TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SEMİHA GÜR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8691)
|
|
Karar Tarihi: 6/1/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Bülent ALTINSOY
|
Başvurucu
|
:
|
Semiha
GÜR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru,
başvurucunun hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan kardeşinin,
hastalanarak hayatını kaybettiği olayda gerekli tıbbi müdahalenin zamanında
yapılmaması ve olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam
hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru 28/11/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 7. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci
Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 26/6/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/8/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
29/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 13/10/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7.
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve soruşturma dosyasından
elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8.
Başvurucunun kardeşi olan Güral GÜR (G.G.) Kartal H Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta iken tanık ifadelerine göre 20/4/2011
tarihinde gece saatlerinde karın bölgesindeki şiddetli ağrılar nedeniyle
rahatsızlanmıştır.
9. G.G.nin koğuş arkadaşları ifadelerinde, kendilerinin durumu
diafonla Ceza İnfaz Kurumu görevlilerine derhâl
bildirdiklerini, bunun üzerine G.G.nin görevli bir
memur tarafından revire götürüldüğünü, G.G.nin koğuşa
döndüğünde kendisine ağrı kesici ilaç verildiğini ve hastaneye sevkini
istemediğini söylediğini ancak ağrılarının devam ettiğini beyan etmişlerdir.
10.
Anılan gece Ceza İnfaz Kurumu revirinde görevli olduğu tespit edilen infaz
koruma memuru B.D., alınan ifadesinde, görevli olduğu akşam G.G.nin
kaldığı sağ F-8 koğuşundan şahsın rahatsızlandığına dair herhangi bir talep
gelmediğini, sonraki iki gün kendisinin izinli olduğunu ve G.G.nin
kendisinin izinli olduğu tarihte rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldığını beyan
etmiştir.
11.
Soruşturma dosyasında bulunan Ceza İnfaz Kurumu revirine ait belgelerin
incelenmesinden de G.G.ye 20/4/2011 tarihinde herhangi bir tıbbi işlem
uygulandığına dair bilgi veya belge elde edilememiştir.
12.
Ağrılarının geçmemesi nedeniyle G.G., ertesi gün tekrar revire götürülmüştür.
Burada hükümlüyü muayene eden Ceza İnfaz Kurumu Aile Hekimi İ.B.K., “21.4.2011 tarihinde hastanın muayeneye geldiğini,
hastanın karın ağrısı şikayeti olduğunu, mide
kanamasını düşündüren hikaye (anamnez) ve fiziki
bulguya rastlanılmadığını, büyük abdestinde (gayta)
kanama, siyah dışkılama mevcut olmadığını, hastaya peptit
ulcus (ülser) teşhisi konduğunu, ulcuran
ampul yapıldığını ve hastanın başka bir sağlık probleminden bahsetmediğini”
beyan etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu reviri protokol defterinde de kişiye “ulcuran ampul” uygulandığı yazılmıştır.
13.
22/4/2011 tarihinde de G.G.nin ağrılarının devam
etmesi üzerine Kurumda görevli doktor bulunmadığı için Ceza İnfaz Kurumu
idaresince 112 acil servisi aranmış ve acil servis doktoru tarafından G.G.nin muayenesi yapılmıştır. Yapılan muayene sonucunda
hastanın acil bir durumunun olmadığı ve gün içinde hastaneye sevkinin yapılması
gerektiği bildirilmiştir. Bu gelişmenin ardından Ceza İnfaz Kurumu idaresi
hastanın acil sevkini yaparak hastayı Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma
Hastanesine göndermiştir.
14.
Hastaneye kaldırılan G.G., aynı gün ameliyata alınmış; ameliyat sonrasında
tedavisine devam edilmiş ancak 10/6/2011 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
15.
Ölüm olayının ardından başvurucu özetle “kardeşi
G.G.'nin Cezaevinde rahatsızlandığını, ancak cezaevi
görevlilerinin rahatsızlığını dikkate almayarak gerekli tedaviyi
yapmadıklarını, kardeşinin ancak 3 gün sonra hastaneye kaldırıldığını ve burada
hayatını kaybettiğini, dolayısıyla kardeşinin ölümünden Cezaevi görevlilerinin
sorumlu olduğunu” belirterek ilgili kamu görevlilerinden şikâyetçi
olmuştur.
16.
Başvurucunun şikâyeti üzerine Pendik Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet
Başsavcılığı) tarafından başlatılan soruşturma kapsamında ifadesi alınan
müteveffanın koğuş arkadaşları ile infaz koruma memurlarının bazılarının ve
Ceza İnfaz Kurumu Aile Hekimi’nin ifadeleri şöyledir:
“Ç.S.; Ben 24 Ocak -
24 Nisan 2011 tarihleri arasında Kartal Cezaevi'nde hükümlü olarak kaldım.
Cezaevi sağ F-8 koğuşunda kaldım. Gürol Gür yaklaşık 20 gün sonra koğuşa geldi.
Benimle aynı ranzayı paylaşıyordu. Başlangıçta pek bir rahatsızlığı yoktu.
