TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ZAFER DİNÇ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/9100)
Karar Tarihi: 20/1/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Yakup MACİT
Başvurucu
Zafer DİNÇ
Vekili
Av. İbrahim DOĞRU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işçi alacağı davasında, mahkemenin delilleri toplamadan hatalı ve eksik inceleme yaparak karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, reddi hâkim talebinin aynı hâkim tarafından değerlendirilmesi nedeniyle bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının; Yargıtay ilamında hâkimin reddi talebi ile ilgili iddialara cevap verilmemesi nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular, 16/12/2013 tarihinde Bakırköy 1. İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/9101 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2013/9100 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/9100 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından 31/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 13/3/2015 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru konusu olay ve olgular 13/3/2015 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 15/5/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 4/6/2015 tarihinde bildirilmiş, başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
- 2013/9100 numaralı başvuruya ilişkin olarak;
9. Başvurucuya karşı İstanbul Anadolu 10. İş Mahkemesinin (kapatılan Üsküdar 3. İş Mahkemesi) E.2008/143 sayılı dosyasında, işçi alacağından kaynaklanan tazminat davası açılmıştır.
10. Yargılama sırasında başvurucu, Mahkemenin E.2009/89 sayılı dosyasında davalı olan şahsın Mahkeme hâkiminin babası olması nedeniyle hâkimin davadan çekilmek zorunda kaldığını, dosyada emsal kararlar olmasına rağmen itirazının incelemediğini ve resmi belgelerin dosyaya getirtilmediğini bu açıdan hâkimin tarafsızlığını yitirdiğini belirterek reddi hâkim talebinde bulunmuş, Mahkeme, 3/12/2010 tarihli ve E.2008/143 sayılı kararı ile talebi geri çevirmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…
Davalı vekilinin reddi hâkim talebindeki belirtmiş olduğu sebeplerin dosyanın esasıyla ilgili olup bu taleplerin yargılama faaliyetlerinden olduğu ve HUMK'da belirtilen reddi hâkim sebeplerinden hiç birisini oluşturmadığı görülmüştür. Ayrıca mahkememizin E.2009/89 sayılı dosyasındaki hâkimin çekilme sebebi ile bu dosyanın arasında hiçbir bağlantı bulunmadığı da açıkça görülmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı davalı vekilinin reddi hâkim talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
Davalı vekilinin reddi hâkim talebinin, hâkimin reddi sebepleri oluşmadığından reddine,
…”
11. Mahkeme, 27/1/2011 tarihli ve E.2008/143, K.2011/21 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
Davalı vekili 11.02.2008 tarihli oturumda söz alarak müvekkilinin 507 sayılı Kanun gereğince küçük esnaf sayıldığını, İş Kanununa tabi olmadığını belirtmek suretiyle görev itirazında bulunduğu, zamanaşımı itirazında bulunmuştur.
Davacı ve davalı tanıkları dinlenmiştir.
Davalı işyerinin 507 Sayılı Kanun kapsamına giren küçük esnaf sayıldığını iddia ederek mahkemenin görevsiz olduğunu bildirmiş bu konuda tanıklar dinlenmiş ve zabıta araştırması yapılmıştır.
Dava konusu çalışma minibüsçülük olması nedeniyle çalışmanın bu niteliği önemli olmayıp ekonomik faaliyetini "sermayesi ile birlikte bedeni çalışmasına dayandıran ve kazancı tacir veya sanayici niteliğini kazandırmayacak miktarda olma" ölçütünün aranması gerekmektedir.
Davalı 5362 Sayılı Kanun açısından esnaf sayılması halinde bu işyerinde 3'den fazla çalışan olup olmadığının araştırılması gerekecektir. İşyerinde 3 kişiden az işçi çalışan işyerleri İş Kanununun kapsamı dışında bırakılmıştır. Ayrıca davalının işyerindeki faaliyetinin nakdi ya da ayni sermaye yanında emeğine dayanıp dayanmadığının da belirlenmesi gerekmektedir. Dosyada bulunan tutanak ve dinlenen davacı ve davalı tanıklarının beyanlarından davalının minibüste çalışmayıp şoför çalıştırdığı nakdi veya ayni sermaye yanında çalışmasının emeğe dayanmadığı görülmekle davalının esnaf sayılamayacağı kanaatine ulaşılmakla davalı işyerinin İş Kanunu kapsamında olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı 10/1/1994-13/12/2008 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığını beyan etmiş olup SGK hizmet cetvelinde davacının davalı yanında çalışması gözükmemekte olup 31/12/2007 tarihinde başka bir işyerinde çalışmaya başladığı gözükmektedir. Dosyada bulunan tanık beyanları tutanak birlikte değerlendirildiğinde davacının 2008 yılında da davalının yanında çalışmasının olduğundan söz edilmekle davacının 10/1/1994-13/12/2008 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığının kabulü gerekmiştir.
