TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ZAFER DİNÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9100)
|
|
Karar Tarihi: 20/1/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Zafer DİNÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. İbrahim DOĞRU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, işçi
alacağı davasında, mahkemenin delilleri toplamadan hatalı ve eksik inceleme
yaparak karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, reddi hâkim talebinin
aynı hâkim tarafından değerlendirilmesi nedeniyle bağımsız ve tarafsız
mahkemede yargılanma hakkının; Yargıtay ilamında hâkimin reddi talebi ile
ilgili iddialara cevap verilmemesi nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular, 16/12/2013
tarihinde Bakırköy 1. İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumunun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Konu yönünden hukuki irtibat
nedeniyle 2013/9101 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2013/9100 başvuru
numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/9100
başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm İkinci
Komisyon tarafından 31/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından
13/3/2015 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru konusu olay ve
olgular 13/3/2015 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiştir.
Bakanlık, görüşünü 15/5/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 4/6/2015 tarihinde bildirilmiş,
başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
- 2013/9100 numaralı başvuruya ilişkin olarak;
9. Başvurucuya karşı İstanbul
Anadolu 10. İş Mahkemesinin (kapatılan Üsküdar 3. İş Mahkemesi) E.2008/143
sayılı dosyasında, işçi alacağından kaynaklanan tazminat davası açılmıştır.
10. Yargılama sırasında
başvurucu, Mahkemenin E.2009/89 sayılı dosyasında davalı olan şahsın Mahkeme
hâkiminin babası olması nedeniyle hâkimin davadan çekilmek zorunda kaldığını,
dosyada emsal kararlar olmasına rağmen itirazının incelemediğini ve resmi belgelerin dosyaya getirtilmediğini bu açıdan hâkimin
tarafsızlığını yitirdiğini belirterek reddi hâkim talebinde bulunmuş, Mahkeme,
3/12/2010 tarihli ve E.2008/143 sayılı kararı ile talebi geri çevirmiştir.
Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…
Davalı vekilinin reddi hâkim talebindeki belirtmiş olduğu
sebeplerin dosyanın esasıyla ilgili olup bu taleplerin yargılama
faaliyetlerinden olduğu ve HUMK'da belirtilen reddi
hâkim sebeplerinden hiç birisini oluşturmadığı görülmüştür. Ayrıca mahkememizin
E.2009/89 sayılı dosyasındaki hâkimin çekilme sebebi ile bu dosyanın arasında
hiçbir bağlantı bulunmadığı da açıkça görülmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı
davalı vekilinin reddi hâkim talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
Davalı vekilinin reddi hâkim talebinin, hâkimin reddi
sebepleri oluşmadığından reddine,
…”
11. Mahkeme, 27/1/2011 tarihli
ve E.2008/143, K.2011/21 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar
vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
“…
Davalı vekili 11.02.2008 tarihli oturumda söz alarak
müvekkilinin 507 sayılı Kanun gereğince küçük esnaf sayıldığını, İş Kanununa tabi olmadığını belirtmek suretiyle görev
itirazında bulunduğu, zamanaşımı itirazında bulunmuştur.
Davacı ve davalı tanıkları dinlenmiştir.
Davalı işyerinin 507 Sayılı Kanun kapsamına giren küçük
esnaf sayıldığını iddia ederek mahkemenin görevsiz olduğunu bildirmiş bu konuda
tanıklar dinlenmiş ve zabıta araştırması yapılmıştır.
Dava konusu çalışma minibüsçülük olması nedeniyle çalışmanın
bu niteliği önemli olmayıp ekonomik faaliyetini "sermayesi ile birlikte
bedeni çalışmasına dayandıran ve kazancı tacir veya sanayici niteliğini
kazandırmayacak miktarda olma" ölçütünün aranması gerekmektedir.
Davalı 5362 Sayılı Kanun açısından esnaf sayılması halinde
bu işyerinde 3'den fazla çalışan olup olmadığının araştırılması gerekecektir.
İşyerinde 3 kişiden az işçi çalışan işyerleri İş Kanununun
kapsamı dışında bırakılmıştır. Ayrıca davalının işyerindeki faaliyetinin nakdi
ya da ayni sermaye yanında emeğine dayanıp dayanmadığının da belirlenmesi
gerekmektedir. Dosyada bulunan tutanak ve dinlenen davacı ve davalı
tanıklarının beyanlarından davalının minibüste çalışmayıp şoför çalıştırdığı
nakdi veya ayni sermaye yanında çalışmasının emeğe dayanmadığı görülmekle
davalının esnaf sayılamayacağı kanaatine ulaşılmakla davalı işyerinin İş Kanunu
kapsamında olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı 10/1/1994-13/12/2008 tarihleri arasında davalı
işyerinde çalıştığını beyan etmiş olup SGK hizmet cetvelinde davacının davalı
yanında çalışması gözükmemekte olup 31/12/2007 tarihinde başka bir işyerinde
çalışmaya başladığı gözükmektedir. Dosyada bulunan tanık beyanları tutanak
birlikte değerlendirildiğinde davacının 2008 yılında da davalının yanında
çalışmasının olduğundan söz edilmekle davacının 10/1/1994-13/12/2008 tarihleri
arasında davalı işyerinde çalıştığının kabulü gerekmiştir.
