TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
YUSUF YAMAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/8908)
Karar Tarihi: 13/4/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Nuri NECİPOĞLU
Erdal TERCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör Yrd.
Leyla Nur ODUNCU
Başvurucu
Yusuf YAMAN
Vekilleri
Av. Hülya SARSAM
Av. Mehmet Recai BAĞCI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; köy korucusu olarak görev yapmakta iken terör örgütü mensuplarınca kaçırılması sonrasında köy koruculuğu görevinin idare tarafından sona erdirilmesi, örgüt tarafından alıkonulma süresi boyunca koruculuk görevinin ifa edilememesi sebepleriyle maaştan mahrum kalındığı iddiasıyla 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/12/2013 tarihinde Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, geçici köy korucusu olarak görev yapmakta iken Şırnak ili Uludere ilçesi Küçükkurt tepe mevkisinde 22/8/1994 tarihinde terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma sonrasında örgüt mensupları tarafından kaçırıldığını, terör örgütü tarafından Kuzey Irak’a götürüldüğünü ve burada uzun süre alıkonulduğunu iddia etmiştir.
8. Başvurucu 11/10/1994 tarihli Vali oluru ile geçici köy koruculuğu görevine son verildiğini beyan etmiştir.
9. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti ile Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından ortak yürütülen “Gönüllü Geri Dönüş” programı kapsamında 1997 yılı Kasım ayında Kuzey Irak’tan Türkiye’ye dönüş yaptığını belirtmiştir.
10. Başvurucu 13/5/2005 tarihinde, köy koruculuğu görevini yapamadığı süre boyunca mahrum kaldığı maaş gelirlerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanması talebiyle Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
11. Komisyon 1/2/2007 tarihli ve 2007/2-2007/135 sayılı kararında, başvuru dilekçesi ile talep edilen zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında belirtilen zararlardan olmadığının tespit edildiği gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir.
12. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine iptal ve tam yargı davası açılmıştır.
13. Mardin İdare Mahkemesinin 3/11/2009 tarihli ve E.2007/2183, K.2009/1401 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:
“...5233 Sayılı ... Kanun’un ... 5. maddesinde sayılan komisyonun görevleri arasında, zarar gören veya mirasçılarının başvurusu halinde bu Kanun kapsamına giren zararın bulunup bulunmadığını tespit etmek olduğunun belirtildiği; 7. maddesinde bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararların; hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlaraverilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar olarak sayıldığı...
...
5233 sayılı Yasanın yukarıda yer verilen “kapsam” başlıklı 7. maddesine göre, bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanacak zararların; hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararları kapsadığı hükme bağlanmıştır.
Bakılan davada ise, davacının uğradığı ileri sürülen maddi zararın terör örgütü mensupları tarafından kaçırıldığı gerekçesiyle Valilik oluruyla görevine son verilmesine ilişkin işlemden kaynaklandığı anlaşılmakta olup, sözkonusu işlemden kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilmesine olanak bulunmamaktadır.
Öte yandan, 5233 sayılı Yasada manevi tazminata yer verilmemiş olması nedeniyle davacının 4 yıl boyunca terör örgütünce esir olarak tutulması nedeniyle uğradığı ileri sürülen manevi zararın da 5233 sayılı Yasa kapsamında karşılanamayacağı sonucuna varılmıştır.
Bu durumda, davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında tazminat istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamakta olup davacının yasal dayanağı bulunmayan tazminat isteminin de kabulüne olanak bulunmamaktadır...”
14. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/2/2013 tarihli ve E.2011/9697, K.2013/1590 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek kararın onanmasına hükmedilmiştir.
15. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 26/9/2013 tarihli ve E.2013/11170, K.2013/6402 sayılı ilamı ile reddedilmiş, ret kararı başvurucuya 11/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:
“... 5233 sayılı Yasanın “kapsam” başlıklı 7. maddesine bakıldığında sulh yoluyla karşılanacak zararların; hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararları kapsadığı hükme bağlanmıştır.