Davacı günlük 60 TL net ücret aldığını belirtmiş bir gün çalışıp bir gün diğer şoförün çalışmakla günlük 120 TL net ücret aldığını beyan etmiştir. Davacı tanıkları yevmiye usulü çalışıldığını yevmiyelerinin 120 TL olduğunu ayda ortalama 250 TL yemek ücreti verildiğini beyan etmiş olup davalı tanıkları da yevmiye usulü çalışıldığını hasılattan yevmiyelerini aldıklarını beyan etmişler, dosya kapsamı değerlendirildiğinde davacının 1 gün çalışıp 1 gün çalışmadığı çalıştığı günler 120 TL ücret aldığı anlaşılmakla davacının ücreti hesaplanmıştır.
Davalı, davacının iş akdine haklı nedenle son verildiğini kanıtlayamamış olmakla hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap edilen kıdem tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek gerekmiştir.
Davacının iş akdi ihbar öneli verilmeden haksız olarak sona erdirildiğinden hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap edilen ihbar tazminatının da davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek gerekmiştir.
İşyerinde fazla mesai yapıldığını işçi ispat etmek zorundadır. Fazla mesainin ödendiğini ise işveren ispat edecektir. Davacı ve davalı tanıkları dinlenmiştir. Davacı işyerinde fazla mesai yapıldığını ispat etmiştir. Fazla mesainin ödendiğini ise davalı işveren ispat edemediğinden hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap edilen fazla mesai ücretinden Yargıtay'ın yerleşik uygulamaları gereğince izin hastalık gibi nedenlerle sürekli olarak fazla mesai yapılması mümkün olmadığından mahkememizce takdiri bir indirim yapılmasına karar verilerek takdir edilen fazla mesai ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek gerekmiştir.
Davacı yıllık izin ücreti talebinde de bulunmakla yıllık ücretli izinlerin kullandırdığını davalı işveren ispat etmek zorunda olduğundan ve ispat edemediğinden hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap edilen yıllık ücretli izin alacağının da davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek gerekmiştir.”
12. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17/9/2013 tarihli ve E.2011/22134, K.2013/22693 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,
13. Onama ilamı, 15/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 16/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
- 2013/9101 numaralı başvuruya ilişkin olarak;
14. Başvurucuya karşı İstanbul Anadolu 10. İş Mahkemesinin (kapatılan Üsküdar 3. İş Mahkemesi) E.2008/144 sayılı dosyasında, işçi alacağından kaynaklanan tazminat davası açılmıştır.
15. Yargılama sırasında başvurucu, Mahkemenin E.2009/89 sayılı dosyasında davalı olan şahsın Mahkeme hâkiminin babası olması nedeniyle hâkimin davadan çekilmek zorunda kaldığını, dosyada emsal kararlar olmasına rağmen itirazının incelenmediğini ve resmi belgelerin dosyaya getirtilmediğini bu açıdan hâkimin tarafsızlığını yitirdiğini belirterek reddi hâkim talebinde bulunmuş, Mahkeme, 26/10/2010 tarihli ve E.2008/144 sayılı kararı ile talebi geri çevirmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
Davalı vekilinin reddi hâkim talebindeki belirtmiş olduğu sebeplerin dosyanın esasıyla ilgili olup bu taleplerin Yargılama faaliyetlerinden olduğu ve HUMK'da belirtilen reddi hakim sebeplerinden hiç birisini oluşturmadığı görülmüştür. Ayrıca mahkememizin 2009/89 Esas sayılı dosyasındaki hâkimin çekilme sebebi ile bu dosyanın arasında hiçbir bağlantı bulunmadığı da açıkça görülmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı davalı vekilinin reddi hâkim talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.