Davacı günlük 60 TL net ücret aldığını belirtmiş bir gün
çalışıp bir gün diğer şoförün çalışmakla günlük 120 TL net ücret aldığını beyan
etmiştir. Davacı tanıkları yevmiye usulü çalışıldığını yevmiyelerinin 120 TL
olduğunu ayda ortalama 250 TL yemek ücreti verildiğini beyan etmiş olup davalı
tanıkları da yevmiye usulü çalışıldığını hasılattan yevmiyelerini aldıklarını
beyan etmişler, dosya kapsamı değerlendirildiğinde davacının 1 gün çalışıp 1
gün çalışmadığı çalıştığı günler 120 TL ücret aldığı anlaşılmakla davacının
ücreti hesaplanmıştır.
Davalı, davacının iş akdine haklı nedenle son verildiğini
kanıtlayamamış olmakla hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap
edilen kıdem tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek
gerekmiştir.
Davacının iş akdi ihbar öneli verilmeden haksız olarak sona
erdirildiğinden hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap edilen ihbar
tazminatının da davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek
gerekmiştir.
İşyerinde fazla mesai yapıldığını işçi ispat etmek
zorundadır. Fazla mesainin ödendiğini ise işveren ispat edecektir. Davacı ve
davalı tanıkları dinlenmiştir. Davacı işyerinde fazla mesai yapıldığını ispat
etmiştir. Fazla mesainin ödendiğini ise davalı işveren ispat edemediğinden
hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap edilen fazla mesai
ücretinden Yargıtay'ın yerleşik uygulamaları gereğince izin hastalık gibi
nedenlerle sürekli olarak fazla mesai yapılması mümkün olmadığından
mahkememizce takdiri bir indirim yapılmasına karar verilerek takdir edilen
fazla mesai ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek
gerekmiştir.
Davacı yıllık izin ücreti talebinde de bulunmakla yıllık
ücretli izinlerin kullandırdığını davalı işveren ispat etmek zorunda olduğundan
ve ispat edemediğinden hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap
edilen yıllık ücretli izin alacağının da davalıdan alınarak davacıya
verilmesine karar vermek gerekmiştir.”
12. Başvurucunun temyizi üzerine
karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17/9/2013 tarihli ve E.2011/22134,
K.2013/22693 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“…
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni
gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik
görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile
usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,
…”
13. Onama ilamı, 15/11/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 16/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunulmuştur.
- 2013/9101 numaralı başvuruya ilişkin olarak;
14. Başvurucuya karşı İstanbul
Anadolu 10. İş Mahkemesinin (kapatılan Üsküdar 3. İş Mahkemesi) E.2008/144 sayılı
dosyasında, işçi alacağından kaynaklanan tazminat davası açılmıştır.
15. Yargılama sırasında
başvurucu, Mahkemenin E.2009/89 sayılı dosyasında davalı olan şahsın Mahkeme
hâkiminin babası olması nedeniyle hâkimin davadan çekilmek zorunda kaldığını,
dosyada emsal kararlar olmasına rağmen itirazının incelenmediğini ve resmi belgelerin dosyaya getirtilmediğini bu açıdan hâkimin
tarafsızlığını yitirdiğini belirterek reddi hâkim talebinde bulunmuş, Mahkeme,
26/10/2010 tarihli ve E.2008/144 sayılı kararı ile talebi geri çevirmiştir.
Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…
Davalı vekilinin reddi hâkim talebindeki belirtmiş olduğu
sebeplerin dosyanın esasıyla ilgili olup bu taleplerin Yargılama
faaliyetlerinden olduğu ve HUMK'da belirtilen reddi hakim sebeplerinden hiç birisini oluşturmadığı görülmüştür.
Ayrıca mahkememizin 2009/89 Esas sayılı dosyasındaki hâkimin çekilme sebebi ile
bu dosyanın arasında hiçbir bağlantı bulunmadığı da açıkça görülmektedir. Tüm
bu nedenlerden dolayı davalı vekilinin reddi hâkim talebinin reddine karar
vermek gerekmiştir.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
Davalı vekilinin reddi hâkim talebinin, hâkimin reddi
sebepleri oluşmadığından reddine,
…”
16. Mahkeme, 27/1/2011 tarihli
ve E.2008/144, K.2011/22 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar
vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
“…
Davalı vekilinin yazılı cevap dilekçesi bulunmadığı ancak
11/2/2009 tarihli oturumda müvekkilinin 507 sayılı Kanun gereğince küçük esnaf
sayıldığını, İş Kanununa tabi olmadığını belirtmek
sureti ile görev itirazında ve zaman aşımı itirazında bulunmuştur.
