TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YUSUF YAMAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8908)
|
|
Karar Tarihi: 13/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Başvurucu
|
:
|
Yusuf YAMAN
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Hülya SARSAM
|
|
|
Av. Mehmet Recai BAĞCI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; köy korucusu olarak görev yapmakta iken terör örgütü
mensuplarınca kaçırılması sonrasında köy koruculuğu görevinin idare tarafından
sona erdirilmesi, örgüt tarafından alıkonulma süresi boyunca koruculuk
görevinin ifa edilememesi sebepleriyle maaştan mahrum kalındığı iddiasıyla
17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi
nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama
işlemlerinin adil olmaması, makul sürede
sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/12/2013 tarihinde Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/1/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, geçici köy korucusu olarak görev yapmakta iken
Şırnak ili Uludere ilçesi Küçükkurt tepe mevkisinde 22/8/1994 tarihinde terör örgütü mensupları ile
güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma sonrasında örgüt mensupları tarafından
kaçırıldığını, terör örgütü tarafından Kuzey Irak’a götürüldüğünü ve burada
uzun süre alıkonulduğunu iddia etmiştir.
8. Başvurucu 11/10/1994 tarihli Vali oluru ile geçici köy
koruculuğu görevine son verildiğini beyan etmiştir.
9. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti ile Birleşmiş Milletler
Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından ortak yürütülen “Gönüllü Geri
Dönüş” programı kapsamında 1997 yılı Kasım ayında Kuzey Irak’tan Türkiye’ye
dönüş yaptığını belirtmiştir.
10. Başvurucu 13/5/2005 tarihinde, köy koruculuğu görevini
yapamadığı süre boyunca mahrum kaldığı maaş gelirlerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanması talebiyle Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna
(Komisyon) başvurmuştur.
11. Komisyon 1/2/2007 tarihli ve 2007/2-2007/135 sayılı
kararında, başvuru dilekçesi ile talep edilen zararların 5233 sayılı Kanun
kapsamında belirtilen zararlardan olmadığının tespit edildiği gerekçesiyle
talebin reddine karar vermiştir.
12. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine iptal ve
tam yargı davası açılmıştır.
13. Mardin İdare Mahkemesinin 3/11/2009 tarihli ve E.2007/2183,
K.2009/1401 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. İlgili gerekçe
şöyledir:
“...5233 Sayılı ... Kanun’un ... 5. maddesinde
sayılan komisyonun görevleri arasında, zarar gören veya mirasçılarının
başvurusu halinde bu Kanun kapsamına giren zararın bulunup bulunmadığını tespit
etmek olduğunun belirtildiği; 7. maddesinde bu Kanun hükümlerine göre sulh
yoluyla karşılanabilecek zararların; hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer
taşınır ve taşınmazlaraverilen her türlü zararlar,
yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve
cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar olarak
sayıldığı...
...
5233 sayılı Yasanın yukarıda yer verilen
“kapsam” başlıklı 7. maddesine göre, bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla
karşılanacak zararların; hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve
taşınmazlara verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm
hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına
ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararları kapsadığı hükme bağlanmıştır.
Bakılan davada ise, davacının uğradığı ileri
sürülen maddi zararın terör örgütü mensupları tarafından kaçırıldığı
gerekçesiyle Valilik oluruyla görevine son verilmesine ilişkin işlemden
kaynaklandığı anlaşılmakta olup, sözkonusu işlemden
kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilmesine
olanak bulunmamaktadır.
Öte yandan, 5233 sayılı Yasada manevi
tazminata yer verilmemiş olması nedeniyle davacının 4 yıl boyunca terör
örgütünce esir olarak tutulması nedeniyle uğradığı ileri sürülen manevi zararın
da 5233 sayılı Yasa kapsamında karşılanamayacağı sonucuna varılmıştır.