Ancak ben tahliye olmadan 10 gün öncesi civarı rahatsızlandı. Tam tarihini
hatırlamıyorum. Ancak koğuşta bulunduğumuz sırada akşam kendisi rahatsızlanarak
ranzaya uzandı. Midesiyle oynuyordu. Bize sanki midem delindi, parmağım içeri
giriyor, dedi. Biz de olur mu öyle şey diye kendine güldük. Ancak gece vaktinde
rahatsızlığı arttı. Diafonla konuyu gardiyanlara
haber verdik. Ancak gece vakti doktor olmadığını, sabah doktor geldiğinde
ilgileneceklerini söylediler. Durumunun kötü olduğunu söyledik. Bu defa sağlık
memuru olan birisi Gürol'u alarak revire götürdü. Ağrı kesici iğne yapılmış
geri getirdiler. Ertesi gün kendisini revire götürdüler. Yine getirdiler.
Tahminimce yine iğne yapmışlar. Ancak rahatsızlığı artıyordu, iyice fenalaştı.
Üçüncü gün akşam üzeri kendisini yarı baygın halde gardiyanlara teslim ettik.
Üçüncü gün akşamüzeri hastaneye kaldırılmış. Hastaneden dönmedi. Tahliye
olduktan sonra vefat ettiğini öğrendim.”
“Y.E.; Ben Kartal H tipi cezaevi Sağ F-8
koğuşunda hükümlü olarak kalmaktayım. ... Gürol Gür'ün bize söylediğine göre
kendisi İspanya'da ve bazı Avrupa Ülkelerinde hapis yatmış. Çok sigara ve nescafe tüketiyordu. Yemeği az yiyordu. Revirden ağrı
kesici hap almıştı. Onu kullanıyordu. Sabahları hava soğuk da olsa koğuş
havalandırmasında uzun süre yürüyüş yapıyordu. Tam tarihini hatırlayamıyorum.
Kendi midesinden rahatsızlandı. Çok ağrısı olduğu anlaşılıyordu. Diafona basarak revir görevlisini çağırdık. Revire gitti.
Kendisine ağrı kesici iğne yapılmış. Koğuşa döndüğünde kendisi ağrı kesici iğne
yapılmasını istediğini ve hastaneye şevkini istemediğini bize söyledi. Koğuşa
döndüğünde rahatsızlığı geçmemişti. Ertesi gün tekrar revire gönderdik. Kendisi
sevkini istemediğini söylüyordu. Nitekim ikinci defada yine ağrı kesici iğne
yapılmış ve ağrı kesici hap verilmiş. O hapları da koğuşta kullanıyordu. Ancak
ağrısı devam ettiği için sonraki sürede burnundan da bir miktar kan geldiği
için biz bunu da revir görevlilerine hatırlatarak üçüncü sefer revire sevkini
sağladık ve oradan hastaneye sevki sağlanmış, Revirde kendisine uygulanan
teşhis ve tedavi hususunu bilemiyorum. Ancak, kendisinin genel olarak hastaneye
sevk olarak isteksizliği vardı, "bana bir şey olmaz" diye söylüyordu.
Hastaneye sevkin racona çok uygun olmadığını söylüyordu. Hatta üçüncü kez
burnundan kan geldiğinde kendisinin hastaneye sevki için kendisiyle epeyce
konuşmuştuk. Mustafa isminde infaz koruma memurunu bilmiyorum. Ancak, bir infaz
koruma memuru her üç defada kendisini revire götürmüştü. Olay sırasında koğuş
mümessili Çetin isminde bir arkadaştı. Sonradan tahliye oldu.”
“D.S.; Ben Kartal H Tipi Cezaevi F-8 koğuşunda
hükümlü olarak kalmaktayım. Hastaneye kaldırmazdan evvel aynı koğuşta hükümlü
olarak bulunan Gürol Gür ile yaklaşık olarak 3 ay kadar aynı koğuşta kaldık.
Hastaneye kaldırılmazdan evvel 3 gün kadar önce aniden karnının sağ tarafından
bir ağrı hissettiğini söyledi. Diafonla cezaevi revirinin
görevlilerini haberdar ettik. Revire kaldırıldı. Revire kaldırıldığında
kendisine iğne yapılmış. Kendisi de hastaneye sevkini istememiş. Bunu kendisi
bana ifade etti. Ayrıca kendisine ağrı kesici haplar verilmiş. Koğuşta onu
içiyordu. Ancak ağrısı geçmedi. Ertesi gün tekrar revire kaldırıldı, yine iğne
yapılmış. Koğuşa döndü. Ancak, rahatsızlığı devam ediyordu. Biz bu defa revir
görevlilerine rahatsızlığının fazla olduğunu izah ettik. Üçüncü kez revire
kaldırılışında hastaneye sevki yapıldı. Ondan sonra kendisini görmedim. Benim
bildiğim kadarıyla rahatsızlığını bildirdiğimizde kendisini revire aldılar.
Ancak, orada ne gibi bir teşhis ve tedavi uygulandığını bilemiyorum. Gördüğüm
kadarıyla kendisine ağrı kesici iğne yapılıyordu, sabahları kendisi kalktığında
havalandırma boşluğunda yürüyüş yapıyordu. Ancak sabahları sigara ve çay, kahve
içiyordu.”
