi
G.K.’ye verdiği beyandan olay mahallinde sanıklarla
birlikte beraat eden şahısların da olduğu ancak maktul Şükrü Talay’yı darp eden sanıkların M.Ö., M.İ., H.B. ve M.A.
oldukları kabul edilmiştir.
Adli
Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 19.06.1998 tarihli raporlarında maktulün yaygın
künt genel beden travmasına maruz kalmış olduğu, bu
travmaların ölümde etkili olacağı, ancak olayın gelişimi ve olgunun öyküsü
bilinmediğinden mevcut verilerle ölüm sebebinin belirlenemediği yazılmış olması
ve bu yönde yapılan bozma üzerine olay ile ölüm arasında illiyet bağı olup olmadığı yönünde yeniden 11.08.2010 tarihinde rapor
alınmış, raporda olay ile ölüm arasında illiyet bağının bulunduğunun
bildirildiği anlaşılmıştır.
…”
31. Anılan karar sanıklar tarafından
yeniden temyiz edilmiş, dava dosyası henüz temyiz incelemesi aşamasında iken
başvurucu tarafından 19/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
32. Başvurucunun bireysel başvuruda
bulunmasından sonra temyiz incelemesinde olan karar, Dairenin 4/2/2015 tarihli
ve K.2015/419 sayılı ilamıyla onandığından aynı tarihte kesinleşmiştir.
Sanıklara ilişkin kesinleşmiş cezaların infaz evrakları, Mahkemece 3/3/2015
tarihinde gereği yapılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
B. İlgili Hukuk
33. 5237 sayılı Kanun’un “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama”
kenar başlıklı 87. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin
birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan on iki yıla kadar, üçüncü
fıkrasına giren hallerde ise on iki yıldan on altı yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur.”
34. Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun soruşturma usul ve esaslarına ilişkin 18/10/2011 tarihli genelgesinin
ilgili bölümleri şöyledir:
“Kanunlarımıza
göre suç teşkil eden olaylar sebebiyle adli merciler tarafından soruşturmaların
süratle, etkili ve adil biçimde yapılması, adil yargılanma hakkı ve diğer
evrensel hakların korunması suretiyle şüphelilerin delilleriyle birlikte
bağımsız mahkemeler önüne çıkarılması ve yapılacak kovuşturmalar sonunda ceza
adaletinin hızlı ve isabetle gerçekleştirilmesi; suç işleme eğiliminde
bulunanlar üzerinde meydana getireceği caydırıcılık etkisi sebebiyle büyük önem
taşımaktadır.
Öte
yandan, soruşturma sürecinde insan hakları ihlallerinin önlenmesi, delillerin
zamanında ve usulüne uygun toplanması, kişi ve kurumların mağdur edilmemesi ve
en önemlisi de toplumun yargıya olan güveninin tesisi ve devamı için soruşturma
işlemini yürüten Cumhuriyet savcılarının bu hususlarda azami ölçüde hassas
davranması gerekmektedir. Cumhuriyet savcısının en temel görevlerinden biri,
ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli
öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere
hemen işin gerçeğini araştırmaya başlamak, şüphelinin lehine ve aleyhine olan
delilleri eşit bir çaba göstererek toplamak ve muhafaza altına almaktır.
…
Bu
itibarla,
…
3- İnsan
haklarına saygılı bir şekilde maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir
yargılamanın yapılabilmesi için soruşturmaların zamanında, etkin, eksiksiz,
süratli ve düzenli bir şekilde yürütülmesi…
…
19- Ağır
cezalık suçlar başta olmak üzere, özel kanunlarda soruşturmanın bizzat
Cumhuriyet savcıları tarafından yapılmasını öngören suçlar ile zorunluluk
bulunmadığı takdirde önemli olaylara ilişkin diğer soruşturmaların da kolluk
görevlilerine bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet savcıları tarafından yapılması,
4483 sayılı Kanunun uygulanmasında;
a) Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu
Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet veya
böyle bir durumun öğrenilmesi halinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma
ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapılmaksızın ve
hakkında ihbar veya şikâyette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin
ifadesine başvurulmaksızın evrakın bir örneğinin ilgili makama gönderilerek
soruşturma izni istenmesi,
b) İhbar
veya şikâyetlerden dolayı izin vermeye yetkili menciye
gönderilen evraka ilişkin anılan Kanunun 7 inci maddesi gereğince, yetkili mercisinin soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi
yönündeki kararını inceleme süresi dâhil 30 gün içerisinde vermesi gerektiği ve
bu sürenin zorunlu hâllerde 15 günü geçmemek üzere bir defa uzatılabileceği
dikkate alınarak itiraz hakkının kullanılabilmesi, evrakın sürüncemede
bırakılmaması bakımından belirtilen sürelerin makulün üzerinde aşılması
durumunda evrakın neticesinin araştırılması,
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 6/1/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
36. Başvurucu, oğlunun kolluk
görevlileri tarafından öldürülmesi ile sonuçlanan olay hakkında başlatılan
soruşturma ile akabinde yapılan kovuşturmanın yaklaşık on yedi yıldır devam
etmesine rağmen sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa’nın 17., 36. ve 40.