Bu durumda, davacının 5233 sayılı Yasa
kapsamında tazminat istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin dava konusu
işlemde hukuka aykırılık bulunmamakta olup davacının yasal dayanağı bulunmayan
tazminat isteminin de kabulüne olanak bulunmamaktadır...”
14. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 28/2/2013 tarihli ve E.2011/9697, K.2013/1590 sayılı ilamı ile
kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek kararın onanmasına hükmedilmiştir.
15. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 26/9/2013
tarihli ve E.2013/11170, K.2013/6402 sayılı ilamı ile reddedilmiş, ret kararı
başvurucuya 11/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:
“... 5233 sayılı Yasanın “kapsam” başlıklı 7.
maddesine bakıldığında sulh yoluyla karşılanacak zararların; hayvanlara,
ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar,
yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve
cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararları
kapsadığı hükme bağlanmıştır.
Dosya kapsamındaki belgelerkarar
düzeltme aşamasında yeniden incelenmiş olup, davacının oluştuğunu ileri sürdüğü
zararın sebebi olarak bölgede meydana gelen terör olayları gösterilmiş ise de
davacının terör örgütü mensuplarınca kaçırıldığına dair bu hususu doğrular
nitelikteki belgeler dosyada bulunmamaktadır.
Bunun aksine Birleşmiş Milletler Mülteciler
Yüksek Komiserliği tarafından düzenlenmiş olan ve dosyada mevcut olan belgede
ise davacının Kuzey Irak’ın çeşitli bölgelerinde mülteci olarak kaldığı ve
Gönüllü Geri Dönüş Projesi kapsamında Türkiye’ye geri dönüş yapmış olduğunun
belirtildiği görülmüştür.
Durum böyle olunca davacının valilik kararı
ile görevine son verilmesine dair işlemden kaynaklandığını ileri sürdüğü
zararın; Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından
düzenlenmiş olan belge dikkate alınarak 5233 sayılı Yasa kapsamında
değerlendirilmesine hukuken imkan bulunmadığı sonucuna
varılmıştır...”
16. Başvurucu 11/12/2013 tarihlerde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve
usulleri belirlemektir.”
18. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun,3713
sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4
üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel
hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen
karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.”
19. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 7. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla
karşılanabilecek zararlar şunlardır:
a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara
verilen her türlü zararlar.
b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.
c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar.”
20. 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“7 nci maddede
belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki
bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin
aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde
bulundurulması suretiyle,hakkaniyete
ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan
doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.”
21. 5233 sayılı Kanun’un 4., 6., 8., geçici 1., geçici 3.,
geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu; geçici köy korucusu olarak görev yapmakta iken
Şırnak ili Uludere ilçesi Küçükkurt tepe mevkisinde terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri
arasında 22/8/1994 tarihinde çatışma çıktığını, bu çatışma sonrasında örgüt
mensupları tarafından kaçırıldığını, Kuzey Irak’a götürüldüğünü ve burada uzun
süre alıkonulduğunu, Türkiye’ye dönmek için BMMYK’ya
başvuruda bulunduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti ile BMMYK tarafından ortak yürütülen
“Gönüllü Geri Dönüş” programı kapsamında 1997 yılı Kasım ayında Kuzey Irak’tan
Türkiye’ye geldiğini, geçici köy koruculuğu görevine son verilmiş olması
nedeniyle maaş imkânından mahrum kaldığını ve bu zararının tazmini istemiyle
5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun ve akabinde açtığı davanın
reddedildiğini, verilen kararın adil olmadığını, davası hakkında eksik inceleme
yapılması ve sunmuş olduğu delillerin aleyhine değerlendirilmesi nedeniyle
Mahkemelerin tarafsız olmadığını, sunduğu belgeler karar düzeltme aşamasında
aleyhine değerlendirilerek bu değerlendirmelere karşı kendisine savunma yapma
imkânı tanınmadan verilen kararın adil olmadığını, yaptığı başvuru hakkında
yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın
10., 35., 36. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia
etmiş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
24. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, 5233
sayılı Kanun kapsamında olduğunu beyan ettiği maaş kaybı zararlarının tazmini
amacıyla açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10., 35., 36. ve
141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, Mahkemece verilen ret kararı neticesinde
köy koruculuğu görevine son verilmesiyle mahrum kaldığı maaş gelirlerinin
idarece tazmini yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sonucu maruz kaldığı
mülkiyet hakkından yoksun kalma durumu karşısında zararını karşılayacak bir
giderim sağlanması imkânının kendisine tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 35.
maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anılan
ihlal iddiaları, Derece Mahkemelerinin hatalı değerlendirmesi nedeniyle
yargılamanın adil olmadığı iddiasının incelenmesi sonucu verilen karara bağlı
olarak değerlendirileceğinden bu ihlal iddiası yönünden ayrıca inceleme
yapılmamıştır. Başvurucunun diğer ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında
incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
25. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim
talebinin ve açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. maddesinde
tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
26. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
27. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
28. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, eksik inceleme yaparak ve sunduğu delilleri
aleyhine değerlendirerek karar veren Derece Mahkemelerinin tarafsız
olmadıklarını iddia etmiştir.
30. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
31. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Gerekçeli Karar Hakkınınİhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucu, Mahkeme kararlarında köy koruculuğu görevi maaşı
hakkındaki istemi konusunda talep sonucuna etki eden hususlara dair yeterli
gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
34. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin Derece Mahkemeleri
kararlarında denetlenerek reddedildiği gerekçesiyle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77). Başvurucuların yargılama aşamalarında ileri sürdükleri şikâyetlerden
varılacak sonuç bakımından önem arz edebilecek nitelikte olanlar hakkında
herhangi bir değerlendirme yapılmaması, dosya kapsamlarındaki mevcut bilgi ve
belgeler nazara alındığında başvurucuların iddiaları hakkındaki çelişki
giderilmeksizin hüküm kurulması nedenleriyle kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediği sonucuna varılmıştır ve başvurucuların gerekçeli karar haklarının
ihlal edildiğine karar verilmiştir (Hikmet
Çelik ve diğerleri, B. No: 2013/4894, 15/12/2015, §§ 50-67; Mehmet Akkuş, B. No: 2013/4266, 23/2/2016,
§§ 59-74; Abdurrahman Dil ve Mehmet Sait Dil,
B. No: 2013/5163, 24/2/2016, §§ 50-74)
35. Somut başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun köy
koruculuğu görevinin sona erdirilmesi nedeniyle alamadığı maaşlarının
ödenmesine ilişkin talebinin kabul edilip edilmeyeceği noktasında Derece
Mahkemesince 5233 sayılı Kanun kapsamının belirlenmesi akabinde başvurucunun
maaşının kesilmesinin nedeninin başvurucunun görevine son verilmesi işlemi
olduğunun belirtildiği, göreve son verme işleminden kaynaklanan maddi tazminat
taleplerinin Kanun kapsamında karşılanıp karşılanamayacağı konusunda
değerlendirmeler yapıldığı, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm
sonucunu etkilediği iddia edilen istemlerin tartışılarak reddedildiği (bkz. §
13), İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun
bulunmak suretiyle temyiz mercii denetiminden geçtiği (bkz. § 14), karar
düzeltme aşamasında ise başvurucunun talep ve delillerinin incelenmesi
suretiyle başvurucunun “Gönüllü Geri Dönüş” projesi kapsamında Türkiye’ye geri
dönüş yaptığı tespit edilmekle Valilik kararı ile görevine son verilmesine dair
işlemden kaynaklandığı ileri sürülen maaş kaybı zararının 5233 sayılı Kanun
kapsamında değerlendirilmesine hukuken imkân bulunmadığı sonucuna varıldığı,
belirtilen aşamaların tamamlanması ile başvurucu hakkındaki kararın
kesinleştiği anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun talep sonucuna etki
ettiğini belirttiği iddiaları hakkında Derece Mahkemelerine sunduğu belgeler
değerlendirilerek karar verildiği tespit edilmekle başvurucunun gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında farklı karar verilmesini
gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
36. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar haklarının
ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge ve delillerin karar düzeltme
aşamasında aleyhine değerlendirildiğini, bu değerlendirmelere karşı iddiasını
savunma yapma imkânı tanınmadan verilen kararın adil olmadığını, bu
değerlendirmeye dayanılarak davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiğini
belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
38. Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli
yargılama ilkesi, taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum
yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif
olarak katılmasını gerektirmektedir (Abdullah
Özen, B. No: 2013/4424, 6/3/2014, § 21). Bu ilke ve bu ilkeyle
bağlantılı olan yargılamaya etkin katılım hakkı, adil yargılanma hakkının somut
görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(AİHS) 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, AİHS’in lafzi içeriğinde yer
alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen bu
ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
39. Çelişmeli yargılama hakkı kapsamında mahkemece tarafların
dinlenilmemesi, iddialarını sunma ve delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi
yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ruiz-Mateos/Spain, B. No:
12952/87, 23/06/1993, § 63; Feldbrugge/Netherlands, B.