“B.D.; Ben Kartal H Tipi Cezaevinde İnfaz
Koruma memuruyum. Cezaevi revirinde görevliyim. Ben 20/04/2011 akşamı
görevliydim. Ancak Gürol Gür’ün kaldığı sağ F-8 Koğuşundan şahsın
rahatsızlandığına dair görevli olduğum akşam herhangi bir talep gelmedi. Ben 21
ve 22/04/2011 tarihlerinde izinliydim. Şahıs benim izinli olduğum tarihte
rahatsızlanmış ve hastaneye kaldırılmış.”
“Ş.A.; Ben Kartal Cezaevinde infaz koruma
memuru olarak görev yaparım. Cezaevinde revir görevlisi olarak görev yapıyorum
... Ben 20 ve 21/04/2011 tarihinde izinliydim. 22.04.2011 tarihinde sabah saat
08:00'de işe başladım, öğle saatlerine doğru nöbetçi memur arkadaşlar sağ F-8 koğuşunda
Gürol Gür'ün rahatsızlandığını haber verdiler, koğuşa gittim baktım. Neyi
olduğunu sordum. Karnının ağrıdığını söyledi. Asıl revir görevlisi M.Ç.'ye haber verdim. M.Ç. Hastaya baktı ve revire getirdi.
O saatte cezaevinde görevli doktor olmadığı için 112 acil servisi çağırdık. 112
doktoru revirde Gürol Gür'ün muayene etti. Tansiyonu ölçüldü. Çok acil
olmadığını, uygun saatte hastaneye sevkinin uygun olduğunu söyledi. 112 servisi
çok acil gördükleri mahkumları doğrudan hastaneye kaldırıyorlar. Gürol Gür'ün
durumunu çok acil görmedikleri için kendileri götürmediler. Baş memurumuz
hastaneye götürülmesinin uygun olacağını söyledi. Mehmet bey de müdür beyle
görüşerek jandarma vasıtasıyla şahsın Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi’ne
sevkini sağladık. Gittiğimde orada yatışını sağlamışlar. 1 aya yakın tedavi
gördü. Tedavi sırasında hastanede ölmüş.”
“M.Ç.; Ben Kartal
Cezaevinde İnfaz koruma memuru olarak görev yapmaktayım. Cezaevinde revir
sorumlusu görevini ifa etmekteyim, cezaevi sağ blokundan sorumluyum. Belirtilen
20-21-22/04/2011 tarihlerinde gündüz saatlerinde görevliydim. Olayı hatırladım.
20.04.2011 tarihinde gündüzünde şahsın herhangi bir rahatsızlığı yoktu. Ertesi
gün göreve geldiğimde bloktaki görevli infaz koruma memurları sağ F-8 koğuşundan
Gürol Gür'ün koğuşunda rahatsızlandığını haber verdiler. Ben de giderek şahsı
koğuşundan alarak revire götürdüm. Öğlen saatleri idi. O saat itibariyle
cezaevinde görevli doktor olan İsmail Barış Kızılkaya revirde Gürol Gür’ü
muayene etti. Şahsın çok ağır bir durumu yoktu. Midesinin delindiğini de ifade
etmedi. Doktor bey kendisine ağrı kesici iğne yaptı ve rahatsızlığı devam
ederse yeniden bakmak üzere kendisini koğuşuna gönderdi. Revirle f-8 koğuşu
arası 50-60 metre kadar vardır. Gürol Gür yürüyerek koğuşuna döndü. Normal
konuşuyordu. Ben görevi bıraktığım akşam saat 17:00'ye kadar başka bir şikayeti gelmedi. Akşamki gelişmelerden haberim olmadı. 22.04.2011
tarihinde yine öğlen saatlerinde blokta görevli diğer memur arkadaşlar Gürol
Gür'ün yeniden rahatsızlandığını haber verdiler. Cezaevine doktorlar en yakın
sağlık ocağından gelerek ikişer saat gidip sağlık ocağına döndüklerinden o
esnada cezaevimizde görevli doktor bulunmadığı için ben 112 acil servisi
telefonla aradım. Acil servis doktoru cezaevi revirinde Gürol Gür'ün muayene
etti. Acil bir durumunun olmadığını, gün içinde hastaneye sevkinin yapılması
gerektiğini söyledi. Ancak ben müdahale ederek ve jandarma görevlilerine haber
vererek jandarmayla kendisini Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi'nin acil kısmına
sevkini sağladım. Hastaneye gittiğimde yatışını yapmışlar. Orada 1 aya yakın
tedavi gördü. Sonradan vefat etmiş.”