maddelerinde koruma altına alınan yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
37. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 41). Bu nedenle
ceza soruşturmasında mağdur (suçtan zarar gören) konumunda olan başvurucunun
iddiaları, Anayasa’nın 40. maddesinde koruma altına alınan etkili başvuru hakkı
ve Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan yaşam hakkı kapsamında
etkili soruşturma yükümlülüğü ile ilişkili görülerek değerlendirmenin anılan
maddeler kapsamında yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin
bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının
doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir
başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları
tarafından yapılabilecektir. Başvuru konusu olayda başvurucu, ölen kişinin
annesidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41).
39. Diğer taraftan somut başvuruya konu
yargılamada verilen karar kesinleşmeden bireysel başvuruda bulunulduğundan
başvuru, başvuru yollarının tüketilmesi kuralı açısından ayrı bir değerlendirme
yapılmasını gerektirmektedir.
40. Anayasa'nın
148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“ …
Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
41. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar
başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden
olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
42. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri
uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru “ikincil nitelikte bir kanun
yolu” olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.
43. Temel hak ve özgürlüklere saygı,
devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi
nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal
makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarının öncelikle idari merciler ve derece mahkemeleri önünde ileri
sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
44. Buna göre Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince
düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur.
Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi
zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği
şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu
makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek
için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim
mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin
ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu
yapılamaz (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
45. Ayrıca 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle
bireysel başvurunun yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış
olması gerekir. Bununla birlikte bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru
yolları etkili değilse Anayasa Mahkemesi somut olayın koşullarını dikkate
alarak bir başvurunun incelenmesine karar verebilir (Ümit Ata, B. No: 2012/254,
6/2/2014, § 33).
46. Diğer yandan başvuru yollarının
tüketilmiş olmasına dair usul kuralı yorumlanırken kişilerin mahkemeye erişim
hakkına zarar verecek bir yorumun benimsenmesinden de kaçınılmalıdır.
47. Dava açma ya da kanun yollarına
başvuru için usule ilişkin belli şartların öngörülmesinin doğrudan mahkemeye
erişim hakkının ihlaline yol açacağı söylenemez. Yine de mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan
davanın hakkaniyetine zarar verecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan
kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar
aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin
sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin
tecelli etmesine hizmet etmek yerine davaların yetkili bir mahkeme tarafından
görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim
hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, §§ 65, 68).
48. Başvuru yolları tüketilmeksizin
başvuru yapılması hâlinde kabul edilebilirliğe ilişkin inceleme yapıldığı tarih
itibarıyla bu yolların tüketilip tüketilmediğine bakılması gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi, kabul edilebilirliğe ilişkin inceleme yapıldığı tarihte
başvuru yollarının tüketilmiş olması durumunda başvuruyu, başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmamakta ve diğer kabul edilebilirlik
şartlarını da karşılayan başvuruları esastan incelemektedir (Abdullah Akyüz [GK], B. No: 2013/9352,
2/7/2015).
49. Somut olayda Mahkemenin 12/6/2013
tarihli kararına karşı temyiz yoluna başvurulduğu ve başvurucunun temyiz
incelemesi sonucunu beklemeden 19/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.
50. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında
başvurucunun başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuruda bulunduğu
anlaşılmış ise de bireysel başvuru sürecinde söz konusu kararın Yargıtay
tarafından 4/2/2015 tarihinde onanarak kesinleştiği dikkate alındığında somut
olayın koşullarında başvuru yollarının tüketildiğinin kabul edilmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
51. Sonuç olarak başvuru konusu olayda,
ölümün etkili soruşturulmasına ilişkin usule ilişkin yükümlülüğün yerine
getirilmemesi suretiyle Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğine dair
iddiaların 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
52. Başvurucu, soruşturmanın uzun
süredir sonuçlandırılamaması nedeniyle yaşam hakkının yanında Anayasa’nın 40.
maddesinde koruma altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini de
iddia etmiştir.