No: 8562/79, 29/05/1986, § 44). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği
ilkesi ile yakından ilişkili olup bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir.
Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda davasını
savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeli
yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni
bir hakka ilişkin yargılamada da tarafların duruşmada hazır bulunmasını, daha
genel bir ifade ile yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını ve bu
kapsamda yargılama evrakına ulaşma ve bunlar hakkında yorum yapma imkânının da
kendilerine tanınmasını ifade etmektedir (Abdullah
Özen, § 21).
40. Somut başvuru açısından başvuruya konu tazminat talebinin
5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasındaki
değerlendirmelerin birtakım belgelere dayandırıldığı, bu belgelerin BMMYK’nın 27/5/2009 tarihli yazıları ile Uludere İlçe
Jandarma Komutanlığı sorumluluk alanında geçici köy korucusu olarak görevli
iken görevlerine son verilen ve başvurucunun da aralarında bulunduğu korucular
hakkındaki idari karar olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun dava dilekçesi,
temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında sunduğu dilekçelerin incelenmesi
neticesinde anılan belgelerin başvurucu tarafından sunulduğu ve yargılama
aşamalarında kararlara esas alınan bu belgelere karşı savunma yapma ve karşı
delillerini ortaya koyma imkânı tanındığı anlaşılmaktadır. Başvurucu her ne
kadar karar düzeltme aşamasında deliller hakkında aleyhine değerlendirmelerde
bulunularak İlk Derece Mahkemesinin tespitinden farklı bir yoruma varıldığını,
bu değerlendirmelere karşı yorum yapma imkânından mahrum kaldığını iddia etmiş
ise de karar düzeltme aşamasında değerlendirilen evraklar (bkz. 15) sonradan
dava dosyasına dâhil edilen ve başvurucunun haberdar olmadığı belgeler olmayıp
yargılamanın başından beri dava dosyasında yer alan ve başvurucu tarafından
sunulup başvurucuya yorum yapma imkânının tanındığı evraklar olduğu tespit
edilmiştir. Sonuç olarak başvurucunun yargılamanın başından beri dosyada yer
alan bu evraklar hakkında Derece Mahkemelerince yapılan değerlendirmelere
ilişkin iddiası konusunda yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Tazminat Taleplerinin
Reddedilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Başvurucu 22/8/1994 tarihinde terör örgütü mensupları ile
güvenlik güçleri arasında çatışma çıktığını, çatışma sonrasında örgüt üyeleri
tarafından kaçırılması nedeniyle Valilikçe geçici köy koruculuğu görevine son
verildiğini, örgüt tarafından uzun süre alıkonulması akabinde“Gönüllü
Geri Dönüş” programı kapsamında 1997 yılı Kasım ayında Türkiye’ye geri dönüş
yaptığını, uzun müddet köy koruculuğu maaşı imkânından mahrum kalması sonucu
oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin edilmesi gerektiğini
fakat anılan olay Mahkemece hatalı şekilde değerlendirilerek 5233 sayılı Kanun
kapsamında yaptığı başvurunun ve açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
43. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 24).
44. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz
takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu
şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa
Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
45. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde belirtilen hususlara
ilişkin iddiaların, maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça
dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/06/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda, anayasal bir temel hak
veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir değerlendirme
yapılması gerekebilecektir (Mesude Yaşar,
§ 93; Cahit Tekin, § 88).
46. Başvurucunun; terör örgütü mensupları tarafından kaçırılması
sonrasında geçici köy koruculuğu görevine son verildiğini, uzun yıllar örgüt
tarafından Irak’ta alıkonulduğunu ve 1997 yılı Kasım ayında Türkiye’ye geri
döndüğünü, ülkesine dönene kadar geçen süre zarfında maaşını alamadığını ve bu
çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi
gerektiğini ileri sürdüğü ve belirtilen vakıaya ilişkin belgelerini Derece
Mahkemesine ibraz ederek 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğunu iddia ettiği
zararlarının karşılanması noktasındaki özel durumunun dikkate alınmasını talep
ettiği anlaşılmaktadır.
47. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinde bu Kanun’un amacının
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına
ilişkin esas ve usulleri belirlemek olduğu (bkz. § 17), Kanun’un 2. maddesinde
bu Kanun’un, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1.,
3., ve 4. maddeleri kapsamına giren eylem veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddi zararlarının sulhen karşılanması
hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsadığı (bkz. § 18) ifade
edilmiş; Komisyonca dikkate alınacak deliller kapsamında yapılan değerlendirme
neticesinde (bkz. § 20) zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğunun
tespitinin yapılması akabinde Kanun’un 7. maddesinde belirtilen zarar kalemleri
(bkz. § 19) ve 9. maddesinde belirtilen oranlar üzerinden yapılacak hesaplama
ile tespit edilen tazminat miktarının başvurucuya ödenmesine karar verileceği
hükme bağlanmıştır.
48. Başvuru konusu olayda başvurucunun talebinin 5233 sayılı
Kanun kapsamında olmadığından bahisle Komisyonca başvurunun reddine karar
verilmiştir.
49. İdare Mahkemesi kararında başvurucunun örgüt mensupları
tarafından kaçırıldığından bahisle Valilik kararı ile geçici köy koruculuğu görevine
son verilmesi sonucunda oluştuğu iddia edilen zararlarının 5233 sayılı Kanun
kapsamında olmadığının tespitinde bulunulmuş, davanın reddine karar
verilmiştir. Başvurucunun iddiaları temyiz merciince de incelenip reddedilmek
suretiyle İdare Mahkemesi kararı onanmıştır. Karar düzeltme aşamasında
başvurucunun iddialarının ve sunduğu belgelerin incelenmesi sonucunda
başvurucunun Kuzey Irak’ın çeşitli bölgelerinde mülteci olarak kaldığı ve
“Gönüllü Geri Dönüş” programı kapsamında Türkiye’ye dönüş yaptığı, başvurucunun
terör örgütü üyelerince kaçırıldığını doğrular nitelikteki belgenin bulunmadığı
hususları birlikte değerlendirilerek Valilik oluru ile başvurucunun geçici köy
koruculuğu görevine son verilmesi işleminden kaynaklandığı iddia edilen
zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanmasına olanak bulunmadığından
bahisle başvurucunun talepleri reddedilmiştir.
50. Başvurucu tarafından bireysel başvuru dosyasına sunulan ve
BMMYK tarafından düzenlenen 27/5/2009 tarihli belgenin incelenmesi neticesinde “Aşağıda kimlik bilgileri yazılı şahıs Kuzey Irak’a göç ederek Irak’ta çeşitli bölgelerde
mülteci olarak kalmış olup daha sonra Kasım 1997 yılında Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin
ortaklaşa düzenledikleri “Gönüllü Geri Dönüş” programı çerçevesinde Türkiye’ye
dönüş yapmışlardır.” ifadesine yer verildiği tespit edilmiştir.