“İ.B.K.; “Ben Aile Sağlığı Merkezinde aile
hekimi olarak görev yapmaktayım. Kartal Cezaevi bizim bölgemizde bulunduğu için
merkezde bulunan 5 doktor haftada birer gün 2 saat cezaevine giderek orada
görev yapıyoruz. 21.04.2011 tarihinde cezaevinde görevliydim. Cezaevi revir
görevlileri öğleden sonra koğuşunda mide şikayeti
bulunan mahkumu getirdiler. Adının Gürol Gür olduğu anlaşılan hükümlüyü muayene
ettim. Hikayesini dinledim. Hikayesinde mide kanamasını düşündüren, ağzından
kan gelme, büyük abdestinde siyah dışkılama bildirmedi. Muayenemde mide
kanamasını düşündüren fiziki bulguya da rastlamadım. Mide ülseri teşhisi
koyarak Ulcuran Ampul yaptım. Başka sağlık problemi
bildirmedi. Daha sonra hastaneye sevk etmek üzere koğuşuna gönderdim. Ertesi
gün görevli değildim. Şahıs tekrar rahatsızlanmış. 112 acil yardım ve ambulans
ekibini çağırmışlar. gelen sağlık görevlisi de mide
kanaması düşünmemiş, gün içerisinde sevkini uygun görmüş. Aynı gün jandarmayla
hastaneye sevki sağlanmış. Gürol Gür'ün tedavisi yönünden herhangi bir ihmalim
veya kusurlu davranışım bulunmamaktadır. Normal olarak kendisine tedavi
prosedürünü uyguladım. Bir doktor hiç bir zaman
hastasına bir şeyin yok diye geri göndermez. Sağlıkta hiçbir zaman böyle bir
garanti verilemez.”
17.
Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumundan G.G.nin ölümüyle ilgili olayda Ceza İnfaz Kurumu doktoru ve
personelinin kusurlu olup olmadığının tespiti amacıyla bir rapor hazırlanmasını
istemiştir. Anılan raporun hazırlanabilmesi için soruşturma dosyası, tedavi
evrakları, otopsi raporu ve Ceza İnfaz Kurumu revir defterinin ilgili
kısımlarının bir sureti Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir.
18.
Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu 27/6/2012 tarihli raporunda, müteveffanın
ölümünde Ceza İnfaz Kurumu doktoruna ve personeline atfı kabil herhangi bir
kusur bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Anılan raporun ilgili kısmı şöyledir;
“...22.04.2011 tarihinde
cezaevi koğuşunda rahatsızlanması üzerine Lutfi Kırdar Kartal Eğitim
Hastanesine götürüldüğü, genel durumu kötü, bilinç konfü
olduğu, hasta da gecikmiş ulcus perforasyonu
ön tanısı ile acil operasyon düşünüldüğü, eksploratif
laparatomi yapıldığı, acil yoğun bakım ünitesine
alındığı, burada tedavisi devam ederken 10.6.2011 tarihide öldüğü, bildirilen
hastalığı dikkate alınmadığı için cezaevinde bekletildiği ve tedavisinin
geciktiği iddiası bulunan Servet oğlu 1958 doğumlu Gürol GÜR hakkında
düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde kayıtlı bilgi ve bulgular dikkate
alındığında;
...
21.4.2011 tarihli ve
2299 sayılı Cezaevi Reviri protokol defterinde; kişiye Ulcuran
Ampul yapıldığı şeklinde yazılı olduğu, 22.04.2011 günü hastaneye sevki sonrası
şikayeti şuur bulanıklığı ve karın ağrısı olduğu, resüsitasyon
odasında entübe olarak konsültasyonu istenen hastanın
TA 60/40 Nb: 130 olduğu, batın muayenesinin değerlendirilemediği, çekilen batın
BT’sinde serbest hava görülmesi üzerine hasta acil
operasyona alındığı, yapılan eksplorasyonda batında
yaygın enfekte mai mevcut olduğu, barsaklar
üzerine yaygın psodomebran ve pre
pilorik alanda yaklaşık 0.8.cm lik
perfore alan görüldüğü, gerekli operasyonun yapıldığı, ameliyat sonrası uygun
tedaviye rağmen 10.06.2011 tarihinde öldüğü dikkate alındığında; kişinin ölümünün
mide perforasyonuna bağlı peritonit ve gelişen
komplikasyonları sonucu meydana gelmiş olduğu,
Şikayetleri nedeniyle
sağlık personeli tarafından muayenesinin yapıldığı, şikayetine yönelik uygun
tedavisine başlanıldığı, 21.4.2011 günü cezaevinde yapılan muayenesinde batında
perforasyonu düşündürecek bulgu tespit edilmediği de
dikkate alındığında; kişinin ölümünde cezaevi hekimine ve personeline atfı
kabil kusur bulunmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur...”
19.