16. Mahkeme, 27/1/2011 tarihli ve E.2008/144, K.2011/22 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
Davalı vekilinin yazılı cevap dilekçesi bulunmadığı ancak 11/2/2009 tarihli oturumda müvekkilinin 507 sayılı Kanun gereğince küçük esnaf sayıldığını, İş Kanununa tabi olmadığını belirtmek sureti ile görev itirazında ve zaman aşımı itirazında bulunmuştur.
Davacı 1/2/1997-13/12/2008 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığını beyan etmiş olup SGK hizmet cetvelinde davacının davalı yanında çalışması gözükmemekte olup 18/10/1993-31/12/1997 tarihleri arasında bağkur sigortalısı olduğu 1977 yılından başlayarak 2003 yılına kadar çeşitli tarihlerde başka işyerlerinde sigortalı çalışmasının olduğu 3/11/2003 tarihinde aylık bağlanması için tahsis talebinde bulunduğu ve aylık bağlandığı görülmektedir. Bu tarihten sonra da yaşlılık aylığı almakta olup aynı zamanda işyerinde çalışmaya devam etmektedir. Yargıtay'ın yerleşik kararlarına göre emeklilikten sonraki tarih ayrı bir işyeri sözleşmesi olarak değerlendirilmekle birlikte emekli olurken kıdem tazminatı ödenmemiş ise hizmet sürelerinin de birleştirilmesi gerekir. Tanık beyanlarından davacının 1997 yılının başından itibaren çalışmaya başladığı ve 2008 yılında da çalışmasının olduğu anlaşılmakla davacının davalı işyerinde 1/2/1997-13/12/2008 tarihleri arasında çalıştığı kabul edilmiştir.
17. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17/9/2013 tarihli ve E.2011/22133, K.2013/22692 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:
18. Onama ilamı, 15/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 16/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 29. maddesi şöyledir:
“Aşağıdaki hallerde hâkim bizzat kendisini reddedebilir veya iki taraftan biri canibinden reddolunabilir:
1 - Davada iki taraftan birine nasihat vermiş veya yol göstermiş olması,
2 - Davada iki taraftan biri veya üçüncü şahıs muvacehesinde kanunen icap etmeden reyini beyan etmiş olması.
3- Davada şahit veya ehlihibre veya hakem ve yahut hâkim sıfatıyla dinlenmiş veya hareket etmiş olması,
4 - Davanın dördüncü dereceye kadar (bu derece dahil) civar hısımlarına ait bulunması,
5 - Dava esnasında iki taraftan birisiyle davası veya aralarında bir düşmanlık bulunması,
6- Umumiyetle hâkimin bitaraflığından şüpheyi mucip esbabı mühimme bulunması.”
20. 1086 sayılı mülga Kanun’un 33. maddesi şöyledir:
“Hâkimin reddi dilekçesi reddolunacak hâkimin mensup olduğu mahkemeye verilir, vekilin, hâkimin reddi isteminde bulunabilmesi bu konudaki yetkisinin vekâletnamede açıkça belirtilmiş olması şartına bağlıdır.
Hâkimin reddi istemi, reddi istenen hâkim katılmaksızın mensup olduğu mahkemece incelenir. Reddedilen hâkimin iştirak etmemesinden dolayı mahkeme teşekkül edemez veya mahkeme tek hâkimden oluşuyor ise, ret istemi o yerde asliye hukuk hâkimliği görevini yapan diğer mahkeme veya hâkim tarafından incelenir. O yerdeki asliye hukuk hâkimliği görevi bir hâkim tarafından yerine getiriliyorsa o hâkim hakkındaki ret istemi, asliye ceza hâkimi varsa onun tarafından, yoksa en yakın asliye hukuk mahkemesince incelenir.
Sulh hukuk hâkimi reddedildiği takdirde, ret istemi o yerdeki diğer sulh hukuk hâkimi tarafından incelenir. Sulh Hukuk Hâkimliği görevi tek hâkim tarafından yerine getiriliyorsa ret istemi, bulunma sıralarına göre, o yerdeki sulh ceza hâkimi, asliye hukuk hâkimi, asliye ceza hâkimi, bunların da bulunmaması halinde en yakın yerdeki sulh hukuk hâkimi tarafından incelenir.
Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin başkan ve üyelerinin reddi istemi, reddedilen başkan ve üye katılmaksızın görevli olduğu dairece incelenerek karara bağlanır.”
