TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MELİK UZUN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8905)
|
|
Karar Tarihi: 8/9/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Elif KARAKAŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Melik UZUN
|
Vekili
|
:
|
Av. Keziban TÜLEN BİNİCİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tedavi için
gittiği hastanede yapılan iğne nedeniyle felç kalması üzerine uğranılan zararların
tazmini istemiyle 2007 yılında açmış olduğu tam yargı davasının hâlihazırda
karara bağlanmamış olduğunu ve davanın düzgün bir şekilde incelenmediğini
belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle maddi ve manevi
zararının tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 11/12/2013
tarihinde Menderes 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/3/2014
tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığınca 17/3/2014 tarihli yazı ile benzer şikâyetlere ilişkin
başvurularda sunulan görüşlere atıf yapılarak, ayrıca görüş sunulmayacağı
bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucunun, 14/9/2006
tarihinde halsizlik şikâyeti ile başvurduğu Buca Seyfi Demirsoy Hastanesi Acil
Servisinde vücuduna enjekte edilen iğne nedeniyle sağ bacağı felç olmuştur.
8. Başvurucu, uğradığı
zararların tazmini istemiyle idareye yaptığı başvurunun reddi üzerine Sağlık
Bakanlığı aleyhine 7/11/2007 tarihinde İzmir 2. İdare Mahkemesinde tam yargı
davası açmıştır. Mahkeme, 21/12/2011 tarih ve E.2007/1828, K.2011/2139 sayılı
kararıyla “dava dosyasındaki bilgi ve
belgeler ile Adli Tıp Kurumu Raporunun birlikte değerlendirilmesinden, davacıda
enjeksiyon sonrası gelişen bulguların enjeksiyon nöropotisi
ile uyumlu olduğu, enjeksiyonun doğru uygulanması sonrası dahi ödem hematom gibi nedenlerle sinire bası oluşabileceği gibi
ilacın sinire nufuzu sonucu ilacın toksik etkisiyle de nöropati
gelişebileceği, bu nedenlerle idareye yüklenecek bir kusurun bulunmadığı
sonucuna varıldığı, bu itibarla maddi ve manevi tazminat isteminin reddi
gerektiği” gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
9. Başvurucu, tarafına 2/2/2012
tarihinde tebliğ edilen kararı 14/2/2012 tarihinde temyiz etmiştir. Başvuru
tarihi itibarıyla dava, Danıştay 15. Dairesi önünde derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
10. 2577 sayılı Kanun’un “Kapsam ve nitelik”
kenar başlıklı 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge
idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama
usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.”
11. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme”
kenar başlıklı 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının
görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi
mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:
a) Görev ve yetki,
b) İdari merci
tecavüzü,
c) Ehliyet,
d) İdari davaya konu
olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,
e) Süre aşımı,
f) Husumet,
g) 3 ve 5 inci
maddelere uygun olup olmadıkları,
Yönlerinden sırasıyla
incelenir.
(4) Dilekçeler bu
yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor
ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor
düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim
tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak
inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin
alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde
sonuçlandırılır.”
12. 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi”
kenar başlıklı 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda
belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar
Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu
itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de
ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak
suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde
bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri
sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde
sonuçlandırılır.”
13. 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler”
kenar başlıklı 60. maddesi şöyledir:
“Danıştay ile bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat
Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler
ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
14. Mahkemenin 8/9/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/12/2013 tarih ve 2013/8905
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
15. Başvurucu, hatalı tıbbi
müdahale nedeniyle felç kalması üzerine açtığı davanın 5 yıl 11 ay 24 günlük
sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul yargılanma süresinin aşıldığını,
yargı makamının davalı tarafın dosyayı sürüncemede bırakmak için usule ilişkin
tüm esasları bertaraf etmesine yönelik hiçbir önlem almadığını, dolayısıyla
davanın düzgün bir şekilde incelenmediğini belirterek Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ve ihlalin tespitiyle maddi ve manevi zararının tazminine karar
verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
16. Başvurucu, yargı makamının
davalı tarafın dosyayı sürüncemede bırakmak için usule ilişkin tüm esasları
bertaraf etmesine yönelik hiçbir önlem almadığı yönündeki iddialarını davanın
düzgün bir şekilde incelenmesi hakkının ihlali olarak ileri sürmüşse de, bu iddianın özü, yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmaması hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple
başvurucunun tüm iddiaları Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
makul sürede yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
17. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
18. Başvurucu 2007 yılında idari
yargıda açmış olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
19. Adalet Bakanlığı görüşünde,
Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkına ilişkin kararlarına atfen,
başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası açısından
görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
20. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18).
21. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
22. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
23. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
24. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
25. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 39).
26. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
27. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
28. Ancak, belirtilen
kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici
değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti
ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
29. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
30. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan
mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku”
alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve
yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin
koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer
verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir
kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu
davanın, hatalı yapılan iğneden
dolayı sakat kalınması nedeniyle uğranılan zararların tazimini istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu
görülmekle, somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
31. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih
olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak
uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul
edilebilmektedir. Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup,
makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi,
başvurucu tarafından idarenin kusuru nedeniyle sakat kalması sonucu uğramış
olduğu maddi ve manevi zararlarının tazminine yönelik taleplerini ilgili
idareye ilettiği 14/9/2007 tarihidir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 45).
32. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
33. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
34. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, idari yargıda açılan ve hatalı yapılan iğne sonucu sakat kalınması nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların
tazmini istemini konu alan tam
yargı davasında ilk derece
mahkemesince, dosyanın usulüne uygun olarak tekemmülünün sağlandığı, ardından
başvurucunun sakat kalmasında idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının
tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, Adli Tıp
Kurumu Başkanlığından gönderilen rapora başvurucunun itirazı üzerine ikinci bir
raporun hazırlanması için dosyanın tekrar ilgili Kuruma gönderildiği, birinci
raporun yaklaşık yedi ay, ikinci raporun ise yaklaşık bir yıl sonra İdare
Mahkemesine ulaştırıldığı, ikinci bilirkişi raporunun gönderilmesinin ardından
dosyanın karara bağlandığı ve yargılamanın yaklaşık dört yıl üç aylık bir
sürede sonuçlandırıldığı, 2/4/2012 tarihi itibarıyla Danıştay kayıtlarına giren
dosyanın hâlihazırda Danıştay 15. İdare Mahkemesi önünde derdest olduğu
anlaşılmaktadır.
35. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları
nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif
maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya
koyduğu anlaşılmaktadır (§10-13).
36. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında
yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve
Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun
yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu
kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60),
başvuruya konu davada, uyuşmazlığın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul
işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla
birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı
bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve henüz
sonuçlandırılmayan yaklaşık yedi yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
37. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
38. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle maddi ve manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
39. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
40. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık yedi yıllık yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
6.500,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
41. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
42. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
43. Başvuruya konu yargılamanın
yaklaşık yedi yıllık bir süredir devam ettiği ve bu hususun makul sürede
yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği
açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven
ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın
mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen,
kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya 6.500,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE
C. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine,
8/9/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.