53. Başvurucunun soruşturmanın etkili
yürütülmediği yönündeki iddiası açıkça dayanaktan yoksun bulunmayarak
Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmiştir. Ayrıca bu bağlamda
Anayasa’nın 40. maddesinin de ihlal edildiği iddiasının değerlendirilmesine
gerek görülmemiş olup bu yöndeki şikâyetler de Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası kapsamında incelenmiştir.
2. Esas Yönünden
54. Bakanlık görüşünde öncelikle
başvurunun, Anayasa’nın yaşam hakkına ilişkin hükümleri ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 2. maddesi ile bu maddeye ilişkin Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca Sözleşme’nin 2. maddesinin usule
ilişkin koruması altında, etkili soruşturma yapılması gerekliliğine ilişkin
olarak değerlendirilmesinin gerektiği ifade edilmiş; Anayasa Mahkemesi ve AİHM
içtihatları uyarınca bir ölüm meydana gelmişse devletin pozitif yükümlülüğü
kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit ederek
cezalandırma ödevinin de bulunduğu, bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde
yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine
gerçekten uyup uymadığının tespit edilemeyeceği, doğal olmayan ölüm olayı
sonucunda yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili
olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan
ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden
bağımsız olmaları, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için soruşturmanın;
yeterli ölçüde kendilerine açık olması, makul bir ivedilik içinde yürütülmesi,
sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek
nitelikte olması gerektiği belirtilmiştir.
55. Bakanlık görüşünde mevcut başvuru
ile ilgili olarak soruşturma ve kovuşturma aşamasında yapılan işlemlere
süreleri ile birlikte yer verildikten sonra sonuç olarak bağımsız ve tarafsız
Başkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında resen ve derhâl
başlatılan soruşturmada, delillerin Cumhuriyet Savcılığınca resen toplandığı,
soruşturmanın başvurucuya açık olarak yürütülüp etkin katılımının sağlandığı
belirtilerek başvurucunun oğlunun ölümüne ilişkin etkili soruşturma yapılmadığı
şikâyetlerinin değerlendirilmesi konusundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait
olduğu ifade edilmiştir.
56. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne
karşı sunduğu cevaplarında Bakanlığın başvuruya konu olayın Sözleşme’nin 2.
maddesi kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğüne bağlı olarak
değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin görüşüne katıldığını, başvuruya konu
somut olayın 29/8/1997 tarihinde gerçekleşmesine rağmen olaya ilişkin
soruşturma ve akabinde yapılan kovuşturmanın 4/2/2015 tarihinde
sonlandırıldığını, soruşturma ve kovuşturmanın uzamasında herhangi bir tutumunun
etkisinin bulunmadığını belirterek başvuru formundaki taleplerini yinelemiştir.
a. Genel İlkeler
57. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
58. Anayasa Mahkemesine göre doğal
olmayan bir ölüm meydana gelmişse devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında
ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit ederek cezalandırma ödevi
de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi
hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı
tespit edilemez. Bu nedenle devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif
yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013,
§ 29).
59. Ceza soruşturmaları, sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli
olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için
soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri derhâl toplamaları
gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya
çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme
kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).
60. Bireyin, bir kamu görevlisi ya da
herhangi bir kişi tarafından hukuka aykırı olarak yakının yaşamına son
verildiğine veya Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında bir muameleye tabi
tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın
17. maddesi, “Devletin temel amaç ve
görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte
yorumlandığında etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını gerektirir (Salih Akkuş, § 30).
61. Bu çerçevede kamu görevlilerinin
eylemleri ile meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturmaların kapsamlı,
dikkatli ve tarafsız şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B.
No: 18984/91, 27/9/1995, §§ 161-163). Bu tür olaylara ilişkin soruşturmalarda
aranılan bağımsızlık, sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı ifade
etmemekte olup soruşturmanın fiilen de (uygulamada) bağımsız olarak
yürütülmesini gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94,
4 /5/2001, § 106).
62. Kamu gücünün kullanımı sonucu gerçekleşen
ölümlerin daha sıkı bir şekilde incelenmesi gerekmekle birlikte -doğal olmayan
her ölüm olayında olası cezai sorumluluğun tespiti adına- soruşturmadan
kovuşturma aşamasına geçildiği durumlarda, ilk derece mahkemesi önündeki
yargılama aşaması dâhil bütün sürecin de 17. maddenin gereklerine cevap
verebilecek nitelikte olması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye,
B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 61; Öneryıldız/Türkiye,
[BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, §§ 95, 96). Böylece derece mahkemeleri;
mağdur olan kişilerin yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapılan
saldırıların hiçbir durumda cezasız bırakılmamasını teminat altına
alabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri,
B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 77).