21. 1086 sayılı mülga Kanun’un 34. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir
“Hâkimi reddeden taraf, dilekçesini karşı tarafa tebliğ ettirir. Karşı taraf buna beş gün içinde cevap verebilir. Bu süre geçtikten sonra başkâtip tarafından ret dilekçesi, varsa karşı tarafın cevabı ve ekleri dosya ile birlikte reddi istenen hâkime verilir. Hâkim beş gün içinde dosyayı inceler ve ret sebeplerinin yerinde olup olmadığı hakkındaki düşüncesini yazı ile bildirerek dosyayı hemen merciine gönderilmek üzere başkâtibe verir.”
22. 1086 sayılı mülga Kanun’un 35. maddesi şöyledir:
“Hâkimin reddi istemi aşağıdaki hallerde kabul edilmeyerek geri çevrilir.
1. Ret isteği zamanında yapılmamışsa,
2. Ret sebebi veya inandırıcı delil gösterilmemişse,
3. Ret isteminin davayı uzatmak amacıyla yapıldığı açıkça anlaşılıyorsa.
Bu hallerde ret isteğinin, toplu mahkemelerde reddedilen hâkimin müzakereye katılmasıyla, tek hâkimli mahkemelerde de reddedilen hâkimin kendisi tarafından geri çevrilmesine karar verilir.
İlk derece mahkemesinin bu kararlarına karşı istinaf yoluna, bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin başkan ve üyeleri hakkındaki kararlarına karşı da temyiz yoluna ancak hükümle birlikte başvurulabilir.”
23. 1086 sayılı mülga Kanun’un 36/B maddesi şöyledir:
“Esas hüküm bakımından temyiz yolu açık bulunan dava ve işlerde ise, ret istemi hakkındaki karar, tefhim veya tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde temyiz edilebilir. Bu hâlde 426/G maddesi hükmü uygulanmaz. Yargıtayın bu husustaki kararına uymak zorunludur.”
24. 7/6/2005 tarihli ve 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi şöyledir:
“ Bu Kanunun uygulanmasında;
a) Esnaf ve sanatkâr: İster gezici ister sabit bir mekânda bulunsun, Esnaf ve Sanatkâr ile Tacir ve Sanayiciyi Belirleme Koordinasyon Kurulunca belirlenen esnaf ve sanatkâr meslek kollarına dahil olup, ekonomik faaliyetini sermayesi ile birlikte bedenî çalışmasına dayandıran ve kazancı tacir veya sanayici niteliğini kazandırmayacak miktarda olan, basit usulde vergilendirilenler ve işletme hesabı esasına göre deftere tabi olanlar ile vergiden muaf bulunan meslek ve sanat sahibi kimseleri,”
25. 17/7/1964 tarihli ve 507 sayılı mülga Esnaf ve Küçük Sanatkarlar Kanunu’nun 2. maddesi şöyledir:
“İster gezici olsun, ister bir dükkanda veya bir sokağın belli yerinde sabit bulunsunlar, ticareti sermayesi ile birlikte vücut çalışmalarına dayanan ve geliri o yer gelenek ve teamülüne nazaran tacir niteliğini kazanmasını icap ettirmeyecek miktarda sınırlı olan ve bu bakımdan ticaret sicili ve dolayısıyla ticaret ve sanayi odasına kayıtları gerekmeyen, aynı niteliğe (Sermaye unsuru olsun, olmasın) sahip olmakla beraber, ayrıca çalıştığı sanat, meslek ve hizmet kolunda bilgi, görgü ve İhtisasını değerlendiren hizmet, meslek ve sanat , sahipleriyle bunların yanlarında çalışanlar ve geçimini sınırlı olarak kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlükle temin eden kimselerin birinci maddede belirtilen amaçlarla kuracakları odalar bu kanun hükümlerine tabidir.”
26. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 4. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi şöyledir:
“Aşağıda belirtilen işlerde ve iş ilişkilerinde bu Kanun hükümleri uygulanmaz; ,
ı) 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununun 2 nci maddesinin tarifine uygun üç kişinin çalıştığı işyerlerinde.”
27. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 20/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 16/12/2013 tarihli ve 2013/9100 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu, işçi alacağından kaynaklanan tazminat davasında, yaptığı işin kapsam itibarıyla esnaf faaliyeti olduğunu ve uyuşmazlığın 507 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, bu açıdan iş mahkemesinin davaya bakmakta görevli ve yetkili olmadığını, ancak Mahkemenin davayı iş davası olarak nitelendirdiğini, davacıların Bağ-Kur ve SSK kayıtlarını araştırmaksızın bilirkişi incelemesi yaptırdığını, davacıların kendi yanında çalıştığını iddia ettikleri dönemde serbest olarak veya başka işyerlerinde sigortalı kapsamında çalışmaları olduğunu, bu hususun Mahkemece göz önüne alınmadığını, Mahkemenin eksik incelemeyle usul ve kanuna aykırı değerlendirme yaparak karar verdiği, ayrıca reddi hâkim taleplerinin usul hükümlerine aykırı olarak aynı hâkim tarafından incelenip reddedildiğini, bu konudaki itirazlarının Yargıtayca değerlendirilmediğini belirterek, Anayasa'nın 12., 36., 40., 60., 138., 141., 154. ve 173. maddelerindeki haklarının ihlal edildiğini belirterek ihlalin sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
25. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, Mahkemenin verdiği kararlar nedeniyle Anayasa’nın 12., 40., 60., 138., 141., 154. ve 173. maddelerindeki haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü görülmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu yönde ileri sürdüğü iddiaların özü söz konusu kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir. Bu nedenle başvuru, adil yargılanma hakkı kapsamında; tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası başlıkları altında incelenmiştir.
1. Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
26. Başvurucu, yargılama sırasında reddi hâkim talebinde bulunduğunu, bu talebinin usul hükümlerine aykırı olarak aynı hâkim tarafından değerlendirildiğini ve uyuşmazlığın sonuçlandırıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Bakanlık, başvurucunun tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkında değerlendirme yapmamıştır.
28. Başvurucunun reddi hâkim talebinin aynı hâkim tarafından değerlendirilerek yargılamaya devam edilmesi ve uyuşmazlığın yine aynı hâkim tarafından sonlandırılması nedeniyle ileri sürdüğü ihlal iddiası, tarafsız mahkemede yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak, davanın tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde mahkemelerin tarafsızlığından açıkça bahsedilmemekle beraber, Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca, bu hak da adil yargılanma hakkının zımni bir unsurudur (AYM, E.2002/170, K.2004/54, K.T. 5/5/2004). Ayrıca, mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur olduğu nazara alındığında, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, Anayasanın 138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (AYM, E.2005/55, K.2006/4, K.T.5/1/2006; E.1992/39, K.1993/19, K.T.29/4/1993).
30. Genel olarak tarafsızlık, davanın çözümünü etkileyecek bir önyargı, tarafgirlik ve menfaate sahip olunmaması ve davanın tarafları karşısında ve onların leh ve aleyhlerinde bir düşünce veya menfaate sahip olunmamasını ifade eder.
31. Tarafsızlığın öznel ve nesnel olmak üzere iki boyutu bulunmakta olup, bu kapsamda hâkimin birey olarak, mevcut davadaki kişisel tarafsızlığının yanı sıra, kurum olarak mahkemenin kişide bıraktığı izlenimin de dikkate alınması gerekmektedir (AYM, E.2005/55, K.2006/4, K.T.5/1/2006). Yargılamayı yürüten mahkeme üyelerinin taraflardan biriyle veya anlaşmazlık konusu ile maddi veya manevi yakın bir bağının bulunması veya yargılama sürecinde sarf ettiği ifadeleri ile tarafsız olamayacağı yönünde meşru bir kanaat uyandırması, bunun yanı sıra davadan önce dava ile doğrudan bağlantılı bir konumda bulunması da tarafsızlığı ihlal edebilir. Ancak, belirli bir uyuşmazlıkta yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir delil bulunmadığı ve bu husus kanıtlanmadığı müddetçe, tarafsız olduğunun bir karine olarak varsayılması zorunludur. Bunun yanı sıra, yargılama makamının tarafsızlığına ilişkin her hangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek yeterli güvenceleri sunması da gerekmekte olup, bu husus tarafsızlığın nesnel boyutuna işaret etmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Gregory/Birleşik Krallık, B. No. 22299/93, 25/02/1997, §§ 43–49; Fey/Avusturya, B. No. 14396/88, 24/2/1993, §§ 28–36; Hauschildt/Danimarka, B. No. 10486/83, 24/5/1989, §§ 46–48; McGonnell/Birleşik Krallık, B. No.28488/95, 08/2/2000, §§ 55-57).