Dosya kapsamındaki belgelerkarar düzeltme aşamasında yeniden incelenmiş olup, davacının oluştuğunu ileri sürdüğü zararın sebebi olarak bölgede meydana gelen terör olayları gösterilmiş ise de davacının terör örgütü mensuplarınca kaçırıldığına dair bu hususu doğrular nitelikteki belgeler dosyada bulunmamaktadır.
Bunun aksine Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından düzenlenmiş olan ve dosyada mevcut olan belgede ise davacının Kuzey Irak’ın çeşitli bölgelerinde mülteci olarak kaldığı ve Gönüllü Geri Dönüş Projesi kapsamında Türkiye’ye geri dönüş yapmış olduğunun belirtildiği görülmüştür.
Durum böyle olunca davacının valilik kararı ile görevine son verilmesine dair işlemden kaynaklandığını ileri sürdüğü zararın; Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından düzenlenmiş olan belge dikkate alınarak 5233 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilmesine hukuken imkan bulunmadığı sonucuna varılmıştır...”
16. Başvurucu 11/12/2013 tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”
18. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun,3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.”
19. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 7. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:
a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.
b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.
c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar.”
20. 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle,hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.”
21. 5233 sayılı Kanun’un 4., 6., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu; geçici köy korucusu olarak görev yapmakta iken Şırnak ili Uludere ilçesi Küçükkurt tepe mevkisinde terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında 22/8/1994 tarihinde çatışma çıktığını, bu çatışma sonrasında örgüt mensupları tarafından kaçırıldığını, Kuzey Irak’a götürüldüğünü ve burada uzun süre alıkonulduğunu, Türkiye’ye dönmek için BMMYK’ya başvuruda bulunduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti ile BMMYK tarafından ortak yürütülen “Gönüllü Geri Dönüş” programı kapsamında 1997 yılı Kasım ayında Kuzey Irak’tan Türkiye’ye geldiğini, geçici köy koruculuğu görevine son verilmiş olması nedeniyle maaş imkânından mahrum kaldığını ve bu zararının tazmini istemiyle 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun ve akabinde açtığı davanın reddedildiğini, verilen kararın adil olmadığını, davası hakkında eksik inceleme yapılması ve sunmuş olduğu delillerin aleyhine değerlendirilmesi nedeniyle Mahkemelerin tarafsız olmadığını, sunduğu belgeler karar düzeltme aşamasında aleyhine değerlendirilerek bu değerlendirmelere karşı kendisine savunma yapma imkânı tanınmadan verilen kararın adil olmadığını, yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 10., 35., 36. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
24. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğunu beyan ettiği maaş kaybı zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10., 35., 36. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, Mahkemece verilen ret kararı neticesinde köy koruculuğu görevine son verilmesiyle mahrum kaldığı maaş gelirlerinin idarece tazmini yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sonucu maruz kaldığı mülkiyet hakkından yoksun kalma durumu karşısında zararını karşılayacak bir giderim sağlanması imkânının kendisine tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anılan ihlal iddiaları, Derece Mahkemelerinin hatalı değerlendirmesi nedeniyle yargılamanın adil olmadığı iddiasının incelenmesi sonucu verilen karara bağlı olarak değerlendirileceğinden bu ihlal iddiası yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır. Başvurucunun diğer ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
25. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim talebinin ve açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
26. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
27. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
28. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, eksik inceleme yaparak ve sunduğu delilleri aleyhine değerlendirerek karar veren Derece Mahkemelerinin tarafsız olmadıklarını iddia etmiştir.
30. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
31. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Gerekçeli Karar Hakkınınİhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucu, Mahkeme kararlarında köy koruculuğu görevi maaşı hakkındaki istemi konusunda talep sonucuna etki eden hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
34. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin Derece Mahkemeleri kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin, §§ 75-77). Başvurucuların yargılama aşamalarında ileri sürdükleri şikâyetlerden varılacak sonuç bakımından önem arz edebilecek nitelikte olanlar hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmaması, dosya kapsamlarındaki mevcut bilgi ve belgeler nazara alındığında başvurucuların iddiaları hakkındaki çelişki giderilmeksizin hüküm kurulması nedenleriyle kararların yeterli gerekçe ihtiva etmediği sonucuna varılmıştır ve başvurucuların gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Hikmet Çelik ve diğerleri, B. No: 2013/4894, 15/12/2015, §§ 50-67; Mehmet Akkuş, B. No: 2013/4266, 23/2/2016, §§ 59-74; Abdurrahman Dil ve Mehmet Sait Dil, B. No: 2013/5163, 24/2/2016, §§ 50-74)
35. Somut başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun köy koruculuğu görevinin sona erdirilmesi nedeniyle alamadığı maaşlarının ödenmesine ilişkin talebinin kabul edilip edilmeyeceği noktasında Derece Mahkemesince 5233 sayılı Kanun kapsamının belirlenmesi akabinde başvurucunun maaşının kesilmesinin nedeninin başvurucunun görevine son verilmesi işlemi olduğunun belirtildiği, göreve son verme işleminden kaynaklanan maddi tazminat taleplerinin Kanun kapsamında karşılanıp karşılanamayacağı konusunda değerlendirmeler yapıldığı, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. § 13), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle temyiz mercii denetiminden geçtiği (bkz. § 14), karar düzeltme aşamasında ise başvurucunun talep ve delillerinin incelenmesi suretiyle başvurucunun “Gönüllü Geri Dönüş” projesi kapsamında Türkiye’ye geri dönüş yaptığı tespit edilmekle Valilik kararı ile görevine son verilmesine dair işlemden kaynaklandığı ileri sürülen maaş kaybı zararının 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesine hukuken imkân bulunmadığı sonucuna varıldığı, belirtilen aşamaların tamamlanması ile başvurucu hakkındaki kararın kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun talep sonucuna etki ettiğini belirttiği iddiaları hakkında Derece Mahkemelerine sunduğu belgeler değerlendirilerek karar verildiği tespit edilmekle başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
36. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Çelişmeli Yargılama ve Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge ve delillerin karar düzeltme aşamasında aleyhine değerlendirildiğini, bu değerlendirmelere karşı iddiasını savunma yapma imkânı tanınmadan verilen kararın adil olmadığını, bu değerlendirmeye dayanılarak davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiğini belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
38. Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi, taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir (Abdullah Özen, B. No: 2013/4424, 6/3/2014, § 21). Bu ilke ve bu ilkeyle bağlantılı olan yargılamaya etkin katılım hakkı, adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, AİHS’in lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen bu ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
39. Çelişmeli yargılama hakkı kapsamında mahkemece tarafların dinlenilmemesi, iddialarını sunma ve delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ruiz-Mateos/Spain, B. No: 12952/87, 23/06/1993, § 63; Feldbrugge/Netherlands, B. No: 8562/79, 29/05/1986, § 44). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeli yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni bir hakka ilişkin yargılamada da tarafların duruşmada hazır bulunmasını, daha genel bir ifade ile yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını ve bu kapsamda yargılama evrakına ulaşma ve bunlar hakkında yorum yapma imkânının da kendilerine tanınmasını ifade etmektedir (Abdullah Özen, § 21).