Cumhuriyet Başsavcılığı 31/8/2012 tarihli ve K.2012/5935 sayılı kararıyla
şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Anılan kararın
gerekçesi şöyledir:
“...İfadeleri alınan
şüpheliler suçlamayı reddederek Gürol Gür'ün tedavisi yönünden gerekli işlemi
yaptıklarını, konuyla ilgili herhangi bir ihmallerinin bulunmadığına dair
savunma yaptıkları, tanık olarak dinlenen koğuşta mahkum olarak bulunan bir
kısım hükümlülerin iddiaları doğrulamadıkları, kesin ölüm sebebi ve ölüm olayı
ile ilgili cezaevi doktoru ve personelinin kusurlu olup olmadığına dair tüm
tedavi evrakları ile birlikte soruşturma dosyası gönderilerek Adli Tıp Kurumu
1. İhtisas Kurulu'ndan rapor istendiği, Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu'nun
istenen hususlara dair özenle ve çok ayrıntılı olarak hazırladığı 15 sayfadan
oluşan 27/06/2012 tarihli raporunda ölüm sebebinin mide ferforasyonuna
bağlı peritonit ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği ile ölenin
şikayeti nedeniyle sağlık personeli tarafından gerekli muayenesinin yapıldığı,
şikayetine yönelik uygun tedavisine başlandığı, 21/04/2011 günü cezaevinde
yapılan muayenesinde batında ferforasyonu
düşündürecek bulgu tespit edilmediği, kişinin ölümünde cezaevi hekimi ve
personeline atfı kabil kusur bulunmadığına oy birliği ile mütalaa olunduğunun
bildirildiği, buna göre şüpheliler hakkında atılı suç unsurları manevi unsur
yani kusurluluk unsuru yönünden teşekkül etmediği, dolayısı ile şüpheliler
hakkında bu cihetle kovuşturma imkanı bulunmadığından tüm şüpheliler hakkında
atılı suçtan kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına... karar verildi.”
20.
Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesinin
9/7/2013 tarihli ve 2013/844 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.
21.
Bu karar başvurucuya 1/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup 27/11/2013
tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmadığı anlaşılmıştır.
B. İlgili Hukuk
1. Ulusal Hukuk
22.
13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının
infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili
hükümleri şöyledir:
“(1) Hapis cezalarının infaz
rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:
a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli
bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve
disiplin çerçevesinde tutulurlar.
b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin
düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu
kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan
maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan
diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen
kurallar uyarınca kısıtlanabilir.
c) Cezanın infazında hükümlünün
iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün
kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere
cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik
ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.
…
f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam
hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu
tedbirin alınması zorunludur.
…”
23. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün
muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:
“ (1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı
için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir.
Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet
veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.”
24. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün
muayene ve tedavisi” kenar başlıklı 78. maddesi (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1) Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün
acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel
veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme
kartına işlenir ve dosyasında saklanır.”
25.
6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması”
başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları
ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim
üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde
eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının
yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen
reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
26.
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
2. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Avrupa Cezaevi Kuralları
hakkında (2206) 2 numaralı tavsiye kararının “Cezaevi
sağlık sisteminin organizasyonu” başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“40. 1 Cezaevindeki sağlık hizmetleri genel toplumsal sağlık
sistemiyle yakın ilişki içinde örgütlenmelidir.
40. 2 Cezaevlerindeki sağlık sistemi ulusal
sağlık sistemiyle entegre edilmeli ve uyum içinde olmalıdır.
40. 3 Mahpuslar yasal durumları nedeniyle
ayrımcılığa tabi tutulmaksızın ülkedeki sağlık hizmetlerinden yararlanma
imkanına sahip olmalıdır.
40. 4 Cezaevindeki sağlık hizmetleri
mahpusların karşılaşabilecekleri fiziksel ya da ruhsal hastalıkların teşhis ve
tedavisine yeterli düzeyde olmalıdır.
40. 5 Bu amaçla genel
sağlık sisteminde mevcut olan gerekli tüm tıbbi, cerrahi ve psikiyatrik
olanaklara ulaşma imkanı mahpuslara sağlanmalıdır.”
28. Anılan tavsiye kararının “Tıbbi
ve sağlık hizmetleri personeli” başlıklı 41. maddesi şöyledir:
“41. 1 Her cezaevinde en az bir uzman doktorun bulunduğu bir
revir bulunmalıdır.
41. 2 Düzenlemeler acil durumlarda uzman bir
doktorun gecikmeksizin müdahalesine olanak tanıyacak şekilde yapılmalıdır.
41. 3 Tam gün çalışan bir doktorun bulunmadığı
yerlerde yarım zamanlı çalışan bir doktor mahpusları düzenli olarak ziyaret etmelidir.
41. 4 Her cezaevinde tıbbi müdahale konusunda
eğitilmiş personel bulunmalıdır.
41. 5 Her mahpusa uzman diş hekimlerinin ve
göz doktorlarının sağlayacağı hizmetlerden yararlanma olanağı tanınmalıdır.”
29. Anılan tavsiye kararının “Sağlık
hizmeti tesisleri” başlıklı 46. maddesi şöyledir:
“46. 1 Özel tedaviye ihtiyacı olan hasta mahpuslar cezaevinde bu
tedavinin gerçekleştirilemediği hallerde bu amaca özgülenmiş kurumlara ya da
sivil hastanelere nakledilmelidir.
46. 2 Cezaevinin kendi sağlık tesislerinin bulunduğu
hallerde bu tesisler tedavi için gelen mahpuslara uygun bakım ve hizmeti sunmaya
yeterli personel ve ekipmanla donatılmış olmalıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30.
Mahkemenin 6/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31.