32. İlke gereği, eğer bir karar sonradan, “tam yargı yetkisini” haiz ve başlangıçtaki eksikliği gidermek suretiyle ilgili güvencelerin gözetilmesini sağlayan bir yargı merciinin denetimine tabi olmuşsa, karar veren mahkemenin bağımsız veya tarafsız olmaması ya da söz konusu mahkemenin temel bir usuli güvenceyi ihlal etmesi 6. maddesinin ihlaline yol açmaz (De Haan / Hollanda, B. No.22839/93, 26/8/1997, §§ 52-55).
33. Olay tarihinde yürürlükte olan HUMK’un 35. maddesinde, ret isteğinin zamanında yapılmaması, ret sebebinin veya talebe ilişkin inandırıcı delilin gösterilmemesi, ret talebinin davayı uzatmak amacıyla yapıldığının anlaşılması durumunda reddedilen hâkimin kendisi tarafından ret isteminin geri çevrileceği hususu düzenlenmiştir.
34. Reddedilen hâkim Kanun’un 35. maddesinde belirtilen hallerle ilgili, sınırlı bir inceleme yaparak ret isteminin esastan incelenmeye değer görülmediğini tespit etmekle yetinecektir.
35. Mahkemenin reddi hâkim talebiyle ilgili bir anlamda, ön inceleme olarak değerlendirilebilecek bu kararı, HUMK’un 35. maddesinin ikinci fıkrası gereği esas hükümle birlikte temyiz edilebilecek ve Yargıtay tarafından denetlenebilecektir.
36. Başvurucu, davacısı olduğu aynı Mahkemenin başka bir dosyasında yargılamayı yürüten hâkimin babasıyla karşılıklı taraf olduklarını, hâkimin, o dosyada çekinme kararı verdiğini, dolayısıyla başvuruya konu dava dosyaları açısından da hâkimin tarafsızlığı konusunda şüpheleri olduğunu, ayrıca dava dosyalarında ısrarla resmi belgelerin getirtilmesini talep ettiği halde bu taleplerine cevap verilmediğini ve eksik bilgi ve belgelerle bilirkişiden rapor aldırıldığını belirterek reddi hâkim talebinde bulunmuş, Mahkeme ise başvuru konusu her iki dosyada da belirttiği “Davalı vekilinin reddi hâkim talebindeki belirtmiş olduğu sebeplerin dosyanın esasıyla ilgili olup bu taleplerin Yargılama faaliyetlerinden olduğu ve HUMK' da belirtilen reddi hâkim sebeplerinden hiç birisini oluşturmadığı görülmüştür. Ayrıca Mahkememizin E.2009/89 sayılı dosyasındaki hâkimin çekilme sebebi ile bu dosyanın arasında hiçbir bağlantı bulunmadığı da açıkça görülmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı davalı vekilinin reddi hâkim talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.” gerekçesiyle talebin geri çevrilmesine karar vermiştir.
37. Mahkeme her ne kadar kararın hüküm kısmında “Davalı vekilinin reddi hâkim talebinin, hâkimin reddi sebepleri oluşmadığından reddine,” ibaresini kullanmış ise de kararın esas hükümle birlikte temyiz edilebileceğini açıkça belirttiği bu açıdan kararın HUMK’un 35. maddesinde belirtilen “reddi hâkim talebinin geri çevrilmesi kararı” niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.
38. Buna göre; reddedilen hâkimin, Kanun’da sınırlı olarak belirtilen şartlar dahilinde yaptığı inceleme sonucu verdiği geri çevirme kararının esas hükümle birlikte Yargıtay denetimine tabi olduğu, nitekim başvurucu tarafından da bu hususun temyiz aşamasında ileri sürüldüğü, dolayısıyla reddedilen hâkimin, HUMK’un 35. madde hükümleri çerçevesinde sınırlı bir değerlendirme yaparak esas hükümle birlikte Yargıtay denetimine açık olarak geri çevirme kararı vermesinin hâkimin tarafsızlığından şüpheye düşürecek önemli bir sebep olarak değerlendirilemeyeceği, nitekim Yargıtayın da dosyadaki deliller çerçevesinde değerlendirme yaparak bu konudaki itirazları reddettiği anlaşılmıştır.