Davacı ve davalı tanıkları dinlenmiştir.
Davalı işyerinin 507 Sayılı Kanun kapsamına giren küçük
esnaf sayıldığını iddia ederek mahkemenin görevsiz olduğunu bildirmiş bu konuda
tanıklar dinlenmiş ve zabıta araştırması yapılmıştır.
Dava konusu çalışma minibüsçülük olması nedeniyle çalışmanın
bu niteliği önemli olmayıp ekonomik faaliyetini "sermayesi ile birlikte
bedeni çalışmasına dayandıran ve kazancı tacir veya sanayici niteliğini
kazandırmayacak miktarda olma" ölçütünün aranması gerekmektedir.
Davalı 5362 Sayılı Kanun açısından esnaf sayılması halinde
bu işyerinde 3'den fazla çalışan olup olmadığının araştırılması gerekecektir.
İşyerinde 3 kişiden az işçi çalışan işyerleri İş Kanununun
kapsamı dışında bırakılmıştır. Ayrıca davalının işyerindeki faaliyetinin nakdi
ya da ayni sermaye yanında emeğine dayanıp dayanmadığının da belirlenmesi gerekmektedir.
Dosyada bulunan tutanak ve dinlenen davacı ve davalı tanıklarının beyanlarından
davalının minibüste çalışmayıp şoför çalıştırdığı nakdi veya ayni sermaye
yanında çalışmasının emeğe dayanmadığı görülmekle davalının esnaf
sayılamayacağı kanaatine ulaşılmakla davalı işyerinin İş Kanunu kapsamında
olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı 1/2/1997-13/12/2008 tarihleri arasında davalı
işyerinde çalıştığını beyan etmiş olup SGK hizmet cetvelinde davacının davalı
yanında çalışması gözükmemekte olup 18/10/1993-31/12/1997 tarihleri arasında bağkur sigortalısı olduğu 1977 yılından başlayarak 2003
yılına kadar çeşitli tarihlerde başka işyerlerinde sigortalı çalışmasının
olduğu 3/11/2003 tarihinde aylık bağlanması için tahsis talebinde bulunduğu ve
aylık bağlandığı görülmektedir. Bu tarihten sonra da yaşlılık aylığı almakta
olup aynı zamanda işyerinde çalışmaya devam etmektedir. Yargıtay'ın yerleşik
kararlarına göre emeklilikten sonraki tarih ayrı bir işyeri sözleşmesi olarak
değerlendirilmekle birlikte emekli olurken kıdem tazminatı ödenmemiş ise hizmet
sürelerinin de birleştirilmesi gerekir. Tanık beyanlarından davacının 1997
yılının başından itibaren çalışmaya başladığı ve 2008 yılında da çalışmasının
olduğu anlaşılmakla davacının davalı işyerinde 1/2/1997-13/12/2008 tarihleri
arasında çalıştığı kabul edilmiştir.
Davacı günlük 60 TL net ücret aldığını belirtmiş bir gün
çalışıp bir gün diğer şoförün çalışmakla günlük 120 TL net ücret aldığını beyan
etmiştir. Davacı tanıkları yevmiye usulü çalışıldığını yevmiyelerinin 120 TL
olduğunu ayda ortalama 250 TL yemek ücreti verildiğini beyan etmiş olup davalı
tanıkları da yevmiye usulü çalışıldığını hasılattan yevmiyelerini aldıklarını
beyan etmişler, dosya kapsamı değerlendirildiğinde davacının 1 gün çalışıp 1
gün çalışmadığı çalıştığı günler 120 TL ücret aldığı anlaşılmakla davacının
ücreti hesaplanmıştır.
Davalı, davacının iş akdine haklı nedenle son verildiğini
kanıtlayamamış olmakla hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap
edilen kıdem tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek
gerekmiştir.
Davacının iş akdi ihbar öneli verilmeden haksız olarak sona
erdirildiğinden hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap edilen ihbar
tazminatının da davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek
gerekmiştir.
İşyerinde fazla mesai yapıldığını işçi ispat etmek
zorundadır. Fazla mesainin ödendiğini ise işveren ispat edecektir. Davacı ve
davalı tanıkları dinlenmiştir. Davacı işyerinde fazla mesai yapıldığını ispat
etmiştir. Fazla mesainin ödendiğini ise davalı işveren ispat edemediğinden
hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap edilen fazla mesai
ücretinden Yargıtay'ın yerleşik uygulamaları gereğince izin hastalık gibi
nedenlerle sürekli olarak fazla mesai yapılması mümkün olmadığından
mahkememizce takdiri bir indirim yapılmasına karar verilerek takdir edilen
fazla mesai ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek
gerekmiştir.