Başvurucu; Kartal H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan
kardeşinin 20/4/2011 tarihinde rahatsızlandığını, Ceza İnfaz Kurumu idaresince
gerekli tedavinin ve hastaneye sevkinin zamanında sağlanamaması nedeniyle
hayatını kaybettiğini, ölüm olayında ihmali olduğunu düşündüğü ilgili kamu
görevlileri hakkında şikâyetçi olması üzerine başlatılan soruşturmada
tanıkların tamamının ifadelerinin değerlendirilmeyip sadece Ceza İnfaz Kurumu
görevlilerinin istediği tanıkların ifadelerinin dikkate alındığını, kardeşi ile
aynı koğuşta bulunan K.C.nin ifadesinin soruşturma
dosyasından yok edildiğini ve böylelikle kardeşinin ölümünde ihmali
bulunanların cezasız kaldığını belirterek Anayasa’nın 17., 36. ve 40.
maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
ilgili kamu görevlileri hakkında kamu davası açılması talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
32.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Somut olayda başvurucu, her ne kadar Anayasa'nın 36. ve 40. maddelerinde
güvence altına alınan haklarının da ihlal edildiğini ileri sürse de
başvurucunun bu yöndeki iddialarının özünün yaşam hakkı kapsamında kaldığı
değerlendirilmektedir. Bu nedenle başvurucunun şikâyetleri Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenecektir.
33.
Bakanlığın görüş yazısında; kabul edilebilirlik incelemesi ile ilgili olarak
yaşam hakkı kapsamında “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğün her olayda
mutlaka cezai işlem başlatmayı gerektirmediği, yaşam hakkına yönelik ihlal
iddialarının kasıtlı bir eylem ile gerçekleştirilmediği durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili
hukuk yollarının açık olmasının yeterli olabileceği, somut olayda Ceza
İnfaz Kurumu sağlık çalışanlarının devlet memuru olmaları nedeniyle ölenin
sağlık durumunun kötüleşmesinde bir tıbbi ihmali olmadığının tespitine yönelik idari
dava açılması gerektiği ancak başvurucunun bu konuda idare mahkemeleri nezdinde
devlet aleyhine herhangi bir tazminat başvurusunda bulunmadığı ifade
edilmiştir.
34.
Bakanlığın kabul edilebilirlik konusundaki anılan görüşüne karşı başvurucu,
soruşturma dosyasındaki uygulamalar ve kararlar nedeniyle adalete olan
güveninin sarsıldığı için tazminat davası açmakta fayda görmediğini ifade
etmiştir.
35.
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin
(1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin
taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından
ihlal edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı
tanınmıştır.
36.
Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi
ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
37.
Yaşam hakkına yönelik yapılacak bir incelemede öncelikle başvurucunun, başvuru
ehliyeti ve ihlal iddiasının incelenmesinde menfaatinin bulunup bulunmadığı
denetlenmelidir. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel
ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip
oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını
kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm
olayı nedeniyle ölen kişilerin mağdur olan yakınları tarafından
yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda
başvurucu, başvuru konusu olayda ölen kişinin kardeşi olup başvuru konusu olaya
ilişkin yürütülen ceza soruşturmasına etkin bir şekilde katılmış ve soruşturma
sürecini takip etmiştir. Bu nedenle gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili yürütülen
soruşturmanın, Anayasa’nın 17. maddesindeki yaşam hakkının ihlali niteliğinde
olduğunun tespitinde başvurucunun meşru menfaati olacağı anlaşıldığından
başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
38.
Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle
sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu
konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin negatif bir
yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve
hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
39.
Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif
yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu
gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17.
maddesi; devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş
yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği
gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını
sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu
yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği
her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
40.
Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi dikkate alınarak pozitif yükümlülük; yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Pozitif yükümlülüğün ortaya
çıkması için yetkililerce belirli bir kişinin hayatına yönelik gerçek ve yakın
bir tehlikenin bulunduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların
varlığı kabul edildikten sonra böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler
çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin
gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız
olduklarının tespiti gerekmektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).
41.
Devlet -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine
getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik
gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
42.
Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin yaşamlarını ve sağlıklarını koruma
konusundaki pozitif yükümlülük, bu kişilerin tıbbi tedavilerine özen
gösterilmeyi ve yaşamı üzerinde oluşabilecek olası tehditleri engellemeyi de
içerir. Uygun bir tıbbi tedavinin sağlanması konusundaki eksiklikler yaşam
hakkını koruma yükümlülüğüne aykırılık teşkil edebilir (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. İlhan/Türkiye,
B. No: 22277/93, 27/7/2000, § 87; Huylu/Türkiye,
B. No. 52955/99, 16/11/2006, §§ 57, 58).
43.
Ceza İnfaz Kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlülerin yaşamının korunması
konusundaki pozitif yükümlülük; Ceza İnfaz Kurumlarında görevli sağlık
personelinin sorumlulukları altında bulunan kişilerin ölüm sebeplerinin tespit
edilmesine imkân sağlayacak etkin ve tarafsız bir adli sistem kurulmasını,
ihtilaf konusu olayların kamuoyu denetimine açılmasını ve gerektiğinde sağlık
çalışanlarının hesap vermesini sağlamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Gülay Çetin/Türkiye, B. No:
44084/10, 5/3/2013, § 86)
44.
Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de
usule ilişkin yönü bulunmaktadır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu
usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının
esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine
bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre
yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise “etkili bir yargısal
sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük her olayda ceza davası açılmasını
mutlaka gerektirmez. Bu ilke, tıbbi
ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Bu
durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının
açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail
Artuç, § 37).
45. Bununla birlikte ihmal suretiyle
meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarında devlet görevlilerinin ya da
kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali
olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların
kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle
oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı
durumlarda, insanların yaşamını veya
vücut bütünlüğünü tehlikeye atan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada
bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması, Anayasa’nın 17. maddesinin
ihlaline neden olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 60). Bu yaklaşım, yetkili kişi ve
kurumların kamu ya da özel sağlık kuruluşlarına başvuran bir hastanın sağlık
durumunun ciddiyetini bilmesine ya da bilmesinin gerekmesine rağmen meydana
gelebilecek riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almayarak
yahut hastanın tanı ve tedavisine ilişkin değerlendirme hatasını aşacak şekilde
mesleki ödevlerine aykırı davranarak bir kimsenin hayatına veya vücut
bütünlüğüne zarar vermesi hâlinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de
geçerlidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye, B. No: 13423/09,
9/4/2013; Asiye Genç/Türkiye, B.
No: 24109/07, 27/1/2015).
46.
Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından, Kartal H Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda hükümlü olarak bulunan kardeşinin gerekli tedavisinin yapılmaması ve
zamanında hastaneye sevkinin sağlanamaması nedeniyle hayatını kaybettiği, buna
rağmen ölüm olayında ihmali olan kamu görevlilerinin cezasız kaldığı ileri
sürülmektedir.
47.
5275 sayılı Kanun’da tutuklu ve hükümlülerin hastalık hâlinde muayene ve
tedavilerinin nasıl yapılacağı hususu ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.
Kanun’un 71. ve 78. maddeleri uyarınca hükümlü veya tutukluların acil veya
olağan muayene ve tedavisi ilk önce ceza infaz kurumunun revirinde kurumun
hekimi tarafından yapılır. Muayene ve tedavinin kurumda mümkün olmaması hâlinde
hükümlü ve tutuklulara devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm
koğuşlarında tedavi imkânı sağlanır.
48.
Somut olayda müteveffa 20/4/2011 tarihinde gece saatlerinde rahatsızlanmış;
infaz koruma görevlileri durumdan haberdar edilmiş ve tanık ifadelerine göre
başvurucuya ağrı kesici ilaçlarla tedavi uygulanmıştır. Ağrılarının ertesi gün
de devam etmesi üzerine müteveffa, kurumda nöbetçi olarak görevli bulunan
doktor tarafından muayene edilmiş ve kendisine peptid ulcus (ülser) teşhisi konularak
tedavi uygulanmıştır. Ancak müteveffanın ağrılarının geçmemesi üzerine bir
sonraki gün, kurumda görevli doktor bulunmadığı için Ceza İnfaz Kurumu
idaresince 112 acil servisi aranmış ve acil servis doktoru tarafından
müteveffanın muayenesi yapılmıştır. Yapılan muayene sonucunda hastanın acil bir
durumunun olmadığı ve gün içinde hastaneye sevkinin yapılması gerektiği
bildirilmiştir. Bu gelişmenin ardından Ceza İnfaz Kurumu idaresince sevk işlemi
yapılarak hasta, Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesine
gönderilmiştir.
49.
Ölüm olayının ardından başvurucunun, kardeşine uygun tedavinin uygulanmaması ve
kardeşinin hastaneye geç sevk edilmesi nedeniyle hayatını kaybettiği iddiasıyla
ilgili kamu görevlileri hakkında şikâyetçi olması üzerine Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından derhâl olaya ilişkin soruşturma başlatılmıştır.
Soruşturma kapsamında müteveffanın koğuş arkadaşlarının, Ceza İnfaz Kurumu
görevlilerinin ve Ceza İnfaz Kurumunda müteveffayı muayene eden doktorun
ifadeleri alınmış, Ceza İnfaz Kurumu reviri ve hastane kayıtları toplanmış,
müteveffanın cesedi üzerinde ölü muayene ve otopsi işlemi uygulanmış,
nihayetinde müteveffanın ölümünde Ceza İnfaz Kurumu doktoru ve personelinin
kusurlu olup olmadığının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumundan bir rapor
hazırlaması istenmiştir.
50.
Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu tarafından tanık ifadeleri, Ceza İnfaz Kurumu
reviri defteri, hastane kayıtları ve otopsi raporunda yer alan bilgi ve
bulgular dikkate alınarak hazırlanan raporda, kişinin ölümünün mide perforasyonuna
(delinme) bağlı peritonit (karın
zarı yangısı) ve gelişen komplikasyonları sonucu meydana gelmiş olduğu,
müteveffanın Ceza İnfaz Kurumunda yapılan muayenesinde karın bölgesinde delinme
olduğunu düşündürecek bir bulgunun tespit edilemediği ve müteveffanın
şikâyetleri doğrultusunda uygun tedaviye başlandığı belirtilerek müteveffanın
ölümünde Ceza İnfaz Kurumu doktoruna ve personeline atfı kabil herhangi bir
kusur bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
51.