39. Bunun yanında başvuru konusu olayda, hâkimin tarafsızlığı konusunda doğrulanabilir somut olguların tespit edilmediği, başvurucunun, davaya bakan hâkimin babası ile başka bir dosyada davalık olması hususu ile başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların, objektif olarak adil yargılanmaya ilişkin, taraflarda oluşması gereken kanaat üzerinde menfi etkide bulunacak bir elverişliliğe sahip olmadığı, “aksi yönde delil bulununcaya kadar, bir hâkimin kişisel olarak tarafsız olduğunun varsayılması gerektiği” hususundaki tarafsızlık karinesini ortadan kaldıracak şekilde, yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir delilin de bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
40. Açıklanan nedenlerle, tarafsız mahkemede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
41. Başvurucu, yaptığı işin nitelik olarak esnaf faaliyeti olduğunu ve uyuşmazlığın 507 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, bu açıdan iş mahkemesinin davaya bakmakla görevli ve yetkili olmadığını, bu hususun Mahkemece göz önüne alınmadığını, Mahkemenin eksik incelemeyle usul ve kanuna aykırı olarak değerlendirme yaptığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
42. Bakanlık, başvurucunun iddialarının delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının uygulanması ve derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği çözümünün âdil olmamasına ilişkin olduğunu belirtmiştir.
43. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkraları şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
44. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
45. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
46. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri ile kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların bireysel başvuruda incelenemeyeceği ve bu çerçevede Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verilebileceği hükme bağlanmıştır. Bir anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır (Miraş Mümessillik İnş. Taah. Reklam. Paz. Yay. San. Tic. A.Ş., B. No: 2012/1056, 16/4/2013, § 34).
47. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak, bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde ve hukuk kuralını yorumlamasında bariz bir takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Kenan Özteriş, B. No: 2012/989, 19/12/2013, § 48).
48. Başvurucu, ticari araçlardaki iş ilişkisinin değerlendirilmesinde esas olanın araçlarda, araç sahibi dahil üç kişiye kadar çalışanın bulunması halinde iş ilişkisinin 507 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde değerlendirilerek araç sahibinin küçük esnaf sayılması gerektiğini, kendisinin minibüs dışında bir geliri olmadığını, bu açıdan davanın iş mahkemesinde görülemeyeceğini, bunun yanında davacıların kendi yanında çalıştığı kabul edilen dönemde Bağ Kur kapsamında ve başka işyerlerinde çalıştıklarına ilişkin sigorta kayıtları olduğunu, Mahkemenin ısrarlı taleplerine rağmen bu belgeleri dosyaya getirtmediğini, eksik belge ve bilgi ile bilirkişiden rapor aldırıldığını, bu nedenle mahkemenin davanın esasını etkileyecek deliller toplanmadan usul ve yasaya aykırı değerlendirme yaparak karar verdiğini iddia etmiştir. Mahkemece her iki dosyada verilen kararlar incelendiğinde, Mahkemenin, 507 sayılı Kanun ve bu Kanunu yürürlükten kaldıran 5362 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde, davanın iş davası niteliğinde olduğunu tespit ettiği, davacıların sigorta ve bağ kur kayıtları ile buna göre aldırılan bilirkişi raporları çerçevesinde değerlendirme yaparak sonuca gittiği, Yargıtayın da gerekçelere iştirak ederek kararları onadığı anlaşılmıştır. Başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu görülmektedir.
49. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir
50. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun belirtilen iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının açıkça keyfilik veya bariz bir takdir hatası da içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası
51. Başvurucu, Yargıtay ilamında reddi hâkim talebiyle ilgili bir değerlendirme yapılmadığını ileri sürerek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
52. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup, kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir Gökatalay, B. No. 2013/1780, 20/3/2014, § 66).
53. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra, kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da her zaman bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup, bu durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No. 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
54. Somut başvuru açısından, başvuru konusu davalarda, reddi hâkim talebi üzerine Mahkemenin 26/10/2010 ve 3/12/2010 tarihli kararlarında, esas hükümle birlikte temyiz yolu açık olmak üzere, taleplerin geri çevrilmesine karar verildiği, İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17/9/2013 tarihli ilamları ile onandığı anlaşılmıştır.
55. Duruşmalı olarak yapılan inceleme sonucu verilen Yargıtay onama ilamlarında, dosyadaki iddia ve olgulara ayrıntılı cevap verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı, ilamlarda Mahkemenin gerekçesine atıf yapılarak başvurucunun, reddi hâkim talebi de dahil olmak üzere tüm temyiz itirazlarının reddine karar verildiği, bu açıdan iddiaların ilamlarda değerlendirildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan bahsedilemez.
56. Başvurucunun gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmakla, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun;
1. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
20/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.