Davacı yıllık izin ücreti talebinde de bulunmakla yıllık
ücretli izinlerin kullandırdığını davalı işveren ispat etmek zorunda olduğundan
ve ispat edemediğinden hükme esas alınan bilirkişi raporu gereğince hesap
edilen yıllık ücretli izin alacağının da davalıdan alınarak davacıya
verilmesine karar vermek gerekmiştir.”
17. Başvurucunun temyizi üzerine
karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17/9/2013 tarihli ve E.2011/22133,
K.2013/22692 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“…
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni
gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik
görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile
usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,
…”
18. Onama ilamı, 15/11/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 16/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunulmuştur.
B. İlgili
Hukuk
19. 18/6/1927
tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 29.
maddesi şöyledir:
“Aşağıdaki
hallerde hâkim bizzat kendisini reddedebilir veya iki taraftan biri canibinden reddolunabilir:
1 - Davada iki taraftan birine
nasihat vermiş veya yol göstermiş olması,
2 - Davada iki taraftan biri
veya üçüncü şahıs muvacehesinde kanunen icap etmeden reyini beyan etmiş olması.
3-
Davada şahit veya ehlihibre veya hakem ve yahut hâkim sıfatıyla dinlenmiş veya
hareket etmiş olması,
4 - Davanın dördüncü dereceye
kadar (bu derece dahil) civar hısımlarına ait bulunması,
5 - Dava esnasında iki
taraftan birisiyle davası veya aralarında bir düşmanlık bulunması,
6-
Umumiyetle hâkimin bitaraflığından şüpheyi mucip
esbabı mühimme bulunması.”
20. 1086 sayılı
mülga Kanun’un 33. maddesi şöyledir:
“Hâkimin
reddi dilekçesi reddolunacak hâkimin mensup olduğu
mahkemeye verilir, vekilin, hâkimin reddi isteminde bulunabilmesi bu konudaki
yetkisinin vekâletnamede açıkça belirtilmiş olması şartına bağlıdır.
Hâkimin
reddi istemi, reddi istenen hâkim katılmaksızın mensup olduğu mahkemece
incelenir. Reddedilen hâkimin iştirak etmemesinden dolayı mahkeme teşekkül
edemez veya mahkeme tek hâkimden oluşuyor ise, ret istemi o yerde asliye hukuk
hâkimliği görevini yapan diğer mahkeme veya hâkim tarafından incelenir. O
yerdeki asliye hukuk hâkimliği görevi bir hâkim tarafından yerine getiriliyorsa
o hâkim hakkındaki ret istemi, asliye ceza hâkimi varsa onun tarafından, yoksa
en yakın asliye hukuk mahkemesince incelenir.
Sulh
hukuk hâkimi reddedildiği takdirde, ret istemi o yerdeki diğer sulh hukuk
hâkimi tarafından incelenir. Sulh Hukuk Hâkimliği görevi tek hâkim tarafından
yerine getiriliyorsa ret istemi, bulunma sıralarına göre, o yerdeki sulh ceza
hâkimi, asliye hukuk hâkimi, asliye ceza hâkimi, bunların da bulunmaması
halinde en yakın yerdeki sulh hukuk hâkimi tarafından incelenir.
Bölge
adliye mahkemesi hukuk dairelerinin başkan ve üyelerinin reddi istemi,
reddedilen başkan ve üye katılmaksızın görevli olduğu dairece incelenerek
karara bağlanır.”
21. 1086 sayılı
mülga Kanun’un 34. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir
“Hâkimi
reddeden taraf, dilekçesini karşı tarafa tebliğ ettirir. Karşı taraf buna beş
gün içinde cevap verebilir. Bu süre geçtikten sonra başkâtip tarafından ret
dilekçesi, varsa karşı tarafın cevabı ve ekleri dosya ile birlikte reddi
istenen hâkime verilir. Hâkim beş gün içinde dosyayı inceler ve ret
sebeplerinin yerinde olup olmadığı hakkındaki düşüncesini yazı ile bildirerek
dosyayı hemen merciine gönderilmek üzere başkâtibe verir.”
22. 1086 sayılı mülga Kanun’un
35. maddesi şöyledir:
“Hâkimin
reddi istemi aşağıdaki hallerde kabul edilmeyerek geri çevrilir.
1.
Ret isteği zamanında yapılmamışsa,
2.
Ret sebebi veya inandırıcı delil gösterilmemişse,
3.