51. 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun’un çıkarılış
amacı “... terör eylemleri veya terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi
zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre
içinde ve sulh yoluyla karşılanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ancak bu
yolla sonuç alamayanların başvurmaları, verilen tazminat miktarlarının haksız
zenginleşme aracı olarak kullanılmasının önlenmesi amacıyla bu Tasarı
hazırlanmıştır.” şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca 5233 sayılı
Kanun’un 2. maddesinin madde gerekçesinde “Zararların
sulhen karşılanması yöntemi ile mağdurların yargı
yoluna gitmelerine gerek kalmaksızın kısa sürede zararlarının giderilmesi
amaçlanmıştır.” ifadesine yer verilmiştir. Terör ve terörle
mücadeleden doğan maddi zararların karşılanması konusunda 5233 sayılı Kanun,
6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun tazminat
hukukuna ilişkin genel hükümlerinden farklı olarak özel bir giderim usulü
öngörmektedir (Hüseyin Dayan, B.
No: 2013/5033, 13/4/2016, §§ 43, 44).
52. Her ne kadar başvurucu, terör örgütü üyeleri tarafından
kaçırılması sonrasında görevine son verilmesi nedeniyle oluşan zararlarının
5233 sayılı Kanun kapsamında olduğunu beyan etmiş ise de başvurucunun anılan
iddiasına ilişkin sunduğu delillerin incelenmesi neticesinde başvurucunun
iddiaları hakkında değerlendirmede bulunan Derece Mahkemelerinin kararlarında
açık bir keyfîlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
53. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
54. Başvurucu, ayrıca maaş kaybını tazmin etme yükümlülüğünün
yerine getirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia
etmektedir.
55. Başvuru dilekçesinin incelenmesi neticesinde başvurucunun,
geçici köy koruculuğu görevine son verilmesi ile mahrum kaldığı maaşlarının
5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin edilmesinin gerektiğinin belirtildiği ve
tazminat başvurusunun reddedilmesine ilişkin davada idari yargı makamlarının
5233 sayılı Kanun’un kapsamına ilişkin düzenlemeleri hatalı ve aleyhe
yorumlaması nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiğinin ileri
sürüldüğü tespit edilmiştir.
56. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine
ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (bkz. §§ 33–52)
başvurucunun delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve
yargılamaya etkin olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu da
saptanmadığı anlaşılan somut yargılama faaliyetinin, adil yargılanma hakkının
gereklerine uygun şekilde yerine getirildiği tespit edilmiş olduğundan mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir (Ülkü Özgür, B. No:
2013/2263, 26/6/2014, § 43).
v. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
57. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
58. Başvurucu 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürülen giderim
talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürünün
makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde
tanımlanan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
59. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008,
6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen,
B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal
Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
60. Somut başvuru bakımından başvurucu tarafından 13/5/2005
tarihinde Komisyona yapılan müracaat sonrasında 5233 sayılı Kanun’un öngördüğü
usul uyarınca bir kısım işlemin yapılması akabinde 1/2/2007 tarihinde talebin
reddedildiği, belirtilen karar aleyhine başlatılan yargılama sürecinin ise
başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine dair Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 26/9/2013 tarihli kararı ile tamamlandığı, bu bakımından makul
sürede yargılanma hakkı kapsamında dikkate alınması gereken toplam sürenin 8
yıl 4 ay olduğu anlaşılmaktadır.
61. Somut başvuruya bir bütün olarak bakıldığında başvurucu
açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu
8 yıl 4 aylık yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
63. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
64. Başvurucu, 50.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
65. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
66. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olması
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B . Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemelerde
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Bakanlığa GÖNDERİLMESİNE
13/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.