Diğer taraftan başvurucu; somut olayda kardeşinin rahatsızlandığı ilk gece kim
tarafından, nereye götürüldüğüne ve kendisine nasıl bir tedavi uygulandığına
dair konuların yeterince aydınlatılmadığını ileri sürse de soruşturma
kapsamında alınan on beş sayfalık ayrıntılı Adli Tıp Kurumu bilirkişi raporunda
olayın gelişiminin bir bütün olarak değerlendirildiği ve müteveffanın
şikâyetleri doğrultusunda Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleştirilen tedavi
sürecinde karın bölgesinde delinme olduğunu düşündürecek bir bulguya
rastlanmadığının belirtildiği dikkate alındığında başvurucunun söz konusu
iddiasının somut olay açısından nedensel bir değer
taşımadığı sonucuna ulaşılmıştır.
52.
Somut olayda, G.G.nin
ölüm olayı ile ilgili olarak başvurucunun kullanabileceği birden fazla hukuki
yol bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucu, yaşanan olay hakkında bir ceza
soruşturması başlatılmasını ve kusurlu olan personel hakkında kamu davası
açılmasını yetkili Cumhuriyet Başsavcılığından talep edebileceği gibi yaşanan
olayda kusuru bulunan kişi veya kurumların hukuki sorumluluğuna ilişkin
tazminat davası da açabilir. Başvurucu, olayda ihmali olduğunu ileri
sürdüğü kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunarak ceza soruşturması
açılması talebinde bulunmuş olmakla birlikte Ceza İnfaz Kurumunun veya ilgili
kamu görevlilerinin sorumluluklarına ilişkin herhangi bir hukuki tazminat
yoluna başvurmamıştır. Bu
durumda sorulması gereken soru, somut olayın koşulları çerçevesinde yaşam hakkı
kapsamında devletin sahip olduğu “etkili bir hukuk sistemi kurma” yönündeki pozitif
yükümlülüğün, anılan
hukuki çarelerden herhangi biri ile yerine getirilip getirilemeyeceğidir (Benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz. Anna Todorova/Bulgaristan,
B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 74; Nurettin
Demir ve Çiçek Demir/Türkiye, B. No: 34885/06, 13/11/2012, § 71).
53.
Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu tarafından müteveffanın ölümünde Ceza İnfaz
Kurumu doktoru ve personelinin kusurlu olup olmadığının tespiti amacıyla
hazırlanan rapor ile bireysel başvuru formu ve eklerinde sunulan bilgi ve belgeler
ışığında mevcut başvurunun koşulları
incelendiğinde, müteveffanın hayatını kaybettiği olayın tıbbi
değerlendirme hatasını aşan kasti bir tutumdan ya da hastaneye sevki
konusundaki ciddi bir ihmalden kaynaklandığını gösteren herhangi bir bulgu
olmadığı ve olayın meydana geldiği koşulların herhangi bir şüphe uyandırmadığı
anlaşılmaktadır. Başvurucu da söz konusu olayın ilgili kamu görevlileri
tarafından kasti şekilde gerçekleştirildiği yönünde bir iddia ileri
sürmemiştir. Tüm bu hususlar dikkate alındığında başvuru konusu olayın yukarıda
belirtilen istisnalar (bkz. § 44)
kapsamında bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 17.
maddesi bağlamında devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki pozitif yükümlülük, somut olayda mağdura adli ya da idari
yargı mercileri önünde açabileceği bir tazminat ya da tam yargı davası yolunun
sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.
54.
Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan
zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku
alanında suç diye adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka
aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için
ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir
sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca ceza hukuku alanında taksire dayalı
sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen kasten veya taksirle
başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha
fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki
sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı
ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir
ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği
anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi
hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki sorumluluk
alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi
edilmesi olduğu dikkate alındığında -özellikle somut başvuruya konu ihlal
iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından- hukuki tazmin yolunun daha yüksek
başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu
anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır,
B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).
55. Başvurucu, Türk hukuk sisteminde mevcut bir
hukuk yolu olan ve hem ilgili personelin veya idarenin mesuliyetini
saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini sağlayabilecek olan
hukuk mahkemelerinde tazminat davası ya da idari yargıda tam yargı davası açma
imkânını kullanmamıştır. Ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve
ihmallere karşı da ilgili kişi veya kurumlar aleyhine adli ya da idari yargı
önünde açılacak davalar ile uğranılan zararların tazmini mümkündür. Bu nedenle
müteveffanın hastalığına ilişkin teşhis, tedavi ve hastaneye sevk işlemleri
sırasında ihlale neden olduğu ileri sürülen eylemler açısından kanunda
öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru
yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.
56.
Açıklanan nedenlerle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvurunun
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B.
Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
6/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.