Ret isteminin davayı uzatmak amacıyla yapıldığı açıkça anlaşılıyorsa.
Bu
hallerde ret isteğinin, toplu mahkemelerde reddedilen hâkimin müzakereye
katılmasıyla, tek hâkimli mahkemelerde de reddedilen hâkimin kendisi tarafından
geri çevrilmesine karar verilir.
İlk
derece mahkemesinin bu kararlarına karşı istinaf yoluna, bölge adliye mahkemesi
hukuk dairelerinin başkan ve üyeleri hakkındaki kararlarına karşı da temyiz
yoluna ancak hükümle birlikte başvurulabilir.”
23. 1086 sayılı mülga Kanun’un
36/B maddesi şöyledir:
“Esas hüküm bakımından temyiz yolu açık bulunan dava ve
işlerde ise, ret istemi hakkındaki karar, tefhim veya tebliği tarihinden
itibaren yedi gün içinde temyiz edilebilir. Bu hâlde 426/G maddesi hükmü
uygulanmaz. Yargıtayın bu husustaki kararına uymak
zorunludur.”
24. 7/6/2005 tarihli ve 5362
sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun
3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi şöyledir:
“ Bu Kanunun uygulanmasında;
a) Esnaf ve sanatkâr: İster gezici ister sabit bir mekânda
bulunsun, Esnaf ve Sanatkâr ile Tacir ve Sanayiciyi Belirleme Koordinasyon
Kurulunca belirlenen esnaf ve sanatkâr meslek kollarına dahil olup, ekonomik
faaliyetini sermayesi ile birlikte bedenî çalışmasına dayandıran ve kazancı
tacir veya sanayici niteliğini kazandırmayacak miktarda olan, basit usulde
vergilendirilenler ve işletme hesabı esasına göre deftere tabi olanlar ile
vergiden muaf bulunan meslek ve sanat sahibi kimseleri,”
25. 17/7/1964 tarihli ve 507
sayılı mülga Esnaf ve Küçük Sanatkarlar Kanunu’nun 2.
maddesi şöyledir:
“İster gezici olsun, ister bir dükkanda veya bir sokağın
belli yerinde sabit bulunsunlar, ticareti sermayesi ile birlikte vücut
çalışmalarına dayanan ve geliri o yer gelenek ve teamülüne nazaran tacir
niteliğini kazanmasını icap ettirmeyecek miktarda sınırlı olan ve bu bakımdan
ticaret sicili ve dolayısıyla ticaret ve sanayi odasına kayıtları gerekmeyen,
aynı niteliğe (Sermaye unsuru olsun, olmasın) sahip olmakla beraber, ayrıca
çalıştığı sanat, meslek ve hizmet kolunda bilgi, görgü ve İhtisasını
değerlendiren hizmet, meslek ve sanat , sahipleriyle bunların yanlarında
çalışanlar ve geçimini sınırlı olarak kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlükle
temin eden kimselerin birinci maddede belirtilen amaçlarla kuracakları odalar
bu kanun hükümlerine tabidir.”
26. 22/5/2003 tarihli ve 4857
sayılı İş Kanunu’nun 4. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi şöyledir:
“Aşağıda belirtilen işlerde ve iş ilişkilerinde bu Kanun
hükümleri uygulanmaz; ,
ı) 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununun 2 nci maddesinin tarifine uygun üç
kişinin çalıştığı işyerlerinde.”
27. 30/1/1950 tarihli ve 5521
sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre
işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E
fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren
vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak
iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum
görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 20/1/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 16/12/2013 tarihli ve
2013/9100 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
24. Başvurucu, işçi alacağından kaynaklanan
tazminat davasında, yaptığı işin kapsam itibarıyla esnaf faaliyeti olduğunu ve
uyuşmazlığın 507 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, bu
açıdan iş mahkemesinin davaya bakmakta görevli ve yetkili olmadığını, ancak
Mahkemenin davayı iş davası olarak nitelendirdiğini, davacıların Bağ-Kur ve SSK kayıtlarını araştırmaksızın bilirkişi
incelemesi yaptırdığını, davacıların kendi yanında çalıştığını iddia ettikleri
dönemde serbest olarak veya başka işyerlerinde sigortalı kapsamında çalışmaları
olduğunu, bu hususun Mahkemece göz önüne alınmadığını, Mahkemenin eksik
incelemeyle usul ve kanuna aykırı değerlendirme yaparak karar verdiği, ayrıca
reddi hâkim taleplerinin usul hükümlerine aykırı olarak aynı hâkim tarafından
incelenip reddedildiğini, bu konudaki itirazlarının Yargıtayca
değerlendirilmediğini belirterek, Anayasa'nın 12., 36., 40., 60., 138., 141.,
154. ve 173. maddelerindeki haklarının ihlal edildiğini belirterek ihlalin
sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
25. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde başvurucunun, Mahkemenin verdiği kararlar nedeniyle Anayasa’nın
12., 40., 60., 138., 141., 154. ve 173. maddelerindeki haklarının ihlal
edildiğini ileri sürdüğü görülmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu
tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların
hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir
Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu yönde
ileri sürdüğü iddiaların özü söz konusu kararın adil olmadığı hususu ile
ilgilidir. Bu nedenle başvuru, adil yargılanma hakkı kapsamında; tarafsız
mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası, yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığı iddiası ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği
iddiası başlıkları altında incelenmiştir.