63. Anayasa Mahkemesi tarafından ele
alınması gereken önemli bir diğer husus da derece mahkemelerinin, bu tür
olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda bir sonuca varırken Anayasa’nın
17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp
yapmadıklarını ya da ne ölçüde yaptıklarını değerlendirmektir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin, daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin
önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319,
16/7/2014, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, § 62; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99,
17/10/2006, § 66).
64. Yukarıda sayılanlara ilave olarak
yürütülecek soruşturmaları makul bir süratle gerçekleştirilme ve
soruşturmalarda özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Bazı özel
durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya
da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan
kovuşturmada yetkililerin süratli hareket etmeleri; yaşanan olayların daha
sağlıklı şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan
bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da
kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir
öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B.
No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96, benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Maiorano ve diğerleri/İtalya, 28634/06,
15/12/2009, § 124).
65. Yürütülecek
ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu
gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya
sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin
yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde
katılımları sağlanmalıdır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).
b. İlkelerin Başvuruya Uygulanması
66. Başvurucunun şikâyeti, yakınının
ölümü ile ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmesi konusundaki devletin
usul yükümlülüğü kapsamına girmektedir.
67. Yukarıda belirtilen usul
yükümlülüğü kapsamındaki ilkeler bağlamında somut olay öncelikle soruşturmanın
bağımsız ve tarafsız bir şekilde yürütülerek etkililiği adına aranan ölüm
olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün
delillerin toplanması ve elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız
bir analizine dayalı olarak sonuca ulaşılması ölçütleri açısından değerlendirildiğinde;
soruşturma açılması için ölenin yakınlarının resmî bir başvuru yapması
beklenmeksizin bağımsız Cumhuriyet Başsavcılığınca resen harekete geçilip
soruşturmanın derhâl başlatıldığı, bizzat Cumhuriyet Savcısı tarafından ölü
muayene ile otopsi raporlarının alındığı, akabinde ceset üzerinde sistematik
otopsi işleminin yapıldığı, tıbbi kesin ölüm sebebinin belirlendiği,
şüphelilerin açık kimliklerinin zaman kaybedilmeksizin tespit edilip tanıklara
teşhis ettirildiği, tanıkların bilgi ve görgülerinin tespit edilmesi suretiyle
ölüm olayının nedeninin aydınlatıldığı ve sorumlu kişilerin tespit edilmesini
yarayabilecek bütün delillerin toplandığı görülmüştür.
68. Ayrıca soruşturmanın başvurucuya
açık olarak yürütülüp soruşturmada başvurucunun etkili katılımının da
sağlandığı anlaşılmıştır.
69. Diğer taraftan somut olayda
soruşturmada etkililiği adına, ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yaracak tüm deliller toplandıktan sonra sorumlulukları bulunan kamu
görevlileri hakkında kamu davası açıldığı, bu aşamada da başvurucunun etkili
katılımının sağlandığı ve nihayetinde elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel
ve tarafsız bir analizine dayalı olarak olayda sorumlulukları bulunan kamu
görevlilerin benzer yaşam hakkı ihlalleri bakımından caydırıcı nitelikte olan
uzun süreli hapis cezaları ile ayrı ayrı cezalandırıldıkları anlaşılmıştır.
70. Somut olayda yürütülen soruşturma
ve davanın, ölüm nedeninin kesin olarak saptanmasına ve sorumlu kişilerin
cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte yürütüldüğü; soruşturma ve Derece
Mahkemeleri makamlarının olayın seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku
duyulacak herhangi bir sebebin bulunmadığı, nitekim kovuşturma sonucunda da
sorumlulukları bulunan kamu görevlilerinin uzun süreli hapis cezalarıyla
cezalandırıldıkları görülebilmekle birlikte yaklaşık on sekiz yıl süren
soruşturma ve kovuşturma aşamalarının -kovuşturma sonucunda alınan kararın
sonucunun ne olduğunun önemi olmaksızın- Anayasa’nın 17. maddesinin
gerektirdiği sürat ve özenle yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir.