40. Somut başvuru açısından başvuruya konu tazminat talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasındaki değerlendirmelerin birtakım belgelere dayandırıldığı, bu belgelerin BMMYK’nın 27/5/2009 tarihli yazıları ile Uludere İlçe Jandarma Komutanlığı sorumluluk alanında geçici köy korucusu olarak görevli iken görevlerine son verilen ve başvurucunun da aralarında bulunduğu korucular hakkındaki idari karar olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun dava dilekçesi, temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında sunduğu dilekçelerin incelenmesi neticesinde anılan belgelerin başvurucu tarafından sunulduğu ve yargılama aşamalarında kararlara esas alınan bu belgelere karşı savunma yapma ve karşı delillerini ortaya koyma imkânı tanındığı anlaşılmaktadır. Başvurucu her ne kadar karar düzeltme aşamasında deliller hakkında aleyhine değerlendirmelerde bulunularak İlk Derece Mahkemesinin tespitinden farklı bir yoruma varıldığını, bu değerlendirmelere karşı yorum yapma imkânından mahrum kaldığını iddia etmiş ise de karar düzeltme aşamasında değerlendirilen evraklar (bkz. 15) sonradan dava dosyasına dâhil edilen ve başvurucunun haberdar olmadığı belgeler olmayıp yargılamanın başından beri dava dosyasında yer alan ve başvurucu tarafından sunulup başvurucuya yorum yapma imkânının tanındığı evraklar olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak başvurucunun yargılamanın başından beri dosyada yer alan bu evraklar hakkında Derece Mahkemelerince yapılan değerlendirmelere ilişkin iddiası konusunda yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Tazminat Taleplerinin Reddedilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucu 22/8/1994 tarihinde terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çatışma çıktığını, çatışma sonrasında örgüt üyeleri tarafından kaçırılması nedeniyle Valilikçe geçici köy koruculuğu görevine son verildiğini, örgüt tarafından uzun süre alıkonulması akabinde“Gönüllü Geri Dönüş” programı kapsamında 1997 yılı Kasım ayında Türkiye’ye geri dönüş yaptığını, uzun müddet köy koruculuğu maaşı imkânından mahrum kalması sonucu oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin edilmesi gerektiğini fakat anılan olay Mahkemece hatalı şekilde değerlendirilerek 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun ve açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
43. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
44. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
45. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde belirtilen hususlara ilişkin iddiaların, maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/06/2011, § 88). Bu konudaki takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda, anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude Yaşar, § 93; Cahit Tekin, § 88).
46. Başvurucunun; terör örgütü mensupları tarafından kaçırılması sonrasında geçici köy koruculuğu görevine son verildiğini, uzun yıllar örgüt tarafından Irak’ta alıkonulduğunu ve 1997 yılı Kasım ayında Türkiye’ye geri döndüğünü, ülkesine dönene kadar geçen süre zarfında maaşını alamadığını ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ve belirtilen vakıaya ilişkin belgelerini Derece Mahkemesine ibraz ederek 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğunu iddia ettiği zararlarının karşılanması noktasındaki özel durumunun dikkate alınmasını talep ettiği anlaşılmaktadır.
47. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinde bu Kanun’un amacının terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek olduğu (bkz. § 17), Kanun’un 2. maddesinde bu Kanun’un, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3., ve 4. maddeleri kapsamına giren eylem veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddi zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsadığı (bkz. § 18) ifade edilmiş; Komisyonca dikkate alınacak deliller kapsamında yapılan değerlendirme neticesinde (bkz. § 20) zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğunun tespitinin yapılması akabinde Kanun’un 7. maddesinde belirtilen zarar kalemleri (bkz. § 19) ve 9. maddesinde belirtilen oranlar üzerinden yapılacak hesaplama ile tespit edilen tazminat miktarının başvurucuya ödenmesine karar verileceği hükme bağlanmıştır.
48. Başvuru konusu olayda başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığından bahisle Komisyonca başvurunun reddine karar verilmiştir.
49. İdare Mahkemesi kararında başvurucunun örgüt mensupları tarafından kaçırıldığından bahisle Valilik kararı ile geçici köy koruculuğu görevine son verilmesi sonucunda oluştuğu iddia edilen zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığının tespitinde bulunulmuş, davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun iddiaları temyiz merciince de incelenip reddedilmek suretiyle İdare Mahkemesi kararı onanmıştır. Karar düzeltme aşamasında başvurucunun iddialarının ve sunduğu belgelerin incelenmesi sonucunda başvurucunun Kuzey Irak’ın çeşitli bölgelerinde mülteci olarak kaldığı ve “Gönüllü Geri Dönüş” programı kapsamında Türkiye’ye dönüş yaptığı, başvurucunun terör örgütü üyelerince kaçırıldığını doğrular nitelikteki belgenin bulunmadığı hususları birlikte değerlendirilerek Valilik oluru ile başvurucunun geçici köy koruculuğu görevine son verilmesi işleminden kaynaklandığı iddia edilen zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanmasına olanak bulunmadığından bahisle başvurucunun talepleri reddedilmiştir.