1. Tarafsız
Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
26. Başvurucu, yargılama
sırasında reddi hâkim talebinde bulunduğunu, bu talebinin usul hükümlerine
aykırı olarak aynı hâkim tarafından değerlendirildiğini ve uyuşmazlığın
sonuçlandırıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
27. Bakanlık, başvurucunun
tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkında
değerlendirme yapmamıştır.
28. Başvurucunun reddi hâkim
talebinin aynı hâkim tarafından değerlendirilerek yargılamaya devam edilmesi ve
uyuşmazlığın yine aynı hâkim tarafından sonlandırılması nedeniyle ileri sürdüğü
ihlal iddiası, tarafsız mahkemede yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
29. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde açıkça, adil yargılanma hakkının bir
unsuru olarak, davanın tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkından söz
edilmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde mahkemelerin tarafsızlığından açıkça
bahsedilmemekle beraber, Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca, bu hak da adil
yargılanma hakkının zımni bir unsurudur (AYM, E.2002/170, K.2004/54, K.T.
5/5/2004). Ayrıca, mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini
tamamlayan iki unsur olduğu nazara alındığında, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
gereği, Anayasanın 138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede
yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği
açıktır (AYM, E.2005/55, K.2006/4, K.T.5/1/2006; E.1992/39, K.1993/19,
K.T.29/4/1993).
30. Genel olarak tarafsızlık,
davanın çözümünü etkileyecek bir önyargı, tarafgirlik ve menfaate sahip
olunmaması ve davanın tarafları karşısında ve onların leh
ve aleyhlerinde bir düşünce veya menfaate sahip olunmamasını ifade eder.
31. Tarafsızlığın öznel ve
nesnel olmak üzere iki boyutu bulunmakta olup, bu kapsamda hâkimin birey
olarak, mevcut davadaki kişisel tarafsızlığının yanı sıra, kurum olarak
mahkemenin kişide bıraktığı izlenimin de dikkate alınması gerekmektedir (AYM,
E.2005/55, K.2006/4, K.T.5/1/2006). Yargılamayı yürüten mahkeme üyelerinin
taraflardan biriyle veya anlaşmazlık konusu ile maddi veya manevi yakın bir
bağının bulunması veya yargılama sürecinde sarf ettiği ifadeleri ile tarafsız
olamayacağı yönünde meşru bir kanaat uyandırması, bunun yanı sıra davadan önce
dava ile doğrudan bağlantılı bir konumda bulunması da tarafsızlığı ihlal
edebilir. Ancak, belirli bir uyuşmazlıkta yargılamayı yürüten hâkimin
taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir
kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir delil bulunmadığı ve bu husus kanıtlanmadığı
müddetçe, tarafsız olduğunun bir karine olarak varsayılması zorunludur. Bunun
yanı sıra, yargılama makamının tarafsızlığına ilişkin her hangi bir meşru kaygı
veya korkuyu bertaraf edecek yeterli güvenceleri sunması da gerekmekte olup, bu
husus tarafsızlığın nesnel boyutuna işaret etmektedir (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Gregory/Birleşik Krallık, B. No. 22299/93,
25/02/1997, §§ 43–49; Fey/Avusturya, B. No. 14396/88, 24/2/1993, §§
28–36; Hauschildt/Danimarka, B. No. 10486/83, 24/5/1989, §§
46–48; McGonnell/Birleşik Krallık, B. No.28488/95, 08/2/2000,
§§ 55-57).
32. İlke gereği, eğer bir karar
sonradan, “tam yargı yetkisini”
haiz ve başlangıçtaki eksikliği gidermek suretiyle ilgili güvencelerin
gözetilmesini sağlayan bir yargı merciinin denetimine tabi olmuşsa, karar veren
mahkemenin bağımsız veya tarafsız olmaması ya da söz konusu mahkemenin temel
bir usuli güvenceyi ihlal etmesi 6. maddesinin
ihlaline yol açmaz (De Haan
/ Hollanda, B. No.22839/93, 26/8/1997, §§ 52-55).