71. Yukarıda değinilen ilke
kararlarında da belirtildiği üzere kamu gücünün kullanımı sonucu gerçekleşen
ölümlerde daha sıkı bir şekilde incelenmesi gerekmekle birlikte doğal olmayan
her ölüm olayında olası cezai sorumluluğun tespiti adına soruşturma ve
sonrasında kovuşturma aşamasına geçildiği durumlarda, temyiz mahkemesi önündeki
kanun yolu incelemesi aşaması da dâhil bütün sürecin Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamında “makul bir özen ve süratle bitirilme yükümlülüğünün gereklerine
cevap verebilecek nitelikte” olması gerekmektedir.
72. Bu incelemede
soruşturma ve devamında yapılan kovuşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp
yapılmadığına ilişkin tespit; başvuruya konu olayın kendi koşullarına, şüpheli
veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve
soruşturma ile kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin
bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir.
73. Somut olayda kovuşturma; dosyanın,
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir yılı aşkın bir süre sonra görevsizlik
kararı verilmesi, İl İdare Kurulunca yine bir yılı aşkın bir süre sonra “lüzumu
muhakeme kararı” verilip yer bakımından yetkisiz Mahkemeye gönderilmesi, akabinde
de bu Mahkemece aynı şekilde bir yılı aşkın bir süre sonra yetkisizlik kararı
verilerek başka bir mahkemeye göndermesiyle ölümün gerçekleştiği 31/8/1997
tarihinden itibaren yaklaşık üç yıl sonra başlatılabilmiş ve bu aşamada gerek
bazı temel kanunlarda yapılan değişikler ve gerçekleştirilen birtakım usul ve
tahkikat eksiklikleri ile temyiz incelemelerinde geçen süreler nedeniyle ancak
on beş yıla yakın bir sürede sonlandırılabilmiştir.
74. Kovuşturma sonucunda sorumlulukları
bulunanlar hakkında verilen ilk kararın, soruşturmada yaşanan bazı gecikmelerin
de eklenmesiyle ancak olaydan yaklaşık yedi yıl sonra verilebildiği, nihai
kararın ise bazı usul ve tahkikat eksiklikleri sonucu yaşanan gecikme nedeniyle
bu kararın verilmesinden itibaren yaklaşık on bir yıl sonra verilebildiği
görülmüştür.
75. Başvuruya konu soruşturma ve iki
dereceli yargılama aşamalarının ilerlemesine engel olan herhangi bir unsur ya
da güçlüğün bulunmaması, şüpheli ve sanık sayısı; olayın, aşamaların bu derece
uzun sürmesine sebebiyet verecek nitelikte bir karmaşıklığa sahip olmaması ile
başvurucunun bu gecikmede hiçbir dahlinin olmaması gibi hususlar dikkate
alındığında somut olaya ilişkin yargı sürecinin toplam on sekiz yıl gibi çok
uzun bir sürede sonlandırılmasının makul olduğu söylenemeyecektir.
76. Bu tespitlere olayın sorumlularının
kamu görevlileri olmasının da eklenmesiyle somut başvuruya konu aşamaların, bir
bütün olarak Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği sürat ve özende bir inceleme
içermediği açıkça görülmektedir.
77. Kamu görevlilerinin
sorumluluklarının bulunduğu somut olayda Derece Mahkemeleri makamlarınca,
yürütülen soruşturma hususunda ve yürürlükteki yargı sisteminde daha sonra
ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan
önemli rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde makul süratle hareket
edilmediği ve gerekli hassasiyetin gösterilmediği sonucuna varılmıştır.
78. Bu hassasiyetin; kişilerin hukukun
üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, adalete olan güvenin sarsılmaması ve
kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen hukuka aykırı eylemlere hoşgörü
gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi
açısından azami oranda gösterilmesi gereklidir.
79. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın
17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216
Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
80. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
81. Başvurucu, yaşam hakkının ihlali
nedeniyle miktar belirtmeksizin maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
82. Başvuru
hakkında yapılan inceleme sonucunda yaşam hakkının esasının ihlal edildiği
yönünde bir karar verilmemiş, bununla birlikte yaşam hakkının etkili soruşturma
boyutunun ihlal edildiğine hükmedilmiştir. Başvurucu da uğradığını iddia ettiği
maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge
sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tazminat talebi
arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine herhangi
bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmelidir.
83. Ancak başvurucunun oğlunun ölümü
hakkında makul süratle bir ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi
zararları karşılığında somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya takdiren net 35.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
84. Dosyadaki belgelerden tespit edilen
198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı
kapsamında etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 35.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Van 1. Ağır Ceza
Mahkemesine bilgilendirme amacıyla GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE
6/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.