50. Başvurucu tarafından bireysel başvuru dosyasına sunulan ve BMMYK tarafından düzenlenen 27/5/2009 tarihli belgenin incelenmesi neticesinde “Aşağıda kimlik bilgileri yazılı şahıs Kuzey Irak’a göç ederek Irak’ta çeşitli bölgelerde mülteci olarak kalmış olup daha sonra Kasım 1997 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin ortaklaşa düzenledikleri “Gönüllü Geri Dönüş” programı çerçevesinde Türkiye’ye dönüş yapmışlardır.” ifadesine yer verildiği tespit edilmiştir.
51. 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun’un çıkarılış amacı “... terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ancak bu yolla sonuç alamayanların başvurmaları, verilen tazminat miktarlarının haksız zenginleşme aracı olarak kullanılmasının önlenmesi amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.” şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin madde gerekçesinde “Zararların sulhen karşılanması yöntemi ile mağdurların yargı yoluna gitmelerine gerek kalmaksızın kısa sürede zararlarının giderilmesi amaçlanmıştır.” ifadesine yer verilmiştir. Terör ve terörle mücadeleden doğan maddi zararların karşılanması konusunda 5233 sayılı Kanun, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun tazminat hukukuna ilişkin genel hükümlerinden farklı olarak özel bir giderim usulü öngörmektedir (Hüseyin Dayan, B. No: 2013/5033, 13/4/2016, §§ 43, 44).
52. Her ne kadar başvurucu, terör örgütü üyeleri tarafından kaçırılması sonrasında görevine son verilmesi nedeniyle oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğunu beyan etmiş ise de başvurucunun anılan iddiasına ilişkin sunduğu delillerin incelenmesi neticesinde başvurucunun iddiaları hakkında değerlendirmede bulunan Derece Mahkemelerinin kararlarında açık bir keyfîlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
53. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
54. Başvurucu, ayrıca maaş kaybını tazmin etme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
55. Başvuru dilekçesinin incelenmesi neticesinde başvurucunun, geçici köy koruculuğu görevine son verilmesi ile mahrum kaldığı maaşlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin edilmesinin gerektiğinin belirtildiği ve tazminat başvurusunun reddedilmesine ilişkin davada idari yargı makamlarının 5233 sayılı Kanun’un kapsamına ilişkin düzenlemeleri hatalı ve aleyhe yorumlaması nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü tespit edilmiştir.
56. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (bkz. §§ 33–52) başvurucunun delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve yargılamaya etkin olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu da saptanmadığı anlaşılan somut yargılama faaliyetinin, adil yargılanma hakkının gereklerine uygun şekilde yerine getirildiği tespit edilmiş olduğundan mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir (Ülkü Özgür, B. No: 2013/2263, 26/6/2014, § 43).
v. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
57. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
58. Başvurucu 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürülen giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürünün makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
59. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
60. Somut başvuru bakımından başvurucu tarafından 13/5/2005 tarihinde Komisyona yapılan müracaat sonrasında 5233 sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca bir kısım işlemin yapılması akabinde 1/2/2007 tarihinde talebin reddedildiği, belirtilen karar aleyhine başlatılan yargılama sürecinin ise başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine dair Danıştay Onbeşinci Dairesinin 26/9/2013 tarihli kararı ile tamamlandığı, bu bakımından makul sürede yargılanma hakkı kapsamında dikkate alınması gereken toplam sürenin 8 yıl 4 ay olduğu anlaşılmaktadır.
61. Somut başvuruya bir bütün olarak bakıldığında başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu 8 yıl 4 aylık yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
63. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
64. Başvurucu, 50.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
65. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
66. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B . Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemelerde gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Bakanlığa GÖNDERİLMESİNE
13/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.