33. Olay tarihinde yürürlükte
olan HUMK’un 35. maddesinde, ret isteğinin zamanında
yapılmaması, ret sebebinin veya talebe ilişkin inandırıcı delilin
gösterilmemesi, ret talebinin davayı uzatmak amacıyla yapıldığının anlaşılması
durumunda reddedilen hâkimin kendisi tarafından ret isteminin geri çevrileceği
hususu düzenlenmiştir.
34. Reddedilen hâkim Kanun’un
35. maddesinde belirtilen hallerle ilgili, sınırlı bir inceleme yaparak ret
isteminin esastan incelenmeye değer görülmediğini tespit etmekle yetinecektir.
35. Mahkemenin reddi hâkim
talebiyle ilgili bir anlamda, ön inceleme olarak değerlendirilebilecek bu
kararı, HUMK’un 35. maddesinin ikinci fıkrası gereği
esas hükümle birlikte temyiz edilebilecek ve Yargıtay tarafından
denetlenebilecektir.
36. Başvurucu, davacısı olduğu
aynı Mahkemenin başka bir dosyasında yargılamayı yürüten hâkimin babasıyla
karşılıklı taraf olduklarını, hâkimin, o dosyada çekinme kararı verdiğini,
dolayısıyla başvuruya konu dava dosyaları açısından da hâkimin tarafsızlığı
konusunda şüpheleri olduğunu, ayrıca dava dosyalarında ısrarla resmi belgelerin
getirtilmesini talep ettiği halde bu taleplerine cevap verilmediğini ve eksik
bilgi ve belgelerle bilirkişiden rapor aldırıldığını belirterek reddi hâkim
talebinde bulunmuş, Mahkeme ise başvuru konusu her iki dosyada da belirttiği “Davalı vekilinin reddi hâkim talebindeki belirtmiş
olduğu sebeplerin dosyanın esasıyla ilgili olup bu taleplerin Yargılama
faaliyetlerinden olduğu ve HUMK' da belirtilen reddi hâkim sebeplerinden hiç
birisini oluşturmadığı görülmüştür. Ayrıca Mahkememizin E.2009/89 sayılı
dosyasındaki hâkimin çekilme sebebi ile bu dosyanın arasında hiçbir bağlantı
bulunmadığı da açıkça görülmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı davalı vekilinin
reddi hâkim talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.”
gerekçesiyle talebin geri çevrilmesine karar vermiştir.
37. Mahkeme her ne kadar kararın
hüküm kısmında “Davalı vekilinin reddi hâkim
talebinin, hâkimin reddi sebepleri oluşmadığından reddine,”
ibaresini kullanmış ise de kararın esas hükümle birlikte temyiz edilebileceğini
açıkça belirttiği bu açıdan kararın HUMK’un 35.
maddesinde belirtilen “reddi hâkim talebinin
geri çevrilmesi kararı” niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.
38. Buna göre; reddedilen
hâkimin, Kanun’da sınırlı olarak belirtilen şartlar dahilinde yaptığı inceleme
sonucu verdiği geri çevirme kararının esas hükümle birlikte Yargıtay denetimine
tabi olduğu, nitekim başvurucu tarafından da bu hususun temyiz aşamasında ileri
sürüldüğü, dolayısıyla reddedilen hâkimin, HUMK’un
35. madde hükümleri çerçevesinde sınırlı bir değerlendirme yaparak esas hükümle
birlikte Yargıtay denetimine açık olarak geri çevirme kararı vermesinin hâkimin
tarafsızlığından şüpheye düşürecek önemli bir sebep olarak
değerlendirilemeyeceği, nitekim Yargıtayın da
dosyadaki deliller çerçevesinde değerlendirme yaparak bu konudaki itirazları
reddettiği anlaşılmıştır.
39. Bunun yanında başvuru konusu
olayda, hâkimin tarafsızlığı konusunda doğrulanabilir somut olguların tespit
edilmediği, başvurucunun, davaya bakan hâkimin babası ile başka bir dosyada
davalık olması hususu ile başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların,
objektif olarak adil yargılanmaya ilişkin, taraflarda oluşması gereken kanaat
üzerinde menfi etkide bulunacak bir elverişliliğe sahip olmadığı, “aksi yönde delil bulununcaya kadar, bir hâkimin
kişisel olarak tarafsız olduğunun varsayılması gerektiği” hususundaki
tarafsızlık karinesini ortadan kaldıracak şekilde, yargılamayı yürüten hâkimin
taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir
kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir delilin de bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
40. Açıklanan nedenlerle,
tarafsız mahkemede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık
olduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
41. Başvurucu, yaptığı işin
nitelik olarak esnaf faaliyeti olduğunu ve uyuşmazlığın 507 sayılı Kanun
hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, bu açıdan iş mahkemesinin davaya
bakmakla görevli ve yetkili olmadığını, bu hususun Mahkemece göz önüne
alınmadığını, Mahkemenin eksik incelemeyle usul ve kanuna aykırı olarak
değerlendirme yaptığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
42. Bakanlık, başvurucunun
iddialarının delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının uygulanması ve
derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği çözümünün âdil olmamasına ilişkin
olduğunu belirtmiştir.
43. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkraları şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz”
44. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz.”
45. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
46. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri ile kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların bireysel başvuruda
incelenemeyeceği ve bu çerçevede Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verilebileceği hükme bağlanmıştır. Bir
anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin
kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan
yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında
bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır (Miraş Mümessillik İnş. Taah. Reklam. Paz. Yay.
San. Tic. A.Ş., B. No: 2012/1056, 16/4/2013, § 34).
47. Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvurular için benimsediği temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak,
bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması,
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasada yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe
derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
değerlendirmesinde ve hukuk kuralını yorumlamasında bariz bir takdir hatası
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Kenan Özteriş, B. No: 2012/989, 19/12/2013, § 48).
48. Başvurucu, ticari
araçlardaki iş ilişkisinin değerlendirilmesinde esas olanın araçlarda, araç
sahibi dahil üç kişiye kadar çalışanın bulunması halinde iş ilişkisinin 507
sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde değerlendirilerek araç sahibinin küçük
esnaf sayılması gerektiğini, kendisinin minibüs dışında bir geliri olmadığını,
bu açıdan davanın iş mahkemesinde görülemeyeceğini, bunun yanında davacıların
kendi yanında çalıştığı kabul edilen dönemde Bağ Kur kapsamında ve başka
işyerlerinde çalıştıklarına ilişkin sigorta kayıtları olduğunu, Mahkemenin ısrarlı
taleplerine rağmen bu belgeleri dosyaya getirtmediğini, eksik belge ve bilgi
ile bilirkişiden rapor aldırıldığını, bu nedenle mahkemenin davanın esasını
etkileyecek deliller toplanmadan usul ve yasaya aykırı değerlendirme yaparak
karar verdiğini iddia etmiştir. Mahkemece her iki dosyada verilen kararlar
incelendiğinde, Mahkemenin, 507 sayılı Kanun ve bu Kanunu yürürlükten kaldıran
5362 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde, davanın iş davası niteliğinde
olduğunu tespit ettiği, davacıların sigorta ve bağ kur kayıtları ile buna göre
aldırılan bilirkişi raporları çerçevesinde değerlendirme yaparak sonuca
gittiği, Yargıtayın da gerekçelere iştirak ederek
kararları onadığı anlaşılmıştır. Başvurucunun iddiaları incelendiğinde,
iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde
ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu görülmektedir.
49. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına,
kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça
sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna
ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir
hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir
50. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun belirtilen iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara
ilişkin olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının açıkça keyfilik veya bariz bir
takdir hatası da içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
51. Başvurucu, Yargıtay ilamında
reddi hâkim talebiyle ilgili bir değerlendirme yapılmadığını ileri sürerek
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
52. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve
mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların
hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup, kararın gerekçesi hakkında bilgi
sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale
getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık
bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir Gökatalay, B. No. 2013/1780, 20/3/2014, § 66).
53. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber,
bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun
yanı sıra, kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı
olmaması da her zaman bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır.
Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi
kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde
yorumlanması uygun olup, bu durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki
mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt
Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No.
2013/1213, 4/12/2013, § 26).
54. Somut başvuru açısından,
başvuru konusu davalarda, reddi hâkim talebi üzerine Mahkemenin 26/10/2010 ve
3/12/2010 tarihli kararlarında, esas hükümle birlikte temyiz yolu açık olmak
üzere, taleplerin geri çevrilmesine karar verildiği, İlk Derece Mahkemesince
oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle Yargıtay 9.
Hukuk Dairesinin 17/9/2013 tarihli ilamları ile onandığı anlaşılmıştır.
55. Duruşmalı olarak yapılan
inceleme sonucu verilen Yargıtay onama ilamlarında, dosyadaki iddia ve olgulara
ayrıntılı cevap verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı, ilamlarda Mahkemenin
gerekçesine atıf yapılarak başvurucunun, reddi hâkim talebi de dahil olmak
üzere tüm temyiz itirazlarının reddine karar verildiği, bu açıdan iddiaların
ilamlarda değerlendirildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle Yargıtay
kararlarının gerekçesiz olduğundan bahsedilemez.
56. Başvurucunun gerekçeli karar
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmakla, başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun;
1. Tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. Yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığı iddiası yönünden
“açıkça dayanaktan yoksun olması”,
3. Gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği iddiası yönünden “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin
başvurucu üzerinde bırakılmasına,
20/1/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.